Etiket arşivi: sağlığın ticarileşmesi

Sağlığın ticarileşmesi

Prof Dr. Ulaş KAPLAN

LESLEY ÜNİVERSİTESİ
08 Aralık 2022, Cumhuriyet

Canla başla, büyük özveriyle çalışan hekimlerin düşük ücretleri, ağır iş yükü ve uğradıkları şiddet çözüm bekliyor. Bu sorunları kapsayan bir gerçek var:

  • Sağlık çalışanlarını hastalar ve yakınlarıyla zıtlaştırırken her bir kitleyi mağdur eden, fazlasıyla ticarileşmiş bir sistemin girdabındayız.

Batı kaynaklı bu sistem, temel hakların ve güvencenin az olduğu Türkiye’de daha yıkıcıdır. Batı’nın Aydınlanmasını benimseyip emperyalizmini dışlayan yaşamsal ayrımla kurulan Cumhuriyetin dengeleri tersyüz olurken, vahşi kapitalizm toplumsal nefsimize çökmüştür.

TEŞVİK EDİLEN UYGULAMALAR

Zarar verebilecek gereksiz işlemler uygulamak, erken taburcu etmek, kritik kararlarda kazancı sağaltım amacından üstün tutmak… Böyle uygulamalara 1980’li yıllarda dikkat çeken hekim, Georgetown Üniversitesi tıp etiği profesörü Edmund Pellegrino’ydu. Tehdit altındaki bireysel çıkarları koruma gerekçesiyle haklı görülen, “yasal olsa da ahlak bakımından tartışmalı” alışkanlıkların her meslek dalında bulunduğunu vurgulayan Pellegrino’nun ABD’deki saptamaları günümüz Türkiyesi’nin acı gerçeği olmaktadır. Bu yıl yitirdiğimiz babam Av. Sami Kaplan’ın rahatsızlığı süresince böyle uygulamalar yoluyla gözlediğim bu gerçek, Türk insanının kaderi (yazgısı) olamaz.

Pellegrino’ya göre mesleklerde “karakter ve erdem” olgularının önemsizleşmesinden kaynaklanan bu uygulamalar “genellikle yasaldır, sosyal olarak kabul edilir ve hoşgörülür, meslek erbabı ile hastanın/müvekkilin çıkarlarının kesiştiği gri bir bölgeyi kaplar. Bu bölgede hastanın/müvekkilin incinebilirliği, kendisini meslek erbabı tarafından sömürülebilir kılar”. İyileştirilebilecek insanın “evde bakım hastası” diye kolayca kaderine terk edilebildiği bir sistemde yaşama hakkına ve bu hakkın gerektirdiği göreve ne denli saygı duyulabilir? “Hastanın varlığı cebimi nasıl etkileyecek” kaygısı “Hastayı nasıl iyileştirebilirim” düşüncesine karıştığı veya baskın çıktığı an, saf kalması gereken görev kirlenmiştir.

İNSAN YAŞAMININ DEĞERİ

Özel hastanelerin artmasıyla teknoloji yaygınlaşıyor. Peki ya insan? Sağlık, modern inşaattan fazlasını gerektiriyor. Bina donanımı nitelikli hizmet demek değil. Serbest piyasa rekabeti mutlaka hizmeti geliştirmiyor; vatandaşın harcadığı para aynı ölçüde sağlık anlamına gelmiyor; bozuk sisteme daha çok kaynak aktarmak halk sağlığını artırmıyor.

  • Sistem kökten değişmeli,
  • Devlet ve üniversite hastanelerinin koşulları iyileştirilip kapasiteleri artırılmalı,
  • vatandaş özel ticarethanelere mahkûm bırakılmamalıdır.

İstanbul Tabip Odası’nın uyardığı gibi “Sağlık, sosyal devletin vazgeçemeyeceği görevlerin başındadır, piyasanın vahşi koşullarına terk edilemez”.

Bir seçenek şaibeli uygulamaları göz ardı etmek, kanıksamak, bağlı olduğumuz sistemin kaçınılmaz çarkları olarak mantığa bürüyüp haklı görmek; savunmaya geçerek gelişime karşı konumlanmaktır. Öbür seçenek gerçekle yüzleşmek; meslek içi denetim mekanizmalarını etkili işleterek liyakatin artması, insancıl hizmetin yayılması için çabalamaktır. Hangi seçimin insanlık görevi olduğu açıktır.

Yandaşlık ve çıkar güdülerine teslim olmadan, Schopenhauer’ın deyişiyle insan yaşamından çok daha uzun ömürlü olan “gerçeği” haykırmamız, sistemi insancıllaştırmamız gerekiyor.

  • Türk insanının hayatının hak ettiği değeri görmesi için,
    sağlık sistemi tıbbın özündeki ilkelere dönmelidir.

Cumhuriyet ve sağlık

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Cumhuriyet ve sağlık

Cumhuriyet’in ekonomiyle, hukukla, kadınla, eğitimle, bilimle ve başka pek çok başlıkla ilişkisi üzerine çok şey söylenmiştir, yazılmıştır. Sağlıkla ilişkisi üzerine bir dağarcığın olmayışı ya da olsa bile yeterince dolu olmayışı önemli eksikliktir. Bir hekim olarak bu eksikliğin giderilmesine okuyacağınız yazıyla alçak gönüllü katkıda bulunabilmiş olmak içtenlikli dileğimdir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulmazdan önceki 12 yıl savaşlarla geçmiştir. Anadolu başta olmak üzere Afrika’da ve Avrupa’da eli silah tutan, görece sağlıklı ve genç kuşak büyük ölçüde yitirilmiştir. Bir şekilde savaşa gitmeyenlerle yaşlılar, kadınlar ve çocuklar ise bulaşıcı hastalıklar aracılığıyla aramızdan alınmıştır. Sağ kalanlar ise yoksul, yoksun ve sağlıksızdır.

Bu koşullar göz önüne alındığında kıtlaşan insan kaynağının ne denli değerli olduğu anlaşılır. Bir yandan cephe gerisindekilerin öbür yandan savaşanların varlığının korunması önem kazanmıştır. Özellikle savaş alanındaki yitikler savaş yaralanmalarının yanı sıra bulaşıcı hastalıklar aracılığıyla da olmaktadır. Savaş dışı ölümleri sınırlamanın kritik önemde olduğu açıktır.

Birinci Meclisin kurulur kurulmaz aldığı ilk kararlardan birinin bulaşıcı hastalıklarla savaşım üzerine olması rastlantının değil aklın gereğidir. Yine 23 Nisan’dan yalnızca 10 gün sonra Sağlık Bakanlığının kurulması da sağlığa verilen önemin göstergesidir. Savaş alanındaki insan yitiklerinin önüne geçmenin en kestirme ve akılcı yolu kuşkusuz hastalığı önlemekten geçmekteydi.

Anadolu’da bir yandan Mili Mücadele hazırlıkları sürdürülürken ve örgütlenirken öye yandan da İstanbul’dan Anadolu’ya yönelik önemli bir geçiş söz konusudur. Bu geçişin önde gelen ikilisi insan ve silahtır. Bu ikilinin önemli öğelerinden olan hekimlerin taşıdıkları bir nesne daha vardır ki, çok da bilinmez. İstanbul’dan Anadolu’ya geçen hekimler yanlarında mikroplar da getirmişlerdir. Cephedeki hastalığa bağlı insan kırımını en aza indirmek için Ankara Cebeci’de üretilecek olan veba, tifo ve kolera aşıları için taşınmaktadır mikroplar İstanbul’dan Anadolu’ ya. Aşı merkezinin başında hekimler Arif İsmet (Çetingil), Tevfik İsmail (Gökçe) ve Bakteriyolog Nurettin Bey bulunmaktadır. Onlara tıp öğrencileri Nurettin Osman, Yusuf (Balkan) ve Tıbbiyeli Hikmet (Boran) yardımcı olmaktadır. Tıbbiyeli Hikmet (Boran)’in Sivas Kongresi sırasında “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” diye haykırarak Mustafa Kemal Paşa’nın da övgüsünü kazanmış olduğunu anımsayacaktır çoğu okur.

Aşı üretimiyle ilgili bir başka önemli ayrıntıya değinmeden geçemeyiz. Zorlu ve ilkel koşullarda aşılar üretilir. Sıra aşıların kalitesini (AS: niteliğini) sınamaya gelir. Şimdiki gibi faz (AS: evre)  çalışmalarını yürütecek ne olanak ne de fırsat vardır. İş başa düşer. Aşıları üreten topluluktan Dr. Tevfik İsmail, Bakteriyolog Nurettin ve tıp öğrencisi Yusuf (Balkan) ikilemsiz uzatırlar kollarını. Deneklik de onlara düşmüştür. Şimdilerde salgını bitirmesi için kullanılmakta olan aşıları “biz denek miyiz?” şımarıklığıyla küçümseyenlerin dikkatine sunulası bir ayrıntı olsa gerektir.

Cephede canını dişine takarak Kurtuluş Savaşı veren Mehmetçik cephe gerisindeki bu önemli etkinlikle utkuya giden yolda yaşama tutunmuş olmaktadır. Her ne denli savaş koşullarında yaşansa da aşı üretimi ve buna bağlı koruyucu hekimlik anlayışı Cumhuriyet kurulmadan önce Cumhuriyet’in sağlık anlayışı hakkında önemli ipuçları vermeye başlamıştır.

Önce savaş kazanılacak onu izleyerek de Cumhuriyet’in silahsız savaş alanlarından biri olacaktır sağlık. Savaş sözcüğü barış ortamında sıtma, trahom, verem ve frengiyle birlikte anılacaktır.

Cumhuriyet’le birlikte deyim yerindeyse şaha kalkan sağlık anlayışının toplumcu ve koruyucu temelde etkinlik gösterdiğini söylersek genel ilkeleri de özetlemiş oluruz. Bu bağlamdaki bir başka önemli ayrıntı, Dr. Refik Saydam döneminde koruyucu hekimlik alanında çalışan hekimlere daha çok  aylık verilmesi olarak çıkar karşımıza.

Bir fikir vermesi bakımından 1923’te Türkiye’deki hekim sayısının 344 olduğunu, o zamanki nüfusa göre 20 bin kişiye bir hekim düştüğünü paylaşmış olalım. Hekim sayısının 1935’te 1625’e çıktığını, buna bağlı olarak da hekim başına düşen nüfusun 9000’e gerilediğini ekleyelim.

Cumhuriyet’in sağlık anlayışının 1960 Devrimi’yle birlikte Dr. Nusret Fişek önderliğinde boyut kazandığını, sağlığın toplumcu ve koruyucu kimliğinin güçlendirildiğinin altını çizmeliyiz. 12 Eylül’le (1980) birlikte hız kazanan neoliberal politikalardan sağlığın payına da bir şeyler düşmesi kaçınılmazdı. Bugün geldiğimiz noktada koruyucu ve toplumcu kimliği neredeyse tümüyle soldurulan sağlık anlayışı son 20 yılda giderek “paralı” duruma getirilmiştir. Cumhuriyet’in çıtasını havaalanı, otoyol, köprü, tünel vb. sıradanlıklara düşürenlerin sağlığı da “kolay erişim” perdelemesinde alınır satılır nesneye dönüştürmelerinde şaşılacak bir durum yoktur.

Cumhuriyetimizle birlikte onun sağlık anlayışının içine düştüğü açmazdan çıkartılmaya gereksinimi olduğu oldukça açıktır. Bu yapılmadıkça sağlığın ticarileşmesi sürecek ve erişim kolaylığı adı altında erişilemezliğe yolculuğunu sürdürecektir.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah (AS: ve dava) arkadaşlarını ve Cumhuriyet’i bizlere kazandıranlar arasında yer alan adsız sağlık kahramanlarını saygıyla anıyor, en büyük bayramımız kutlu olsun diyorum!

AKP’yi Dibe Çeken 5 Alan, 5 Bakan

Mustafa Sönmez

AKP’yi Dibe Çeken 5 Alan, 5 Bakan
(http://mustafasonmez.net, 5.9.12)

Hızla zaviye kaybeden AKP rejiminin kimyasını bozan 5 temel sorun alanından söz etmek mümkün. Haliyle, bu sorun alanının sorumlusu 5 bakan için de inişin baş aktörleri ifadesini kullanmak yanlış olmayacaktır. Muhalefetin etkin mücadelesi ile ivme kazanabilecek AKP’nin inişinde öne çıkan alanları ve sorumluları şöyle sıralanabilir:

1- Dışişleri ve Davutoğlu: AKP rejiminin en çok kan kaybettiği alanı dış politika oluşturuyor. “Komşularla sıfır sorun” sloganıyla ortaya çıkıp bütün komşularla sorunlu hale gelen Türkiye, özellikle Suriye meselesini bir “iç mesele” durumuna sokarak
ayağına da kurşun sıktı. Bu sorunlu alanın baş aktörü Davutoğlu’nun, uluslararası toplumu Suriye’de tampon bölgeler kurmaya zorlama ve Şam rejimini bu yolla devirme stratejisi, geçen perşembe New York’taki BM toplantısında çöktü. Türkiye’nin tampon bölge talebi kabul ve destek görmedi. Sayılarının kısa sürede 200 bini bulması muhtemel sığınmacılarla Türkiye baş başa kalacak. Sığınmacı sayısı Türkiye’nin taşıma haddini aşınca bunlar, bir yandan kamu bütçesine büyük yük oluşturacak, gelenleri almama halinde Davutoğlu diplomasisinin “insani kılıf”ı da patlayacaktır. Ortadoğu’da değişim dalgasını yönetmeye, bölgesel düzenin öncüsü olmaya cüret etmiş bu Bakan ne ihtiyatlı davranmayı bildi, ne nüans, ne ölçü tanıdı… Zücaciye dükkânına girmiş fil gibi… AKP’ye maliyeti az buz değil. Topluma çıkardığı fatura ise kabarık; Daha da kördüğüm olmuş bir Kürt sorunu, Şiilerin düşmanlığı, içeride tırmanmış bir Alevi-Sünni gerilimi…

2- İçişleri ve İNŞ: AKP rejimini aşağı çeken ikinci sorun alanı İçişleri ve onun ünlü bakanı İNŞ yani İdris Naim Şahin. Her demeci büyük gaflarla dolu olan İçişleri Bakanı, özellikle Kürt sorununa artan “güvenlikçi yaklaşım”la iç siyaseti ve bakanlığını
mızrak başı yaptı. Hakkâri’deki ilginç gövde gösterisi halkın tepkisi ile karşılaşınca kent merkezi karıştı. Çatışma çıkınca Şahin bir dükkâna sığındı. Hakkâri ziyaretini eleştiren köşe yazarlarını da tehdit etti. Köşe yazarları için

“Ağzına tıkarım o yazıları senin” diyen Şahin,

gazetecilere, “Siz nerede askerlik yaptınız? Yaptınız mı? Yaptıysanız nerede yaptınız? Siz namlunun ucundan hiç baktınız mı? Karşıdaki namlu size hiç doğrultuldu mu?
Allah aşkına bilmeden mi yapıyorsunuz, yoksa korkarak mı yapıyorsunuz?” dedi.

Gaziantep’te yaşanan saldırının ardından BDP il ve ilçe başkanlıklarına yönelen saldırılara İNŞ, şu sözlerle arka çıktı:

“Gaziantep’te olay anını müteakip sıcak saatlerde, halkımızın bir tepkisi ortaya çıktı. Bunlar terör örgütüne, onun eylemlerine duruş açısından beklediğimiz, hatta doğru bulduğumuz tepkilerdir, duyarlılığın ifadesidir.”

İNŞ’yi tarihe geçirecek en önemli olay biber gazı ile ilgili ifadesi. Gaz bombasının tamamen doğal bitkilerden imal edildiğini, bir zararı olmadığını ve biber gazı nedeniyle herhangi bir ölüm yaşanmadığını iddia etti. İNŞ’ye kendi partilileri bile tahammül edemiyor.

3- Eğitim ve Ömer Dinçer: AKP rejminin eline ayağına dolanan 4+4+4 laiklik karşıtı
eğitim projesi, rejimi ve bakanı Ömer Dinçer’i fena sıkıştırıyor. Dinçer, bir kargaşa olduğunu kabul ediyor ve ekliyor; “Kargaşa var ama bu bizim yaptıklarımızla ilgili değil. Kargaşa var ama ciddi problem yok. Kargaşayı bizim ne yaptığımızı anlamayan sözde eğitim uzmanları çıkarıyor. Normal vatandaşlarımızın çoğu bizi destekliyor. Biz istemiyoruz ama vatandaş 60 aylık çocuğunu bile okula göndermekten yana. Eleştirilerin bir kısmı PKK kaynaklı. Çocuklarımızı erken yaşta okula alıp Türkçe öğreteceğiz, onları hayata hazırlayacağız. ‘Rapor dahi almayın’ diyenler PKK yanlıları. Bunu önlemek istiyorlar. Bir de laikçi kesim de bu reformdan rahatsız oluyor”. Eğitimdeki fiyasko, muhalefeti yükseltiyor.

4-Sağlık ve Recep Akdağ: Sağlıkta Dönüşüm adıyla başlatılan sağlığın piyasalaşması, ticarileşmesi, özelleşmesi sürecinde, başta yolunda gider gibi görünen, hatta AKP’ye umulmadık oyları taşıyan her şey, tersine döndü. Halka daha kolay ve ucuz sağlık hizmetine erişme iddiasıyla çıkılan yolda, doktor ve yardımcı sağlık personelinin iş yükü ağırlaştırılıp esnekleşme ile hakları budanırken SGK, bütçeden sürekli kaynak çeken bir kurum durumuna düşürüldü. Özel hastanelerce hortumlanan kamu kaynakları bütçe açıklarını büyütünce Sağlıkta Dönüşüm’ün de sonuna gelindi. Şimdi enkaz nasıl toparlanır, bunun arayışı hâkim. Hastalar daha çok “cepten öde” emrivakisi ile karşı karşıya kalıyorlar. SGK’nin açıkları büyüdükçe büyüyor. Özel hastanecilikte de küçük balık, büyüklere yem olmaya devam ediyor. Bütün bunlar artan ölçüde tepkilere neden oluyor.

5-Dış ticaret ve Zafer Çağlayan: Ekonomide tekne, en çok ihracat tarafından su almaya başladı. AB’nin ihracattaki payı % 34’ün altına düştü. Bu kayıp, Ortadoğu ve BDT pazarlarından ise kolay kolay telafi edilemiyor. İhracatçı, izlenen düşük kur politikasından, ihracatçının kullandığı kredilerin faizlerinin yüksekliğinden,
ithalatın yıkıcı etkisinden şikâyetçi ve Zafer Çağlayan’ı, içi boş demeçler verip,
yerli yersiz efelenip ortalıkta yalancı pehlivan gibi dolanıp gün öldürmekle eleştiriyor. İran’dan yapılan enerji ithalatının ödemesini, altınla Halkbank’a yaptıran Çağlayan’ın bunu altın ihracatı olarak göstermekte ısrar etmesi ise bütün dış ticaret ve büyüme verilerini kirleterek dışarıya karşı Türkiye’yi şaibeli bir ülke durumuna sokuyor.
***

Bildiğimiz RTE, bu sorunlu beş alanının aktörleri bakanlarını bir kabine değişikliği ile harcar mı? Kan değişimine, onunla birlikte politika değişikliğine gider mi?
Kolay değil. Çünkü bu kendisini inkâr ve temel politikalarının iflasını ikrardan başka bir anlam taşımaz. Bu 5 sorunlu alan ve bakanlarının tasfiyesi, AKP’nin çöküşünün
ilanı demektir. Ancak başlayan bu geri sayışın da dönüşü kolay değil.