Etiket arşivi: temel insan hakkı

Teslim olmayacağız

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 30 Nisan 2021

 

Mesele rakı, şarap, viski, bira, votka filan değil.
Mesele lanet olasıca zehir deposu tütün de değil.
Mesele, yaşama hakkına sahip çıkabilmek.
Mesele, kimseye zarar vermeden kendi yaşam tercihleri ile yaşayabilme hakkına sahip çıkabilmek, dedem…

Zaten 2020 yılının mart ayından bu yana aldıkları yanlış kararlar, öncelikleri yanlış belirledikleri için almadıkları veya alamadıkları kararlar nedeniyle bir avuç ayrıcalıklı kesim haricinde on milyonlarca vatandaşı mağdur ettikleri yetmiyormuş gibi, şimdi de “kapanma” bahanesiyle ilave “ideolojik zulüm” peşindeler.

Evet. “Zulüm”den söz ediyoruz burada.
Kimse yanlış anlamasın ya da yanlış anlaşılmasına, çarpıtılmasına çalışmasın.
“İçki – alkol – sigara – keyif verici maddeler” meselesi değil bu.
Yaşam tercihi meselesi.

Evimde, balkonumda oturup istediğimi yiyip istediğimi içme, istediğimi tüketme hakkı da “başkasının belirleyeceği bir listeyi değil, kendi tercihlerimi kullanarak tüketme hakkı” da bir temel insan hakkı değil mi?

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yürürlükteki tüm yasalar ve dahi insan olmaktan kaynaklanan temel haklarımızın gereğinden söz ediyorum.

Bu ülkeyi yönetmek üzere yetkiyi aldıkları ve tam 19 yıldır kimi zaman da seçim hileleri dahil çeşitli yöntemlerle ellerinde tutmayı başardıkları süre içinde kim bilir kaç kez denediler bunu. “Bizim gibi düşünmeyene, bizim dinimizden olmayana, bizim mezhebimizden olmayana, bizim gibi yaşamayana yaşam hakkı yok” diye özetlenebilecek hoyrat, nobran, kibirli, küstah, tepeden bakan politikalar izlemekten asla vazgeçmediler.

Bu ülkenin kurucularının dünyaya örnek olacak biçimde, Cumhuriyetimizin harcına kattıkları en önemli hammadde olan “laiklik” ilkesini her fırsatta ayaklar altına aldılar.

Dini bayramları, milli bayramlara alternatif duruma getirerek her dini bayramda bunu insanlara hissettirdiler. Ramazan aylarında, kamu ve hatta etkili olabildikleri özel kurumlarda bile yemekhaneleri türlü çeşitli gerekçelerle “bakıma alma” kurnazlığı ile insanlara sanki zorla oruç tutturabileceklerini sandılar. Oruç yeme “suçlaması” ile insanlara orada burada uygulanan şiddete sessiz kaldılar. Elinde bir şişe su ya da bir simit olana bile adeta “kâfir – şeytan” gözü ile bakılmasına cevaz verdiler.

Bugün gelinen noktada, pandemi önlemleri, evlere kapanma bahanesi ile ilgili ilgisiz pek çok alanda faaliyet göstermek, sokağa çıkıp dolaşmak, satış yapmak serbest bırakılırken içki satışına yasak getiriyorlar. Bunun tek bir izahı vardır: “Aylardan ramazan. Biz dinimizce ibadet ediyoruz. Biz oruç tutuyoruz. Aç kalıyoruz. Siz de bizimle aynı şeyleri yapacaksınız. En azından içki vs. tüketmenize izin vermeyiz. Bizim gibi yaşayacaksınız…” demektir bu.

Üstelik de bunu “delikanlı gibi” net ve açık bir kararname ile ya da genelge ile yapmıyorlar. “Arka kapıdan dolanarak ima yoluyla utangaçça” yaparak iyice tepki çekiyorlar. Neymiş efendim? “Tekel bayilerine, yani sadece içki ve sigara satan yerlere yasak geliyormuş. Ama bakkal, market, süpermarket vs. gibi yerler bu mamulleri satarsa, haksız rekabet olur…” muş.

İyi de adı geçen yerler (Tekel bayii) leblebi çekirdek, cips filan da satıyor. Onlar da o malları satamadıkları, market satabileceği için bu kez “tersten” haksız rekabet olmayacak mı?  Neresinden baksanız izah edilir bir şey değil.

  • İnsanların yaşam tarzına, yaşam tercihlerine müdahale uygulamasıdır bu ve çok tehlikelidir.

Buna sessiz kalınırsa, buna karşı çıkılmazsa, bir sonraki ramazan ayında “oruç tutulan saatler içinde” tüm yiyecek içecek satan yerlere yasak getireceklerdir. Su ve ekmek bile alamayacak duruma getirirler insanları. Kimse yalan söylemesin, sahtekârlık yapmasın. Sizin ruhunuzu tanıyoruz artık. Zaten tanıyorduk ve geldiğiniz günden beri söylüyorduk da. Artık sağır sultan bile duydu. Kendinizden olmayana yaşam hakkı tanımayan bir türsünüz.

Bu tavrın, bu kafanın, bu ideolojinin, “demokrasinin reddi ve demokrasinin zıddı” olduğunu söylemeye gerek yok.

  • En ileri derecede Faşizmdir bu.

Yasalarla ve anayasa ile güvence altına alınmış görünse de düşünceyi, ifadeyi, yazmayı, çizmeyi, okumayı, itiraz etmeyi, protesto etmeyi, toplanmayı, yürümeyi her şeyi yasaklayan kafanın ürünüdür bu.

Şimdi de yemeyi içmeyi. Mesele içki-alkol filan değil.

Mesele yaşam hakkı. Mesele nefes almak.

Teslim olmayacağız. Böyle biline. 

Ölüm Verilerini Eksik Açıklamak Ciddi Bir Halk Sağlığı Sorunudur

Salgın Sürecinin Başarısında Fazladan Ölüm Sayıları Ana Belirleyicidir:
Ölüm Verilerini Eksik Açıklamak
Ciddi Bir Halk Sağlığı Sorunudur

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Fazladan ölüm verisi, pandeminin erken dönemi ve sonraki sürecinin etkilerini ölçmek için önemli bir göstergedir. Nitekim fazladan ölüm verilerini pandeminin başlangıcından itibaren düzenli aralıklarla izlemek, nerelerde sorun yaşandığını saptayarak bu alanlara müdahale edilmesini ve gelecek öngörülerinde bulunarak erken önlem alabilmeyi sağlar. Bu durumda salgının Halk Sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri azalacaktır.

Pandemide fazladan ölümler, COVID-19’a bağlı doğrulanmış ve kuşkulu / olası ölümler ve COVID-19 dışındaki tüm nedenlerden ölümler hakkında önemli bilgiler sağlar. Dolayısıyla pandemide fazladan ölümler, doğrulanmış ölümlerle birlikte olası ve kuşkulu ölümlerin bildirilmemesi sorunu ile sınırlı değildir. Pandemi sürecinin iyi yönetilememesinden dolayı sağlık hizmetlerine erişimin zorlaşması, sağlık hizmeti alınmasında yığılmalar ve ertelemeler olması ile pandemi döneminde iktidarlarca uygulanan yanlış politikaların var olan eşitsizlikleri derinleştirmesi fazladan ölümleri artırabilir.

Sağlık Bakanlığı verileri tümden gizlemiyor; ancak açıklarken kapsamını ve sınırlarını kendisinin belirlediği bir veri sunumu gerçekleştiriyor. Sağlık Bakanlığı’nın haftalık durum raporunda; İstanbul’da 13.09.2020’ye dek COVID-19’dan ölenlerin sayısı 2873 iken, sonrasında 04.10.2020’ye dek “yalnızca 1!” kişinin daha ölümüyle 2874 olmuştur. Bu da,

  • “İstanbul’da son bir ayda COVID-19’dan salt 1 kişi mi öldü!?”

sorusunu doğurmuştur. Daha sonra Bakanlık, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine haftalık raporunu erişime kapatmıştır. Birkaç gün sonra yeniden erişime açtığında, verilen daha önceki 2873 ölüm sayısını 2941; 2874 ölüm sayısını ise 3090 olarak açıklamıştır. Bu ölüm sayılarına bakarak saydamlaştıklarını söylemek büyük bir hata olur. Sağlık Bakanlığı’nın güncellemek zorunda kaldığı verilere göre İstanbul’da 12 Mart – 18 Ekim 2020 arasında 3190 ölüm  gerçekleşmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin e-devlet verilerine göre 12 Mart 2020-18 Ekim 2020 arasında İstanbul’da 2015-2019 yılları ortalamasına kıyasla toplam 7162 fazladan ölüm gerçekleşmiştir. Böylece, Sağlık Bakanlığı’nın İstanbul için açıkladığı 3190 COVID-19 ölüm sayısı dışında 3972 ek ölümden (COVID-19 ya da başka nedenler) daha söz edebiliriz.

2020 yılına ait COVID-19’a bağlı doğrulanmış ve kuşkulu / olası ölümler ve COVID-19 dışındaki tüm nedenlerden ölüm verileri Sağlık Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) web sitelerinde ne yazık ki eksik girilmiş ya da hiç bulunmamaktadır. Belediyelerin e-devlet sayfalarında ise yalnızca 12 ile ait ölüm verileri vardır. (Diyarbakır ve Şanlıurfa gibi pandeminin en yoğun yaşandığı illerin ölüm verileri, 2020 Eylül ayından başlayarak ya girilmemiş ya da küçük bir bölümü girilmiştir.) Geriye kalan 69 ile ait e-devlet üzerinden ölüm verileri mevcut değildir.

Türkiye nüfusunun % 36,5’ini temsil eden ve aralarında İstanbul’un da bulunduğu (Bursa, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Kahramanmaraş, Kocaeli, Konya, Malatya, Sakarya ve Tekirdağ) 11 ilin 01.01.2020 ile 31.08.2020 tarihleri arasındaki belediye e-devlet ölüm verileri, TÜİK’in aynı döneme ait 2015-2019 verileri ile karşılaştırılmıştır. Son 5 yılın ortalamasına oranla 2020’nin ilk 8 ayında ölümlerin % 12 arttığı; toplam 10.950 fazladan ölüm olduğu görülmüştür.

Belediyelerin e-devlet verileri üzerinden bakıldığında; Bursa, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Kocaeli, Konya, Malatya ve Sakarya’da 01.09.2019-25.10.2019 tarihleri arasında 8311 olan ölüm sayısı, aynı tarihler arasında 2020 yılında % 38,1 artarak 11.481 olmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıklamasına göre Türkiye geneli için 2020’de beklenen ölüm artış oranı %2,2’dir. Denizli’de 2019 Eylül ayında 542 kişi ölürken bu sayı % 17 artarak 2020 Eylül’de 635 kişi olmuştur. Denizli’de 2018 yılı Eylül ayıyla 2019 yılı Eylül ayı arasında %0,18 artış görülmüştür. Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 haftalık durum raporuna göre Ankara, Konya ve Karaman’da 06.09.2020-27.09.2020 arasında 264 kişinin COVID-19’a bağlı olarak yaşamını yitirdiği görülmektedir. Belediyenin e-devlet üzerinden ulaşılan verilerine göre bu tarihler arasında yalnızca Konya’da 2020 yılında 2019 yılına göre 393 fazladan ölüm belirlenmiştir.

  • Bu ölümler ister COVID-19’dan ister başka hastalıklardan olsun, bize salgının iyi yönetilemediğini gösteriyor.

Sağlık Bakanlığı, ölüm verilerinde saydamlık göstermediği ve bu verilere ilişkin adımlar atmadığı için süreci başarı ile yönetememiştir. Nitekim salgının iyi yönetildiği kimi ülkelerde fazladan ölümler çok sınırlı kalmıştır.

Türkiye geneline ve tüm illere yönelik fazladan ölüm verileri analizinin yapılması, salgının yayılımı ve başetme yöntemleri hakkında da çok fikir verebilir. Bu analizleri yapmak için COVID-19 ölüm verilerinin saydam, eksiksiz ve güncel olarak paylaşılmasının yanı sıra, Sağlık Bakanlığı ve TÜİK tarafından 2020 ölüm verilerinin ve nedenlerinin tümünün her hafta açıklanması ile bu verilere ulaşılırlığın sağlanması zorunludur. Türkiye’deki ölümleri p-skoru üzerinden hesaplayarak öbür ülkelerin ölüm verileri ile karşılaştırmamız; ancak Sağlık Bakanlığı ölüm verilerini eksiksiz paylaştığında mümkün olacaktır.

Fazladan ölümlerdeki riskli kümeler; yaş, cinsiyet, eşlik eden hastalık (ko-morbidite) yönünden açıklanırken; mutlaka hane halkı büyüklüğü, oturulan mahalle, sosyal sınıf bağlantısı saptanarak kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Birçok ülkede yapılan pek çok çalışmada ölenlerin içinde yoksulların sayısının daha yüksek olduğu ve salgının her boyutuyla sınıfsal olduğu ortaya konmuştur. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik bunalım pandemi ile birleşince, sosyal sınıflar – yoksulluk üzerinden ölümlerin analiz edilmesinin önemi ortadadır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu olarak fazladan (= önlenebilir!) ölümler, pandeminin boyutlarını değerlendirmenin ve bu ölümleri önlemek için alınacak önlemleri belirlemenin en nesnel (objektif) ve karşılaştırılabilir yolunu sağlayacağı için, Sağlık Bakanlığı’nı 2020’deki COVID-19’a bağlı doğrulanmış, kuşkulu / olası ölümleri ve COVID-19 dışındaki bütün nedenlerden ölümleri haftalık düzenli olarak açıklamaya çağırıyoruz ve ölüm verilerinin sınıflar ve yoksulluk üzerinden analiz edilme sürecinde Türk Tabipleri birliği Merkez Konseyi ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu olarak bilimsel birikimimizi sunmaya hazırız.

 COVID-19’a bağlı doğrulanmış ölümler, COVID-19 kuşkulu / olası ölümler ve COVID-19 dışındaki tüm nedenlerden ölümlerin kamuoyu ile paylaşılması;  İl Pandemi ve İl Hıfzıssıhha Kurullarındaki Tabip Odası temsilcilerimizin gündem oluşturmada ve alınacak kararlarda belirleyici olması; ülkemizdeki ölüm sayılarının azaltılması için zorunlu bir koşuldur.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu

====================================
Dostlar,

Bu çalışmaya emek veren, bizim de görüşlerimizi alan arkadaşlarımıza / meslektaşlarımıza teşekkür ederek metni paylaşıyoruz. Salgın boyunca gerek hasta gerek ölüm sayılarının herhangi bir gerekçe ile halktan saklanması asla kabul edilebilecek bir seçim değildir.

Siyaset düzleminde siyaset kurumu ve politikacıların – bürokrasinin böylesi bir seçeneği kesinlikle söz konusu değildir. Tam da tersine, Halkın, demokratik bir hukuk devletinde GERÇEKLERİ BİLME HAKKI dokunulmazdır bir temel insan hakkı olan sağlık hakkının ayrılmaz – tamamlayıcı parçasıdır.

Türkiye, 29 Temmuz 2020’den bu yana ulusal kamuoyuna, Dünya Sağlık Örgütüne ve uluslararası kamuoyuna yanlış – eksik veri bildirerek ağır bir etik çiğnem (ihlal) konumundadır. Üstelik 30 Eylül 2020 akşamı Sağlık bakanı Koca tarafından da itiraf edilmiştir. Bu durum ülkemizin saygınlığına ciddi zarar verdiği gibi, uluslararası işbirliği ve eşgüdüm içinde olma yükümünün de gereğinin yerine getirilmemesi anlamındadır.

Bu akıl dışı (irrasyonel) politika sürdürülemez ve görünür – görünmez ulusal çıkarları koruma gerekçesine de asla dayandırılamaz. Kaldı ki böylesi bir beklenti hem gerçekçi değil hem de patolojiktir. Sağlık Bakanlığı, mutlaka

– güvenilir
– güncel
– sürekli
– geçerli
– sınanabilir… salgın verilerini kamuoyu ile düzenli olarak paylaşmak zorundadır.

DSÖ Genel Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un 23 Ekim 2020 günlü basın toplantısında vurguladığı 5 koşuldan ilki, salgın verileri konusunda saydamlıktır. Pek yerinde olan bu uyarının – beklentinin, Halk ile işbirliği yapabilmek için güveni kurmada temel adım olduğu yeterince açıktır. Türkiye gibi devekuşu tavrıyla veri saklamaya yeltenen ülkelere de başlangıç için en azından diplomatik bir uyarıdır.

Sevgi ve saygı ile. 28 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com