Din eğitimi yerine sanat eğitimi

İsmail Altınok

Ressam İsmail Altınok’un 1968’de Vatan gazetesi sanat sayfasında yayınladığı bu yazının güncelliği ne yazık ki sürüyor.

Vatan Gazetesi (31 Temmuz 1968 Çarşamba)
Fikir ve Sanat köşesi.
Gercekedebiyat.com
Din eğitimi yerine sanat eğitimi / İsmail Altınok (gercekedebiyat.com) 

Son Konya olayları karşısında aklımıza gelen ilk düşünce bu oldu. Din eğitimi yerine sanat eğitimi.

Sözde kültürlü din adamı yetiştirerek halkımızı eğitmeye çalışacağımıza, iyi düzenlenmiş sanat gösterileri ile çağımızın duygu ve düşüncelerini toplumumuza aşılayabilseydik bugün bu durum daha başka olurdu.

Eski din adamlarımızın kültürsüz oldukları, bu nedenle geçmişimizdeki utanç verici olayları hazırladıkları, bugünkü koşullar içinde ise din adamlarımızın yararlı olabileceği inancı bizi yanılttı. Kültürlü din adamı yetiştirelim derken, din, yine ters amaçlar için kullanılan bir araç durumuna getirildi.

Bugünkü din adamlarının da geçmişteki din adamları gibi devlet yönetimini ellerinde tutmak istedikleri ve her çeşit yeniliğe karşı oldukları anlaşılmıştır.

Bunu daha iyi anlayabilmek için geçmişimize bir göz atmak yerinde olur:

10. Yüzyılda Türklerin İslamlığı benimsemesinden sonra Büyük Selçuklular döneminde (1065’te) Bağdat’ta ilk medrese açılmıştır. Zamanla bu medreseler İslami yüksek öğretim kurumu oldu. Halk çocukları için de dinsel ihtiyaçları karşılamak üzere  “mahalle sıbyan mektepleri” açıldı. Medreselerde Arapça olarak şer’i dersler, Aristo mantığı ile ayet ve hadislerin tefsirleri okutulur, mahalle ve sıbyan mekteplerinde de “elif ba, tecvit ve ilmihal ile padişah ve Muhammet ümmeti için dualar ezberletilirdi.

Medreselerden çıkanlar, devletin yönetimi ve yargı alanlarında görevler alırlardı.

Böyle, bütünüyle dinsel bir öğretim ve eğitimden geçen medreselilerin, dinsel hukukun ve şeriatın temsilciliğini yapmaları ve günün koşullarına göre yapılmak istenen yeniliklere karşı durmaları doğaldır.

Nitekim, kimi ıslahat (düZelterek yenileştirme) hareketlerinin yapılmasının zorunlu görüldüğü Tanzimat döneminde din adamları ve medreseliler yeniliklere tepkiler göstermişler ve kan dökülmesine neden olmuşlardır. Patrona Halil ayaklanması, Kabakçı Mustafa isyanı bu dönemin önemli olaylarıdır.

Tanzimat’tan sonraki dönemde de yeniliklere karşı tepkiler sürer. 31 Mart ayaklanması bunlardan biridir.

  • Geri kalmamızın doğru ve kesin tanısını ilk koyan ve bu gericilere “dur!” diyen
    Atatürk olmuştur.

Gerçi din adamları O’na karşı da ayaklanmışlardır; fakat isteklerini elde edememişlerdi. Şeyh Sait İsyanı, Menemen olayı, Ticani ve Nurculuk hareketleri Cumhuriyet döneminde görülen gericilik hareketleridir.

Bir de Avrupa’yı bu bakımdan ele alalım:

Orta Çağ’da Avrupa da bizim durumumuzdadır. Din eğitimi olabildiğince egemendir, okullarda Latince ile teolojik bilgiler öğretilmektedir. Yönetim kilisenin elindedir. Bu durum Rönesans’a dek sürer.

  • Rönesans hareketi, gözlem ve deneylerle Doğa’nın incelenmesini yayar.

Dinsel bilgilerle doğa olaylarının çözümlenemeyeceği anlaşılır. Sosyo-ekonomik gelişmeler de, yeni yaşam düzleminde pratik öğrenim gereksinimlerinin öne alınmasını gerektirir.

  • Böylece okullar dinci / dinsel öğretim ve eğitimden kurtarılarak
    pozitif bilimlerin, güzel sanatların öğretildiği kurumlar durumuna getirilirler.

Bizim toplumumuz bu evrelerden geçmediği için, Atatürk, dinci / dinsel eğitimi kaldırıp laik öğretimi getirmiş, dinsel hukuk yerine medeni hukuku ülkemize yerleştirmiştir.

Ayrıca, uygar ve ulusçu bir toplum olmanın gereklerini düşünerek devrimler yapmış,

  • Türk dilini Arapça ve Acemce kelimelerden temizleyerek arı dil olma yoluna sokmuştur.

Geçmişimizde Atatürk’e benzer bir devlet adamı göremeyiz.

Yalnızca 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey, Konya’yı Selçuklulardan alıp Türkçe’yi resmi dil ilan eder ki, bunun da sonu getirilemez.

Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu düzen içinde yapılacak önemli işlerden biri de sanat eğitimi idi. Batıdaki uluslar toplumlarını eğitmek için, mevsimlere ve bölgelere göre büyük sanat hareketleri düzenlerken, biz göstermelik işlerle yetindik; sanat çalışmalarını yaygın duruma getiremedik. Gittikçe artan boş insanlarımızı sazlarla, sözlerle, maçlarla oyalamaya çalıştık.

Batı’da birbiri arkasına büyük sergiler açılır, yılda birkaç kez müzik ve film festivalleri düzenlenirken, tiyatro ve bale gösterileri gittikçe yaygınlaştırılır, televizyon önemli bir eğitim aracı durumuna getirilirken, bunların nedeni üzerinde hiç durmadık.

Şimdi ise yine, Türk olduğunu unutan, Türkçe’nin bilincine varamayan, uygarlığa katılmak istemeyen, eski kulluklarına kavuşmayı ne pahasına olursa olsun kafasına koyan, bunun için eğitemediğimiz halkı ve onların elinde yetişen İmam- Hatiplileri kaba güç olarak kullanan sözde din adamları ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Bir kez daha söyleyelim ki;

  • “Bizi yaratan doğa, insan eden de sanattır.” (AS: ve Bilim!)

Biz de bir an önce bu sözün bilincine vararak uygulamasına girişmeliyiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir