Etiket arşivi: seçim hileleri

Teslim olmayacağız

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 30 Nisan 2021

 

Mesele rakı, şarap, viski, bira, votka filan değil.
Mesele lanet olasıca zehir deposu tütün de değil.
Mesele, yaşama hakkına sahip çıkabilmek.
Mesele, kimseye zarar vermeden kendi yaşam tercihleri ile yaşayabilme hakkına sahip çıkabilmek, dedem…

Zaten 2020 yılının mart ayından bu yana aldıkları yanlış kararlar, öncelikleri yanlış belirledikleri için almadıkları veya alamadıkları kararlar nedeniyle bir avuç ayrıcalıklı kesim haricinde on milyonlarca vatandaşı mağdur ettikleri yetmiyormuş gibi, şimdi de “kapanma” bahanesiyle ilave “ideolojik zulüm” peşindeler.

Evet. “Zulüm”den söz ediyoruz burada.
Kimse yanlış anlamasın ya da yanlış anlaşılmasına, çarpıtılmasına çalışmasın.
“İçki – alkol – sigara – keyif verici maddeler” meselesi değil bu.
Yaşam tercihi meselesi.

Evimde, balkonumda oturup istediğimi yiyip istediğimi içme, istediğimi tüketme hakkı da “başkasının belirleyeceği bir listeyi değil, kendi tercihlerimi kullanarak tüketme hakkı” da bir temel insan hakkı değil mi?

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yürürlükteki tüm yasalar ve dahi insan olmaktan kaynaklanan temel haklarımızın gereğinden söz ediyorum.

Bu ülkeyi yönetmek üzere yetkiyi aldıkları ve tam 19 yıldır kimi zaman da seçim hileleri dahil çeşitli yöntemlerle ellerinde tutmayı başardıkları süre içinde kim bilir kaç kez denediler bunu. “Bizim gibi düşünmeyene, bizim dinimizden olmayana, bizim mezhebimizden olmayana, bizim gibi yaşamayana yaşam hakkı yok” diye özetlenebilecek hoyrat, nobran, kibirli, küstah, tepeden bakan politikalar izlemekten asla vazgeçmediler.

Bu ülkenin kurucularının dünyaya örnek olacak biçimde, Cumhuriyetimizin harcına kattıkları en önemli hammadde olan “laiklik” ilkesini her fırsatta ayaklar altına aldılar.

Dini bayramları, milli bayramlara alternatif duruma getirerek her dini bayramda bunu insanlara hissettirdiler. Ramazan aylarında, kamu ve hatta etkili olabildikleri özel kurumlarda bile yemekhaneleri türlü çeşitli gerekçelerle “bakıma alma” kurnazlığı ile insanlara sanki zorla oruç tutturabileceklerini sandılar. Oruç yeme “suçlaması” ile insanlara orada burada uygulanan şiddete sessiz kaldılar. Elinde bir şişe su ya da bir simit olana bile adeta “kâfir – şeytan” gözü ile bakılmasına cevaz verdiler.

Bugün gelinen noktada, pandemi önlemleri, evlere kapanma bahanesi ile ilgili ilgisiz pek çok alanda faaliyet göstermek, sokağa çıkıp dolaşmak, satış yapmak serbest bırakılırken içki satışına yasak getiriyorlar. Bunun tek bir izahı vardır: “Aylardan ramazan. Biz dinimizce ibadet ediyoruz. Biz oruç tutuyoruz. Aç kalıyoruz. Siz de bizimle aynı şeyleri yapacaksınız. En azından içki vs. tüketmenize izin vermeyiz. Bizim gibi yaşayacaksınız…” demektir bu.

Üstelik de bunu “delikanlı gibi” net ve açık bir kararname ile ya da genelge ile yapmıyorlar. “Arka kapıdan dolanarak ima yoluyla utangaçça” yaparak iyice tepki çekiyorlar. Neymiş efendim? “Tekel bayilerine, yani sadece içki ve sigara satan yerlere yasak geliyormuş. Ama bakkal, market, süpermarket vs. gibi yerler bu mamulleri satarsa, haksız rekabet olur…” muş.

İyi de adı geçen yerler (Tekel bayii) leblebi çekirdek, cips filan da satıyor. Onlar da o malları satamadıkları, market satabileceği için bu kez “tersten” haksız rekabet olmayacak mı?  Neresinden baksanız izah edilir bir şey değil.

  • İnsanların yaşam tarzına, yaşam tercihlerine müdahale uygulamasıdır bu ve çok tehlikelidir.

Buna sessiz kalınırsa, buna karşı çıkılmazsa, bir sonraki ramazan ayında “oruç tutulan saatler içinde” tüm yiyecek içecek satan yerlere yasak getireceklerdir. Su ve ekmek bile alamayacak duruma getirirler insanları. Kimse yalan söylemesin, sahtekârlık yapmasın. Sizin ruhunuzu tanıyoruz artık. Zaten tanıyorduk ve geldiğiniz günden beri söylüyorduk da. Artık sağır sultan bile duydu. Kendinizden olmayana yaşam hakkı tanımayan bir türsünüz.

Bu tavrın, bu kafanın, bu ideolojinin, “demokrasinin reddi ve demokrasinin zıddı” olduğunu söylemeye gerek yok.

  • En ileri derecede Faşizmdir bu.

Yasalarla ve anayasa ile güvence altına alınmış görünse de düşünceyi, ifadeyi, yazmayı, çizmeyi, okumayı, itiraz etmeyi, protesto etmeyi, toplanmayı, yürümeyi her şeyi yasaklayan kafanın ürünüdür bu.

Şimdi de yemeyi içmeyi. Mesele içki-alkol filan değil.

Mesele yaşam hakkı. Mesele nefes almak.

Teslim olmayacağız. Böyle biline. 

MİLYONLUK TWEET İLETİLERİMİZ…

MİLYONLUK TWEET İLETİLERİMİZ…

Dostlarımıza teşekkür ederiz..

Her ne denli dün (15.12.2020) TBMM Bakanlığının bütçe önerisi görüşülürken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ağzından kaçırdı (!?) ise de,

Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.

içerikli çok tehlikeli bir tümce kurdu ise de, AKP’nin maskesi bu kez tam düşmüştür.

Ancak, taa 1908’lerde Padişahı bile indirerek bu ülkeye Anayasal düzeni bir kez daha getiren bu aziz ve yiğit Anadolu halkı, meşru yollarla haklarını korumayı çağımızda da bilecektir.

İstanbul BŞB Başkanlığı seçimi çok tipik örnektir.. İnsanlar günlerce oy çuvallarının üstünde yatarak onları bir yolsuzluktan, açıkça AKP saldırısından korumayı başarmışlardır.

13 bin oy farkı, seçim yinelendiğinde 800 bini geçmiştir. Anadolu’nun derinliklerinden saatlerce ayakta otobüs yolculuğu yaparak oy kullanmaya gelmişlerdir İstanbul’a insanlar. Çünkü aşağılanmışlar, onurları zedelenmiş, hiçe sayılmışlar ve mazlumun hakkı açıkça – utanmazca gasp edilmiştir.

Böylesi bir olgu siyasal tarihte ilk ve tek örnektir! Başta AKP = RTE, herkes dersini almalıdır.

Seçim hilelerinin de zamanı geçmiştir. Mühürsüz 1 milyonu aşkın oyu sandıklara atarak anayasa halkoylamasının sonucunu da artık değiştiremezsiniz..

Halk artık AKP’nin içyüzünü anlamıştır ve düzeltme olanağı yoktur.

ABD’den “malvarlığını araştıracağız” tümcesi geldiğinde Erdoğan felç olmaktadır! Niye?

Neden çıkıp “kanıtlamazsanız namertsiniz, müfterisiniz….!” diye haykıramamaktadır?

***
Almanya, salgın verileri bizden çok daha olumlu olmasına karşın, bu gün neredeyse tam kapanmaya gitti.. 26 gün sürecek, 10 Ocak’a dek. Sosyal devlet her tür desteği verecek halka.

Merkel: “Mevcut önlemlerle rakamları aşağıya çekemeyiz. Ek önlemler almadan kışı atlatamayız. Noel’den önce yine bir karar alınması gerek. Vaka sayıları kendiliğinden düşer umuduyla yaşayamayız. Eyalet yönetimleriyle önümüzdeki birkaç gün içinde gerekli görüşmeleri yapacağız.” dedi önceki gün ve özerk bilim kurumu Robert Koch Enstitüsü’nden rapor aldıktan sonra 16 Eyalet Başbakanı ile saatlerce görüşerek üstteki kararı aldı.

Bizde Erdoğan, neredeyse yarı tanrı! Hikmetinden sual olunamıyor, Sağlık Bakanı Koca, ikide bir “Sn. Cumhurbaşkanımız arz edeceğiz, Bilim Kurulu danışma organı” diyor.. Ama salgın verileri kötüye gidince Erdoğan, “Bilim Kurulu tam yetkili” diyebiliyor!? Basit bir takiyye mi??

    • Bizde ise AKP = Erdoğan iktidarı Batı’dan beter tam bir sermaye iktidarıdır, üstelik acımasız bir din sömürüsüyle!RTE, Azerbaycan dönüşünde geçen hafta uçakta, “.. biz artık özellikle aşılara adeta endekslendik.. Çin’den ilk etapta 10 milyon doz aşı gelecek, 50 milyona tamamlayacağız.. ödeme planıyla ilgili imzayı attım.. BioNTech ve Pfizer aşıları ile 3’lemiş olacağız..” dedi.Soruyoruz : 1 doz aşı kaç $? Sözleşme koşulları neler? Hangi şirket aracı? Neden Devlet doğrudan dışalım yapmıyor? Niçin açıklamıyorsunuz, saklanacak neler var sözleşmede??
      Bir şey daha soruyoruz Erdoğan’a :
      “3’lemiş olacağız” ne demek?BioNTech&Pfizer aşısı 2 ayrı aşı değil ki, Çin’de gelecek olanla 3 ayrı aşımız olsun! Adı geçen 2 firmanın ürettiği tek 1 aşı var.. Erdoğan, salgın verilerini – sürecini böyle mi anlıyor, yandık!
      ***
      Hepsi bir yana, 3 Kasım 2020’den bu yana tek başına iktidarında 19. yılına giren AKP = RTE, bugün ülkemizde yaşanan AŞI KITLIĞI / YOKSUNLUĞU / GECİKMESİNİN bağışlanamaz sorumlusudur.

      Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü
      ‘ne 2002-2011 arası 9 yıl çivi çakmamışlar, sonra da teknolojisi geriledi, Küreselleşme gereği işbölümü var, aşıları uzmanlarından satın alacağız… diye saçmalayarak bu çok başarılı, Dünyaya örnek Cumhuriyet Kurumunu, 2 Kasım 2011’de 663 s. KHK ile kapatmışlardır (m. 58). Tarih, dönemin Sağlık bakanı Dr. Recep Akdağ‘ı asla unutmayacaktır.

      Bugün ülkemizde yaşanan AŞI KITLIĞI / YOKSUNLUĞU / GECİKMESİNİN faturası daha çok hastalık, daha çok ölüm ve daha çok ekonomik yıkım – salgının uzamasıdır. Sorumlu AKP = Erdoğan’dır.

      Sınırlı (10 ya da 20 milyon doz??) aşılamaya başlamaya daha en az 3 hafta vardır.
      Salgın çok azgın bir dönemdedir. Merkel Almanya’sından çok daha hazin / acınacak  durumdayız. Her gün “resmi verilerle” 30 bini aşkın, gerçekte 2-3 katı insanımız KOVİT-19’a yakalanmakta, her gün yine “resmi verilerle” 200’ü aşkın, gerçekte 2-3 katı insanımız yaşamdan koparılmaktadır!

      Bu tablonun 3 hafta daha sürmesi; resmi verilerle 5 bine yakın, gerçekte birkaç katı masum insanımızın ölmesi ve resmi verilerle 600 binden çok gerçekte birkaç katı insanımızın hastalığa yakalanması ve uzayıp giden salgının dayanılmaz ekonomik, psiko-sosyal yükü demektir! AKP = Erdoğan‘ın tablonun böylesine ürkünç/vahim olduğunu gereğince kavradığını düşünemiyoruz.

      Azerbaycan’dan dönüşte uçakta Erdoğan’ın sözleri bizi ürkütmektedir : İlk parti aşı 10 mu, 20 milyon doz mu, S. Bakanı mı, Erdoğan mı doğru söylüyor? “BioNTech ve Pfizer aşıları ile 3’lemiş olacağız..” ne demektir? Türkiye bu son aşıdan simgesel olarak 1 milyon doz anacak alabilecekken, Erdoğan 3 aşı edinebileceğimizi sanarak rahatla(tıl)mış mıdır??
      ***
      Kendilerine hiç olmazsa AŞILAMA sürecinde tam bir saydamlık, ülkenin aşı gereksinimi hızla karşılama, bilimsel HAKKANİYETE dayalı yaygın ve etkin bir aşılama kampanyası öneriyoruz.. Yapılacak her hata daha çok ölüm, daha çok hastalık, daha çok ekonomik yıkım ve de AKP’nin başarısızlığının perçinlenmesi olacaktır.

      Derhal, oyalanmadan, en az 14 gün tama yakın kapanma zorunludur,  hatta kaçınılmazdır ve ivedidir.

      Efendiler bunu yapınız korkmayınız, daha pahalıya mal olmayacaktır. ABD’de çoook zenginler, Devlete “ek vergi / servet vergisi” vermeye hazır olduklarını açıkladılar ve dahası, hükümeti bu yönde yasal düzenlemeye çağırdılar!.. İspanya yaptı, Arjantin yaptı..

      Hani İslamiyet adalet dini idi??!

      Eyyyyy, müslüman geçinenler, “kefere”nin (!) adaletinden, ahlakından, etik değerlerinden, sosyal devletinden, hukukundan… size zerrece pay düşmez mi??
      ***

      Tüm dünyaya eş zamanlı 14 günlük küresel kapanmayı,

      24 Ekim 2020 günü, BM’nin 75. kuruluş yıldönümünde ve sorasında önerdik. İlk olarak Karantina TV programında açıkladık (http://ahmetsaltik.net/2020/10/26/katrantina-tv-programimiz-24-ekim-2020/). Türkçe ve İngilizce çağrı iletimizi olabildiğince yaydık. 3-4 Aralık 2020’de bu toplantı gerçekleşti SALGIN gündemi ile. Önerdiğimiz üzere DSÖ Başkanı Dr. Gebreyesus Genel Kurulu bilgilendirdi. Şimdilerde bu önerimiz sıcak gündemde!

      Salt Türkiye’ye değil,

    • Tüm dünyaya, EŞ ZAMANLI 14 GÜNLÜK KÜRESEL KAPANMA öneriyoruz.
    • Bu çok etkili bir Epidemiyolojik stratejidir.

      INTERNATIONAL CALL FOR CONTROLLING
      COVID-19 PANDEMIC

      The COVID-19 pandemic cannot be controlled
      by the brutal capitalism’s ambition for profit!

      With the UN-WHO call, call for 14 DAYS FULL CLOSURE CONCURRENT ALL OVER THE WORLDThis is a historical solidarity step..

      ***
      Günümüzün sosyal medyası, Mustafa Kemal’in telgraf telleri gibidir.
      Ülkenin kılcal damarlarına dek ulaşmaktadır ve halk, geç de olsa aydınlanmaktadır.
      İktidarın sosyal medya korkusu ve saldırısı da bu temeldedir ancak yararsızdır.

Sevgi ve saygı ile. 16 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

Kadın ve Esnek İstihdam


Kadın ve Esnek İstihdam

portresi_CHP'li

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
CHP İzmir Milletvekili

Totaliter bir rejimin bütün hukuksal altyapısının hazırlandığı, öbür  yandan da
sermayeye yeni dikensiz gül bahçelerinin oluşturulduğu bir dönemde sıradaki paketin adı:

“Ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması”


AKP, giderayak yasamayı hızlandırdı. Kendi meşrebine uygun düzenlemeleri peş peşe yağdırıyor: 

“İç Güvenlik” paketi, “Kişisel Verilerin Korunması” paketi derken şimdi de
“Ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması” paketi…
Muhtemelen yakında kıdem tazminatında bir geriye gidiş düzenlemesi de peydahlanacaktır.
Bir yandan totaliter bir rejimin bütün hukuki altyapısı hazırlanıyor,
öbür yandan da sermayeye yeni dikensiz gül bahçeleri oluşturuluyor.

Paketin gerekçesi

Son yasa tasarısının görünür gerekçeleri arasında;

– doğurganlığı ve genç nüfus artışını destekleyecek yeni politikalar oluşturmak,
– çalışan kadınların daha çok çocuk sahibi olmalarını teşvik etmek ve
– kadın istihdamını artırmak var.

Bu doğrultuda, kadın çalışanlara her doğumda çocuk başına bir kezlik maddi destek yapılması ve çocuğun ilköğretime başlamasına dek sürebilecek bir yarı zamanlı çalışma biçiminin kadınlara sunulması var. Yarı zamanlı çalışma biçiminin yaratacağı istihdam kayıplarının telafisi gerekçesiyle de özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma yetkisi veriliyor!

Nüfus dinamiklerini belirleyen ögeler 
Bir kez maddi teşviklerle nüfus artışının desteklenmesi ham hayaldir.
Nüfus dinamiklerini belirleyen kırsal göç / kentleşme, eğitim, çalışma koşulları ve
yaşam biçimi değişimidir.

Peki ya bekâr çalışan kadınlar?
Kaldı ki tasarı, sözde aileyi / kadını koruyacak ama bekâr çalışan kadını ve kayıtdışı çalışan kadını görmezden geliyor. Keza, kayıtiçi çalışan anneler açısından da sözde pozitif ayırımcılık yaparken kadın istihdamını caydırıcı etkilerin öne çıkabileceğini dikkate almıyor
(veya sanki gizlice arzuluyor).

Tasarının ILO’nun 183 sayılı “Anneliğin Korunması Sözleşmesi” imzalanmadan getirilmesi de, iktidarın içtenliğinin sorgulanmasını ve gerçek amacın başka yerde aranmasını zorluyor.

Asıl hedef: Esnek çalışma ve geçiçi iş ilişkisi

Aslında tasarının asıl gerekçesine “genel gerekçe”de geçerken şöyle değiniliyor:

“Onuncu Kalkınma Planı’nın
birçok bölümünde ise kısmi çalışmayı da kapsayan
esnek çalışmaya atıfta
bulunulmakta olup; esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması, kamu personel sisteminde uygun iş ve kuruluşlardan başlanarak esnek çalışma modelinin geliştirileceği hedefine değer verilmektedir.” sözleri geçerken değiniliyor ama tasarıdaki
en kapsamlı düzenlemeler de bu alana ayrılıyor!


Bunun tercümesi, 2009’da püskürtülen “kiralık veya ödünç işçilik” ilişkisinin yeniden
iş hukukuna sokulmak istenmesidir. Bilindiği gibi, AKP hükümetinin 26 Haziran 2009’da istihdam koşullarını esnekleştirmek gerekçesiyle getirdiği bu yöndeki düzenleme,
yoğun tepkiler üzerine, Cumhurbaşkanı Gül’ün

– “İşçilerin emeğinin istismarı, insan onuruna yakışmayan durumların doğması gibi yasanın amaçlamadığı olumsuz uygulamalara ve çalışma barışının bozulmasına
yol açılabilecektir.”
gerekçeleriyle 9 Temmuz’da geri gönderilmişti.

İktidar şimdi “kadınlara / annelere yeni haklar veriliyor” gerekçesinin arkasına sığınarak bunu yeniden getiriyor.

Tasarıyla, doğum / analık dışında askerlik ve mevsimlik tarım işleri de geçici iş ilişkisi kapsamına alınmıştır. Ancak bunun, esnek çalışmada hiçbir sınırlama istemeyen sermaye çevrelerini tatmin etmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla doğum / analık gerekçesiyle aralanan “geçici iş ilişkisi” kapısının daha sonra ardına dek açılması zorlanacaktır.

Tasarıdaki “kısmi süreli çalışma istemi geçerli fesih nedeni sayılamaz” hükmüne karşın bunun, kamu işyerleri dışında koruyucu bir düzenleme olması kuşkuludur.
Nitekim sermaye çevreleri bu düzenlemeyi kendilerine yapılan bir zorlama olarak değerlendirmekte, bu kararın işverene ait olması gerektiğini, ayrıca 7 yıla varan bir kısmi çalışma hakkının aşırı olduğunu söylemektedirler. Bu itirazlar görmezden gelinemez;
çünkü düzenlemenin sahada uygulanabilirliği buna bağlıdır.

Sonuçta, seçime dönük politik bir malzeme olarak kullanılması yanında “doğum sonrası
yarım çalışma
ödeneği”nin yükünü İşsizlik Sigortası Fonu’na yani aslında işçiler üzerine yıktığı için de eleştirilen bu tasarı, kadın ve annelik hakları sömürüsü üzerinden
“geçici iş ilişkisi” denilen modern köleliği dayattığı için de kabul edilemez.
(Cumhuriyet
28 Şubat 2015)

======================================

Dostlar,

Bilindiği gibi Sayın Prof. Oyan Sorbonne’da Doktora yapmış bir iktisat / maliye hocası,
bir Mülkiyelidir, ilkeli – ağırbaşlı – bilimsel çizgisiyle saygın bir kişiliktir.
Doğrultu tutarlığını sürdüren bir politik kimliktir.

Yukarıdaki yazısı, AKP iktidarının “Ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması”
yasa tasarısı ile, onunla maskeleyerek, giderayak Türkiye gündemine taşımak istediği
“Kadın ve Esnek İstihdam” sorunsalını (problematiğini) irdelemekte.

Sayın Oyan’ın vurguladığı ve sorduğu sorulara ek sorulacaklar da var elbette :

İşsizleş(TİR) me ve yoksullaş(TIR)ma hızı nüfus artış hızının (2014’te %1,33) önünde giderken, nüfus artışını hızlandırmayı savunmanın bilimsel tek bir gerekçesini
neden yasa tasarısının gerekçesinde göremiyoruz?

– Yasa tasarısı “Ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması” amacına değil,
tam da bunun tersine hizmet edecektir. Türkiye halen “Demografik Fırsat Penceresi” içindedir ve bu dönemde olan ülkeler nüfusun artışını (nicel büyütmeyi) değil, tersine nüfusun niteliğinin iyileştirilmesine önem ve öncelik verirler. Bu da başlıca sağlık ve eğitim hizmetleri ve
işsizliği gerçek anlamda (reel olarak) azaltacak biçimde –nitelikli– istihdam yaratma ile olur.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası, olağan koşullarda,
yaş sınırına ek olarak en az 9000 gün prim ödenmesini öngörmektedir. (5510 sayılı yasa md. 28/a Kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olmaları ve en az 9000 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması şartıyla yaşlılık aylığı bağlanır.) Bu süre 25 yıla karşılıktır. “Esnek istihdam” kapsamında çalışan / çalıştırılan / çalışmaya zorlanan insanlar – başta kadınlar diyelim yılda 6 ay çalışıp prim ödeseler, 50 yılda emekli olabilecekler demektir. 25 yaşında çalışmaya başlansa 75 yaşa ulaşır ki, bu “mezarda emekliliğin” ta kendisidir. Yasada öngörülen 58 yaş sınırında emeklilik ise daha da düşük ücretle emeklilik,
sefalet ücreti demektir.

…..

Biz de listeyi uzatabiliriz..
AKP iktidarı bu sakıncaların ayrımında olmayabilir mi??
Buna -kargalar dahil- herkes güler sanırız…
O zaman AKP iktidarının neye hizmet ettiğini sormak gerekmez mi?
Küresel sermaye odaklarına bunca teslimiyet, bir yandan da “Cumhuru sözde yücelterek”, “millet isterse..” sömürüsü yapmak, bu çirkin demagojinin ardına sığınacak ölçüde zavallılaşmak ve fakat özünde “emekçi halkın anasını bellemek” niyedir ki??

AKP ne açık(lar) vermiş, hangi zayıf yerlerinden yakalanmıştır ki; kendisine halka bunca zulüm yaptırılabilmektedir? Bu durumda halktan oy alması da beklenemeyeceğine göre,
AKP ve üst aklı (!) seçim hilelerine mi bel bağlamaktadır; AKP’yi sümüklü mendil benzeri
çöpe atmanın samanının geldiğini düşünmekte ve bunun gereğini mi yapmaktadır??

Keşke bu soruları “necip” halkımız da sorsa..

Keşke bu soruları AKP “akilleri” de sorsa..

Ve keşke AKP yöneticleri – vekiller sorsalar..
Kendilerine ve bu dayatmaları yapan tepedeki bir – iki kişiye ??

Kendileri de, AKP de, ülkemiz – halkımız da bu cehennemi cendereden kurtulabilir..

Sevgi ve saygı ile, 
04.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ALPASLAN IŞIKLI İÇİN


ALPASLAN IŞIKLI İÇİN

portresi2

 

Suay Karaman        
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD)
Genel Sekreteri

 

 

Tüm Öğretim Elemanları Derneği’nin (TÜMÖD) Genel Başkanı, sevgili Alpaslan Işıklı hocamızı 13 Temmuz 2013 Cumartesi günü yitirdik. Bu zamansız ayrılış
hem TÜMÖD için, hem de Türkiye için yeri doldurulamayacak büyük bir yitiktir.

TÜMÖD çalışmaları içinde her gün Alpaslan hocayla sık sık görüşürdük.
13 Temmuz 2013 Cumartesi günü saat 12.00 gibi telefonlaştık ve Alpaslan hocam bana; “TMMOB için destek açıklaması yaptık, basında yer almadığı gibi,
TMMOB web sayfasında da yok. Sanırım bizim ulusalcılığımız, Atatürkçülüğümüz bazılarını korkutuyor.” dedi. Saat 16.00 gibi tekrar telefonlaştık ve en kısa sürede Ankara’da seçim hileleri konusunda dostlarımızla bir toplantı yapmaya karar verdik.

Saat 18:30 gibi Alpaslan hocamla tekrar telefonlaştık ve bana şunları söyledi:

portresi_gomlekli

  • “Sana birşey söyleyecektim ama unuttum, anımsayınca tekrar ararım. Ama bu vesileyle bugün senin doğum gününü kutlamış olayım. Ben şimdi denize gideceğim, sanırım soğuk su sana söyleyeceğimi anımsamama yardımcı olur.”

Ve yaklaşık iki saat sonra Alpaslan hocamın ölüm haberini alarak, sarsıldım.

14 Temmuz 2013 Pazar günü Alpaslan hocamın cenazesi Ankara’ya getirildi.
Cenaze arabasını Ankara Ümitköy kavşağında karşıladık ve Cebeci’de Tıp Fakültesi Hastanesi morguna götürdük. Yol boyunca ben önde, cenaze arabası arkamda ilerledik ve Alpaslan hocamla birlikte yürüdüğümüz, oturup sohbet ettiğimiz yerlerden bu şekilde geçtik. Özellikle Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önünden geçerken, göz yaşlarıma
hakim olamadım.

Yaşamı boyunca emeğin örgütlü sendikal mücadelesi ve özerk üniversite için savaşım veren, dik duruşuyla, yapıtlarıyla ve söyleşileriyle aydınlık bir Türkiye için çalışan Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, dünyanın ve insanlığın sorunlarına çözüm arayan
bir bilim insanı, yurtsever bir Türk aydınıydı.

Alpaslan Işıklı, yapıtlarında ve söyleşilerinde çok önemli olgulara vurgu yapmıştır. Yeryüzündeki her şeyin emperyalizmin çok geniş müdahalesi ve etkisi altında bulunduğunu ancak sömürüsüz bir başka dünyanın mümkün olduğunu önermiştir. Bu öneri tabandan tavana doğru yayılan, toplumun örgütlenmesiyle gelişen, ayrıcalıklı sınıf yaratmayan, hukuk düzeni içinde gerçek bir demokrasiyi
işaret etmektedir.

Alpaslan Işıklı, küreselleşmeye meydan okuyarak, örgütlü toplumun emekçilerden başlayarak oluşturulacağını ve eşit paylaşım ile sorunların aşılacağını bildirmiştir. Ülkemizin içinde bulunduğu sosyal, kültürel ve siyasal yıkımı gözler önüne sermiş, değerleri yok edilen ve bellek yitiğine uğratılan toplumu uyarmıştır.
Türkiye’nin üzerine çöken ve çöktürülen tüm karanlıkları açık açık anlatmıştır.

Öğrencilik yıllarımdan tanıdığım Alpaslan hocam ile TÜMÖD ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nde birlikte çok yakın çalışmalarda bulunduk. Özellikle TÜMÖD’de 2006 yılından beri bu birliktelik bana, Alpaslan hocamı çok daha yakından tanıma olanağı sundu. Alpaslan Işıklı sıkı örgütçü, dik duruşlu, çalışkan bir yurtsever aydın olarak anılarımızda yaşayacaktır ve ışığından her zaman yararlanacağız.

Alpaslan Işıklı’nın panelleri ve konferansları, her zaman yeni bilgiler öğrenilen
bir aydınlanma söyleşileri gibiydi. Kemalizm’in öğrenilmesinde, ulusal bilincin geliştirilmesinde ve emperyalizmin kavranmasında herkese ışık saçardı bu söyleşiler. Alpaslan hocamla birlikte katıldığımız söyleşiler, dost ortamlarında yapılan sohbetler
ve ikili görüşmelerimiz her zaman geleceğe ışık tutan nitelikteydi.

17 Temmuz 2013 Çarşamba günü, sevgili Alpaslan hocamızı son yolculuğuna uğurladık. Hocamızın tabutu başında, ışığı ile aydınlattığı sevenleri, dostları, öğrencileri ve yakınları son yolculuğunda duygu seliyle veda ettik. Alpaslan hocamızın sevgisini yüreğimize, bizleri aydınlatan fikirlerini beynimize yerleştirdik.

Alpaslan hocamızın aramızdan zamansız ayrılışı herkesi derinden sarstı.
Çünkü Alpaslan hocamız bir öğretmendi, bir arkadaştı, bir dosttu, bir ağabeydi,
bir babaydı herkes için. Alpaslan hocamızın ışığı hiç sönmeyecek, bizleri ve ülkemizi aydınlatmaya devam edecek. Işıklar içinde, huzurla uyuyun sevgili Alpaslan hocam; ışığınızı, dostluğunuzu, içten sevginizi ve sıcak gülümseyişinizi hiç unutmayacağız…

İlk Kurşun Gazetesi
22 Temmuz 2013