Etiket arşivi: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS)

Seçimler-1: Nereden gelindi?

Siyaset, 01.06.2023, BİRGÜN

Seçimler, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu; ama yeterli değil. Anayasa, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), seçim yasaları ve  Anayasa Mahkemesi (AYM), İH Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararları, Türk seçim hukuku ilkelerini oluşturur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluş gözlemcilerinin raporları da bu çerçevede yer alır.

Seçim hukuku istikrarı için, seçimler öncesi  seçim yasalarını değiştirme yasağı bile öngörüldü.

Bütün bunların amacı, yurttaşların, –ülkenin, toplumun ve devletin geleceğini belirleyecek– temsilcileri, aydınlatılmış özgür iradeleri ile  seçebilmesini sağlamak.

Bu nedenle, oy verme günü ile sınırlı olmayan seçimler, her zaman için geçerli kurallar ve uygulamaları kapsamına alır; seçme – seçilme  ve oy hakları, özgürlükler hukuku içinde siyasal haklar demetinde yer alsa da, diğer (öbür) hak ve özgürlükler güvencelendiği ölçüde saygı görür.

Bu itibarla (bakımdan), “serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm” güvenceleri (AY md.67), anayasal hak ve özgürlükler bütünü ve bunlar karşısında devlet organlarının yükümlülükleri çerçevesinde anlam kazanır.
***
Bu koşullar, seçmenlerin bilgilenme hakkını kullanabilmesi, adayların ve partilerin de serbest yarışması ölçüsünde gerçekleşir.

Bunlar, 14 ve 28 Mayıs (2023) seçimleri öncesi ne ölçüde gerçekleşti?

Bilgilenme hakkı açısından; adayların eşit giriş hakkına karşın TRT’nin partizan yayınları, eşit olmayan bir uygulama değil yalnızca, muhalifleri  aşağılayıcı muamele:  Bir adaya bir saat, ötekine bir dakika; genel olarak, bir anda bir adaya 29 kanal, ötekine tek kanal. Haliyle seçmenler, bilgilenme hakkından nesnel bir biçimde yararlanamadı.

Yarışma koşullarında eşitsizlik,14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimleri öncesi de vardı, ancak bu seçimlerde yaygın ve sistematik bir hal aldı. Nasıl?

-Öncesi; eşit yarışma koşullarını bozan seçim barajı ve devlet yardımı düzenlemelerine, 2017’de Cumhurbaşkanı (CB)’nın parti başkanlığı eklendi.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) sonucu “kişi+parti+Devlet birleşmesi”, Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliğini çökertti ve toplumsal barışı tehdit etmeye başladı.
***
-Seçim süreci;

  • Bir; kişi ve kural aynı olduğu halde CB, 3. kez aday oldu.
  • İki;  deprem yaralarını sarmaya yönlendirilmesi gereken Devlet olanakları, 35 gün öne alınan seçimler için seferber edildi.
  • Üç; milletvekili ve bakanlık bağdaşmadığı halde, CB yardımcısı ve bakanlar, görevlerinden çekilmedi ve devlet olanakları, Cumhur ittifakı CB adayı ve AKP adayları için seferber etti.

Anayasa dışı bu üçlü, medyayı, resmi dezenformasyon aracına dönüştürdü. Hukuksuzluk, saldırı, şiddet, tehdit, terör, şantaj zincirinin mubah görüldüğü yerde seçimlerin meşruluğu da sorgulanamadı.

  • Camiler, kin ve nefret naraları eşliğinde seçim karargahlarına çevrildi. 

Bu ortam ve koşullarda, yaklaşık %4 fark, sayısal olarak sonucu belirlemiş olsa da, CB seçimleri için kullanılan oylar arasında değer olarak tersi anlamda daha büyük fark var.

Bu nedenle; Millet İttifakı (CHP-İYİ P.- Deva P., Demokrat P.-Gelecek P. Saadet P.) adayı Sn. Kılıçdaroğlu ve Cumhur İttifakı (AKP-MHP-Hüda Par-Y. Refah P.-DSP-BBP) adayı Sn. Erdoğan arasındaki adil olmayan yarışmayı doğru okumak, seçmenlere ve  gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluktur.

Millet İttifakı ve demokratik muhalefet için şimdilik şu eleştiri ile yetinelim: Seri hukuk cinayetleri karşısında çoğu zaman seyirci kalmak.

Sonuç olarak, ‘gelinen yer’, PBDBY’nin ne şekilde sürdürülmek istendiği, ama aynı zamanda demokrasi inşası için yapılması gerekenler üzerine yeterince fikir veriyor. Bunlar doğru saptanamaz ve hukuk yoluyla demokrasinin asgari gerekleri üzerine uzlaşma sağlanamaz ise, demokratik hukuk devletini inşa bir yana, sandığı araç olarak kullanarak totalitarizmi inşa etmeye çalışan tek kişinin keyfi yönetimine katkı sunulmuş olur.
================
Yazının 2. bölümü için tıklayınız :
Seçimler-2: 14 ve 28 Mayıs | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Pilot kararlar ve TBMM yükümlülüğü

  • İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) pilot kararları gereği, TBMM yasal düzenleme yapma yükümlülüğünde.

Pilot kararlara göre; yasama erki tarafından yapılan ve yasa adı verilen hukuki işlem, öngörülebilir, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olma bakımından belli özellikleri yansıtmadığı sürece, adı yasa olsa da, maddi (içerik) olarak yasa sayılamaz. Yasal nitelik taşımayan maddeler, yürürlükte oldukları sürece sistematik hak ihlallerine neden olacakları için değiştirilmeli, yeniden düzenlenmeli veya yürürlükten kaldırılmalı. Dahası, yasama organı benzeri düzenlemelerden kaçınmak ve adil yargılanma hakkı doğrultusunda düzenlemeler yapmak yükümlülüğünde.

– Doğrudan olumlu yükümlülük : İHAM ve AYM’nin pilot kararları konusu olan yasa maddelerine ilişkin düzenleme olarak TBMM, kaldırma, yeniden düzenleme veya kaldırma veya değiştirme yükümlülüğünde. Düzenlemede gecikme ise ‘ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılık’ oluşturur ve yasama organını hak ihlali makamına dönüştürür.

– Yasama etkinliklerinde benzeri düzenlemelerden kaçınmak: TBMM, yasal düzenlemelerde genel olarak, pilot kararlarda vurgulanan niteliğe ilişkin ölçütlere dikkat etmeli.

Adil yargılanma hakkı gereklerini yerine getirmek: AYM önünde bireysel başvuru yolunun etkili olabilmesi için yargı bütününde adil yargılanma hakkı ilkelerini geçerli kılacak düzenlemelerin ivedi olarak yapılması gerekiyordu. Bu yapılmadığı gibi,

  • 2017 Anayasa değişikliği ile yargı bütünü, “parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme” güdümüne konuldu. 

Bunun sonucunda, yürürlükte olan ve adil yargılanma gerekleri ile örtüşen hükümlerin bile uygulanması zorlaştı.

TBMM, mevzuatı, pilot kararlarla uyumlu kılmada gecikmemeli :

1) TCK, Md.301: İHAM, Akçam/Türkiye, 25 Ekim 2011

İHAM, TCK md.301’in kullandığı kabul edilemez derecedeki geniş sözcüklerin, etkileri açısından yarattığı öngörülebilirlik eksikliği nedeniyle, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) md. 10/2 anlamında bir “kanun” oluşturmadığına hükmetti: Özellikle, “Türklük” kavramının “Türk Milleti” şeklinde değiştirilmesine rağmen, Yargıtay tarafından yine aynı şekilde anlaşıldığı için, bu kavramların yorumlanmasında değişiklik veya temel bir farklılık olmadı. Yargının yorumladığı biçimiyle madde 301’deki sözcüklerin kapsamı, çok geniş ve belirsizdir ve bu nedenle düzenleme, ifade özgürlüğünün kullanımı önünde sürekli bir tehdit.

2) TCK, m.220/6: İHAM, Işıkırık /Türkiye, 14.11. 2017; AYM, H. Yakut, 10/6/2021.

Anayasa Mahkemesi’ne göre; “Somut olayda başvurucu hakkında uygulandığı hâliyle terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunun düzenlendiği 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (6) numaralı fıkrasının içerik, amaç ve kapsam itibarıyla belirli olduğundan söz edilemez. Çünkü söz konusu hüküm, Anayasa’nın 34. maddesi ile korunan anayasal hakkına yönelik keyfî müdahaleye karşı başvurucuya yasal bir koruma sağlayamamaktadır. İhlalin bizzat kanun hükmünün lafzına dayalı yapısal bir sorundan ve derece mahkemelerinin kanuna ilişkin geniş yorumundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır…

İlgili kanun hükmü yürürlükte olduğuna göre derece mahkemeleri tarafından yeniden yargılama yapılması yoluyla ihlalin giderimi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla ihlalin ve sonuçlarının giderilebilmesi ve benzeri yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için ihlale yol açan kanun hükmünün gözden geçirilmesi gerekir.”

3) TCK, md.220/7: İHAM, İmret/Türkiye, 10 Temmuz 2018

TCK md. 220/7 madde bağlamında, hapis cezası biçimindeki ağır cezai yaptırımın uygulanması için potansiyel bir dayanak oluşturacak eylemler öyle geniş bir yelpazeye yayılmaktadır ki, ulusal mahkemelerce genişletici yorumu da içerecek şekilde anlaşılacak madde sözü, kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı yeterli düzeyde koruma sağlayamamakta.

4) TCK, md.314: İHAM, Selahattin Demirtaş/Türkiye, 22 Aralık 2020

Ceza Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca ceza gerektiren ciddi suçlarla bağlantılı olarak tutuklanmayı haklı kılabilecek eylemler yelpazesi oldukça geniştir ve dolayısıyla, ulusal mahkemelerin yorumunu da içerecek şekilde anlaşılacak madde içeriği, ulusal makamların keyfi müdahalelerine karşı yeterli koruma sağlamamakta.

5) TCK, md.299: İHAM, Vedat Şorli/Türkiye, 19 Ekim 2021

TCK m.299’un İHAS madde 10’a aykırı olduğuna hükmeden İHAM, kararında, hakaret alanında devlet başkanına özel olarak yüksek seviyeli bir koruma sağlanmasının, Sözleşme’ye uygun olmadığını hatırlatarak, devletin devlet başkanının itibarını korumaktaki çıkarının, hakkında haber verme ve görüş ifade etme hakkına karşı ona bir ayrıcalık ya da özel koruma tanınmasını haklı kılmaz.

6) İnternet Yayınlarına Erişim Engeli: AYM KARARI/Keskin Kalem Yay..: 27/10/2021.

Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlemesi Kanunu’nun erişimin engellenmesi kararlarına yönelik 9. maddesinin değiştirilmesi gerektiğine hükmetti. Kararda, erişime engelleme kararı veren sulh ceza hâkimliklerinin hiçbirinin söz konusu haberlerin şeref ve saygınlığı nasıl zedelediğine kararlarında yer vermedikleri, gerekçeli kararlarda, basının görev ve sorumluluklarına uymadığı tespitinin neye göre yapıldığının açıklanmadığı belirtildi.

Mevzuatın, basına güvence sağlamadığını saptayan AYM, yapılacak düzenlemenin içermesi gereken hususları da sıraladı. Sonuç olarak;

  • AYM’nin ve İHAM’ın pilot kararları doğrultusunda yasal düzenleme yapmak için TBMM,
    daha fazla gecikmemeli.

AKP Alevi Haklarını ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?

 

AKP,
Alevi Haklarını ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?

 

Dostlar,

Yukarıdaki başlığı bu gün, 21.12.14 günü Ulusal Kanal‘da
20:00 – 22:00 arasında işledik.

Sayın Gazeteci – Yazar Necdet SARAÇ İstanbul’dan,
Av. Kazım Genç de Ankara’dan konuğumuz oldular.

36 yıl önce 19-25 Aralık 1978 günleri arasında neredeyse 1 hafta süren 1978 Maraş Alevi kırımının masum kurbanlarını (resmen 110 dolayında, fiilen beş yüzü aşkın!) anarak başladık. Sn. Saraç son birkaç yıldır Maraş’a giderek bu anmalara katılıyor. Bu yıl bilindiği gibi Valilik, “olaylar çıkmasın, provokasyon olmasın” (!) gerekçesi ile her tür anma girişimini yasakladı.. Gerçekten traji-komik bir durum.. 1 hafta boyunca hunhar – barbar – kanlı kırımı engelle(ye)meyen Devlet, 36 yıl sonra bile insanların yüreklerine sığdıramadıkları acılarını yaşamalarını engelliyor.. Valilik bu yasakçı hukuk dışı tutumunu derhal sonlandırmalı, örtük sıkıyönetimi kaldırarak anmalar için gerekli güvenlik ortamını sağlamalıdır. Uzun yıllar “travma sonrası stres bozukluğu” yaşayan Alevi toplumu, adalet duygusu da tatmin edilmediği için, neredeyse süregen (kronik) yas sendromu içine giriyor. Öğrenilmiş çaresizlikle içine kapanıyor ve toplumdan kendisini yalıtarak yalnızlaşıyor. Öbür toplum kesimleri ile kaynaşarak sosyalleşmesini tamamlayamıyor. Böylelikle halkı bir arada tutan kederde – tasada – kıvançta birlik – ortaklaşma gerçekleştirilemiyor.

Sosyal psikoloji açısından son derece sakıncalı hatta tehlikeli bir durum..

Unutulmasın, Kerbela faciası 1375 yıl önceydi ve 72 insan çölde aç – susuz bırakılarak kadın – çocuk – yaşlı demeden kırılmıştı. Katliam, İslam Peygamberinin soyu kurutularak Halifeliğin Abbasi’lerden Emevilere geçişini hedeflemişti Şam valisi Yezid. 1375 yıl sonra bile tüm dünyada on milyonlarca Alevi – Şii – Caferi, çok az da olsa bir bölüm Sünni insan toplu kırımın yasını tutmakta her yıl Muharrem ayında. 12 gün susuz ve çile içinde oruç tutarak yasını yaşamaktadır.

Bu tür kapsamlı kırımlar Türkiye’de ne yazık ki belli aralarla neredeyse dönemsel (periyodik) nitelik kazandı. Ulusal birliğin kurulup – pekiştirilmesini apaçık dinamitleyen kökü dışarıda senaryo ve tezgahlardır bunlar..

Son 40 yılda Maraş – Çorum – Sivas katliamları sahnelenmiş ve yüzlerce Alevi yurttaş öldürülmüş, onbinlercesi kapsamlı göçlere zorlanmış (tehcir!);  toplumsal yaşamın dışına itilmişlerdir.
Nüfusun demografik yapısı, etnisite politkaları ile değiştirilmektedir.

Aleviler, bir yandan da 1982’den bu yana Anayasaya konan zorunlu din dersleri ile assimile edilmeye başlanmışlardır. Toplu cinayetlerin eylemcileri ve azmettiricileri yakalanıp adalete teslim edilmemiş, Alevi yurttaşların adalet gereksinimi gözardı edilmiştir.
Bu politikalar halkı bütünleştirici – kaynaştırıcı değil tersine ayrıştırıcı ve hatta düşmanlaştırıcıdır. 1990’larda 31 Ocak 1990 günü, ADD kurucu genel başkanı Prof. Muammer Aksoy’un öldürülmesiyle başlanan  cinayetler 15 yıl kadar sürdürülmüştür.

Vurgulanması gereken bir husus da tekil ya da toplu öldürmelerin katillerinin ve iç – dış azmettiricilerinin bulunmaması ve yargıda hesap vermemeleridir. Böylelikle ortaya çok ürkünç (vahim) bir gerçek çıkmaktadır :

  • Devlet suça ortaktır! 

Ortada çooook sayıda toplu – tekil cinayet vardır ve aradan geçen onca zamana karşın “faili meçhul” (!) kalabilmiştir. Üstelik devletin onca gücü – olanağı varken.. Kimi katiller ödüllendirilerek milletvekili bile yapılmış, katil sanıklarının avukatları bakanlığa dek yükseltilebilmiştir!

*****

Bu durum (zulüm!) sürdürülemez..

Bir devletin en temel işlevi tartışmasız olarak yurttaşlarının can güvenliğini sağlamaktır.

Böyle olmak gerekirken tersine Devlet suça ortaksa;
orası sözün bittiği ve Devletin tüm meşruluğunu yitirdiği yerdir.

Ülkede barış ve adaletin sağlanması başarılamazsa kalkınma ve istikrar da hayal olur.. Türkiye’nin bu profile uyan görünümü büyük acı vericidir ve artık mutlaka düzeltilmesi zorunluğu vardır.
Bu bağlamda, sayıları 15-20 milyondan az olmayan (belki daha da çok!) olan Alevi – Bektaşi yurttaşlar, ülkenin asli kurucularından olarak son derece temel beklentiler içindedir ve istemlerinin daha fazla ötelenmesi olanağı kalmamıştır :

===============================================

1. Aleviler, inançları yüzünden hiçbir ayrıma uğramadan
eşit yurttaş” olmak istemektedir.

2. 1826’lardan bu yana süregelen mallarına el koymanın sonlanmasını ve bunların geri verilmesini istemektedirler.

3. Cemevlerinin kendi belirledikleri ibadet (tapınç) yeri olarak tanınmasını istemektedirler.

4. Zorunlu din dersleri, Sünni öğretinin ideolojik aracı ve assimilasyon yöntemine dönüşmüş olup mutlaka kaldırılmalıdır.

5. DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) kaldırılmalı ya da Alevilerin de adil temsil olanağı sağlanmalıdır. DİB, muazzam bütçe payları ve devasa vakıf fonlarıyla 140 bin çalışanı ile (yeterince denetlenebiliyor mu??), DİB Başkanı’nın Devlet protokolünde
50. sıralardan 10. sıraya uçurularak yükseltilmesi sonucu (Şeyhülislam!?) Başkanlık bir fetva makamı kılınmış ve laik devlet yapısına tümden aykırı düşmüştür. Merhum Prof. İlhan Arsel‘in
söylemiyle hurafe üretmeye devam etmektedir! Prof. Arsel,
dine eleştirileri yüzünden ölüm tehditleri almış ve yaşamının uzunca yıllarını yurt dışında (ABD) geçirmek zorunda
bırakılmıştır! İmam Gazali‘den bu yana 600 yıldır İçtihat kapısı kapatılarak İslami kaynaklar yenileşmeye kapatılmış, adeta dondurulmuştur.

6. Türkiye, Anayasasının  da öngördüğü bağlamda mutlaka laik bir devlet olmalı (başta md. 2, 24 ve 174) ve giderek sekülerleşerek çağdaşlaşmalıdır.

Alevilik ve ülkemizdeki sorunları konusunda uzmanlığı tartışmasız, basılı kitapları yayımlanmış olan Sn. Hüsnü Merdanoğlu,
program sırasında bize ulaşmaya çabalamışlar,
ancak stüdyoda internet erişimi sağlanamadığından katkılarını alamamıştık. Program bitiminde gördüğümüz uyarılarına göre listeye 7. bir madde eklenmelidir:

7. Alevilerin isteklerine yönelik sayın Saraç’ın belirtikleri yanında, Alevilerin günümüzde bile yanlış tanınmalarına neden olan Osmanlı dönemi fetvalarının, Osmanlı-Safevi sürtüşmesi sürecinde birer psikolojik savaş kalıntıları olduğunun, bu fetvaların içeriğinin doğru olmadığının da siz aydınlarca ve ülkemizin birliği ve bütünlüğü yanında olanlarca sürekli dile getirilmesi gerekmektedir.

Sn. Merdanoğlu’nun uyarı ve katkısı son derece yerindedir. Özellikle Osmanlı Şeyhülislamı Ebussuut‘un fetvalarının hiçbir temeli olmayan, bir din adamına (!?) asla yakışmayan söylemleri ayrımcı, kışkırtıcı, düşmanlaştırıcı ve tümüyle uydurmadır. “Şeyhülislam” sanını almış, İslam Dininin şeyhi,
onu yorumlamaya – aktarmaya en yetkili kılınmış birinin (gerçekte İslamda ruhban sınıfı yoktur ve herkes dinini Kuran’ı okuyarak yorumlar; Peygamber bile salt elçidir, tebliğden öte yetkisi yoktur!..) böylesine nifakçı tanımları – fetvaları bir insanlık suçudur ve günümüz Diyanet İşleri Başkanlığınca yalanlanarak son derece olumsuz etkisi kırılmalıdır.

     Dinin kamusal alan dışına çıkarılması zorunludur.

Batı uygarlığı, ancak Hıristiyanlıkta reformla Kiliseyi
salt bireysel
inanç alanına iterek günümüz uygarlık düzeyine erişmiştir.

Benzer reform, İslam dininde de yapılmak zorundadır.

================================================

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞI’dır!

Bu bağlamda yeterince yerleşik hukuk metni vardır ve bu metinler uluslararası bakımından geçerli ve yürürlüktedirler, ulusalüstüdürler.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) 1948’den yana
en başta gelenidir.

Avrupa Konseyi’nin belirlediği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) 2. sırada önemli belgedir. İHAM (İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi) bu Sözleşmenin yaptırımı olan
yargı organıdır.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi 3. sırada sayılabilir.

Türkiye, bu uluslararası insan hakları sisteminin üyesidir, içindedir. Fakat uygulama bu yönde değildir. Üstelik 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında Mayıs 2007’de yapılan devrim niteliğinde değişime karşın!

Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

MADDE 90./son fıkra :

  • “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek: 7.5.2004-5170/7 md.)
  • Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

İnsan hakları sistemine taraf olan Türkiye, aykırı kamusal uygulamaları ile AİHM’nde en çok mahkum edilen birkaç ülke içindedir. AKP hükümetleri ile 2002 Kasım’ından bu yana bu karne  – sicil daha da olumsuzlaşmıştır. AKP, Anayasa Mahkemesi kararı ile Laikliğe aykırı işlem ve uygulamaların odağı durumuna gelmiştir fakat ne yazık ki hala iktidardadır! Ülkeyi dincileştirme azim ve kararındadır. Birkaç hafta önce yapılan 19. Milli Eğitim Kurultayı (Şurası) kararları ve 12. CB Bay RTE’nin orada yaptığı konuşma tam anlamıyla dehşet vericidir. AKP, örtük -fakat artık açık- 2023 gündemi ile Türkiye’yi bölünmüş bir dinci faşist Anadolu Federe İslam Devletine dönüştürme azim ve kararlılığındadır.

Alevi hakları ülkenin en önemli sorunlarındandır
ve laik düzenin korunması salt Alevilerin sorunu değildir.
Sorun hukuksal olmaktan çıkmış ideolojik düzleme taşınmıştır. Ülkedeki tüm yurttaşların Türkiye’yi demokratik bir ülke kılmak ve Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak yükümü ve sorumluluğu vardır. Anayasanın 2. maddesinde tanımlı Cumhuriyetin 6 temel niteliği, 4. maddede değiştirilmesinin önerilmesi bile olanaksız kılınarak kurucu irade tarafından pekiştirilmiştir ve mutlaka uyulması gerekmektedir. AKP hükümetlerinin bu meşruiyet dışı tehlikeli gidişi terk etmeleri gerekmektedir.

Uluslararası toplum; insan haklarının çiğnenmesinin ülkemizde ağır ve sürgit nitelik kazanmasından kaynaklanan süreçte, uluslararası hukuka bütünüyle uygun olarak, etkili BM yaptırımları uygulama (ekonomik – ticari – politik – diplomatik – mali -askeri..), Avrupa Konseyi’nden atılma … gibi araçlara – etkili yaptırım olanaklarına sahiptir.

Alevilere dönük her türlü ötekileştirme – ayrımcılık (diskriminasyon)
insanlığa karşı suçlardır ve gecikmeden son verilmelidir.

Türkiye, büyük ATATÜRK‘ün “Yurtta barış Dünyada barış” ilkesinin gereklerini yerine getirmelidir. 10. Yıl Söylevi‘nde yer alan “imtiyazsız – sınıfsız kaynaşmış bir kitle olmak” hedef alınmalıdır.

*****

Ulusal Kanal‘daki açık oturumumuzdan çıkarımlarımız yukarıda kapsamlı olarak özetlenmiştir.

Tüm insanları, Hünkâr Pir Hacıbektaş‘ın evrensel öğretisi
“eline – beline – diline sahip çıkmaya” çağırıyoruz..

Her ne arar isen insanda ara
Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir..
Hararet nardadır sacda değil
Keramet baştadır taçta değil 

Sevgi, muhabbet kaynar yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağrımızda,
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda,
Aslanla, ceylanlar dosttur kucağımız..

Hacı Bektaşı Veli

Sevgi ve saygıyla
22.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : Laik – bilimsel – parasız – karma eğitime ve eğitim emekçilerinin haklarına sahip çıkma bağlamında 20.12.14 günü Ankara Tandoğan meydanından basın açıklaması yaptıktan sonra Güven Park’a dek yürümek isteyen, bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ üyesi öğretmenlere polisin uyguladığı hukuk dışı orantısız şiddeti insan hakların aykırı ve kabul edilemez buluyor esefle kınıyoruz! İlgililerin cezalandırılmasını istiyoruz.
Benzer şiddet eylemlerine AKP iktidarının kesinkes son vermesini istiyoruz.

* Program kaydı elimize geçtiğinde YouTube‘a yükleyeceğiz..
* Bu yazının pdf formatı için lütfen tıklayınız:

AKP_Alevi_Haklarini_ve_AIHM_Kararlarini_Neden_Gormezden_Geliyor_ULUSAL_KANAL