Etiket arşivi: 6

TSK’de ölümcül dönüşüm

TSK’de ölümcül dönüşüm

V. MURAT TULGA (E) KURMAY ALBAY ile ilgili görsel sonucu

V. MURAT TULGA
(E) KURMAY ALBAY
Cumhuriyet, 28.8.2019

    • YAŞ’ın özeti Anıtkabir’de çekilen fotoğrafta saklıydı aslında. Cumhurbaşkanı en önde, Siviller onun arkasında ve askerler arkaya atılmış, görünmüyorlar bile.

“Bu darbenin önünü alabildim, bundan sonraki için böyle bir garanti veremem…” Bu cümleler, 24 Şubat 1981 günü, yani İspanyol demokrasisinin yaşadığı en ciddi darbe tehdidinden bir gün sonra İspanya Kralı Juan Carlos’un siyasi liderlere söylediği sözlerdi.(1)

İspanya’nın son 250 yıllık siyasal tarihinin başarılı başarısız 150 darbe girişimi ve planıyla dolu olduğu düşünülürse İspanya’da ordu ve sivil ilişkilerinin önemi ve bu ilişkinin İspanya siyasal tarihini nasıl etkilediği konusunda hemfikir oluruz.

İspanya’da ordunun rolü yüzyıllar boyunca bir evrim göstermedi. Baskıcı bir yapıya sahip İspanyol ordusu, daima “iç düşman” arayan bir güç olarak gelişmiş, statükocu, siyasal yaşama yön veren ve kendisini ülke politikasının hamisi olarak gören bir kurumdu.

Bu durum Diktatör Franco’nun 1975’te ölümüne dek sürdü. Franco hayatta olduğu sürece, herkes demokratikleşme için tek yolun ordunun onayını almaktan geçtiğini düşünüyordu. Ancak ordu, yapısı ve tabiatı gereği demokratik rejime geçiş konusunda toplumda en isteksiz kesimdi. Ortaya çıkarılan çeşitli darbe planları ve 1981’deki darbe girişimi bir yana, siyasi politikacılarla askeri çevreler arasında sık sık sürtüşmeler bu isteksizliği açıkça sergiliyordu.

1982 seçimlerini Sosyalist Adolfo Suarez kazandı, icraat listesinin hemen başına; ETA terörünü frenlemek ve ordunun gücünü denetim altına almak konularını koydu. Bu kapsamda, sivil iktidarın askeri güçler üzerinde üstünlüğünü kurmaya çalıştı. Kolları sıvadı ve ordu ile ilişkileri düzenleyen bir dizi reform girişimine soyundu.

İspanya’da ordu reformu 
Reform sürecinde iki temel ilke üzerinden yol alındı. İspanyol ordusu üzerinde sivillerin otoritesi sağlandı, ordunun darbe girişimine set çekecek yeni bir organizasyona gidildi. Bu kapsamda, İspanya’nın daha önceki asker kökenli Savunma Bakanı geleneğine son verildi. Sosyalist hükümet döneminde bir sivil atandı.

1984’te çıkarılan bir yasa ile kuvvetler arasında bölüştürülmüş yetkiler savunma bakanının elinde toplandı. Ordu harcamaları, silah alım satımları, ordu mensuplarının tayinleri, kariyerleri üzerindeki tek karar makamı Bakan oldu. Terfiler ve tayinler denetim altına alındı.

“META Planı” adı verilen bir plan çerçevesinde ordunun modernleştirilmesi hedef alındı ve bu konuda büyük bir modernleştirme gerçekleştirildi. İspanya Silahlı Kuvvetlerinin 9 askeri bölgeye dayalı konuş durumu 5 bölgeli bir konuş durumuna indirildi. (Dokuz’lu konuş yapısı darbe durumunda ülkenin önemli 12 kentinin işgalini kolaylaştırıyordu.)

Jandarma Komutanlığı ilk kez genel müdür düzeyinde bir sivile bağlandı. Bir yandan ordu içindeki general ve yüksek düzeyli ordu mensuplarının sayısı azaltılırken bir yandan ordunun modernizasyonu sağlandı. Bunu yaparken altını çizerek İspanya’daki sürecin yöntemini belirtelim: 

Doğal bir geçiş süreci, “geçmişten şiddetli kopuşa” tercih edildi.
• İspanya’da bütün bunlar askerleri aşağılayarak yapılmadı. 
• Köklü dönüşüm, ikna gücüyle, ordunun rolünün demokrasiyi bastırmak değil, ülkeyi dış düşmanlardan korumak olduğunu izahta başarı ile sağlandı. 

Kısaca reform yapılırken demokrasi kuralları işletildi, askerlerle diyalog öne çıkartıldı, sonuçta silahlı kuvvetler de bunun makul bir süreç olduğunu ve milli savunma için olumlu olduğunu anladı.

AKP’nin Türkiye’de TSK Reformu

İspanya’yı şimdi bir yana bırakalım ve ülkemize gelelim. İspanya ve Türkiye siyasal tarihi birçok konuda benzerlikler gösteriyor. Terör belası ve askeri vesayet ile uğraşmak gibi. Ülkemizin temel sorunları gibi. Farklılıklar da çok tabii ki. Başta İspanya’da simgesel bir kral olması ve özerk yapılar gibi. Ülkemizde en son 15 Temmuz 2016 hain girişimini de karşılaştırmada ülkemiz açısından bir yana muhakkak yazmalıyız.

Ülkemizde son bir Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) yaşandı (Ağustos 2019) ve bu YAŞ yorumlanmaya çalışılıyor. YAŞ’ın özeti Anıtkabir’de çekilen fotoğrafta saklıydı aslında. Cumhurbaşkanı en önde, siviller O’nun arkasında ve askerler arkaya atılmış, görünmüyorlar bile. Genelkurmay Başkanı görünmek için yandan kafasını çıkarmış. Çok yadsımamak gerekiyor. TSK’ye İspanya’da olanlar oluyor aslında adım adım. AKP’de aynı temel yol haritası üzerinden gidiyor, sivillerin askeri güç karşısında otoritesinin somutlaştırılması ve TSK’nin yapısının değiştirilmesi. Fakat uygulanan yöntemin anafikri farklı. Sonuç da göreceğiz.

TSK’yi dönüştürme kontrol formu

Durum böyle olunca ülkemizde olanları İspanya’da gerçekleştirilen ordu reformunu temel alarak bir kontrol formuna göre analiz edelim. Bu kontrol formuna göre TSK’yi denetim altına alma konusunda AKP iktidarı epey yol almış görüyor. Birlikte irdeleyelim :

Sivil otoritenin askeri güçler üzerindeki üstünlüğü sağlandı mı? EVET. 

• Milli Güvenlik Kurulu ve YAŞ yapısı değiştirildi. Öyle ki yapılma tarihleri ve süreleri bile değiştirildi. Ülke gündeminden önemsiz bir yer tutacak biçimde kısa, renksiz bir hale getirildi. 
• Bu yüksek kurullarda karar alma mekanizmaları siviller lehine oluşturuldu. Oy çoğunluğu sivillere geçti. 
• Askeri yapı Milli Savunma ve İçişleri bakanlarına bağlandı. Bakanlar önde artık, askerlerin ne sesi çıkıyor, ne de esamisi okunuyor. 

TSK’nin teşkilat ve personel yapısı değiştirildi mi? EVET.

• Askeri liseler, hastaneler ve mahkemeler kapatıldı. Askeri fabrikalar özelleştirildi. 
• Harp Okulları ve akademiler Savunma Üniversitesi altında toplandı. Öğrenci seçme, seçilme, eğitim ve öğretim yapısında köklü değişikliklere gidildi. 
• Askeri okul ders müfredatları ve bu okullara öğrenci seçimi tümüyle denetim altına alındı. 
• Askerlik Yasası değiştirildi. Zorunlu hizmetten bedelli ve profesyonel bir sisteme evrilen yeni sistem getirildi.
• Askerlerin atama, terfi sistemleri bütünüyle yeniden düzenlendi. Rütbelerde bekleme, emeklilik süreleri değiştirildi. 
• Ayrıca Genelkurmay ve kuvvet komutanlıkları arasındaki sıkı emir ve komuta bağı kopartıldı. Cumhurbaşkanı ve bakanların, gerekli gördüklerinde kuvvet komutanları ile bağlılarından doğrudan bilgi alabileceği ve bunlara doğrudan emir verebileceği, verilen emrin herhangi bir makamdan onay alınmaksızın derhal yerine getirileceği de karara bağlandı.

Dönüşümde Son Nokta ve Sonuç

Bunlar, belirgin değişiklikler. İspanya’da olanlardan noksan kaldı mı?

Kalmıştı. General ve amiral sayılarının düşürülmesi de son Yüksek Askeri Şûra’da yapıldı. Bu konuyu da artık yapılanlar kümesine katmak gerekiyor. AKP tarafından ne kadar orgeneral, oramiral var, o ölçüde sorun var ilkesinden hareketle orgeneral ve oramiral sayıları en az sayıda tutuldu. Yani bir tür, orgeneral rütbesinde tasfiyeye gidildi. Ordu komutanlıklarına korgeneral atandı. Bu YAŞ’ın en önemli sonucu buydu. Orgeneral ve oramiral sayılarının azaltılması. Bu kararı TSK’nin yeniden organize edilmesiyle birlikte okumak gerekiyor.

Küçültülmüş TSK

KKK’de 4 ordulu bir yapı var. 1’inci, 2’nci, 3’üncü Ordu ve Ege Ordusu. Yeniden organizasyon deyince Ordu sayılarının azaltılması ve Doğu ve Batı bölge komutanlıkları gibi yeni bir örgütlenmeye gidilmesi akla geliyor. Küçültülmüş bir TSK. Bu daha önceleri fikir temelinde gündeme gelmişti. Ordu olmayınca orgeneral de olmayacak. Yalnızca Kuvvet Komutanları Orgeneral olacak ve bölge komutanları daha ast rütbedeki komutanlardan (en üst korgeneral düzeyi) oluşacak. Bu yolla denetlenebilir küçük bir yapı, az orgeneralli ve daha ast rütbeli generallerden oluşan yeni TSK. YAŞ böyle okunmalı. Bu bir kestirim ama yakın zamanda karşımıza pat diye düşerse şaşırmayın diye belirtiyorum.

Yazıyı İspanya yönteminin sonuçlarını ülkemize uyarlayarak bitirelim. Son çözülemede :

1. TSK’nin reformunda doğal bir geçiş süreci yaşanmadı, geçmişten şiddetli kopuş tercih edildi. TSK’nin her konuda fabrika ayarlarıyla oynandı
2. TSK’deki dönüşüm, askerlerden adeta hınç alarak yapıldı. Siyasal iktidarın FETÖ ile birlikteliği kumpas davalar sürecini getirdi ve sonrasında yaşanan süreç

  • TSK’yi adeta yerin dibine soktu.
  • TSK’de tahribat büyük oldu. 

3. köklü dönüşüm 15 Temmuz hain darbe girişiminin sonucunda yaşandı. Demokratik uzlaşı kuralları işletilmedi, OHAL koşullarının olduğu bir ortamda KHK ile düzenlemeler yapıldı. Dönüşüm kanlı oldu.

Görüldüğü üzere İspanya’da ve ülkemizde kullanılan yöntem çok farklı. Türkiye’de silindir gibi ezen, uzlaşıdan uzak, geri dönüşü zor ve ayarları tümden bozan bir yöntem var.

Durum böyle olunca geriye birkaç soru kalıyor :

  • Peki, askerler ne ölçüde ikna edilebildi?
  • FETÖ, TSK’den ne kadar temizlendi?
  • Tüm bunlar reform sürecini nasıl etkiler?

(1) “Bir Kanlı Gül”, İspanya” Nilgün CERRAHOĞLU, Tekin Yayınevi, 1987

 

Prof. Sami Selçuk : YSK kararı küresel skandal!

 YSK kararı küresel skandal!

Sami Selçuk, 16 Nisan halkoylamasıyla ilgili AİHM’ye görüş sundu.

Prof. Sami Selçuk: YSK kararı küresel skandal!

Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, 16 Nisan Halkoylamasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) sunulan görüşünde, YSK’nin mühürsüz zarflarla veya “Evet” mührüyle kullanılan oyların geçerli sayılmasına ilişkin kararının “yok” hükmünde olduğunu belirtti. YSK kararının Cumhurbaşkanı’ndan en sade yurttaşa, TBMM’den en sıradan kuruluşa kadar hiçbir kişiyi ve kurumu bağlamayacağını kaydeden Selçuk, olanak varsa geçersiz oyların sayımla belirlenmesi, aksi takdirde YSK’nin yeni bir oylama takvimini duyurması gerektiğini ifade etti. Selçuk, “16 Nisan 2017 Halkoylamasına İlişkin Bilimsel Görüş” adıyla CHP Bilim, Yönetim, Kültür Platformu tarafından kitaplaştırılan görüşünde çarpıcı tespitlerde bulundu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önsözünü yazdığı kitapta Selçuk’un bilimsel görüşünün İngilizce, Fransızca ve Almanca çevirileri de yer aldı.

Trump kararı örneği

Selçuk, bilimsel görüşünde Anglosakson ve Kara Avrupası hukuk sistemlerinde “normlar basamağının” yukarıdan aşağıya anayasa, uluslararası sözleşme, yasa, yasa hükmündeki kararname, tüzük, yönetmelik ve genelge olarak sıralandığını ifade etti. Bir alt normun üst norma aykırı olması durumunda uygulamanın sistemlerdeki başkalıklar nedeniyle birbirinden köklü biçimde farklı olduğuna ve değişik sonuçlar doğurduğuna işaret eden Selçuk, Kara Avrupası hukuk sisteminde uygulamanın kesinlikle en somut norm olan en alt normdan başlayacağını kaydetti. Buna karşılık “Yüksek Mahkeme” kurumunun benimsendiği Anglo-Sakson hukuk sisteminde yargıçların, bir yasa normunun anayasa normuna aykırı olduğu kanısına ulaşırlarsa, bunları uygulamadan geri çekebileceklerini ifade etti. Selçuk, bu duruma ABD’de bir federal mahkeme yargıcının, Başkan Trump’ın mültecilere ilişkin kararnamesini durduran kararını örnek verdi. Türkiye, Almanya, Fransa gibi Kara Avrupası hukuk sistemini benimseyen ülkelerde yargıda son sözü söyleyen, bilimsel deyişle otantik yorumu yapan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın görev alanlarının kesinlikle birbirinden ayrı olduğunu belirterek şöyle yazdı: Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına giren anayasa normuna aykırılık iddiası söz konusu ise, bu konuda Yargıtay ya da Danıştay yahut da YSK gibi yarı yargısal bir merci kendisini yetkili görerek karar verirse kurulan hüküm, “görev gaspı” nedeniyle “yokluk” yaptırımı ile sakattır; hukuk dünyasında doğmamış, hukuksal varlık kazanmamış olur. Bu durum, sözgelimi, kaymakamın boşanma kararı vermesi ya da iddianame düzenlemesi gibidir. Böyle bir kararı ya da iddianameyi hiçbir nüfus memuru ya da mahkeme gözetmez, gözetemez. YSK’nin bu konuda verdiği karar da tıpkı böyledir ve hukuk dünyasında hukuksal varlık kazanıp doğmamıştır. Dolayısıyla görünüşte ve sözde karar biçiminde somutlaşan bu işlemin ayrıca yetkili bir organ tarafından iptal edilmesine gerek yoktur; esasen böyle bir iptal kararı, yoklukla sakat işlemin hukuk dünyasında var olduğunu belirteceğinden yeni bir hukuksal ihlale yol açacaktır.

Yetki gaspı

Normlar arasında YSK’nin belirttiği gibi bir çatışma bulunsaydı, bunu çözmek Anayasa Mahkemesi’nin görevine girecekti. Olayımızda bir çatışma yoksa da, var sayıldığında yapılacak işlemler bellidir. Adli ya da idari mahkemede görev yapan bir yargıç yahut da Yargıtay ya da Danıştay yargıçları veyahut da YSK yargıçları gibi yarı yargısal görev yapan yargıçlar, önlerine gelen konuda bir yasa normunu, anayasa normuna aykırı bularak uygulamadan geri çekemezler, uygulamak ya da YSK dışındakiler konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşımak ve “bekletici sorun” yapmak zorundadırlar. Eğer yargıçlar, o normu YSK yargıçlarının kotardıkları gerekçeyle uygulamadan geri çekerek ya da göz ardı ederek karar verirlerse, kendilerini Anayasa Mahkemesi yargıçlarının yerine koymuş olurlar, verdikleri karar, yetki gaspı nedeniyle hukuk dünyasında doğmamış olur. Çünkü hukukta en ağır yaptırım olan “yokluk” yaptırımı ile sakattır. Ne yazıktır ki, olayımızda yaşanan olgu budur. Selçuk, ayrıca Nüfus Hizmetleri Kanununda 2 Ocak 2017’de çıkarılan 680 sayılı OHAL dönemi KHK’si ile “Yerleşim yeri adresi yurt dışında olan Türk vatandaşlarının adres kayıtları, yaşadıkları ülkede kullanılan adres verilerine veya o ülke ve bağlı olduğu temsilcilik bilgisine göre tutulur” düzenlemesinin getirildiğine dikkat çekti. Anayasanın 67. maddesine göre seçim yasalarında yapılacak değişikliklerin bir yıl süre ile uygulanamayacağını anımsatan Selçuk “Değişiklik Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılmışsa da bunun seçimlerle ilgili yazılı hukukta yapılan bir değişiklik olup seçimi, oylamayı etkilediği ve anayasasının 67’nci maddesine aykırı bulunduğu açıktır. YSK’nin buna göz yummasını açıklamak olanaksızdır” ifadesini kullandı. YSK’nin sahteciliğe yol açacak biçimde karar vermesinin “göz yumulamaz boyutta ulusal ve küresel bir skandal” olduğunu ifade eden Selçuk, “küçük çapta bir grubun oy kullanma hak ve özgülüklerini koruma kaygısıyla davranan yargıçlar yüzünden milyonların oy kullanma hak ve özgürlüklerini tehlikeye düştüğünü” belirtti. Selçuk “En baskıcı yönetimler bile, hukuk dünyasında hiçbir kurum ya da kişinin ‘olup bitti’ye getirilerek meşruluk kazanamadıklarını bildikleri için, sürekli kendilerini meşru göstermeye çalışırlar. Tarihin her döneminde meşruluğun kuşkulu olduğu yönetim ve yönetenler, toplumsal kargaşalara yol açmışlar ve bunlardan sorumlu olmuşlardır” ifadelerini kullandı.

İki yol

Mühürsüz zarflarla ya da evet mührüyle kullanılan oyların geçersiz olduğunun benimsenmesinin zorunlu olduğunun altını çizen Selçuk, iki tür çözümün olanaklı olduğunu kaydetti: “Kullanılan geçersiz oyların sayımla belirlenmesi olanağı varsa, bu sayım kesinlikle yapılmalı; geçersiz oy sayısının toplamı, YSK tarafından yayımlanıp duyurulan sonucu değiştirecek ve etkileyecek boyutta değilse, ortada bir uyuşmazlık bulunmadığından, YSK tarafından duyurulan sonuç, hiçbir işleme gerek kalmadan toplumun her kesimi tarafından benimsenmelidir. Geçersiz oyların sayımla belirlenmesi olanağı yoksa, oylama ve oylamayı sonuçlandırıp kesinleştiren YSK kararı, hukuka aykırı işlemler açısından en ağır yaptırım olan yokluk yaptırımı ile sakatlanmış; oylamanın meşruluğu ortadan kalkmış demektir. Oylama ve YSK’nin oylamaya ilişkin son kararı, cumhurbaşkanından en sade yurttaşa dek hiçbir kişiyi; TBMM’den en sıradan kurum ve kuruluşlara dek hiçbir kurum ve kuruluşu bağlamayacağı için, YSK; yaptırımın türünü, yani yokluk yaptırımını gözeterek yeni bir hukuksuzluğa yol açmamak için, asla önceki kararlarını iptale kalkışarak onların hukuk açısından var olduğunu üstü kapalı olarak bile asla dile getirmemeli, sadece ortaya çıkan sonucu belirlemekle, kamuoyuna duyurmakla ve de yalnızca yeni oylama takviminin duyurmakla yetinmelidir.”

‘Kargaşadan hukuku yanlış uygulayanlar sorumlu’

YSK gibi yarı yargı organı olan bir kurumun anayasaya, yasaya, tüzüğe, yönetmeliğe aykırılık gibi konuları görevli yargı organlarının önüne taşıma yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenlerle YSK, Seçimler ve Halkoylaması Yasası’nın özellikle oy pusulalarının ve zarfların mühürlenmesine ilişkin 77, kullanılmayan oy zarfları ve oy pusulalarından kullanılmayanlarla ilgili 97, sandığın açılması ve sayılması ile ilgili 98 ve en önemlisi de “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” hükmünü içeren 101/1. maddelerini, öncelikle ve kesinlikle uygulamak zorundadır. Bütün bunlara ters düşen nedenlere dayanılarak verilen kararlar, yapılan işlemler bütünüyle yokluk yaptırımı ile sakattır. Böyle bir sakatlık da, elbette hukuk düzenini altüst eder, kargaşa yaratır. Şu anda ülkemizde yaşanan kargaşanın nedeni de budur. Bu kargaşadan hiç kuşkusuz bir ilkeler düzeni ve kavramlar dili olan hukuku yanlış yorumlayıp uygulayanlar sorumludurlar.” (31.08.2017, Cumhuriyet ve
http://www.cagdasses.com/guncel/70275/prof-sami-selcuk-ysk-karari-kuresel-skandal)
================================
Dostlar,

Seçkin hukuk bilgini, Yargıtay önceki başkanlarından Sn. Prof. Dr. Sami Selçuk çok önemli bir yurttaşlık ve hukukçuluk profesyonel sorumluuğunu yerine getirmiştir. AİHM’inde CHP tarafından açılan dava kabul edilmiştir. Bilindiği gibi YSK açık hukuksuzluk yaparak 16 Nisan 2017 halkoylaması sonucunu tam tersine çevirmiş, kıl payı 6771 sayılı Anayasada köklü değişiklik yapan anayasa değişikliği yasası, sözde halk tarafından kabul edilmiştir. Sonrası iyi biliniyor; Türkiye birkaç ay içinde TEK ADAM DİKTATÖRLÜĞÜNE dönüştürülmüştür.

Sayın Prof. Selçuk’a göre YSK’nın işlemi YOK HÜKMÜNDEDİR!

Anayasa ve rejim gayrımeşru  biçimde değiştirilmiştir.
AİHM tarafından bu ağır hukuksuzluğun ”saptanması” istenmektedir.

Dileriz bu yönde bir karar çıkar ve YSK oylamayı yinelemek zorunda kalır…
Yinelenen oylamada HAYIR çıkması durumunda, geriye dönük olarak yapılan tüm işlemler hukuksuz – temelsiz kalacak ve onlar da yapılmamış sayılacak.. Çoook ciddi bir karmaşa ve bundan elbette başta AKP = RTE olmak üzere YSK sorumlu. Herkes hesabını vermeli..

Bekleyip göreceğiz…

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AİHM AKP’den yanıt bekliyor: Cumhuriyetçiler neden tutuklu?

AİHM AKP’den yanıt bekliyor: Cumhuriyetçiler neden tutuklu?

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Gazetemiz yazar ve yöneticilerinin AİHM’ye yaptığı başvurunun öncelikli olarak ele alınmasının kabulünün ardından, mahkeme dün Türkiye’ye savunma için 2 Ekim’e kadar süre verdiğini açıkladı.

226 gündür cezaevinde tutulan Cumhuriyet Gazetesi yazar, çizer ve yöneticilerinin AİHM’e yaptığı başvurunun öncelikli olarak ele alınmasının kabul edilmesinin ardından, mahkeme dün Türkiye’ye savunma için 2 Ekim’e kadar süre verdiğini açıkladı.

Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu ile tutuklu bulunan diğer 9 Cumhuriyetçinin yaptığı başvurunun ardından Mahkeme, Türkiye’nin hangi gerekçelerle tutukluluk kararını verdiğini açıklamasını istedi.

Başvuru beklemede

Ekim 2016’dan bu yana tutuklu bulunan Cumhuriyet’ten 10 kişinin karara itiraz ettiği de anımsatılırken, AİHM’den yapılan açıklamada AYM’ye yapılan başvurunun beklemede olduğuna da işaret edildi. Başvurunun AİHS’nin 5’inci maddesinin 1, 3 ve 4’üncü bendindeki, özgürlük ve güvenlik hakkı; 10’uncu maddesindeki, ifade özgürlüğü ve 18’inci maddedeki hukuksal kısıtlamalar nedeniyle yapıldığı ve 10 gazetecinin, geçici tutukluluklarına, sürelerine ve ifade özgürlüğüne karşı başvuruda bulunduğu anımsatıldı. Başvuruda, tutukluluklarının hükümete yönelik eleştirel görüşleri nedeniyle olduğuna da işaret edildi. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/759685/AiHM__AKP_
den_yanit_bekliyor__Cumhuriyetciler_neden_tutuklu_.html
, 13 Haz. 2017)
==================================
Dostlar,

Türkiye’nin her bakımdan ve hızla normalleşmeye gereksinimi tartışma dışı.
Bunu yapacak başlıca organ ve yükümlü ise, tabloyu yaratan AKP iktidarı.
Dolandığı kısır döngüden çıkması gerek. Bu öncelikli kendi yararına olacak.
AKP içinde ve Erdoğan’ın yakın çevresinde bu kaçınılmaz gerekliliği görenler elbette vardır. Erdoğan’ın ”çooook zor” bir insan olduğunda kuşku yoktur.
Ancak söz konusu olan Vatandır ve 80 milyon insanın geleceğidir.
Sonu olmayan / daha doğrusu sonu felaket olan bu vahim gidiş durdurulmalıdır.
Oysa iktidar habire hata yapmayı sürdürüyor.. Bu koşullarda başka türlüsü olmaz zaten.

Örn. güncel Katar politikası / politikasızlığı! Alelacele, neredeyse AKP noterine indirgenen TBMM‘den çıkarılan Meclis Kararı ile (Anayasa md. 92) Katar’a ek askeri birlikler gönderme yetkisi alınıyor; öncesinde Katar’a her tür desteğin verileceğini RTE açıklıyor; dün ise Katar’daki Türk askeri birliklerinin bu krizde askeri amaçla kullanılmayacağı açıklanmak zorunda kalınıyor.. Ne diye yaklaşık 3 bin Mehmetçik yollanıyor alelacele o zaman?? Ne hazin ve ne traji-komik.. Ülkemizin saygınlığı ve güvenilirliği yerlerde sürünüyor..

Oysa AKP iktidarı, KADİR-İ MUTLAK TEK ADAMIN GİDEREK KOYULAŞAN TOTALİTER YÖNETİMİNE teslim olmak yerine, Devlet mekanizmasını kullansa, özgür basına kulak kabartsa, üniversiteleri dinlese…. hem ülkede baskıcı rejim yerine katılımcı demokrasi gelişebilir hem de Türkiye hak ve çıkarlarını daha tutarlı ve akıllıca savunur, maskara edilmez..

Son 11 ayda FETÖ gerekçesiyle 50 bin dolayında insan hapse atıldı. Cezaevlerinde yaklaşık 200 bin tutuklu – hükümlü vardı, hiç yer yoktu..
Bir dolaylı / örtük af (infaz düzenlemesi) ile 38 bin kişi erken salıverildi ve adeta ”yer açıldı” cezaevlerinde. AKP karşıtları OHAL rejimiyle kitlesel kırıma uğratılıyor; FETÖ savaşımı da bu kumpasların gerekçesi oluyor. Bu filmi Türkiye en yenilerde Ergenokon – Balyoz ve türevi tuzak davalarda gördü ve artık kimse yutmuyor. AKP = Erdoğan da kendini kandırmasın..

Cumhuriyet ve SÖZCÜ başta olmak üzere, basın emekçilerinin derhal salıverilmesi ve yargılanacaklarsa bunun tutuksuz yapılması gerek.. Onların hepsinin de ”2 damat” gibi sabit ev – iş adresleri var; haklarında her tür kanıt toplandı 7,5 aydır ve Kumpas savcıları gibi kaçmaya da niyetleri hiç yok..

AKP bu ilk adımı hemen atmalı; tersini dayatmak hiçbir şey kazandırmaz!

AYM de bir zahmet, önüne dek gelen bu bireysel başvuruları, işin içyüzünü gözeterek artık adil ve hızlı karara bağlamalı..

Bıkıp usanmadan yazmayı ve uyarmayı sürdüreceğiz..
Bu hasret, bu memleket bizim!

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ADD Davayı kazandı : Atatürk Köşesi’nin kaldırması yönündeki değişiklik Danıştay’da iptal edildi!

ADD_logosu_adiyla

 

 

 

 
ADD Davayı kazandı                              :

Atatürk Köşesi’nin kaldırması yönündeki değişiklik Danıştay’da iptal edildi!

Dostlar,

Milli Eğitim Bakanlığı’nın özel öğretim kurumlarında Atatürk Köşesi oluşturma zorunluluğunu kaldırmasına ilişkin yönetmelik değişikliği Danıştay’dan geri döndü.

8 Mart 2008’de Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği‘ni değiştirdi. Bu değişiklikle özel öğretim kurumlarında Atatürk Köşesi oluşturulması zorunluluğu kaldırıldı.

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), yapılan değişiklik sonrasında
Milli Eğitim Bakanlığı’na dava açtı. Danıştay 8. Dairesi’nin verdiği kararla,
Atatürk Köşesi’nin kaldırması yönündeki değişiklik iptal edildi.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı temyiz başvurusu,
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından da oy çokluğuyla reddedildi.

ADD’nin kazandığı bu davayla, özel öğretim kurumlarında da Atatürk Köşesi oluşturma zorunluğu sürecek.

ADD web sitesinde yer alan duyuru şöyle :

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ KAZANDI

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI KAYBETTİ

ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARINDAN ATATÜRK KÖŞESİ KALKMAYACAK!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 08.03.2008 gün ve 26810 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nin, özel öğretim kurumlarında Atatürk Köşesi oluşturulması zorunluluğunu kaldırmak yoluyla
eksik düzenleme içerdiğini ileri sürerek açtığımız dava, Danıştay 8. dairesinin verdiği kararla lehimize sonuçlanmıştı.

Davada son sözü Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Söyledi

Bu kez de, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığınca temyiz edilen dosyanın incelenmesinden; Danıştay 8. Dairesince verilen kararın usül ve hukuka
uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine -oyçokluğu ile- karar vermiştir.

ESKİDEN OLDUĞU GİBİ OKULLARDA ATATÜRK KÖŞESİ OLUŞTURULMASINA AYNEN DEVAM EDİLECEKTİR.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

ADD Genel Merkezi

==============================================

DANIŞTAY, Atatürk Köşesi’nin Kaldırılmasına Danıştay Onay Vermedi

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı ve özel okullarda Atatürk Köşesi uygulaması zorunluluğuna yer vermeyen yönetmelik hakkında Danıştay tarafından yürütmeyi durdurma kararı verildi. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), yönetmeliğin iptali
ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Danıştay’a başvurmuştu.
Milliyet Gazetesi’nin 9 Kasım 2008 günlü haberi şöyle:

Danıştay, özel okullarda Atatürk köşesi oluşturma zorunluluğunu kaldıran Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğinin yürütmesini, ‘Milli eğitimin temel amacının Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı yurttaşlar yetiştirmek olduğunu’ belirterek durdurdu.

Danıştay, özel okullarda Atatürk köşesi oluşturulmasını ortadan kaldıran
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) hazırladığı yönetmeliğin yürütmesini durdurdu.

Kararda, Milli Eğitimin temel amacının Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı yurttaşlar yetiştirmek olduğu vurgulanarak;

  • MEB’in hazırladığı yönetmeliğin Anayasa, yasalar ve milli eğitimin temel amacına uygun olmadığı vurgulandı.

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), 8 Mart 2008′de yürürlüğe giren Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliği’nin iptali istemiyle dava açmıştı. Dernek, yönetmelikle
özel öğretim kurumlarında Atatürk köşesi oluşturulması zorunluluğunun kaldırıldığını,
bunun Anayasa ve yasalara aykırı olduğunu savunmuştu.

MEB, Danıştay’a gönderdiği savunmada, söz konusu yönetmeliğin kimi gereksinimlere yanıt veremediği için Özel Eğitim Kurumlarına Ait Standartlar Yönergesi’nin hazırlandığını ve bu yönergede özel öğretim kurumlarında bulunması gerekli araç ve gereçlerin tek tek gösterildiğini bildirdi.

Milli eğitimin amacı

MEB’in savunmasını geçerli bulmayan Danıştay 8. Daire, yönetmeliğin yürütmesini durdurdu. Kararda, Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na göre bu okullardaki eğitimin
Türk milli eğitiminin genel amaç ve ilkelerine uygun olması gerektiği,
aksi uygulamalarda bulunan okulların kapatılmasının zorunlu olduğu belirtildi.

Milli Eğitim Temel Yasası’nın “Genel Amaçlar” başlıklı 2. maddesinin anımsatıldığı kararda, buna göre milli eğitimin “

  • Atatürk inkılap ve ilkelerine, Atatürk milliyetçiliğine bağlı… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” 

amacını taşıdığı vurgulandı.

Kararda, aynı yasanın 10. maddesinde de, “Her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılap ve ilkeleri ve Anayasa’da ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır.” ifadesinin yer aldığına dikkat çekildi.

1985′te çıkartılan Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nin, MEB’in 8 Mart 2008′de hazırladığı yeni yönetmelikle ortadan kalktığının anlatıldığı kararda, eski yönetmelikte özel okullarda Atatürk köşesi bulundurulması zorunlu tutulmuşken, yeni yönetmelikte
bu zorunluluğun ortadan kaldırıldığı da kaydedildi.

‘Yönerge ile yapılamaz’

Bunun Anayasa, yasa ve Türk milli eğitiminin temel ilke ve kurallarına aykırı olduğu
ifade edilen kararda, MEB’in yönetmelikteki eksiklerin yönergeyle giderildiği yönündeki savunmasının da geçerli olmadığı ifade edildi.

Yönergede, “Yönetmelikte yer almayan hususlarda benzeri kurumların ilgili mevzuat hükümleri uygulanır.” ifadesinin bulunduğu anlatılan kararda, “Yönetmelik normu olması gereken bir düzenlemenin, yönetmelik hükmü olmaktan çıkarılarak yönerge ile yapılmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.” denildi.

*****

Hukuk Fakültelerinin 2. sınıfında İdare Hukuku ve İdari Yargı dersleri okutulur.
Daha bu aşamada düzenleyici idari işlemlerin koşul ve özellikleri öğrenilir

Koskoca M. E. Bakanlığı, hiç utanıp sıkılmadan “yönetmelikteki eksiklerin yönergeyle giderildiği” yönünde savunma yapabilmektedir. Bu Bakanlığın
Hukuk Danışmanları, Avukatları en temel hukuk bilgilerinden yoksun mudurlar?

Danıştay’ın hukuk dersi tokadını yiyorlar böylelikle :

“Yönetmelik normu olması gereken bir düzenlemenin, yönetmelik hükmü olmaktan çıkarılarak yönerge ile yapılmasına hukuksal olanak bulunmamaktadır.

Türkiye ne hallere düşürüldü..
Yazıklar olsun bu yönde sorumluluğu olan AKP iktidarına, kadrolarına,
yandaş ve yalakalarına.. Bunca gereksiz sıkıntıyı görmezden gelen müritlere..

  • Yoksa bütün yollar dar-ül harp ülkesi Türkiye’de cihat için mübah mı?? 

Bu arada davayı 2008’de açan ve kararlılıkla izleyen ADD kadrolarına
şükranlarımızı sunarız.

2008 Mart – 2014 Temmuz.. 6,5 yıla varan bir idari dava maratonu..

Bu olağanüstü uzun süre de Türk Hukuk Sisteminin temel açmazlarından..

Türk Hukuk Sisteminin kurumsal kapasitesi iyileştirilmeli, toplumsal yapı ve işleyiş
ha bire uyuşmazlık üreten bir iklimden uzaklaştırılmalıdır..
Kimi uzlaşmazlıklar yargı dışı yollarla da çözülebilmelidir..
(Hakem kurulları, Ombudsmanlık vb.)

Son olarak; Dostumuz, dava arkadaşımız, Dernek Avukatı ve halen GYK Üyesi
Avukat Sn. Kutlay Alpuğan‘a teşekkür eder, önemli hukuksal başarısını kutlarız.

Sevgi ve saygı ile.
02 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi-Tamimi’nin 93. Yılı.. / Amasya Circular by Mustafa Kemal Pasha; 93rd Year

Amasya_Genelgesi_93_Yil_Sonra_Geriye_Donuk_Tarih_Irdelemesi.22.6.12docx