Etiket arşivi: Mehmet Ali Güller

AKP anayasa yapamaz

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali Güller
08 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Anayasaya aykırı olarak 3. kez cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın yemin töreninden sonraki ilk mesajı, “yeni anayasa”ydı: “Demokrasimizi darbe ürünü mevcut anayasadan kurtararak özgürlükçü, sivil ve kuşatıcı bir anayasayla güçlendireceğiz” (tccb.gov.tr, 3.6.2023)

Yeni Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da Erdoğan’ın ilan ettiği hedefe uygun olarak partilere ve milletvekillerine “yeni anayasa” uzlaşısı teklif etti: “28. dönem parlamentomuzda bir yeni anayasa, demokratik, sivil anayasayla ilgili olarak bir uzlaşmanın sağlanması en büyük temennimizdir.” (AA, 4.6.23)

‘TEK ADAM ANAYASASI’ TUZAĞI

Erdoğan’ın anayasaya aykırı üçüncü adaylığını “Aman mağdur olmasın” diyerek kabullenen Millet İttifakı’nın bileşenlerinden DEVA Partisi lideri Ali Babacan, TV5’te katıldığı canlı yayında bu konuda Erdoğan’a baştan açık çek vermişti zaten: “Eğer Cumhur İttifakı herhangi bir noktada anayasa değişikliğiyle alakalı ‘Gelin biz beraber çalışalım’ derse çalışmaya hazırız” (Cumhuriyet, 20.5.2023).

Ancak daha vahimi, ana muhalefet partisi CHP’nin Erdoğan ve Tunç’un çağrılarına verdiği yanıttı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun koordinatör başdanışmanı sıfatıyla haftalık değerlendirme raporu yayımlayan Erdoğan Toprak, yeni anayasa konusunda “İktidar samimiyse işbirliğine hazırız.” mesajı verdi. (Cumhuriyet, 4.6.2023)

21 yıldır AKP’nin samimiyetini anlayamayan ana muhalefet partisi, en azından “montaj videonun” bayrak yapıldığı şu seçim sürecinde anlamalıydı!

Oysa Erdoğan Toprak, raporunda şöyle diyordu: “İktidar gerçekten otokratik yönetim sistemini sonlandıracaksa ve TBMM’den en geniş uzlaşı ve işbirliğiyle hayata geçirme düşüncesinde ciddi ve samimi ise her türlü katkıyı sağlarız.

Demek Erdoğan’ın 21 yılda adım adım ördüğü otokratik yönetim sistemini geniş bir uzlaşı ile sonlandırabileceğini düşünebiliyorlar!

Oysa 21 yıllık tablodan hareketle ana muhalefet partisinin Erdoğan’ın mesajına vermesi gereken yanıt basit ve netti:

  • AKP anayasa yapamaz, CHP Erdoğan’ın ‘tek adam anayasası’ tuzağına düşmez.

ANAYASAYI KURUCU MECLİSLER YAPAR

Evet, AKP anayasa yapamaz, çünkü:

1)Erdoğan’ın 3. cumhurbaşkanlığı anayasaya aykırıdır.

2) Erdoğan, anayasanın en önemli maddelerini, örneğin laikliği fiilen uygulamamaktadır. Öyle ki Anayasa Mahkemesi daha önce AKP’yi “laiklik karşıtı odak” ilan etmiş ama gereğini yapamamıştı.

3) Erdoğan, anayasaya uymamakla ünlüdür! Öyle ki ortağı Bahçeli 2017’de, “Madem Erdoğan anayasaya uymuyor, anayasayı Erdoğan’a uyduralım” deyip rejimi değiştirme yolu açmıştı.

4) Erdoğan’ın anayasa değişiklikleriyle anayasanın maddelerinin çoğu zaten değişti; yani fiilen anayasa artık “12 Eylül Anayasası” değildir. Erdoğan’ın pek çok kez değiştirdiği anayasa yerine yeni bir anayasa yapmak istemesinin nedeni, “tek adam anayasası” inşa etmek ve tarikatlar başta karşıdevrimci kurumlara anayasallık kazandırmaktır.

5) Anayasayı değiştirmek ile yeni anayasa yapmak farklı şeylerdir. Anayasalar toplum sözleşmesidir ve kurucu meclislerce yapılır. Mevcut Meclis kurucu meclis değildir, tersine Türkiye tarihinin en gerici Meclis’idir. Böyle bir mecliste muhalefetin desteği bile anayasa yapmaya yetmez. Çünkü %48 oy Kılıçdaroğlu’na değil, Erdoğan karşıtlığına verilmiştir.

Özetle %48’in anlamı şudur:

  • AKP anayasa yapamaz ve muhalefet de Erdoğan’la anayasa yapmakta işbirliği yapamaz.

Yeni dünya düzeni bildirisi

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali GÜLLER
23 Mart 2023, Cumhuriyet

 

Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 40. buluşması tarihi önemdeydi. İki lider, “Yeni Bir Çağ İçin Rusya-Çin Kapsamlı Ortaklığının ve Stratejik İşbirliğinin Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi”ni imzaladılar.

Doğrudan belirtelim: 21 Mart 2023 tarihli bu bildiri, 4 Şubat 2022 tarihli bildirinin geliştirilmiş ve derinleştirilmiş devamıdır; ikisi birden, “yeni dünya düzeni” bildirisidir.

Çok kapsamlı bu bildirinin öne çıkan mesajlarını incelersek neden “yeni dünya düzeni” bildirisi dediğimiz belki daha iyi anlaşılır:

Yeni bir çağa girilirken

-Bildiri, “çok kutuplu, ekonomik küreselleşmenin sağlandığı ve uluslararası ilişkilerin demokratikleştiği” yeni bir çağa işaret ediyor. Ve bu çağ şu ilkelerin üzerinde inşa olacak:

  • Hiçbir ülke diğerinden üstün değil,
  • hiçbir yönetim modeli evrensel değil ve
  • hiçbir ülke uluslararası düzeni dikte edemez.

-Bildiri, Çin ve Rusya ilişkilerini Soğuk Savaş dönemi modelini aşan türden bir ilişki olarak niteliyor.

-Bildiri, her ülkenin kendi kalkınma modelini seçme hakkına sahip olduğunu belirterek ABD’nin sözde ülkeleri “demokrasi-otokrasi” şeklinde cepheleştirmesine itiraz ediyor.

-Çin Avrasya Ekonomik Birliği’ni, Rusya Kuşak ve Yol’u destekliyor; taraflar ikisinin entegrasyonunu ve Büyük Avrasya Ortaklığı’nı savunuyor.

Renkli darbelere karşı işbirliği

-Bildiri, “renkli devrimlere” karşı kolluk kuvvetlerinin işbirliğini artıracağına işaret ediyor. İki ülkenin, Orta Asya’ya “renkli devrimler” ithal etme girişimlerini ve bölge işlerine dış müdahaleyi kabul etmediklerini ilan ediyor.

-İki ülke, Doğu Türkistan İslami hareketi de dahil olmak üzere “üç şer güç ile mücadelede ilgili bakanlıkların yıllık toplantılara başlamasını kararlaştırdı.

-İki ülke, enerji başta pek çok alanda işbirliğini geliştirecek.
-Bildiri, Kuzey Akım boru hattına sabotajın tarafsız bir şekilde soruşturulmasını savunuyor.

Küredeki sorunlara çözüm kararlılığı

-Rusya, Çin’in Ukrayna krizinin çözümü için inisiyatif almasını memnuniyetle karşılıyor ve Çin’in önerdiği 12 maddelik barış planına olumlu baktığını belirtiyor.

-Bildiri, Suudi Arabistan-İran normalleşmesini memnuniyetle karşılıyor; Filistin sorununun iki devletli çözümünü, Suriye’de siyasi çözümü, Libya’nın bütünlüğünün korunmasını, Basra Körfezi bölgesi için kolektif güvenlik mimarisi oluşturulmasını savunuyor.

-Çin ve Rusya; Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ile ilgili konularda koordinasyonu güçlendirme kararı aldı.

-İki ülke, Kuzey Kutbu’nun barış, istikrar ve yapıcı işbirliği bölgesi olarak korunmasını savunuyor. ABD ve müttefiklerine uyarı
-Tayvan, Çin topraklarının devredilemez bir parçasıdır.
-ABD, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin meşru taleplerine yanıt vermeli ve yeniden diyalog başlamalı.
-Japonya, nükleer deniz kazası ve etkileri nedeniyle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimini kabul etmeli.

-Çin ve Rusya, AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD) konusunda ilgilileri uyarıyor.

-ABD’nin ülke içinde ve dışındaki biyolojik askeri programları dünyayı tehdit ediyor. ABD, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’ni ihlal eden faaliyetlerine derhal son vermeli.

-NATO, öbür ülkelerin egemenliğine saygılı olmalı, Asya-Pasifik ülkeleriyle askeri güvenlik bağlarını güçlendirmeye son vermeli

Alınmayan önlemlerin itirafları ve belgeleri

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
16 Şubat 2023, Cumhuriyet

Soru basit: 20 yıldır toplanan deprem vergileri tedbirlere harcansa, imar afları çıkarılmasa, bilim insanlarının uyarıları dinlenilse ve ona göre önlemler alınsa, can kaybımız daha az olur muydu?

Bu basit sorunun yanıtından ilk kaçan Erdoğan oldu, Hatay’da şöyle dedi: “Böylesine büyük bir felakete hazırlıklı olabilmek mümkün değildir.” (tccb.gov.tr, 8.2.2023).

Evet, felaket büyük ama hazırlıklı olabilmek mümkündü: Örneğin AKP iktidarı döneminde (2003-2022) toplanan 86 milyar TL tutarındaki deprem vergileri, 96 metrekarelik tam 1.3 milyon yeni TOKİ konutuna ayrılabilirdi. Örneğin AKP iktidarı döneminde 6 kez çıkarılan “imar affı” çıkarılmayıp projeye ve ruhsata aykırı fazla katlara izin verilmeyebilirdi. Örneğin bilim insanları dinlenilir ve fay hatları üzerine havalimanı başta kamu binaları inşa edilmeyebilirdi. Örneğin EMASYA ve DAFYAR protokolleri kaldırılmayarak Türk askerinin afetle mücadelede hızla seferber olması sağlanabilirdi.

AFAD PERSONEL SAYISI SORUNU

Saray’dan çok saraycılık yapan kimileri ise hiçbir eksiğin olmadığını, hükümetin/devletin ilk andan itibaren (başlayarak) yapılması gereken her şeyi yaptığını iddia etmekle kalmıyor, vatandaşın Devlet nerede? feryadını ve felakette devletini aramasını bile “vatan hainliği” diye damgalıyor.

Oysa gerçek o kadar büyük ve çıplak ki üzerine örtülmeye çalışılan perde onu tamamen (tümüyle) kapatamıyor.

– Nitekim Erdoğan “ilk gün sıkıntılar yaşandığını” (AA, 8.2.2023) belirtmek zorunda kalıyor.
– Örneğin AFAD Başkanı Yunus Sezer, “Deprem bölgesine müdahalede iki önemli engel
(kış ve ulaşım) ile karşılaştıklarını” söylüyor.

– Örneğin Milli Savunma Bakanı Akar, deprem bölgesinde görevlendirilen asker sayısının beşinci günde ancak 25 bine ulaştığını açıklıyor.
– Asıl büyük itirafı ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yapıyor:
– “AFAD’ın toplam personel sayısı 7 bin 300’dür. Takdir edilir ki 7 bin 300 personelle Türkiye’deki bu büyük afeti veya herhangi bir afeti yönetebilmek mümkün değildir.” (afad.gov.tr, 13.2.2023).

AFAD’ın personel sayısının herhangi bir afeti yönetebilmeye yetmeyecek olması, içişleri bakanını da hükümeti de sorumluluktan kurtarmıyor! Zira deprem ülkesi Türkiye’de her bölgeyi depreme hazırlamak ve vatandaşın can ve mal güvenliği için önlem almak hükümetlerin görevidir. AFAD’ın personel sayısının yetersizliğinden şikâyet etmeye hakkı olmayan sondan bir önceki kişi Soylu, sonuncu kişi de Erdoğan’dır!

Diyanet’in personel sayısının 130 bine ulaştığı koşullarda, deprem ülkesi Türkiye’nin AFAD’ına ancak 7 bin personel ayırmak başlı başına tedbirsizliktir ve görevi ihmaldir!

AFAD’IN 2020 RAPORU

Sonuç ortada:

  • AKP 20 yıldır, geleceği belli olan depremlere karşı hazırlık yapmadı, önlem almadı.

Hepsini geçtim, Maraş Valiliği ile AFAD’ın 2020 yılında hazırladığı “İl Afet Risk Azaltma Planı”nın bile dikkate alınmadığı, sonuçları itibarıyla (bakımından) görülüyor. Zira 7.5 şiddetinde deprem bekleyen o rapor, hangi mahallelerin, hangi binaların yıkılacağına kadar pek çok şeyi öngörmüş…

Artık geniş kitlelerce görülmeli                        :

  • Türkiye’nin, tedbirsizliğini “kadere” bağlamayan, bu raporları dikkate alarak
    halk için politika üreten bir yönetime ihtiyacı var.

Erdoğan’a anayasa çiğnetme muhalefeti

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
26 Ocak 2023, Cumhuriyet

Türkiye’nin son 20 yılının çok kısa siyasi tarihi şöyledir:

– Tayyip Erdoğan 2003’te nasıl milletvekili ve başbakan olabildi?
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın kolaylaştırıcılığında yasa (AS: Anayasa!) değiştirilerek.

– Abdullah Gül 2007’de nasıl cumhurbaşkanı olabildi? Kendisi bile umudu kesmişken
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 367 kolaylığı sağlamasıyla.

– Erdoğan 2014’te nasıl cumhurbaşkanı olabildi? Erdoğan’ın muhalifleri olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ortaklığında karşısına “kazanamayacak” Ekmeleddin İhsanoğlu çıkarılarak.

AKP 2017’de anayasaya nasıl darbe yaptı ve rejimi yıkabildi?
MHP Genel Başkanı Bahçeli“Madem Erdoğan anayasaya uymuyor, anayasayı Erdoğan’a uyduralım” deyip, referandum (halkoylaması) yolu açarak.

– Erdoğan 2018’de nasıl cumhurbaşkanı oldu?
CHP ve adayı Muharrem İnce’nin karşılıklı hatalarıyla…

‘NASIL OLSA’CILIK

Dikkat ederseniz, bu kısa Türkiye tarihi, aynı zamanda muhalefetin Erdoğan’a
anayasa çiğnetme tarihidir.

Muhalefet Erdoğan’ın karşısında “Sana anayasayı çiğnetmem” kararlılığında durmamış, tersine Bahçeli örneğinde olduğu gibi “çiğnetmemek adına (için) anayasanın Erdoğan’a uydurulmasına” olanak sağlamış ve rejimin yıkılmasına araç olmuştur.
Bu süreçte de dönüşerek muhalefetken iktidar ortağı olmuştur.

Bugün de aynı hataya düşülüyor.

  • Anayasa açık, anayasa hukukçuları net: Erdoğan üçüncü kez seçilemez!

Erdoğan’ın “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir” şeklindeki anayasanın 101. maddesini çiğneyerek 3. kez aday olmasına karşı “ama”sız hukuku savunmak tüm siyasal partilerin ve seçmenlerin görevidir.

Ancak muhalefetin çoğunluğunda tersi yaklaşım var. Erdoğan’a “mağduriyet kozu vermemek adına (için), anayasanın çiğnenmesine göz yumularak Erdoğan’ın anayasaya aykırı 3. kez cumhurbaşkanı adaylığına onay veriliyor!

Kılıçdaroğlu’nun gerekçesi de şu: “Diyelim ki ses çıkardık, nereye gidecek? YSK üyelerini atayan kim? Erdoğan. İtiraz edeceğin hiçbir yer yok.”

Benzer bir gerekçeyi kısa bir süre önce de dile getirmiş, sansür yasasının TBMM’de görüşüldüğü bir süreçte neden ABD’de olduğu konusundaki eleştirilere, “Saray TBMM’deki çoğunluğuyla yasayı nasıl olsa geçirecekti.” yanıtı vermişti!

TESLİMİYETÇİ ÇİZGİYLE SEÇİM KAZANILMAZ

20 yılın özetidir: “Nasıl olsa…” anlayışıyla ve “Adam kazandı” tutumuyla AKP’ye karşı seçim kazanılmaz, tersine bu teslimiyetçilikle Erdoğan’a yine “Atı alan Üsküdar’ı geçti” kozu verilir.

  • Türkiye’nin Erdoğan’a atın yularını verdirmeyecek birikimi vardır;
    yeter ki o birikimi harekete geçirecek bir lider kararlılığı sergilenebilsin!

“Yine mi muhalefete eleştiri” diye dudak bükenlere de anımsatalım:
20 yıldır seçimlerin nasıl yitirildiğine işaret ederek bu seçimin nasıl kazanılabileceğine
ışık tutmaya çalışıyoruz. Yani bu eleştirileri Muhalefet seçim kazansın diye yapıyoruz!

(Okuma önerisi: Şeyda TalukSeçim Nasıl Kazanılır?, Kırmızı Kedi Yayınevi)

Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın pasörü mü?

Mehmet Ali Güller Mehmet Ali Güller
Son Yazısı / Tüm Yazıları
06 Ekim 2022, Cumhuriyet

Kemal Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010’da CHP genel başkanı oldu. Sadece CHP saflarında değil, CHP’yle güç birliği hedefleyen partilerde bile “Devrimci Kemal” beklentisi vardı. İşte o süreçte, yani Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanı olmasından dört ay sonra 21 Eylül 2010’da “Kılıçdaroğlu Tayyipleşiyor”, ardından 23 Eylül 2010’de “Kılıçdaroğlu Tayyipleşmeye devam ediyor” ve 25 Eylül 2010’da “Kılıçdaroğlu Tayyip Erdoğan’ın Kulvarında” başlıklı yazılar yazdım.

Üç yazıda da şu riske işaret ettim: Kılıçdaroğlu, “Tayyip Erdoğan’ın kozlarını elinden alma” politikası ile sadece Erdoğan’a seçim kaybetmeyecek, laikliğin ve Devrim Kanunlarının altının oyulmasını da kolaylaştıracak.

LAİKLİĞİ AŞINDIRMA PASI

Kılıçdaroğlu’nun ilk genel başkanlık sınavı 12 Eylül 2010 referandumuydu. 22 Ağustos 2010’da CNNTürk’teki Ankara Kulisi programına katılan Kılıçdaroğlu“türbanı biz çözeriz” mesajı verdi ve bunu referandum öncesi düzenlediği mitinglerde de bol bol dillendirdi.

Gerçi Kılıçdaroğlu’nun türban açılımı referandumu kazandırmamıştı ama o kararlıydı. 21 Eylül 2010’da “cemaatlere saygılıyım, yeter ki siyasallaşmasınlar” diyordu, oysa dokuz gün önceki referandumda cemaat, devlet olmuştu; dahası AKP zaten bir tarikatlar ve cemaatler koalisyonuydu. Ama Kılıçdaroğlu bir gün sonra, 22 Eylül 2010’da Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Din alanında özgürlükleri daha da genişletmek gerekir” mesajı veriyordu.

Böylece Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a ilk pasını vermiş oldu: Ekim ayında toplanan Milli Güvenlik Kurulu, “madem laiklik tehlikede değil” diyerek Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde değişikliğe gitti ve irticayı tehdit kapsamından çıkardı.

ERDOĞAN İÇİN GOL, CHP İÇİN TUZAK

Kılıçdaroğlu’nun açtığı gedik, Erdoğan için fırsat oldu. YÖK İstanbul Üniversitesi’ne “türban serbest” yazısı yazdı. Kılıçdaroğlu 6 Ekim 2010’da, “YÖK’ün yazısını durdurmak için hukuki yollara başvurmayacağız” diyerek kaleyi boşalttı.

  • Ve türban birkaç yıl içinde ilkokullara kadar indi.

AKP hükümeti 8 Ekim 2013’te çıkardığı yönetmelikle türban serbestliğini yasallaştırdı. O gün bugündür ülkede başörtüsü yasağı diye bir sorun yok, tersine 20 yıl önce “başörtüsüne özgürlük” diyenlerin bugün kadınların etek boyuna müdahalesi sorunu var; o gün bugündür ülkede türban mağduru yok ama işte ve sosyal hayatta mağdur edilen binlerce başörtüsüz kadın var.

Gelgelelim Kılıçdaroğlu sanki hâlâ başörtüsü sorunu varmış gibi yine Erdoğan’a pas attı, özetle “Yönetmelik yetmez, başörtüsüne yasal güvence için TBMM’den yasa çıkaralım” dedi (3.10.2022). CHP, 4 Ekim 2022’de hazırladığı üç maddelik yasa teklifini TBMM’ye sundu.

Pası alan Erdoğan ise ertesi gün Kılıçdaroğlu’na seslendi: “Gelin çözümü yasa değil, anayasa düzeyinde sağlayalım.”

Sonuç mu? Kılıçdaroğlu’nun pası Erdoğan için gol, CHP için tuzak oldu!

TARİKATLARA YASALLIK PASI

Özetle AKP’nin karşıdevrim programını uygulayabilmesi için Kılıçdaroğlu’ndan önemli bir pas gelmiş oldu. Çünkü konuyu anayasal düzleme çıkarmak demek, anayasanın laiklik maddesini değiştirmek demektir!

Mesele zaten başörtüsü de değildir. Erdoğan’ın yıllar önce velev ki türban siyasi semboldemesi işin esasıdır.

  • Çünkü türban, karşıdevrim programı açısından Devrim Kanunlarının tasfiyesinin aracıdır.

Üstelik Erdoğan o aşama için de Kılıçdaroğlu CHP’sinden pas almıştır zaten; bir CHP’li vekil “tekke ve zaviyeleri kapatan Devrim Kanunu’nun” kadük olduğunu savunabilmektedir artık!

Uyaralım                                 :

  • AKP’ye benzeyerek AKP’yi seçimde yenmenin mümkün olmadığı
  • Ekmeleddin İhsanoğlu vakasında görülmüş olmalıydı.
  • Kılıçdaroğlu Erdoğanlaşarak Erdoğan’ın tabanından oy alamaz
  • Ama “AKP’nin kozlarını elinden almak” politikasıyla AKP’nin karşıdevrim hedeflerinin sıra sıra gerçekleşmesini kolaylaştırmış olur!

Finans kapital partisi: AKP

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet, 20.8.22


AKP bir halk partisi değildir, mali sermaye (finans kapital) partisidir.

Yani AKP fiilen kapitalizmin en sömürücü kanadının siyasetteki temsilcisidir.

14 Ekim 2021’de bu köşede, “Mali sermaye partisi: AKP” başlığıyla konuyu incelemiştik. Önceki gün Merkez Bankası’nın politika faizini bir puan daha düşürerek % 13’e indirmesiyle, AKP’nin bu özelliği daha da netleşti.

KUR KORUMALI MEVDUAT SOYGUNU

AKP’nin kur korumalı mevduat projesi, pratikte Hazine’den bankacılık sistemine para transferiydi (aktarimiydi). % 17 faiz getirili sistem özetle şöyleydi: Parası olan bankaya para yatıracak, o paraya % 14 faizi banka, kalan % 3’ü Hazine verecekti. Eğer dövizin yükselişi bunun üzerindeyse o fark da Hazine’den ödenecekti.

Hazine kim? Hazine’nin esas omurgasını “ücretli çalışanlar” oluşturuyor. Ücretli çalışanların da yarısı asgari ücretli. Yani bankaya yatıracak parası olanın faizini, bankaya yatıracak parası olmayan ödüyor özetle. Robin Hood’un fakirden alıp zengine vermesi kısaca…

Saray faizi 1 puan düşürünce kur korumalı mevduatta tablo şöyle olacak: Bankanın vereceği faiz %14’ten %13’e düşecek, ücretli çalışanın vergisiyle oluşan Hazine’nin ekleyeceği faiz %3’ten %4’e yükselecek. Yani Hazine’den para transferi artacak.

%13’LE PARA TOPLA, %40’LA SAT

Mali sermaye (finans kapital), yani bankalar salt böyle mi kazanıyor? Hayır.

Asıl vurgun şöyle işliyor: Bankalar AKP’nin kur korumalı mevduat kıyağıyla, ağırlıklı olarak orta sınıftan paraları %13 faizle topluyor. Sonra o paraları sanayiciye % 40-45 faizle kredi olarak veriyor. Aradaki farkla da bankalar, yani mali sermaye, daha da büyüyor.

Bu arada bankalar yurtdışından, Londra’dan, New York’tan kredi alıp Türk sanayicisine yine yüksek faizle veriyor. Böylece Türkiye’deki bankacılığın topladığı sermaye, fiilen uluslararası sermayeye kazanca dönüşüyor.

  • Nitekim Türkiye bankacılık sektörünün yarısından fazlası artık yabancı.

Dolayısıyla AKP’nin ekonomi-politiği, bankacılığı, New York bankerlerini, Londra tefecilerini beslemiş oluyor.

BANKALAR KÂR REKORU KIRIYOR

Sayılarla anlatalım: Şu anda bankacılık sektörünün yaklaşık 3.3 trilyon liralık “TL mevduatı” var. Bunun yaklaşık %36’sı AKP’nin kur korumalı mevduatlarından oluşuyor. Yani 1 trilyon liradan fazlası. Dolayısıyla bu büyüklükteki paraya faizi Hazine, yani ücretli çalışanlar ödüyor.

Bankaların ise ağzı kulaklarında. Kârlılık rekoru üstüne rekor kırıyorlar. Bankalar birleşip parti kursa AKP’nin kazandırdığından daha fazlasını kazandıramaz!

Kur korumalı mevduatın ilan edildiği 21 Aralık 2021’den 18 Ağustos 2022’ye kadar olan dönemde sınai endeksi %42, BIST100 %58 artarken bankacılık endeksi %82 yükselmiş (Yalçın Karatepe, “İktidar kimi sübvanse ediyor?”, BirGün, 19.8.2022).

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) açıklamasına göre bankalar kur korumalı mevduat ile kârlarını katlıyor:

Örneğin “Bankacılık sektörü net kârı nisan ayı sonu itibarıyla (AS : nisan ayı sonunda), geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık 5’e katlanarak 98.2 milyar TL oldu. Geçen yıl bankaların net karı 20.7 milyar TL idi.” (Dünya, 3.6.2022).

Örneğin “bankacılık sektörünün haziran sonu itibarıyla (AS:haziran sonunda) ilk 6 ay dönem net kârı 169 milyar 145 milyon lira oldu”. (Cumhuriyet, 4.8.2022)

ASGARİ ÜCRETLİDEN SANAYİCİYE HERKES KAYBEDİYOR

Kısacası, AKP ile bankalar yani mali sermaye / finans kapital çok mutlu. Finans kapital kârına bakar; parlamenter rejim yıkılmış mı, tek adam rejimi mi var, eğitim imam hatipleşmiş mi, pazarda domates kaç lira olmuş, işçi ücreti ne kadar yükselmiş, işsizlik artmış mı, umurunda olmaz…

Sonuç olarak                 :

  • Finans kapital ve onun siyasal temsilcisi AKP karşısında,
    asgari ücretliden sanayiciye dek tüm sınıflar yitiriyor.
  • Kuşkusuz en çok yitiren en alttakiler.

ABD kuşatmasını yarma harekâtı

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet, 26 Şubat 2022
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

ABD kuşatmasını yarma harekâtı

Tabloyu şöyle özetleyebiliriz: Rusya, ABD/NATO’nun 30 yıldır sürdürdüğü büyük kuşatmaya karşı, “son cephe” üzerinden yarma harekâtı yapıyor. Ukrayna’yı son cephe ve satranç tahtası haline getiren ise Rusya değil, ABD’dir. Bedelini ise ne yazık ki Ukrayna halkı ödüyor…

Bugünü çözümleyebilmek, son 30 yılın stratejik mücadelesini incelemekten geçer: eski SSCB ülkelerine genişlemeyeceği sözü vermesine rağmen,

  • ABD, Rusya’yı boğmak amacıyla 5 dalgada NATO’yu Rusya sınırlarına genişletti.

Yani 30 yıldır ABD saldıran, Rusya savunan pozisyondaydı. Ancak güç dengeleri değişiyor ve Rusya hem son savunma hattında olduğu için ama hem de “Artık yeter” diyecek potansiyele ulaştığı için ABD saldırganlığına yanıt vermektedir. Özeti budur.

ASIL SAVAŞI BİTİREN HAREKÂT

Tam da bu nedenle, Rusya’nın askeri harekâtı, “asıl savaşı” bitirme hedefli savunma saldırısı olarak da yorumlanabilir. Çünkü 8 yıldır Donbas’ta zaten savaş vardı. 2014’te Amerikancı darbeyle hükümet devrildiğinde Kırım, Donetsk ve Luhansk darbeye karşı pozisyon aldı. Kırım bağımsızlık ilan etti, referandumla Rusya’ya katıldı. Ukrayna, Donetsk ve Luhansk’a saldırdı. 2015’te Minsk Anlaşması’yla bu iki bölgeye “özel statü” kararlaştırıldı ancak Ukrayna uymadı ve sekiz yıldır Donetsk ve Luhansk’ı, yani Donbas bölgesini vuruyor. Batı medyası üzerini örtse de sekiz yılın sonunda Donbas’ta 2 bin 600 sivil öldürüldü (bazı kuruluşların verilerine göre 3 bini çocuk olmak üzere 13 bini sivil, toplam 14 bin insan öldürüldü), on binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kaldı.

İşte Putin’in askeri harekâtı, bu büyük kıyımı da fiilen sonlandırmayı amaçlıyor. Nitekim Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerinin yetkilileri Rusya’nın harekâtı, Donbas’a barış getiriyordemektedir.

HAREKÂTIN HEDEFLERİ

Putin’in 24 Şubat 2022 sabahı başlattığı askeri harekâtın hedeflerine bakacak olursak:

Askeri hedefler: Birincisi ve esas olarak Donetsk ve Luhansk halk cumhuriyetlerinin Ukrayna kontrolü (denetimi) altındaki 2/3’lük bölümünde egemenlik sağlamak. İkincisi, füze savunma sistemleri başta olmak üzere Ukrayna’nın çeşitli bölgelerindeki askeri tesislerini etkisiz hale getirmek.

Siyasal hedefler: Kiev’deki Amerikancı hükümeti yıkmak ve neo-Nazi gruplarını tasfiye etmek.

Stratejik hedef: ABD/NATO’yu “güvenlik garantileri” vermeye mecbur etmek. Bu garantilerin başında da Ukrayna’nın NATO’ya üye alınmayacağı konusu var elbette.

ABD’YE GÜVENEN BEDEL ÖDER

Ukrayna penceresinden tablo şudur: ABD, Ukrayna’yı ateşe attı ve Rusya’ya karşı savunamıyor. Bu gerçeklik, eski dünyanın egemenlerinin hegemonyasının zayıflamasına ve yeni dünyanın şekillenmekte olduğuna işaret etmektedir.

Ukrayna, en sonunda bu tablodan dersler çıkaracaktır. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin şu sözleri, bu gerçeğe işaret etmektedir: “Ülkemizin savunmasında yalnız bırakıldıkKim bizimle savaşmaya hazır? Kim Ukrayna’ya NATO’ya katılma garantisi vermeye hazır? Herkes korkuyor.”

Tablo budur ve acımasızdır: ABD’ye güvenenin büyük bedel ödediğini resmetmektedir. Öyle ki ABD’nin savaş kışkırtıcılığına alet olan Zelenski, askeri harekâtın 2. gününde “Rusya ile müzakere masasına oturmamız gerekiyor” demek durumunda kalmıştır. Bu, Ukrayna halkının da er geç 2014’teki Amerikancı darbe ile hesaplaşacağının göstergesidir.

MONTRÖ SİGORTADIR

Konunun Türkiye’yi ilgilendiren boyutu ise enerji, turizm gibi ekonomik alanlardan çok, bir güvenlik problemi olarak Karadeniz’dir. ABD’nin NATO düzleminde bir süredir Türkiye’yi Ukrayna krizi üzerinden Montrö’yü gevşetmeye zorladığını biliyoruz. Son olarak Reuters, bu konuda “gayri resmi görüşmelerde ilerleme sağlanamadığını” duyurmuştu.

ABD’nin ve Batı’nın olanı “savaş” ama Rusya’nın “askeri harekât” şeklinde nitelemesi, bu ülkelerin çıkarları kadar bizi de yakından ilgilendiren bir farklılıktır. Türkiye’nin tabloyu “savaş” diye nitelendirmesi, Montrö’nün savaşla ilgili maddeleri üzerinden ABD’nin ülkemizi zorlamasına koz oluşturur. 

Oysa Montrö Sözleşmesi’nin doğurduğu statünün korunması, sadece çatışanları değil, bölgeyi etkileyecek savaş riskini azaltması bakımından Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. Ankara’nın asıl odaklanması gereken konu budur.
==============================================
Dostlar,

Cumhuriyet Gazetesinin çok değerli yazarlarından Sn. Mehmet Ali Güller‘in bu yazısı, son zamanlarda Ukrayna sorunu hakkında okuduğumuz en nitelikli irdeleme ve çözümleme (analiz).

Bu görüşlere biz de bütünüyle katılmaktayız.

Kendisini kutluyor ve bu yazının yaygın paylaşılarak okunmasını diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 26 Şubat 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

Erdoğan’ın şansı

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet, 07 Şubat 2022 Pazartesi

 

“AİHM ne demiş, bizi ilgilendirmiyor” diyen Erdoğan, aldığı 10 ay hapis cezası için, daha sonra o cezanın adli sicil kaydından silinmesi konusunda, ardından Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) “milletvekili olamaz” kararına itirazında AİHM’ye başvurmuştu. Ancak gerek kalmamıştı.

2003… CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Erdoğan’ın imdadına yetişti! “Demokrasi” güzellemeleri içinde anayasada değişikliğe gidildi ve Erdoğan’a milletvekili olma yolu açıldı. Özetle, Erdoğan’ı başbakan yapan Deniz Baykal’dı. Demokrasinin geldiği yer ise ortada!

2007… AKP’nin cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’dü. Ancak TBMM’de 367 bulunamadığı için seçilemiyordu. Öyle ki Gül artık umut görmüyor ve cumhurbaşkanı olma sevdasından vazgeçiyordu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Gül’ün imdadına yetişti. MHP milletvekilleri TBMM’de 367’yi sağladı ve Gül cumhurbaşkanı seçildi. Özetle Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yapan, Bahçeli’ydi.

KILIÇDAROĞLU – BAHÇELİ İKİLİSİNİN ROLÜ

2014… Kılıçdaroğlu ve Bahçeli Cumhurbaşkanlığı seçiminde ittifak yaptı ve Erdoğan’ın karşısına Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çıkardı. Erdoğan kadar dinci bir adayla Erdoğan’ı yeneceklerini sandılar.

Ne dediğimizi anlatabilmek için öncesini anımsayalım: Türban konusu 2006’da hukuken kapanmış ve Erdoğan konuyu rafa kaldırmışken imdadına CHP’nin “özgürlükçü” yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yetişti. 22 Ağustos 2010’da “Türbanı biz çözeriz” dedi, 22 Eylül 2010’da Laiklik tehlikede değil dedi, 24 Ocak 2011’de “Siyaset yapmayan tarikatlara ve cemaatlere saygılıyım” dedi.

Sonuç? Türban, bırakın üniversiteleri, ilkokullara kadar girdi, “Türbana özgürlük” sloganı atanlar bugün “etek boylarına” karışıyor. Yasal olmadığı halde tarikat ve cemaatler yaygınlaştı. Şimdi Türkiye, çocuklarını tarikatlardan kurtarma sorununu tartışıyor.

Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesinin gerekçesi şuydu: Erdoğan’ın elindeki kozu almak! Oysa alındığı sanılan koz, hayata geçiyordu. İşte Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı da aynı mantığın sonucuydu. Tabii aslı varken kopyası işe yaramadı, Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. Özetle, Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapan Kılıçdaroğlu-Bahçeli ikilisiydi.

BAHÇELİ BAŞKANLIK YOLU AÇTI

1 yıl sonra… 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP hükümet kuracak çoğunluğu sağlayamadı. Başbakan Davutoğlu koalisyon arıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim tekrarı istiyordu. Erdoğan’ın imdadına yine Bahçeli yetişti; önce hükümet kuramayan AKP’ye TBMM Başkanlığı kazandırdı, ardından koalisyon seçeneklerini baltalayarak erken seçimle AKP’nin hükümet kurabilme sayısına ulaşmasını sağladı.

1 yıl sonra… Bahçeli 11 Ekim 2016’da “Madem Erdoğan anayasaya uymuyor, fiili durum yaratıyor, o zaman anayasayı Erdoğan’a uyduralım” diyerek Erdoğan’a başkanlık yolu açtı.

Daha iki yıl önce miting meydanlarında birbirlerine en ağır hakaretleri savuran Erdoğan ve Bahçeli, Cumhur İttifakı’nı kurdu. Ardından yargıya baskıyı, “Anayasa Mahkemesi kapatılmalı” seviyesine çıkardılar.

KILIÇDAROĞLU’NUN SON DESTEĞİ

2018… CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’ydi. AKP’nin elindeki olanakları kullanarak emrivaki yaptığı şartlarda CHP’nin sandıkları, tutanakları iyi denetlemesi hatta sonuç açıklama işine de el atması gerekiyordu. Beceremedi. Bugün o süreçle ilgili İnce, Kılıçdaroğlu’nu, Kılıçdaroğlu, İnce’yi suçluyor ancak iki tarafın da hatalı olduğu görülüyor. Sonuçta CHP sandık tutanaklarının önemli bir kısmını alamadı, CHP’nin sonuç açıklama sistemi çuvalladı, İnce“Adam kazandı” mesajı atarak ortadan kayboldu. Oysa bir yıl önceki referandumda Erdoğan’ın “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demesinden bile CHP’nin çok ders çıkarması gerekiyordu.

Ve bugün… CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Erdoğan’ın 3. dönem adaylığına itirazımız yok” diyor! Oysa anayasanın 101. maddesi açık: “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.”

Ana muhalefet partisi liderinin anayasayı takmayanlar kervanına katılması, YSK’nin Erdoğan’ın adaylığını kabul etmeme olasılığını iyice azaltmış oldu. Dahası kamuoyunun bu yönde yapacağı baskıyı da şimdiden frenlemiş oldu.

Kısacası, Erdoğan şanslı!

Dolarizasyon ve borçlandırma operasyonu

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet, 25 Kasım 2021

(AS: 35 gün önce yazılan bu makale bu gün daha anlamlı.. Sayın yazarı içtenlikle kutluyoruz..)

Erdoğan’ın bir hafta içinde “Ekonominin kitabını yazdık, yazmaya devam ediyoruz” yüksekliğinden “Ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz” seviyesine inmesi, Türkiye’nin yönetim krizine işaret etmektedir.

Bu krizden nasıl çıkılacağı, krizin faturasının sermayeye mi yoksa halka mı kesileceği, önümüzdeki en büyük sorundur. Bunun için de 41 yıllık muhasebenin yapılması zorunludur.

AKP’NİN SERBEST PİYASAYA BAĞLILIĞI

Bırakın gerçek enflasyonu (yüzde 50), resmi enflasyonun (yüzde 20) bile altında faiz (yüzde 15) vermek, fiilen TL sahiplerine “dolar alın” demektir. Dolayısıyla son üç ayda yaşanan üç faiz indirimi, sonuçları itibarıyla dolarizasyon operasyonu anlamına gelmektedir. Nitekim eylül başında 8.88 TL olan dolar, kasım sonu yaklaşırken 13 TL seviyesindedir.

Erdoğan’ın faiz indiriminden sonra TÜSİAD’ı hedef alırken söylediği “Biz işadamlarına diyoruz ki sen düşük faizle kredi istiyordun. Al, niye almıyorsun” sözleri, tüm kesimlere verilen mesajdır ve “Düşük faizle kredi çek, konut al, araba al, tüket” anlamına gelmektedir. Bu da borçlandırma operasyonudur.

Asıl önemli nokta da şudur: Cumhurbaşkanı Erdoğan ile TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu görüşmesinden sonra TCMB’den yapılan açıklamada “serbest piyasa ekonomisine bağlılık” mesajı verilmiştir.

O zaman soru şudur: Erdoğan “ekonomik kurtuluş savaşını” nasıl verebilecek? Çünkü serbest piyasa ekonomisine bağlılık içinde ekonomik kurtuluş savaşı verilemez. Çünkü krizin asıl sebebi “kötü yönetim” değildir, neo-liberal kapitalizmin bizzat kendisidir. Kötü yönetimler krizin çapını artırmaktadır sadece.

BORCU BORÇLA ÖDEME EKONOMİSİ

24 Ocak 1980’den bu yana kaç iktidar değişti. Ancak tüm iktidarlar aynı ekonomi düzenini sürdürdüler. O nedenle 41 yılı bir süreklilik içinde Özal – Çiller – Erdoğan dönemi olarak sınıflandırmalıyız. Üçü de serbest piyasa ekonomi modelini, birbirlerini aşa aşa uyguladılar!

Özetlersek: Yabancı finans kuruluşlarına ülkeye serbest giriş vizesi verilmesiyle dövize/uyuşturucuya alıştırılan, döviz kazancı sağlamayan özel şirketlere de dövizle borçlanma yetkisi vererek dövize/uyuşturucuya bağımlı yapılan ve yap-işlet-devret modeliyle de bağımlılığı artırılan bir ülke olduk.

“Döviz bağımlısı” bu model ile kaçınılmaz olarak dış borç arttı. Dış borç arttıkça, özelleştirme/yabancılaştırma yapıldı, yetmeyince daha da borçlanıldı. Sonuçta ortaya “borcu borçla ödeme ekonomisi çıktı. Milli gelirin yüzde 60’ına ulaşan 465 milyar dolarlık bir büyük borç yükü altındayız özetle.

Bu model, yeni zenginler yarattı, zengini zenginleştirdi ama daha geniş kesimleri yoksullaştırdı, mevcut yoksulları ise daha da yoksullaştırdı.

ÇARE: KARMA EKONOMİ MODELİ

Erdoğan’ın iktisatçıları mandacılıkla suçlaması, gerçeği örtmüyor. Ulusal parasını, ABD’nin neo-liberal ekonomi düzeninde dalgalı kura çapalayan her iktidar, mandacıdır çünkü. Borcu borçla çevirme ekonomisi inşa ettikten sonra iktidarını sürdürebilmek adına para arama yöntemi olarak cumhuriyetin iktisadi kuruluşlarını yok pahasına yabancılara satan her iktidar mandacıdır çünkü.

Dolayısıyla Türkiye’nin önündeki sorun 41 yıllık mandacılıktan çıkıp tam bağımsız ekonomi için kurtuluş savaşı vermektir. Bunun yolu da sistem içinde düzeltme aramaktan değil, sistem dışına çıkmaktan geçmektedir.

  • 41 yılın özeti dövize bağımlılık ve borçlanmadır.
  • Çözüm bu modelin içinde değil, dışındadır.
  • Kamuculuğun yeniden öne çıkacağı karma ekonomik modeli, seferberlik programı olarak ilan eden parti, ancak Türkiye’yi gerçekten yönetebilecek ve düzlüğe çıkarabilecektir.

Uluslararası finans kapitalin soygununa son vermek;
– ancak yeniden beş yıllık planlamalar yapmakla,
– tarımı yeniden ayağa kaldırmakla, endüstriyel tarıma geçmekle,
– yeniden büyük sanayi hamlesi yapmakla,
– üretmekle,
– döviz soygunculuğunu ve rantçılığı frenlemekle

mümkündür.

Türkiye 15 Temmuz’la hesaplaşamadı

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali Güller

 

(AS: Bizim “10 Maddede 15 Temmuz Kumpası” irdelememiz yazının altındadır.)

ABD destekli FETÖ’cü 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin üzerinden beş yıl geçti. Darbe girişimini “Allah’ın lütfu” gören iktidar, bu sürecin ilk bölümünde ülkeyi OHAL yetkileriyle yönetti. Sonrasında iktidar, 15 Temmuz’un konjonktüründen yararlanarak Türkiye’de hükümet sistemini değiştirdi. Parlamenter sistem yıkıldı, yerine “Türk tipi başkanlık sistemi” getirildi. Böylece 2016-2018 yılları arasında uygulanan OHAL yönetimi, güncellenerek tek adam rejimine dönüştürüldü. Ancak bu bile Erdoğan’a yetmiyor!

Erdoğan’ın üç hamlesi

Yetmiyor, çünkü 2023 seçimi ya da olası bir erken seçimde Erdoğan’ın iktidarını sürdüremeyeceğine dair işaretler gittikçe çoğalıyor; ekonomik ve siyasi işaretler, rejimin ortalığa saçılan mafyokratik ilişkileri, hatta gençlerin ve kadınların sosyokültürel itirazları…

Erdoğan bu nedenle “tek adam rejimi”nin üzerine, yeniden OHAL yetkileri eklemek istiyor. İşte TBMM’ye torba yasayla gelen OHAL kullanma yetkisi talebi bu nedenledir.

1) Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmek adına attığı adımlar, sadece sopalı seçim süreci için OHAL yetkisi istemekten ibaret değil.

2) Afganistan’da Mehmetçiğe görev verilmeye çalışılması, Erdoğan’ın iktidarını koruyabilmek için ihtiyacı olan Batı’dan “olası” siyasi ve ekonomik desteğin bedelidir.

3) 10 Temmuz günü Diyarbakır’da “Samimiyetle başlattığımız süreci provoke ettiler. Evet, çözüm sürecini biz başlattık ama sonlandıran biz olmadık” diyen Erdoğan, Kürt oyları için yeni bir hamle peşinde. Kuşkusuz “bitirmedik” dedikleri açılımı, kaldığı yerden başlatma şansları yok. Ancak Saray, bir süredir, HDP’nin oylarının bir bölümünü alabilecek bazı modeller üzerinde çalışıyor.

15 Temmuz, 1946’da başladı

  • AKP iktidarı, eski ortağı FETÖ’nün darbe girişimiyle “belli ölçülerde” hesaplaştı ama Türkiye hâlâ birincisi ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle, ikincisi de AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşamadı. 

Bu iki konu, aslında birbirinin bütünleyenidir ve Türkiye’nin önündeki temel sorundur. Çünkü bu hesaplaşma, Türkiye’nin 1946 yılından itibaren başlayan dönüşümüyle topyekûn hesaplaşmaktır. Türkiye’nin Atlantik kampına dahil edilmesiyle ortaya şu temel sorunlar/sonuçlar çıktı:

– Sola ve komünizme karşı mücadele için dincilik desteklendi (İmam hatiplerin, tarikat ve cemaatlerin önü açıldı. FETÖ’cülüğün başladığı yer Komünizmle Mücadele Dernekleridir).

– Antiemperyalist Türk milliyetçiliği, NATO Türkçülüğüne dönüştü.

Kemalist devrime karşıdarbe yapıldıAtatürk sembollerde kaldı ama devrimci programı adım adım tasfiye edildi.

– Amerikancı darbelerle emperyalizmin “Yeşil Kuşak” stratejisine uygun Türk-İslam sentezi inşa edildi. Devlet, bu ideolojiye göre yukarıdan aşağıya kurumları ve toplumu dönüştürdü.

– Türkiye, ABD’nin neoliberal serbest piyasa ekonomisine eklemlendi.

Özetle                          :

  • 15 Temmuz süreci, 1946’daki dönüşümle başladı.
  • ABD Gladyosu’nun operasyon eli FETÖ; Menderes döneminde tohumlandı,
  • Demirel iktidarlarında doğdu ve yürüdü,
  • 12 Eylül sürecinde koştu ve
  • Erdoğan’la ortaklığında “iktidar ve devlet” oldu!

Türkiye, AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşacak

“Yakın yarına” bakılınca, kuşkusuz önümüzde sıkıntılı hamle ve gelişmeler duruyor ancak “geniş yarına” bakınca, önümüz aydınlık:

1) Erdoğan’ın aldığı önlemler, iktidarı kaybetmesini önleyemeyecek. 
2) Türkiye, er geç AKP-FETÖ ortaklığıyla ve ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle hesaplaşacak.
3) Türkiye, yeni bir dünya kurulurken, oradaki yerini alacak. Komşularla düşmanlığın yerine, kolektif güvenlik anlayışı ile geliştirilen barış kuşakları oluşturulacak.
4) Türkiye, siyasal bağımsızlığının esas teminatı olan ekonomik bağımsızlığı için, borcu borçla çevirme döngüsünden çıkacak ve üreten bir ekonomi modeli uygulayacak.
===================================
Dostlar,

10 Maddede 15 Temmuz Kumpası

1. AKP = RTE iktidarı, ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişimini
önceden haber al – mış – tır! MİT öğleden önce öğrenmiş ve bilgi vermiştir.
2. Karşı önlemlerini alan AKP = RTE iktidarı, resti görmüştür.
3. ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişiminin “ŞAH MAT” hedefi o gece püskürtülmüştür.
4. Bu kanlı “başarıda” AKP = RTE iktidarının aldığı önlemelere ek, saldırıyı kavrayan Kemalist – Yurtsever güçlerin direnmesi başat belirleyici olmuştur.
5. AKP = RTE iktidarının silahlandırdığı para-militer güçler o gece doğrudan Erdoğan tarafından sokağa çağrılmıştır ki bu darbelerde genel kural olan “halkın evde kalması” istemlerinin tam tersi olup hazırlığa dayalıdır.
6. 250+ insanın ölmesi ve çok daha fazla yaralının sorumlusu doğrudan AKP = RTE iktidarıdır. Şehit ve gazilerin istismarı utanç vericidir.
7. AKP = RTE iktidarı yaşamının kumarını oynamış ve bedeli olarak da Türkiye’ye 2+ yıl OHAL’i dayatmış, o koşullarda hileli olarak anayasayı ve rejimi değiştirmiştir. “Bu darbe bize Allah’ın lütfu” sözleri AKP = RTE iktidarının apaçık kendini elevermesidir.
8. Türkiye’de 200 yıla yaklaşan demokratikleşme süreci askıya alınmış; dinci – gerici karşı devrim ülkeye yaşamın her alanında şiddetle dayatılmıştır.
9. Ancak 20 yıllık tek başına iktidar ve mutlak sultanlık yetkileri de Türkiye’nin aydınlık birikimini tümüyle teslim alamamış ve çökertememiştir.
10. Giderek despotlaşan her politik lider – rejim gibi; AKP = RTE de şimdi tümüyle irrasyonel, ilkel bir refleksle “daha da fazlasını” istemeye başlamıştır.

Ne var ki, buraya dek Aziz Lordum, tarihin sonlu kredisi buraya dek!

Hala akıllanmazsanız, hiç ama hiiiç kuşkunuz olmasın, en ağır bedeli sizler ödersiniz.

Yakın tarih öylesine ibret verici örnekler içeriyor ki; biz somutlamayalım, siz yüzleşin!


Sevgi, saygı ve kaygı ile. 15 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik