Etiket arşivi: Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü

KRT TV Programımız : Sağlık Bakanlığından “Negatif Aktif Vaka” Skandalı

KRT TV Programımız :

Sağlık Bakanlığından “Negatif Aktif Vaka” Skandalı

30 Nisan 2022 Cumartesi gece saat 22:00’de KRT TV’de, başarılı programcı Sn. Semra Topçu‘nun konuğu olduk. Sağlık Bakanlığı Dünya Sağlık Örgütüne Kovit-19 aktif olgu sayısını “-4716” olarak bildirmişti! Aynı gün Sağlık Bakanı Dr. Koca açıklama yaparak bu olanaksız durumu “senkronizasyon hatası” olarak bildirdi. Geriye doğru 14 günlük veriler hatalıydı.

 

Ama bu “hatalı” verilere dayalı olarak 26 Nisan 2022 günü kaçak sarayda yapılan Bilim Kurulu toplantısında AKP = RTE, nerdeyse salgının bitirildiği muştusu verdi! “Hamdolsun“, AKP iktidarı salgının da hakkından pek çok ülkeden önce yüzünün akı ile çıkmıştı! Üstelik Kovit-19‘a karşı dünyada aşı geliştiren 9 ülkeden biri bile olmuştuk! Afrika’da kimi ülkelere bağış yapmıştık..

2021 sonu toplam ulusal geliri 692 milyar Dolara gerileyen (90 milyon nüfusa bölünce 7689$, Dünya ortalaması 12 bin $!), dünya sıralamasında 17. sırada aldığı ülkemizi G20’den düşürerek 23. sıraya indiren AKP = RTE, bir de aşı geliştirmişti! Üstelik 17 çeşit aşı üreten, Cumhuriyet’in armağanı, çok başarılı Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü‘nü 2011’de kapatmış ve aşıda tümü ile dışalıma (ithalata) bağımlı duruma düşmüş bir iktidar..

TURKOVAC adı verilen ve Urfa’da Bakan Koca tarafından “aşı” olarak duyurulduğu 23 Aralık 2022’den bu yana hala Dünya Sağlık Örgütü’ne başvurularak uluslararası aşı belgesi alın(a)mayan, uluslararası bilimsel koşulları yerine getirmeyen ama salgında etkinliği / güvenliği kuşkulu bir sıvıyı, AŞI diye yurttaşına yapabilen bir siyasal kadro!
***
Sağlık Bakanlığı nasıl bir “senkronizasyon hatası” yaptı acaba??
Sokaktaki yurttaş bu süslü sözden ne anladı acaba??
Bakanlık Saray’ın açıklanmasını istediği verilerle mi senkronize olamadı acaba??

Bu hata 14 gün boyunca nasıl sürdürülebildi?
Veri kayıt ve işleme süreçlerinde bir sistem kurulamadığı anlaşılıyor.
“Sistem” kurulmuş olsa ve yaraşır (liyakatli), usta (ehil) ellerde olsa, Dünya Sağlık Örgütü’ne yollanmadan önce birkaç basamakta hata – tutarlılık denetimine alınır ve mutlaka yakalanırdı.

İşin içyüzünü ne yazık ki, şimdilik öğrenemeyeceğiz..
Tıpkı 2020 ve 2021 yılı ölüm verilerini halan öğrenemediğimiz, TÜİK’e açıklattırılmadığı gibi!
***
Salgın gerçekten bitti mi, maske ve öteki alanlarda gevşeme önlemleri yerinde mi??
Ayrıca MHRS’nin (Merkezi Hekim Randevu Sistemi) kaldırılması, Mart 2022 TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) kadrolarının 6 binden 12 bine çıkarılması, sağlıkta şiddet ve hekim göçü de konuşulan sorunlar arasında idi. İzlemek için lütfen tıklayınız.. (https://youtu.be/34gb8Yh0f2w)

Program 21:00’de başlıyor, biz 22:00’de katıldık..

Şu hesapları yaptık    :

30 Nisan günü yoğun bakımda yatan kovit-19 hasta sayısı 975. Sağlık Bakanı Dr. Koca’nın düzelterek açıkladığı aktif hasta sayısı 17,259. Ülkemizde Omicron varyantının egemen (baskın) olduğu düşünülmekte. Klinik tablo hafif, ayakta geçiyor, hastaneye yatma ve hele hele yoğun bakıma düşme oranları önceki varyantlara göre oldukça düşül.. 1/100’ün altında. 1/100 kabul edilirse, 975 x 100 ? 97,500 aktif hasta beklenir o gün. Ama açıklanan 17,259.. Beklenenin 1/6’sı!!?? Niçin???

Son 1 haftada önceki haftaya göre olgu sayısında dünya genelinde %12 azalma varken bizde %36! Ölüm sayılarında azalma aynı sırayla %7 ve %22. Türkiye, dünyadan farklı ve üstün olarak  ne yapıyor da, olağanüstü hızla olgu ve ölüm sayıları azaltılabiliyor??

Üstelik son 4-5 haftadır, yapılan toplam aşı dozu 147 milyonu aşıp 148 milyon olamadı! Günde 15-20 bine düştü aşılama.

  • Uyaralım : Toplum bağışıklığı artmayıp azalıyor ve %30 dolayında, son derece yetersiz.
  • Dünya Sağlık Örgütü “SALGIN HENÜZ KESİNLİKLE BİTMEDİ” diye ısrarla uyarıyor.
  • Yeni 2 varyantı “tehlikeli” olarak kayda aldı ve duyurdu..
  • Turizm mevsimi geliyor, Avrupa Kovit-19 kaynıyor, Uzakdoğu da öyle, hangi önlemimiz var?
  • Dünya Sağlık Örgütü’nün hemen hemen hiçbir önerisi yerine getirilmiyor.
  • Böyle giderse; yazın değilse bile Sonbaharda yeni bir dalga ile karşılaşma riski az değil! 
    ***

Türkiye hemen her bakımdan yönetilemez bir aşamaya sürüklenmiş bulunuyor.
Bu tablo sürdürülemez.
Ya AKP = RTE iktidarının aklını başına alarak silkinmesi, uçuruma gidişi frenlemesi ya da iktidarı bırakması gerekiyor.
Milyonlarca insan yoksul, yeterli – dengeli beslenemiyor, işsiz, konut koşulları elverişsiz, borçlu, ruhsal olarak gerilimde ve kaygı içinde; BAĞIŞIK SİSTEM STRES ALTINDA…
Bu sonki hastalıklarla savaşta kritik.
Yeni bir dalga riski ciddi olarak vardır ve gerçekleşirse, açıklayageldiğimiz gerekçelerle çok yıkıcı  olur.
Bir kez daha uyarmış olalım..
Bereket Ulusumuz bizi dikkatle izliyor ve geribildirimleri ile güvenini bildiriyor.
26 Nisan 2022 günü, kaçak sarayda RTE başkanlığında bilim kurulu toplantısının hemen ardından paylaştığımız aşağıdaki tweet iletimiz 1 milyon okuyucuyu çok aştı…


Bilgi ve ilginize saygı ile sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 02 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

 

Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı?

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı?


Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı? – Son Dakika Özel Haberler Köşe Yazıları (veryansintv.com)

Sonda söyleneceği baştan söylemekte sakınca yok!

Milli Mücadele’yi yapanları, Cumhuriyet’i kanları, canları pahasına kuranları ve devrimleri yaşama geçirenleri saygıyla anma görevi hiç ama hiç göz ardı edilmemeli. Anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Her geçen gün öğrendiğim ve varlığının farkına vardığım gerçekler başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtarıcılara, Cumhuriyetçilere ve Devrimcilere olan hayranlığım ve saygım katlanarak artırıyor.

Tarihimiz kuru kuruya ve bir olaylar zincirinin zamandizinsel (kronolojik) anlatımına indirgendiği için pek çok şeyin farkına varmakta zorlandığımız ve dolayısı ile değerbilirlik duygularımızın her geçen gün köreldiği açıktır.

23 Nisan 1920’de Milli Mücadele’yi yürütsün ve yönetsin, egemenliği gökten yere indirsin diye açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk aldığı kararlardan birinin salgın hastalıkları denetim almaya yönelik olduğu neredeyse bilinmez.

Milli Mücadele’yle birlikte İstanbul’dan Anadolu’ya yoğun bir insan ve silah akımı oluştuğu biraz olsun öğrenilmiştir. Ancak, bu akımın içinde mikropların da bulunduğu bir başka bilinmeyen olarak öğrenilmeyi beklemektedir.

Tıbbiyeli Hikmetler “Ya İstiklâl Ya Ölüm” diye haykırmakla kalmamış, İstanbul’dan zor koşullarda, bin bir güçlükle kaçırdıkları mikroplarla Ankara Cebeci’de aşı üretimine girişmişlerdir. Milli Mücadele’de yer alanlar askerlerimizin ve Anadolu halkının yalnızca tüfek ve çelikle ölüme gitmediğinin fazlasıyla farkındadır. O dönemde Anadolu’da kol gezen sayısız bulaşıcı hastalık da hem savaşın temel öğesi askerlerimizi hem de Anadolu’nun yoksul ve yoksun halkını yaşamdan kopartmaktadır.

  • İşte o Tıbbiyeli Hikmetler Cebeci’de kısıtlı olanaklarla ürettikleri aşıları cephede kullanıma göndermezden önce kalite denetimini de kendilerine uygulayarak tamamladılar.

Öncülleri binlerce yıl öncesine dayansa da modern aşının 200 yıllık geçmişi olduğu unutulmamalı. Bu geçmişte biz Türklerin etkisi ve kullanımı da gözden kaçmayacak denli belirgindir.

Cumhuriyet kurulur kurulmaz toplum sağlığı ve koruyucu hekimliği her şeyin önüne koyan kurucu kadronun ilk işlerinden birisi de Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kurmak oldu. Bundan 10 yıl önce varlığına son verilen bu kurum, günümüzde varlığını sürdürmüş olsaydı Covid-19 aşısı geliştirmede birkaç adım önde olmaz mıydık diye hayıflanmamak elde değil.

Salgının aşı evresinde iki ileri bir geri yapan ülkemizde olan bitene kafa yorarken kimilerinin aşağıladığı, itip kakmaya çalıştığı 1930’lar Türkiye’sinde çıkartılmış bir yasayı üşenmedim okudum. Yazıya başlarken sıraladığım övgü sözlerini yazmamda bu yasanın önemli etkisi olduğunu unutmadan eklemeliyim.

Yasa 1930’da çıkartılmış. 300’ü aşkın maddeden oluşmakta. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte yapılan uyum değişiklikleri dışında günümüze gelene dek neredeyse hiç değişmemiş. Bu durumu yasanın geliştirilmemesine bağlamak da olası olmakla birlikte, yasanın bugünün gereksinimlerine karşılık verecek denli kapsamlı ve öngörülü olmasına bağlamak çok daha doğru olur.

Yasa toplum sağlığını korumak, bulaşıcı hastalıklarla baş edebilmek için pek çok düzenlemeyi kapsarken, bildirimi zorunlu hastalıklar, karantina, aşılama, hastalığa neden olan etkenlerin ortadan kaldırılması gibi kavramlara da yer vermiş.

Aşılamanın en önemli koruyucu sağlık aracı olduğu yasanın iliklerine işlemiş dense yeridir. Aşılamanın ücretsiz olması, devletin görevi olduğunun altına çizilmesi ve kurumlara da çalışanlarını aşılatma görevinin verilmesi önde gelen başlıklar olarak dikkatimi çekti.

Okurdan yasanın tümünü okumasını beklemek yerine güncel salgınla bağlantısından yola çıkarak oluşturduğum seçkinin kısa ve kolay okunur olduğunun altını çizmeliyim.

Küresel ölçekte özellikle yoksul ülkelerde aşıya erişimin sorun olmayı sürdürdüğünü biliyoruz. Buna karşılık kişi başına 10 doza varan aşı edinmiş varsıl ülkeler olduğunu da. Türkiye ölçeğinde zaman zaman aşı kısıtı yaşansa da son aylarda böyle bir sorunun olmadığını söyleyebiliriz.

Sağlık Bakanı’nın hemen her gün ya kameralara karşı sözlü olarak ya da sosyal medya iletileriyle halkı aşılanmaya çağırdığını ve bu çağrıyı yaparken kimi zaman yalvar yakar olduğunu bilmeyenimiz olmasa gerektir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu okuduktan sonra kafamda bir soru belirdi. 1930 tarihli 91 yaşındaki bu yasayı az önce değindiğim gibi sokaktaki vatandaşın okumasını beklemek gerçekçi olmazdı. Ama, Sağlık Bakanı, bürokratları ve başka ilgililer de mi bu yasayı okuma zahmetine katlanmamışlardı?

Deyim yerindeyse bugünün gereksinimlerini de bire bir öngörmüş olduğu hemen her satırına sinmiş olan bu yasa varlığını sürdürürken sayın bakan başta olmak üzere yetkililerin umarsızlık sergileyen söylemleri anlaşılır gibi değildir.

Bir deneyimle sürdüreyim. Geçenlerde hastam olan genç bir hemşirenin ocak ayındaki ilk doz Covid-19 aşısı sonrasında aşılanmadığını fark ettim. Sorguladığımda gerekçesinin geçersiz olduğu açıktı. Zaman yitirmeden aşılanmasını öğütledim. Bir şeyi daha sorgulamak gerektiğini düşündüm. Bu kişi bir üniversite hastanesinin yoğun bakımında çalışmaktaydı. Kurumu böylesi bir eksikliği bu zamana gelmeden fark edip gereğini yapmalıydı. 1930’da yazılan ve yapılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu kurumlara da sorumluluk verip aşılanmayanları pek çok ortamda bulunmaktan yasaklarken günümüzde bu önemli eksikliğin gözden kaçırılmış olması akıl alır gibi gelmedi bana.

Yine geçenlerde haber olmuştu. Bir devlet hastanesinde aynı zamanda yönetici de olan bir hekimin aşılanmadığı ve Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdiğiydi haberin konusu. Hekim, aşı karşıtı ve hastane yöneticisi. Bu üçünün bir araya gelmesine nasıl seyirci kalınabilir? En verimli çağında bir hekimin yaşamdan kopması kabul edilebilir mi?

Bir yanda salgını bitirecek anahtar gereç olan aşı konusunda karşıtlık/kararsızlık sergileyen yurttaş, öbür yanda yasalar açık seçik gereğini yapma görevini vermişken oralı olmayan yöneticiler.

Salgın böyle sorumsuz ve duyarsız davranarak bitirilebilir mi?

Umudumuz virüste. Bugüne dek ortaya koyduğu kendisi açısından yararlı mutasyonlar yerine bir kez olsun insan yararına evrimleşmesinde.

Başta yazdıklarımı yineleyerek bitireyim.

Cumhuriyet’i kuranlara ve onu sağlam temeller üzerinde yükseltenlere bir kez daha şükranlarımı sunarım.

Not: 1930’da çıkartılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ndan yaptığım seçkiye göz atılabilir. Önemli bulduğum alıntılar yapmaya çalıştım. Cumhuriyet kadrolarının değişmez rehberi olan akıl ve bilimin günümüzde o denli önemsenmemiş olması ilk bakışta şaşırtıcı görünse de post modern çılgınlık ve ona ülkemizde (ve elbette tüm dünyada) eşlik eden bilgi kirliliği anımsandığında olağan bir durumdur.

ANKA HABER AJANSI’NA DEMECİMİZ..

HALK SAĞLIĞI UZMANI SALTIK:

“GRİP AŞISI UYGULAMADA GEÇ KALIRSAK COVİD’LE BİRLİKTE GRİP TABLOSUNU DÜŞÜNMEK BİLE İSTEMİYORUM”

CEM HAYAT
Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, yaklaşan grip mevsimi öncesinde, grip aşılamalarında geçen yıl olduğu gibi bu yıl da gecikme yaşanması durumunda büyük sorunlarla karşılaşılabileceği uyarısında bulundu. Saltık,
  • “Eğer yaygın grip aşısı uygulamada geç kalırsak Covid’le birlikte grip tablosunu düşünmek bile istemiyorum” dedi.
Ahmet Saltık, ANKA Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, geçen sene 70 TL dolayında olan grip aşısı fiyatlarının bu sene 120 liraya yükseldiğini, aşı fiyatında yaklaşık %70 oranında bir artış meydana geldiğini belirtti. Saltık, “Burada da ister istemez aracı firmaların kârları, komisyonları, rantlar, rüşvetler araya giriyor. Sağlık Bakanlığı’na, ‘Kimlerle ne anlaşma yaptın, bunları aracı şirketler eliyle mi ithal edeceksin yoksa Devlet Malzeme Ofisi eliyle mi ithal edeceksin, görebilir miyiz sözleşme metinlerini??’ desek, ‘Ticaret sırrı’ diyecekler ve açıklamayacaklar. Yani bulaşıcı hastalıklarda da AKP iktidarı affetmiyor.” dedi.

Saltık’ın açıklaması şöyle:

“ZAMANINDA SİPARİŞ BAĞLANTILARI YAPILMAZSA GEÇEN YIL OLDUĞU GİBİ SIKINTI YAŞAYABİLİRİZ”

“Yeni grip mevsimi başlamak üzere. Ekim ortalarında genellikle grip mevsimi başlıyor. Sağlık Bakanlığı, bu yıl grip aşılarının ne ölçüde sipariş verildiğini, kaç doz getirildiğini, getirileceğini henüz açıklamadı. 65 yaş üstündeki insanlara kural olarak grip aşısını öneriyoruz. Türkiye’de 65 yaş nüfus, aşağı yukarı Türkiye nüfusunun %9’u. Bu da 7,5 milyon dolayında nüfusa karşılık geliyor. Geçtiğimiz yıl 2 ya da 2,5 milyon dozu aşamadı, Sağlık Bakanlığı’nın aşı sağlaması. Bu yıl da uyarmayı sürdürüyoruz; ‘Grip mevsimi yaklaşıyor, grip ve zatürre aşılarını sağlamak gerekiyor’ diye. Sağlık Bakanlığı’ndan bu yönde bir açıklama ben henüz duymadım. Belki erken olduğunu düşünüyorlar ama zamanında sipariş bağlantıları yapılmazsa geçen yıl olduğu gibi sıkıntı yaşayabiliriz.

“TÜRKİYE’NİN 10 MİLYON DOZ GRİP AŞISINA GEREKSİNİMİ VAR”

Ayrıca bu yıl, geçen yılki bu dönemlere göre salgını çok daha ağır yaşıyoruz. Bir yıl önceki verilerden daha beter verilerimiz var. Toplum bağışıklığı yetersiz ve Covid-19 salgınını baskılayamadık, sönümlendiremedik, denetim altına bile alamadık. Bir ay kadar sonra mevsimsel grip olguları (vakaları) başlayacak. Grip, her yıl DSÖ’nün kestirimlerine göre 290 bin ile 650 bin arasında cana alıyor. Dünyadaki toplam yıllık ölümler de yaklaşık 58 milyon dolayında. Dolayısıyla her 100 (yüz) ölümden 1’i grip kaynaklı. Bu, üst sınırdan oran. 290 bini ölçü alacak olursak her 200 ölümden 1’i grip kaynaklı. Dünya genelinde böyle, Türkiye verileri de buna yakın. Covid-19, gribe göre 10 kat dolayında daha çok öldürücü gidiyor. Ancak ikisi birlikte olursa ölüm oranları daha da artacak, hastalık komplikasyonları daha da artacak. O yüzden bu yıl grip aşılarının ve zatürre aşılarının Ekimin ortasına kalmadan, Ekim başına çekilmesinde yarar var. Türkiye’nin demek ki 65 yaş üstü insanları alırsak en az 7,5 milyon doz, geçen yıl sağlananın 3 katı grip aşısına gereksinimi var. 65 yaş altı olanlardan da belli sağlık sorunları olanların grip aşısı olma gerekliliği var. Demek ki Türkiye’nin yaklaşık 10 (on) milyon doz dolayında grip aşısına gereksinimi var.

“GRİP AŞISI UYGULAMADA GEÇ KALIRSAK COVİD’LE BİRLİKTE GRİP TABLOSUNU DÜŞÜNMEK BİLE İSTEMİYORUM”

Eğer yaygın grip aşısı uygulamada geç kalırsak Covid’le birlikte grip tablosunu düşünmek bile istemiyorum. Grip olguları artacaktır, bulgular da Covid’i andırıyor. Dolayısıyla klinik muayenede ‘bu griptir, bu Covid’tir’ diye ayırma şansımız yok. Çok büyük olasılıkla bu tür olgularda teste başvuracağız. Yeni geliştirilen bir test var. Kombine, birleşik test diyelim. Bu testte hem grip virüsleri aranıyor hem de Covid-19 virüsleri aranıyor. Dolayısıyla bu çifte testi yaparak ancak ayırt edebiliriz. Bu da sağlık hizmetleri açısından ek bir yük.

“KANAL İSTANBUL’UN PARASININ 20’DE BİRİNE GRİP AŞILARI YURTTAŞLARA ÜCRETSİZ YAPILABİLİR”

Bu yılki fiyatlara göre bir grip aşısı 15 dolara geliyor. 10 milyon doz dersek, bu da 1,5 milyar dolara yakın bir rakam yapar. Gerçekte az değil. Türkiye bir talan ekonomisi altında kıvrandığından bunlara yeterli kaynaklar bulunamıyor! Grip aşılarının bu Covid salgınının ortasında devlet desteğiyle yaygın olarak yapılmasında ben de bir Halk Sağlıkçı olarak ciddi yarar görmekteyim. İstenirse bu karşılanabilir. İstanbul Kanalı için 20-25 milyar dolardan söz edilirken bu paranın belki de 20’de biri gibi bir tutarla ülkemizde grip aşıları yurttaşlara ücretsiz sağlanabilir. Dolayısıyla Bakanlığı ben de davet ederim. Grip aşılarının bu yıl, hekimlerin gereksinim gösterdiği herkese ücretsiz yapılması son derece yerinde olur.”

Saltık, grip aşısı fiyatındaki yükselişe ilişkin de şunları söyledi:

“AKP İKTİDARI BULAŞICI HASTALIKLARDA DA AFFETMİYOR”

“Türkiye, ne yazık ki aşıda kendi özyeterliğine sahip bir ülke değil. Özellikle 2011’den sonra, Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün AKP iktidarınca kapatılmasından sonra, tümüyle dışarıdan almakta. Özellikle bir uluslararası tekel piyasası oluşmuş durumda. Paramız pula düşmüş durumda. Yabancı dövizler karşısında sürekli değer yitiriyor, bu nedenle böyle katlanılmaz bir pahalılık var. Bir de aracı firmaların kârları, komisyonları söz konusu. DMO (Devlet Malzeme Ofisi) eliyle dışalım yapılsa (ithal edilse) dürüstçe, saydamca her aşamada bunları görebilsek, bu denli fiyat şişirmesi (spekülasyonu) olmayacak. Geçen yıldan bu yana 70 TL’den yaklaşık 120 liraya yükseldi. Aşağı yukarı %70 zamma karşılık geliyor. Dolarda ya da Euro’da %70 düzeyinde enflasyon yaşamadık. Yaşanan enflasyonun çok üzerinde bir artış. Burada da ister istemez aracı firmaların kârları, komisyonları, rantlar, rüşvetler araya giriyor. Sağlık Bakanlığı’na, ‘Kimlerle ne anlaşma yaptın, bunları aracı şirketler eliyle mi ithale edeceksin, yoksa Devlet Malzeme Ofisi eliyle mi ithal edeceksin, görebilir miyiz sözleşme metinlerini?’ desek, ‘Ticaret sırrı’ diyecekler ve açıklamayacaklar. Yani bulaşıcı hastalıklarda da AKP iktidarı affetmiyor.” (15.09.2021)

https://ankahaber.net/haber/detay/halk_sagligi_uzmani_saltik_grip_asisi_uygulamada_gec_kalirsak_covidle_birlikte_grip_tablosunu_dusunmek_bile_istemiyorum_54162

https://mobile.twitter.com/ankahabera/status/1438107955946299392

 

 

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi?

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi? Konunun uzmanları Cumhuriyet‘e anlattı

AKP iktidarı, Atatürk’ün kurumlarını kurgulu ve bilinçli şekilde yok etti. Tarihçi Prof. Hakkı Uyar, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık ve eski THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş, Cumhuriyet kurumlarının başına gelenleri anlattı.

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi? Konunun uzmanları Cumhuriyet'e anlattı

Siyasal İslama sarılarak dini duyguları suiistimal edip Atatürk devrimlerinden ve Cumhuriyet’ ten rövanş alma hayaline kapılan AKP iktidarı, Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet kurumlarını birer birer ortadan kaldırdı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında dünyaya aşı ihraç eden Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatarak, koronavirüs salgınına karşı tek silah olan aşı konusunda Türkiye’yi dışa bağımlı hale getiren AKP iktidarı, Atatürk’ün “istikbal göklerdedir” diyerek kurduğu Türk Hava Kurumu’nu (THK) batağa sürükleyip orman yangınlarını yurtdışından gelen uçaklarla söndürmeye çalışıyor. Tarihçi Prof. Hakkı Uyar, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık ve THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş, Cumhuriyet’e konuştu.

‘BEKA SORUNUNA DÖNÜŞECEK’

Tarihçi – yazar Prof. Dr. Hakkı Uyar: 

Atatürk, devleti kurumsallaştırmak için elinden gelen çabayı yaptı. Tanzimat ile başlayan bir kurumsallaşma süreci Cumhuriyet ile birlikte tepe noktaya çıktı. Bunun içinde Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü de var, Türk Hava Kurumu da var. Bunların hepsi Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan kurumlar. Bu kurumların tekrar elbirliğiyle modernize edilmesi, korunması ve yaşatılması gerek.  Bu kurumlar Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını sağlayacak olan kurumlardır. Bunların içini boşalttığınız, bu kurumları tasfiye ettiğiniz zaman aslında tasfiye ettiğiniz şey Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi oluyor. Yani devleti de tasfiye ediyorsunuz. Bir iktisat devleti olacağım, modern bir devlet kuracağım çabasıyla bugün geldiğimiz yerde Cumhuriyet’in kurucu kültürünün idealini tahrip ediyoruz

Umarım daha fazla bir bedel ödemeden bu kurumsal yapıya, geleneksel Cumhuriyetin kültürüne geri dönerek, gücü tek adama veren ve Cumhuriyetin kurumlarını tahrip eden yapıdan çıkarız. Yoksa bu, Türkiye için gerçekten beka sorununa dönüşecek. Eski Türkiye’nin Hıfzıssıhha Enstitüsü olsaydı Türkiye aşılama sürecinde daha başarılı olurdu, dışa bağımlı hale gelmeyebilirdi. Yine Atatürk döneminde THK’ye gösterilen önem bugün olsaydı yangın söndürmede bu kadar zor durumda kalmazdık, dış desteğe ihtiyaç duymazdık. Bu duruma düşmek üzüntü verici. Bir devleti yaşatan, kurumlarının gücüdür.
****

‘YIKIM SÜRECİ KURGULU ve BİLİNÇLİ’

Halk Sağlığı Uzmanı
Prof. Dr. Ahmet Saltık:

Ülkemiz ne yazık ki son 19 yılı aşkın bir süredir yıkıma uğratılmakta.
Çarpıcı olanı ise bu yıkım sürecinin kurgulu ve bilinçli oluşu.
Şu anda siyasal iktidarı elinde bulunduranlar bir misyonla görev başına getirildiler.
AKP bir proje partisi!

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmanın, bölmenin, parçalamanın,
  • Sevr’in intikamını almanın ve Lozan’ı çöpe atmanın bir projesi.
  • İktidar bunu yapıyor.

Nitekim ulusal bayramlarımızın ve andımızın yasaklanması gibi pek çok sistematik yıkıma uğradık.

Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü 1928’de yasayla kuruldu. Çok başarılı oldu; aşılar, serumlar, biyolojik ürünler geliştirdi ve üretti. 1938’de Çin’de çıkan kolera salgınına destek verdi, 1 milyon doz aşı gönderildi. ABD ordusuna da 2. Dünya Savaşı’nda aşı sağladı… 1998’den başlayarak bu Enstitünün çalışmaları tavsadı. Teknolojisi yenilenmedi, adım adım bu sürece ilerledi… Sonunda 2011’de şimdiki AKP iktidarı kapısına kilit vurdu. Denildi ki; küreselleşme var, biz aşıları dışarıdan alırız. Ama Kovit-19 pandemisi sırasında aşı stratejik bir ürün durumuna geldi. Batılı emperyalistler önce kendilerini gözettiler, nüfuslarının kezlerce katı aşıya el koydular ve Türkiye bir aşı sorunu yaşadı, hâlâ yaşamakta.

Halbuki demokratik, gelişmiş, uygar ülkeler kurumlarıyla yol alırlar.

Salgın yönetimi siyasetin güdümünde, bilimin dışında; politik, ticari, ekonomik ve popülist beklentilerle yapılmaya çalışıldı ve olmadı.

Çünkü aklı ve bilimi, özerk bilimsel kurumları rehber almak yerine

  • Bütün yetkileri, otoriteyi tek adama bırakan dünyada örneği görülmemiş bir ‘sultani rejim’ inşa edildi.

Türkiye’ye bu tür kurumların yeniden kazandırılması gerek. Bu tür kurumlaşmalar olmadan da Türkiye sorunlarını çözemiyor salgın örneğinde gördüğümüz gibi.
***

‘THK’Yİ KASASI DOLU DEVRETTİM’

Eski THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş:

Ben 100 trilyon borçla aldım, borçsuz 30 trilyon para arkadaşlara devrettim. 20 trilyon yatırım yaptım. 2000-2003 arası hal böyleyken şu anda böyle… Eğer her şey düzgün gitseydi, Atatürk’ün kurumları doğru yönetilseydi hiç bunlar olmazdı. Borçlu duruma düşmediğiniz takdirde kayyum filan gelmez size.

  • Atatürk’ün kurumlarını yönetenlerin de Atatürk’e layık olacak şekilde yönetmeleri gerekiyor.

TARİH BOYUNCA AŞI KARŞITLIĞI

Dr. Ceyhun BALCI

Tarih, geçmişi bilmeyi sağladığı gibi bugünü anlamayı ve geleceği kurgulamayı sağlamada önemli vazgeçilmezimiz. Aşı karşıtlığının ya da kuşkuculuğun aşıyla yaşıt bir olgu olduğunu bildiğimizde tarihte yaşananların yanı sıra günümüze yansımalarının önemi de ortaya çıkmış olur.

Jenner’ın çiçek aşısı

Jenner’ın buluşuyla yaşamımıza giren aşının Batı dillerindeki karşılığı olan Vaccine, Latince sığır demek olan Vacca’dan köken almış. Binyıllar boyunca milyonlarca can alan çiçek virüsü ancak etkili bir aşıyla durdurulabildi. Bu yazıyı yazarken belleğim beni çiçek aşısı olduğum ilkokul yıllarıma götürdü. Çiçek aşısının izi sağ kolumda benimle birlikte var olmayı sürdürüyor. Seksenli yıllarda (AS: 1978’de) çiçek hastalığının kökü kurutulunca aşısı da aşılama izlencesinden çıkartıldı. Çiçek mikrobu günümüzde varlığını ancak laboratuvarlarda sürdürebiliyor.

İlk modern aşı olan Dr. Edward Jenner’ın çiçek aşısını yaptıracakları korkutmak için söylenenler :

“Bu aşıyı yaptırırsanız inekler gibi boynuzlarınız çıkacak. Kadınlarımız yakın gelecekte inek kılıklı erkeklerle aşk yaşamak zorunda kalacaklar.” (İlk çiçek aşısı inekte çiçek hastalığına yol açan virüsten üretildiği içindir inek benzetmesi) Çiçek hastalığı Jenner zamanında bile hastalandırdığı her 5 kişiden birini yaşamdan kopartmaktaydı. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan çiçek salgınları sayısız insanı öldürmekle kalmadı. Tarihin yeniden yazılmasına bile yol açtı. Yalnızca Jenner’ın çiçek aşısının 530 milyon insanın yaşamını kurtardığı hesaplanmış.

Az önceki bölümcede bugün gülümsememize yol açmaktan öte anlam taşımayan (!) sözlere dinci çevrelerin aşılama yoluyla hastalığı önlemeyi Tanrı’nın işine karışmakla özdeş tutmalarını eklemekte yarar var.

Aşı-aşı karşıtlığı : Ayrılmaz ikili

Çiçek hastalığına karşı kitlesel aşılamayla birlikte kendisini gösteren aşı karşıtlığı/kuşkuculuğu hemen her dönemde varlığını korudu. Bu süreçte, adının önünde akademik unvanlar taşıyan hekimler, gazeteciler, entelektüeller ve elbette konuyla uzaktan yakından ilintisi olmayan, en küçük birikimi bulunmayan sayısız kişi azılı aşı karşıtı olarak kamuoyunu etkileyebildi.

Hemen vurgulamakta yarar var!

Aşı karşıtı topluluk kendi içinde son derece farklı eğilimleri barındırmaktadır. Liberaller, muhafazakârlar, dinciler ve kendisini sosyalist olarak tanımlayanlar başta olmak üzere akla gelebilecek her eğilimden insana rastlanabilir bu ortamda. Özellikle proletaryada, üst sınıfların aşı aracılığıyla kendileri üzerinde egemenlik kurmak isteyebilecekleri kuşkusunun baskın olduğunu eklemekte yarar var.

Bu ve benzeri eğilimlerle savaşım için “aşı zorunluluğu” koyan yasaların çıkartılması çözümden çok sorunun parçası oldu. İngiltere’de Leicester, aşı karşıtı cephenin başkentine dönüştü. İngiltere’de XIX. yüzyıl ortalarında aşılanmayı zorunlu kılan yasanın aşı karşıtı etkinlikleri kışkırtıcı ve özendirici bir sonuca yol açmış olması aşıyı zorunlu tutma konusunda iyi ve ayrıntılı düşünme gereğini fazlasıyla ortaya koymuştur.

Zorunlu aşıyla ilgili ülkemiz deneyimine de değinmekte yarar var.

Türkiye’de aşı

Bilimde üretken olmayan Osmanlı’nın bilimsel buluşların ürünü olan teknolojinin önde gelen alıcısı olduğu bilinir. Bu kapsamda çiçek aşısının uygulanması için 1885’te dünyada da bir ilk olan Çiçek Nizamnamesi çıkartılmıştır. Aşılanmayan kişiler askeri ve yatılı okullara alınmayarak aşılanmanın özendirilmesi amaçlanmıştır. İzleyen yıllarda bebeklerin aşılanması ve çocuklarını aşılatmayan ailelerin yaptırıma uğratılması yasaya (AS: Nizamname; Tüzük) eklenen diğer maddelerdir.

Osmanlı’daki yasaya (AS: Tüzüğe) 1915’te eklenen maddeyle her Osmanlı vatandaşının 6 aylıkken, 7 yaşında ve 19 yaş sonunda olmak üzere üç kez aşılanması zorunluluğu getirilmiştir.

Cumhuriyet’le birlikte önem kazanan toplumcu ve koruyucu sağlık anlayışı doğal olarak aşıyı da kapsamıştır. Türkiye, Cumhuriyet’le birlikte aşı müşterisi olmak yerine aşının üreticisi olma yoluna gitmiştir. Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, kapatıldığı 2011 yılına dek hemen her aşıyı üretebilme yeteneğine sahip bir kurum olarak son derece verimli olmuştur. Osmanlıcı anlayışın Enstitüyü kapatmasıyla birlikte yeniden aşı alıcılığı dönemi başlamıştır. Günümüz salgın koşullarında bu müşteriliğin tavana vurduğu ortaya çıkan bağımlılıkla kendisini göstermiştir.

Aşı karşıtlığı aşılarla birlikte gelişip serpiliyor

Çiçek aşısını izleyerek yaygın kullanıma giren Difteri-Tetanus-Boğmaca üçlü aşısı da aşı karşıtlarını harekete geçirmiş. Özellikle nörolojik belirtilerden sorumlu tutulan bu üçlü aşıya yönelik karşıtlık kabarması 1974’te % 81 olan aşılanma oranlarını 1980’de % 31’e  düşürecek denli etkili olmuş. Sonuç mu? Yirmi birinci yüzyılda uzayın derinliklerine yolculuk yapmayı tasarlayan insanlık boğmaca salgınlarıyla baş etmek zorunda kalmış. 2021’de İngiltere’de 9300 boğmaca olgusu kayıtlara geçmiş.

Acıklı olaydan güç alan aşı karşıtlığı

Aşı tarihindeki acıklı olayların da aşı karşıtlığına katkıda bulunduğu unutulmamalı. Örneğin, XX. yüzyıl başında kullanıma sokulan Tüberküloz aşısı ilk üretildiğinde canlı bakterilerin aşıya karışması ölümlere yol açınca bu aşının yeniden kullanıma girmesi için 2. Dünya Savaşı’nın sonu beklenmiş. Aşı üretiminin değilse bile güvenliğinin emekleme aşamasında olduğu yıllarda BCG aşısının başına gelenin aşı yandaşlarını düş kırıklığına uğrattığı kuşkusuzdur. Ancak, ilerleyen yıllarda bu sorun aşılacak ve BCG aşısı dünyanın özellikle toplumcu tıp anlayışını benimseyen ülkelerinde vereme karşı önemli savunma gereci olacaktır.

Jonas Salk : Güneşin patenti mi var ki aşının olsun?

İkinci Dünya Savaşı sonrasında aşı konusundaki bir başka önemli adım çocuk felci aşısının kullanıma sokulması olmuştur. Bu ölümcül ve engelli bırakıcı hastalığın iki aşısından birini bulan Jonas Salk’ın insanlık tarihine bir diğer önemli katkısı “Güneşin patenti mi var da aşını olsun!” sözleriyle aşıdan kazanç sağlama fırsatını elinin tersiyle itmesi olmuştur. Aşı gibi önemli bir koruma gerecinin ticari nesneye dönüştürülmesine engel olan Salk bu davranışıyla aşı karşıtlığının önünü kesmeye de paha biçilmez katkıda bulunmuştur.

The Lancet, Wakefield ya da “fakefield” (Sahtebilim)

Gelelim aşı karşıtlığı/kuşkuculuğu yandaşlarına önemli fırsat sunan kilometre taşı niteliğindeki gelişmeye! Şimdilerde hemen herkesin adını duyduğu The Lancet dergisinde bundan 30 yıl kadar önce yer alan 12 olguluk çalışmayla Kızamıkçık-Kızamık-Kabakulak üçlü aşısının otizme yol açabildiği öne sürüldü. Yanlışlık anlaşılsa da, yazı geri çekilip yok sayılsa da, yazarın hekimlik yetkileri (AS: İngiltere’de) elinden alınsa da aşı karşıtlarının kullanımına altın tepside sunulan sahte bilim ürünü bugün de tepe tepe kullanılmaktadır.

Aşı karşıtlığı insanlık zaman çizgisinde ileriye giderken hızla yaygınlaştı. Modern tıp anlayışıyla ilintilendirilen endüstriyel tıp anlayışının akla, bilime ve vicdana sığmaz yanlışları da bu yaygınlaşmada etken oldu. Bugünlerde çok da tartışılmayan The Lancet’in aşı karşıtlığı cephesine yaşam öpücüğü sunan makalesine başkaca popüler bilim dergilerinden de destek geldi. Örneğin, New Scientist dergisi şifa kristalleri palavrasıyla elektronik ortamda bir siteye bağlananların hastalıklarından kurtulabilecekleri şarlatanlığına aracı olabildi.

Anayasa Mahkemesi’nin aşı kararı

Aşı karşıtlığının ülkemizdeki önemli kilometre taşının Anayasa Mahkemesi’nin 2015 yılında yeterli bilimsel görüş almadan vermiş olduğu bir kararla (AS: 2 karar) dikilmiş olduğunu üzülerek anımsıyoruz. Bu karara konu başvurunun bir hukukçuya ait olması da ironik bir durum olsa gerektir. Bu karara değin dişe dokunur bir niceliğe erişemeyen aşı reddi olgularında o tarihten bu yana gözle görülür bir artış olduğu gözlenmektedir. Son yıllarda sıçrama gösteren kızamık olguları bu durumun gündelik yaşama yansıması olarak algılanmalıdır. Bu kararı izleyen yıllarda artan aşı reddi sayılarından sonra tırmanan kızamık olgularının gözler önüne serdiği tablo çarpıcı olmanın ötesinde acıklıdır. Türkiye’de 2016 yılında yalnızca 9 kızamık olgusu görülmüşken, olgu sayılarının 2017’de 84’e, 2018’de 716’ya ve 2019’da ise 2905’e çıktığı görülmüş. Bu açık ve etkileyici tablonun günümüz aşı karşıtlarını ilgilendirmiyor oluşu düşündürücüdür.

Özellikle günümüz salgın koşullarında yargının da gelişime ve değişime açık olması gereğinin çok çarpıcı örneğidir. Bu yüksek yargı kararına karşın yürütmenin elinde aşılama konusunda biraz daha baskıcı ve zorlayıcı olmak için sayısız aygıt bulunduğunu da eklemeliyiz. Yeter ki kullanmak istesinler!

Aşı karşıtlığı/kuşkuculuğu olgusunun günümüzdeki durumuna değinmeyi bir başka yazıya bırakarak…

https://www.veryansintv.com/tarih-boyunca-asi-karsitligi

DELTA VARYANTI MI? BİZE VIZ GELİR, TIRIS GİDER…

Delta Varyantı mı? Bize vız gelir, Tırıs gider…Dr. Mustafa Torun

Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı, TTB Kurultay Delegesi
mtorun3@gmail.com
drmustafatorun@gmail.com
27 Haziran 2021

DELTA VARYANTI MI? BİZE VIZ GELİR, TIRIS GİDER..
ÖLEN ÖLÜR, KALAN SAĞLAR BİZİMDİR.
DU BAKALİ NE OLACAK?

Bizim Besni yöremizin ünlü bir deyimi vardır. Daha önceki yazılarımın birisinde sanırım yazmıştım..

  • UNU YOK, BULGURU YOK NİŞELİ BACIM NİŞELİ…

Burada geçen NİŞE ev yapımı nişasta anlamındadır.. Anadolu’da AT İLE GİDER ÇEŞMEYE, SU BULAMAZ İÇMEYE atasözü de aynı anlama yakın çok kullanılır.. Ülkemizdeki PANDEMİ yönetimini bu sözler sanırım güzel anlatmakta..
*
PANDEMİ başlangıcından beri bu kaçıncı hovardaca açılmamız? Kim anladıysa beri gelsin!
*
Turizm sezonunun açılması ve seyahat kısıtlamalarının kalkmasıyla birlikte, yabancı turistlerin Türkiye’ye akın ettiğini gözlüyoruz. Rusya’da yoğun bir şekilde görülen” DELTA  VARYANTININ, “Rus turistlerin Türkiye’ye gelmesiyle birlikte, Türkiye’de de ciddi artış göstereceğini söylemek için ille konunun uzmanı olmaya gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye’de maalesef yeterli varyant analizi yapılmamaktadır. Sağlık Bakanlığı bu konuda derin bir sessizlik içindedir.
*
21 Haziran günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı doğrultusunda, 1 Temmuz’dan başlayarak  tüm kısıtlamaların kaldırılacağı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından duyurulmuştu. Bilindiği gibi aşılama son dönemde hız kazansa bile, günlük olgu sayılarında düşüş olmamış, toplumsal bağışıklığı sağlayacak bir aşılanma henüz gerçekleşmemiştir. Bu doğrultuda hemen hemen görüş bildiren tüm bilim çevreleri ve meslektaşlarım, bu denli bir gevşemenin yaz aylarında yeni bir tepe yaşanmasına neden olabileceğini belirtmelerine karşın sözlerimiz dinlenmemektedir…
*
Yapılan açıklamalara yönelik, koronavirüs salgınının seyrini değerlendirdiğimizde; Ekonomik kaygılar doğrultusunda alınan kararların yeni varyantların oluşumuna neden olacağı açıktır. Konuyla ilgili Türkiye’de yapılan varyant analizleri maalesef şaibelidir.
*
Rusya’nın seyahat kısıtlamasının ardından 22 Haziran tarihinde 44 uçuşla 12 bin turistin Türkiye’ye geldiğini öğrenmiş bulunmaktayız.
Şu anda Rusya’da varyant analizi fazla yapılmamasına rağmen aldığımız bilgiler doğrultusunda konuşursak; DELTA varyantı oranı çok yüksektir. Toplumda Hindistan varyantı olarak bilinen “Delta varyantının” yani B1.617.2’nin belirtileri baş ağrısı, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve hapşırmadır… Sanki nezleymiş gibi hastanelere hastalar başvurmaktadır… Virüsün vücutta ilerlemesiyle birlikte de damar iltihabına bağlı kangren oluşumu görülebildiğini söylemek gerekir.
*
BAKANLIK BİLGİ VERMİYOR!

Ege bölgesi ve öbür bölgelerde bildiğimiz ölçüde varyant analizinin yapılmadığını söyleyerek sorunun tam da bu noktada başladığını vurgulamak boynumuzun borcudur.10 hastadan birine varyant analizi yapılması gerekiyor. Ancak bizde hiçbir varyant analizi yapılmıyor. Dizin analizi yok veya bize bilgi verilmiyor. Bakanlık bu konuda maalesef hiç açıklama yapmıyor.. Sözlerimiz ve yazılarımız boşuna gibi!.. Saydamlık hak getire..
*
Normal şartlarda 10 testte bir, hiç değilse 20 testte bir varyant analizi yapılması gerekir. Hastadaki varyant Alfa mı, Beta mı, yoksa Delta mı bilebilmemiz gerekiyor. Eski İngiltere varyantı dediğimiz varyantın yerini İngiltere’de Hindistan varyantı aldı. İngiltere’nin hatası ise Hindistan ile yolcu trafiğinin yoğun olmasıydı… Dolayısıyla şu anda İngiltere’de müthiş bir alarm var. Maalesef İngiltere bu işi yalnızca aşılamayla çözerim sanmıştı, ama şu anda bin pişmanlar”.. Niçin bu bu gerçeği göremiyoruz?
*
UMARIZ YANILIRIZ…

Türkiye’nin turizm sektörünün canlanması amacıyla Rus turistlere kapılarını sonuna dek açmasının, Delta Varyantının ciddi ölçüde yayılım göstermesine neden olacağını belirtmekte yarar var.
*
1 Temmuz’dan sonra beklenen açılım (Umarım hatadan dönülür) çok çok büyük bir hata. Turizmin müthiş bir ekonomik baskısı nedeniyle alınan açılma kararı siyasal bir karardır diyebiliriz. Kesinlikle bilimsellik içermiyor. Delta, hızlı yayılan bir varyant olması dolayısıyla Türkiye’yi çok zor durumda bırakabilir. Türkiye’deki aşılama sayısı yeterli değil. Toplumsal bağışıklık sağlanması için en az %70 oranında bir aşılanma olması gerekiyor demiştik. Ancak bu hızla gidilse bile Ekim ayından önce sağlamamız olanaklı değil. Ayrıca Türkiye varyantı olup olmadığını bilmiyoruz…
*
Konunun Uzmanları olarak yeniden bir tepe yaşanması olasılığı için Ekim ayını işaret etmiştik. Ancak şu anda yaz aylarında yaşanması gündemde olabilir. Umarız yanılırız.
Yazın bir kapanma dönemi olmasın diye diliyoruz dostlarım…
Alınan kararlar doğrultusunda yeni bir tepe yaşanabilir. Hastalarıma soruyorum; ‘Ne oldu bu maskelere?’ ‘Hocam bitmiş bu iş…’ diyorlar.. Şaşırıp kalıyorum.. Ölen ve hastalanan, gecesini gündüzüne katarak çalışan meslektaşlarıma ve sağlık emekçilerine üzülüyorum..
*
İÇİMİZ KAN AĞLIYOR!

Toplumsal bağışıklığın en önemli noktası olarak aşıyı işaret etmeyi yine sürdürüyoruz..
Bir yandan da aşı karşıtları boş durmuyor, arabaların camlarına ilan ederek tereddütlü halkımı kandırmaya devam ediyor.
*
Anımsarsanız zamanında BioNTech aşıları kötülenip, iyi değil denerek SINOVAC aşıları alınmıştı…
2011 yılında Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü bir günde kapattılar… Dünyanın gözde aşı merkeziydi Refik Saydam… Aşılar ve serumlar yapılıyordu. 1938 yılında bu Enstitü sayesinde Çin’e kolera aşısı bağışladığımızı (AS: 1 milyon doz!) lütfen unutmayalım. İçimiz kan ağlıyor… Haykırmak istiyoruz.. Haykıramıyoruz..
*
Türkiye’de koruyucu hekimlik göz ardı edilip, askıya alındı… İlaç firmalarına para getiren sistem devreye sokuldu. Aşılamayı ortadan kaldırmaya çalıştılar. Çünkü dev ilaç firmaları ‘Aşı yaptırmayın, tedavi edeyim, para kazanayım’ diye bas bas bağırıyor..
*
Bir başka önemli nokta olan maske, mesafe ve hijyen üçlüsüne değinecek olursak; “Şu anda Türkiye’de de bir gevşeme söz konusu. Vatandaşlar maskeleri hep çıkardı. Kimi insanlar aynı maskeyi günlerce kullanıyor… Dürüst bir biçimde maske takılmıyor! Oysa maskelerin cerrahi maske olması ve en çok 3-4 saat kullanılması gerekiyor..
*
Son söz olarak tüm sağlık bileşenleri ile birlikte olunup, bilgilerin saydam bir biçimde paylaşılması, salgının uzun soluklu bir savaşım gerektiğinin bilinci ile bu konuda deneyimli uzmanlardan yararlanılması gerektiğinin özellikle altını çizmek isterim.. Dinlerler mi derseniz? Hayır derim.. Yine bildiklerini yaparlar….
Salgından zarar gören tüm kesimlerin ivedilikle desteklenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu acil bir çağrıdır…
Delta Varyant salgını giderek tüm ülkelerin acil ortak sorunu olmaya aday gibi. 80’e yakın ülke etki altında. Çocuk yaş dilimini, özellikle ergen dönemini etkileyeceğini şimdiden söyleyebiliriz
*
Buğdayımız bile yok iken, biz bırakın un yapmayı, nişasta yapmaya çalışıyoruz.. Yazık ki ne yazık!.. Bu gidişe dur denmeyecek mi?

Salı’dan Salı’ya, olmayan Meclis’te toplanan muhalefet ile mi?

Sevgiler..

Çin Büyükelçiliği ile aşı ve Uygurlar üzerine… / KOMŞUMUZ ÇİN

Mustafa Balbay
Mustafa Balbay
mustafabalbay35@gmail.com
Cumhuriyet, 12 Mayıs 2021
(AS: Sn. Balbay’ın 2 ardışık makalesi ve bizim kapsamlı katkımız yazıların altındadır..)
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Cheng Weihua ile önceki gün zoom üzerinden bir saatlik görüşme yaptık. İki ana konu, Çin aşısı Sinovac’ın getirilişindeki duraklama ve Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşananlardı. Weihua’nın Sinovac değerlendirmeleri şöyle:

– 40 ülkeye aşı satıyoruz. Türkiye şu ana dek 26 milyon dozla birinci sırada.
– Nisan ayından itibaren (AS: başlayarak) Çin’de 300 milyon dozluk büyük bir aşılama süreci başladı. Bu nedenle Türkiye’ye nakil de durdu. Bunda hiçbir siyasal ya da benzer neden yoktur.
– Önümüzdeki 10 gün içinde büyük olasılıkla Türkiye’ye yeniden aşı nakli başlayacak. İlk nakil 1 milyon dozun üstünde olur.
– Çin aşısının koruyucu etkisi bizim hesaplamamızla %81.34.
– 4’ü inaktif, 1’i mRNA teknolojisi olmak üzere 5 aşı daha geliştiriyoruz.
– Çin olarak Covid-19’u yendik diyemeyiz, kontrol (AS: denetim) altına aldık, diyebiliriz. Bu salgınla mücadele tüm insanlığın ortak çabasıyla sonuca ulaşır. Bir ülkenin tek başına yenmesi diye bir şey yok. Diyelim ki içimizde her şeyi kontrol ettik, dışarıya giden bir yurttaşımız ülkeye döndüğünde taşıyabilir.
***
Weihua’ya Uygurlara ilişkin gündemdeki soykırım yapıldığı, yoğun tutuklamalar olduğu, baskı uygulandığı iddialarını sorduk. Satırbaşlarıyla şu yanıtları verdi:

– Sincan-Uygur Özerk Bölgesi 1.6 milyon kilometrekareyle Çin’in en büyük bölgelerinden biridir. Yüzölçümü Türkiye’nin iki katıdır.
– Bölgede 1990’lardan 2017’ye dek bini aşkın terör faaliyeti oldu. Bunları önlemek için mücadele ettik.
– Bugün için Uygurlarla kardeşçe yaşıyoruz. Biz soykırım deyince Amerikalıların yerlilere yaptığını ve Nazileri anlıyoruz.
– 1980’lerden sonra “Çin’de her aileye bir çocuk kısıtlaması” getirildi. Uygurlar bundan ayrı tutuldu. Bugün Türkiye’de Çin için kötü şeyler anlatanlar bile 3-4 kardeş olduklarını söylüyorlar.
– Son birkaç kuşakta Uygur nüfusu %25, örneğin Han soyundan gelenlerin nüfusu % 2 arttı.
– Son 4 yılda barış geldiği için %90’ı yerli olmak üzere Sincan’ı 200 milyon turist ziyaret etti.
– Sincan’da büyük şehirler Urumçi, Kaşgar’da tüm tabelalar 2 dille, Mandarin Çincesi ve Uygurcadır.
– Çin para birimi Yuan’ın üzerinde 5 dil vardır, biri Uygurcadır.
– Çin’de üniversiteye giriş sınavları da 5 dilde yapılır. Sincan’da sınavlar Uygurcadır.
– Bütün bunların ötesinde biz Uygurlarla kardeşçe yaşıyoruz. Verdiğim örnekler soykırım ve benzer iddiaların tümünün temelsiz olduğunu göstermektedir.
***
Çin Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı’na, salgının bir biyolojik silah olabileceği iddialarını da sorduk. Hem bu konunun hem de Uygurlarla ilgili iddiaların ana kaynağı olarak ABD’yi gösterdi. Vurguladıkları şöyle:

– Özellikle Trump’ın başkanlığı döneminde bu tür iddialar ortaya atıldı. Dünya Sağlık Örgütü temsilcileri Çin’e geldi, incelemeler yaptı. Virüsün bir laboratuvar üretimi olma olasılığının çok çok düşük olduğunu açıkladı.
– Dünyanın süper gücü biz değiliz, Amerika. Bizim tüm dünyayı etki altına alma gibi bir hedefimiz yok. İnsanımızı iyi yaşatmak istiyoruz, dünyanın huzurlu olmasını istiyoruz.
ABD, Çin’e karşı Uygurları kışkırtmak istiyor. Buna ilişkin planların, güncel gelişmelerin altında bu var.

Çin’in düşüncelerini aktardık. Değerlendirmelerimizi yarın paylaşalım…
================================================

KOMŞUMUZ ÇİN..

Mustafa Balbay
mustafabalbay35@gmail.com
Cumhuriyet, 12 Mayıs 2021

Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Cheng Weihua ile yaptığımız Zoom görüşmesinin ana hatlarını dün (AS: 12 Mayıs) aktarmıştık. Bu gün Çin-Türkiye ilişkilerinde gelinen noktaya değinelim… Önce aşı konusunu açalım. Weihua, “10 gün içinde 1 milyonluk yeni parti gelecek” demişti. Dün sabah bunun ucu göründü. İlk parti Sinovac aşısı Esenboğa Havaalanı’na ulaştı. Çin, önceliği kendi yurttaşlarına verdi. Weihua’yı dinlerken ister istemez hayıflandık:

  • Keşke kendi aşımızı kendimiz yapabilseydik!

Oysa Cumhuriyeti kuranlar, sağlık devriminin en önemli halkası olarak aşı geliştirmeyi görmüş, 2011’de kapatılan (AS: Dr. Refik Saydam) Hıfzıssıhha Enstitüsü merkezli üretim yapılmıştı.

AKP ile birlikte aşıda üretim değil, ithalat (AS: dışalım) öncelendi. Bugün bir yandan dünyanın dört bucağından aşı getirmeye çalışıyoruz bir yandan aşı üretmeye (AS: önce Geliştirmeye sonra üretmeye)! TÜBİTAK, her kim üretim (AS: Geliştirme) için başvurursa destek veriyor. 20’ye yakın yerli aşı üretme (AS: geliştirme) yarışı var. Özünde bu da sağlıklı değil. Görünen o ki, birinin geldiği noktadan ötekinin haberi yok. 1998-99 Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürü Dr. Erol Afşin adeta kendini paralıyor, “İyi bir planlama yapılsa hâlâ geç kalmadık” diyor!
***
Çin’le ilişkilerin öteki yüzünü Uygurlar oluşturuyor. Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne 1994 yılında sırt çantasıyla gittim. Başkent Urumçi’yi, Turfan’ı gezdim. Özerk bölgenin Cumhurbaşkanı Ablet Abdülreşit’le görüşmeye giderken Uygur Türklerinden Tiyip seslendi:

“Memleketine hoş geldin!”

Ardından bölgenin sohbetini yaptık. Kuzeyde Altay Dağları var, merkezinde Tanrı (Tiyanşan) Dağları… Türkçemizdeki “turfanda meyve” deyimi buradaki Turfan şehrinden geliyor. Turfan’da üzeri silme üzüm salkımı ile örtülü geniş bir caddede yürüyüşümü unutamam. Türkçemizde “şirin otlak” anlamına gelen Urumçi, dünyanın denize en uzak başkenti, 2 bin 500 kilometre!

Elçi Müsteşar Weihua ile görüşürken bu gezimden de söz ettim, “Bugün gitseniz arada çok büyük değişim görürsünüz. O bölgeye büyük yatırımlar yaptık” karşılığını verdi.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi, 1.6 milyon kilometrelik yüzölçümüyle Çin topraklarının altıda birini oluşturuyor. Bölgenin tarihten gelen adı Doğu Türkistan. Çin Halk Cumhuriyeti ile birlikte bugünkü adıyla haritada yer alıyor. Sincan’ın sözcük anlamı da “yeni topraklar” demek. Çin’in Uygurlara temel haklarını verdiğine ilişkin görüşlerini dün aktarmıştık. Türkiye’nin ülke sınırları dışındaki akraba topluluklara yönelik temel söylemi AKP’ye kadar şöyleydi:

  • Bulunduğunuz ülkede kimliğinizi ve kültürünüzü koruyun, o ülkenin kanunlarına uyun.

Bunu 3K diye özetlemek de mümkün: Kimlik, kültür, kanun…
AKP, en yakın örnek Bulgaristan olmak üzere yurtdışındaki Türk kökenliler arasında kendi siyasal düşüncesini benimseyenlerle ayrı örgütlenmelere gitti. Bu, o ülkedeki Türklere zaman zaman pahalıya mal oldu. Aynı bağlamda AKP’nin Orta Asya’yı biraz olsun anlaması da 7-8 yıl sürdü. Türk Konseyi, Türkçesiyle Türk Keneşi ancak 2009’da kurulabildi. Oysa yazının başlığında vurguladığımız gibi Çin bir bakıma komşumuz! Batı sınırında Kazakistan ve Kırgızistan var. Türk Konseyi üyesi Kazakistan’ın bir ucu Çin, bir ucu Hazar.

Türkiye, 3K ilkesi temelinde Çin’le diyalog içinde Sincan Uygur temelli sorunları ve yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırabilir. Bu konuda en büyük yanlış Washington üzerinden haberleşmek olur.
***
Bayramı kutlayalım… Sözü bir Uygur şiiri ile noktalayalım:

Güneş, Batı Dağları’ndan batar
Sarı Irmak, doğudaki denize akar
Ömrü yüz yıl bile olmayan insan
Bin yıllık işlerle uğraşmaya bakar.

======================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Mustafa Balbay iyi bir gazetecilik örneği verdi bu söyleşisi ile. Ancak sorunlar ve çözümleri bu denli “toz pembe” olmayabilir. Çin’de Sinovac firmasının Coronavax aşısını geliştirmesinin ve Türkiye’nin bu aşıyı kullanmaya karar vermesinin ardından yaşanan yeterli doz ve zamanlama ile aşı dışalımının çok aksaması üzerine, katıldığımız TV programlarında ve web sitemizde hep dile getirdik :

  1. Çin firması ile yapılan ticaret anlaşmasını açıklayınız..
  2. Arada aracı var mı, DMO (Devlet Malzeme Ofisi) mu muhatap ilgili firma ile?
  3. Aşı akışının çok yetersiz kalmasının temel nedeni Türkiye’nin ödeme güçlüğü mü?
  4. Sorunun Çin Uygur-Sincan Türkleri ile bir ilişkisi var mı?
  5. Aşı yollanmasında sorunun altında bu ülke ile yapılan swap anlaşmalarının payı var mı?

Bu sorularımız ısrarla yanıtız bırakıldı AKP iktidarınca, “ticari sır” kalkanı uyduruldu!?
Ancak zamanla, “hiç aracı yok” denirken 2 aracı olduğu anlaşıldı. 7 Dolara aşının 1 dozunu alanlar, doz başına 5 Dolar (5/7=/71,4 kâr!) kazanarak 12 Dolara ülkemize fatura ediyorlardı!

Daha sonra, Sağlık Bakanı Dr. Koca, Çin’in sözünde durmadığını / sözleşmeye uymadığını açıkladı kamuoyuna. Biz de Dünya Ticaret Örgütü katında (nezdinde) Uluslararası Tahkim’e (International Arbitrary) gidilerek yüzlerce milyon Dolar tutarında giderim (tazminat) davası açılmasını önerdik, “söyledikleriniz doğru ise!?” dedik. AKP iktidarı buna da girişemedi..

İlgili firmaya yaptığınız ödeme (döviz transferi) belgelerini ortaya koyunuz; “sorun ödeme güçlüğünde mi?” diye sorduk.. Ne denli ödeme yapıldı, kaç doz aşı geldi, bilmek hakkımız. Bizim vergilerimizle oluyor bu dışalım, “ticari sır kalkanının ardında ne gizliyorsunuz??” dedik.
……
Tüm sorularımız yanıtsız kaldı..

Çin Ankara Büyükelçiliği Müsteşarının Sn. Balbay’a yanıtlarındaki “diplomasi” payını göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla Polyannacılık oynayamayız.

  • Salgının ortasında Türkiye aşısızıdır, masum insanlar ölmektedir!

Bu skandalın hiçbir özürü olamaz!! Türkiye, Dünyada halkını aşılama oranı bakımından 32. sıralardadır. 2 doz aşı olabilen 18+ yaş nüfus %11-12 dolayında olup son derece yetersizdir, hızlanmak zorunludur pek çok nedenle; başta mutasyonlar, aşı direnci olmak üzere

Aşı geliştirme ve ardından üretmeye gelince..

AKP = RTE yok ettikleri (2011; 663 s. KHK ile) kadim bir Cumhuriyet kurunu olan (1928) Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü’nü ısrar ve inatla, yeniden açmamaktadır. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank’ın açıklamasına göre Türkiye (AA, 29 Nisan 2021) 7 ayrı merkezde 4 farklı aşı türü geliştirme çabasındadır. Bunlardan 1’i Evre 3’e geçmek üzeredir. Sağlık Bakanı Dr. Koca, Eylül 2020’de, “Yerli aşı 1-2 ay içinde hazır..” buyurmuşlardı. Her şey yolunda giderse, en iyimser tarih Eylül 2021.. Koca 1 yıllık bir gecikme;

Ulusumuz SALGINDAN KIRILIRKEN..

Oysa kapatılmamış olsa idi ya da Türkiye’de de salgın ilan edildiğinde (11 Mart 2020), uyarıları dinleyerek AKP = RTE bu Ulusal Enstitüyü (Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü) özel bir yasa ile özerk bir bilim kurumu olarak Batı’daki örnekleri gibi (Robert Koch, Edward Jenner, Louise Pasteur…) açmış olsa idi, teknolojisi hızla yenilenir, bilimsel insangücü kadrosu yurt içi ve dışından hızla sağlanabilirdi. Bu Enstitü bir ulusal mükemmellik merkezi konumuna (statüsüne) yükseltgenir, tüm ulusal güç tek merkeze yüklenir ve belki de “yerli – ulusal aşımızı” geliştirmiş olurduk şimdiye dek!? Çok sayıda merkezde, sınırlı teknik – insangücü olanakları ve çok kısıtlı ödenek (finansman) ile tansık (mucize) beklemek us dışıdır ve durumumuz tam da budur. Kendimizi ve halkı aldatmayalım..

Kaldı ki; yüzlerce milyon Dolar, hatta birkaç milyar Doları aşan giderle bir aşı geliştirilebilse bile, üretim için teknik altyapı kapasitesi ve yeterli kimyasal hammaddeler gereklidir. Bu boyutu da şimdiden dikkate almak gerekir. Tipik örnek Hindistan’dır. Bu ülkenin ISI kısa adı ile Ulusal Serum Enstitüsü bir aşı geliştirmiştir ancak yenilerde J. Biden hükümetince kaldırıldığı ileri sürülen (ki çook geç kalınmıştır!) ambargo yüzünden, geliştirdiği aşıyı yeterince üretebilmekten çok uzaktır. Bu yazıdan önce web sitemizde paylaştığımız üzere, Hindistan’ın Covid-19 krizi, çok tehlikeli, çok sayıda ve 44 ülkeye çok yayılmış olarak mutantları ile küresel afet boyutu kazanmıştır (India’s COVID-19 Disaster May Be Turning Into an Even Bigger Global Crisis – Prof. Dr. Ahmet SALTIK).

Covid-19 küresel salgınının (pandemisinin) mutant tip dalgalarıyla, aşı yetersizliğiyle… uzayabileceği, başkaca salgınların ortaya çıkabileceği uyarısı başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere BM ve uzmanlık kuruluşu UNEP (BM Çevre Programı)…. tarafından ısrarla vurgulanmaktadır. Dolayısıyla bir an önce Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü özel bir yasa ile özerk olarak açılmalı ve aşılar başta olmak üzere kritik biyolojik ürünleri (anti-toksinler, anti-serumlar, monoklonal antikorlar, pıhtılaşma faktörleri…) üretmeye geçmelidir.

  • Türkiye, bu stratejik ürünlerde özyeterliğini mutlaka sağlamalıdır.

Irak’ın ABD tarafından ilk işgalinde (1990) bebek maması ve aşı ambargosu yüzünden yarım milyon Irak’lı bebek – çocuğun öldüğünü UNICEF raporlarından acıyla öğrendik. Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri – İnsancıl Hukuk, Batı emperyalizminin ayaklarının altındaydı!

Küreselleşme, küresel  işbirliği ve işbölümü kocaman bir masaldır ve bu salgında ipliği iyice pazara çıkmıştır bir kez daha. Aşı savaşları, iğrenç diplomasi pazarlıkları ile vahşet içinde sürdürülmektedir. Bu bağlamda uyarımızı 12 Aralık 2020 günü Cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasındaki makalemizle AKP = RTE iktidarına yapmıştık.. (AŞI SAVAŞLARI ve AKP’nin AŞI SINAVI – Prof. Dr. Ahmet SALTIK).

AKP = RTE iktidarı salgın yönetiminde “dinci / sermaye yanlısı” çıkmaz politikalarını mutlaka ve derhal terk ederek “bilimsel / toplumcu” rotaya girmelidir ve bu sorunsal stratejiktir.

Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter  @profsaltik

MİLYONLUK TWEET İLETİLERİMİZ…

MİLYONLUK TWEET İLETİLERİMİZ…

Dostlarımıza teşekkür ederiz..

Her ne denli dün (15.12.2020) TBMM Bakanlığının bütçe önerisi görüşülürken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ağzından kaçırdı (!?) ise de,

Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.

içerikli çok tehlikeli bir tümce kurdu ise de, AKP’nin maskesi bu kez tam düşmüştür.

Ancak, taa 1908’lerde Padişahı bile indirerek bu ülkeye Anayasal düzeni bir kez daha getiren bu aziz ve yiğit Anadolu halkı, meşru yollarla haklarını korumayı çağımızda da bilecektir.

İstanbul BŞB Başkanlığı seçimi çok tipik örnektir.. İnsanlar günlerce oy çuvallarının üstünde yatarak onları bir yolsuzluktan, açıkça AKP saldırısından korumayı başarmışlardır.

13 bin oy farkı, seçim yinelendiğinde 800 bini geçmiştir. Anadolu’nun derinliklerinden saatlerce ayakta otobüs yolculuğu yaparak oy kullanmaya gelmişlerdir İstanbul’a insanlar. Çünkü aşağılanmışlar, onurları zedelenmiş, hiçe sayılmışlar ve mazlumun hakkı açıkça – utanmazca gasp edilmiştir.

Böylesi bir olgu siyasal tarihte ilk ve tek örnektir! Başta AKP = RTE, herkes dersini almalıdır.

Seçim hilelerinin de zamanı geçmiştir. Mühürsüz 1 milyonu aşkın oyu sandıklara atarak anayasa halkoylamasının sonucunu da artık değiştiremezsiniz..

Halk artık AKP’nin içyüzünü anlamıştır ve düzeltme olanağı yoktur.

ABD’den “malvarlığını araştıracağız” tümcesi geldiğinde Erdoğan felç olmaktadır! Niye?

Neden çıkıp “kanıtlamazsanız namertsiniz, müfterisiniz….!” diye haykıramamaktadır?

***
Almanya, salgın verileri bizden çok daha olumlu olmasına karşın, bu gün neredeyse tam kapanmaya gitti.. 26 gün sürecek, 10 Ocak’a dek. Sosyal devlet her tür desteği verecek halka.

Merkel: “Mevcut önlemlerle rakamları aşağıya çekemeyiz. Ek önlemler almadan kışı atlatamayız. Noel’den önce yine bir karar alınması gerek. Vaka sayıları kendiliğinden düşer umuduyla yaşayamayız. Eyalet yönetimleriyle önümüzdeki birkaç gün içinde gerekli görüşmeleri yapacağız.” dedi önceki gün ve özerk bilim kurumu Robert Koch Enstitüsü’nden rapor aldıktan sonra 16 Eyalet Başbakanı ile saatlerce görüşerek üstteki kararı aldı.

Bizde Erdoğan, neredeyse yarı tanrı! Hikmetinden sual olunamıyor, Sağlık Bakanı Koca, ikide bir “Sn. Cumhurbaşkanımız arz edeceğiz, Bilim Kurulu danışma organı” diyor.. Ama salgın verileri kötüye gidince Erdoğan, “Bilim Kurulu tam yetkili” diyebiliyor!? Basit bir takiyye mi??

    • Bizde ise AKP = Erdoğan iktidarı Batı’dan beter tam bir sermaye iktidarıdır, üstelik acımasız bir din sömürüsüyle!RTE, Azerbaycan dönüşünde geçen hafta uçakta, “.. biz artık özellikle aşılara adeta endekslendik.. Çin’den ilk etapta 10 milyon doz aşı gelecek, 50 milyona tamamlayacağız.. ödeme planıyla ilgili imzayı attım.. BioNTech ve Pfizer aşıları ile 3’lemiş olacağız..” dedi.Soruyoruz : 1 doz aşı kaç $? Sözleşme koşulları neler? Hangi şirket aracı? Neden Devlet doğrudan dışalım yapmıyor? Niçin açıklamıyorsunuz, saklanacak neler var sözleşmede??
      Bir şey daha soruyoruz Erdoğan’a :
      “3’lemiş olacağız” ne demek?BioNTech&Pfizer aşısı 2 ayrı aşı değil ki, Çin’de gelecek olanla 3 ayrı aşımız olsun! Adı geçen 2 firmanın ürettiği tek 1 aşı var.. Erdoğan, salgın verilerini – sürecini böyle mi anlıyor, yandık!
      ***
      Hepsi bir yana, 3 Kasım 2020’den bu yana tek başına iktidarında 19. yılına giren AKP = RTE, bugün ülkemizde yaşanan AŞI KITLIĞI / YOKSUNLUĞU / GECİKMESİNİN bağışlanamaz sorumlusudur.

      Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü
      ‘ne 2002-2011 arası 9 yıl çivi çakmamışlar, sonra da teknolojisi geriledi, Küreselleşme gereği işbölümü var, aşıları uzmanlarından satın alacağız… diye saçmalayarak bu çok başarılı, Dünyaya örnek Cumhuriyet Kurumunu, 2 Kasım 2011’de 663 s. KHK ile kapatmışlardır (m. 58). Tarih, dönemin Sağlık bakanı Dr. Recep Akdağ‘ı asla unutmayacaktır.

      Bugün ülkemizde yaşanan AŞI KITLIĞI / YOKSUNLUĞU / GECİKMESİNİN faturası daha çok hastalık, daha çok ölüm ve daha çok ekonomik yıkım – salgının uzamasıdır. Sorumlu AKP = Erdoğan’dır.

      Sınırlı (10 ya da 20 milyon doz??) aşılamaya başlamaya daha en az 3 hafta vardır.
      Salgın çok azgın bir dönemdedir. Merkel Almanya’sından çok daha hazin / acınacak  durumdayız. Her gün “resmi verilerle” 30 bini aşkın, gerçekte 2-3 katı insanımız KOVİT-19’a yakalanmakta, her gün yine “resmi verilerle” 200’ü aşkın, gerçekte 2-3 katı insanımız yaşamdan koparılmaktadır!

      Bu tablonun 3 hafta daha sürmesi; resmi verilerle 5 bine yakın, gerçekte birkaç katı masum insanımızın ölmesi ve resmi verilerle 600 binden çok gerçekte birkaç katı insanımızın hastalığa yakalanması ve uzayıp giden salgının dayanılmaz ekonomik, psiko-sosyal yükü demektir! AKP = Erdoğan‘ın tablonun böylesine ürkünç/vahim olduğunu gereğince kavradığını düşünemiyoruz.

      Azerbaycan’dan dönüşte uçakta Erdoğan’ın sözleri bizi ürkütmektedir : İlk parti aşı 10 mu, 20 milyon doz mu, S. Bakanı mı, Erdoğan mı doğru söylüyor? “BioNTech ve Pfizer aşıları ile 3’lemiş olacağız..” ne demektir? Türkiye bu son aşıdan simgesel olarak 1 milyon doz anacak alabilecekken, Erdoğan 3 aşı edinebileceğimizi sanarak rahatla(tıl)mış mıdır??
      ***
      Kendilerine hiç olmazsa AŞILAMA sürecinde tam bir saydamlık, ülkenin aşı gereksinimi hızla karşılama, bilimsel HAKKANİYETE dayalı yaygın ve etkin bir aşılama kampanyası öneriyoruz.. Yapılacak her hata daha çok ölüm, daha çok hastalık, daha çok ekonomik yıkım ve de AKP’nin başarısızlığının perçinlenmesi olacaktır.

      Derhal, oyalanmadan, en az 14 gün tama yakın kapanma zorunludur,  hatta kaçınılmazdır ve ivedidir.

      Efendiler bunu yapınız korkmayınız, daha pahalıya mal olmayacaktır. ABD’de çoook zenginler, Devlete “ek vergi / servet vergisi” vermeye hazır olduklarını açıkladılar ve dahası, hükümeti bu yönde yasal düzenlemeye çağırdılar!.. İspanya yaptı, Arjantin yaptı..

      Hani İslamiyet adalet dini idi??!

      Eyyyyy, müslüman geçinenler, “kefere”nin (!) adaletinden, ahlakından, etik değerlerinden, sosyal devletinden, hukukundan… size zerrece pay düşmez mi??
      ***

      Tüm dünyaya eş zamanlı 14 günlük küresel kapanmayı,

      24 Ekim 2020 günü, BM’nin 75. kuruluş yıldönümünde ve sorasında önerdik. İlk olarak Karantina TV programında açıkladık (http://ahmetsaltik.net/2020/10/26/katrantina-tv-programimiz-24-ekim-2020/). Türkçe ve İngilizce çağrı iletimizi olabildiğince yaydık. 3-4 Aralık 2020’de bu toplantı gerçekleşti SALGIN gündemi ile. Önerdiğimiz üzere DSÖ Başkanı Dr. Gebreyesus Genel Kurulu bilgilendirdi. Şimdilerde bu önerimiz sıcak gündemde!

      Salt Türkiye’ye değil,

    • Tüm dünyaya, EŞ ZAMANLI 14 GÜNLÜK KÜRESEL KAPANMA öneriyoruz.
    • Bu çok etkili bir Epidemiyolojik stratejidir.

      INTERNATIONAL CALL FOR CONTROLLING
      COVID-19 PANDEMIC

      The COVID-19 pandemic cannot be controlled
      by the brutal capitalism’s ambition for profit!

      With the UN-WHO call, call for 14 DAYS FULL CLOSURE CONCURRENT ALL OVER THE WORLDThis is a historical solidarity step..

      ***
      Günümüzün sosyal medyası, Mustafa Kemal’in telgraf telleri gibidir.
      Ülkenin kılcal damarlarına dek ulaşmaktadır ve halk, geç de olsa aydınlanmaktadır.
      İktidarın sosyal medya korkusu ve saldırısı da bu temeldedir ancak yararsızdır.

Sevgi ve saygı ile. 16 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

BU RAKAMLAR KABUL EDİLEMEZ: ODATV Söyleşimiz – 23 Ağustos 2020

BU RAKAMLAR KABUL EDİLEMEZ!


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ODATV Söyleşimiz
https://odatv4.com/bu-rakam-kabul-edilemez-23082057_m.html 23.08.2020

Nurzen Amuran: Cumhurbaşkanı tarafından Karadeniz’de büyük bir doğalgaz rezervi bulunduğu açıklanınca gündem bir anda değişti ve gazın çıkarılmasının maliyetleri hangi koşullarda çıkarılıp devreye sokulabileceği tartışılmaya başlandı. Enerji ön plana çıktı. Bir anda ne okulların açılma tarihi ve okullarda alınacak önlemler konuşuldu ne de pandeminin yarattığı sorunlar gündemde kaldı. Elbette bir rezerv bulunması önemli. Daha önce de petrol ve doğalgaz için aramalar yapıldı ve yapılmalı. Ama 6000’den fazla insanımızı kaybettiğimiz pandemi sürecinde gelinen noktayı halkımız daha fazla bilmek istiyor. Açıklanan verilere inanmak istiyor. Covit-19‘a karşı verilen mücadelenin her aşamasını öğrenmek istiyor. Sözün özü şeffaflık istiyor. Evet dünden bugüne neler oldu bu son salgının sonuçlarını sağlık alanında bize hatırlattıklarını bugünkü sonuçlarla yeniden gözden geçirelim istiyoruz. Pandemi konusunda tek başına mücadele veren hemen hemen her gün televizyonlarda yazılı basında yetkililere uyarılarda, hatırlatmalarda bulunan Prof. Ahmet Saltık yine konuğumuz.

Ahmet Saltık sadece tıp alanında emek veren bir bilim insanı değil, aynı zamanda Sağlık Hukuku Uzmanı ve Mülkiye mezunu. Çok yönlü bir araştırmacımız.

Sayın Saltık, kamucu sağlık sisteminin ne denli önemli olduğu yaşanan son pandemi süreciyle ortaya çıktı. Sağlık Sektörü bugün baktığımızda Covit-19 salgınıyla beraber hangi problemleri yaşıyor?

Ahmet Saltık: COVID-19 salgınına Türkiye, sağlık sektöründe ciddi sorunlarla yakalanmıştır. En önemlisi 1. Basamak Sağlık Sisteminin zayıf ve büyük ölçüde özelleştirilmiş olmasıdır. Salgın, evrensel kural olarak 1. Basamak’ta yenilir, 2. ve 3. Basamak olan hastaneler salt hastaları sağaltır (tedavi eder). Oysa salgın, toplum içinde bulaşın durdurulması ile sönümlendirilebilir, bu 1. Basamak Sağlık Hizmetinin ana işlevlerindendir. Nitekim yeterince Sürveyans, Karantina, İzolasyon ve Filyasyon çalışması yapılamamaktadır. Bu yüzden hastaneler zorlanmakta, hastalar yer yokluğundan evlerine yollanmakta, evde izlenmeye çalışılmakta ancak 1. Basamak yetersiz bırakıldığından, bu da yeterince yapılamamaktadır.

  • Salt ağır hastalara hastanelerde –şimdilik– yer bulunabilmektedir.

Sözgelimi, ABD’de tipik bir facia yaşanmaktadır. Onca yüksek tıbbi teknolojiye ve sağlık hizmetleri için neredeyse ulusal gelirin 1/5’i harcanırken, özel sigorta zorunluğu nedeniyle, nüfusun %15’ine varan 45 milyonu aşkın yoksul – işsiz – evsiz etnik kümeler (Hispanik, İndian, Zenci) sağlık hizmetine erişememektedir. Bu ülkede COVID-19’a yakalanan ve ölenlerin büyük

bölümü, anılan yoksullar, sağlık güvencesi olmayanlardır.

Koronavirüs küresel salgını (pandemisi), insanlığa özellikle sağlık güvencesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin vazgeçilmezliğini çok acı biçimde öğretmiştir. Bu 2 temel sorumluluk kesinlikle kamunundur; hiç kimse salt kendi özel sağlık sigortası ile yetinemez. Ancak hep birlikte, dayanışma ile sağlıklı olabilir ve kalabiliriz. Dolayısıyla, neo-liberal vahşi küreselleşme rüzgarlarının sağlıkta ölçü – sınır tanımayan özelleştirmeci ve kamusal sorumluluğu dışlayan politikalarına kesinkes son vermek ve koruyucu sağlık hizmetlerine mutlak öncelik vererek sağlığı bir temel insan hakkı olarak tanıyıp yaşama geçirmek zorunludur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde bu hak açıkça tanınmıştır; uygulanması zamanı gelmiştir.

Amuran: Bugüne kadar yapılanlar Bilim Kurulu’nun bazı tavsiyeleriyle siyasetin gölgesinde gerçekleştirildi. İlgili meslek kuruluşlarının sendikaların ve derneklerin sözgelimi TTB’nin katkıları göz ardı edildi. Bu süreç de önlemler açısından sorumluluk alanı genişletilmeliydi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saltık: Salgın tüm toplumun sorunudur, kimseye ayrıcalık yoktur ancak gene de verilerden, daha çok yoksul – işsiz – evsiz – emekçi alt sınıfların etkilendiği açıktır. Dolayısıyla savaşımın (mücadelenin) hep birlikte (topyekün) olması kaçınılmazdır. Merkezi iktidar temel sorumludur ve toplumun tüm olanaklarını – güçlerini seferber etmek zorundadır. Özellikle kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ayrı ayrı yasalarla kurularak bu bağlamda yetkilendirilmişlerdir ve Anayasanın 135. maddesinin koruması altındadırlar, Anayasanın muradı da bu yöndedir. Yerel yönetimler ve sendikalar ülkemizin önemli güç alanlarıdır. Merkezi yönetimin tek başına bu ciddi salgını yönetmesi ve alt etmesi hayal bile edilemez. AKP iktidarının salgının 1. dalgasını ülkemizde 6 ay biterken hala sönümlendirememiş olması açık başarısızlık kanıtıdır ve yanlışlığı kesin, bu dışlayıcı ve gerçekleri halktan saklayıcı politikalar kabul edilemez. Türkiye’nin adı geçen örgütlerde üyeliği bulunan çok ciddi bir insan gücü kaynağı vardır ve paha biçilmez bir zenginlik olup mutlaka yararlanılmalıdır. AKP iktidarı, TBMM’de içtenlikle bir genel görüşme açtırmalıdır. Bir ulusal salgın kurultayı toplamalı ve tüm kesimlerin katkısını sürece katmalıdır.

  • Demokratik toplumlar, iktidarların halk yığınlarını ve onların yasal – kurumsal örgütlerini dışlayan değil, tersine etkin katılımını sağlayan gelişkin sosyal organizasyonlardır.

Amuran: Bilim Kurulu üyeleri medyada yazılı basında bireysel açıklamalar yaptılar halkı aydınlattılar. Ancak Pandemi sürecindeki gelişmeler, yapılan öneriler, alınan önlemler ve sonuçlar Bilim Kurulu tarafından açıklanmalıydı diyenler çoğunlukta. Bu daha inandırıcı olur daha güvenilirliği sağlardı diyenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Saltık: Yaşamda en gerçek yol göstericinin akıl ve bilim olduğu, çağımız uygar toplumlarında tartışma dışıdır. Dolayısıyla halkın bu Kurulun önerilerini bilme hakkı demokratik ve savsaklanamaz bir haktır. Öte yandan, adı geçen Kurulun kararlarının açıklanmasına engel bir durum da yoktur. 3. gerekçe olarak, kamuoyuna mal olan Bilimsel Kurul önerileri karşısında siyasal iktidarın keyfiliğini önlemek önemlidir. Siyasal yetke (otorite), Bilimsel Kurulun önerilerini yerine getirmeyecekse, Kurul göstermelik olur. Bunun böyle olmadığının kanıtı saydamlıktan geçer ve Kurulu da İktidarı da ciddiyete iter. Kamu yetkesi neden kimi kararları uygulamadığını, uygulayamadığını kamuoyuna gerekçeleriyle açıklar ve süreç ciddiyet kazanır, toplumsal bütünleşme sağlanır.

Öte yandan, eğer Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü (Sağlığı Koruma Kurumu) AKP eliyle

Kasım 2011’de işlevsizleştirilmemiş olsaydı, siyasetin güdümünde Bilimsel Kurul yerine “Bilimsel olarak özgür, akçalı (mali) ve yönetsel (idari) açıdan özerk” bu Kurum tarafından salgın çok daha uzmanlıkla, yetkinlikle yönetilecekti. Almanya’da Dr. Robert Koch Enstitüsü, Fransa’da Dr. Louise Pasteur Enstitüsü son derece başarılı kurumsal örneklerdir. Çok zorunlu durumlar dışında “ad hoc” kurullar yerine, gereksinim duyduğumuz yerleşik köklü Kurumlardır. Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü (Sağlığı Koruma Kurumu), belirttiğimiz temel niteliklerle, “Bilimsel olarak özgür, akçalı (mali) ve yönetsel (idari) açıdan özerk” olarak hemen açılmalı ve salgın yönetimi elden gelen hızla bu Kuruma bırakılmalıdır.

Amuran: Televizyonlarda sokağa çıkma yasaklarının gerekli olduğunu ısrarla söylediniz. Diğer önlemlerin aynı etkiyi sağlamayacağını belirttiniz. Elbette bu tedbirin ekonomik maliyeti de vardı. Bugün ne düşünüyorsunuz?

Saltık: Salgın yönetiminde bulaşı kırmanın en etkin yöntemlerinden biri, toplumsal hareketliliği, değinimi (teması) en aza indirmektir. Burada söz konusu hastalığın en uzun kuluçka süresi belirleyicidir. COVID-19 için değindiğimiz süre 14 gündür. İtalya, Fransa, Almanya salgın yönetiminde başarılı olmuşlardır ve 14 günlük tam kapatma (lockdown) temel belirleyicidir. Elbette ciddi ekonomik bedeli vardır. Tükiye’de yaklaşık 3.2 milyar $ / gün gibi bir maliyet hesabı yapılmış ve yayınlanmıştır. 14 gün için yaklaşık 45 milyar $ dolayında bir kamusal kaynak gereklidir.

  • AKP iktidarı, ekonomi zaten olağanüstü kırılgan olduğundan, bu kaynağı bulamamış ve köktenci bir önlem olarak tam kapatmaya gidememiştir.

Nisan ortasında bu yapılabilseydi, şimdi 1. dalga büyük olasılıkla baskılanmış olurdu. Hafta sonları, bizim adlandırmamızla piknik karantinaları; 23 Nisan, 19 Mayıs, Ramazan Bayramlarında 3-4 günlük bayram karantinaları alaturka örneklerdir ve Epidemiyoloji biliminde karşılıkları yoktur. Kuramsal olarak tümü ile yararsız oldukları söylenemez ancak beklenen yarar da ortada yoktur; Salgın 6. ayını bitirmeye koşarken hala çok ciddi düzeydedir. Böyle giderse Eylül – Ekim içinde 14 günlük tam kapatma zorunlu duruma gelebilir. Salgın dünyada da çok yaygın ve komşu ülkelerde de şiddetli.

Amuran: Bu mücadeleyi sürdüren sağlık çalışanlarımızın durumu daha da zor. Hem hastalığın bulaşma riskini taşıyorlar, meslektaşlarını bu hastalık yüzünden kaybediyorlar hem de bu sürecin travmalarını yaşıyorlar. Bu nedenle mesafe, maske ve hijyen önlemleri almayanlara karşı kırgınlar. Pandemi başladığından bu yana, kendilerine motivasyonlarını artıracak destekler yeterince sağlandı mı?

Saltık: Hayır! Tükenmişlik… yaygın. Yorgunluk, bıkkınlık, yılgınlık, depresyon, gelecek kaygısı ve korku. Ek ödemeler büyük adaletsizlik ve yetersizlik yarattı. Yeterli kişisel koruyucu donanım sağlanamadı. En önemlilerinden biri, sağlık çalışanlarının COVID-19’a yakalanmaları durumunda meslek hastalığı sayılarak sağlık, sosyal, ekonomik, emeklilik gibi türev hakların tanınmaması bir sorun… Bu sorun mutlaka çözülmeli. Hala sağlık çalışanlarına yönelik şiddet sürüyor; hizmet sunumundaki kısıtlar ve zorluklar sağlık çalışanı kaynaklı değil; sistem kaynaklı. Hatalı politikaların bedeli / kurbanı asla, çok özverili sağlık çalışanları olmamalı.

  • Salgın boyunca 5,5 ayda 50’yi aşkın sağlık emekçisi öldü! Bu rakam kabul edilemez, öncelikle sağlık çalışanını korumayan / koruyamayan bir sistem, salgını yenemez.

Amuran: Salgınlarda alınan önlemlerin ne denli farklı olduğunu millet olarak yaşayarak öğrendik. Salgın yönetimlerinde uygulanan farklı stratejiler olduğunu biliyoruz. Güvenilir ve nitelikli bir aktif sürveyans sistemi kurulmasını önermiştiniz. Süreç nasıl işliyor?

Saltık: Salgın yönetiminde “Epidemiyolojik 4’lü” diyebileceğimiz 4 temel strateji vardır. Bunların ilki Sürveyans‘tır. Alt tipleri vardır Aktif, Pasif, Sentinel gibi. Toplumda sağlık sorunları ile ilgili sürekli veri toplama, çözümleme (analiz) ve müdahale stratejileri geliştirme demektir. Aktif Sürveyans‘ta, salgınlarda erken olgu bulmak hedeflenir, bu amaçla da toplumda yaygın tarama çalışması yapılır… Bizim, “… kapı kapı dolaşıp test yapılmalı..” dediğimiz bu idi. Başta Çin, çok başarılı uyguladı ve 82 günde salgını Wuhan’da sönümlendirdi. Uygulanmama gerekçesi yeterli sağlık çalışanı (personeli) olmayışı, test maliyeti, laboratuvar yetersizliği ve “samanlıkta iğne arama” reddiyesi ileri sürüldü… Ama Dünya Sağlık Örgütü başından beri Test yap, Erken olgu bul ve Sağaltdedi. Türkiye yaklaşık 14 kişiden 1’ine test yapmış oldu son verilerle. Çok daha yüksek skorlu ülkeler daha başarılı.

Amuran: Sağlık Bakanlığı’nın son açıklamalarında verdikleri bilgiler kamuoyunu tatmin etmiyor. Sözgelimi entübe hasta sayısının verilmeyişi. Oysa şeffaflık panik olmasını da engeller, insanların kendileri için alacakları önlemler de daha bilinçli hareket etmelerini sağlar, değil mi?

Saltık: Elbette. Tablo karmakarışık! Dahası, bu istendik bir durum, sorunu bulanıklaştırmak için. Yoğun bakımda ve/veya entübe hasta sayısını dediğiniz gibi son 2 haftadır Bakanlık saklıyor. Oysa bu önemli bir gösterge idi. Türkiye’de, karartılma öncesi son günlerde yatan toplam hastanın 1/10’ü düzeyine tırmanmıştı dünyada %1 iken. Gene de ölümler Türkiye’de dünya ortalamasının yarısından azdı. Bu derin çelişkiyi sorguluyorduk ama Sağlık Bakanlığı doyurucu açıklama yapamıyordu. Şimdilerde o turkuvaz tabloda günlük verilen 5-6 rakamdan ikisi ağır hasta ve zatürreli hasta sayısı. Dünya ile karşılaştırma olanağı kalmadı, standart bozuldu. Öte yandan sağaltımda (tedavide) elde gerçekten etkili anti-viral ajan yok. Hastalık sırasında gelişen bozukluklara dönük belirti (semptom) ile savaşılıyor. Ateş, solunum güçlüğü, yaygın pıhtılaşma eğilimi, aritmi vb. Hidroksiklorokin (Kinin) çok eski bir Sıtma ilacı. Bu hastalıkta denendi, artimi yapıcı etkisi yüzünden Dünya Sağlık Örgütü kullanılmamasını önerdi ama Türkiye’de hala kullanılıyor! Üstelik, hastaneler dolu olduğundan, ağır olmayan hastalara evde kullanmak üzere Filyasyon ekiplerince veriliyor. Bu suç (1219 s. yasa md. 25 vd.), ilacı ancak hekim yazar, o da hastayı görüp muayene ederek verir. Bu uygulama pek çok bakımdan ciddi sakıncalar ve riskler taşıyor ve hemen durdurulması gerek. Öbür anti-viral ajanlar tümüyle ampirik temelde kullanılmakta. Türkiye’de dünyadan ciddi biçimde ayrışan ve ölüm oranlarında belirgin (dramatik) azalma sağlayacak bir ilaç sağaltım rejimi söz konusu değil.

Amuran: Dünya Sağlık Örgütü bu dönemde kendisine düşen sorumlulukları yerine getirdi mi? Eleştiriler yapıldı, uyarıları önemsenmedi. Sizce iyi bir sınav verdi mi?

Saltık: DSÖ, BM’ye bağlı bir teknik uzmanlık kurumu ve Uluslararası Hukuk korumasında.

Kararları, üye ülkeleri bağlayıcı değil, öneri (tavsiye) niteliğinde. 1948’de çalışmaya başladı ve 72 yıllık bir Kurum kültürü ve deneyimi var. Pek çok uluslararası sağlık sorununda iyi sınav verdi. Son salgında Ocak 2020 başında Çin’e uzmanlarını yolladı ve aşamalı biçimde alarm düzeyini artırarak 10 Mart 2020 günü, salgının 2. ayı bitiminde “Bu bir küresel salgındır / pandemidir” dedi. Zamanlama hatası yok bize göre. Sorun yeni ve SARS-COV2 adlı bu virüsün (Yeni koronavirüs) tanınmayışı. DSÖ de bilimsel bilgi üretildikçe yönergelerinde değişikliğe gitti, bu çok normal. Sayıları 196’ya varan tüm üye ülkelerin DSÖ ile uyumlu bir işbirliği içinde çalışması bir zorunluktur. Eleştiriler biraz da, şimdiki Etyopyalı Genel Direktör Dr. Tedros Adenom Gebreyesus’un eşitlikçi – sosyal sağlık politikaları söylemlerine kapitalizmin ilkel tepkisi gibi.

Amuran: Covit 19’la birlikte bilimsel çalışmaların önemi bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle Tıp alanında… Tıp dünyası önemli bir sınav verdi. Karar vericiler de bunun ne derece farkına vardılar, bilemiyoruz. Sağlığa dönük yapılan harcamaları yeterli buluyor musunuz?

Saltık: Bilimsel Tıp birikimimiz yabana atılamayacak düzeyde. Ancak nitelikli sağlık hizmetlerine erişimde kabul edilemez düzeyde eşitsizlikler var Türkiye’de ve dünyada. At başı giden önemli öbür sorun ise sağaltımın / tedavinin sağlık hizmeti sanılıp öne çıkarılması. Oysa gerçek sağlık hizmeti insanlar sağlıklı iken verilen koruyucu sağlık hizmetidir. Ancak böyle erken tanı konarak etkin sağaltım yapılabilir ve hastalıklar azaltılabilir. Ancak yabanıl kapitalizm her durumda en çok kâr gibi bir tunç yasayı (!) insanlığa bir boyunduruk gibi dayattığından, daha az giderle daha sağlıklı bir topluma erişemiyoruz.

Sağlık Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 58 milyar TL. Ayrıca SGK’nın 2020 için öngörülen 110 milyar TL dolayında sağlık gideri söz konusu. Kurumların da sağlık bütçeleri var, örneğin TBMM. Ayrıca yurttaşların cepten harcamaları… Türkiye sağlık sektöründe ulusal gelirinin informal (gayrı resmi) olarak 1/10’unu (%10), TÜİK’e göre ise %5’ini harcıyor. Her ikisi de ciddi tutarlar. 2019’da yaklaşık 700 milyar $ toplam ulusal gelirde 35 ya da 70 milyar $. En önemlisi verimli kullanılması; bu da kamusal sorumlulukla etkin ve yaygın, sürekli koruyucu sağlık hizmetlerinin kesin bir öncelik almasını tartışılmaz kılıyor. Yani, yerli – yabancı sermayeye rant aktarımını durdurmayı!

Amuran: Yeniden hatırlatmakta yarar var. Salgın sırasında halkın zamanında doğru gerçekçi bilgi alması önemlidir. Bu sağlanamazsa ne olur?

Saltık: Salgın dönemlerinde elbette halkın doğru, yeterli, güvenilir ve zamanında bilgi edinme hakkı tartışılamaz. Bu sağlan(a)mazsa fısıltı gazetesi devreye girer, halkla salgın yönetiminde işbirliği yapılamaz. Bu durumda da salgınla baş etme olanağı kalmaz. Türkiye’de yaşanan bir bakıma budur; iktidar gerçek verileri halktan, hatta Bilimsel Danışma Kurulundan bile saklamakta ve gerçekçi olmayan açıklamalar halkı tehlikeli bir gevşekliğe itmekte.

Amuran: Bu pandemi süreci bize neleri hatırlattı, neleri öğretti? Ayrıca son önerileriniz.

Saltık: Sorularınıza yanıt verirken önerilerimizi de sunmuş olduk. Farklı olarak ya da yer yer yineleyerek vurgulamamız gereken, sağlığın doğuşta kazanılan bir temel hak olduğu gerçeğidir.

  • Sağlıkta özelleştirmeden vazgeçilmeli, herkes hak ettiği sağlık hizmetine nüfus kağıdı ile erişebilmelidir.
  • Bu bağlamda, gerçek bir talan, kapitülasyon olan, Şehir Hastaneleri kamulaştırılmalıdır. Sağlıkta da liyakat mutlak olmalı, il – ilçe sağlık müdürleri
    Halk Sağlığı Uzmanı olmalıdır.

Benzer sağlık ve çevre sorunları insanlığı beklemektedir. Çevreyle barışık ve ona saygılı bir yaşam sürdürmek zorunludur; sürdürülebilir kalkınma dönemi kapanmıştır, artık sürdürülememektedir; sıra ve zaman sürdürülebilir yaşam ilkesindedir. Bunun da en temel gereklerinden biri, tüm dünyada etkili ve ivedi bir aile ve nüfus planlamasına geçmektir;

* HER AİLEYE 1 ÇOCUK… Zamanı geldi de geçiyor da…

Türkiye’deki Dolar milyarderleri, bu olağanüstü dönemde ülkeye sahip çıkmalı. 50 dolayında ultra zengin insanımız, salgınla savaş için 100’er milyon Dolar gönüllü katkı vermelidir…

Yaşamın her alanında en üst düzeyde tasarruf ve dünyaya en az yük olmak (en küçük karbon ayak izi bırakmak). Bu da son çözümlemede, Büyük Atatürk‘ün son derece yerinde uyarısı ile,

“Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ile savaşımı meslek edinmiş insanlarız..” 

ilkesinin gereğini yerine getirmekle erişilebilecek ulusal ve küresel bir stratejik hedef olmalı.

Amuran: Atatürk’ten söz edince sizin bir Anayasa kadar önemli gördüğünüz TBMM’de Yüce Önder’in yaptığı bir konuşması vardı. Nasıl bir sağlık politikası ortaya koyduğunu anlatan bir konuşma. O konuşmayla o yıllarda yapılanları yeniden hatırlatalım okurlarımıza. Söyleşiyi Atatürk‘le noktalayalım.

Saltık: Çok iyi olur. 1947 tarihli Dünya Sağlık Örgütü Anayasasında Sağlık tanımlanırken, “sosyal yönden de tam bir iyilik” durumu / koşulu tanıma eklenmiştir. Bu durum, Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa önderliği ile Cumhuriyeti kuran öncü kadroların engin ufkuna bir kanıttır. Mustafa Kemal Paşa ile dava – silah arkadaşları Sağlık işlerini son derece önemli bularak, bir Bakanlık düzeyinde örgütlemişlerdir. Sözünü ettiğiniz konuşma, 1 Mart 1923’te ilk Meclisin 4. yasama yılı açış konuşmasıdır.

Amuran: Atatürk’ün o konuşmasında salgınlarla nasıl mücadele edildiği de gündeme getirilir.

Saltık: Evet, dediğiniz gibi Atatürk‘ün o konuşmasıyla bitirelim söyleşiyi.

***

Efendiler,

İçişleri hakkında açıklamalarımı burada tamamlayarak sağlık işlerine geçiyorum. Ülkenin sağlık durumu Allah’a şükür sevindirici bir durum göstermektedir. (Elhamdülillah sesleri) Sağlık ile ilgili çalışmalarımızın önemli bir kısmı salgın hastalıklardan korunmaya ve bulaşmanın önlenmesine sarf edildi. Bu tip hastalıklardan yalnız çiçek ile tifüs bazı bölgelerde az da olsa kendini sınırlı bir şekilde göstermiş ise de, zamanında alınan ve sürdürülen koruyucu önlemler ile önlerine geçilmiştir. Ülkenin büyük bir kısmının düşman tarafından harabeye çevrildiği, ezilmiş halk derin bir yoksulluk içine terk edildiği, içten dışa ve dıştan içe sürekli olarak göçlerin sürmekte olduğu bugünkü dönemde, bu gibi hastalıkların görülmesi istenmeyen bir konu olmakla birlikte, oldukları yerlerde süratle ortadan kaldırılmalarında gösterilen başarı da sevindiricidir. Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı savaşın gereği düşünülürken en önce akla sıhhi önlemlerin uygulamasını yapan doktor ve sağlık memurları gelir. Geçen yıl ülke içinde memur olarak çalıştırıları doktor sayısı 337 ve sağlık memurlarının sayısı ise 434 idi. Ülkenin ihtiyacını karşılamaktan uzak olan bu sayıların bu yıl kısmen memleketin uzak yerlerinde doktor maaşlarının artırılması, kısmen askeri doktorların bir kısmının terhis ve çalıştırılmaları yoluyla çoğaltılması ve aynı zamanda okuldan çıkacak doktorlarımıza mecburi hizmet yüklenmesi ve daha çok doktor yetiştirilmesi önlemleri alınarak bugün görülen boşlukların doldurulması düşünülmektedir.

Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı insanları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen, aşıların hazırlanması ile uğraşan hıfzıssıhha kurumu üstün bir başarı ile çalışmalarını sürdürmekte ve hastalıklarla savaşta yararlı hizmetler yapmaktadır. 1921 yılı içinde, üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Kurumu geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 Kg. kolera, 477 Kg. tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yeterli bir şekilde yapılmıştır. Halen İstanbul ve Sivas’ta bulunan her biri bakteriyoloji laboratuvarı, kimya laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden kurulu hıfzıssıhha müesseselerinin üçüncüsü de bu yıl Diyarbakır’da kurulacak ve böylece hastaların uzak yerlere gitmelerinden doğacak sakıncalar ortadan kalkacaktır. Bulaşıcı hastalıklara karşı önemli bir savaşın aracı olan temizlik ve etüv araçları gittikçe çoğaltılmakta ve düşman tarafından zarar görmüş olanlar onarılmakta, var olanlar ise yenileştirilmektedir. Bu şekilde yakında Afyon Karahisar, Eskişehir ve Niğde etüv kurumları faaliyete gireceklerdir. İzmir’de ve Ankara’da her türlü aracı olan birer etüvevi inşası düşünülmektedir. Aslında sağlık korunmasını sağlayan etüvevleri bulunmayan şehirlerde yerel yönetimler tarafından verilecek ödenekle ve merkezden yapılacak yardımla bir an önce bunların tamamlanması, 1923 yılında yerine getirilmesi amaçlanan işlerden birisidir. Bu arada, çeşitli yollarla dışarıdan gelecek salgın hastalıklara karşı korunmak için sınırlarımızda karantina yeri projesi de incelenmektedir.

Kapitülâsyonların kaldırılması sonucu olarak uluslararası bir yönetim durumundan çıkarılıp, halen doğrudan doğruya bakanlığın şubelerinden biri durumuna gelen eski karantina sağlık işleri de, en güç şartlar içinde teslim alınmış olmakla birlikte başarı ile yönetilmekte ve çalıştırılmaktadır. Bir harabe halinde teslim alınan Sinop ve Kılazömen karantina yerlerinin çalışır bir duruma getirilmesine çalışılmaktadır. Sadece bulaşıcı ve mikrobik hastalıklara yakalananların tedavi gördüğü hastahanelerin bulunmamasının ülkemiz için büyük bir eksiklik olduğu düşünülerek bu yıl İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde 5 adet bulaşıcı hastalıklar hastahanesinin kurulması ve açılması sağlık programımıza konmuştur. Bu arada İzmir’deki hastahane çalışmaya başlamış, İstanbul’dakiler de açılmaya hazır olarak beklemektedir. Gerek yerel yönetimlerin çalışmaları gerek örnek kurumlarımızın ülkemize
iyi bir şekilde dağıtılması ile Anadolu’nun her yanında eldeki imkanlar içinde önemli sağlık merkezlerinin kurulmasına çalışılacaktır. Salgın hastalıklar oranı kadar önemli ve hatta ülkemizde bunlardan daha çok ölüme neden olan sıtma, frengi ve vereme karşı da önlemler alınmasından geri durulmuyor. Sıtma hastalığının ülkemizdeki yayılma oranı ve yaptığı yıkıntıya karşı yeterli önlemler bulunduğu iddia edilmemekle birlikte, sıtmanın en etkili ilacı olan, İstanbul kimyahanesinde üretilen devlet kinininin bin kiloya yakın mevcudu Ziraat Bankası eli ile bütün bölgelere dağıtılmak üzeredir. 250 kilo da parasız kinin dağıtılmıştır.
Yine geçen yıl ödeneğinden artan para ile dışarıdan yeniden bin kilo kadar kinin alımı için başvurulmuştur. Sıtma hastalığının kökünün kazınması için, tek çare olan kurutma ve arazi ıslahı sorununa ve şehir ve köylerin sağlık koruyucu şartlarının düzeltilmesine olağan durum sağlandığında hemen başlanacak ve bunun tamamlanması bayındırlık ve sağlık işlerimizin
en gerekli ve önemli görevlerinden olacaktır

Yıkıcı memleket hastalıklarından başlıcası olan vereme karşı şimdiye kadar durum ve şartlar nedeniyle uygulamaya izin ve imkan bulamadığımız önlemlere başlangıç olmak üzere İstanbul’da veremliler tedavi evi açmak ve böylece yeni ve çok gerekli bir mücadelenin ilk temel taşını koymak düşüncesindeyiz.”

***

Amuran: Sayın Saltık, Atatürk’ün stratejisi doğrultusunda gitmenin ne denli önemli olduğunu bu Meclis konuşmasıyla daha da netleştirdiniz. Açıklamalarınız ve Covit 19‘la ilgili son değerlendirmeleriniz için teşekkürler. Covit aşılarıyla ilgili gelişmeleri bir başka söyleşimize bırakalım teşekkürler.

Saltık: Ben teşekkür ederim.

Amuran: Tutuklu bulunan Gazeteci arkadaşlarımız Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç‘a da selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Bir an önce özgürlüklerini kavuşmaları dileğimizi yineliyoruz.

*****