Etiket arşivi: Padişah Vahdettin

KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Ahmet Nişancı
E. Öğretmen, 23.04.2020

Ulusların yaşamlarında önemli günler vardır.

Bu önemli günler uluslarca Ulusal Günler ve Milli Bayramlar olarak kutlanır.

Yeni Türkiye Devleti Cumhuriyet’i 29 Ekim 1923 günü ilan ve kabul etmişse de, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek kuruluş tarihinin birçok tarih ve sosyal bilimci tarafından 23 Nisan 1920 olduğu, bu tarihin Türkiye Devletinin doğum günü olduğu konusundaki değerlendirmelere de katılmakta bir sakınca görülmemelidir.

23 Nisan 1920 / Kutsal Savaşı Yöneten T. B. M. Meclisinin Açılışı

23 Nisan 2020 Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) açılışının (100.) Yüzüncü Yılı. Ulusların yaşamında önemli günlerin yükselişlerin yüz yıl ya da yüz yıllara ulaşmasının tarihsel anlamının değerlendirilmesi ve o yüz yılın her türlü koşullar zorlanarak da olsa en üst düzey görevlilerin katılımıyla, en üst düzey hazırlık ve etkinliklerle kutlanması modern bir ülke için vazgeçilemeyecek bir görevdir. (“zorlanarak” sözcüğü Corona Virüs/ Covid 19 salgını nedeniyle kullanılmıştır.) Bu önemin nedeninin yediden yetmişe tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi, gereğinin yerine getirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması gerekir.

Osmanlı Padişahı ve Saray Yönetimi Yok Düzeyindedir

Altı yüz yıl Türk Yurdu, yönetildiği Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşından yenik çıkınca, Padişahuın kabul ettiği Sevr Antlaşması ile parçalanmanın eşiğine gelmiştir. Ülkemizin birçok yeri Emperyalist Avrupa Devletleri /İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan tarafından tam bir işgal altındadır ve paylaşılmak için gün sayılmaktadırlar. Doğuda Ermeniler kışkırtılarak başkaldırmıştır ve orada bağımsız bir devlet kurma arzusundadırlar; içimizde azınlık olarak yüzyıllardır iyi komşuluk ilişkileri ve varlık içinde, ayrıcalıklı olarak yaşayan Rumlar, Ermeniler hainlik içindedirler; İstanbul’da Padişah Vahdettin ve saray yönetimi, ülkemiz gibi tutsaklık altındadır, teslim alınmışlardır. (AS: Ama Sevr Aanlaşmasını kabulş etti!?)

Ulusun kurtuluşunu topluca karşı koyulacak bir savaşta gören Mustafa Kemal,  Amasya Genelgesi’yle (22 Haziran 1919) kurtuluşun yolunu gösterecektir.

  • Vatanın Bütünlüğü, Milletin İstiklâli tehlikededir.  
    (Amasya genelgesi 1. madde)
  • Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azmi ve Kararı Kurtaracaktır. 
    (Amasya Genelgesi 3. madde) 

Erzurum Kongresi öncesinde General Üniformasını çıkararak milletin bir ferdi olarak kurtuluşa giden Kutsal İsyanı başlatacaktır. Sivas Kongresi ile oluşturulan Önder Kadrosuyla Ankara’ya gelerek milletin azmi ve kararını temsil edecek TBMM açılacak ve Türk Kurtuluş Savaşı bu Kutsal İsyanı yönetecek Meclisle başarıya ulaşacaktır.

23 Nisan 1920 : Kutsal Savaşı Yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı

Kurtuluşu ve Kuruluşu yönetecek T.B.M. Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü dualarla açıldı. Ankara’da yeni bir Türk Devleti kurmak üzere başında yeminli Mustafa Kemal’in olduğu yeni bir Ulusal Meclis, önünde kurtarılacak bir yurt göreviyle yükümlü, zor bir görevin beklediği, üstesinden gelebilmek için varlıklarını her şeyin üstünde tutmak zorunda olan yurdu kurtarmak görevine soyunmuş bir T.B.M. Meclisi Hükümeti vardır artık. Kuruluş aşamasındaki bu 1. Meclis her ideolojiden ve meslekten insanlarla kurulu bir karma yapı barındırmaktadır. Bu Meclis, birçok konuda geriye dönük kişilerin atılımların önüne set koymaya çalışmalarına karşın, Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa’nın akılcı yönetimiyle Kurtuluş Savaşını üstün bir başarıyla yönetmiştir.

Meclisin Önündeki Zorluklarla Dolu Büyük Görevin Açmazları

Bir Kutsal İsyanla başlayarak kazanılan bu Kutsal Savaş ve sonunda sağlanan Kutsal Barış hangi güçlükler aşılarak kazanılmıştır? Bu soruyu ve yanıtını milletin her bireyinin beyinlerinde bir fırtına yaratırcasına oluşturup yerleştirmedikçe ve bugünkü nesilden gelecek kuşaklara aktarma görevini yerine getiremedikçe Türkiye Cumhuriyeti için tehlike her zaman var olacaktır.

Meclisin açıldığı zaman içinde Sevr Antlaşması Osmanlı Devleti’ni yönetenler tarafından kabullenilmiş, tehlike olarak değerlendirdikleri yörelerimiz, topraklarımız işgal güçlerinin yeni bahaneleriyle işgal ettikleri önceki topraklarımıza eklenmektedir. İngilizlerin desteğiyle İzmir’e asker çıkaran Yunan Kuvvetleri ilerlemelerini Aydın, Afyon boyunca genişletmekte ve geçtikleri kentlerimizi yakıp yıkmakta ve halkımızı vahşice katletmekte, kadınlarımızın, kızlarımızın namuslarını kirletmekte, çocuklarımızı süngüleyerek eğlenmektedirler.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine karşı, Osmanlı Saray Yönetiminin teşvik ve destekleriyle iç isyanlar çıkarılarak kurtuluş hareketine engeller koymaya çalışılmakta, içimizde yüzyıllarca en iyi şekilde varlık içinde ve ayrıcalıklı olarak yaşattığımız Rumlar, Ermeniler hainlikleriyle işgal güçlerinin yanında yer almakta, biz komşularını kalleşçe arkadan vurmaktadırlar.

Savaş sürecinde Türk toplumunun yapısı, Ordunun durumu, savaş ekonomisi, halkın desteği bir başka yazıya bırakılarak; bu metinde Atatürk’ün Ulusal Bayram olmanın yanında Türk çocuklarına bayram olarak armağan ettiği 23 Nisan’ın geçirdiği evrelere yer verilmiştir.

23 Nisan’ın Geçirdiği Evrelere Ait Bilgiler

23 Nisan 1920,  T.B.M. Meclisi’nin açılışıyla ulusumuzun tarihinde çok önemli bir gün olma özelliği, ulusallık kazanmıştır. Bu ulusal günün bugüne değin kutlanması aşamasında geçirdiği evrelerin hepsi akılda tutulamasa da, zaman zaman hatırlanması için evinizdeki önem verdiğiniz bir bilgi dosyasında bulundurulması, özellikle de çocuklarınıza bu günün öneminin kavratılması okullarımıza/ öğretmenlerimize olduğu kadar aileler için de bir görev olmalıdır.

1-      1920 / 23 Nisan – Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır.
2-      1921/ 23 Nisan – İlk olarak Bayram olarak kutlanmıştır.
3-      1921/ 2 Mayıs – 23 Nisan Yasa ile Milli Bayram olarak kabul edilmiş ve Ceride-i Resmiye (Resmi Gazete)’ de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.  İki maddeden oluşan kanunun;

  1. Maddesi: “TBMM’nin ilk yevmi küşadı (açılış zamanı) olan 23 Nisan günü milli bayramdır.”
  2. Maddesi: “Tarihi kabulünden muteber (geçerli) olan işbu kanunun icrasına (yürütülmesine) Türkiye Büyük Millet Meclisi memurdur. Bu yasanın kabul edilmesiyle 23 Nisan her yıl coşkuyla ve büyük bir mutlulukla milli bayram olarak kutlanmıştır.
    4-      1924, 23 Nisan’ın her yıl Mustafa Kemal (Atatürk ) buyruğu ile Egemenlik Bayramı olarak kutlanmasına karar verilmştir.
    5-      1927/ Ulusal Egemenlik Bayramı Türkiye Himaye-i Etfal  (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti’nin öncülüğünde daha ayrıntılı bir bayram kutlamasına dönüştürülmüştür.
    6-      1929/ 23 Nisan Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından Türk Çocuklarına armağan edilmiş ve 23 Nisan Çocuk Haftasına dönüştürülmüş, zengin etkinliklerle kutlamalar yapılması gelenekleşmiştir.
    7-      1935/ 27 Mayıs tarihinde kabul edilen “Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun ile 22 Nisan öğleden sonra ve 23 Nisan gününün Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kutlanması yasalaşmıştır.
    8-      1979 /  23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramımız Yurtdışındaki temsilciliklerimizde de ve ilk olarak davet edilen dünya çocuklarının katılımıyla Uluslararası Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır.
    9-      1983/ 20 Nisan –1981 tarihli Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda yapılan değişiklikle 23 Nisan ““Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak düzenlenmiştir.  Böylece 1929 yılından bu yana Mustafa Kemal (Atatürk) ‘in bayram olarak çocuklara armağan etmiş olduğu “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı‘na “Çocuk” sözcüğü yasayla eklenmiştir.

Bu 23 Nisan’da yüzüncü yılını kutlayacağımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı coşku içinde kutlamamız salgın durumu alan Korona Virüs bulaşı nedeniyle olanaklı olmasa da, büyüklü küçüklü hepimiz bu bayramı içimizde çocuksu bir sevinç içinde yaşamalı, yaşatmalıyız.

Ulusumuzun kurtuluşa giden yolunda bir köşe başı taşı olan 23 Nisan’ı bize sonsuza dek kutlayacağımız bir ulusal gün olarak armağan ve emanet eden Yüce Atatürk’e, O’nun dava ve silah arkadaşlarına, milyonlarca şehitlerimize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz; ruhları sevinçli olsun.

  • Ulusumuzun Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı,
    tüm ulusumuza kutlu olsun!

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ : 23 AĞUSTOS- 13 EYLÜL 1921


SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ : 
23 AĞUSTOS- 13 EYLÜL 1921           

“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile sulanmadıkça bırakılamaz”
Mustafa Kemal Paşa
 

Birinci ve İkinci İNÖNÜ Muharebelerinden sonra Yunanlılar, 10 Temmuz 1921’de YUNAN BÜYÜK TAARRUZUNU başlattılar. Zayıf birliklerimizce tutulmakta olan Kütahya güneyine yüklenerek cephe boyunca ilerlediler. 20 Temmuz’a dek yürüttükleri saldırılarla birliklerimizi geri çekilmeye zorladılar.

Cephe durumu ile yakından ilgilenen Mustafa Kemal, birliklerimizin Sakarya Nehri (POLATLI BÖLGESİ) doğusuna çekilmesini gerekli gördü. Böylece zaman kazanılacaktı. 21 Temmuz’da tekrar saldırıyı başlatan düşman; bu plan uygulanarak büyük özverilerle yavaşlatıldı ve 25 Temmuz’da Sakarya Nehrinin karşı kıyısına geçildi.

Yunan Ordusu’nun amacı; Türk Ordusunu imha ederek, TBMM’ne Sevr’i kabul ettirmek idi. Türk Ordusu düşmanla çarpışarak, geri çekilme planını uyguladı.
İsmet Paşa, imha olmamak için Sakarya Irmağının doğusuna çekildi.

Bu Muharebeler sonucunda; Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik merkezler elden çıktı. Birliklerimizin muharebe gücü azaldı. Yurtta büyük hayal kırıklığı belirdi. TBMM’nde moral bozukluğu başladı. Sert tartışmalar oldu. Aslında Yunanlar,
Türk Ordusunu büyük ateş ve silah üstünlüklerine rağmen, yok edememişlerdi.

Ordumuz Sakarya’nın doğusunda, güvende idi. Buna karşın muharebenin yitirilmesi, cephe gerisinde büyük bir yıkım haberi gibi etki yapmıştı. 

25 Temmuzdan sonra TBMM içinde ve dışında MUHAREBENİN yitirilmesi ile ilgili birçok tartışmalar yapılmış, sorumlular aranmış, sonunda herkesin üzerinde durduğu
ve birleştiği çare bulunmuştur. O da olağanüstü önlemlerin alınması idi.

Bundan sonraki Muharebeler Türk Ulusu için bir ölüm kalım çatışması olacağından,
bu ülkenin tüm gücü ile hazırlanması gerekli idi.

Alınması düşünülen olağanüstü tedbirler, 25 Temmuz’da cepheye gidip gelen bir grup milletvekili tarafından önerilmişti. Bu yoldaki uygulamanın da tek elden yönetilmesi amaca uygun düşecekti. Herkesin üzerinde birleştiği tek kişi Mustafa Kemal idi.

Mustafa Kemal’e inananlar, bu ağır işin altından yalnız O’nun kalkabileceğini biliyorlardı. Eğer O geniş yetkilerle donatılırsa düşmanı yenebilirdi.

Mustafa Kemal karşısında olanlar ise, bu yolla oluşacak bir başarısızlık;“Onun otoritesinin kırılacağını” hesaplıyorlardı. Tüm sorumluluğu yüklenen Başkan’ın
bu kritik durumu kurtaramayacağını sanıyorlardı. Böylece O’nun Ulus içindeki büyük
ve sarsılmaz durumu zedelenecekti. Böylece O’nun Ulusal Savaşın önderliğinden indirilmesi mümkün olabilecekti. Bu kötü niyetliler çoğunlukta değildiler ancak havayı bulandırabiliyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa tüm bu hesapları bildiği halde sorumluluğu üzerine almakta duraksamadı. TBMM O’nu “Başkomutan“ seçecekti ve yetkilerinin bir bölümünü de
O’na devredecekti.

5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa144 sayılı yasa ile Başkomutan olarak atandı. TBMM’nin “savaşı yönetmeye ilişkin tüm yetkilerine” sahip oldu.

8/9 Temmuz 1919 tarihinde Askerlikten istifa ederek Tüm makam ve mevkilerini hatta Osmanlı Paşalık rütbesini de bırakarak bir fert olarak KURTULUŞ MÜCADELESİNİ yürütmeyi sürdüren Mustafa Kemal Paşa; artık TBMM’nin kararı ile yeniden
ASKER, PAŞA VE BAŞKOMUTAN oluyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığı sırasında vereceği kararlar,
yasa gücünde olacaktı.

Başkomutan, Sakarya’nın doğusunda bulunan orduyu güçlendirmek için
tüm Ulusu özveriye çağırdı. Çünkü ordumuz her türlü donanımdan yoksundu.
Yiğit askerlerimiz ayaklarına çarık bile bulamıyordu. İşte bu nedenlerle,
7-8 Ağustos 1921’de “Tekâlifi Milliye” (Ulusal Yükümlülükler) emirleri çıkartıldı.

Tekâlif-i Milliye Emirleri:

Amacı: Ordunun gereksinimlerini karşılamaktı.

İçeriği: Halkın, ordunun gereksinimlerinin karşılanması için ödeyeceği, parasal
ve mal ve hizmet karşılığı olan vergilerdir.

Bu muharebede; Yunan ordusu, Türk ordusunu imha etmek ve Sevr’i TBMM’ne
kabul ettirmek için savaştı. Türk ordusu da, Bir alan halinde savunma yaparak,
düşmanı bölmek ve taarruz gücünü kırmak için mücadele etti.

Yunanlar 14 Ağustos 1921 sabahı ilerlemeye başladılar ve 22 Ağustosta Türk mevzileri ile temasa geçtiler. 100 km genişliğindeki Sakarya cephesinde asıl çarpışmalar
23 Ağustosta başladı. Savaş süresince pek bunalımlı ve kanlı günler oldu.

Düşman birlikleri savunma çizgimizi birçok yerde aşmayı başardılar.
Ancak büyük özverilerle geriye atıldılar.

Başkomutanın buyruğuyla uygulanan yeni taktik kuralı,
Ordunun savaş gücünü kamçıladı. Mustafa Kemal Paşa şöyle diyordu:

  • “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır.
    Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile sulanmadıkça bırakılamaz Küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe kurarak çarpışmayı sürdürür. Yanlarındaki birliklerin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler onlara bağlı olmaz. Bulundukları yerde sonuna kadar düşmana karşı koyarlar.”

Bu emir Sakarya savaşının yazgısını değiştirmiştir.

Başta subaylar olmak üzere, Türk ordusunun tüm askerleri, Başkomutanın kurduğu
bu sistem içinde her adımda üstün direnme gücü ile düşman güçlerini yok ederek, yıpratarak parçalatarak, sonunda onları saldırıyı sürdürme yeteneğinden yoksun duruma getirdi.

5 Eylül 1921 günü düşman çözüldü ve geri çekildi. İzlem ve saldırılar sonucunda
13 Eylül’de Sakarya’nın doğusunda hiçbir düşman askeri kalmadı.

Türk Ordusu da bu çok uzun savaşta yıprandığı için düşmanı daha çok izleyerek
yok edemedi.  Ancak düşman artık saldırı gücünü tümüyle yitirmişti.

Bundan sonra artık saldırı (taarruz) üstünlüğü Türklerdedir. 

Yunanlar Türk Ordusunun; eylemine bağlı olmak zorunluğuna düşmüşlerdi.
Bu zorunluk, özellikle, bir istila ordusu için yenilgi ve çözülmenin başlangıcı olmuştur.

23 Ağustostan 13 Eylüle dek süren Sakarya Meydan Muharebesi, yeni Türk Devletinin genç tarihine, dünyada eşine ender rastlanan büyük bir zafer olarak geçmiştir.

TBMM, Sakarya Meydan Muharebesini kazanan Başkomutanına
19 Eylül 1921’de“Gazi” unvanı ve “Mareşallik” rütbesini vermiştir.

*****

Sakarya Zaferinin Değerlendirilmesi:

Sakarya Zaferi, Türk ihtilalinin başarı bilançosunda, en ağır ve şanlı yeri almaktadır.      13 Eylül 1921’de TBMM’ne Türk zaferini bildiren, Başkomutan aynı gün
“Genel Seferberlik” ilan etti.

Türk Ulusu’nun bu Muharebeyi kazanmasında en küçük Erinden, Başkomutanı’na dek inançla yılmadan savaşması, Türk ulusunun varını yoğunu Ordusuna vermesi,
Türk kadınının sırtında silah cephane taşıması, geriye yaralı taşımakta gösterdiği özveri etkili oldu.

Fevzi ve İsmet Paşaların cephede, Refet Paşanın cephe gerisinde Ordunun gereksinimlerinin sağlanmasında hizmetleri oldu. Mustafa Kemal Paşa
Muharebe sırasında attan düştü ve kaburga kemikleri kırıldı.

Subaylar, ölümü hiçe sayarak, askerin yanında oldular.

Yunanlar; “Büyük Yunanistan Ülküsü”, Türkler ise; ”Vatan Ülküsü” için dövüştüler.

1683’te Viyana önlerinde başlayan Türk bozgunu;
Haçlı düşüncesinin ve gücünün Sakarya önlerinde kırılması ile durduruldu.

Sakarya savaşının kazanılması ile büyük tehlike ortadan kalkmıştı. Ankara’nın boşaltılıp Kayseri’ye taşınmak için başlatılan çalışmalar, birçok ailenin yollara düşmesi,
tehlikenin boyutunu ortaya koymaktadır.

Türk Ordusu bu savaşta çok subay yitirdi.
Yedisi Tümen Komutanı olmak üzere şehit sayısı 3288‘dir.

Yunanlar da 15 000 yitik vermişlerdi.

Sakarya Utkusu, Ulusun ve Ordunun sarsılmış olan moralini yükseltti.
Ulusun Orduya olan inancı ve Mustafa Kemal Paşa’ya olan güveni,
bir daha sarsılmayacak biçimde yerleşti

Taarruz üstünlüğü Türk Ordusuna geçti.

Ne yazık ki; Padişah Vahdettin, Hala İngilizlerden medet ummakta ve
Mustafa Kemal’in neden yenilemediğini anlayamamıştır.

Sakarya ZAFERİ’nin 93’üncü yıl dönümünde; bu utkuyla, Ülkemizi işgalden kurtarıp Bağımsız Devlet Kurma yolunda önemli adımı atan, başta Gazi Mustafa Kemal Paşa ve silah (AS: ve dava) arkadaşları olmak üzere tüm emeği geçenleri rahmet, minnet ve şükranla anıyorum…

Ahmet AVCI
13 EYLÜL 2014, İZMİR

===========================

Dostlar,

Sakarya Meydan Muharebesi, 22 gün gece – gündüz süren bir ölüm kalım savaşıdır.

Ulusumuz ölçüsüz bir özveri ile ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa‘nın
askeri dehası, üstün yönetim yetkinliği (dirayeti) ile bu çok kritik savaşı kazanmış
ve yaklaşık 1 yıl sonraki Büyük Saldırıya (Taarruz‘a) geçiş için zemin kazanmıştır.

Biz de tüm şehitlerimizi, emek verenleri, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa‘yı
sonsuz bir şükran ve minnetle anıyoruz.

Kutsal emanetlerini sonsuza dek başı dik ve onurlu yaşatmak boynumuzun borcudur.

Yazı için Sayın Ahmet Avcı‘ya teşekkür ediyoruz.

(“Yunanlılar” sözcüklerini “Yunanlar” olarak düzelttik..
Nasıl ki “Türklüler” olamaz, “Türkler” olursa.. Biraz da dilini arılaştırdık..)

Sevgi ve saygıyla.
14.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Kemalizm ve sol

Kemalizm ve sol

  • Türkiye’de sosyalist solun bir bölümü, Kemalizmi karalamayı devrimci bir tutum olarak görüyor.
  • Ancak gerçek şu ki, Kemalizmi ve Türk devrimini kavrayamayanlar, sosyalizmi de kavrayamaz.

Osman Bahadır

Ahmet İnsel,

  • “Sosyalist olduğum için anti-Kemalist’im. Bu vurgu hayati önemde bence.”

demektedir. (Bkz. Sol Kemalizme Bakıyor, Haz.: Levent Cinemre – Ruşen Çakır, Metis Yayınları, 1991, s. 207.).

İnsanlık tarihi, köleleştirme ve köleleştirmeye karşı mücadeleler tarihidir.
Kölelik, pamuk tarlasında olabileceği gibi, düşünce dünyasında da olabilir.
İki ülke arasındaki ilişkinin bir biçimi de olabilir, ailenin iki ferdi arasındaki bağın da.

  • Köleliğin araçları, ayak zincirleri de olabilir, kireçleşmiş dogmalar da.

Kölecilik, tarih boyunca çok farklı aşamalardan geçti ve çok çeşitli biçimlerde ve düzeylerde kendisini gösterdi. Köleliğe karşı verilen mücadelelerde önemli başarılar kazanıldı. Bugün ilkçağ köleciliğine veya 19. yüzyıl Amerika’sının plantasyon köleciliğine göre daha rafine biçimlerde kölecilik sistemleri var.

  • Günümüzdeki kölecilik daha ziyade görünmez ağlarıyla
    dünyamızı sarmalamış durumda.

Sosyalizm, her türlü köleciliğe karşı olan bir sosyal sistemin ve teorinin adıdır.

Sadece ücretli köleliği kaldırmakla yetinmez, ücretli köleliği üreten, meşru gösteren ideolojisiyle de savaşır, düşünsel ve toplumsal alanda köleciliğin tüm izlerini de silmeye çalışır.

Büyük Fransız devrimcileri, 1793’te Kral 16. Louis’yi giyotine gönderdiklerinde, yalnızca monarşiyi yıkmakla kalmamışlar, fakat aynı zamanda Kral’ın kutsallık hâlesini de parçalamışlardı. (Henüz erken ama yeri gelmişken sormadan geçmeyelim: İnsel, acaba “bir sosyalist olduğu için Fransız devrimine de
karşı olduğunu söyler mi?).

Rus devrimcileri de 1917’de Çar II. Nikola’yı iktidardan alaşağı ettiklerinde, gerçekte çarlık monarşisiyle birlikte, O’nun temsil ettiği teolojik egemenliği de yıkmışlardı.

1923 Türk devrimi de tıpkı bu iki büyük devrimde olduğu gibi,
Padişah Vahdettin’in saltanatını ortadan kaldırırken aynı zamanda O’nun kutsallık statüsüne de son veriyordu. (A. Saltık’ın notu : Fransız ve Rus devrimleri çok kanlı olmuş, Kral ve Çar ailesi yok edilmiştir. Oysa Türk Devrimi kansızdır, Osmanlı Hanedanı yalnzıca sürgün edilmiştir.. 1974’te bu karar da kaldırılmıştır..)

CUMHURİYET ÖZGÜRLEŞMEDİR

  • Cumhuriyet, egemenliğin salt padişahtan (veya bir monarktan) ulusa geçmesi değil, aynı zamanda ulusun iradesinin kaynağının da dinsel referanslardan seküler (laik) referanslara geçmesidir.

Cumhuriyet rejimini bu ikili niteliğiyle kavramayanlar, cumhuriyetten hiçbir şey anlamamış demektir.

Atatürk ve Kemalist kadrolar işte ilk günden başlaarak bu kavrayış içinde ülkeyi, modern eğitimi, kültürü, hukuk sistemi vb. ile özgür ve eşit haklara sahip yurttaşlardan oluşan gerçek bir cumhuriyet haline getirmek için yılmadan uğraştılar.

Bir sosyalist elbette Kemalizmi yeterli göremez.

Çünkü Kemalizmin programında ücretli köleliğin kaldırılması yer almamaktadır.
(A. Saltık’ın notu : 6 Ok’tan HALKÇILIK tam da bu hedefe yöneliktir..)
Ama bu, bir sosyalistin anti-Kemalist olduğu anlamına gelmez. Yalnızca onun daha ileri hedefleri bulunduğu anlamını taşır.

Çünkü anti-Kemalizm, tıpkı bugünkü iktidar sahiplerinin yapmaya çalıştığı gibi, Kemalizmin tüm özgürlük miraslarının reddi ve yok edilmesi demektir.

KEMALİZMDEKİ SOL

Kemalizm ülkemizde;
– modern eğitimi genelleştirerek,
– modern hukuk sistemini yerleştirerek,
– kadınların önemli haklara kavuşmasını sağlayarak,
– harf devrimiyle halkın eline bilgiye kolayca ulaşabilmenin anahtarını sunarak, – önemli ekonomik temel yapı girişimlerini başlatıp halkın yaşam koşullarını iyileştirerek,
bilimi ana referans kaynağı yaparak ve
– herhalde en önemlisi eşit haklara sahip yurttaşlar statüsünü yaratarak, yüzlerce yıllık düşünsel ve toplumsal kölecilik zincirlerinden önemli halkaları koparmıştır.

Kemalizmin solu işte buradadır.
Onun düşünsel ve toplumsal köleciliğe karşı olan içeriğinden kaynaklanmaktadır. Kemalizmle solu bağdaştırmakta zorlananlar, onun anti-köleci içeriğine baksınlar.

Ahmet İnsel’in yukarıdaki sözleri, Türkiye sosyalist solunun bir bölümünün Kemalizm hakkındaki düşüncelerini özetlemektedir. Ama Kemalizm’i doğru değerlendiremeyenler, sosyalizmi de doğru kavrayamazlar.

  • 1923 Türk devrimi, insanlık tarihinin en büyük devrimleri safındadır.

Bu devrim, ülkemiz insanının düşünsel ve toplumsal kölecilik zincirlerinin önemli bir bölümünü koparmıştır.

Sosyalizmin esas olarak ücretli köleliğin kaldırılmasından ibaret olduğunu düşünenler de yanılmaktadır.

Sosyalizmin, insan haklarına ve siyasi demokrasiye sahip olmayan bir toplumda “master teknoloji” ile kurulabileceğini sanan Stalin’in düşüncesinin de sosyalizmle bir ilgisi bulunmuyordu. Sosyalizm, köleciliğe karşı hayatın her alanında verilecek sürekli mücadelelerle kurulabilir ancak.

Köleciliğe karşı yürütülen düşünsel ve toplumsal mücadele uzun bir mücadeledir.

Sosyalistlere düşen görevlerden biri de, daha önce gerçekleştirilmiş devrimleri doğru değerlendirerek onların tarihsel miraslarına sahip çıkmak ve bu özgürlük miraslarını gelecek kuşaklara daha yüksek seviyelerde bırakmaya çalışmaktır.
(Cumhuriyet Bilim Teknik, 16.08.2013)