Etiket arşivi: lockdown

SALGIN YÖNETİMİNDE BAĞIŞLANMAZ POLİTİK HATALAR[1]

[1] Yeni Ülke Dergisi, sayı 3, syf. 16-17, Mayıs 2021
https://www.yeniulke.com.tr/2021/salgin-yonetiminde-bagislanmaz-politik-hatalar-2708/

Türkiye, 11 Mart 2020’de ilk Kovit-19 hastasını Sağlık Bakanı ağzından epey ertelemeyle duydu. İlginçtir, aynı gün, Aralık 2019 sonunda Çin’de başlayarak tüm dünyaya hızla yayılan salgını, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bir küresel salgın (Pandemi) olarak ilan etmişti.

İlk dalga 11 Nisan 2020’de 5138 hasta ile tepe yaptı ve 8 gün sonra 19 Nisan 2020’de en yüksek ölüm sayısı 127’ye eriştik. Normalleşmeye geçtiğimiz 1 Haziran 2020’de günlük 827 yeni hasta ve 23 ölüm kaydedilmişti. Uyarmıştık, “normalleşme” için Epidemiyolojik ölçütler uygun değildi. Yaz sonrası sonbahar ve özellikle kışa girerken bir kasırga yaşanabileceğini kezlerce vurguladık. Ama AKP iktidarı, 11 Mayıs 2020’de, okullar kapalıyken kapitalizmin tapınakları AVM’leri açarak siyasal seçiminin halk sağlığından yana değil, sermayeden yana olduğunu, turnusol kağıdı gibi belli etti.

2. dalga 8 Aralık 2020’de 33.198 yeni hasta ve 15 gün sonra 259 rekor ölüm sayısı ile tepeye vurdu. Ne yazık ki öngörülerimiz gerçekleşmişti. Kimi sıkılaştırmalarla 28 Şubat 2021’e erişildi. Kamuoyu baskısı yükseliyordu giderek. İşsizlere, yoksullara, kısa süreli çalıştırılanlara, küçük esnafa yeter akçalı (mali) toplumsal destek AKP iktidarınca veril(e)memekteydi. Çok sayıda Avrupa ülkesi birkaç kez, 4 haftayı da aşan tama yakın kapanmalara (lockdown) başvurmuş ve önemli ölçüde sınırlamıştı salgını. Alman hükümeti sosyal destek için 800 milyar € ayırdığını duyurdu. Geçtiğimiz ay da ABD Kongresi 1.9 Tr $ ek kaynağı salgın yönetimi için Biden hükümetine sundu.

Aşağıdaki çizimden (grafik) de izleneceği üzere, salgın yükselme eğiliminde iken, 1 Mart 2021 günü, tümü ile popülist gerekçelerle, hiçbir Epidemiyolojik ölçüt elvermemekle birlikte, sözde denetimli normalleşmeye (!?) geçildi, önlemler gevşetildi. Oysa 28 Şubat 2021 günü 8424 yeni hastamız ve 66 ölümümüz vardı. Anımsayalım, ilk dalganın tepesi 11 Nisan 2020’de 5138 hasta ile yaşanmıştı ve o sırada daha sıkı önlemler yürürlükteydi. Bu kez de 1 Mart 2021’den çok öncesinden kezlerce uyarılarda bulunduk. 3. dalganın 2.’den beter olabileceğine dikkat çektik Epidemiyolojik verilerle. Örneğin Eylül 2020 sonrasında İngiltere mutantı yaygınlaşmaya başlamıştı. İktidar, sorun ağırlaşırsa yeniden sıkılaştırmaya gidileceğini söyleyerek hem halka gözdağı vermeyi hem de salgını bilimsel öngörülerle değil deneme- yanılma ile yönetmeyi (!?) seçtiğini ortaya koymuş oldu. Öngördüğümüz ve ısrarla uyardığımız üzere, Salgın eğrisi hızla tırmanmaya başladı. 18 Nisan 2021’de 55.802 yeni hasta ve 318 ölüm rakamına ulaşıldı. 1 Mart’ta başlatılan 2. açılım – saçılım kumarı, 49 günde 1.566.859 yeni hasta (28 Şubat 2021’de 2,7 milyon idi) ve 7357 ek ölüme neden oldu.

Hem bu akıl ve bilim dışı açılım – saçılım kumarı oynanmamalıydı hem de Mart 2021 ortasında 14 günlük hızlı tırmanma sayılarla net olarak ortaya konduğundan “denetimli normalleşme” (!?) durdurulmalıydı. Ancak AKP iktidarı kayıtsız kalarak salgının daha da alevlenmesini apaçık seyretti! 18 Nisan 2021 akşamı verileriyle havuzda 544.931 aktif hastamız var. Bu sayı 28 Şubat 2021’de 100.785 idi. Ne yazık ki, bu kitleden %2-3’ü, izleyen 4 hafta içinde ölecektir (10.899 – 16.348 insan)! Türkiye’ deki 90 milyona yakın nüfusta her 165 kişiden 1’i PCR testi +, virüs taşıyan, bulaştıran hastadır!

Masum insanların ölümünün gerçek sorumlusu salgın mı,
iktidar mı!?

Son verilerle (18 Nisan 2021);
ABD 63.625 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 332.5 m = milyon nüfusta 191.4 insidens hızı
Brezilya 65.792 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 213,7 m = milyon nüfusta 307,9 insidens hızı
Hindistan 260.778 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 1,39 Bn = milyon nüfusta 187,6 insidens hızı

  • TÜRKİYE 62.606 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 85 m = milyon nüfusta 736,5 insidens hızı!

Açık ara Dünya şampiyonu Türkiye, yukarıdaki sayısal verilerle arayı sürekli açıyor!

Ayrıca, Dünya toplamı 784.815 yeni – günlük hastanın 62.606’sı, %8’i ülkemizde!
Oysa Türkiye nüfusu dünya nüfusunun 85 milyon / 7.8 milyar = %1,1!i..
Nüfusuna oranla 7 kat daha çok aktif kovit-19 hastası var ülkemizde!
Ölüm oranında ise tersine birinciyiz.. Dünya ortalaması %2-3, Türkiye’de %1!??
“Resmen” ilan edilen ölümler 35.926.. Rahatlıkla 2-3 ile çarpılmalı.. 108 bine erişebilir ne acı  ki! Üstelik bunlar doğrudan kovit-19 ölümleri.. Yarısı dolayında da ikincil-dolaylı korona ölümleri var. Toplam 150 bini aşabilir.. Bunca can yitiğini 1 yılda Türkiye, tarihinde nerede, ne zaman verdi?? Üstelik hesaplamalar açıklanan “resmi” sayılar üzerinden.. Gerçek veriler hep daha yüksektir.

AKP’nin açılım- saçılım kumarının yitireni, can pahasına emekçiler – yoksullar!

AKP iktidarının salgın yönetiminde çok başarısız olduğu ve halkın yaşam hakkını koruyamadığı tartışılmaz biçimde ortada. Oysa yukarıda da vurgulandığı üzere, 4 haftalık tama yakın kapanma artık kaçınılmazdır. Bu sürede, aşılanması gereken 70 milyon kitleye (90 m – 18 yaş altı çocuklar) ilk 2 haftada 1. doz, son 2 haftada 2. doz olmak üzere seferberlik disiplini ile aşı yapılmalıdır. Kabaca 20 milyon insanın 1 ya da 2 doz aşılandığı varsayılır ise, 4 hafta tama yakın kapanmada, kalan 50 milyon nüfus 2 doz aşı alabilir. Ayrıca bu süre içinde etkin – yaygın sürveyans ile insanlardan evlerinde burun sürüntüsü alınmalı ve saklı – gizli taşıyıcılar erken – geç yakalanmalı ve evleri dışında 14 gün karantinaya alınmalı, yatırılarak sağaltımı gerekenler hastanede yalıtılmalıdır (izolasyon).

  • 4 hafta tam kapanma, seferberlik disiplinli aşılama + aktif sürveyans ile desteklenmek zorundadır. Tersi durumda beklenen yarar sağlanamayabilir.

YokullaşTIRma azgın bir hız ve vahşetle sürdürülmekte, yandaşlar korunarak

Ne var ki, böylesi bir girişim her şeyden önce İNSAN YAŞAMINA BİRİNCİL ÖNEM VEREN bir siyasal seçim ve kararlılığı gerektirmektedir. Ama Erdoğan, Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yönetiyor! Yanı sıra finansal durum perişan. TCMB -50 milyar $ dolayında batık. 128 milyar $ rezerv yağmalanmış. Erdoğan yönetimi ülkeyi uluslararası iflas eşiğine sürüklemiş ve 4 hafta kapanmaya para bulamıyor! 2020 sonu toplam ulusal gelir 720 milyar $ oldu ve kişi başına yıllık ortalama gelir 2006 değerinin gerisine düştü. 4 hafta tama yakın kapanma yaklaşık 40 milyar $ gerektiriyor. 150 milyon doz Sinovac aşısı ise 1,8 milyar $. Ulustan gasp edilen 128 milyar $ servetin 1/3’ü ile salgın giderlerini karşılamak olanaklı oysa. Çin’den damla damla gelebilen aşı da bedelinin firmaya ödenmesinde aksamalarla ilgili kanımızca. Başkaca aşı sağlanamaması, hem zamanında bağlantı – sipariş – ön ödeme gibi girişimlerin yönetsel beceriksizlikler yüzünden yapıl(a)maması hem de döviz sıkıntısı temelli büyük ölçüde. İktidar, aşı anlaşmalarını kamuoyuna “ticari sır” uydurması ile açıklamama ısrarını sürdürüyor!? Halen 10 aşı ivedi kullanım onayı almış durumda;

  • İktidar AŞI BULMALI!

Öte yandan, yerli aşı geliştirme de bir türlü gerçekleşemedi. Sağlık Bakanı Dr. Koca, taa Eylül 2020’de yerli aşının 1-2 aya dek hazır olacağını söylemişti. Erdoğan ise 18 merkezde (!!??) aşı geliştirme çalışması yapan dünyada tek ülke olduğumuzu bildirmişti önceki ay. Oysa bu olanaksız. Almanya, İngiltere, ABD, Rusya, Çin, Hindistan’da hükümetler yüzlerce milyon – birkaç milyar $ düzeyinde ilgili özel firmalara AR-GE desteği sağladılar. Ülkemizin, 18 yerde aşı geliştirme hovardalığını destekleyebilecek ne parası ne insangücü ne de teknik donanımı var. Örneğin BSL-4 düzeyinde Viroloji laboratuvarımız yok. Mutasyonları zamanında yakalayacak genom dizilimi yapma olanağımız da oldukça sınırlı. 19 yıldır bilime, üretken yatırımlara kaynak ayırmadı AKP.

1928’de Büyük ATATÜRK döneminde kurulan Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü (Kurumu) AKP iktidarınca 2011’de tümü ile kapatılmamış olsaydı, yerli aşı geliştirme olanağımız olabilirdi. Bu Cumhuriyet kurumu çok başarılı ve seçkindi. 1938’de Çin’e 1 milyon doz kolera aşısı yollamıştık. 2. Dünya Paylaşım savaşında İtalya’ya çıkarma yapan ABD ordusuna da aşı sağlamıştık. Almanya’da Robert Koch, Fransa’da Louise Pasteur, İngiltere’de Edward Jenner, geçmişte aşılar keşfeden saygın tıp insanlarıydı ve onların adına özerk bilim kurumları yüzyılı aşkın zamandır ayakta.. Salgını bu kadim bağımsız bilim Kurumları yönetmekte. Ülkemizde ise Cumhuriyet kurumları yok edilmekte ve kaçınılmaz afetler baş gösterdiğinde siyaset güdümünde bağımlı – göstermelik Bilim Kurulları oluşturulmakta. Bu Kurulun hiçbir önerisi kamuoyuna açıklan(a)mıyor ve TEK ADAM, kendince salgını yönettiğini sanıyor!? Milyon nüfusta günlük yeni hasta sayısı bakımından, yukarıda irdelediğimiz sayısal verilere göre son 1 haftadır açık ara Dünya şampiyonu olmamıza karşın, çoooook başarılı olduğumuza ilişkin propaganda kitapları bile yayınlanabiliyor! Ama önlenebilir ölümler durdurulamıyor. Bu, çok net İNSANLIK SUÇU!

Dr. Refik saydam Ulusal Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü (Kurumu) daha çok ertelenmeden açılmalı, insangücü – teknik donanımı sağlanmalı, yasa ile bilimsel özgürlüğü, akçalı ve yönetsel özerkliği kurulmalıdır. Salgın yönetimi bu Kuruma devredilmelidir. Aşı vb. biyolojik ürünler stratejik önemdedir Halk Sağlığı için. Bu yüzden özyeterliğimiz olmalıdır. Bu koşullarda bizim de etkili ve güvenilir aşı geliştirme ve üretme olanağımız olabilir. Küremiz olağanüstü kalabalık ve kirletilmiştir. Korona salgını benzeri afetler ne yazık ki sürecektir. Orta – uzun erimde kurumsal hazırlık zorunludur.

Türkiye; bütün kurumları, muhalefet partileri ile AKP iktidarını bu akıl – bilim dışı ve yaşam hakkını hiçe sayan politikadan / politikasızlıktan alıkoymaya, meşru zeminde vargücüyle çabalamalıdır.

  • Ulus, meşru direniş ile ayağa kalkmalı ve yaşam hakkını, -gerekirse iktidara karşın- hukuksal düzlemde savunmalıdır.

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Emekli)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com       
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik 

AŞI SAVAŞLARI ve AKP İKTİDARININ SINAVI

AŞI SAVAŞLARI ve
AKP İKTİDARININ SINAVI*


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Dünya bir aşı savaşı yaşıyor, rekabet çok acımasız ve Türkiye de bunun içinde. Küresel toplumla dürüst işbirliği, eşgüdüm, dayanışma ve bilimsel akılcılık çözüm masamızın 4 ayağı olmalıdır. Türkiye’nin aşı konusunda çok geciktiği ortada. Yalnızca Çin’den 50 milyon doz aşı alınabileceğini biliyoruz. Bu aşının Türkiye’de süren Evre 3 çalışmaları (12.500 gönüllüde) bitmek üzere ve sonuçları olumlu görünüyor. Bu çalışma sayesinde Türkiye’ye bir aşı kotası ayrılmış durumda. Bir de BioNTech – PFIZER’den yalnızca bir milyon doz aşı alınabileceği belirtiliyor.

Bu aşıların 2 doz yapılacağı düşünüldüğünde, 50 milyon doz aşı ile en çok 25 milyon kişiye ulaşılabilir (fire payı da vardır..). Bu sayı Türkiye için kesinlikle yeterli değildir. Türkiye’de 84 milyon vatandaş, 6 milyon göçmen olmak üzere 90 milyonluk dev bir nüfus var. Aşılanmayacak olan 18 yaş altı 20 milyon dikkate alınırsa, aşılanması gereken 70 milyona yakın insan var; 140 milyon doz aşı gerekiyor (fire payı da vardır..)! Buna başka bir yerden ek yapma olanağımız da yok gibi, çünkü aşılar kapışıldı. Örneğin 65 milyon nüfuslu İngiltere, farklı aşılardan 300 milyon doz stokladı. Türkiye’nin umudunun ise, Nisan’da “yerli – milli” aşı!? Bu aşının geliştirildiğini varsaysak bile, Türkiye’nin gereksinimini kısa sürede karşılayacak miktarda üretilmeyeceğini biliyoruz. Ufukta başka bir somut aşı sipariş izi de göremiyoruz. Tıpkı grip aşısında olduğu gibi ciddi bir kıtlık yaşanacak ülkemizde. Yerli aşı bile olsa, 1 yılda 90 milyon doz (50 milyon doza ek) üretimi çok zor, hatta olanaksız.

  • 2021’de Türkiye, duyarlı nüfusunu aşılayabilecek olanağa sahip olamayacak görünüyor..

Oysa Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmasaydı (2011, 663 s. KHK ile), teknolojisi güncellenseydi, aşı gibi stratejik bir üründe %100 dışa bağımlı olmak yerine, insan aşılarında özyeterlik sahibi olacaktık. Atatürk döneminde 1928’de açılan ve paha biçilmez koruyucu sağlık hizmetleri üreten, aşı – serum gereksinimimizi onyıllarca karşılayan hatta dışsatımını yapan bu saygın ve stratejik Kurum, yönetsel ve akçalı olarak özerk, bilimsel olarak özgür bir yasal yapılanma ile hızla yeniden açılmalı, teknik donanımı güncellenmeli, uzman insangücü sağlanmalı ve salgın yönetimi devredilmelidir.
***
Aşıların etkinliği Evre 3’te, farklı ülkelerde en az 30 bin gönüllü insanda sınanıyor ve bağımsız gözlemcilerce izleniyor. Bu 18-59 yaş aydınlatılmış gönüllü deneklerden (ki saygın bir davranıştır!) kaçı korundu, yeterli ve kalıcı antikor üretti ve/veya hücresel bağışık yanıt verdi, buna bakılıyor. Endonezya’da yeni yayınlanan raporda etkinlik oranı %97 açıklandı. Türkiye ve Brezilya raporları açıklanmadı, birleştirilip yayınlanacak. Önümüzdeki günlerde Sinovac vd. Evre 3 raporlarının yayımlanacağını açıkladı. Bunu beklememiz gerekiyor. Türkiye de Evre 3 raporunun olumlu çıkması koşuluyla bu aşıyı uygulayacağını belirtmeli. Bu raporlar olumlu olmadığı takdirde aşıyı uygulama olanağı yok!

Aşı Türkiye’ye geldiğinde en az 14 gün süren biyogüvenlik analizleri zorunlu. Bu olmadan kullanımı olanak dışı. Aşıyla ilgili Sağlık Bakanlığı yeterli açıklama yapmıyor. Aşıların nasıl geleceğini, sözleşme koşullarını, fiyatını bilmiyoruz. Aracı şirket olmaksızın doğrudan Ticaret Bakanlığınca dışalım yapılmalıdır.

Gelen aşılardan belirli oranda örneklem çekilerek yetkili (akredite) ulusal referans laboratuvarlarında biyogüvenlik testlerinin yapılması zorunludur. Örneğin 20 milyon aşıdan,
bin ampul örneklem çekilerek Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü laboratuvarında biyogüvenlik testleri yapılabilir ya da Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu laboratuvarlarında bakılabilir. Bu test süreci en az 2 hafta alır. Aşılar 11 Aralık’ta gelecekse, aşılamaya başlama 2021 başına kalır.

Sağlık çalışanları olağanüstü bir hasta yüküyle boğuşuyor. Onları bir de aşılama hizmetine koşmamak gerekir. Örneğin tıp öğrencileri gönüllülükle aşılama sürecine katılabilir. Hemşirelik, ebelik… öğrencileri aşılama konusunda eğitilip bu hizmeti verebilir. Aşılama için istasyonlar hazırlanmalı; örneğin kapalı spor salonları, sahra çadırları.. bu amaçla hazırlanmalıdır.

Ülkemizin ulusal referans laboratuvarından çıkan rapor olumlu olursa, bu rapor Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna sunulacaktır. Bunlar Sağlık Bakanlığına bağlı bürokratik birimler. Oysa özerk kurumlar olması gerek bu birimlerin. Söz gelimi, ABD’de FDA, Amerikan Başkanından bağımsız özerk bir kurumdur. Özerk kurumlar halka güven verir. Yine ABD’de Surgeon General diye bir “kurum” vardır. Bu kişi Sağlık Bakanlığı sözcüsüdür, Sağlık konusunda O açıklama yapar ve herkes O’na güvenir. Oysa Türkiye’de Bakanın kendisi bile salgın verileri konusunda aylarca halkı aldattı siyasal otoriteye güven yıkıldı.

Aşılamada iktidara güven yeniden kurulmazsa halkın bir kesimi aşıyı reddedebilir.

  • Biz eğer yaklaşık 70 milyon insanımızı hızla aşılayamazsak salgını durduramayız.

Salgın şu anda çok azgın, bir kişi en az 5 kişiye bulaştırıyor. Bu denli şiddetli bir aşamada, nüfusun %60’ını aşılamak bile yetmez, %70-80’ini aşılayarak yüksek düzeyli Toplum Bağışıklığı sağlamak gerekir. 90 milyon nüfusta 20 milyon 0-18 yaş çocuğa aşı yapıl(a)mayacağından, kalan yaklaşık 70 milyon nüfus %90 etkili bir aşıyla 2 kez aşılansa, en iyimser, Şubat içinde Türkiye nüfusunun 63 milyonu (%70’i) bağışıklanmış olur (kalan 27 milyon aşısız!). Bu bile kritik eşiktir, yeterli saymak güçtür.

  • 18+ yaş tek 1 kişi bile (tıbben aşı engeli olanlar dışında) aşılama dışında kalmamalıdır.

İngiltere, BioNTech/PFIZER aşısını uygulamaya başladı (08.12.20). İngiltere’nin biyolojik ürünlere ruhsat veren MHRA adlı özerk kurumu var. İngiliz hükümeti bu konuda yetkili değil, bu özerk kurumun raporuna dayalı siyasal karar aldı. Biz en azından 1 ay sonra aşılamaya başlayabileceğiz. Burada da ciddi bir gecikeme ve can yitiği var. Hiç kuşku yok; bu gecikmeden İktidar / Erdoğan açık ve tek sorumludur!

Salgın bu hızıyla sürerse, 1 ayda en azından, “resmi veri ile” altı bin insanın daha ölümü demektir! Buna katlanılamaz!

  • Türkiye aşılamayı beklemeden, zorunlu ve ivedi olarak tam kapatmaya gitmeli ve
    14 gün mutlaka tam kapatma (lockdown) yapmalıdır.

Azgın salgın yangını böylelikle biraz sakinleştirilebilir, çökme eşiğine sürüklenen sağlık sistemi ve çalışanları mola almış olur; ardından aşılama daha sakin ve daha az dozla götürülebilir.

İktidarın tüm aşı süreçlerini çok saydam yürüterek halkın güvenini kazanması yaşamsal derecede önemlidir. Bu koşulların sağlanması durumunda, aşı seçmeden hepimiz aşı olmalıyız..

  • UZAT KOLUNU TÜRKİYE, UZAT KOLUNU TÜRKİYE..

Sevgi ve saygı ile. 11 Aralık 2020, Ankara

  • 12 Aralık 2020 günü Cumhuriyet Gazetesi 2. sayfada yayınlanmıştır.

BİZİM TV Programımız – 30 Ağustos 2020

Dostlar,

BİZİM TV Youtube kanalından yayın yapan ve çok nitelikli programlar / görüşmeler sunan deneyimli gazeteci Sn. Lale Özan ARSLAN, 28 Ağustos 2020 günü bizimle 4 kez yaptığı söyleşinin ilk bölümünü o gün yayınlamıştı ve biz de web sitemizde paylaşmıştık.. (http://ahmetsaltik.net/2020/08/29/bizim-tv-programimiz-28-agustos-2020/)

Bu gün ise, 30 Ağustos’a da değindiğimiz 2. bölüm aşağıda. Söyleşi oldukça kapsamlı idi ve yarımşar saatlik 2 bölüm olarak yayına konmuş oldu. Her 2 bölümün ardışık olarak izlenmesinde konu bütünlüğü açısından yarar var sanıyoruz.

30 Ağustos 2020 günü Sağlık Bakanlığınca yayınlanan koronanın turkuvaz / yeşil (!?) tablosu hiç de iç açıcı değil.. İlk olgunun resmen duyurulduğu 10 Mart 2020’den bu yana, salgının 174. günündeyiz ve tablo aşağıdaki gibi.. 1482 yeni olgu ve 42 ölüm! Hastaneler dolu, ama 100 bine yaklaşan günlük testte pozitiflik oranı hala %1,5 gibi.. Rakamların zerrece tutarlığı yok; bir alaturka tiyatrodur gidiyor..

30 Ağustos korona tablosu açıklandı - Bakan Fahrettin Koca yayınladı: Vaka sayısı ve ölü sayısı bugün kaça yükseldi

Durum endişe verici ama Sağlık Bakanının ağzından yurttaşa evirip çevirip “tedbir” önermekten başka söz çıkmıyor.. Ne yaptıklarını, ne yapmayı planladıklarını bilmiyoruz..

Tablodan hesapladığımıza göre 268.546 – 243.839 = 24.707 ve 24.707 – 6.236 = 17.971 yatan hasta sayısı görünüyor..

  • PCR testi (+) 18 bin COVID-19 hastamız var!!??

Ancak, pandemi için ayrılan yaklaşık 120 bin dolayında kestirdiğimiz hasta yatağının (toplam 250 bin hastane yatağı, 50 bini özel sektörde, Bakanlığın 200 bin yatağının yarıdan çoğu pamdemiye ayrılmış durumda) dolu olması nasıl açıklanacak??

  • Dolu olan 100 bin pandemi yatağında kimler yatıyor ??

Yanıt : PCR testi negatif ama klinik ve öbür lab. bulguları ile COVID-19 tanısı konan ve bu sağaltımı alan fakat Sağlık Bakanlığınca resmen COVID-19 hastası kabul edilmeyen, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) kodlarına göre “klinik COVID-19” diye kodlanmayan pandemi hastaları!

  • Resmen 18 bin ama fiilen 120 bin, yatan COVID-19 hastamız var..

Üstelik bu yatırılanlar Bakanlığın ölçütleriyle solunum güçlüğü – yetersizliği ve yutma güçlüğü gelişen “ağır” hastalar. Olağan koşullarda %15 olgu hastaneye yatırılıyor. Eğer 120 bin hasta bu %15’e karşılık ise, toplumda 800 bin hastamız / virüsü taşıyan – bulaştıran insan vardır!

Ancak, yatırılanlar %15 olmayıp, yatak yetersizliği nedeniyle onların içinden ağırlaşanlar olduğundan, bu oranı %5 alırsak, 18 bin resmi COVID-19 hastasının %95’i toplum içindedir ki, bu rakam 2,4 milyon eder!

Bakanlığın açıklamak zorunda kaldığı çooooooooooooooooook “indirimli” (!) günlük 1500 olgu ve 40’ları bulup aşan ölüm sayıları 18 bin yatan hastadan çıkmaz…

İlk iş dürüst olup halka gerçekleri açıklamak..
Bu salgın böyle sönümlendirilemez.
Nitekim 6 ay bitiyor ama il dalgayı hala bitiremedik..

En az 14 gün TAM KAPATMAYA (lockdown) Türkiye’nin her bakımdan hızla hazırlanmasında büyük yarar var…

Sevgi ve saygı ile. 30 Ağustos 2020, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

BU RAKAMLAR KABUL EDİLEMEZ: ODATV Söyleşimiz – 23 Ağustos 2020

BU RAKAMLAR KABUL EDİLEMEZ!


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ODATV Söyleşimiz
https://odatv4.com/bu-rakam-kabul-edilemez-23082057_m.html 23.08.2020

Nurzen Amuran: Cumhurbaşkanı tarafından Karadeniz’de büyük bir doğalgaz rezervi bulunduğu açıklanınca gündem bir anda değişti ve gazın çıkarılmasının maliyetleri hangi koşullarda çıkarılıp devreye sokulabileceği tartışılmaya başlandı. Enerji ön plana çıktı. Bir anda ne okulların açılma tarihi ve okullarda alınacak önlemler konuşuldu ne de pandeminin yarattığı sorunlar gündemde kaldı. Elbette bir rezerv bulunması önemli. Daha önce de petrol ve doğalgaz için aramalar yapıldı ve yapılmalı. Ama 6000’den fazla insanımızı kaybettiğimiz pandemi sürecinde gelinen noktayı halkımız daha fazla bilmek istiyor. Açıklanan verilere inanmak istiyor. Covit-19‘a karşı verilen mücadelenin her aşamasını öğrenmek istiyor. Sözün özü şeffaflık istiyor. Evet dünden bugüne neler oldu bu son salgının sonuçlarını sağlık alanında bize hatırlattıklarını bugünkü sonuçlarla yeniden gözden geçirelim istiyoruz. Pandemi konusunda tek başına mücadele veren hemen hemen her gün televizyonlarda yazılı basında yetkililere uyarılarda, hatırlatmalarda bulunan Prof. Ahmet Saltık yine konuğumuz.

Ahmet Saltık sadece tıp alanında emek veren bir bilim insanı değil, aynı zamanda Sağlık Hukuku Uzmanı ve Mülkiye mezunu. Çok yönlü bir araştırmacımız.

Sayın Saltık, kamucu sağlık sisteminin ne denli önemli olduğu yaşanan son pandemi süreciyle ortaya çıktı. Sağlık Sektörü bugün baktığımızda Covit-19 salgınıyla beraber hangi problemleri yaşıyor?

Ahmet Saltık: COVID-19 salgınına Türkiye, sağlık sektöründe ciddi sorunlarla yakalanmıştır. En önemlisi 1. Basamak Sağlık Sisteminin zayıf ve büyük ölçüde özelleştirilmiş olmasıdır. Salgın, evrensel kural olarak 1. Basamak’ta yenilir, 2. ve 3. Basamak olan hastaneler salt hastaları sağaltır (tedavi eder). Oysa salgın, toplum içinde bulaşın durdurulması ile sönümlendirilebilir, bu 1. Basamak Sağlık Hizmetinin ana işlevlerindendir. Nitekim yeterince Sürveyans, Karantina, İzolasyon ve Filyasyon çalışması yapılamamaktadır. Bu yüzden hastaneler zorlanmakta, hastalar yer yokluğundan evlerine yollanmakta, evde izlenmeye çalışılmakta ancak 1. Basamak yetersiz bırakıldığından, bu da yeterince yapılamamaktadır.

  • Salt ağır hastalara hastanelerde –şimdilik– yer bulunabilmektedir.

Sözgelimi, ABD’de tipik bir facia yaşanmaktadır. Onca yüksek tıbbi teknolojiye ve sağlık hizmetleri için neredeyse ulusal gelirin 1/5’i harcanırken, özel sigorta zorunluğu nedeniyle, nüfusun %15’ine varan 45 milyonu aşkın yoksul – işsiz – evsiz etnik kümeler (Hispanik, İndian, Zenci) sağlık hizmetine erişememektedir. Bu ülkede COVID-19’a yakalanan ve ölenlerin büyük

bölümü, anılan yoksullar, sağlık güvencesi olmayanlardır.

Koronavirüs küresel salgını (pandemisi), insanlığa özellikle sağlık güvencesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin vazgeçilmezliğini çok acı biçimde öğretmiştir. Bu 2 temel sorumluluk kesinlikle kamunundur; hiç kimse salt kendi özel sağlık sigortası ile yetinemez. Ancak hep birlikte, dayanışma ile sağlıklı olabilir ve kalabiliriz. Dolayısıyla, neo-liberal vahşi küreselleşme rüzgarlarının sağlıkta ölçü – sınır tanımayan özelleştirmeci ve kamusal sorumluluğu dışlayan politikalarına kesinkes son vermek ve koruyucu sağlık hizmetlerine mutlak öncelik vererek sağlığı bir temel insan hakkı olarak tanıyıp yaşama geçirmek zorunludur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde bu hak açıkça tanınmıştır; uygulanması zamanı gelmiştir.

Amuran: Bugüne kadar yapılanlar Bilim Kurulu’nun bazı tavsiyeleriyle siyasetin gölgesinde gerçekleştirildi. İlgili meslek kuruluşlarının sendikaların ve derneklerin sözgelimi TTB’nin katkıları göz ardı edildi. Bu süreç de önlemler açısından sorumluluk alanı genişletilmeliydi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saltık: Salgın tüm toplumun sorunudur, kimseye ayrıcalık yoktur ancak gene de verilerden, daha çok yoksul – işsiz – evsiz – emekçi alt sınıfların etkilendiği açıktır. Dolayısıyla savaşımın (mücadelenin) hep birlikte (topyekün) olması kaçınılmazdır. Merkezi iktidar temel sorumludur ve toplumun tüm olanaklarını – güçlerini seferber etmek zorundadır. Özellikle kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ayrı ayrı yasalarla kurularak bu bağlamda yetkilendirilmişlerdir ve Anayasanın 135. maddesinin koruması altındadırlar, Anayasanın muradı da bu yöndedir. Yerel yönetimler ve sendikalar ülkemizin önemli güç alanlarıdır. Merkezi yönetimin tek başına bu ciddi salgını yönetmesi ve alt etmesi hayal bile edilemez. AKP iktidarının salgının 1. dalgasını ülkemizde 6 ay biterken hala sönümlendirememiş olması açık başarısızlık kanıtıdır ve yanlışlığı kesin, bu dışlayıcı ve gerçekleri halktan saklayıcı politikalar kabul edilemez. Türkiye’nin adı geçen örgütlerde üyeliği bulunan çok ciddi bir insan gücü kaynağı vardır ve paha biçilmez bir zenginlik olup mutlaka yararlanılmalıdır. AKP iktidarı, TBMM’de içtenlikle bir genel görüşme açtırmalıdır. Bir ulusal salgın kurultayı toplamalı ve tüm kesimlerin katkısını sürece katmalıdır.

  • Demokratik toplumlar, iktidarların halk yığınlarını ve onların yasal – kurumsal örgütlerini dışlayan değil, tersine etkin katılımını sağlayan gelişkin sosyal organizasyonlardır.

Amuran: Bilim Kurulu üyeleri medyada yazılı basında bireysel açıklamalar yaptılar halkı aydınlattılar. Ancak Pandemi sürecindeki gelişmeler, yapılan öneriler, alınan önlemler ve sonuçlar Bilim Kurulu tarafından açıklanmalıydı diyenler çoğunlukta. Bu daha inandırıcı olur daha güvenilirliği sağlardı diyenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Saltık: Yaşamda en gerçek yol göstericinin akıl ve bilim olduğu, çağımız uygar toplumlarında tartışma dışıdır. Dolayısıyla halkın bu Kurulun önerilerini bilme hakkı demokratik ve savsaklanamaz bir haktır. Öte yandan, adı geçen Kurulun kararlarının açıklanmasına engel bir durum da yoktur. 3. gerekçe olarak, kamuoyuna mal olan Bilimsel Kurul önerileri karşısında siyasal iktidarın keyfiliğini önlemek önemlidir. Siyasal yetke (otorite), Bilimsel Kurulun önerilerini yerine getirmeyecekse, Kurul göstermelik olur. Bunun böyle olmadığının kanıtı saydamlıktan geçer ve Kurulu da İktidarı da ciddiyete iter. Kamu yetkesi neden kimi kararları uygulamadığını, uygulayamadığını kamuoyuna gerekçeleriyle açıklar ve süreç ciddiyet kazanır, toplumsal bütünleşme sağlanır.

Öte yandan, eğer Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü (Sağlığı Koruma Kurumu) AKP eliyle

Kasım 2011’de işlevsizleştirilmemiş olsaydı, siyasetin güdümünde Bilimsel Kurul yerine “Bilimsel olarak özgür, akçalı (mali) ve yönetsel (idari) açıdan özerk” bu Kurum tarafından salgın çok daha uzmanlıkla, yetkinlikle yönetilecekti. Almanya’da Dr. Robert Koch Enstitüsü, Fransa’da Dr. Louise Pasteur Enstitüsü son derece başarılı kurumsal örneklerdir. Çok zorunlu durumlar dışında “ad hoc” kurullar yerine, gereksinim duyduğumuz yerleşik köklü Kurumlardır. Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü (Sağlığı Koruma Kurumu), belirttiğimiz temel niteliklerle, “Bilimsel olarak özgür, akçalı (mali) ve yönetsel (idari) açıdan özerk” olarak hemen açılmalı ve salgın yönetimi elden gelen hızla bu Kuruma bırakılmalıdır.

Amuran: Televizyonlarda sokağa çıkma yasaklarının gerekli olduğunu ısrarla söylediniz. Diğer önlemlerin aynı etkiyi sağlamayacağını belirttiniz. Elbette bu tedbirin ekonomik maliyeti de vardı. Bugün ne düşünüyorsunuz?

Saltık: Salgın yönetiminde bulaşı kırmanın en etkin yöntemlerinden biri, toplumsal hareketliliği, değinimi (teması) en aza indirmektir. Burada söz konusu hastalığın en uzun kuluçka süresi belirleyicidir. COVID-19 için değindiğimiz süre 14 gündür. İtalya, Fransa, Almanya salgın yönetiminde başarılı olmuşlardır ve 14 günlük tam kapatma (lockdown) temel belirleyicidir. Elbette ciddi ekonomik bedeli vardır. Tükiye’de yaklaşık 3.2 milyar $ / gün gibi bir maliyet hesabı yapılmış ve yayınlanmıştır. 14 gün için yaklaşık 45 milyar $ dolayında bir kamusal kaynak gereklidir.

  • AKP iktidarı, ekonomi zaten olağanüstü kırılgan olduğundan, bu kaynağı bulamamış ve köktenci bir önlem olarak tam kapatmaya gidememiştir.

Nisan ortasında bu yapılabilseydi, şimdi 1. dalga büyük olasılıkla baskılanmış olurdu. Hafta sonları, bizim adlandırmamızla piknik karantinaları; 23 Nisan, 19 Mayıs, Ramazan Bayramlarında 3-4 günlük bayram karantinaları alaturka örneklerdir ve Epidemiyoloji biliminde karşılıkları yoktur. Kuramsal olarak tümü ile yararsız oldukları söylenemez ancak beklenen yarar da ortada yoktur; Salgın 6. ayını bitirmeye koşarken hala çok ciddi düzeydedir. Böyle giderse Eylül – Ekim içinde 14 günlük tam kapatma zorunlu duruma gelebilir. Salgın dünyada da çok yaygın ve komşu ülkelerde de şiddetli.

Amuran: Bu mücadeleyi sürdüren sağlık çalışanlarımızın durumu daha da zor. Hem hastalığın bulaşma riskini taşıyorlar, meslektaşlarını bu hastalık yüzünden kaybediyorlar hem de bu sürecin travmalarını yaşıyorlar. Bu nedenle mesafe, maske ve hijyen önlemleri almayanlara karşı kırgınlar. Pandemi başladığından bu yana, kendilerine motivasyonlarını artıracak destekler yeterince sağlandı mı?

Saltık: Hayır! Tükenmişlik… yaygın. Yorgunluk, bıkkınlık, yılgınlık, depresyon, gelecek kaygısı ve korku. Ek ödemeler büyük adaletsizlik ve yetersizlik yarattı. Yeterli kişisel koruyucu donanım sağlanamadı. En önemlilerinden biri, sağlık çalışanlarının COVID-19’a yakalanmaları durumunda meslek hastalığı sayılarak sağlık, sosyal, ekonomik, emeklilik gibi türev hakların tanınmaması bir sorun… Bu sorun mutlaka çözülmeli. Hala sağlık çalışanlarına yönelik şiddet sürüyor; hizmet sunumundaki kısıtlar ve zorluklar sağlık çalışanı kaynaklı değil; sistem kaynaklı. Hatalı politikaların bedeli / kurbanı asla, çok özverili sağlık çalışanları olmamalı.

  • Salgın boyunca 5,5 ayda 50’yi aşkın sağlık emekçisi öldü! Bu rakam kabul edilemez, öncelikle sağlık çalışanını korumayan / koruyamayan bir sistem, salgını yenemez.

Amuran: Salgınlarda alınan önlemlerin ne denli farklı olduğunu millet olarak yaşayarak öğrendik. Salgın yönetimlerinde uygulanan farklı stratejiler olduğunu biliyoruz. Güvenilir ve nitelikli bir aktif sürveyans sistemi kurulmasını önermiştiniz. Süreç nasıl işliyor?

Saltık: Salgın yönetiminde “Epidemiyolojik 4’lü” diyebileceğimiz 4 temel strateji vardır. Bunların ilki Sürveyans‘tır. Alt tipleri vardır Aktif, Pasif, Sentinel gibi. Toplumda sağlık sorunları ile ilgili sürekli veri toplama, çözümleme (analiz) ve müdahale stratejileri geliştirme demektir. Aktif Sürveyans‘ta, salgınlarda erken olgu bulmak hedeflenir, bu amaçla da toplumda yaygın tarama çalışması yapılır… Bizim, “… kapı kapı dolaşıp test yapılmalı..” dediğimiz bu idi. Başta Çin, çok başarılı uyguladı ve 82 günde salgını Wuhan’da sönümlendirdi. Uygulanmama gerekçesi yeterli sağlık çalışanı (personeli) olmayışı, test maliyeti, laboratuvar yetersizliği ve “samanlıkta iğne arama” reddiyesi ileri sürüldü… Ama Dünya Sağlık Örgütü başından beri Test yap, Erken olgu bul ve Sağaltdedi. Türkiye yaklaşık 14 kişiden 1’ine test yapmış oldu son verilerle. Çok daha yüksek skorlu ülkeler daha başarılı.

Amuran: Sağlık Bakanlığı’nın son açıklamalarında verdikleri bilgiler kamuoyunu tatmin etmiyor. Sözgelimi entübe hasta sayısının verilmeyişi. Oysa şeffaflık panik olmasını da engeller, insanların kendileri için alacakları önlemler de daha bilinçli hareket etmelerini sağlar, değil mi?

Saltık: Elbette. Tablo karmakarışık! Dahası, bu istendik bir durum, sorunu bulanıklaştırmak için. Yoğun bakımda ve/veya entübe hasta sayısını dediğiniz gibi son 2 haftadır Bakanlık saklıyor. Oysa bu önemli bir gösterge idi. Türkiye’de, karartılma öncesi son günlerde yatan toplam hastanın 1/10’ü düzeyine tırmanmıştı dünyada %1 iken. Gene de ölümler Türkiye’de dünya ortalamasının yarısından azdı. Bu derin çelişkiyi sorguluyorduk ama Sağlık Bakanlığı doyurucu açıklama yapamıyordu. Şimdilerde o turkuvaz tabloda günlük verilen 5-6 rakamdan ikisi ağır hasta ve zatürreli hasta sayısı. Dünya ile karşılaştırma olanağı kalmadı, standart bozuldu. Öte yandan sağaltımda (tedavide) elde gerçekten etkili anti-viral ajan yok. Hastalık sırasında gelişen bozukluklara dönük belirti (semptom) ile savaşılıyor. Ateş, solunum güçlüğü, yaygın pıhtılaşma eğilimi, aritmi vb. Hidroksiklorokin (Kinin) çok eski bir Sıtma ilacı. Bu hastalıkta denendi, artimi yapıcı etkisi yüzünden Dünya Sağlık Örgütü kullanılmamasını önerdi ama Türkiye’de hala kullanılıyor! Üstelik, hastaneler dolu olduğundan, ağır olmayan hastalara evde kullanmak üzere Filyasyon ekiplerince veriliyor. Bu suç (1219 s. yasa md. 25 vd.), ilacı ancak hekim yazar, o da hastayı görüp muayene ederek verir. Bu uygulama pek çok bakımdan ciddi sakıncalar ve riskler taşıyor ve hemen durdurulması gerek. Öbür anti-viral ajanlar tümüyle ampirik temelde kullanılmakta. Türkiye’de dünyadan ciddi biçimde ayrışan ve ölüm oranlarında belirgin (dramatik) azalma sağlayacak bir ilaç sağaltım rejimi söz konusu değil.

Amuran: Dünya Sağlık Örgütü bu dönemde kendisine düşen sorumlulukları yerine getirdi mi? Eleştiriler yapıldı, uyarıları önemsenmedi. Sizce iyi bir sınav verdi mi?

Saltık: DSÖ, BM’ye bağlı bir teknik uzmanlık kurumu ve Uluslararası Hukuk korumasında.

Kararları, üye ülkeleri bağlayıcı değil, öneri (tavsiye) niteliğinde. 1948’de çalışmaya başladı ve 72 yıllık bir Kurum kültürü ve deneyimi var. Pek çok uluslararası sağlık sorununda iyi sınav verdi. Son salgında Ocak 2020 başında Çin’e uzmanlarını yolladı ve aşamalı biçimde alarm düzeyini artırarak 10 Mart 2020 günü, salgının 2. ayı bitiminde “Bu bir küresel salgındır / pandemidir” dedi. Zamanlama hatası yok bize göre. Sorun yeni ve SARS-COV2 adlı bu virüsün (Yeni koronavirüs) tanınmayışı. DSÖ de bilimsel bilgi üretildikçe yönergelerinde değişikliğe gitti, bu çok normal. Sayıları 196’ya varan tüm üye ülkelerin DSÖ ile uyumlu bir işbirliği içinde çalışması bir zorunluktur. Eleştiriler biraz da, şimdiki Etyopyalı Genel Direktör Dr. Tedros Adenom Gebreyesus’un eşitlikçi – sosyal sağlık politikaları söylemlerine kapitalizmin ilkel tepkisi gibi.

Amuran: Covit 19’la birlikte bilimsel çalışmaların önemi bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle Tıp alanında… Tıp dünyası önemli bir sınav verdi. Karar vericiler de bunun ne derece farkına vardılar, bilemiyoruz. Sağlığa dönük yapılan harcamaları yeterli buluyor musunuz?

Saltık: Bilimsel Tıp birikimimiz yabana atılamayacak düzeyde. Ancak nitelikli sağlık hizmetlerine erişimde kabul edilemez düzeyde eşitsizlikler var Türkiye’de ve dünyada. At başı giden önemli öbür sorun ise sağaltımın / tedavinin sağlık hizmeti sanılıp öne çıkarılması. Oysa gerçek sağlık hizmeti insanlar sağlıklı iken verilen koruyucu sağlık hizmetidir. Ancak böyle erken tanı konarak etkin sağaltım yapılabilir ve hastalıklar azaltılabilir. Ancak yabanıl kapitalizm her durumda en çok kâr gibi bir tunç yasayı (!) insanlığa bir boyunduruk gibi dayattığından, daha az giderle daha sağlıklı bir topluma erişemiyoruz.

Sağlık Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 58 milyar TL. Ayrıca SGK’nın 2020 için öngörülen 110 milyar TL dolayında sağlık gideri söz konusu. Kurumların da sağlık bütçeleri var, örneğin TBMM. Ayrıca yurttaşların cepten harcamaları… Türkiye sağlık sektöründe ulusal gelirinin informal (gayrı resmi) olarak 1/10’unu (%10), TÜİK’e göre ise %5’ini harcıyor. Her ikisi de ciddi tutarlar. 2019’da yaklaşık 700 milyar $ toplam ulusal gelirde 35 ya da 70 milyar $. En önemlisi verimli kullanılması; bu da kamusal sorumlulukla etkin ve yaygın, sürekli koruyucu sağlık hizmetlerinin kesin bir öncelik almasını tartışılmaz kılıyor. Yani, yerli – yabancı sermayeye rant aktarımını durdurmayı!

Amuran: Yeniden hatırlatmakta yarar var. Salgın sırasında halkın zamanında doğru gerçekçi bilgi alması önemlidir. Bu sağlanamazsa ne olur?

Saltık: Salgın dönemlerinde elbette halkın doğru, yeterli, güvenilir ve zamanında bilgi edinme hakkı tartışılamaz. Bu sağlan(a)mazsa fısıltı gazetesi devreye girer, halkla salgın yönetiminde işbirliği yapılamaz. Bu durumda da salgınla baş etme olanağı kalmaz. Türkiye’de yaşanan bir bakıma budur; iktidar gerçek verileri halktan, hatta Bilimsel Danışma Kurulundan bile saklamakta ve gerçekçi olmayan açıklamalar halkı tehlikeli bir gevşekliğe itmekte.

Amuran: Bu pandemi süreci bize neleri hatırlattı, neleri öğretti? Ayrıca son önerileriniz.

Saltık: Sorularınıza yanıt verirken önerilerimizi de sunmuş olduk. Farklı olarak ya da yer yer yineleyerek vurgulamamız gereken, sağlığın doğuşta kazanılan bir temel hak olduğu gerçeğidir.

  • Sağlıkta özelleştirmeden vazgeçilmeli, herkes hak ettiği sağlık hizmetine nüfus kağıdı ile erişebilmelidir.
  • Bu bağlamda, gerçek bir talan, kapitülasyon olan, Şehir Hastaneleri kamulaştırılmalıdır. Sağlıkta da liyakat mutlak olmalı, il – ilçe sağlık müdürleri
    Halk Sağlığı Uzmanı olmalıdır.

Benzer sağlık ve çevre sorunları insanlığı beklemektedir. Çevreyle barışık ve ona saygılı bir yaşam sürdürmek zorunludur; sürdürülebilir kalkınma dönemi kapanmıştır, artık sürdürülememektedir; sıra ve zaman sürdürülebilir yaşam ilkesindedir. Bunun da en temel gereklerinden biri, tüm dünyada etkili ve ivedi bir aile ve nüfus planlamasına geçmektir;

* HER AİLEYE 1 ÇOCUK… Zamanı geldi de geçiyor da…

Türkiye’deki Dolar milyarderleri, bu olağanüstü dönemde ülkeye sahip çıkmalı. 50 dolayında ultra zengin insanımız, salgınla savaş için 100’er milyon Dolar gönüllü katkı vermelidir…

Yaşamın her alanında en üst düzeyde tasarruf ve dünyaya en az yük olmak (en küçük karbon ayak izi bırakmak). Bu da son çözümlemede, Büyük Atatürk‘ün son derece yerinde uyarısı ile,

“Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ile savaşımı meslek edinmiş insanlarız..” 

ilkesinin gereğini yerine getirmekle erişilebilecek ulusal ve küresel bir stratejik hedef olmalı.

Amuran: Atatürk’ten söz edince sizin bir Anayasa kadar önemli gördüğünüz TBMM’de Yüce Önder’in yaptığı bir konuşması vardı. Nasıl bir sağlık politikası ortaya koyduğunu anlatan bir konuşma. O konuşmayla o yıllarda yapılanları yeniden hatırlatalım okurlarımıza. Söyleşiyi Atatürk‘le noktalayalım.

Saltık: Çok iyi olur. 1947 tarihli Dünya Sağlık Örgütü Anayasasında Sağlık tanımlanırken, “sosyal yönden de tam bir iyilik” durumu / koşulu tanıma eklenmiştir. Bu durum, Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa önderliği ile Cumhuriyeti kuran öncü kadroların engin ufkuna bir kanıttır. Mustafa Kemal Paşa ile dava – silah arkadaşları Sağlık işlerini son derece önemli bularak, bir Bakanlık düzeyinde örgütlemişlerdir. Sözünü ettiğiniz konuşma, 1 Mart 1923’te ilk Meclisin 4. yasama yılı açış konuşmasıdır.

Amuran: Atatürk’ün o konuşmasında salgınlarla nasıl mücadele edildiği de gündeme getirilir.

Saltık: Evet, dediğiniz gibi Atatürk‘ün o konuşmasıyla bitirelim söyleşiyi.

***

Efendiler,

İçişleri hakkında açıklamalarımı burada tamamlayarak sağlık işlerine geçiyorum. Ülkenin sağlık durumu Allah’a şükür sevindirici bir durum göstermektedir. (Elhamdülillah sesleri) Sağlık ile ilgili çalışmalarımızın önemli bir kısmı salgın hastalıklardan korunmaya ve bulaşmanın önlenmesine sarf edildi. Bu tip hastalıklardan yalnız çiçek ile tifüs bazı bölgelerde az da olsa kendini sınırlı bir şekilde göstermiş ise de, zamanında alınan ve sürdürülen koruyucu önlemler ile önlerine geçilmiştir. Ülkenin büyük bir kısmının düşman tarafından harabeye çevrildiği, ezilmiş halk derin bir yoksulluk içine terk edildiği, içten dışa ve dıştan içe sürekli olarak göçlerin sürmekte olduğu bugünkü dönemde, bu gibi hastalıkların görülmesi istenmeyen bir konu olmakla birlikte, oldukları yerlerde süratle ortadan kaldırılmalarında gösterilen başarı da sevindiricidir. Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı savaşın gereği düşünülürken en önce akla sıhhi önlemlerin uygulamasını yapan doktor ve sağlık memurları gelir. Geçen yıl ülke içinde memur olarak çalıştırıları doktor sayısı 337 ve sağlık memurlarının sayısı ise 434 idi. Ülkenin ihtiyacını karşılamaktan uzak olan bu sayıların bu yıl kısmen memleketin uzak yerlerinde doktor maaşlarının artırılması, kısmen askeri doktorların bir kısmının terhis ve çalıştırılmaları yoluyla çoğaltılması ve aynı zamanda okuldan çıkacak doktorlarımıza mecburi hizmet yüklenmesi ve daha çok doktor yetiştirilmesi önlemleri alınarak bugün görülen boşlukların doldurulması düşünülmektedir.

Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı insanları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen, aşıların hazırlanması ile uğraşan hıfzıssıhha kurumu üstün bir başarı ile çalışmalarını sürdürmekte ve hastalıklarla savaşta yararlı hizmetler yapmaktadır. 1921 yılı içinde, üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Kurumu geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 Kg. kolera, 477 Kg. tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yeterli bir şekilde yapılmıştır. Halen İstanbul ve Sivas’ta bulunan her biri bakteriyoloji laboratuvarı, kimya laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden kurulu hıfzıssıhha müesseselerinin üçüncüsü de bu yıl Diyarbakır’da kurulacak ve böylece hastaların uzak yerlere gitmelerinden doğacak sakıncalar ortadan kalkacaktır. Bulaşıcı hastalıklara karşı önemli bir savaşın aracı olan temizlik ve etüv araçları gittikçe çoğaltılmakta ve düşman tarafından zarar görmüş olanlar onarılmakta, var olanlar ise yenileştirilmektedir. Bu şekilde yakında Afyon Karahisar, Eskişehir ve Niğde etüv kurumları faaliyete gireceklerdir. İzmir’de ve Ankara’da her türlü aracı olan birer etüvevi inşası düşünülmektedir. Aslında sağlık korunmasını sağlayan etüvevleri bulunmayan şehirlerde yerel yönetimler tarafından verilecek ödenekle ve merkezden yapılacak yardımla bir an önce bunların tamamlanması, 1923 yılında yerine getirilmesi amaçlanan işlerden birisidir. Bu arada, çeşitli yollarla dışarıdan gelecek salgın hastalıklara karşı korunmak için sınırlarımızda karantina yeri projesi de incelenmektedir.

Kapitülâsyonların kaldırılması sonucu olarak uluslararası bir yönetim durumundan çıkarılıp, halen doğrudan doğruya bakanlığın şubelerinden biri durumuna gelen eski karantina sağlık işleri de, en güç şartlar içinde teslim alınmış olmakla birlikte başarı ile yönetilmekte ve çalıştırılmaktadır. Bir harabe halinde teslim alınan Sinop ve Kılazömen karantina yerlerinin çalışır bir duruma getirilmesine çalışılmaktadır. Sadece bulaşıcı ve mikrobik hastalıklara yakalananların tedavi gördüğü hastahanelerin bulunmamasının ülkemiz için büyük bir eksiklik olduğu düşünülerek bu yıl İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde 5 adet bulaşıcı hastalıklar hastahanesinin kurulması ve açılması sağlık programımıza konmuştur. Bu arada İzmir’deki hastahane çalışmaya başlamış, İstanbul’dakiler de açılmaya hazır olarak beklemektedir. Gerek yerel yönetimlerin çalışmaları gerek örnek kurumlarımızın ülkemize
iyi bir şekilde dağıtılması ile Anadolu’nun her yanında eldeki imkanlar içinde önemli sağlık merkezlerinin kurulmasına çalışılacaktır. Salgın hastalıklar oranı kadar önemli ve hatta ülkemizde bunlardan daha çok ölüme neden olan sıtma, frengi ve vereme karşı da önlemler alınmasından geri durulmuyor. Sıtma hastalığının ülkemizdeki yayılma oranı ve yaptığı yıkıntıya karşı yeterli önlemler bulunduğu iddia edilmemekle birlikte, sıtmanın en etkili ilacı olan, İstanbul kimyahanesinde üretilen devlet kinininin bin kiloya yakın mevcudu Ziraat Bankası eli ile bütün bölgelere dağıtılmak üzeredir. 250 kilo da parasız kinin dağıtılmıştır.
Yine geçen yıl ödeneğinden artan para ile dışarıdan yeniden bin kilo kadar kinin alımı için başvurulmuştur. Sıtma hastalığının kökünün kazınması için, tek çare olan kurutma ve arazi ıslahı sorununa ve şehir ve köylerin sağlık koruyucu şartlarının düzeltilmesine olağan durum sağlandığında hemen başlanacak ve bunun tamamlanması bayındırlık ve sağlık işlerimizin
en gerekli ve önemli görevlerinden olacaktır

Yıkıcı memleket hastalıklarından başlıcası olan vereme karşı şimdiye kadar durum ve şartlar nedeniyle uygulamaya izin ve imkan bulamadığımız önlemlere başlangıç olmak üzere İstanbul’da veremliler tedavi evi açmak ve böylece yeni ve çok gerekli bir mücadelenin ilk temel taşını koymak düşüncesindeyiz.”

***

Amuran: Sayın Saltık, Atatürk’ün stratejisi doğrultusunda gitmenin ne denli önemli olduğunu bu Meclis konuşmasıyla daha da netleştirdiniz. Açıklamalarınız ve Covit 19‘la ilgili son değerlendirmeleriniz için teşekkürler. Covit aşılarıyla ilgili gelişmeleri bir başka söyleşimize bırakalım teşekkürler.

Saltık: Ben teşekkür ederim.

Amuran: Tutuklu bulunan Gazeteci arkadaşlarımız Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç‘a da selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Bir an önce özgürlüklerini kavuşmaları dileğimizi yineliyoruz.

*****