Etiket arşivi: adil yargılanma hakkı

Parasını öder tutuklatırım!

Parasını öder tutuklatırım!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dündar ve Gül’ün tahliyesiyle ilgili ‘bu iş bitmedi’ diyerek
AYM’ye yüklendi, ancak YARSAV Başkanı Arslan, Cumhurbaşkanı’nın savlarını çürüttü.

[Haber görseli]

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Can Dündar ve Erdem Gül kararı üzerinden Anayasa Mahkemesi’ne dün yüklenmeyi sürdürdü. Afrika gezisinin Nijerya ayağında gazetecilere açıklama yapan Erdoğan, kendisinin değil AYM’nin anayasayı ihlal ettiğini, yerel mahkemenin bu karara direnebileceğini, bu durumda AYM’nin yapacağı bir şey olmadığını, AİHM’in ise
en fazla tazminat kararı verebileceğini savunarak “Mahkeme, AYM’nin kararına uydu ama
bu işin bittiği anlamına gelmez. Savcı itiraz edebilir, bir üst mahkemeye yönelik bir süreci başlatabilir.” dedi. Oysa Erdoğan’ın “savları”nın tümü anayasa ve yasalar karşısında
çelişki oluşturdu. AYM’de 10 yıl boyunca raportör olarak çalışan, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Murat Arslan, Erdoğan’ın açıklamalarını Cumhuriyet’e tek tek değerlendirdi ve iddialarını şöyle çürüttü:

[Haber görseli]1 GEREKÇE ŞART DEĞİL

ERDOĞAN: Anayasa Mahkemesi Başkanı, daha önceleri ‘Gerekçe açıklanmadan karar açıklanmaz’ tezini savunan bir arkadaşımızdı. Gerekçeyi açıklamadan, bitmemiş bir yargı sürecini alelacele bitirme konumuna gelmek, usule aykırı olduğu gibi esasa da aykırıdır.

MURAT ARSLAN: Anayasa Mahkemesi’nin “iptal” ve “ihlal” kararları birbirinden ayrıdır. İhlal kararları bireysel başvurulara ilişkin verdiği kararlardır. Anayasa’nın öngördüğü gerekçesi yazılmadan açıklanmama yasağı yalnızca iptal kararları için geçerlidir. İhlal kararlarında ise kararın gerekçeli açıklanması gibi bir zorunluluk yoktur. İhlal kararları zaten sonuç olarak
kişisel hak ihlaline ilişkin olduğu için hemen bildirilmeli ve uygulanmalıdır. Örneğin tutukluluk durumunda gerekçeli kararı beklerken tutukluluğunun hukuksuz olduğuna karar verilen kişinin özgürlüğünü sınırlandırmaya, özgürlüğünden alıkoymaya sürdürüyorsunuz. Tutukluluğun hukuksuz olduğuna karar verilmişken gerekçe geciktiği için tahliye edilmemeleri
yeni bir hak ihlaline yol açar.

2 KARAR HERKESİ BAĞLAR

ERDOĞAN: Kendisi (Zühtü Arslan) ‘Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar her şeyin üstündedir, herkesi bağlar’ diyor. Anayasa ve yasa değişikliklerinde evet bağlayıcıdır
ama bireysel başvurularla ilgili olarak böyle bir şeyi öne süremezsiniz.

MURAT ARSLAN: Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” diyor. Bu hüküm, iptal ve itiraz davaları ile bireysel başvurulara ilişkin kararlar ayrımı yapmıyor. Her türlü başvuruda AYM’nin kararının yasama, yürütme ve yargı açısından bağlayıcı olduğunu açıkça ifade ediyor. İster ihlal kararı olsun, ister iptal kararı olsun. Maalesef, bilerek ya da bilmeyerek, Anayasa’nın
açık hükümlerinin bile doğru yorumlanmaması gibi bir durum söz konusu.

3 TAKDİR HAKKI YOK

ERDOĞAN: Karar herkesi zaten bağlıyorsa, neden birinci mahkemeye
tekrar gönderiyorsun? Bağlayıcı ise gitmemesi lazım.

MURAT ARSLAN: Buradaki ihlal kararının muhatabı ilk derece mahkemesi olduğu için
karar oraya gidiyor. Çünkü ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanıyor. Bu yüzden ihlali yapan mahkemeye gönderilmesi gerekir. AYM yasaya uygun davranıyor. Fakat maalesef anayasayı da yasayı da bilmiyorlar ya da bildikleri halde böyle yorumluyorlar. İkinci fıkranın son cümlesinde mahkemeler AYM’nin kararında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde karar verir diyor. Artık yasa, mahkemeye bir takdir hakkı tanımıyor. AYM kararına uygun biçimde
ihlali ortadan kaldıracak kararı ver! diyor. Buna karşılık ilk derece mahkemesinin
Ben direniyorum ve tahliye etmiyorum’ demesi söz konusu olamaz.

4 UYMAZSA SUÇ İŞLER

ERDOĞAN: Gittiğine göre, birinci mahkeme kararında diretirse Anayasa Mahkemesi’nin verebileceği hiçbir karar yoktur.

MURAT ARSLAN: Evet, ilk derece mahkemesinin anayasaya, hukuka aykırı bir şekilde
fiili durum oluşturup ‘karara uymam‘ demesi durumunda AYM’nin kendisinin bir yaptırımı
söz konusu değil. Ancak AYM kararının uygulanmaması üzerine taraflar bu kez AİHS 6. madde “Adil yargılanma hakkı” ve Anayasa 36. madde “hak arama özgürlüğü”nün en önemli ögelerinden olan mahkeme kararlarının yerine getirilmesi hakkı”nın ihlal edildiği iddiasıyla yeniden AYM’ye başvurabilirler. Yine AYM’den sonra bir de AİHM aşaması var biliyorsunuz. Bu durum hem AYM önüne hem AİHM önüne gittiğinde kesin ihlal nedenidir.
Öbür yandan yargı kararının uygulanmaması görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur.

5 AİHM TEDBİR KARARI VERİR

ERDOĞAN: Bundan sonra oradaki o kişiler, isterlerse AİHM’ye gidebilirler.
AİHM eğer Anayasa Mahkemesi’nin verdiği istikamette bir karar verirse,
o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet de o tazminata itirazlarını yapar veya o tazminatı öder.

MURAT ARSLAN: AİHM tutuklulukla ilgili başvurularda, tutukluluk halen sürüyorsa salıverilmelerine karar veriyor. Nitekim ‘Ilaşcu ve Diğerleri / Rusya ve Moldova’ davasında AİHM, halen tutuklulukları süren başvurucuların keyfi tutukluluklarının sona erdirilmesi için her türlü önlemin alınmasına karar verdi. Bu karar, tüm daireleri de bağlayıcı olan Büyük Daire kararıdır ve oybirliğiyle alınmıştır. AİHM, tazminata da hükmedebilir. Tazminat ödenmesine karşın tutukluluk hali sürüyorsa AİHM, bu kararı icradan düşürmez. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne de bildirir. Son çare olarak ülke Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılır.

6 HABERE CASUSLUK OLMAZ

ERDOĞAN: Kaldı ki sıradan bir olaydan değil, bir casusluk olayından söz ediyoruz.
Fikir özgürlüğü ihlaliyle ne alakası var? Medya mensubu her istediğini yapma özgürlüğüne sahip midir?

MURAT ARSLAN: Bir kez burada masumluk karinesini nereye koyacaksınız?
Yargı kararıyla suçlu olduğu kesinleşmeden siz kimseyi suçlayamazsınız. Bir kişinin casus olup olmadığına mahkeme karar verir. Hiçbir şey ortada yokken casus diyemezsiniz.
Ki ortada tek kanıt gazete haberleridir. Bu yönüyle de

  • casusluk dediğiniz şey gizli olur.. Gazete haberi ile casusluk mu olur?

Casusluk suçunun temel tanımına uymuyor. Casusluk varsa başka ülkeye bilgi sızdırmakla olur. Hangi ülke lehine casusluk yapılmış, bunu ortaya koyun. Bu konular çok tartışıldı.
O yüzden davanın esasına ilişkin sakatlıklar ayrı bir tartışma konusu ama şu anda
tutukluluk tartışıldığı için buna çok girmiyorum.

7 SAVCI İTİRAZ EDEMEZ

ERDOĞAN: Bu işin bittiği anlamına gelmez. Savcı karara itiraz edebilir.
İtiraz durumunda, bir üst mahkeme yeni bir süreci başlatabilir.

MURAT ARSLAN: Savcının AYM kararı sonucu verilen tahliye kararına itirazı söz konusu değildir. Erdoğan’ın sözleri hakim ve savcılara yeniden tutuklama yolunda yeni bir talimat niteliğindedir. Bu da adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs niteliğindedir.

8 ANAYASAYI İHLALE TEŞVİK

ERDOĞAN: Anayasa’yı ihlal eden ben değilim. Bu Anayasa Mahkemesi’nin
karar merciinde olanlardır.

MURAT ARSLAN: Şu ana dek gerekçelerini ortaya koyduğum gibi,
AYM’nin kararı anayasaya uygundur. Aksine Erdoğan’ın ilk derece mahkemesine
bu karara direnme ve uymama yönündeki talimatı anayasayı ihlale teşvik etme anlamındadır.

===========================================

Dostlar,

Bu konuda, Anayasa hukuku ile özel olarak ilgilenen bir yurttaş olarak epey yazı yazdık.

YARSAV Başkanı ve deneyimli – namuslu hukukçu Sayın Murat Aslan (yazıda da belirtildiği gibi on yıl AYM Raportörlüğü yapmıştır ve bu anayasa hukukuna ilişkin çok ciddi bir birikimdir..) tüm gerçeklerş çıplaklıkla – netlikle ortaya koymuştur.

Sorun birkaç boyutta ciddiyetini korumaktadır :

1. Erdoğan, yapay – zoraki – boşuna – akıntıya kürek çekercesine gündem yaratmak için kıvranmaktadır; Türkiye’nin yakıcı asıl sorunlarını geri plana itmeye çabalamaktadır.
Güneydoğudan, AÇILIM İHANETİ‘nin acı – kanlı – yürek yakan faturası olarak her gün
birkaç şehit – gazi haberi gelmektedir. Bu kişiler garip – gureba çocuklardır. Ülke iç savaş eşiğine sürüklenmektedir. Ekonomi perişan, işsizlik, yoksulluk, eğitim sorunları çok ağırdır.
Dış politikada uydu –  güdümlü olağanüstü yanlışlar yapılmıştır ve inatla sürdürülmektedir.
Bu sorunların TBMM’de sükunetle tartışılması gerekmektedir ancak AKP grubu son derece agressif davranmaktadır. Bunun da nedeninin Erdoğan olduğu çok iyi bilinmektedir.

2. Bu karar bağlamında Erdoğan’ın yapabilecepi bir şey olmadığı gibi, nasıl davranılması gerekeceği hakkında fikrini soran da yoktur, olmayacaktır da.. Nitekim AYM kararının gereği derhal, saatler içinde, kimselere sorulmadan, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi kurulunca
yerine getirilmiştir ve bu son derece olağan, hukuka tümüyle uyan bir işlemdir.

3. Erdoğan başından beri, adeta kin ve garezle Dündar – Gül’ün üstüne gitmektedir. Bir devlet başkanı 2 gazetci yurttaşını neden böylesine düşma beller ve kamuoyu önünde pervasızca üstlerine gider?? Dünyada hiçbir uygar hukuk devletinde örneği görülmemiş bir faciadır.

4. Erdoğan, en az 23 başdanışmana sahip bir Cumhurbaşkanıdır. Örn. Anayasa hukuku uzmanı
Prof. Burhan Kuzu..

Danışmanları Erdoğan’ı “kandırıyor mu?” acaba??

Ya da gerçekleri Erdoğan mı anlamıyor yahut anlamak istemiyor?
Kör kör gözüm parmağına bu akılalmaz inatlaşmanın anlamı nedir?

5. Erdoğan’ın bu davranışı “normal” bir insandan dahası bir devlet başkanından beklenebilecek, makul görülebilecek bir davranış asla değildir. Sürdürülemez, sürdürülmemelidir.

Bu vahim ve tehlikeli gidiş başta Erdoğan’ın ruh ve beden sağlığı, sonra AKP ve
sonra da ülkemiz, demokrasimiz, Cumhuriyetimiz için ağır tahribat yaratmaktadır.
Mutlaka ve hızla frenlenmeli, normalleşilmelidir.
Erdoğan’ın Sözcü Kalın’a “Devletin ve Hükümetin başı” sıfatı ile açıklama yaptırması
dehşet vericidir, niyet açıklamasıdır ve Anayasayı bir kez daha çiğneme suçudur.
Erdoğan yalnızca Devletin başıdır, hükümetin başı Başbakandır Anayasamıza göre.
Bu politik iklimde ve bu tehlikekli psikoloji içindeki Erdoğan’a “Başkanlık” verilmesi düşünülebilir mi?? Asla! Türkiye böylesi bir durumda birkaç yıla kalmadan hızla despotik – totaliter – dinci bir faşizme sürüklenir ve Batı talimatlarıyla parçalanır.. 2023 hedefinin bu olabileceğinin hatta olduğunun akılda tutulması ve Erdoğan’ın her durumda mutlaka dizginlenmesi gerekmektedir.

Erdoğan’ın Anayasa ve Türk Ceza Yasası’nın hükümlerini açıkça, pervasızca ve ısrarla, inatla, bilerek, yineleyerek çiğnemesi (ihlali) ağır cezalık suçlardır ve an gelir “vatana ihanet” suçunun ögleri oluşur.. Bu suçların zaman aşımı çoook uzundur.. Kenan Evren’in 95 yaşında yargılandığını anımsamak ve unutmamak gerekir.. Erdoğan Danışmanlarını serinkanlılıkla dinlemeli, gerekiyorsa değiştirmeli en önemlisi anlamsız inatlaşmyı bırakmalıdır.

Soru çok nettir, :

  • casusluk dediğiniz şey gizli olur.. Gazete haberi ile casusluk mu olur?

AKP’li vekil Prof. Yasin Aktay‘ın “Erdoğan’ı görünce «Salli ala Muhammed» deriz..
sözü üzerine yapacak yorum bulamıyoruz.. Tarih ve siyaset bilimi, Prof. Aktay’ı hak ettiği yere oturtacaktır.. Dileriz Aktay’ın çocukları, torunları… bu sözden utanmasınlar ileride..
(Türban Sorunu : Mustafa Karaman – Yasin Aktay karşısında Hasan Erçelebi ve biz,
Sağduyu Programında Ankara Beyaz TV’de 11.11.2010’da tartışma programına katılmıştık. Bilimsel bir irdeleme yapamadık.. karşımızda militanca türban savunucuları vardı..)

Sonuç olarak                        

  • Erdoğan üzerinde etkili olabilecek parti ve aile büyüklerinin, akillerin.. gecikmeden
    ve
    ısrarla devreye girmeleri ve mutlaka sonuç almaları gerekli ve ivedidir.
    Erdoğan mutlaka psikiyatrik destek almalı ve herkesle, her kurumla ölçüsüz çatışan davranışları nedeniyle kendisine ayna tutularak yardım edilmelidir.
    45 yıllık tıp kıdemimiz bize bunları söyleme – yazmayı boyun borcu kılıyor.
     

    Sevgi ve saygı ile.
    05 Mart 2016, Ankara


    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com 

    Not : Prof. Emre Kongar’ın aşağıdaki yazısının okunmasını öneririz..
    AYM_ve_mesruiyet_Emre_Kongar_Cumhuriyet_01Mart2016
    (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/489803/AYM_ve_mesruiyet.html)

ANAYASA MAHKEMESİNE AÇIK MEKTUP


ANAYASA MAHKEMESİNE AÇIK MEKTUP

Anayasa Mahkemesi’nin Özgüven Eksiği mi Var ya da Baskı Altında mı??

Balyoz Davası’nda bireysel başvurular 8 ayını doldurdu neredeyse..

Başvuran Balyoz davası hükümlüleri,

ADİL YARGILANMA HAKLARININ ÇİĞNENDİĞİNİ

– BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 10,
– Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi md. 6
– T.C. 1982 Anayasası md. 36-38; Adil yargılanma hakkı vd.

başta olmak üzere, birincil ve evrensel üstün pozitif hukuk kurallarına (normlarına) dayandırarak Yüksek Mahkemeden bu doğrultuda “HIZLA” bir karar vermesini istemekteler. Anayasal hak olarak (md. 148) bireysel başvuruda bulundular.

Temel_Haklara_ve_yargilanmaya_iliskin_evrensel_haklar

Biz, Türk Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda sayılan nitelik ve özelliklere sahip olduğunu düşünüyor veya düşünmek istiyoruz. Başvuranlar hükümlüdür ve
yıllardır (ortalama 5+ yıl!) hapistedirler.
Yaşları genellikle ileridir ve sağlık durumları genellikle epey bozuktur.
Bu acı süreçte, “tertip Balyoz davası kurbanı” çok sayıda
“başvuran-vuramayan tutuklu yurttaş” yaşamını ve sağlığını yitirmiştir.
Aileleri ve yakınları da yaygın ve ağır düzeyde beden ve ruh sağlığı sorunları içindedir.
Ülke derin umutsuzluğa sürüklenmektedir ve bu olgu çok tehlikeli, çok sakıncalıdır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı (YCB) yeniden yargılanma istemini ne yazık ki
geri çevirmiştir. Oysa sorunun Yargıtay Ceza Genel Kurulunda, YCB’nın istemiyle
bağlı olmadan irdelenmesi, önemli hukuksal katkı sağlayabilirdi.
Yıllardır yaşanan çok ağır ve çok uzun ve de apaçık hukuk zulmünü,
daha çok geciktirmeden hiç olmaza gene hukukun kendi eliyle sonlandırmasında saymakla bitmez yarar vardır.

Anaysa Mahkemesi neyi beklemektedir karar vermek için?

Konu yeterince ivedi – acil ve de olgunlaşmış bir insanlık sorunu değil midir?
Sekiz ayı bulan süre, öncelikli – ivedi – acil hukuk yarasını sarmak için yetmez mi?
Anayasa’nın md. 138/2′nin ardında daha fazla durulabilir mi?
Hukuk kurallarını gerçekte erk yüklü kılan meşrulukları
ve hızla  – adil uygulanışları; işlevsellikleri değil midir?
Sözlerimiz, kahir bir kalkan gibi kullanılarak Anayasa md. 138/2 ile mi çarpıştırılmalıdır?
Zaman dönüşümsüz akıyor, sabırlar zorlanıyor, dayanma gücü, umutlar
ve de ömürler tükeniyor..
Yaşlı başlı insanlar, kadınlı – erkekli, AYM önünde 1,5 aydır ADALET NÖBETİ tutuyor.
Tüm bunlar “olağanüstü bir tablo” tanımlamıyor mu?
Çözüm de bu zeminde, olağanüstü duyarlıkla olmamalı  mı?

Türk Yüksek Yargı Sisteminin tepesindeki Saygın Anayasa Mahkememize;
bir yurttaş ve 38 yıllık bir hekim olarak
bir kez de biz, derin özdeşim (empati), kaygı ve saygıyla arz ederiz.

Sevgi ve saygı ile.
19 Haziran 2014, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

 (pdf biçimi için lütfen tıklayınız… ANAYASA_MAHKEMESINE_ACIK_MEKTUP)

**********

Not          : Biz bu açık mektubu yazıp sitemizde yayımlanması için zamanladıktan sonra
AYM’nin 17 kişilik Genel Kurulu’nda (AY md. 149) oybirliği ile verdiği
tarihsel değerdeki “Balyoz davası yargılamasında hak ihlali yapıldığı” kararı
çok sevindirici olmuştur.
Umarız bu önemli ve kritik yüksek yargı kararı, Türkiye’nin normalleş(tiril)mesi sürecinin kapısını aralamaya da katkı sağlar. Böylesi bir “normalleşme sürecine”
Yurtiçi ve dışı hemen tüm aktörlerin şiddetle gereksinimi olduğunu gözlemliyoruz.. Kartların yeniden karılması zamanıdır; “son saldırılar” şimdilik püskürtülmüştür.

Dr. Ahmet Saltık, 19.6.2014, 13:20, Ankara

Karakuş Hükmü (Hükmi Karakuşi)


Dostlar
,

Dostumuz, yetkin hukukçu ve felsefeci Av. İbrahim Türkeş (Fethiye) geçtiğimiz haftalarda müthiş bir makale kaleme aldı. Yazısı Cumhuriyet‘te yayımlandı (21.1.13). Yoğunluğumuzdan güncel olarak size aktaramadık. İyi de oldu..
Bu arada yazıya gelebilecek olası tepkileri de gözleme olanağımız oldu. Verilebilecek tutarlı ne yanıt olabilirdi ki? Yazı kendi içinde öylesine sağlam..
Sayın Av. Türkeş, Balyoz Davası kararının gerekçesini bir “hükm-i karakuşi” olarak niteliyor ve adalet ve hakkaniyete açıkça aykırı buluyor:

  • İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararı
    “adalet” ve “hakkaniyet”e aykırı bir karardır. (Balyoz davasında)

Bir de sorusu var, mutlaka yanıt verilmesi gereken :

  • O halde Sahte delil üreten bir ‘çete’ ortalıkta kol mu gezmektedir? sorusu gündemdedir.

İlk saptama belki, ağırlıklı olarak yargı erkinin sorunudur.. diyelim..

İkincisi doğrudan iktidarın sorumluluğu değil midir?

“Sorumluluk” iktidarın ortadaki sorunu gidermesi bağlamıyla sınırlı mı acaba?
Ya da sorunun yaratılmasıyla ilgili “asli sorumluluk” mudur?
Biz de Sayın Türkeş gibi eski dille soralım :

  • “Sahte deliler üreten şebeke” (?)
    AKP iktidarının “mes’uliyet-i ekberi” midir?

Frankeştayn’ın, gelenek olduğu üzere, yaratıcısını da yutması
çok mu uzaktır acep?

Sevgi ve saygı ile.
6.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not : Sayın Türkeş’in “İşte Gerçek Adalet; İşte Gerçek Demokrasi” başlıklı
bir yazısına daha önce sitemizde yer vermiştik (http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=6735&action=edit., 21.9.2012)

===============================================

Karakuş Hükmü (Hükm-i Karakuşi)

İbrahim TÜRKEŞ
Hukukçu, Felsefeci

Mahkemelerin gerekçeli kararları, bir ispat amacı güder. Verilen kararın doğru olduğunu ispat! Bu amacın gerçekleşmesi, iki koşulun yerine getirilmesine bağlıdır: Delillerin (kanıtların) güvenli / güvenilir olması ve o kanıtların böyle bir sonucu zorunlu kılması!

Bu koşulları gerçekleyemeyen hiçbir karar, artık ne bir ispat, ne bir doğrulama olmayıp, olsa olsa birtakım önyargıları haklı çıkarma gayreti olabilir. Gerekçenin kuvvetini meydana getiren mantıksal zorunluluğu içinde taşımayan, delilleri zihinlerde mevcut önyargılar lehine feda eden bir mahkeme kararı da artık
hukuksal olmaktan çıkmış, bir “hükmi karakuşi”ye (hesaba kitaba gelmeyen,
abuk sabuk karar) dönüşmüştür. “Balyoz” davasının açıklanan gerekçesinin zihinlerde uyandırdığı ilk izlenim bu olmuştur.

Delil güvenliği ve güvenilirliği

Günümüzün teknolojik gelişmeleri karşısında “dijital” verilerin ceza yargılaması açısından “delil güvenliği” (delillerin korunması) ve “güvenilirliği” (delillerin hukuka uygun olarak elde edilmiş ve manüple edilmemiş olması) taşıyıp taşımadığı tartışmalı hale gelmiştir. Bu iki emredici kural, “adil yargılanma” hakkının da güvencesidir.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’ın bu konu ile ilgili soru önergesine
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz tarafından verilen yanıtta, öz olarak,

Balyoz davasının temelini oluşturan CD ile Kafes Eylem Planı olduğu iddia edilen DVD’nin kullanıcı adının ASD olduğu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu adda bir kullanıcı olmadığı” ve devamla, “dijital verilerdeki yazı karakterinin 2003 yılında Silahlı Kuvvetler’de kullanılmadığı” açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca gerek davanın savunma avukatları, gerekse mahkeme tarafından yaptırılan bilirkişi incelemeleri, Balyoz davasındaki CD’lerde 2003 yılında kullanılmayan “Office 2007” programına işaret etmektedir.

  • O halde “Sahte delil üreten bir ‘çete’ ortalıkta kol mu gezmektedir?”
    sorusu gündemdedir.

Eksik inceleme                    :

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararı, bir “kozmik oda”dan üretildiği kuvvetle muhtemel olan bu delillerin hukuka uygunluğu konusunda
yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan oluşturulmuş, belki “dar hukuk”a
(ius strictum) uygun, fakat “hukukun hukuku” (quaetio juris) meselesi olan
adalet” ve “hakkaniyet”e aykırı bir karardır.

O kadar ki, Türk Silahlı Kuvvetleri dışında, dışarıdan sisteme girip suç oluşturduğu iddia edilen dijital verilerin kullanıcısı durumundaki ASD kimdir? CD’lerin imajları ile kopyaları arasındaki farkın sebebi nedir? Kimi o tarihte akademik eğitim için İngiltere’de, kimi askeri ataşe olarak Roma’da bulunduğunu kanıtlayan askerlerin hangi eylemleri ile isnat edilen fiil arasında “nedensel” bağ kurulmuştur? Davanın savunma avukatları ve Cumhuriyet gazetesinde Sayın Orhan Bursalı, bütün bu konuları didik didik etmiş, fakat gerekçenin bu konularda uskutu tutulmuştur (uskutu tutulmak yerel bir halk ağzı olup, sesi sedası kesilmek anlamına gelir).

Adalet; hâkimlerin keyfiliğine ve kanunların tesadüfiliğine terk edilemez.

Ünlü Fransız yazar Alain Söyleşilerinde

  • “Ortalığa korku salmak isteyen yargıç aramızda dolaşıyor; 
    yargıcı ne zaman yargılayacağız?” diye sorar.

Türk toplumu bir süredir bu soruyu sorar hale gelmiştir.

  • Hukuk devletinde hâkim ve savcılar da dahil hiç kimse, hukuka aykırı,
    keyfi işlem ve kararları nedeniyle sorumsuz değildir.

(Sağ olsun bizim hukuk devletimiz bunun da önlemini almış, Sayın Mehmet Haberal lehine verilen bir karar nedeniyle hâkimlerin keyfi gerekçelerinden şahsi sorumluluklarını bir yasa ile kaldırmıştır.)

Bu ülkede, üniversitelerin, kimi baroların, kimi yargı mensuplarının,
bertaraf olmak yerine bitaraf olmayı yeğleyen kimi işadamlarının, nice büyük (!) gazetecinin uskutu tutulmuşsa da, vicdanı kararmayan Türk toplumu,
“Hâkimdir, ne yapsa yeridir” deyip keyfiliği sineye çekecek kadar çaresiz,
sinik ve adalet duygusunu yitirmiş değildir.

Gerekçenin mantığı                        :

Mahkeme, “Eğer bir A olayı varsa, bu, B’nin de gerçekleşeceğini içerir” gibi bir nedensellikten hareket etmiştir. Bu muhakemede (akıl yürütme) B’ye ait iddia,
“eğer A varsa” koşulu ile korunmaktadır. Bilim felsefecisi Hans Reichenbach
ünlü “Nedensellik ve Endüksiyon” adlı makalesinde “Eğer böyle değilse,
olaylar arasındaki sıkı nedensel bağ, yerini ihtimaliyet (olasılık) bağına bırakır.” der.

Olasılıkta her zaman bir “şüpheli” taraf vardır ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi hukukun evrensel ilkesidir. Bu davadaki dijital kanıtların, bu içermenin geçerli olabilmesi için “şart” diye kabul edilen A kategorisine kesinlikle sokulabilecek derecede “tam” ve “kesin” olmadığı ortada olduğu halde, mahkemece A şartı gerçekleşmiş varsayılmıştır.

Savunmanın, davanın esasını etkileyecek nitelikteki bu hususun dikkate alınması yönündeki ısrarlı talepleri, konjonktürün (içinde bulunulan siyasal topludurumun) bu davanın kestirmeden ve çabuk bitirilmesi için uygun olduğu konusunda mahkemede de bir kanaat hâsıl etmiş olmalı ki; sürekli reddedilmiştir.

  • Yargının tarafsızlığı “siyasal konjonktür”e feda edilmiştir.

İddiayı ispat edecek yerde, yargılama sürecine egemen olduğu “ağır usul ihlalleri” ile daha başından belli olan “önyargı”ları haklı çıkarmaya yönelik bir gerekçe,
artık yasal bir “hüküm” değil, olsa olsa bir “hükmi karakuşi”dir.

Temel sorun                            :

Vaktiyle Çetin Altan bir yazısında, “Birkaç yüz kelimeye sığıyorsa dünyanız; Matisse’nin balıklarına bakmayın.. anlamazsınız.” demişti.

Temel sorun budur. Ülkemizin,“düşünce dinamikleri” zengin, bütün dünyası “haciz”, “döviz”, “faiz” ya da “tahliye”, “tutuklama”, “infaz” gibi, sınırlı sayıda ve üstelik Justinyanus’tan bu yana değişmeyen kavramlardan ibaret olmayan, bakınca Matisse’nin ya da Picasso’nun balıklarına, dibine kadar “anlayan”,
“ama bunlar balık değil ki, bir ucube(!)” 
demeyen yargıç, savcı ve avukat varlığına ihtiyacı vardır.

Prof. Ragıp Sarıca’nın ifadesi ile “ünlü bir ressamın tablosuna içi titreyerek bakmamış, heykel denilince İstanbul Üniversitesi binasının önündeki heykel aklına gelen” gene hocam Prof. Aydın Aybay’ın ifadesi ile, Kafka’yı belki de Çek milli takımının kalecisiİbsen’i de bir ihtimal İsveç’in milli güreşçisi zanneden” bir kültür birikimi ile hukukun “kanun”la iltibas edilmesinin (birinin öteki sanılmasının) önüne geçilemeyeceği gibi; hukukun muhteva gerçekliğini “formül” ve “formalite” düzenciliğine indirgeyen o yargıçtan adını “özgürlük hâkimi” koysanız bile “tutuklama”nın dışında bir karar alamazsınız.

Nitekim bu güne kadar alınamamıştır da.

Çünkü düşünce dinamikleri kaynağını kültürün geniş insani bilinç ve duyuncundan (vicdanı) değil, bilinçaltının görünmeyen derinliklerinde gizli kimi duygulardan ve ceberrut devlet” bekçiliğinden almaktadır.

Bu yüzden, görelilik (relativite) kuramı, atom ve kuantum fiziği ile bilimin ve felsefenin kavram yapısının köklü değişikliklere uğradığı bir dünyada, 19. yy’dan kalma düşünce kadroları ve gene 19. yy’dan kalma “skolastik” ve “kazuistik” hukuk yöntemleriyle
“hukuk eylemek”, ancak bizdeki kadar olur.

“Yasa”lar değil, “kafa”lar değişmelidir. Gerisi “laf-ü güzaf”tır.

(Cumhuriyet, 21.1.13)

İSTANBUL BAROSUNDAN TARİHSEL ÇIKIŞ / A Historical Legal Resistance by İstanbul Bar

Istanbul_Barosu’nun_supheli_olarak_cagriya_basin_aciklamasi_24.5.12

İstanbul Barosu’ndan Anayasa Değişikliği hk. açıklama

İst._Barosundan_kamuoyuna_anayasa_degisikligi_hakkinda