Etiket arşivi: COVID-19 aşısı

Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı?

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı?


Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı? – Son Dakika Özel Haberler Köşe Yazıları (veryansintv.com)

Sonda söyleneceği baştan söylemekte sakınca yok!

Milli Mücadele’yi yapanları, Cumhuriyet’i kanları, canları pahasına kuranları ve devrimleri yaşama geçirenleri saygıyla anma görevi hiç ama hiç göz ardı edilmemeli. Anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Her geçen gün öğrendiğim ve varlığının farkına vardığım gerçekler başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtarıcılara, Cumhuriyetçilere ve Devrimcilere olan hayranlığım ve saygım katlanarak artırıyor.

Tarihimiz kuru kuruya ve bir olaylar zincirinin zamandizinsel (kronolojik) anlatımına indirgendiği için pek çok şeyin farkına varmakta zorlandığımız ve dolayısı ile değerbilirlik duygularımızın her geçen gün köreldiği açıktır.

23 Nisan 1920’de Milli Mücadele’yi yürütsün ve yönetsin, egemenliği gökten yere indirsin diye açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk aldığı kararlardan birinin salgın hastalıkları denetim almaya yönelik olduğu neredeyse bilinmez.

Milli Mücadele’yle birlikte İstanbul’dan Anadolu’ya yoğun bir insan ve silah akımı oluştuğu biraz olsun öğrenilmiştir. Ancak, bu akımın içinde mikropların da bulunduğu bir başka bilinmeyen olarak öğrenilmeyi beklemektedir.

Tıbbiyeli Hikmetler “Ya İstiklâl Ya Ölüm” diye haykırmakla kalmamış, İstanbul’dan zor koşullarda, bin bir güçlükle kaçırdıkları mikroplarla Ankara Cebeci’de aşı üretimine girişmişlerdir. Milli Mücadele’de yer alanlar askerlerimizin ve Anadolu halkının yalnızca tüfek ve çelikle ölüme gitmediğinin fazlasıyla farkındadır. O dönemde Anadolu’da kol gezen sayısız bulaşıcı hastalık da hem savaşın temel öğesi askerlerimizi hem de Anadolu’nun yoksul ve yoksun halkını yaşamdan kopartmaktadır.

  • İşte o Tıbbiyeli Hikmetler Cebeci’de kısıtlı olanaklarla ürettikleri aşıları cephede kullanıma göndermezden önce kalite denetimini de kendilerine uygulayarak tamamladılar.

Öncülleri binlerce yıl öncesine dayansa da modern aşının 200 yıllık geçmişi olduğu unutulmamalı. Bu geçmişte biz Türklerin etkisi ve kullanımı da gözden kaçmayacak denli belirgindir.

Cumhuriyet kurulur kurulmaz toplum sağlığı ve koruyucu hekimliği her şeyin önüne koyan kurucu kadronun ilk işlerinden birisi de Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kurmak oldu. Bundan 10 yıl önce varlığına son verilen bu kurum, günümüzde varlığını sürdürmüş olsaydı Covid-19 aşısı geliştirmede birkaç adım önde olmaz mıydık diye hayıflanmamak elde değil.

Salgının aşı evresinde iki ileri bir geri yapan ülkemizde olan bitene kafa yorarken kimilerinin aşağıladığı, itip kakmaya çalıştığı 1930’lar Türkiye’sinde çıkartılmış bir yasayı üşenmedim okudum. Yazıya başlarken sıraladığım övgü sözlerini yazmamda bu yasanın önemli etkisi olduğunu unutmadan eklemeliyim.

Yasa 1930’da çıkartılmış. 300’ü aşkın maddeden oluşmakta. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte yapılan uyum değişiklikleri dışında günümüze gelene dek neredeyse hiç değişmemiş. Bu durumu yasanın geliştirilmemesine bağlamak da olası olmakla birlikte, yasanın bugünün gereksinimlerine karşılık verecek denli kapsamlı ve öngörülü olmasına bağlamak çok daha doğru olur.

Yasa toplum sağlığını korumak, bulaşıcı hastalıklarla baş edebilmek için pek çok düzenlemeyi kapsarken, bildirimi zorunlu hastalıklar, karantina, aşılama, hastalığa neden olan etkenlerin ortadan kaldırılması gibi kavramlara da yer vermiş.

Aşılamanın en önemli koruyucu sağlık aracı olduğu yasanın iliklerine işlemiş dense yeridir. Aşılamanın ücretsiz olması, devletin görevi olduğunun altına çizilmesi ve kurumlara da çalışanlarını aşılatma görevinin verilmesi önde gelen başlıklar olarak dikkatimi çekti.

Okurdan yasanın tümünü okumasını beklemek yerine güncel salgınla bağlantısından yola çıkarak oluşturduğum seçkinin kısa ve kolay okunur olduğunun altını çizmeliyim.

Küresel ölçekte özellikle yoksul ülkelerde aşıya erişimin sorun olmayı sürdürdüğünü biliyoruz. Buna karşılık kişi başına 10 doza varan aşı edinmiş varsıl ülkeler olduğunu da. Türkiye ölçeğinde zaman zaman aşı kısıtı yaşansa da son aylarda böyle bir sorunun olmadığını söyleyebiliriz.

Sağlık Bakanı’nın hemen her gün ya kameralara karşı sözlü olarak ya da sosyal medya iletileriyle halkı aşılanmaya çağırdığını ve bu çağrıyı yaparken kimi zaman yalvar yakar olduğunu bilmeyenimiz olmasa gerektir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu okuduktan sonra kafamda bir soru belirdi. 1930 tarihli 91 yaşındaki bu yasayı az önce değindiğim gibi sokaktaki vatandaşın okumasını beklemek gerçekçi olmazdı. Ama, Sağlık Bakanı, bürokratları ve başka ilgililer de mi bu yasayı okuma zahmetine katlanmamışlardı?

Deyim yerindeyse bugünün gereksinimlerini de bire bir öngörmüş olduğu hemen her satırına sinmiş olan bu yasa varlığını sürdürürken sayın bakan başta olmak üzere yetkililerin umarsızlık sergileyen söylemleri anlaşılır gibi değildir.

Bir deneyimle sürdüreyim. Geçenlerde hastam olan genç bir hemşirenin ocak ayındaki ilk doz Covid-19 aşısı sonrasında aşılanmadığını fark ettim. Sorguladığımda gerekçesinin geçersiz olduğu açıktı. Zaman yitirmeden aşılanmasını öğütledim. Bir şeyi daha sorgulamak gerektiğini düşündüm. Bu kişi bir üniversite hastanesinin yoğun bakımında çalışmaktaydı. Kurumu böylesi bir eksikliği bu zamana gelmeden fark edip gereğini yapmalıydı. 1930’da yazılan ve yapılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu kurumlara da sorumluluk verip aşılanmayanları pek çok ortamda bulunmaktan yasaklarken günümüzde bu önemli eksikliğin gözden kaçırılmış olması akıl alır gibi gelmedi bana.

Yine geçenlerde haber olmuştu. Bir devlet hastanesinde aynı zamanda yönetici de olan bir hekimin aşılanmadığı ve Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdiğiydi haberin konusu. Hekim, aşı karşıtı ve hastane yöneticisi. Bu üçünün bir araya gelmesine nasıl seyirci kalınabilir? En verimli çağında bir hekimin yaşamdan kopması kabul edilebilir mi?

Bir yanda salgını bitirecek anahtar gereç olan aşı konusunda karşıtlık/kararsızlık sergileyen yurttaş, öbür yanda yasalar açık seçik gereğini yapma görevini vermişken oralı olmayan yöneticiler.

Salgın böyle sorumsuz ve duyarsız davranarak bitirilebilir mi?

Umudumuz virüste. Bugüne dek ortaya koyduğu kendisi açısından yararlı mutasyonlar yerine bir kez olsun insan yararına evrimleşmesinde.

Başta yazdıklarımı yineleyerek bitireyim.

Cumhuriyet’i kuranlara ve onu sağlam temeller üzerinde yükseltenlere bir kez daha şükranlarımı sunarım.

Not: 1930’da çıkartılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ndan yaptığım seçkiye göz atılabilir. Önemli bulduğum alıntılar yapmaya çalıştım. Cumhuriyet kadrolarının değişmez rehberi olan akıl ve bilimin günümüzde o denli önemsenmemiş olması ilk bakışta şaşırtıcı görünse de post modern çılgınlık ve ona ülkemizde (ve elbette tüm dünyada) eşlik eden bilgi kirliliği anımsandığında olağan bir durumdur.

Aşı karşıtlığı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 05 Temmuz 2021
Olguyla kurguyu ayırabilmek, insan zihninin en önemli potansiyel özelliklerinden birisidir. Ne yazık ki insanların tamamı bu potansiyeli kullanamamaktadır, olguyu kurgu, kurguyu olgu sanabilmektedir.

Bunun en büyük nedeni, bilimsel ve felsefi düşüncenin eksikliğidir. Bilimsel düşüncenin ve epistemolojik temellerin zayıf olduğu bir ortamda, kurgular insanların doğruluk ve gerçeklik ile olan bağlarını kopartır. Bu aynı zamanda birçok ahlaki soruna da yol açar.

Tarih boyunca insanların çoğunluğu, kurgulara dayalı söylencelerin, hurafelerin ve safsataların kölesi olmuşlardır. İnsanlar bu nedenden dolayı da adil bir toplumsal düzen kurmakta zorlanmışlardır. Dinler de bu kurguları yaygınlaştıran ve etkinleştiren en önemli unsurlardan birisi olmuştur.
***
İnsanın olguyla kurguyu ayırmasını zorlaştıran bir başka unsur da bilim ile sahte bilim arasındaki ayrımı yapamıyor olmasıdır. Örneğin birçok insan hâlâ, astrolojinin bir bilim olduğu sanısıyla yaşamaktadır. Oysa bilim olan astronomidir, astroloji değildir. Astroloji bilim olduğu iddiasıyla ortaya çıkan bir sahte bilimdir.

“En gerçek kılavuz bilimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden ilerlediğini öne süren medya organlarında bile astroloji geniş bir yer alırken, insanların olguyla kurguyu ayırmalarını beklemek saflık olur.

Son yıllarda ortaya çıkan komplo “teorileri” de insanların kurguların kurbanı olmalarına dair en çarpıcı örneklerden birisi olduğu gibi, insanların olguyla kurguyu ayırma yetilerini kaybetmelerine neden olan unsurlardan birisidir.

Dünyayı birtakım gizli, gizemli, ezoterik odakların ve ailelerin yönettiği, Nazilerin Musevilere yönelik soykırım uygulamadığı, dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağının Siyonizm olduğu, insanların bedenlerine beyinlerini kontrol etmek için çiplerin yerleştirildiği, insanların zihinlerini ele geçirmek için kimyasalların salındığı, uzaylıların insan görüntüsünde dünyayı ziyaret ettiği, dünyanın düz olduğu gibi kurgular ve sanılar, bunlara dair örnekler olarak sayılabilir.

Postmodernizm ve post-doğruluk olarak bilinen şarlatanlık da bu sürecin oluşmasında önemli bir etkendir. Nesnel doğruların ve gerçeklerin bilinmesinin olanaksız olduğunu, her şeyin göreli algılardan oluştuğunu savunan bu akımlar, bilimin ve felsefenin önündeki en önemli engellerden birisini oluşturmuştur.
***
İnsan elbette her şeyi bilemez. Bilim ve felsefe de her şeyi açıklayamaz. Ancak insanın her şeyi bilemeyeceği görüşü, hiçbir şeyi bilemeyeceği görüşünden farklıdır. Kuşku, bilinebilir olanla bilinemez olanı ayırmamızı sağladığı ölçüde yararlı bir yoldur. Kuşkunun sınırlarının bilincinde olmamak, salt epistemolojik bir sorun yaratmaz, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit oluşturur.

İnsanın bir şeye inanması, o inancın doğru olduğu ve o inancın gerçeklikte bir karşılığının olduğu anlamına gelmez. İnancın kendisi, doğruluğun ve gerçekliğin gerekçesi ve güvencesi olamaz. Bir şeyin doğruluğunun ve gerçekliğinin anlaşılması için, akla ve deneyime dayalı kavramsal ve kuramsal araştırmaların yapılması gerekir.
***

  • Dünyada ve Türkiye’de bazı kesimlerin Covid-19 aşısına karşı çıkmalarının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.

Bilimsel kuramlar empirik bulgulara ve tümevarımsal çıkarımlara dayandıkları için, matematikte olduğu gibi “a priori” bir zorunluluk ve kesinlik içermeseler de başka bir bilimsel kuram tarafından yanlışlanmadıkları sürece, temellendirilmiş sayılırlar.

  • Bilimin karşısına dinle, hurafeyle, safsatayla, komplo “teorisiyle”, postmodernizmle, paranoyayla çıkılmaz.

Covid-19 aşısının insanı Covid-19 virüsünün yol açtığı hastalıklardan ve ölümlerden yüksek bir oranda koruduğu, sadece aşının üretim sürecindeki deneyler sırasında değil, aşının onaylanması sonrasında yüzlerce milyon insan üzerindeki uygulamasıyla da ortaya çıkmıştır.

  • Aşı karşıtlığı epistemolojik bir sorun olduğu gibi, aşı olmayarak başkalarının ve toplumun sağlığını tehlikeye atmak, ahlaki bir sorundur.
  • Aşı olmak ahlaki bir sorumluluktur.
  • Ahlaklı olmak için de akıllı olmak gerekir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 30 Haziran 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HANTAL

MSB Akar şirketleştirilme çalışması yapılan MKEK ile ilgili, ”… mevcut yapısıyla, hantal yapısıyla gerekli gelişmeleri sağlaması, ilerlemeyi sağlaması, ileri teknolojiyi kullanması pek mümkün değil.

Devlet gücünü yok etmede başka gerekçe bulunamadı …

DOMUZ

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un kardeşi Oktay Selçuk’un yönetim kurulunda olduğu şirket, son iki yılda başta özel okullar olmak üzere birçok kamu kurumuna 25 milyon 678 bin 159 TL’lik satış yapmış.

Devletin malı deniz, yiyen domuz…

EŞEK

Sabah yazarı Engin Ardıç, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği demokrasi şenliğini eleştiren yazısında, “Bizi eşek yerine koyma Ekrem” yazdı.

Tutkusu…

BİZANSLI

ATV’nin “Kuruluş Osman” dizisinin sezon finalinde, Mustafa Kemal Atatürk‘ün Çanakkale Savaşı’na damga vuran “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” sözü, Osmanlı’ya karşı savaşan Bizanslı komutana söyletildi:

“Ben size düşünmeyi değil ölmeyi emrediyorum!”

İçimizdeki Bizanslılar…

SIĞ

AKP’nin Meclise sunduğu Türkiye Kalkınma Bankası (TKM)’nın yapısal değişikliği yasa teklifi geçene dek, birileri bankanın 4.5 milyon hissesini alıp 13 gün sonra 12 katına sattı.

Banka Genel Md. H. Öztop söz konusu hisselerin çok sığ olduğunu (%0.92) söyledi.

Sığ yanıt…

KADI

RTE’nin saray ekibinden Korkmaz Karaca, SBK ile arkadaşmış. Arabasını kullanmış, otelinde kalmış, şirketine sık sık gitmiş.

RTE’nin dava arkadaşı Binali Yıldırım SBK’nın otelinde kalmış. (olmasa şaşardım)

RTE de SBK’nın patronları ile her Türkiye’ye gelişte görüşmüş.

Anayı belleyen kadı…

YALAN/YANLIŞ

RTE, İngiltere’de Covid-19 aşısının 100 Sterline yapıldığını söylemişti.

Orada yaşayan Dr. Turhan Çömez, ücretsiz olduğunu açıkladı.

Bayrak inmeyecek, ezan dinmeyecek!..

NAMAZ

DİB Erbaş, şehirlerarası otobüslerin molalarını namaz vaktine göre ayarlamalarını istedi.

O kolay, şimdi uzaya giderken namaz nasıl kılınacak ona çalışmalıyız…

 CUMHUR

İzmir BŞB’nin depremde hasar gören binaları onarmak için bulduğu kredi, RTE onaylamadığı için alınamıyor.

AKP’nin cumhurbaşkanı Gavur İzmir’e yatırım yapılmasına izin mi vereydi!..

İNAT

Halkın çoğu Kanal İstanbul’un rant projesi olduğunu söylüyor ve yapılmasına karşı.

“İnadına yapacağız!” diyenin inadı kime?..

AKIL

AYM Başkanı Zühtü Arslan, “Aklını başkasına verenden hakim olmaz” diyerek güzel bir çıkış yaptı.

Partili cumhurbaşkanı ile çay toplamak aklına sahip olmak mıdır?..

BAŞ

Sahte ürün ticaretinde dünyada 3. sıradayız.

Balık baştan kokmuş…

YAA

Muhalefetin iktidara geldiklerinde Kanal İstanbul için para ödemeyeceğini açıklaması üzerine RTE, “Devlette devamlılık esastır. Bunlar devlet adamlığını bilmiyor yaa” dedi.

  1. İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldıranı bir yakalasa ne yapar?
  2. Devlet adamı olmanın ilk koşulu beğenmediklerine karşı konuşurken “Yaa” demektir. Kişiyi saygınlaştırır…

SORUYORUM                              :

  1. 128 milyar Dolar nerede?
  2. Sarıklı amiralin soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Ruhsar Pekcan ve diğer Bakanların devlete mal satması neden araştırılmıyor?
  4. Sedat Peker’in iddiaları neden araştırılmıyor? Suçlananlar neden sessiz kalıyor?

Üçüncü doz aşı gerekli mi?

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Üçüncü doz aşı gerekli mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü doz Covid-19 aşısı yaptırdığı anlaşıldı. Aşıya güvensizliğin ve az da olsa aşı karşıtlığının pusuda olduğu koşullarda devlet ileri gelenlerinin, siyasetçilerin ve onlara eşlik diğer ünlü kişilerin aşılarını basına açık şekilde yaptırması olumlu bir tutumdu. Çeşitli ortamlarda aşıya güvensizlik oluşturabilecek paylaşımların olduğu düşünüldüğünde bu ve benzeri paylaşımların toplumu olumlu yönde etkileyerek aşılanma oranlarını artırması beklenir.

Cumhurbaşkanı’nın “üçüncü doz” aşı yaptırması ve bunu basın yoluyla paylaşması özendirici olmaktan çok kadar kuşku yaratıcı olmaya adaydır.

Aklımıza geliveren soruları sıralayalım!

– Cumhurbaşkanı’nın üçüncü doz aşı yaptırmaya karar vermeden önce kime danıştığı öğrenilerek başlanabilir işe.
– Daha önce Coronavac aşısı yaptırdığı varsayıldığında Cumhurbaşkanı’nın 3. doz olarak yaptırdığı aşı hangisidir?
– Cumhurbaşkanı bu konuda herhangi bir öğüt ya da bilimsel öneri almadıysa kendi kararıyla mı yaptırmıştır son dozu?
– Eğer kendi kararıysa herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının da böylesi bir karar verme hakkı var mıdır?

Türkiye salgınla neredeyse eş zamanlı olarak bilim kurulunu oluşturarak doğru bir ilk adım atmıştı. Ancak, ilerleyen zamanda bilim kurulunun özerkliği sorgulanır oldu. Bilim Kurulu’nun aldığı karar(lar) sözcüsü aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmadığı için saydamlık ilkesi hiçe sayıldı. Bilim Kurulu ne karar aldı ya da yürütme bu kararın ne kadarını uyguladı gibi sorular aylar boyunca yanıtsız kaldı!

Böylelikle Bilim Kurulu’nun Sağlık Bakanı’nın ve dolayısı ile de yürütmenin denetimi ve gözetimi altında olduğu izleniminin oluşması kaçınılmazlaştı.

Bugün için Türkiye’de 29 milyon kişinin aşılandığını biliyoruz. On üç milyona yakın kişininse 2 doz aşılandığı biliniyor. (https://covid19asi.saglik.gov.tr/)

Dünyadaki birkaç ülke dışında çoğu ülkeyle birlikte Türkiye toplumsal bağışıklık edinilmesi için gerekli aşılanma oranının hâlâ oldukça uzağındadır.

Aşıların koruyuculuk süresine ilişkin tartışmaların bilimsel ortamları aşıp basına da konu olduğu görülüyor. Oysa, aşılanma oranlarının bu denli yetersiz düzeyde olduğu günümüzde bu tartışmaların öne çıkartılmasında toplum yararı olmadığı açıktır. 3. dozun gerekliliğine ilişkin olarak bilim çevrelerinden dişe dokunur bir yorum gelmezken “3. doz” söylemlerinin daha çok aşı üreticisi şirketlerin CEO’larından gelmiş olması da oldukça manidardır (AS: anlamlıdır).

https://www.cnbc.com/2021/04/15/pfizer-ceo-says-third-covid-vaccine-dose-likely-needed-within-12-months.html#:~:text=Pfizer%20CEO%20Albert%20Bourla%20said,vaccinated%20against%20the%20coronavirus%20annually

Hiç kuşkusuz 3. doz gerekliliğine ilişkin tartışmalar bilim insanlarının öncelikli ilgi alanında olmayı sürdürecektir. Cumhurbaşkanı’nın 3. doz yaptırmasına bir kez daha dönersek;

– Bu habere konu olan üçüncü doz hangi bilimsel dayanakla yapılmıştır?
– Bilimsel görüş bilim kurulu kaynaklıysa bu önemli veriye erişmek herkesin hakkıdır.
– Yok eğer bilim kurulu kaynaklı değilse bir başka kaynağın önerisi ya da Cumhurbaşkanı’nın kişisel tercihiyse salgın yönetiminde şu ya da bu biçimde yeri olduğu varsayılan bilim kurulu ağır yaralı demektir. Saygınlığı önemli ölçüde aşınmıştır.

Cumhurbaşkanı’nın 3. doz aşı açıklamasına eklenen bir başka açıklama daha vardı. O da az sorunlu değildi. Cumhurbaşkanı antikor testi yaptırdığını ve antikor düzeylerinin oldukça yüksek çıktığını ifade etti. Böylesi bir açıklamayı yapmadan önce bilimsel görüş almış mıydı?

Bilindiği kadarı ile antikor testleriyle saptanan düzeyler önemsiz olmamakla birlikte antikor düzeyleri düşük olan ya da hiç olmayan kimselerde aşıyla bağışıklamanın sağlanamadığı yargısından bilim insanları bile özenle uzak durmaktadır. Bağışıklıkla ilgili farklı ölçütlerin varlığı ve kimi bağışıklık öğelerinin nicel olarak belirlenemeyebileceğinden hareketle bilim insanları yalnızca antikor düzeyi üzerinden bağışıklık yorumundan kaçınmaktadır. Dolayısı ile çok sayıda bilim insanı antikor düzeyi baktırmanın gereksizliğine özellikle vurgu yapmaktadır.

Devletin doruğundan gelen bu paylaşımın Covid-19’la baş etmede yarar sağlamadığı hatta kuşku yarattığı açıktır. Yazıya başlık olan soruya gelince;

3. doz gerekli mi?” sorusu bilim tarafından yanıtlanacaktır. Bu soruyu gerekmediği ölçüde gündemde tutmanın hiç de gerekli olmadığı ortadadır. Yazıya konu soruların sorulabildiği, yanıtlarının da saydamlıkla ve açıklıkla alınabildiği bir Türkiye özlemiyle!

Aşılama…

Aşılama…

Erdal Atabek
Dr. Erdal ATABEK
erdalatak@superonline.com  

 

Aşılama, canlıya zarar verici bir etkene karşı, onun etkisi azaltılmış biçimde önceden verilmesi ile kazanılan bağışıklıktır.

Aşıların tarihi, insanlık tarihinde gene “akıl ile dogmanın savaşımı”nın serüvenidir.

Akla dayalı bilimsel buluşlar, önce mikropların neden olduğu hastalıkları keşfetmiş; Louis Pasteur’ler, Robert Koch’lar bu keşfin savaşımını vermişlerdir.

Dogmalarla doldurulmuş kitlesel cehalet bu keşifleri kabul etmemiş, kimi zaman tıp çevrelerini bile ikna etmek için zorlu bir uğraş verilmiştir.

Aşılar da aynı dirençle karşılaşmış, bu yolla hastalıkların önlenebileceği konusunda, gene dogmatik cehaletin karşı çıkmasıyla uğraşmak zorunda kalınmıştır.

Çiçek hastalığının neden olduğu ölümlere çare olacak “çiçek aşısı”, İngiliz doktor Edward Jenner tarafından bulunmadan önce (1897), Osmanlı İmparatorluğu’nda İngiliz büyükelçisinin eşi olan Leydi Montagu, yazdığı mektuplarda “burada hasta ineklerden alınan sıvının sağlam kişilere verilmesi ile çiçek hastalığının önlendiğini” belirtmiştir (1717). Ancak İngiltere’de “bu yöntemin tehlikeli olduğu” öne sürülerek Jenner’e kadar aşılama yapılmamıştır.

Amerika’nın fethinde (1492), İspanyol istilacıların çiçek hastalık etkeni sürülmüş battaniyeler vererek yerli halkın binlercesinin ölümüne yol açtıkları bilinmektedir.

İşte, çiçek hastalığından insanlığın kurtuluşu bu aşının bulunup uygulanması ile olmuştur.

18. yüzyılda başlayan çalışmalar 19. yüzyılda artarak sürmüş, kuduz aşısı Pasteur tarafından bulunmuş, Koch da tüberküloz basilini keşfetmiş, aşılar arka arkaya uygulamaya konulmuştur.

Tifo, tifüs, kolera, difteri, kabakulak, kızıl, kızamık, tüberküloz hastalıkları, bulunan aşılarıyla tehlikeli kitle kıyımları olmaktan çıkmışlardır.

COVİD 19 AŞISI DA İNSANLIĞIN HİZMETİNDE

Bugün insanlığın karşılaştığı pandemi, yeni bir virüsün yaptığı tehlikeli hastalıktır.

Covid -19 virüsü, bir grip gibi başlayan hastalığın akciğerlere inmesiyle kana oksijen taşıyan kesecikleri (alveol) işgal ederek bedeni oksijen yoksunluğu ile tehdit etmektedir.

Ağır hastaların yoğun bakıma alınmasının, entübe edilmelerinin nedeni de bedenin oksijensiz kalmasına karşı tedavi edilmeleridir. Hem virüse etkili olan ilaçlar hem de oksijen yoksunluğuyla savaşım bu tedavinin özüdür.

Bedenin “bağışıklık sistemi”, bu hastalıkta da devreye girmektedir.

Bağışıklık sistemi güçlü kişiler virüse karşı daha iyi bir karşılık vermekte, hastalığın şiddeti azalmaktadır.

Ama bağışıklık sistemi zayıflamış, başka hastalıklarla yıpranmış kişilerde hastalık daha tehlikeli olmaktadır.

Bu nedenle de:

– Korunma: Maske takma, başkalarıyla temasın azaltılması ve mesafe konulması, ellerin, ağız- boğaz temizliği virüsten korunma açısından çok önemlidir.

– Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi:

Zihin-beden bütünlüğü gözetilerek stresin yönetilmesi, dinlendirici uyku, doğru beslenme (hayvansal proteinler, yeterli kalori, vitaminlerin minerallerin sağlanması), hareket etme, zihinsel huzur, yaşam dengesinin sağlanması.

– Covid -19 aşısı ile bağışıklık sisteminin özel olarak bu virüse karşı güçlendirilmesi.

Burada iki konuya dikkat çekmemiz gerekiyor:

Birincisi, aşıya karşı öne sürülen görüşlerin temelsizliği.

Aşının yan etkilerinin olması nedeniyle karşı çıkışlar yanlıştır. Her aşıda, hatta her ilaçta yan etki olasılıkları vardır ama bunların giderilmesi için alınacak önlemler de vardır. Hatta, kimyasal ilaçlara karşı çıkarak hazırlanan bitkisel maddelerin de yan etki riski vardır. Ayrıca, “bitkisel kökenli” denilerek kullanılan maddelerin denemeleri yapılmadığı için risk daha fazladır. Bilinmelidir ki, toksik (zehirli) etki yapan pek çok bitkisel madde vardır.

İkincisi, aşının etkili olmadığı, boşuna yapıldığı iddiasıdır.

Bu iddia da yanlıştır. Aşı her koşulda etkilidir. Elbette, yaşa, kişinin sağlık durumuna göre etkisi farklı olabilir ama her durumda etkilidir.

Virüsün mutasyonunda etkisiz olacağı savı da geçersizdir. Her mutasyonda da virüs aynı virüs olduğundan etkili olacağı bilinmektedir. (AS: Buraya çekince koyuyoruz….)

Bu nedenle “Covid -19 aşılaması” hiç duraksamadan sürdürülmelidir.

İŞTE, LAİK BİLİMİN ZAFERİ

Ülkemizde çok tartışılan “laiklik” konusu da burada bir kez daha karşımıza çıkmaktadır.

Aşıyı bulan, geliştiren, uygulayan “laik bilimdir”.

Aşı, tarihi boyunca dogmalarla, önyargılarla, dine dayandırılan boşinançlarla savaşmış, bu savaşlardan zaferle çıkmıştır.

Üfürükçüler, muskacılar, hurafeciler gene homurdanmışlarsa da toplumda karşılık bulamamışlardır.

Laik bilimin bu zaferinin bütün alanlar için uyarıcı, öğretici olmasını dileyelim.

Cehaletten destek alarak kendini güçlü sanan her türden iktidar, laik bilim karşısında çaresiz kaldığını görecektir.

Bu da Covid -19 virüsünün insanlara verdiği bir ders olsun…

Dünyanın aşı hali: Bilimsel gelişmişlik, ahlâki çöküş

Dünyanın aşı hali:
Bilimsel gelişmişlik, ahlâki çöküş

author

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı dünyanın Covid-19 aşısında feci bir ahlaki çöküşün eşiğinde olduğunu duyurdu. Salgının başlamasıyla 1 yıl içinde değişik tekniklerle çok sayıda aşı geliştirildi. Burada bilimin ve teknolojinin geldiği noktayı gösteren, önceki salgınlarda ulaşılamayan büyük bir başarı var. Bunun yanında insanlığın bazı kadim hastalıklarının artarak devam ettiği de tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı:

Eşitsizlikler, kâr hırsı, ahlaki çöküntü.
BİLİMDE BAŞARI ADALETSİZLİĞİ ORTADAN KALDIRMIYOR
DSÖ ve aşı ile ilgili uluslararası kurumların yerinde girişimiyle COVAX adında yapı kuruldu. Bu yapı aşının tüm ülkelere önceliklere, ihtiyaca göre adil dağılımını hedefliyor. Ancak DSÖ Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus’un açıklamalarından görüyoruz ki, zengin ülkeler ve aşı şirketleri kendi aralarında yaptıkları kimi ikili anlaşmalarla COVAX’ın etrafından dolanıyorlar, fiyatları yükseltiyorlar, öne geçiyorlar. Yoksul ülkelerde sağlık çalışanları, yaşlılar aşıya ulaşamazken zengin ülkelerde gençler aşılanıyor. Şu ana kadar en az 56 ikili anlaşma yapılmış durumda. Şirketler yaptıkları bu anlaşmalarla kârlarını katlama telaşındalar. DSÖ bunun sebep olabileceği stoklamadan, kaostan, devam edecek sosyal ve ekonomik yıkımdan söz ediyor.
Dünyanın zenginlerinin “önce ben” hırsı artarak devam ediyor. DSÖ aşıda eşitliğin sadece ahlaki değil, stratejik ve ekonomik zorunluluk olduğunu belirterek bu açgözlü tutumun pandemiyi uzatacağı uyarısını tekrarlıyor. Bunu yaparken de en zengin 10 ülkeye anlayacakları dilden sesleniyor, aşıyı adil dağıtırlarsa 2021 yılı içinde 153 milyar, 2025 yılına kadarsa 455 milyar dolar kârlı çıkacaklarını söylüyor.
Türkiye’nin aşı tedarikini önerildiği biçimde çeşitlendirmemesi, sadece CoronaVac aşısı ile yol alması, gelen 3 milyon dozun devamını getirmedeki belirsizlikler tartışma ve kaygı konusu olmaya devam ediyor.
AŞI SIRASINI BEKLEMEYENLER
Türkiye dahil değişik ülkelerden aşı sırasını bozanların haberleri geliyor. 85 yaşında kanser hastası aşı için sırasını beklerken, ayrıcalıklı gruplar aşılanabiliyor. İçinde 23 yaşında bir gencin de bulunduğu iktidar partisi yöneticilerinin, milletvekillerinin, kimi genç siyasi parti liderlerinin “topluma örnek olmak için” aşılandıkları duyuruldu. Eskişehir’de belediye meclisi üyesi genç bir avukat aşısını yaptırdığını sosyal medya hesabında yazınca tepki aldı. Özel hastanelerin avukatlığını yaptığını ve sağlık çalışanlarıyla temaslı olduğu için bu kararın alındığını duyurdu. Ancak Türkiye’de aşıda öncelik için sağlık çalışanlarıyla temaslı olmak kavramı hiç söylenmemişti.
Aşıda yaşadıklarımız şu ana kadar 2 milyondan fazla kişinin salgın hastalık nedeniyle öldüğü dünyanın yeni halini gösteriyor. Tarihte aşı geliştiren büyük bilim insanları, kuduz aşısının mucidi Louis Pasteur, bulduğu çocuk felci aşısına patent soranlara “Güneşi patentleyebilir misiniz?” diyen büyük bilim insanı Jonas Salk, bugünlerin aşı gündemini görseler ne derlerdi? Büyük düşünürler, edebiyatçılar için de çok malzeme var, “Veba” yazarı Albert Camus şimdiki salgından ve tanımlanan bu ahlaki çöküşten eminim yazacak çok malzeme çıkarabilirdi, yazanlar olacaktır.
SAĞLIKTA EŞİTSİZLİKLER
  • DSÖ bu yıl 7 Nisan Dünya Sağlık Günü ana temasının sağlıkta eşitsizlikler olduğunu duyurdu, bunu sağlık alanında karşılaştığımız belâların çoğunun temel nedeni olarak açıkladı.
Pandemi temel bir gerçeği ortaya koydu, sağlıklı olmamız için herkesin sağlığını düşünmemiz gerekiyor.
İnsanın sağlıklı olması için hayvanların, ekosistemin de sağlıklı olması şart, yani “tek sağlık” kavramı da önemini gösteriyor.
Başkasının sağlıksız olmasını dert edinmeyen insanoğlu bu tutumunu sürdürürse yeni salgınlarla sarsılması kaçınılmaz.
Dert edinir mi?
Yoksullar kendilerini dünyanın efendilerinin insafına bırakırsa en önce kendilerinin yanacağını çok kez deneyimlediler.
Salgın hastalık ve aşı süreci bunu bir daha hatırlatıyor, haklarımız için mücadeleye çağırıyor.
(https://www.birgun.net/haber/dunyanin-asi-hali-bilimsel-gelismislik-ahlaki-cokus-331318, 22.01.2021)

Kavga değil, bedelsiz aşı istiyoruz!

Emre Kongar
Emre Kongar18 Aralık 2020, Cumhuriyet
ekongar@cumhuriyet.com.tr

Kavga değil, bedelsiz aşı istiyoruz!

Artık herkes, siyasetteki bu kavgacı, suçlayıcı, dışlayıcı, bölücü, azarlayıcı dilden bıktı:
Örneğin koronavirüs salgını ile ilgili şeffaf ve doğru bilgi istiyorsunuz… Bu istek karşılığında, ya gerçek olmadıkları belli birtakım birbirini tutmaz bilgilere ya da siyasal kavga söylemlerine ve hatta ihanet suçlamalarına muhatap oluyorsunuz!

Benim de çok karşı olduğum siyasetteki bu kavga diline örnek vermek için, Yılmaz Özdil’in “Parodi” başlığıyla, sevgili Levent Kırca üzerinden yazdığı mizahi ama belgesel bir eleştiriyi, aşağıya alıntılıyorum.
***
Ayyaş” diyor.
İsmet İnönü’ye “Hitler” diyor.
CHP’ye “geçmişi lekeli” diyor.
Tezek” diyor.
Cibilliyetsiz, sicili bozuk” diyor.
Kanalizasyon çukuru, çöplük, pislik” diyor.

Siyasi rakiplerine “soysuz, kirli dudaklı, terörist, ahlak yoksunu, siyasi sapık, bahtsız bedevi, tinerci, çirkef, vampir, kan emici, ırkçı, kafatasçı, faşizm bunların ruhuna işlemiş, darbeci, cüce, ağzından salyalar akıyor, vatan haini, alçak, adi, ezanımızı hazmedemezler, evladı yok bunun aile nedir bilmez, maymun, namert, namussuz, zerdüşt, ateist, iblisin yolundan yürüyenler, nekrofiller, ölü seviciler, bunlar nebbaş, bunlar mezarlık soyguncusu, şerefsiz, haysiyetsiz, müptezel, hasta kafa, contaları yakmış, şizofren tip, kudurmuştan beter, zavallı kemirgen, soytarı, beyinsiz” diyor.

“Hayır diyen darbecidir” diyor.
Okullarımızda Andımız’ın okunmasını isteyenlere “azgın azınlık” diyor, “histeri” diyor, “psikiyatrinin konusudur” diyor.
Ulan” diyor.
Be” diyor.
Profesör müsveddesi” diyor.
Sözde profesör” diyor.
“Aydın müsveddeleri, cahiller” diyor.
Öğretmen kılığında insan müsveddeleri” diyor.
“Eğitim için Batı’ya gidenler ajan oluyor” diyor.
Gazetecilere “akbabalar, tasmalılar, maaşlı şarlatanlar, terörist, ajan” diyor.
Bekir Coşkun’a “kaleminden pislik akıyor” diyor.
Mine Kırıkkanat’a “provokatör, kin ve nefret kusuyor” diyor.
Fatih Portakal’a “mandalina mıdır narenciye midir nedir, ahlaksıza bak, millet enseni patlatır” diyor.
Benim için “insan müsveddesi, sürüngen” demişti.
Karakteri bozuk şehit babaları var” diyor.
Ananı da al git” diyor.
Heykele “ucube” diyor.
Baleye “belden aşağı” diyor.
Tiyatroculara “despot” diyor.
Feministlere “bizim dinimizle senin ilgin yok” diyor.
Afedersin çok daha çirkin, Ermeni diyenler oldu” diyor.
Bunlarda yalan var, iftira var, fitne var, fesat var, bunlar Şiayı geçmiş vaziyette, Şia bunların eline su dökemez” diyor.
“Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli, buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor, Türkiye yansa bunların umurunda değildir” diyor.
Varlığıyla onur duyduğumuz Metin Akpınar’a Müjdat Gezen’e “sanatçı müsveddeleri, zehirli, alçak zihniyet, imansızlar” diyor.
Gelmiş geçmiş tüm siyasi tarihimiz boyunca “bana hakaret ediyorlar” diyerek, kendi vatandaşlarını en çok mahkemeye veren kim?

Levent Kırca.
***
Ben, kimseye “hain” bile diyemeyen, örneğin bu vatana, bu millete gerçekten ihanet etmiş, Atatürk ve arkadaşlarının idam fermanını imzalamış, sonunda İngiltere’ye sığınarak, bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeden kaçmış olan Vahdettin’e bile “hain” diyebilmek için sekiz defa yutkunan bir insanım.

O nedenle sevgili Yılmaz Özdil’in yazısında örneklerini verdiği dili hiç kullanmadığım gibi kendimi de bu dilin dışında tutmaya, bu dile muhatap olmamaya çalışıyorum.

Şimdi çok masum bir isteğim var:

  • İngiltere, ABD gibi ülkelerin uygulamaya başladıkları COVID-19 aşısının Türkiye’de de elbette başta sağlıkçılar olmak üzere, risk grupları da dikkate alınarak, bütün halka BEDELSİZ OLARAK yapılmaya başlamasını ve bu konuda kamuoyunun aydınlatılmasını istiyorum.

LÜTFEN İLGİLİLER BU MASUM İSTEĞİME, BENİ DE BU UTANDIRICI SİYASET DİLİNE MUHATAP ETMEDEN YANIT VERSİNLER!

(Önemli not: Bu isteğim kişisel de olabilirdi ama değil! Ben COVID oldum ve iyileştim, altı aylık bağışıklığım olduğu söyleniyor.)

Salgın kırana dönüşürken!..

Salgın kırana dönüşürken!..

Uğur Dündar
SÖZCÜ, 12 Kasım 2020

Salgının başlangıcında neredeyse televizyon sunucularından daha çok ekranlarda görünen Bilim Kurulu üyeleri, asıl konuşmaları gereken tüm kritik dönemeçlerde olduğu gibi yine sus puslar… Sağlık Bakanlığı ise vaka ve hasta sayısını düşürebildiği kadar az gösterme, salgının patlama yaptığını gizleme peşinde…

Ama hayatlarını, hastalarını yaşatmaya adamış, ilk günlerden bu yana gece gündüz demeden can kurtarmaya çalışan değerli hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımız susmuyor.

Kimi görevde bulundukları hastanelerde yoğun bakımın dolu olması nedeniyle başka bölümleri kapatarak yeni yoğun bakım üniteleri yapmaya uğraştıklarını yazıyor, kimiyse hasta yığılması karşısında yaşadıkları çaresizliği duyurmaya çalışıyor.
★★★
Varlığından onur duyduğumuz bilim insanlarımızdan Prof. Dr. Bengi Başer’in paylaştığı şu mesaja bakar mısınız?

“Bugün çok ilginç bir olaya tanık oldum. 112 ambulansı, ciddi bulguları olun Covid pozitif bir hastayı, ‘Listemizde boş yeriniz olduğu gözüküyor’ diyerek acil servisimize bırakıyor ve alelacele uzaklaşıyor. Cami avlusuna bebek bırakır gibi!.. Maalesef bu durumdayız. Ama hayat, maske hariç normal!..”
★★★
İstanbul Tabip Odası (İTO) ise “kırmızı alarm” veriyor.

İTO adına konuşan Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Rukiye Eker ÖmeroğluSÖZCÜ‘de okuduğunuz gibi- salgının kırana dönüştüğünü belirterek acilen alınması gereken önlemleri sıralıyor… Konuştuğum enfeksiyon hastalıkları uzmanları da, hiç vakit geçirmeden en az iki hafta süreyle sokağa çıkma kısıtlaması getirilmesini, temel-zorunlu ve acil mal/hizmet üretenler dışındaki tüm işlerde, çalışmaların durdurulmasını öneriyorlar.
★★★
Ama maalesef salgının başından bu yana alışageldiğimiz ezber değişmiyor ve İstanbul Valiliği 65 yaş ve üzerine saat 10.00-16.00 dışında sokağa çıkma kısıtlaması getirmekle yetiniyor!

Böylece toplumda 64 yaş ve altı için korona tehlikesi yokmuş gibi yanlış bir algı oluşuyor!..
Ayrıca ekonomik krizin, radikal önlemler alma konusunda iktidarın elini kolunu bağladığı anlaşılıyor.
★★★
Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’ya gelince… O, önlem almak yerine uzun süredir benimsediği nasihat verme alışkanlığını sürdürüyor! Maske, mesafe, hijyeni ihmal etmeden sabırlı olmamız ve Covid-19 aşısını beklememiz gerektiğini söylüyor.

Türkiye kara kışa koşarken, henüz herkese yetecek dozda grip aşısını getiremeyen Sağlık Bakanı’nın “Covid-19 aşısını bekleyelim” şeklindeki sözleri, kırana dönüşen ürkütücü salgınla mücadele edenler için, giderek trajikomik olmaya başlıyor.

TTB’nin Covid-19 raporunda korkutan uyarı: : Tsunami bizi bekliyor

TTB’nin Covid-19 raporunda korkutan uyarı: Tsunami bizi bekliyor

Türk Tabipler Birliği (TTB) COVID-19 İzleme Grubu, “Açılmadan Bugüne Türkiye” raporunda Türkiye’nin son altı aylık dönemini değerlendirdi. “Salgın Yönetilemiyor, Fırtına Kapıda” başlığıyla 85 uzman ismin hazırladığı raporda, “Bizi bir tsunami bekliyor. Önümüzdeki kış, bahar ve yaz aylarını aşısız geçireceğimizi bilmek zorundayız” görüşü dile getirildi.

TTB'nin Covid-19 raporunda korkutan uyarı: Tsunami bizi bekliyor

Sözcü‘de yer alan habere göre, TTB’nin Covid-19 pandemisi değerlendirme raporunu TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. D. Sinan Adıyaman, TTB Covid-19 İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, Merkez Konseyi üyesi Prof. Dr. Özlem Kurt Azap’ın katıldığı sosyal medya üzerinden yapılan basın toplantısında Doç. Dr. Osman Elbek açıkladı.
TTB DİNLESEYDİ, BU KADAR ÖLÜM OLMAYABİLİRDİ
Elbek’in sunduğu raporun amacı, “41 i hekim olmak üzere 95 sağlık çalışanı ve 7 bin 506 yurttaşı Covid-19 nedeniyle kaybettik. Tüm amacımız ölümleri önlemektir” şeklinde açıklandı. Rapor sunumu öncesi konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, “TTB’nin önerileri hayata geçirilseydi, bizlerle yapıcı eşitlikçi bir eşgüdüm sağlansaydı bu kadar ölüm yaşanır mıydı?” sorusunu gündeme getirdi.
LİTERATÜRE GÖRE KUSURSUZ FIRTINA GELİYOR
Raporu sunan Doç. Dr. Osman Elbek, grip mevsiminin gelmesiyle birlikte Covid-19 salgının ürkütücü boyutlara varacağına dikkat çekerek şunları söyledi:
  • Salgın yönetilemediğini, ancak fırtına kapıda olduğunu vurgulamak istiyoruz. Fırtınadan kastımız, yaklaşan mevsimsel grip salgınıyla Covid-19 birleştiği bir süreçtir. Bu literatürde kusursuz fırtına olarak adlandırılmakta. Çünkü bu sürecin çok daha fazla ölümcül etkisi olabileceğini öngörüyoruz, bu yüzden fırtına kapıda demeye çalışıyoruz”.

YARGILAMAK DEĞİL, ANLAMAK ÖNEMLİ

Salgının geldiği boyutların bilimsel ölçütlere uyulmadan hızlı ve denetimsiz açılım yapılmasından kaynaklandığı belirtilen raporda, sorunun çözümü için önemli olanın yargılamak değil, anlamak olduğu vurgulandı. Covid-19 pandemisinin insani, tıbbi, ekonomik, sosyal ve siyasal bir sorun olduğunun altı çizildi.

HALA MESLEK HASTALIĞI KABUL EDİLMEDİ

Raporda sağlık çalışanlarının adaletsizce yaklaşımlara maruz kaldığı, hekimlerin kaygı verici düzeyde değersizlik ve tükenme hisleri içinde olduğuna dikkat çekilerek “İçlerinde hak kaybına uğrayacak olsalar da istifa etmeyi düşünen, psikiyatrik destekle ayakta kalmakta çalışanlar var. Birçok ülkede Covid-19 meslek hastalığı olarak kabul edilirken, Türkiye’de meslek hastalığı kabul edilmiyor” denildi.

RAPORDA ÖNE ÇIKAN BAŞLIKLAR

Raporun Covid-19 salgın sürecinin değerlendirildiği bölümünde Türkiye’nin Zayıf ve güçlü yönlerini anlatan Doç. Dr. Elbek şunları söyledi:

– Başarılı olduğu alanlar veya işine yarayacak sahip olduğu avantajlar, sağlık çalışanlarının özverisi ve bilimin gücü. Geliştirilmesi gereken zayıf yönleri ise sağlıkta dönüşüm programı, salgın yönetim yetersizliği, birlikte çalışabilme becerisi olmayışı ve pandemiyi doğru okuyamamak.

Pandemi sürecine olumsuz etki yapan problem ve riskler ve tehdit ise otokratik ülke yönetimi. Türkiye’de tepeden tırnağa her şey artık ortak aklın dışında yürümeye başladı. ‘Ben bilirim’ zihniyeti salgın yönetimi politikasına yapılacak en kötü adımdır. Hep birlikte yönetmeye, bir birimizden öğrenmeye ihtiyacımız var.

– Salgının denetim altına alınma politikasının demokratik ve ortak akıldan geçen bir sistemi tüm Türkiye inşa etmekten geçtiğini görüyoruz. Yaşanan ekonomik kriz ve sağlığın ticarileşmesi, hastanelerin ticarethane olarak kabul edilmesi bir tehdit.”

“BİZİ BİR TSUNAMİ BEKLİYOR”

Elbek, dünyanın hemen tüm ülkelerinde olgu düzeylerinde pikler yaşandığını belirterek “Bu beklenen bir şeydi. Ama Türkiye’nin olgu sayıları hiçbir pike izin vermeden devam etti. TTB olarak Temmuz ve Ağustos’ta uyarı yaptık. Bunun iyi bir şey olmadığını, eğer buna etkin önlem alınmazsa Eylül ayında, grip mevsimine çok yüksek hasta sayısıyla girebileceğimizi ifade etmiştik. Keşke hayat bizi doğrulamasaydı. Şimdi önümüzde bizi bir tsunami bekliyor. Biz yüksek bir toplumsal bulaş havuzuyla bu sürece giriyoruz. Çünkü açılma dönemini bilimsel kriterlere uygun yapmadık” görüşünü dile getirdi.

“65 YAŞ ÜSTÜ DEĞİL, GÖRECE GENÇ İNSANLAR ÖLÜYOR”

Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre Türkiye’deki erkek ölümlerinin, Avrupa bölgesi erkek ölümlerinden daha fazla olduğunun görüldüğünü söyleyen Elbek, 65 yaş üstündekilerin insan hakkının ihlal edildiği bir süreç yaşandığını belirterek sözlerine şöyle devam etti:

“Bizde 65 yaş üstü ölüm oranı daha düşük. Avrupa bölgesinde %88 iken ülkemizde %71. Bir sayın valinin söylediği gibi bir ayağı çukurda olanlar ölmüyor. Görece daha genç insanlar ölüyor. O zaman bu iki nedeni iyice araştırmamız lazım. Tütün kullanımı mı, obezite mi, şeker hastalığı gibi diğer etmenler mi? Eğer ölümleri düşürmek istiyorsak, neden İstanbul, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Marmara’da ölüm hızı yüksek ve daha fazla insan ölüyor, bunu incelemek lazım.”

AŞIDAN 1 YIL ÇOK FAZLA KATKI BEKLENMEMELİ

TTB Covid-19 izleme grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, Covid-19 aşısıyla korunmanın önümüzdeki en az 6 aylık süreçte mümkün olmadığını söyledi. Pala, aşıdaki gelişmeleri şöyle anlattı:

– Dünyada şu anda en kısa sürede uygulamaya geçebilecek aşılara baktığımızda, bu aşıları üretebilecek firmalar 1 yıl içerisinde 300 milyon doz civarında bir aşı üretiminden söz ediyorlar. Yani yıl sonuna kadar aşılar hem güvenilirlikleri, hem de koruyucuları açısından onaylansa ancak bir aşı 300 milyon doz üretilecek. Bu dozun dünyaya yetmesini bırakın, önde gelen birkaç ülke tarafından şu anda ön satın alması bile yapılmış durumda.

– Dolayısıyla ne 2020 yılı için nede 2021 yılının ilk ayları için, en azından ilk 6 ayı için dünya da aşıyla korumanın ciddi bir gündem oluşturmayacağı anlaşılıyor. Dünya Sağlık Örgütü geçen hafta bu konu hakkında önümüzdeki 1 yıl için aşıdan çok fazla katkı beklenmemesi gerektiğinin altını çizdi”.

BÖLGESEL KAPANMALAR GÜNDEME GELEBİLİR

Günlük yeni olgu görülme sıklığının 100 binde 1’in üzerinde olduğu her yere özgü önlem almak gerektiğini söyleyen Pala, “Türkiye’de salgının neredeyse ağırlıklı olarak sınıfsal bir özellik göstermesinden de yola çıkılarak, kamu-özel sektör ayrımı olmaksızın bütün çalışanları ve aileleri için en az 2 hafta sürecek bir kapanma gündeme gelebilir. Ama bu kapanmayı bütün Türkiye için önermek yerine salgının gerçek verileri üzerinden yeni olgu görülme sıklığının nerelerde olduğu belirlendikten sonra tartışmamız gerekir” diyerek filyasyon verilerinin açıklanmasının bulaş kaynaklarının ev, işyeri ortamları, okullar ve toplu ulaşım mı olduğunu verilerine ulaşılacağını, bununda salgının önlenmesinde büyük rol oynayacağını söyledi.

TTB Heyeti, COVID-19 salgını konusundaki görüş ve önerileri ile sağlık çalışanlarının taleplerini Sağlık Bakanlığı’na iletti

TTB Heyeti, COVID-19 salgını konusundaki görüş ve önerileri ile sağlık çalışanlarının taleplerini Sağlık Bakanlığı’na iletti

Adıyaman ve Azap’ın giderek artan sayıda hekim ve sağlık çalışanının COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirmesinden duyulan üzüntüyü ifade etmek ve kayıplara dikkat çekmek amacıyla siyah giysi ve maskelerle katıldıkları görüşmede hekim ve sağlık çalışanlarının içinde bulundukları koşullar ve tükenmişlik, hekim ve sağlık çalışanlarının maaşları ve COVID-19’a yakalanan sağlık çalışanlarının maaşlarında yapılan kesintiler, tarama testleri, grip ve pnömokok aşıları, COVID-19 aşısı çalışmaları, COVID-19 ile ilgili Türkiye verileri ile Tabip Odası yöneticileri ve hekimlere yönelik baskılar konuşuldu.

Prof. Dr. Sinan Adıyaman, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada bir gün önce Sağlık Bakanlığı tarafından TTB Merkez Konseyi ve COVID-19 İzleme Kurulu’na randevu verildiğini; TTB Merkez Konseyi, TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (UDEK) ve Uzmanlık Dernekleri temsilcileri adına TTB tarafından istenen randevunun ise önümüzdeki günlerde gerçekleştirileceğini söyledi.

Pandeminin geldiği noktada kontrolün elden kaybedildiği yönündeki görüşlerini ilettiklerini belirten Adıyaman, Bakan Koca’ya sağlık çalışanlarının sorunlarını aktardıklarını bildirdi. Aile Sağlığı Merkezlerinde (ASM) çalışan aile hekimlerinin hasta oldukları ve rapor aldıkları zaman maaşlarından kesinti yapıldığını belirten Adıyaman, Sağlık Bakanının bu sorunun en kısa zamanda çözüleceğini ve hekim maaşlarıyla ilgili bir düzenlemeye gidileceğini söylediğini aktardı. Adıyaman, bu gelişmenin memnuniyet verici olduğunu belirterek, “TTB yalnız hekimlerin değil tüm sağlık çalışanlarının yanında olmaya devam edecek” diye konuştu.

TTB’ye gelen COVID-19 verilerinin Bakanlığın açıkladıklarından tümüyle farklı olduğunu söylediklerini belirten Adıyaman, Bakanlığın açıkladığı rakamları gerçekçi bulmadıklarını, gerek virüsün yarattığı yükü gösterebilmek ve gerekse bilim insanlarının bu verilerden yararlanarak birtakım öngörüler geliştirebilmelerini sağlamak için kendilerine gelen rakamları açıklamaya devam edeceklerini de sözlerine ekledi.

TTB COVID-19 İzleme Kurulu üyesi Prof. Dr. Özlem Kurt Azap da, Bakan Koca’nın COVID-19’un meslek hastalığı kabul edilmesine ilişkin olarak diğer bakanlıklarla çalışma yürütüldüğünü söylediğini aktardı ve “Bunun takipçisi olacağız” diye konuştu.

Bakan Koca’nın tarama testleriyle ilgili olarak özellikle riskli alanlarda çalışanlarla ilgili bir çalışma yürütüleceğini ve testlerin rutin pratikte uygulanmak üzere bir hazırlık yapılacağını söylediğini belirten Azap, Bakan’ın bunun talimatını da görüşme sırasında verdiğini aktardı.

Prof. Dr. Azap, sağlık çalışanlarının yaşadığı sıkıntılar ve tükenmişlik durumuna ilişkin tespit ve gözlemlerini paylaştıklarını, sağlık çalışanlarının moral desteğe gereksinimlerinin olduğunu ve kişisel koruyucu ekipman (KKE) eksiklerinin herhangi zorlukla karşılaşmadan giderilmesini istediklerini söyledi. Azap, Koca’nın KKE eksiği yaşanmayacağını, bununla ilgili hazırlık yürütüldüğünü ve yine grip ve pnömokok aşısında sıkıntı yaşanmayacak şekilde hazırlık yapıldığını söylediğini bildirdi.

Azap, Türkiye’de COVID-19 ile ilgili yürütülen faz 1 aşamasında aşı çalışması olduğunu, bunun dışında yurt dışında yürütülen bazı aşıların faz 3 çalışmasının da Türkiye’de gerçekleştirileceğini söylediğini bildirerek, “Bundan sonraki çalışmaların şeffaflıkla bizlerle ve kamuoyu ile paylaşılmasını bekliyor ve diliyoruz.” diye konuştu.