Etiket arşivi: ATATÜRK – NUTUK

Pontus Hayali ve İnebolu

Av. Hüseyin ÖZBEK
TBB Başkan Yardomcısı
02 Temmuz 2021, Cumhuriyet

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, ordusu terhis edilmiş, donanması kızağa çekilmiş, silah ve cephanelerine el konulmuş, başkentine girilmiş Osmanlı’nın perişan durumu, Yunanistan için her zaman ele geçmeyecek bir fırsattır.

Yunanistan, yıllardır beklediği bu fırsatı kaçırmak istemeyecektir. 15 Mayıs 1919’da ayak bastığı İzmir, kadim Helen topraklarının fethinin ilk adımıdır. Yunanistan, Ege Bölgesi ile yetinmeyecek, Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyecektir. Trakya ve Karadeniz de ele geçirilmesi gereken ata yurtlarıdır(!)

İnebolu, Yunanistan himayesinde (AS: korumasında) kurulması düşünülen Pontus devletinin batı sınırını oluşturacaktır. İnebolu’dan Batum’a kadar uzanan Karadeniz sahili (AS: kıyısı) ile iç kesimler tarihsel Pontus toprakları olarak kabul edilmektedir. İstanbul’daki Fener Patrikhanesi ve Yunanistan, bölgenin Osmanlı uyruğu Ortodoks Rumları üzerinde yaptıkları propagandanın meyvelerini toplamanın zamanının geldiğini düşünmektedirler.

Yunanistan’ı Türklere karşı tetikçi olarak kullanmak isteyen Batılı büyükler de onayladığına göre, Pontus’un hayalden gerçeğe dönüşmesinin önünde ciddi bir engel yok gibi görünmektedir.

ZORLAŞTIRICI ÖGELER

NUTUK’ta, Atatürk’ün, İnebolu ve Pontus ile ilgili sözlerine geçmeden önce konuya ilişkin genel açıklamasına bakalım: “İstanbul Rum Patrikhanesinde kurulan Mavri Mira heyeti illerde çeteler kurmak ve yönetmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla uğraşıyor. Yunan Kızılhaç’ı ve resmi göçmen komisyonu, Mavri Mira heyetinin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira heyeti tarafından yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını geçmiş gençler de içinde olmak üzere, her yerde kuruluşunu tamamlıyor… Karadenize kıyı olan bölgelerde de bir Rum Pontus hükümeti kurulacağı korkusu vardı. Samsun ve çevresinde Rum çetelerinin Müslüman halka saldırısı, zaten vatansız bırakılmış olan bölge yöneticilerinin, yabancıların da işe karışmaları nedeniyle hiçbir önlem alamaması, durumu zorlaştırmıştı.”

EN UYGUN ROTA

Atatürk, Nutuk’ta Pontus Rum Cemiyeti’nin, İnebolu’nun Geriş Tepesi’ndeki Rum manastırında yapılan gizli toplantıda, 1840’ta ABD’den gelen Papaz Klematyus tarafından kurulduğunu anlattıktan sonra devam eder:

  • “Pontus eşkıyasının kuvveti başlangıçta 6-7 bin silahlı idi. Daha sonra her taraftan katılanlarla 25 bine yaklaştı. Bu kuvvet, yeterli küçük birliklere ayrılarak çeşitli yerlerde barınıyordu. Pontus çetelerinin bütün işleri akıl ve hayale sığmaz zulümler yapmak, cinayetler işlemek gibi kan içici bir sürünün yaptıklarından başka bir şey değildi.”

1908 yılında Samsun merkezli olarak kurulan Pontus Rum Cemiyeti daha sonra Müdafaa-i Meşruta adını alacak, en sonunda Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti’ne dönüşerek İnebolu’dan Batum’a dek şubeler oluşturacaktır. Bu silahlı ayrılıkçı örgütün merkezi tarafından İnebolu şubesine 1919 ve 1920 yıllarında yani Milli Mücadele yıllarında 500 Osmanlı altını gönderilecektir. 

27 Aralık 1919’da Heyeti Temsiliye Reisi olarak Ankara’ya gelen, 23 Nisan 1920’de açılmasıyla birlikte TBMM’nin başkanı olan Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin merkezi olarak, bozkırdaki kasaba irisi bu kenti seçmiştir. Siyasal, askeri, ekonomik kararlar artık burada alınacak ve uygulanacaktır.

İstanbul-Ankara arasında karayolu ulaşımı hem yol hem de yol güvenliği açısından uygun değildir. İstanbul’dan Milli Mücadele’ye katılacak sivil ve askerler ile aynı amaçla sevk edilecek silah ve cephane için en uygun rota Karadeniz üzerinden İnebolu ve sonrasında karadan Ankara’dır.

Bunun için öncelikle Kastamonu ve havalisi Milli Mücadele’ye kazanılmış, İstanbul yanlısı vali, mutasarrıf ve kaymakamlar ile aynı eğilimde olan askeri personel etkisizleştirilmiş, kimileri de İstanbul’a postalanmıştır! Böylece kısa zamanda İnebolu-Küre-Seydiler-Kastamonu-Ilgaz-Çankırı-Ankara hattı (İstiklal Yolu!) güvenli ve kesintisiz işlemeye başlamıştır.

‘ŞEHRİ TOPA TUTARIZ

İstiklal Yolu olarak adlandırılan bu hattın sıfır noktası, ilk adımı olan İnebolu’da yaşayan kimi Ortodoks Rumların bu süreçte çevredeki Pontus çeteleriyle işbirliğine girdikleri anlaşılır. İngiltere ve Yunanistan lehine çalışmalar yaptıkları, İnebolu’ya indirilen cephane, lojistik ve Ankara’ya geçecek önemli kişiler hakkında istihbarat çalışmalar yaptıkları saptanır. Bu tür zararlı çalışmalar yapanların İstiklal Yolu’nun güvenliği için göz önünde bulundurulması ve tehlikeli olanların iç bölgelere gönderilmesi gibi önlemlere başvurulur.

9 Haziran 1921, Ramazan Bayramı’nın ilk günüdür. İnebolu’nun erkekleri bayram namazı için camide, kadınlar evlerde bayram sofrası hazırlığındadır. Birdenbire İnebolu açıklarında Panter ve Kılkış adlı 2 Yunan savaş gemisi belirir. Gemi komutanı, kaymakamlığa verdiği ültimatomda Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine aykırı olarak bir gün önce karaya çıkarılmış olan silah ve cephanenin teslim edilmesini, aksi takdirde şehri topa tutacaklarını bildirir.

TARİHTEN DERS ALINMALI

Ültimatom, kısa zamanda ağızdan ağza kulaktan kulağa yayılır. Müftü Ahmet Hamdi Efendi, önceden hazırlayıp ezberine aldığı bayram hutbesini bir yana bırakır. Cemaate, iskeleye gelen silah ve cephanelerin taşınmasının sevabından söz eder.

İnebolulular 9 Haziran 1921 günü 7’den 70’e Ramazan Bayramı’nı mermiler omuzda, cephane sandıkları sırtta kutlayacaktır. Camilerden, evlerden, sokak aralarından akın akın gelen bütün İnebolulular imeceyle kısa sürede bütün cephaneyi top menzilinin dışına taşır. Cephaneyi namusu bilip teslim etmeyen İnebolulara diş geçiremeyen Yunan zıhlıları, hırsını sahildeki denk kayıklarını parçalayarak alacak, İnebolu’yu saatlerce bombalayacaktır.

Top seslerinin Ankara’dan duyulduğu o ölüm kalım anlarından, Sakarya Meydan Muharebesi’ni yöneten Mustafa Kemal Paşa’nın “Gözüm Sakarya’da kulağım İnebolu’da” dediği zorlu günlerden söz ediyoruz. Atatürk ve TBMM, İneboluluların bu yiğitliğini unutmayacak, Kurtuluş’tan sonra İnebolu Mavnacılar Loncası’nı beyaz şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirecektir.

15 Mayıs 1919’da Küçük Asya’nın Fethi / Megali İdea hayaliyle İzmir’de başlayan serüven, 9 Eylül 1922’de yine İzmir’de Yunanistan için felaketle sonuçlanacaktır. Tarih -ibret almayanlar için- her zaman yineler (tekerrür eder). Aradan geçen yüzyıla karşın, aynı düşlerin, aynı Megali İdea’nın peşinde koşanların aynı felaketi yeniden yaşaması ne denli kaçınılmazsa, ilki tragedya olan maceranın ikincisinin komedi olması da o kadar kaçınılmazdır!

19 Mayısları Unutmamak

19 Mayısları Unutmamak

Batılılaşma ne demek?..(TAMAMI) - Aydınlık Gazetesi

Doç. Dr. Hüner TUNCER
Cumhuriyet, 19 Mayıs 2020

Mustafa Kemal’in, 1919 mayısında Anadolu’ya ayak bastığında kararı şuydu: Ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız bir Türk devletinin kurulması. Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıydı. Bu da, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilirdi. Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamazdı. Mustafa Kemal’in sözleriyle, yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, güçsüzlüğü ve uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildi.

Mustafa Kemal, 1927 yılında kaleme aldığı Nutuk’a şu sözlerle başlar*:

“1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel vaziyet ve manzara: Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup (İttifak Devletleri), Harbi Umumi’de (Birinci Dünya Savaşı) mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütarekename (ateşkes antlaşması) imzalanmış, Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumi’ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine; aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir vaziyete razı.

  • Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…

İtilaf devletleri, mütareke hükümlerine riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilayeti Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Antep), İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri kıtaları; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurları ve özel adamları faaliyette. Nihayet, söze başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 1919da İtilaf devletlerinin rızasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.

Bundan başka memleketin her tarafında, Hırıstiyan unsurlar gizli, açık, özel emel ve maksatlarının elde edilmesinin teminine, devletin bir an evvel çökmesine mesai sarf ediyorlar.”

İşte, Mustafa Kemal Atatürk’ün devraldığı ve üzerine yepyeni bir Cumhuriyet’i kurduğu Türkiye’de, 1919 Mayısı’ndaki durum budur!

BİR TÜRK DEVLETİ DOĞUYOR

19 Mayıs 1919, yeni bir Türk Devleti’nin doğmakta olduğunun simgesidir. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinde yeni bir Türk Devleti’ni kurma amacıyla Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmış ve geri dönüşü olmayan bir süreci başlatmıştır.

Ulusal Kurtuluş Savaşımız, 19 Mayıs 1919’da başlatılmış; Atatürk‘ümüzün liderliği altında yürütülen bu mucizevi savaşı, yine mucizevi nitelikteki devrimler izlemiştir. Atatürk’ün amacı, yalnızca bir savaşı kazanmak değildi; bu büyük insanın asıl savaşı, çağdaş, uygar nitelikteki devrimlerle yepyeni bir Türkiye yaratmak yolunda olmuştu.

Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, onun yönergeleri doğrultusunda hareket etmeyi kabul etmiş olan kendisine sadık arkadaşlarıyla birlikte kazanmış; ancak, devrimleri tek başına yaşama geçirmiştir. Onun en yakınında bulunanlar bile, zaman zaman bu büyük insanın adımlarına ayak uyduramamış; onun gerisinde kalmıştır. Mustafa Kemal, 1919 yılında toplanan Erzurum Kongresi’nde zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını dile getirmiş; ancak arkadaşları, onun bu düşüncesini paylaşmaktan çok uzak kalmıştı.

TERSİNE GİDİŞ

Şu gerçeği göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum: 1950 yılından bu yana, ülkemizde Atatürk Devrimi’ne karşı bir süreç başlatılmış ve günümüze değin süren bu süreçte iktidara gelen hükümetlerin çoğunluğu, din öğesini istismar etmek suretiyle, halkımızın büyük çoğunluğunu bu karşıdevrim sürecine inandırma yolunda çaba harcamıştır. Öte yandan ülkemizi yöneten kadrolar, genellikle iktidarlarını sürdürebilmek amacıyla, Atatürk Devrimi’ni kendi dünya görüşleri çerçevesinde yorumlama yoluna gitmiş ve özellikle cahil ve eğitimsiz kitleleri etkileri altına almayı başarmıştır.

Ancak biz Atatürkçü aydınlar, büyük önderimizin bize 1919’da gösterdiği yoldan azimle ve sabırla ve bütün engellemelere karşı gelerek yürümeyi sürdürecek ve Atatürk Devrimi’ni ulusumuza benimsetmeyi, o büyük insana olan sevgimizin, saygımızın ve vefa borcumuzun bir göstergesi olarak başlıca görevimiz sayacağız.

Büyük Atatürk! Bizler, senin hedeflediğin çağdaş Türkiye’yi yaratmadaki kudreti damarlarımızda akan kanda bulacağız!

* Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Kaynak Yayınları, Ankara, Kasım 2016, s. 3

19 Mayıs’ta yakılan meşale hiç sönmedi, sönmeyecek

19 Mayıs’ta yakılan meşale hiç sönmedi, sönmeyecek

19 Mayıs 1919, ülkemizin kurtarıcısı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, esaret ve himaye kabul etmeyen milletimizi Kuvayı Milliye ateşiyle buluşturduğu gündür. 19 Mayıs, bağımsızlığı tüm Anadolu’ya yaymakta bir an bile tereddüt etmeyen büyük bir komutanın, en çetin koşullarda bile korkmadan ve karamsarlığa kapılmadan, umudun meşalesini aziz milleti için özveriyle seferber edilmiş, vatan işgalden kurtarılmıştır.

[Haber görseli]19

Mayıs 1919, işgalin pençesine düşürülmüş bir halkın, kendi özgür iradesiyle Anadolu’da ve Rumeli’de Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyetin kuruluş felsefesini örgütlemeye başladığı gündür. İşgal güçlerinin Türk milletini vatansız, meclissiz ve hürriyetsiz bırakma isteğine karşı, milli iradenin şahlanışa başladığı gündür.

Ancak, 19 Mayıs 1919 yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda bir zorunluktur. Çünkü işgal kuvvetleri, ağır koşullar içeren ateşkes antlaşmasına uyma gereği bile duymadan milletimizin haklarını gasp etmiştir. Ordumuzu dağıtmış, silahlarına ve cephanelerine el koymuştur. Ülkemizi savaşa sokarak felaketin içine düşürenler yurt dışına kaçmış; saltanat ve iktidar çevreleri ise şahsi çıkarlar ve amaçlar doğrultusunda işgalci güçlerle işbirliği içine girmiştir. Yurdumuz işgalcilerce parçalara ayrılmış, milletimizin onuru incitilmiştir. Halkımız uzun yıllar süren savaşların ardından bitkin, yılgın ve moralsiz bırakılmıştır.

Vahim tablo

Ulu Önder Atatürk’ün, Nutuk’ta tüm ayrıntıları ile tasvir ettiği bu vahim tablo karşısında, yurdun farklı bölgelerinde ortaya çıkan dağınık direniş hareketleri ise milletimizin karşı karşıya bulunduğu felaketi tam manasıyla kavramaktan uzak ve hedef birliğinden yoksundur. Mustafa Kemal, çoktan yıkılmış bir imparatorluğu kurtarmaya çalışmanın çare olmadığını ilk andan itibaren kavramıştır. Diğer tarafta ise ne imparatorluğun yıkıntılarına tutunmaya çalışan hareketlerin ne de emperyalist güçler sayesinde ayakta kalmaya çalışanların, içinde bulundukları koşulları kavrama olanağı yoktur. Aynı şekilde ülkeyi bir emperyalist gücün himayesine sokarak bir arada tutmak isteyenlerin ise milletimizin karakteri itibarıyla asla esareti kabul etmeyeceğini anlama konusunda güçlük içinde oldukları görülmüştür.

Türk Milleti’nin modern bir devlet kuracak zihniyete, kaynağa, kurumsal birikime sahip olmadığını düşünen ve çareyi dışarıda arayanlara karşı, Atatürk ve silah arkadaşları milletimizin olgunluğuna, vatan sevgisine ve mücadele azmine güvenmiştir. Ulu Önder Atatürk, bu yüzden bu vahim şartlar altında dahi tek çarenin ve tek doğru hedefin “Ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” olduğuna inanmıştır. Atatürk’ün Samsun’da attığı ilk adımın nihai hedefi, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmayı amaçlayan bir Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Samsun’da yanan ateş

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 100 yıl önce bugün, Samsun’da yanan ateş, milletimize yeniden umut olmuş ve tüm dünyaya tutsaklığı hiçbir koşulda kabul etmeyeceğimizi göstermiştir. 19 Mayıs 1919’da başlayan mücadele ile milletimizin tüm olanakları özveriyle seferber edilmiş, vatan işgalden kurtarılmıştır. Ancak düşman askerinin vatan toprağından kovulması tam bağımsızlık için yeterli değildir. Milletimizin, onurlu ve bağımsız bir yaşam sürebilmesi için saltanat dâhil olmak üzere, ulusun üzerinde hiçbir himayenin kabul edilmemesi gerekir.

19 Mayıs 1919, bu nedenle bir yandan kurtuluşun, diğer yandan da kuruluşun, tarihimizdeki en önemli mihenk taşıdır. Atatürk, bir yandan ulusal egemenlik ve ulusal bağımsızlık için gerekli mücadeleyi yürütürken, diğer yandan Anadolu Aydınlanması için gerekli ilkeleri, kurumları ve kongreleri de örgütlemiştir. Çünkü özgür bir ulusa giden yol, ancak özgür yurttaşların ortak iradesiyle mümkün olabilecektir. Bu anlayışın kaçınılmaz bir sonucu olarak, Kurtuluş Savaşımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi, milli iradenin ve ulusal egemenliğin biricik temsilcisi konumuna gelmiştir.

Üretken yurttaş anlayışı

19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan mücadele sonucunda yoksul bir köylü toplumundan sanayileşme yolunda bir ekonomiye, okur-yazar olmayan bir toplumdan bilim ve eğitime önem veren bir anlayışa doğru geçiş sağlanmıştır. Kaderci kulluk anlayışı, yerini üretken yurttaş anlayışına bırakmaya başlamıştır. Fikri, irfanı, vicdanı hür nesiller yetiştirmek için büyük hamleler yapılmıştır. Aklın ve bilimin rehberliğinde milletimizin ilerlemesi ve yükselmesi için çalışılmış, büyük reformlar ve kurumsal atılımlar sağlanmıştır. Uzun ve zorlu mücadeleler neticesinde genç Türkiye Cumhuriyeti, genç kuşakların dinamizmini her düzeyde yüceltmiştir. Bu sayede Türkiye, yurttaşlarına ilerleme ve refah sunan saygın bir model ülke haline gelebilmiştir. Tüm bunlar, ancak 19 Mayıs ruhuyla ve Türk gençliğine verilen büyük önem sayesinde mümkün olmuştur.

Liyakat, nesnellik, akılcılık

Bugün 19 Mayıs 1919’un 100. yıldönümünde, tek adam rejiminin gölgesinde ülkemizin kazanımlarının önemli bir bölümü tehdit altındadır. Cumhuriyetimizin temel felsefesini oluşturan eşit yurttaşlık ilkesi zedelenmektedir. Halkın yönetime katılma kanalları daraltıldığı gibi iktidarın denetlenmesi olanaksız hale getirilmektedir. Yargı kurumları bağımsızlığını yitirmekte ve baskı altına alınmaktadır. Demokrasimizin gelenekleri ve kurumsal dayanakları hızla geriletilmektedir. Tıpkı yüzyıl önceki hukuksuzluk koşullarına benzer bir biçimde, yurttaşlarımızın anayasal hakları ve özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Ülkemizin öz kaynakları gerçek sahibi olan halkımıza değil, yabancılara ve yandaşlara dağıtılmaktadır. Kamu yönetiminde liyakat, nesnellik ve akılcılık ilkeleri zayıflatılmaktadır.

Zor koşullar içinde olduğumuz herkes tarafından kabul edilmektedir. Ancak bu zor koşullar altında bile gençlerimize, demokrasiye, ilerlemeye ve adalete inanan bizlerin, umutsuzluğa ve karamsarlığa savrulma lüksümüz yoktur. U

lu Önder Atatürk ve arkadaşlarının büyük bir cesaret, dirayet ve umutla, hangi koşullar altında bağımsızlığımızı sağladığı ve Cumhuriyetimizi kurdukları unutulmamalıdır.

19 Mayıs 1919’da Samsun’da yakılan ateş, bugüne dek hiç sönmemiştir, bugünden sonra da sönmeyecek ve ulusumuzun yolunu aydınlatmaya devam edecektir..

  • Milletimizin en asil evladının doğum günü ve Milli Mücadele’nin 100. yılı kutlu olsun.