Etiket arşivi: YALÇIN KARATEPE

Şimdi bedel ödeme zamanı (mı?)

Yalçın Karatepe

Yalçın Karatepe
Ekonomi 09.06.2023, BİRGÜN

“Seçimler bitti” demeden seçimlerini bittiğini nasıl ifade edebilirsiniz? Evet, dövizde yaşanan yükselişi kullanabilirsiniz. Daha önce bu köşede, kurları baskılamak için neler yaptıklarını defalarca (kezlerce) yazdık. E, madem seçim bitti, artık iktidarın kurları baskılamasına gerek de kalmadı. Nasıl olsa sandıktan çıktılar.

Dolar kuru 28 Mayıs’tan, bu yazının yazıldığı 8 Haziran tahine kadar yaklaşık %18 yükseldi. Oldukça hızlı bir yükseliş. Üstelik doların %7’den fazla yükseldiği Çarşamba günü yaptıkları 2,5 milyar dolarlık satışa rağmen (karşın) yükseliş sürüyor.

Aslında herkes bunun olacağını biliyordu. Seçimden önce iktisatçılar köşelerinde yazarken, vatandaşın bir kısmı döviz bürolarına, bazıları da kur korumalı hesaplara yöneldiler. Çünkü herkes bu yükselişin olacağını biliyordu. Ama olsun. Seçim sonuna kadar ertelenmiş olmasının faydasını iktidar gördü.

Madem bir fayda söz konusu, bunun bir de maliyet tarafı olması lazım. İşte o maliyet şimdi size çıkarılıyor. Sadece kurlar artmıyor fiyatlar da hızla yükselmeye başladı. Akaryakıt fiyatları artıyor, çaya yüksek oranda zam yapıldı. Ve bunların devamı da gelecek.

Kurlardaki hareketlenme ile birlikte gözler yeniden ekonomiye çevrildi, sorunların nasıl çözüleceği merakla beklenmeye başlandı.

Hazine ve Maliye Bakanlığına Mehmet Şimşek’in getirilmesi ile birlikte mevcut politikalardan bir dönüş yaşanacağı ve sorunların hızla çözüleceğine dair bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Şimşek’in şimdiye kadar yaptığı açıklamalarda söylediği tek şey, rasyonel politikalara dönüleceği, öngörülebilirliğin ve şeffaflığın artırılacağıdır. Fakat bu söylemin içi doldurulmadığı için hepimiz bu ifadelere kendimizce bir anlam yükleyerek yorumlamaya çalışıyoruz.

Genel geçer ifadeler kullanıyor olsalar da ne ile karşılaşacağımızı tahmin edebiliyorum: Artan yoksulluk.

Ekonomi yönetiminde “piyasaların” beklediği iki şeyden biri “sıkı maliye politikası.” Bunun bizim için ne anlam ifade ettiğini tahmin ediyorsunuz. Kısabilecekleri yerlerde harcamaları kısmak ve bunu yaparken bütçe gelirlerini artırmak. Kısabilecekleri tek harcama personel giderini ve emekli aylıklarını sınırlama gibi görünüyor. KKM’den gelen kur farkı ödemelerini ya da inşaat işleri için yapılacak harcamaları filan kısmaları gündemlerinde bile olmayacak. Bir taraftan emekli ve kamu çalışanları düşük maaş artışlarına razı edilmeye çalışılırken diğer taraftan bazı vergilerin de artması söz konusu olacaktır. Şöyle söyleyelim:

  • Elinize geçen para miktarı reel olarak azalırken,
  • ödemek zorunda olacağınız vergiler de artacaktır.    

Para politikası tarafı da sizin için pek parlak sonuçlar doğurmayacak. Yabancı yatırım kuruluşlarının yayımladıkları raporlarda ya da “piyasacı uzmanların” ifade ettikleri oranda bir faiz artışına gidilirse, bunun ilk faturası da önümüzdeki ay kredi kartı faiz oranları üzerinden size çıkarılacaktır.

Piyasada oluşan faiz oranları ile MB’nin politika faizinin bağı kopmuş durumdadır.

Mevduat faizleri, ticari kredi faizleri filan oldukça yükselmiş durumda. Hal böyle olunca, yapılacak her faiz artışı önce ve doğrudan size yansıyacaktır.

DESTEK ÇAĞRILARI

Birkaç gündür “hep beraber destek olalım, sorunları çözelim” çağrılarının temelinde, size çıkarılacak olan maliyete razı olmanızı sağlama çabası vardır.

Ücret artışı mı talep edeceksiniz? “Biliyorsunuz elimiz dar” denilerek geri çevrilecek, “makul” olduğunu söyledikleri bir artışla sınırlı tutmaya çalışacaklar. Peki, “makul” olan ne ve kimin için makul? Onun yanıtını da iş dünyası veriyor zaten: Asgari ücret 300-400 doları geçmemeliymiş, sadece TÜFE dikkate alınmalıymış vs.

  • Enflasyonun nasıl “düşük” çıkarıldığını hepimiz biliyoruz.

Şimdi o orana referans vererek sizin “makul” bir artışa razı olmanız beklenecek.

Neyse, çok dert etmeyin. Yerel seçimlerden hemen önce doğalgaz faturalarınızı bir kez daha öderler. O zaman biraz rahatlarsınız.

Başarılı oldukları bir şey yok

authorYALÇIN KARATEPE

EKONOMİ 04.11.2022, BİRGÜN

Geçen hafta bu köşede ekonomi yönetiminin enflasyon ile mücadele etmediğini, sadece raporlamakla yetindiğinden bahsetmiştik. TÜİK tarafından açıklanan Ekim ayı verileri bu tespiti bir kez daha teyit etmiş oldu. TÜİK’e göre Ekim ayında aylık enflasyon yüzde 3,54 olarak gerçekleşirken yıllık enflasyon ise yüzde 85’i aşmış durumda. Dolayısıyla enflasyonda bir hız kesme, yavaşlama gibi bir durum söz konusu değil. Mücadele etmediğiniz bir gösterge de alıp başını gidebilir. Bizde olan durum da budur.

Sadece manşet verilerine baktığımızda bile bizi kaygılandıran tüketici enflasyonunun detayına, alt kalemlerine baktığımızda vatandaşın enflasyon karşısında yaşadığı mağduriyetin boyutunun çok daha derin olduğunu görebiliyoruz. Düşük gelirli grupların harcamalarında daha yüksek bir pay tutan gruplara bakınca yaşanan enflasyonun manşet veriden daha fazla olduğu görülüyor. Mesela, gıda enflasyonu yüzde 99! Bu veri sanki üç haneli olmasın diye dikkat edilmiş gibi duruyor. Gıdadaki fiyat artışına biraz daha detaylı bakınca enflasyonun vatandaşa yansımasının daha yüksek olduğu görülüyor. Ekmek fiyatları son bir yılda yüzde 107, süt ürünleri, yumurta vs yüzde 111, yemeklik yağlar yüzde 99 artmış. Bu veriler ortada iken vatandaşın “manşet verinin” gerçek durumu yansıtmadığına ilişkin algısının da ne kadar haklı olduğunu anlıyoruz.
***
Elektrik, doğalgaz gibi kalemlerdeki artış yıllık olarak yüzde 117 olmuş. Bunu şimdilik pek hissetmiyor olabiliriz çünkü özellikle doğalgaz tüketiminin düşük olduğu aylardan geçtik. Ama şimdi havaların soğuması ve bunların tüketim miktarlarının artmasıyla birlikte kabaracak olan faturalar ile karşı karşıya kalmaya başladığımızda, gelirimizin önemli bir kısmını buralara ödemek durumunda kalınca, tükettiğimiz diğer ürünlere harcayabileceğimiz paramız azalınca, enflasyonun etkisini çok daha belirgin bir biçimde hissetmeye başlayacağız.

TÜİK verilerinde kira artış oranının yıllık yüzde 41 ile sınırlı kalması da dikkatimizi çeken bir veri. Her ne kadar iktidar kira artış oranlarına yasal bir sınır getirmiş olsa da, fiili kira artışlarında bunun dikkate alınmadığını ve kiralara çok daha yüksek oranlarda zamlar yapıldığını biliyoruz.

Dün açıklanan üretici fiyat enflasyonu verileri gelecek dönemde enflasyonun yüksek seyretmeye devam edeceğinin bir göstergesidir. Ekim ayında aylık yüzde 7,83, yıllık yüzde 157,7 olarak gerçekleşen ÜFE zaman içinde TÜFE’ye de yansıyacaktır. Elbette TÜFE’nin tek belirleyicisi ÜFE değildir. Hizmet ve tarımsal ürünler üretim maliyetlerine de bakmak lazım. Onlar da maalesef TÜFE’nin üzerinde seyrettiği için, nereden ve nasıl bakarsak bakalım enflasyon artmaya devam edecek.

Tabii, kasım ve aralık ayı verileri açıklandığında gelecek olan veriler yıllık enflasyonun baz etkisi nedeniyle bir miktar gerileyeceğini gösterecek olsa da, bu durum vatandaşın ödemek zorunda olacağı fiyatların düşeceği anlamına gelmeyecektir. Eğer Kasım ve Aralık’ta, ekim ayı verisine paralel aylık veriler ile karşılaşırsak, yıllık enflasyon yüzde 70 seviyesinde yılı tamamlayacaktır. Bu oran bile geçen hafta Merkez Bankasının açıkladığı yılsonu enflasyon tahmininin 5 puan üzerinde bir veriye ulaşacağımıza işaret etmektedir.
***
Peki, bizim bu yüksek enflasyona maruz kalmamıza yol açan ekonomi politikası diğer alanlarda sevinebileceğimiz sonuçlar ortaya çıkarıyor mu? Bunun yanıtı da maalesef, hayır. İktidarın sürekli atıfta bulunduğu büyümenin yavaşladığının, hatta durgunluğa doğru gittiğimizin emareleri gün gibi önümüzde duruyor. İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından açıklanan “satın alma yöneticileri anketi endeksi (PMI)” verisi ekonomik büyümedeki yavaşlamanın bir göstergesi. Hemen hemen tüm sektörlerde yüzde 50’nin altında olan PMI yılın geri kalan kısmında büyümenin yerlerde sürüneceğini gösteriyor.

Tabii, sadece PMI göstergesinde değil, diğer göstergelerde de benzer bir durumun olduğunu görüyoruz. Geçen hafta Merkez Bakası tarafından yayımlanan enflasyon raporunda yer alan “İktisada yönelim anketi (İYA)” verilerinde de hemen tüm sektörlerin ihracat artış oranlarına ilişkin beklentilerinin ihracatta hızlı bir daralmaya işaret ettiğini görüyoruz.
***
Çarşamba günü ABD merkez bankası FED tarafından yapılan 75 baz puanlık faiz artışını ve dün İngiltere’de yapılan 75 baz puanlık artışını da dikkate aldığımızda, ihracat performansımızın tahmin edilenden çok daha hızla kötüleşeceği açıktır. Hatırlatmak isterim ki ABD ve İngiltere bizim ihracatımızda önemli paylara sahipler.

Dolayısıyla, büyüme, ihracat gibi alanlarda beklenen olumlu sonuçların ortaya çıkmayacağı bir dönemde yüksek enflasyona yol açan politikalarda ısrar etmenin anlamı yok. Çünkü “kararlı bir şekilde” uygulanan politikalar, ülkeyi durgunluk döneminde yüksek enflasyona doğru sürüklüyor.

Sahi, uyguladıkları ekonomi politikasıyla neyi başardılar?

Dediği oldu, yine kazanan bankalar

authorYALÇIN KARATEPE

EKONOMİ21.10.2022, BİRGÜN

Faiz indirimi kararının öncelikli olarak bankalara yarayacağı açık. 1 trilyon 443 milyar liraya ulaşan kur korumalı mevduat miktarını düşününce, 150 baz puanlık faiz indiriminin bankalar açısından ne kadar yarar sağladığı ortada.

Daha bir yıl öncesine kadar Merkez Bankası (MB), faiz kararına dayanak olarak çekirdek enflasyona baktıklarını ve bunun altında bir faiz oranı uygulamayacaklarını falan söylüyordu. Çoktandır o söylemden vazgeçmişlerdi. Uzun zamandır referanslarının Erdoğan’ın faiz beklentisi ve bu konuda yaptığı açıklamalar olduğunu biliyoruz.

Dün, MB’nin faiz kararı günüydü. Siz bakmayın gün içinde TV ekranlarına yazılan “Gözler MB’nin faiz kararında” benzeri başlıklara. Aslında kimsenin açıklanacak kararı merak ettiği filan yoktu. Niye merak edelim ki? Madem referansları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz konusundaki tavrı, o da zaten biliniyor. Erdoğan politika faizlerinin tek haneye ineceğini söylemişti. O sözünü söyledikten sonra faizleri merak etmeye de gerek kalmadı. Belki merak uyandıran tek konu şu olabilirdi: Faizler tek haneye bir hamlede mi indirilecek yoksa aralık ayına kadar kademeli olarak mı indirilecek.

ŞAŞIRMAKTAN VAZGEÇTİK

Ve dün saatler 14.00’ü gösterdiğinde faiz kararı açıklandı. MB politika faizini 150 baz puan indirerek %10,5’e düşürdü. Genellikle 100 baz puan ve katları şeklinde yapılan faiz indirimlerinin 150 baz puan olarak yapılması da bana ilginç geldi. Sanırım MB, çok detaylı (ayrıntılı) analizler sonucunda bu karara vardıkları izlenimi vermeye çalışmış ama biz bu kararın nasıl bir süreç sonucunda alındığını çok iyi biliyoruz. Belki de 150 baz puan indirerek bir şaşırtmaca da yapmak istemiş olabilirler, ama piyasaların MB kararlarına şaşıracağı zamanlar çoktan geçti.

Dünkü faiz kararına ilişkin yapılan açıklamada MB, “Kurul, takip eden toplantıda da benzer bir adım atıldıktan sonra faiz indirim döngüsünün sona erdirilmesini gündeme almıştır.” diyerek kasım ayı toplantısında faiz konusunda nasıl bir karar alacağını da dün ilan etmiş oldu. Faizler kasım ayında 150 baz puan daha indirilecek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek haneli faiz beklentisini karşılayacak ve yılın geri kalanında faizlerde bir değişikliğe gitmeyeceğini de açıklamış oldu.

KAZANAN BANKALAR

Faiz indirimi kararının öncelikli olarak bankalara yarayacağı açık. Kur korumalı mevduata (KKM) bankaların ödeyeceği faizin üst sınırı düzenleme ile “politika faizi artı üç puan” olarak belirlendiği için, KKM faizi %13,5’ e inmiş oldu. 14 Ekim tarihi itibariyle 1 trilyon 443 milyar liraya ulaşmış olan KKM miktarını düşününce, 150 baz puanlık faiz indiriminin bankalar açısından ne kadar yarar sağladığını da hesaplayabilirsiniz. Bankacılık sektörü endeksinin bu hafta başından dün kararın açıklandığı ilk dakikalara kadar %18 artmış olması da bunun bir göstergesidir.

KKM faizlerinin düşüyor olması, Hazine’nin ödeyeceği kur farkının artmasına yol açacaktır ama bu kimin umurunda? Yılın ilk dokuz ayında 85 milyar lira kur farkı ödemiş olan Hazine’nin daha fazla ödeyecek olmasını mı dert edecekler sanıyorsunuz? Üstelik buna MB’nin ödediği tutar dahil değil. Neyse ki onların para basma matbaaları var da basıp ödüyorlar. Sadece, o matbaaya biraz fazla mesai yaptırmaları yeterli olacak. Neyse canım çok da dert etmeyin. Bu ödemeler Hazine kayıtlarına “faiz” olarak girmediği için çok da sorun etmiyorlar sanırım. Yılın ilk dokuz ayında ödedikleri 207 milyar liralık faizin %41’ine denk gelen oranda kur farkı ödemesi “kur artışlarına karşı koruma gideri” olarak tanımlandığı için vatandaşa sunulan bir hizmet gibi görüyorlar diye düşünüyorum. Biliyorsunuz, hizmette sınır yoktur. Bu hizmet parası olanlara yönelik olsa da sonuçta bir hizmettir, değil mi?

MÜDAHALELERLE DÜŞÜYOR

Tek başına politika faizini düşürerek diğer TL faizlerinin düşmediğini gören iktidar, başka müdahaleler ile TL faizlerini indirmeye çalışıyor. Bankaların kullandırdıkları krediler ile orantılı olarak hazine kâğıdı alma zorunluluğu tahvil faizlerinin düşmesine yol açıyor. Dün 10 yıllık Hazine tahvilinin faiz oranı %10,5 seviyelerine kadar gerilemiştir. Enflasyonun %85 olduğunu hatırladığımızda bu oranın ne kadar düşük olduğunu siz de takdir edersiniz.

İçeride yaptıkları düzenlemeler ile faizlerin aşağı gelmesini sağlayan iktidar, yurtdışı piyasalarda yüksek faiz ödemeye devam ediyor. En son 6 Ekim’de yapılan, 2,5 milyar dolarlık üç yıl vadeli “sukuk” ihracında faiz oranı % 9,75 olarak gerçekleşti. Bu ay yurtiçine ihraç edilen “sukuk” için oluşan yıllık bileşik faizin %10,7 olduğunu hatırlayınca, içeride TL’ye hangi oranda faiz veriyorsa, dışarıda dolara yaklaşık o oranda faiz verdiğini görüyoruz. Pardon, söz konusu sukuk olunca faiz dememek lazım, sanırım kira demeliyiz. Ama ne derlerse desinler siz ödediklerinin ne olduğun biliyorsunuz.

Faiz kararı açıklandığında kurlarda da bir hareket olmadı. Ekim ayı başından beri 18,55 civarında sabitlenmiş bir dolar kuru var. Karar açıklandıktan sonra da kurlarda bir değişiklik olmadı. Karar öncesi 18,58 olan dolar kuru, karar sonrasında da 18,58 idi.

Avro kuru ise dolar – avro paritesinin hareketine bağlı olarak bir miktar değişip duruyor. Demek ki iktidar avroyu değil doları önemsiyor ve imkânı oldukça da dolar kurunu sabit tutmaya çalışıyor. Nasıl sabit tuttuklarını da tahmin ediyoruz elbette. Bir taraftan, vatandaştan gelmesi muhtemel döviz talebini kur korumalı mevduat hesapları üzerinden karşılanırken, diğer taraftan “net hata ve noksan” olarak tanımlanan ve kaynağı kamuoyu tarafından tam olarak bilinemeyen döviz girişi (ilk 9 ayda 28 milyar dolar) üzerinden diğer döviz talebini karşılamaya devam ediyorlar. Bu gidişatın ekonomik sonucunun pek de hayırlı olmayacağı açık.

Neyse ki seçimlere az kaldı.

Yatırım fonlarında küçük yatırımcı

EKONOMİ07.10.2022 BİRGÜN

Birkaç hafta önce bu köşede yayımlanan yazıda, borsadaki yükselişin ortalama vatandaşa bir fayda sağlamaktan ziyade, parası çok olanlara yüksek getiri sağladığından bahsetmiştim. O yazı oldukça ilgi çekti, pek çok yorum yapıldı. Yazıyı beğenenlerin yanında, konuya eksik yaklaştığımı belirtenler de oldu. Bu eleştiriyi yapanlar, küçük tasarrufları olan vatandaşların yatırım fonları üzerinden borsanın yükselişinden pay aldıklarını, benim bunları ihmal ederek yanlı bir yazı kaleme aldığımı ima etiler. Aslında durumun öyle olmadığını biliyordum ama köşe yazısı sınırlı olduğu için yatırım fonları işine hiç girmemiştim. Ülkenin gündemi hızla değiştiği için takip eden yazılarda başka konuları ele almak durumunda kalmıştım. Bugün o eleştirileri yapanlara, veriler üzerinden yanıt veriyorum.

YATIRIM FONLARININ BORSADAKİ PAYI

Türkiye’de farklı şekillerde tanımlanmış yatırım fonları bulunmaktadır. Ortalama vatandaşın rahatlıkla yatırım yapabildiği ve portföyünde hisse senetleri de bulunan fonlar “şemsiye fonlar” olarak tanımlanırken, parası bir milyon liranın üzerinde olan “nitelikli yatırımcıların” alabildiği fonlar ise “serbest şemsiye fonlar” olarak gruplanmaktadır.

9 Eylül itibarıyla yatırım fonlarının toplam büyüklüğü 447 milyar liraya yaklaşmıştır. Bu tutarın emeklilik fonlarını içermediğini belirtmek isterim çünkü onların çalışma prensipleri, tabi oldukları mevzuat farklı. Biz bugün bireysel yatırımcıların istedikleri zaman, alıp satabilecekleri fonlar üzerinde duruyoruz. Bu nedenle emeklilik fonları dahil edilmemiştir.

Yatırım fonlarının 447 milyar liralık toplam büyüklüğünün sadece %17,3’ü Borsa İstanbul’da işlem gören hisse senetlerinden oluşmaktadır. Bunun parasal karşılığı ise 77,4 milyar liradır.

Diyebilirsiniz ki, ne güzel işte… Bakın küçük yatırımcılar 77 milyar liralık tasarrufları ile borsanın yükselişinden pay alıyorlar. Evet, bunu diyebilirsiniz ama durum pek de öyle değil. Yatırım fonları aracılığıyla hisse senetlerine yönlendirilmiş olan bu 77,4 milyar liranın sadece 22,5 milyar liralık kısmı “hisse senedi şemsiye fonlarında” kalan 46,5 milyar liralık kısmı ise “serbest şemsiye fonlarında” bulunmaktadır. Bu iki gruplandırma arasındaki farkı bir daha hatırlayalım: “Şemsiye fon” küçük yatırımcılar için, “serbest şemsiye fon” ise parası bir milyon liradan fazla olan nitelikli yatırımcılar için. Demek ki küçük tasarrufları olan bireysel yatırım fonu yatırımcılarının payı oldukça düşük. Peki, bu paylara kaç kişi sahip? TEFAS’ın verilerine göre 22,5 milyar liralık hisse senedi yatırımı olan kişi sayısı 399 bin. Diğer taraftan, 46,5 milyar liralık paya sahip olan nitelikli yatırımcı sayısı ise sadece 44 bin 500. Paranın kimde olduğunu ve borsa yükselişinden kimin daha büyük pay aldığını görüyorsunuz.

Dolayısıyla ister doğrudan borsadan hisse alarak, ister yatırım fonları üzerinden hisse alarak borsa yükselişinden “yararlananların” toplam portföy büyüklüğü borsanın genel toplamını dikkate aldığımızda çok küçük kalmaktadır.

KÜÇÜKLÜK GÖRECELİDİR

Her ne kadar borsanın genel toplamı açısından baktığımızda küçük yatırımcıların payları küçük olsa da, borsa için küçük olan miktarların o yatırımcılar açısından önemli olduğunu da biliyoruz. Zar zor biriktirdiği tasarruflarının değerini artırmak için farklı araçlar arasında borsaya da yönelen bu küçük yatırımcılar manipülatif işlemlerin ilk mağdurları oluyorlar.

Farklı mecralarda, bazı hisse sentlerinin nasıl yükseldiğine ilişkin “haberleri” okuyup, o yükselişin devam edeceğini düşünerek bundan “pay kapmaya” çalışan küçük yatırımcılar, genellikle ellerinde yüksek fiyatlardan alınmış hisse senetleri ile baş başa kalıyor. Bir süre sonra da dönüp aldığı fiyatın çok altında bir fiyattan o hisseleri satarak yüklü miktarda zararı realize etmiş oluyorlar. Yüksek miktarlarda paraya ulaşmak için yola çıkanlar, günün sonunda ellerindeki paranın bile buharlaştığı gerçeği ile yüzleşmek durumunda kalıyorlar.

Bu köşede yazılanları okuyorsanız, muhtemelen siz de küçük miktarda tasarrufu olanlardansınız.

Kolay gaza gelmeyin, çünkü kaybettiklerinizi yerine koymanız zor olacaktır.

Dolar neden yükseliyor?

authorYALÇIN KARATEPE

İktidarın tüm baskılamalarına rağmen kurlar yükselmeye devam ediyor. Bir taraftan ödemelerin döviz ile yapılmasını yasaklayarak döviz işlemlerine sınırlama getirilmesine, diğer taraftan özellikle bankalarda, döviz alış satış fiyat farkının yüzde ikilere kadar çıkmış olmasına rağmen döviz talebi devam ediyor.

Kur korumalı mevduat düzenlemesi yapıldıktan sonra bir süre yataya yakın seyreden dolar yeniden yükselişe geçti. Mayıs ayının başından beri yaklaşık yüzde sekiz değer kazandı.

Peki, bu yükseliş neden yaşanıyor ve devam eder mi?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Ülkede döviz talebi hiçbir şekilde sönümlenmedi. Talep, değişik formlara bürünmüş olsa da güçlü bir biçimde devam ediyor. Mesela, TL hesaplardan Kur Korumalı Mevduat’a (KKM) gelen mevduat aslında örtük bir döviz talebidir.

13 Mayıs tarihli BDDK verilerine göre gerçek kişilerin mevduatlarının yüzde 62’si döviz cinsinden. Bir de buna TL mevduat olarak gösterilen ama aslında döviz türevi olduğunu bildiğimiz KKM’yi de ekleyecek olursak, oranın yüzde 75’in üstüne çıkacağını hesaplayabiliriz.

Evet, doğrudur; doların getirisi yılbaşından nisan ayı sonuna kadar olan dönemde enflasyonun altında kalmıştır. Bu dönemde TÜFE yüzde 31,71 olurken doların artışı sadece yüzde 11’de kalmıştır. Diğer bir ifade ile dolarda olanlar da reel olarak kaybetmiştir. Buna rağmen vatandaşın dövizden vazgeçmediğini BDDK verilerinde görebiliyoruz.

Ancak mayıs ayında yaşanan yüzde 8’lik artış bize gösteriyor ki reel olarak dolarda ortaya çıkan kaybın telafi edilmesi pek de zor olmayabilir. Oysa bu olasılık TL’de kalanlar açısından, düşük TL faizi ısrarı nedeniyle, hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır. Belki bunun tek istisnası enflasyona endeksli tahvil olabilir.
***
Döviz talebi güçlü seyrederken bunu karşılayacak döviz arzı piyasalarda gerçekleşmiyor. Daha ziyade gördüğümüz şey, Merkez Bankası rezervlerinden bunun karşılanmaya çalışıldığıdır. Sınırlı bir kaynak ile artan talebi sürekli karşılamak da imkânsız olacağından, normal bir sonuç olarak, dolar yeniden yükselmeye başladı. Diyebilirsiniz ki dolar diğer paralara karşı da değer kazanıyor. Evet doğru. Ama burada doları “döviz” sözcüğüne ikame olarak da kullanıyoruz.

  • TL sadece dolara karşı değil hemen tüm önemli paralara karşı değer kaybediyor.
  • Belki de soruyu, “dolar neden yükseliyor?” diye değil, “TL neden düşüyor?” diye sormak daha anlamlı olur.

Elbette talep sadece tasarruf sahiplerinden kaynaklanmıyor. Giderek artan dış ticaret açığı da döviz talebi yaratıyor.

Enflasyonun yüzde 70 ve yükselmekte olduğu bir dönemde TL’nin değer kaybetmemesi mümkün olabilir mi? Sadece tasarruf sahiplerinin ilgisi açısından söylemiyorum, dış ticaret açısından da bakınca kurların bu seviyelerde kalması pek mümkün görünmüyor. ÜFE’nin yüzde 120’nin üzerine çıktığı bir dönemde kurların düşük kalması halinde dış ticaret açığının daha fazla artması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyona endekslesek?

KKM’nin döviz talebini sınırlamada yetersiz kalması ile birlikte iktidarın enflasyona endeksli tahvil ihraç etmeyi gündemine aldığını biliyoruz. Bu tahvillerin detayları henüz paylaşılmadı. Ne zaman ihraç edilecek ve ne kadar ihraç edilecek henüz bilinmiyor.
***
Zamanlaması bilinmese de, miktarının yüksek olması pek ihtimal dâhilinde değil. Belki Hazinenin borçlanma ihtiyacının bir kısmına denk gelecek tutarlarda arz edilebilir. Daha fazlası pek mümkün değil. Hayır, iktidarın bunun maliyetinden kaçınması nedeniyle değil, finansal sistem üzerinde yaratacağı sonuçlar açısından ihraç miktarının sınırlı olacağını düşünüyorum.

Bankaların, yüklü miktarda mevduat çıkışına sebep olacağı gerekçesi ile itirazlarını dillendirdiklerini duyuyoruz. Yüklü tutarda ihraç edilmesi, kamu üzerinde finansman yükünü çok artırmanın yanında, finansal sistem açısından da sorunların ortaya çıkmasına yol açar.

Enflasyona endeksli tahvillere talep yüksek, arzı sınırlı olacağı için belki ilk alanların bunları ikincil piyasada daha yüksek fiyatlardan satarak kısa sürede büyük kazançlar sağlamasına yol açacaktır ancak döviz talebini ortadan kaldırmayacaktır.

Dolayısıyla, enflasyona endeksli tahvil ihraç miktarının sınırlı olacağını düşünürsek,

  • yüksek enflasyon ortamında paranın değerini korumanın fazla bir alternatifi kalmıyor.

Bu nedenle döviz talebinin artarak devam edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Talebi artan şeyin arzı buna paralel olarak artmaz ise sonucun ne olacağını biliyoruz.

Yüksek enflasyon kader değil sonuçtur

authorYALÇIN KARATEPE

Dün TÜİK nisan ayı enflasyon verilerini açıkladı ve görüldü ki enflasyonda dünyadan hızla koptuk, aldık başımızı gidiyoruz. Siz bakmayın “ama enflasyon her yerde var” dediklerine. Bize yaklaşan bile yok. Mesela OECD ülkeleri ortalamasının 10 katı enflasyonumuz var.

Nisan ayında %7,25 artan TÜFE, yıllık bazda (AS: ölçekte)  % 70’e dayandı. Yılın ilk 4 ayında oluşan enflasyon, daha şimdiden gösterdi ki Merkez Bankası bir sonraki enflasyon raporunda yılsonu tahminini (kestirimini) yine ve yeniden yukarı yönlü revize edecek (yenileyecek) çünkü en son tahminine ulaşmaya pek bir şey kalmadı ama yılın bitmesine daha çok var.

Manşet enflasyon yüksek olmakla birlikte daha büyük sorun gıda enflasyonunda yaşanıyor. Nisanda aylık olarak %13,38 artan gıda fiyatları yıllık olarak %90’a dayanmış oldu. Daha detaylı (ayrıntılı) bakınca sebze fiyatlarındaki artışın çok daha yüksek olduğu görülüyor: %126. Zaten et pahalı, alamıyoruz diyenler sebzeye de çok yüksek bedeller ödemek zorunda.

DİSK Araştırma grubunun gelir dilimlerine göre yaptığı enflasyon hesaplamasına göre, en yoksul kesimin maruz kaldığı gıda enflasyonu %131,6 olarak gerçekleşmiş. Diğer bir ifade (anlatım) ile enflasyon yoksulları çok daha derinden etkiliyor.

YOKSULLUK DERİNLEŞİYOR

Enflasyondaki bu artış geniş halk kesimlerinin hızla yoksullaşması sonucunu doğuruyor.

Çalışan kesimin yaklaşık yarısının elde ettiği asgari ücrete yılbaşında yapılan %50’lik artış anlamını çoktan yitirdi. 4250 liralık asgari ücretin alım gücü yılın ilk 4 ayında 1348 lira azalarak 2900 lira seviyesine (düzeyine) geriledi. Bu da yaklaşık olarak 2021 yılı asgari ücretine denk geliyor. Daha yıl sonuna kadar (dek) sekiz aylık enflasyon verisi gelecek ve trend (eğilim) bu şekilde devam edeceği için ücret geliri elde edenlerin yoksullaşması hızlanacaktır. Bu nedenle acilen (ivedilikle), başta asgari ücret olmak üzere tüm ücretlerin enflasyona göre yeniden uyarlanması gerekmektedir. Enflasyon farkının ücretlere yansıtılması için yıl sonuna kadar beklenemez. Siz bazı “ekonomistlerin” ücret artışları enflasyonu hızlandırır açıklamalarına bakmayın. Hayır artırmaz. Çünkü

  • Enflasyonun sebebi sofrasına yemek koyma çabasında olanlar değil, uygulanan yanlış ekonomi politikasıdır.

Tüm dünya enflasyon ile mücadele etmek için türlü tedbirleri hayata (önlemleri yaşama) geçiriyor. Çarşamba günü ABD Merkez Bankası, Perşembe günü de İngiltere politika faizlerinde artışa gitti. Bizdeki enflasyon o ülkelerde ortaya çıkandan on kat daha yüksek olmasına rağmen (karşın) bizde hiçbir şey yapılmıyor.

Haksızlık etmeyelim, enflasyondan korumak için bir ürün üzerinde çalışıyorlarmış. Ama bu ürünü sizi korumak için değil, parası olanları korumak için çıkarılacakmış: Enflasyon korumalı bir tasarruf aracı. Eğer tasarrufunuz yok ise, iktidar nezdinde (katında) korunmaya değer grup (kesim) içerisinde (içinde) yer almıyorsunuz. Siz kendi başınızın çaresine bakmak zorundasınız.

İŞLER DAHA DA BOZULACAK

Biliyorsunuz iktidar faiz indirimlerine başladığında “rekabetçi kur” söylemine sığınıyordu. Fakat enflasyonun kontrolden (denetimden) çıktığı bir dönemde kurları kontrol etmek için kullanılan tüm araçlar (döviz satışı, KKM gibi) bu söylemi boşa düşürüyor. Üretici fiyatlarının yıllık % 122, yılbaşından beri de %40 arttığı bir dönemde, yatay seyreden kurlar “rekabetçi” olmaktan çıkıp, ihracatı (dışsatımı) zorlaştıran bir unsur (öge) olmaya doğru hızla ilerliyor. Bu da ihracattan büyük destek bekleyen büyüme tarafında beklentilerin aşağı yönlü değiştirilmesine yol açacaktır. PMI endeksinde (göstergesinde) son iki ayda yaşanan gerileme de bunun işareti gibi duruyor.

Bir taraftan (yandan) yavaşlayan ekonomi, diğer (öte) taraftan yüksek seyreden enflasyon önümüzdeki sürecin çok daha zorlu olacağını gösteriyor.

  • Ama unutmayın;
  • Ekonomide bütün bu yaşadıklarımız iktidar sahiplerinin ekonomi politika tercihlerinin bir sonucudur.

Her gün daha çok yoksullaşıyoruz

authorYALÇIN KARATEPE

Her gün daha çok yoksullaşıyoruz

Enflasyon yoksullaştırır, yüksek enflasyon ise çok daha hızlı yoksullaştırır. TÜİK’in dün açıkladığı tüketici fiyat enflasyonu yoksullaşmanın hızla derinleştiğini gösteriyor. Resmi verilere göre Ocak ayında %11,1 yıllık bazda ise %48,69 olarak gerçekleşen enflasyon, ülkenin en temel sorunu olmaya devam ediyor. Üstelik bu oranlar manşete taşınanlar. Bizim harcamalarımızda ağırlıklı olarak yer alan mal ve hizmetlere baktığımızda artışın bunun çok daha üzerinde olduğunu görüyoruz. Mesela yıllık bazda gıda fiyatları %55,61, elektrik %95’e yakın artmış. Sanırım TÜİK, fiyatları böyle hızlı artan ürünleri daha az kullanacağımızı varsaymış olmalı ki bunların enflasyon sepetindeki ağırlığını düşürmüş. Siz de buna uygun davranırsınız artık; az yiyin, karanlıkta oturun ki TÜİK’in ortalama değerlerini yakalayabilelim.

Tabi enflasyon böyle hızla artarken gelirlerimizdeki artış buna paralellik göstermiyor, daha düşük artıyor. 2022 yılı asgari ücret açıklamasını kimin yaptığını hatırlıyor musunuz? Evet, Erdoğan yaptı ve asgari ücreti 1.425 lira artırarak 4.250 liraya çıkardıklarını duyurdu. Peki, bu açıklamayı neden Erdoğan yaptı? Çünkü yapılan artış “yüksek oranda” idi: %50. Bunu duyurmak siyaseten önemli bulunmuş olmalı. Oysa son açıklanan enflasyon verileri bize gösteriyor ki asgari ücrete yapılan zam enflasyonun altında kalmıştır ve ücret geliri elde edenler reel olarak yoksullaşmışlardır. Gelin bunun nasıl olduğunu gösterelim.

2021 yılı Ocak ayında asgari ücret 2.825 lira olarak açıklandı ve tüm yıl uygulandı. Fakat 2021 yılında yaşanan %36,02’lık enflasyon bu ücretin satın alma gücünün 1.018 lirasını eritmişti. Ama olsun, yeni ücret nasıl olsa 4.250 lira. Fakat Ocak ayında ortaya çıkan %11,1’lik enflasyon da bu yeni ücretin 472 lirasını silip götürdü. Satın alma gücü açısından toplam kayıp şimdi ne kadar oldu? Evet, 1.490 lira. Peki, asgari ücret kaç lira artmıştı? 1.425. Sonuç? 2021 yılına göre 65 liralık daha az alışveriş yapabilirsiniz. Üstelik henüz ilk ayın verisi ile durum bu. Gelmekte olan 11 ay daha var. Üstelik enflasyonun çok yüksek seyredeceğini Merkez Bankası bile söylüyor, yılın ilk yarısında %55 civarında olacağını grafiklere aktarmışlar. Dolayısıyla sabit gelirlilerin hızla yoksullaştığı bir dönemdeyiz. Burada asgari ücretlileri örnek olarak aldık ama diğer çalışanların durumu da farklı değil, onlar da yüksek enflasyon karşısında eziliyorlar.

ÜCRETLER GÜNCELLENMELİ

Peki, bunu önlemenin bir yolu yok mu? Var.

  • Ücretlerin en geç üç ayda bir enflasyona göre artırılması gerekir. Bunu talep etmeliyiz.

Gerçi bu reel olarak artış anlamına gelmese de, en azından satın alma gücünü birkaç ay korumamıza yardımcı olur. Koruma sözcüğünü kullanınca birden aklım “kur korumalı mevduata” gitti. Bu tanımdaki “koruma” sözcüğünü fark ediyorsunuz sanırım. Evet, birikimleri olanları “korumak için” her çabayı sarf eden iktidar, birikimleri olmayanları korumak için parmağını kıpırdatmıyor. Oysa asıl korunması gereken, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan, sabit ve düşük gelirli olanlardır çünkü enflasyon onları doğrudan yoksullaştırıyor.

Üstelik iktidar, birikimleri olanların KKM üzerinden korunmasını her derde deva olarak sunuyor. Hangi ekonomik sorunu onlara sorsanız yanıtları KKM şu kadar arttı şeklinde oluyor. Sayın iktidar sahipleri, çözüm bu değildir. Çözüm doğrudan enflasyonu düşürmeyi hedefleyen politikaları hayata geçirmekle başlar. Ama görüyoruz ki onlar enflasyon ile mücadele etmeyi çoktan bırakmışlar. Onların her yeni ay bir öncekinden daha iyi olacak söylemlerine itibar etmeyiniz. Maalesef tam tersi oluyor ve olmaya devam edecek.

  • Unutmayın yoksullaşmanız kader değildir, iktidarın uyguladığı politikaların bir sonucudur.

Dolar neden artıyor?

authorYALÇIN KARATEPE

İktidarın uyguladığı yanlış politikaların ilk ve en hızlı etkisini kurlar üzerinde görmeye devam ediyoruz. Lira sahipsiz bırakılmış, serbest kur politikasından, liranın serbest düşüşü politikasına geçilmiş gibi.

Dolar kurundaki artış devam ediyor. Dün bu yazının yazıldığı saatlerde 9,98 (Kapalıçarşı’da 10 liranın da üzerini gördü) seviyelerine kadar çıkmıştı. Yaklaşık bir ay önce “dolar 9 oldu” diye yazmışım, şimdi 10 diye yazıyorum. Önümüzdeki ay hangi seviyede diye yazarım bilemiyorum. Ama artık alıştınız, sanırım. Alıştığınız şeyin kurların yükselmesi olduğunu belirteyim. Artan kur, artan enflasyon, artan belirsizlik ve risk olarak karşımıza çıkıyor, sizi yoksullaştırıyor olsa da, bu bedeli ödememiz isteniyor.

Peki, dolar neden yükseliyormuş? Anlatılanlara göre, dolar faizi yükselebilirmiş, ondan. Nasıl mı? Buyurun anlatayım.

Çarşamba günü açıklanan ABD tüketici fiyat verileri enflasyonun 30 yılın en yüksek seviyesine çıktığını gösteriyor, yüzde 6,2. Evet bizim için hedeflenen enflasyonun bile neredeyse üçte biri seviyesinde olan bu veri piyasalarda dalgalanmalara yol açtı. Enflasyonun “geçici” olduğu iddialarını boşa çıkaran bu gelişme nedeniyle ABD’de politika uygulayıcıların bir an önce eyleme geçmesi gerektiği yorumları sık yapılmaya başlandı.

Bu durumda ne yapılması bekleniyor? Bu son veri FED’in nasıl bir adım atması yönünde baskıların ortaya çıkmasına yol açıyor?

İşte uluslararası piyasalarda dalgalanmaya yol açan da bu beklenti: FED varlık alımlarındaki azalmayı daha önce tahmin edilenden çok daha erken bir zamanda hızlandırarak yapmaya başlayabilir, faiz artırımları daha erken gündeme gelebilirmiş. Evet, yanlış okumadınız, artan ve kalıcı olduğu aşikâr olan enflasyon ile mücadele etmek için politika faizlerinde artış bekleniyor. Bunu sadece yabancı iktisatçıların yazılarında görmüyoruz. Bu konuda Türkiye’de yazanların da beklentileri aynı yönde. İnanmayacaksınız belki ama Sabah gazetesi bile “ABD’de yükselen enflasyonun faizlerin artırılmasına daha erken yol açabileceği” benzeri ifadeler kullanıyor. Demek ki neymiş? Artan enflasyonu kontrol etmek için faizlerin artırılması bekleniyormuş. Bizde “enflasyonu düşürmek için” yapılan faiz indirimlerine ses çıkaramayanlar, hatta alkış tutanlar, ABD’nin enflasyonu düşürmek için faiz artırması gerektiğinin beklendiğini söylüyorlar.

Bizde uygulanan politika nedir, bir hatırlayalım: Faiz sebep enflasyon sonuçtur. Eğer enflasyon düşsün istiyorsak, önce faizlerin düşmesi gerekiyor; hatırladınız değil mi?

E, enflasyon hızlı artınca Merkez Bankası da faizleri hızlı indirdi, iki ayda üç yüz puan. Enflasyon ile mücadelede “sonuç vereceğine inandıkları” politikaları hızla hayata geçiriyorlar. Madem enflasyon bizde hala yükseliyor, o zaman Kasım ve Aralık toplantılarında da bir toplam 100-200 puanlık daha indirim “kaçınılmaz” olur sanırım.

Demek ki, liranın değer kaybetmesi doların değer kazanmasından dolayı değil.
Çünkü sadece dolara karşı değil, diğer tüm paralara karşı da değer kaybediyor.

Gördüğünüz gibi biz, yaptıklarımızın tam tersini yapanlar ile aynı sonuca ulaşmaya çalışıyoruz. Olur mu, bu iş bizde tutar mı?

Cari fazla verecekmişiz de, dolar bollaşacakmış da, sonunda enflasyon düşecekmiş de…

Eski bir Bakanın “dolar on lira olacak ya… siz daha çok beklersiniz” ifadesinin sadece “siz daha çok beklersiniz” kısmını buraya alalım, çünkü dolar zaten 10 lira oldu. Onu beklemeye gerek kalmadı.

Şimdi Godot’yu bekler gibi cari fazlayı beklemeye başladık.

Çok bekler miyiz?

Döviz ve aşı kıt olunca

author

Bu gün evde kaldığınız yedinci gün. Nasıl, alışabildiniz mi? Evde kalınca bir konuya odaklanmak zor. Şort, tişört ile merkez bankasının faiz kararını ciddiye almak pek mümkün olmuyor. Sadece rahat kıyafetlerden dolayı değil, kravat da takıyor olsaydım dünkü karar üzerine uzun bir yazı yazmazdım. Ne yazayım ki? Anlamı var mı? MB metinlerine anlam yüklemenin zamanı çoktan geçti. Twitter’a bakınca hâlâ birilerinin “metinden şu sözcük çıkmış, bu sözcük yokmuş” gibi yorumlarını görünce de şaşırıyorum. Sonra kendi kendime “kesin bunlar ofislerinden tweet atıyor” diyorum. Evde olsalar bu kadar zorlamazlar.

Her neyse. Biz gerçek gündeme dönelim. Biliyorsunuz, “onu alamazsınız, sadece bunu alabilirsiniz” genelgeleri havada uçuşuyor. Mesela, çay alabilirsiniz ama çay bardağı alamazsınız. Yasak. Artık sabahları önce resmi gazeteye bakıp o gün alabileceğimiz ürünlerin neler olduğunu öğreniyoruz. Alışveriş listesi ihtiyaçlara göre değil, “alınmasına izin verilen ürünler genelgelerine” göre oluşturuluyor. Eğer şanlıysanız sizin ihtiyaç duyduğunuz ürünler de listeye eklenir. Kısmet.

Biliyorsunuz pazar yerleri de kapatıldı. Gerçi sonradan sadece iki gün açılmasına izin verildi ama bu izini verenler bu konuyu etraflıca düşünmemişler. Hangi pazar yerleri açık olacak? Hepsi mi? Ama aynı pazarcı esnafı bir gün bir yerde ertesi gün başka bir yerde tezgâh açıyor. Aynı anda tüm pazar yerlerinde olamayacaklarına göre? Onlar da bir tercihte bulunup bir pazar yeri seçecekler sanırım. Pazarcı esnafı çalışamayınca çiftçilerin ürünleri de tarlada kaldı. Satacakları kimse yok. Zaten uzun zamandır ekonomik güçlük yaşayan çiftçiler, şimdi de plansız kapanma tedbirlerinin mağduru oluyorlar. Üstelik herhangi bir destek sağlanmadan. Gidip biraz daha borçlansınlar. Borcun ödeme zamanı gelince bakarlar. Kısmet.

AÇIKLAMALARIN ANLAMI

Önce Turizm Bakanı “17 Mayıs’ta vaka sayısı beş binin altına inecek” dedi. Çok net bir ifade, üstelik turizm bakanından. Dün de Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Alman mevkidaşı ile yaptığı görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, “turistlerin görebileceği herkesi mayıs sonuna kadar aşılayacaklarını” söyledi. Benim ifadem değil. Alıntıladım. Bu iki ifadeyi birlikte okuduğunuzda amacın ne olduğu gayet açık bir şekilde gün yüzüne çıkıyor: Ülkeye döviz girişini sağlamak. Bu kadar net. Demek ki neymiş? Artık aşıda öncelik sırası risk gruplarına göre değil, ülkeye girecek dolar ve avro tutarlarına göre belirleniyormuş. Eğer siz bir biçimde döviz girişine risk oluşturan grupta yer almıyorsanız size aşı yokmuş.

Peki, aşılama önceliğinin bu şekilde değiştirilmesinde merkez bankası rezervlerinde artık olmayan 128 milyar doların bir rolü var mı? Bence var. Kasada döviz bulunmaması, stokta aşı bulunmamasından daha önemli hale gelmiş. Döviz rezervlerini hoyratça kullananlar, şimdi aşı rezervlerini döviz geliri sağlayacak şekilde kullanmayı planlıyorlar.

Tamam, MB’de yeterince rezerv yok, onu anladık da, aşı neden yok? Tarım Bakanı et ithalatı sorulunca “paramız var ki alıyoruz” demişti. Acaba diyorum, paramız kalmadığı için mi aşı alamıyoruz? Bence değil. İhtiyaç duyulan miktarda aşı temin edilemiyor olmasında asıl sorun, iktidarın beceriksizliğidir.

Biz aşı sırasını “döviz kazandıran sektörlere” göre belirlerken, ABD’de nüfusun büyük çoğunluğu aşılanmış. Şimdi aşılanmamış olanları aşılanmaya yönlendirmek için bir yığın teşvikler uyguluyorlarmış. Bunlardan birisi de “bedava içki.” Yanlış okumadınız, evet bedava içki. Hatta barlar bile aşı olursanız ilk içkiniz bizden kampanyası başlatmışlar.

Coğrafya kadermiş. Size içki de yok, aşı da yok.

Dolar ne olacak?

author
YALÇIN KARATEPE
https://www.birgun.net/haber/dolar-ne-olacak-310957 07.08.20
Dolar ne olacak?
“Ben hep 100 liralık alıyorum.” Bu klişeyi duydunuz sanırım. Benzin fiyatları yükseldikçe yapılan yorumlardan biridir. Fiyat değişiminin kendisini etkilemediğini, aynı tutarda bir ödeme yaparak benzin almaya devam ettiğini ifade eder. Haksız da değildir aslında; çünkü depoya doldurulan yakıt miktarını görmüyor. Gösterge panelindeki ibreye bakınca bir miktar hareket ettiğini de görüyor. Marşa basıp hareket edince aracının gittiğini de fark edince, benzin fiyatına yapılmış olan zamları pek de hissetmiyor. Belki hissediyordur da hissetmek istemediği için öyle davranıyordur. Böyle davranarak kişi kendisini daha iyi hissediyor olabilir. Bilemiyorum.

Acaba Amerikan dolarına ilişkin de bir analoji var mıdır? “Ben hep 100 liralık alıyorum.”

Sanırım yoktur. Çünkü 100 lira verip dolar aldığınızda size dolarları gözünüzün önünde sayarak veriyorlar. Depoya benzin doldurulmasına benzemiyor. Tek tek, sayarak. Dolayısıyla kurların hareketini reel olarak görüyorsunuz. Bunu gizlemelerinin imkânı da yok. Diyebilirsiniz ki ben bankadan alıyorum. O durumda da “al” tuşuna bastığınızda ne kadar dolar aldığınızı ekranda anında rakam olarak görüyorsunuz. Burada da görmezden gelme ihtimaliniz yok.

detay
Dolardaki sert yükselişin sebebi ne?

Dolar kurundaki artış miktarını iktidarın gizleme imkânı yok. Benzin fiyat artışı gibi görünmez kılamıyorlar. Bu nedenle iktidar başka hiçbir şeyden korkmuyor doların artışından korktuğu kadar. Enflasyon yüksek mi çıkmış, bu bir gösterge deyip geçebiliyor insanlar, işsizlik mi artmış, eğer siz çalışıyorsanız çok da anlam ifade etmiyor. Akşam ana habere bir iki dakika konu oluyor o kadar. Oysa dolar öyle değil. Alacak parası olmasa bile insanlar göz ucuyla izliyorlar, nereye gittiğine bakıyorlar.

Son iki aydır 6.85 civarında seyreden dolar yeniden hareketlendi ve bu yazının yazıldığı saatlerde 7.30’a dayanmıştı. Kurlar ekranlarda 7.30 görünüyor ama bu “bankalar arası piyasada” oluşan rakamlar. Siz almak istediğinizde bunun yaklaşık 5 kuruş fazlasını talep ediyorlar. Alırken bir de %1 oranında “kambiyo vergisi” ödediğinizi de dikkate alınca aslında gerçek maliyet 7,45’e yaklaşıyor.

Napolyon’un hikâyesini bilirsiniz. Savaşı kaybettiğini öğrenince komutanlara sorar, “Söyleyin bakalım neden kaybettik?” Korkan generaller birkaç nedeni var derler ve saymaya başlarlar; “Bir, barut bitti!” Napolyon, “Tamam gerisini saymanıza gerek yok.”

Dolar kurunu sabit tutmak için Merkez Bankası elindeki barutun hepsini kullandı. Barut bitti. Barut kullanımı da gündüz havai fişek atmaya benzedi. Vatandaşları mutlu etmek için yapıldı ama asıl mutlu olan yabancılar oldu. Çünkü kurlar düşük seviyede tutulurken, borsadaki ve tahvil fiyatlarındaki artışı da fırsat bilenler varlıklarını satıp, düşük seviyelerden dolar alıp gittiler.

  • Asıl “dış güçlere” fırsat sunan iktidarın kendisi oldu.

Vatandaşların TL’ye güvenleri kalmadığı için eline para geçen ya döviz alıyor ya da altın. Kurumlar pek çok gerekçe ile artan miktarda döviz talep ediyorlar. Özel sektörün net dış borç miktarı 50 milyar dolara yakın azaldı. Yani şirketler döviz borçlarını azaltıyorlar. Bu talebi karşılayacak şekilde döviz arzı artmadığı için kurlar da yükseliyor. Yakın zamana kadar kamu bankaları üzerinden yaptıkları dolar satışlarının da sonuna gelindi sanırım, çünkü satacak dolar kalmadı. Merkez Bankasının rezervlerinin durumu ortada. Nereden bulup satacaklar? Dolar basamayacağımıza göre arzı artırma imkânımız yok. Ancak döviz kazandırıcı faaliyetler ile döviz girişi olabilir ama o da yok. İhracat ilk yedi ayda geçen senenin %15 altında, ithalat çok daha yavaş azalıyor. Dış ticaret açığı büyüyor. Yabancı yatırımcılar kendilerine “sunulan” fırsatı kullanıp ülkeyi terk ediyor.

  • Artık TL’yi “savunacak” enstrümanları da kalmadı.
Cephanenin bittiği bir dönemde “savunma” yapamazsınız, sadece mağlubiyet bayrağını çekersiniz. Bu da gösteriyor ki, ülkenin ekonomik gerçekliğinin ortaya çıkardığı durumu manipüle (AS: manuple) etmek sürdürülebilir bir strateji değilmiş. Biliyorsunuz gerçeğin er ya da geç gün yüzüne çıkma gibi bir özelliği vardır. Kurlarda da gerçeklik algı yaratma operasyonunu yeniyor diyebiliriz.