Etiket arşivi: 16 Nisan 2017 Halkoylaması

Rejim (2017 kurgusu) ve sistem (uygulaması)

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 24.08.2023, BİRGÜN 

Rejim mi değişti, sistem mi? 2017 Anayasa değişikliği ile başlayan bu tartışma bugün de sürüyor. Yanıt açık: her ikisi de. Neden ve nasıl?

Kısaca : 2017’de Hükümet, parlamenter rejim ve siyasal sorumluluk ilkesi kaldırıldı; kurul halinde siyasal karar düzenekleri de.

Devlet ve yürütme adına bütün yetkiler tek kişide toplandı. Yürütme, CB ile özdeş kılındı ve Bakanlar siyaset dışında bırakıldı.

Siyasal rejim, Anayasa ile belirlenen yönetim biçimi”.

Siyasal sistem, siyasal rejimin işleyişini etkileyen (iktisadi, toplumsal, kültürel, dinsel) ögeleri de kapsayacak şekilde, toplumsal yapı ve siyasal yapı arasındaki ilişkiler bağlamında geniş anlaşılması”.

Buna göre, 16 Nisan 2017 halkoylaması ile ‘siyasal rejim’ değişti; bunun uygulaması ise ‘siyasal sistemi’ ortaya çıkardı.

Demokratik hukuk devleti, tek kişi yerine kurum/kurul ve kuralların yerleşmesiyle iktidarın sınırlanması ve o ölçüde özgürlüklerin güvencelenmesi sürecinde kuruldu.

2017’de ise, yönetim adına kolektif olarak ne varsa lağvedildi ve iktidarlar tek kişide birleştirildi.

Anayasa biliminin gereklerini yadsıyarak, iki yüz yıllık siyasal tarihimizin birikimini silmeyi amaçladı.

Ne var ki, beş yıllık işleyişin (sistem), 2017 kurgusundan (siyasal rejim) da tümüyle farklılaşmasında parti başkanlığı belirleyici oldu. Anayasa andı (tarafsızlık) ve uygulama (partizan) ayrışması açık.

YASAMA 

TBMM üyeleri, yasama faaliyetlerini –Anayasa ve kamu yararı gereği değil– genel başkan/lar talimatı ile yürütmekte.

Kur Korumalı Mevduat yasası, iktisat bilimi ve Anayasa gereği değil, NAS (dinsel inanç) temelinde hazırlandı. Hükümet ve güvenoyu olmadığı halde kurulan Cumhur İttifakı, TBMM’de müzakereci demokrasiyi bile engelledi.

YÜRÜTME VE YÖNETİM 

Bakanların başlıca referansı, -Anayasa değil- ‘Cumhurbaşkanı talimatları’. Öyle ki; görevden alınmaları bile “af talebi ve af kabulü” şeklinde resmi işleme dönüştürüldü. Yürütme dışında tutulan bakanlar, AKP için sürekli siyaset içinde. 

Devlet yönetimine ilişkin konuşmalar, Cuma namazı çıkışı ve CB forslu aracın önünde yapılıyor; Parti yönetimine ilişkin etkinlikler CB Sarayı’nda…

  • ‘Talimat’, kamu yönetimini kanuna saygı yerine korku ile sindirdi. 

Askeriye üzerinde ‘sivil hiyerarşi’ kuruldu.

Eğitimin cemaat ve tarikatlaşması ivme kazandı.

Diyanet (DİB) ise, siyaset yolunda dini araçsallaştırarak Anayasa md. 136 ve 24’ü ihlal kararlılığını süreklileştirdi. Saray hafiyeliği yapan CİMER, YÖK’e ve üniversitelere bile yaptırım uygulatabiliyor.

SINAVSIZ HUKUK! 

Yargıçlara kararları nedeniyle yaptırım uygulayan HSK’nin başında CB memuru Adalet Bakanı var. Yargı ile ilgili büyük resmi toplantılar Saray’da yapılır oldu; yargıç ve savcı adayları önünde başka siyasal parti başkanlarını eleştiren konuşmalar CB sıfatıyla yapılıyor. “Makedonya’da Sınavsız Hukuk Fakültesi” mezunları, denklik yoluyla yargıya devşiriliyor!

TOPLUM

Saray yanlıları ve hukuk savunucuları,
ülke yağmacıları ve yurtseverler

vb. arasında amaç ve mücadele eksenli ayrışmalar, kadın-erkek, kimlik ve yaşam tarzı temelinde demokratik toplumu ayrıştırıcı resmi uygulamalar zinciri hayli uzun.

Siyasal ve toplumsal ayrışmalar, demokratik olmayan rejim ve keyfi sistem arasındaki ayrışmadan kaynaklanıyor.

İTİRAFIN GEREĞİ… 

2016: Anayasa-fiili durum (suç) ayrımı yapılarak “Anayasa fiili durum”a uyduruldu. 2023: Hükümet/kabine/siyasal karar düzeneği yok; ama “fiili uygulama”, bunlar varmış gibi yapılıyor. Eğer bu ihtiyaç kaynaklı ise bu kez, fiili durum hukuka uyarlanırsa demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmış olur.

Şu halde sorun, yalnızca rejimin demokratik olmayışı değil, keyfi bir sistem kurulmuş olması.

Haliyle, hem rejim hem de sistem değişmeli; ama bunun için bu yönde irade ve emek gerekli.

Rejim ve sistem, Türkiye çıkmazı; siyasal partiler ise seyirci.

Tek umut demokratik toplum, eğer hangi Cumhuriyet sorusuna yanıt arayabilirse:

  • Türkiye Cumhuriyeti mi,
  • yoksa
  • Talimat yoluyla ‘Taliban Cumhuriyeti’ mi? 

TBMM’nin 101. yılında kimin bekası?

(Azınlık bilinci olmadan çoğunluk olunamaz)

Hükümet bulunmadığı halde, güçbirliği/koalisyon (Cumhur İttifakı) yapanlar, Devleti yönetmekten çok, demokratik muhalefeti dağıtmakla meşgul. Beka telaşı hayli yoğun.

HÜKÜMET YOK, AMA KOALİSYON VAR

Devleti temsil ve yürütme yetkilerini tek başına elinde tutan kişinin, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yetkisi de var. Dahası, Anayasa ile bağdaşmasa da, parti genel başkanlığı yoluyla vekillerine yasama çalışmaları için talimat vermesi de söz konusu.

  • Ne var ki, gerekmediği halde, AKP-MHP ittifakı, TBMM’ye vurulmuş bir ters kelepçe etkisi yaratıyor.
Araştırma önergelerinde MHP yok; AKP ise, sadece muhalefet etmek için söz alıyor. Her ikisi, en yaşamsal sorunlarda bile “hayır” diyor. “Evet” oyunun yaptırımı ihraç.

‘TORBA’ MECLİSİ

27. yasama dönemi yasalarının çoğu torba; 2021’de kabul edilen yasaların –Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması dışında- hepsi torba yasa şeklinde.

Bakanlıklarda ve Saray’da hazırlanan teklifleri imzalayan vekillerin sadece bir-ikisi komisyona uğruyor. Komisyon üyeleri genellikle konuşmuyor; önerinin bir oturumda ve birkaç saat içinde oylanması için sabırsızlanıyor; erteletebilmek için kimi zaman sözden çok yumruk daha etkili.

Genel Kurul’da da, AKP-MHP, en az söz ile yetiniyor. Yasa önerileri üzerine esas çaba gösteren CHP-HDP ve İYİ P.

Yoğun çabanın karşılığı, çok sınırlı alanda uzlaşarak Anayasa ve hukukun genel ilkelerine, kamu yararına ve akla aykırı olan yasaklayıcı kimi ögeleri, öneri metninden çıkarmak veya erteletmek oluyor. Demokratik açıdan; Cumhur İttifakı, müzakere sürecini elden geldiğince kilitlemeye çalıştığı için TBMM’de muhalefet hakkının kullanımı çok sınırlı kalıyor.

ÇOĞUNLUK OLMAK İÇİN…

Muhalefet ne yapmalı? Öncelikle şu bilince varmalı: “Azınlık bilincine sahip olmadan, çoğunluk olunamaz

Hükümet bulunmadığı halde kurulan iktidar ittifakı karşısındaki partilerin araştırma önergeleri ve yasa önerileri görüşmelerinde ortak eksende buluşan CHP-HDP-İYİ P. (Saadet P. / Türkiye İşçi P. ve Demokrat Parti dahil), demokratik muhalefet olarak adlandırılabilir.

Komisyon ve genel kurul ekseninde yasa yapım sürecinin her aşamasına ve araştırma önergesi görüşmelerine tam kadro olarak katılmak durumunda olan demokratik muhalefet, gündem konularını dikkatle ve özenli bir biçimde izleme görev ve sorumluluğunda.

23 NİSAN BİLİNCİ VE 16 NİSAN DERSİ

  • Büyük Millet Meclisi’nin 97. Kuruluş yıldönümüne 7 gün kala (AS: 16 Nisan 2017 Halkoylaması) yapılan halkoylaması, 23 Nisan 1920’ye karşı darbe niteliği de taşımakta:

Kurul halinde siyasal karar alma düzeneklerinin elenmesi ve parti başkanlığı yoluyla çok unvanlı tek kişide toplandığı yönetimin dayatılması.

  • Kısaca, 16 Nisan 2017 oylaması, 23 Nisan 1920 kuruluş iradesinin kurumlarını ya kaldırdı ya da tek kişi yönetiminin güdümüne soktu. Bu ise, Cumhuriyet’in bekası” sorununu beraberinde getirdi.

24 Haziran 2018 seçimleri ve “parti başkanı yoluyla kurulan tek kişi yönetim tekeli”, üç yıllık uygulamasında, “Cumhur İttifakı bekası”nı öne çıkardı.

  • İttifakın sürekli gündemi, demokratik toplum ve demokratik siyaset üzerinde sürekli baskı kurmak.

Düşünsel ve toplu özgürlükler üzerinde sallandırılan Anayasa dışı “iktidar kılıcı”, demokratik toplum yapısını tasfiye ve demokratik muhalefeti, gerçek dışı söylem ve ahlak dışı yöntemlerle dağıtma amacıyla kullanılıyor.

Bu ortam ve koşullarda demokratik muhalefet partileri, ikincil konuları bir yana iterek, yasama çalışmalarında daha görünür bir ittifak yapabildiği ölçüde, demokratik hukuk devleti ereğinde bir anayasası değişikliği ortak yol haritasını belirleyebilir.

  • Eğer 23 Nisan bilincini ve 16 Nisan dersini öne çıkaramaz ise, Cumhuriyet’in bekasına değil, sadece Cumhur İttifakı’nın bekasına katkı sunmuş olur.

Çocuklar ve gençler, TBMM çalışmalarını çok yakından izlemeniz dileğiyle Ulusal Egemenlik Bayramınızı kutluyorum.

Prof. Sami Selçuk : YSK kararı küresel skandal!

 YSK kararı küresel skandal!

Sami Selçuk, 16 Nisan halkoylamasıyla ilgili AİHM’ye görüş sundu.

Prof. Sami Selçuk: YSK kararı küresel skandal!

Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, 16 Nisan Halkoylamasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) sunulan görüşünde, YSK’nin mühürsüz zarflarla veya “Evet” mührüyle kullanılan oyların geçerli sayılmasına ilişkin kararının “yok” hükmünde olduğunu belirtti. YSK kararının Cumhurbaşkanı’ndan en sade yurttaşa, TBMM’den en sıradan kuruluşa kadar hiçbir kişiyi ve kurumu bağlamayacağını kaydeden Selçuk, olanak varsa geçersiz oyların sayımla belirlenmesi, aksi takdirde YSK’nin yeni bir oylama takvimini duyurması gerektiğini ifade etti. Selçuk, “16 Nisan 2017 Halkoylamasına İlişkin Bilimsel Görüş” adıyla CHP Bilim, Yönetim, Kültür Platformu tarafından kitaplaştırılan görüşünde çarpıcı tespitlerde bulundu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önsözünü yazdığı kitapta Selçuk’un bilimsel görüşünün İngilizce, Fransızca ve Almanca çevirileri de yer aldı.

Trump kararı örneği

Selçuk, bilimsel görüşünde Anglosakson ve Kara Avrupası hukuk sistemlerinde “normlar basamağının” yukarıdan aşağıya anayasa, uluslararası sözleşme, yasa, yasa hükmündeki kararname, tüzük, yönetmelik ve genelge olarak sıralandığını ifade etti. Bir alt normun üst norma aykırı olması durumunda uygulamanın sistemlerdeki başkalıklar nedeniyle birbirinden köklü biçimde farklı olduğuna ve değişik sonuçlar doğurduğuna işaret eden Selçuk, Kara Avrupası hukuk sisteminde uygulamanın kesinlikle en somut norm olan en alt normdan başlayacağını kaydetti. Buna karşılık “Yüksek Mahkeme” kurumunun benimsendiği Anglo-Sakson hukuk sisteminde yargıçların, bir yasa normunun anayasa normuna aykırı olduğu kanısına ulaşırlarsa, bunları uygulamadan geri çekebileceklerini ifade etti. Selçuk, bu duruma ABD’de bir federal mahkeme yargıcının, Başkan Trump’ın mültecilere ilişkin kararnamesini durduran kararını örnek verdi. Türkiye, Almanya, Fransa gibi Kara Avrupası hukuk sistemini benimseyen ülkelerde yargıda son sözü söyleyen, bilimsel deyişle otantik yorumu yapan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın görev alanlarının kesinlikle birbirinden ayrı olduğunu belirterek şöyle yazdı: Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına giren anayasa normuna aykırılık iddiası söz konusu ise, bu konuda Yargıtay ya da Danıştay yahut da YSK gibi yarı yargısal bir merci kendisini yetkili görerek karar verirse kurulan hüküm, “görev gaspı” nedeniyle “yokluk” yaptırımı ile sakattır; hukuk dünyasında doğmamış, hukuksal varlık kazanmamış olur. Bu durum, sözgelimi, kaymakamın boşanma kararı vermesi ya da iddianame düzenlemesi gibidir. Böyle bir kararı ya da iddianameyi hiçbir nüfus memuru ya da mahkeme gözetmez, gözetemez. YSK’nin bu konuda verdiği karar da tıpkı böyledir ve hukuk dünyasında hukuksal varlık kazanıp doğmamıştır. Dolayısıyla görünüşte ve sözde karar biçiminde somutlaşan bu işlemin ayrıca yetkili bir organ tarafından iptal edilmesine gerek yoktur; esasen böyle bir iptal kararı, yoklukla sakat işlemin hukuk dünyasında var olduğunu belirteceğinden yeni bir hukuksal ihlale yol açacaktır.

Yetki gaspı

Normlar arasında YSK’nin belirttiği gibi bir çatışma bulunsaydı, bunu çözmek Anayasa Mahkemesi’nin görevine girecekti. Olayımızda bir çatışma yoksa da, var sayıldığında yapılacak işlemler bellidir. Adli ya da idari mahkemede görev yapan bir yargıç yahut da Yargıtay ya da Danıştay yargıçları veyahut da YSK yargıçları gibi yarı yargısal görev yapan yargıçlar, önlerine gelen konuda bir yasa normunu, anayasa normuna aykırı bularak uygulamadan geri çekemezler, uygulamak ya da YSK dışındakiler konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşımak ve “bekletici sorun” yapmak zorundadırlar. Eğer yargıçlar, o normu YSK yargıçlarının kotardıkları gerekçeyle uygulamadan geri çekerek ya da göz ardı ederek karar verirlerse, kendilerini Anayasa Mahkemesi yargıçlarının yerine koymuş olurlar, verdikleri karar, yetki gaspı nedeniyle hukuk dünyasında doğmamış olur. Çünkü hukukta en ağır yaptırım olan “yokluk” yaptırımı ile sakattır. Ne yazıktır ki, olayımızda yaşanan olgu budur. Selçuk, ayrıca Nüfus Hizmetleri Kanununda 2 Ocak 2017’de çıkarılan 680 sayılı OHAL dönemi KHK’si ile “Yerleşim yeri adresi yurt dışında olan Türk vatandaşlarının adres kayıtları, yaşadıkları ülkede kullanılan adres verilerine veya o ülke ve bağlı olduğu temsilcilik bilgisine göre tutulur” düzenlemesinin getirildiğine dikkat çekti. Anayasanın 67. maddesine göre seçim yasalarında yapılacak değişikliklerin bir yıl süre ile uygulanamayacağını anımsatan Selçuk “Değişiklik Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılmışsa da bunun seçimlerle ilgili yazılı hukukta yapılan bir değişiklik olup seçimi, oylamayı etkilediği ve anayasasının 67’nci maddesine aykırı bulunduğu açıktır. YSK’nin buna göz yummasını açıklamak olanaksızdır” ifadesini kullandı. YSK’nin sahteciliğe yol açacak biçimde karar vermesinin “göz yumulamaz boyutta ulusal ve küresel bir skandal” olduğunu ifade eden Selçuk, “küçük çapta bir grubun oy kullanma hak ve özgülüklerini koruma kaygısıyla davranan yargıçlar yüzünden milyonların oy kullanma hak ve özgürlüklerini tehlikeye düştüğünü” belirtti. Selçuk “En baskıcı yönetimler bile, hukuk dünyasında hiçbir kurum ya da kişinin ‘olup bitti’ye getirilerek meşruluk kazanamadıklarını bildikleri için, sürekli kendilerini meşru göstermeye çalışırlar. Tarihin her döneminde meşruluğun kuşkulu olduğu yönetim ve yönetenler, toplumsal kargaşalara yol açmışlar ve bunlardan sorumlu olmuşlardır” ifadelerini kullandı.

İki yol

Mühürsüz zarflarla ya da evet mührüyle kullanılan oyların geçersiz olduğunun benimsenmesinin zorunlu olduğunun altını çizen Selçuk, iki tür çözümün olanaklı olduğunu kaydetti: “Kullanılan geçersiz oyların sayımla belirlenmesi olanağı varsa, bu sayım kesinlikle yapılmalı; geçersiz oy sayısının toplamı, YSK tarafından yayımlanıp duyurulan sonucu değiştirecek ve etkileyecek boyutta değilse, ortada bir uyuşmazlık bulunmadığından, YSK tarafından duyurulan sonuç, hiçbir işleme gerek kalmadan toplumun her kesimi tarafından benimsenmelidir. Geçersiz oyların sayımla belirlenmesi olanağı yoksa, oylama ve oylamayı sonuçlandırıp kesinleştiren YSK kararı, hukuka aykırı işlemler açısından en ağır yaptırım olan yokluk yaptırımı ile sakatlanmış; oylamanın meşruluğu ortadan kalkmış demektir. Oylama ve YSK’nin oylamaya ilişkin son kararı, cumhurbaşkanından en sade yurttaşa dek hiçbir kişiyi; TBMM’den en sıradan kurum ve kuruluşlara dek hiçbir kurum ve kuruluşu bağlamayacağı için, YSK; yaptırımın türünü, yani yokluk yaptırımını gözeterek yeni bir hukuksuzluğa yol açmamak için, asla önceki kararlarını iptale kalkışarak onların hukuk açısından var olduğunu üstü kapalı olarak bile asla dile getirmemeli, sadece ortaya çıkan sonucu belirlemekle, kamuoyuna duyurmakla ve de yalnızca yeni oylama takviminin duyurmakla yetinmelidir.”

‘Kargaşadan hukuku yanlış uygulayanlar sorumlu’

YSK gibi yarı yargı organı olan bir kurumun anayasaya, yasaya, tüzüğe, yönetmeliğe aykırılık gibi konuları görevli yargı organlarının önüne taşıma yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenlerle YSK, Seçimler ve Halkoylaması Yasası’nın özellikle oy pusulalarının ve zarfların mühürlenmesine ilişkin 77, kullanılmayan oy zarfları ve oy pusulalarından kullanılmayanlarla ilgili 97, sandığın açılması ve sayılması ile ilgili 98 ve en önemlisi de “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” hükmünü içeren 101/1. maddelerini, öncelikle ve kesinlikle uygulamak zorundadır. Bütün bunlara ters düşen nedenlere dayanılarak verilen kararlar, yapılan işlemler bütünüyle yokluk yaptırımı ile sakattır. Böyle bir sakatlık da, elbette hukuk düzenini altüst eder, kargaşa yaratır. Şu anda ülkemizde yaşanan kargaşanın nedeni de budur. Bu kargaşadan hiç kuşkusuz bir ilkeler düzeni ve kavramlar dili olan hukuku yanlış yorumlayıp uygulayanlar sorumludurlar.” (31.08.2017, Cumhuriyet ve
http://www.cagdasses.com/guncel/70275/prof-sami-selcuk-ysk-karari-kuresel-skandal)
================================
Dostlar,

Seçkin hukuk bilgini, Yargıtay önceki başkanlarından Sn. Prof. Dr. Sami Selçuk çok önemli bir yurttaşlık ve hukukçuluk profesyonel sorumluuğunu yerine getirmiştir. AİHM’inde CHP tarafından açılan dava kabul edilmiştir. Bilindiği gibi YSK açık hukuksuzluk yaparak 16 Nisan 2017 halkoylaması sonucunu tam tersine çevirmiş, kıl payı 6771 sayılı Anayasada köklü değişiklik yapan anayasa değişikliği yasası, sözde halk tarafından kabul edilmiştir. Sonrası iyi biliniyor; Türkiye birkaç ay içinde TEK ADAM DİKTATÖRLÜĞÜNE dönüştürülmüştür.

Sayın Prof. Selçuk’a göre YSK’nın işlemi YOK HÜKMÜNDEDİR!

Anayasa ve rejim gayrımeşru  biçimde değiştirilmiştir.
AİHM tarafından bu ağır hukuksuzluğun ”saptanması” istenmektedir.

Dileriz bu yönde bir karar çıkar ve YSK oylamayı yinelemek zorunda kalır…
Yinelenen oylamada HAYIR çıkması durumunda, geriye dönük olarak yapılan tüm işlemler hukuksuz – temelsiz kalacak ve onlar da yapılmamış sayılacak.. Çoook ciddi bir karmaşa ve bundan elbette başta AKP = RTE olmak üzere YSK sorumlu. Herkes hesabını vermeli..

Bekleyip göreceğiz…

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Nilgün Cerrahoğlu : Bu iş bitti…

Nilgün Cerrahoğlu

Cumhuriyet, 22.4.17

Bu iş bitti…

Durumu en net “Times” da çıkan bir karikatür özetliyor: RTE başında kavuk, padişah kılığında tahta çıkmış; bir elinde idam ipi ve bir elinde kılıç; “Bugün demokrasi için büyük gün!” fetvası vererek ekliyor: “Aksini söylemeyi yasadışı ilan ediyorum!
Fransa da yarın, “Le Pen” tehdidi nedeniyle tüm Eski Kıta’yı korkutan ve ilgilendiren stratejik önemde bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ama Avrupa Fransa’yı konuşmak yerine hâlâ üzerinden neredeyse hafta geçmesine rağmen Türkiye referandumunun artçı şoklarıyla meşgul oluyor. Türkiye’deki hiçbir oylama Avrupa’da bu denli merak uyandırmadı. Bunun çeşitli nedenleri var.

Ortadoğu’ya geçiş
Bunlardan ilki, Türkiye de radikal bir rejim değişikliğinin gündem olması. “Times” karikatürüyle de özetlendiği gibi ülkemizdeki kör topal demokrasinin böylelikle sonuna gelindi ve fiili durumu resmileştiren, ucu görünmeyen bir istibdat dönemine girildi.
Bu değişiklikle Türkiye yarı Avrupa veya Avrupa’nın periferindeki bir ülke konumundan, klasik Ortadoğu ülkesi konumuna geçiş yaptı. Türkiye’nin siyasi coğrafyasının belirgin değişimiyle, Avrupa, kendisini doğrudan bir Ortadoğu ülkesine komşu buldu. Bundan böyle Ortadoğu’daki bir ülkeyle yan yana yaşamanın maliyetlerini keşfedecek.

RTE’nin yeni ‘zindan modeli’
İslam dünyasına bir zamanlar parmakla gösterilen Erdoğan modeli, bu radikal metamorfozun sonucunda şimdiden Avrupa için kâbusa dönüştü.
İtalya’da “Manifesto” gazetesi bu kâbusu, Erdoğan modeli: Dünyadaki hapisteki gazetecilerin yarısına sahip ülke sözleriyle tarif ediyor. Bu yepyeni “Erdoğan modeli”nin yanında Çin ve Mısır’ın armut topladığını ekliyor.
Zindan modeli” şeklinde tanımlanan Erdoğan’ın yeni modelinin, içeride (Kürtler), dışarıda Türkiye’nin Ortadoğu’daki liderliğini engelleyen yabancı güçlerce kuşatılmışlığı üzerine inşa edildiğini belirten gazete,

  • Tehdit altındaki devlet retoriği, tek adama bütün zafiyetleri ezmenin kılıfını veriyor.
    Aylar, bazıları
    yıllardır hapiste bulunan 153 gazeteciye karşı kullanılan bir kılıf bu. Kılıfın altındaki gerçek hedef ise ülkede kalan az sayıdaki eleştirel sesleri de susturmak. Bu amaçla kullanılan baş araç zindan. Çok ama çok zindan

    Yazının altında ve hemen üstünde de “yeni model”in kurbanları arasına katılan İtalyan gazeteci Gabriele Del Grande ile Silivri’de baş göz olan Türk-Alman gazeteci Deniz Yücel’in resimleri dikkat çekiyor.

‘Öngörülemez ve güvenilmez’
AB’den tek bir liderin Erdoğan’ı tebrik etmemesinin nedeni bunlar. Üstelik sonuçlar şaibeli çıkmış. İçte muhalefetin, dışarıdan AGİT gözlemcilerinin meşru bulmadığı sonuçlara ilişkin itirazları Atı alan Üsküdar’ı geçti”, “Sür eşeği Niğde’ye diyerek geri çeviren Erdoğan,
oldu bitti”yle üste çıkmaya çalışırken bir yandan da Avrupa’ya verip veriştirmeyi sürdürüyor.

Öyle ki 23 Nisan için Türkiye’ye gelen yabancı çocuklara bile Avrupa’yı şikâyet etmekten
geri kalmıyor. Al Jazeera’ya verdiği söyleşide “Merkel suçluluk psikolojisiyle beni aramadı” diyerek Alman Şansölye’yi çekiştiriyor.

Kampanyada Avrupalı muhataplarına “Haçlı”sından, “Nazi”sine dek her hakareti boca ettiği halde, Sultan pozisyonunda şimdi AB liderlerinden tebrik bekliyor.
16 Nisan’a ilişkin AB’de dumur yaratan diğer etken de, işte bu “öngörülemezlik”.
Öngörülemez Erdoğan’la geleceğimizi nasıl şekillendireceğiz? sorusu ile birlikte “Geri kalan %49’u görmezden mi geleceğiz? Onları Erdoğan’ın insafına mı terk edeceğiz” soruları, diplomatik çevrelerde irdelenen baş konular arasında geliyor.
Avrupa için geleneksel bağlamda bir istikrar alanı olarak görülen Türkiye artık başlı başına
bir büyük “istikrarsızlık bölgesi”ne dönüşmüş durumda.

Economist”, meşruiyet sorunsalı” ile beraber bu tabloyu

  • Erdoğan uzun süredir göz koyduğu güçlere ulaştı ama bunun maliyeti ağır olacak” diye özetliyor. Sözü edilen maliyeti, “şimdiye dek olmadığı dek bölünmüş bir ülke” ve
    iç gerilim ile dışarıda “yalnızlaşma ile özdeşleştiriyor.
    ======================================
    Dostlar,

    Sayın Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet‘in seçkin yazarlarındandır.O’nun yazdıklarından çok şey öğreniyoruz.  Aşağıdaki karikatürü biz ekliyoruz…

    the times erdogan ile ilgili görsel sonucu

    Erdoğan ne yaparsa yapsın, 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile elini – ayağını ciddi bir meşruluk (legitimacy) bunalımı ile bağlamıştır. En azından görevde kaldığı sürece bu ağır yükten yakasını kurtaramayacaktır. Vebalini yüklendiği ağır hile, uygulamada 18 maddelik anayasa değişikliğini muradettiği ölçüde yaşama geçirebilmesinin de olasılıkla en büyük engellerinden biri olacaktır.

Tükiye’ye AKP – RTE aracılığıyla biçilen bu yoz alafranga elbise dar gelecektir.
Türkiye’nin demokratik birikimi, bu organ – doku aktarımını reddetmektedir..
Bir bedel daha ödenir, ödetilir ama bu elbise, bu deli gömleği bu halka uymaz!

Bu yazının, Sn. Cerrahoğlu’nun “Erdoğan’ın Meşruiye Sorunu” (20.4.17) başlıklı makalesi ile birlikte okunmasını öneririz.. (Erdogan’in_halkoylamasi_mesruiyet_sorunu)

Sevgi ve saygı ile. 23 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com