Etiket arşivi: Saltanatın kaldırılması

200 yılı aşan Anayasa tarihimiz: Türk Anayasa tarihindeki önemli gelişmeler ve kırılma noktaları

Alev Coşkun
Alev Coşkun
04 Aralık 2022, Cumhuriyet


200 yılı aşan Anayasa tarihimiz:
Türk Anayasa tarihindeki önemli gelişmeler ve kırılma noktaları

6 siyasal partinin oluşturduğu Masa, Türk demokrasi tarihimizde çok önemli bir gelişmedir.
6’lı Masa‘yı oluşturan siyasal parti liderleri geçen hafta, 84 maddeden oluşan anayasa değişikliği tasarısını açıkladı. 6’lı Masa, gerçekte Tek Adam‘a üstün yetkiler veren modelle somut bir siyasal hareketi gerçekleştirdi.

Demokrasi, temelde bir uzlaşma hareketidir. Bu anayasa tasarısı, Türk anayasa gelişmeleri tarihimizde ilk kez 6 siyasal partinin uzlaşısı sonunda ortaya çıkmış oluyor. Bu haftaki yazımızda 225 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk Anayasa tarihinin kısa bir analizi yapılacaktır.

Anayasa, Batı demokrasilerinin yarattığı bir hukuk normudur, devletin biçimini, yönetim modelini ortaya koyan temel yasadır; aynı zamanda vatandaşın hak ve özgürlüklerini belirler, devlet düzeninin işleyişini gösteren üstün hukuk kurallarını içerir.

OSMANLI DEVLETİ

Anayasal gelişme açısından Osmanlı İmparatorluğu’nda beş önemli hareket vardır. Bunlar tarih sırasına göre:

1808 yılında Senedi İttifak, 1839 yılında Tanzimat Fermanı ve 1856 yılında Islahat Fermanı’dır. İlk anayasa 1876 tarihli Kanun-u Esasi’dir. 1909’da II. Meşrutiyet’te, Kanun-u Esasi’de değişiklikler yapılmıştır. Bu önemli belgelerin temel ilkelerine kısaca bakalım.

Osmanlı-Türk anayasası gelişim tarihi açısından ilk önemli belge 1808 tarihli “Senedi İttifak”tır. Senedi İttifak’tan 31 yıl sonra Mustafa Reşit Paşa, Gülhane Parkı’nda padişahın bir “irade-i seniyesi” olan Gülhane Hattı Hümayunu’nu (GHH) okudu. Bu belgeye Tanzimat Fermanı adı verilir. Tanzimat Fermanı (GHH), kişi hak ve özgürlüklerine gönderme yapan tek yanlı bir padişahlık bildirisidir.

1856 ISLAHAT FERMANI

1839’da tanımlanan haklar, Batı dünyasında yetersiz bulunuyordu. Rusya giderek güçleniyordu. Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü Rusya’nın müdahalelerine karşı korumak ve Osmanlı’yı Avrupa devletler ailesine kabul edilmenin koşulu olarak yeni istekler ileriye sürdüler.

Islahat Fermanı’nın esası, Osmanlı topraklarında yaşayan ancak Müslüman olmayan uyruklara, Müslümanlarla eşit haklar sağlayan bir padişah fermanıdır. Islahat Fermanı hukuken bir padişah bildirisidir, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin tanınmasında önemli bir adımdır.

Niyazi Berkes, 1856 Islahat Fermanı’nı genel olarak Osmanlı Devleti’nde yaşayan Hıristiyan toplulukların “anayasal gelişmelerinin başlangıcı” olarak kabul etmiştir. Bu belge, onların ulusal bağımsızlıklarının bir bildirisi sayılırdı. (N. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 92)

Bu padişah bildirisiyle Meclisi Ahkamı Adliye’ye, yasa ve tüzükleri hazırlamak, yönetsel önlemleri görüşmek, hükümete görüş vermek görevi verildi. “Şûra-yı Devlet”, Danıştay’ın ilk basamağıydı.

Tanzimat ve Islahat Fermanları, din ve millet kökenleri ne olursa olsun, İmparatorlukta yaşayan millet topluluklarından bir “Osmanlı Milleti” çıkarmaya çalışıyordu. Ancak birbiriyle çatışan ayrılıkçı ideolojiler taşıyan bu yapıyı düzeltmek çok zordu.

BİRİNCİ MEŞRUTİYET, İLK ANAYASA VE İLK MECLİS (1876)

Islahat Fermanı’ndan 20 yıl sonra Osmanlı Devleti’nde ilk kez yazılı bir anayasa ve ilk kez seçimle gelen bir meclis kurulmuştur. Gelişme şöyledir: Özellikle 1860’lardan sonra canlanan basın-yayın yaşamı Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi aydınların ortaya çıkışı toplumsal gelişmeleri tetikliyordu. 1865’te kurulan Genç Osmanlı hareketi uzun yıllar valilik yapan sonra da Şura-yı Devlet başkanlığına getirilen Mithat Paşa’nın liderliğinde birleştiler. Toplumsal etkiler sonunda, 23 Aralık 1876’da padişah tarafından Kanun-u Esasi kabul edildi. Kanun-u Esasi, Osmanlı’nın ilk anayasasıdır. Bu anayasaya göre hukuka bağlı devlet düşüncesi ilk kez bir anayasal metinle ortaya çıkmıştı.

  • Devletin dini İslamdır.
  • Padişah aynı zamanda Halifedir.
  • Şeyhülislam hükümet içinde yer almaktadır ve yasalar din buyruklarına aykırı olamaz.
  • Padişah yürütmenin başıdır. Sadrazam ve öbür Bakanları kendisi seçer.
  • Yasama, Meclisi Ayan ve Mebusan Meclisi olarak iki kanatlıdır.
  • Ayan üyelerini padişah seçer, Mebusan Meclisi üyeleri halk tarafından seçilir.
  • Model bir meşrutiyet rejimidir.

ABDÜLHAMİT VE MİTHAT PAŞA

Padişah Abdülhamit, anayasaya göre yapılan seçimlerle oluşan “Meclisi Mebusan”ın toplanmasından önce, 1876 Anayasası’nı yaratan Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi. (5 Şubat 1877) Meclis açıldı ancak 56 toplantı yaptıktan sonra 28 Haziran 1877’de kapatıldı. İkinci kez yapılan seçimlerde toplanan meclis de 29 toplantı yaptıktan sonra 14 Şubat 1878’de Abdülhamit tarafından kapatıldı. Abdülhamit adım adım “mutlakiyetçi” yönetimini kurdu ve Meclis 1908 yılına dek 32 yıl kapalı tutuldu.

II. MEŞRUTİYET ANAYASASI

Abdülhamit’in mutlakiyet yönetimine aydınlar ve Genç Türkler (Jön Türkler) karşı çıkıyorlardı, daha sonra İttihat ve Terakki kuruldu.

  • Jön Türkler, düşünce alanında akılcılık (rasyonalizm), laiklik, kadın hakları savunusuna dek pek çok çağdaş düşünceyi ortaya koymuşlardı.

Uzun mücadeleler sonunda İttihat ve Terakki, 23 Temmuz 1908’de hürriyetin ilanını gerçekleştirdi ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Kanun-u Esasi yeniden yürürlüğe kondu, yeniden seçimler yapıldı. Osmanlı Mebusan Meclisi, Kasım 1908’de yeniden toplandı. İttihat ve Terakki 1918’e değin iktidarda kaldı.

II. MEŞRUTİYET’TE (ANAYASA) DEĞİŞİMLER

II. Meşrutiyet döneminde 8 Ağustos 1909’da anayasada 21 maddede değişiklik yapıldı ve 3 madde eklendi. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak yasa dışı tutuklama yasağı (m.10), sansür yasağı (m.12) getirilmiştir. Haberleşme gizliliğinin esası (m.119) benimsenmiş, toplanma ve dernek kurma hakları (m.120) tanınmış, padişahın yazarları ve gazetecileri sürgün etme yetkisi (m.113) kaldırılmıştır.

Yasama ile ilgili olarak Meclis’te yasa teklifi vermek için padişahın iznini alma koşulu kaldırılmıştır. Padişahın yasaları mutlak veto yetkisi de yumuşatılmıştır. Meclis, Padişahın veto ettiği yasaları üçte iki çoğunluğuyla kabul ederse, padişahın bu yasayı onaylama zorunluğu getirilmiştir. Padişah tek egemen olmaktan çıkarılmıştır.

Yürütme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmiş ve Meclis’e karşı sorumlu olduğu kabul edilmiştir. 1909 değişiklikleriyle Osmanlı Devleti meşruti (sınırlı) anayasal monarşi durumuna dönüşmüştür.

‘EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR’

Cumhuriyet döneminde başlıca anayasal hareketler 1921 Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası, 1982 Anayasası, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş olarak özetlenebilir. Cumhuriyet döneminde rejim yönünden en önemli hareket kuşkusuz

  • 1 Kasım 1922’de Saltanatın ve 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılmasıdır.

1921 ANAYASASI

23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan “Büyük Millet Meclisi” aslında yeni Türk devletinin kurucu meclisidir. Hukuksal tanımıyla “asli kurucu” organı, asli kurucu iktidarıdır. Ankara’da Meclis açılınca İstanbul’daki Padişah ve O’na bağlı hükümet görevdeydi. Büyük Millet Meclisi’nin açılışından beş ay sonra 18 Eylül 1920’de Teşkilatı Esasiye Kanunu tasarısı Meclis’e sunuldu. Milli Mücadele’yi yönetmek amacıyla Ankara Meclisi’nce 1921 yılında 23 maddelik kısa bir anayasa yapıldı. Öte yandan 1876 Anayasası da yürürlükteydi.

TEMEL İLKELER

1921 Anayasası’nda egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, yürütme ve yasama kuvvetleri Meclis’te toplanmıştır. Bu nedenle 1921 Anayasası “Güçler Birliği” ilkesini kabul etmişti. Anayasa’da egemenliğin padişaha ait olmadığı belirtiliyordu. 1921 Anayasası’nın devlet modeli, kendine özgü (sui generis) “Meclis Hükümeti” adı verilen modelidir. Güçler Ayrılığı ilkesi yerine “Güçler Birliği” ilkesi kabul edilmiş, Yasama ve Yürütme güçleri Meclis’te toplanmıştır.

Meclis, savaşı yöneten bir ihtilal meclisidir. Anayasa hukukçusu Prof. Tanör, bu durumu “Savaş demokrasisi” olarak tanımlamıştır. (Bülent Tanör, Kurtuluş-Kuruluş, s. 115) 1921 Anayasası kısa bir anayasa olmasına karşın Cumhuriyet dönemi anayasacılığı açısından önemli etkiler yaratmıştır.

EGEMENLİK ANLAYIŞI

Anayasa’nın 3. maddesi şöyledir: “Türkiye devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ adını taşır.” İlk kez temelde anayasada yeni bir devlet “Türkiye Devleti” adından söz edilmektedir.

Anayasanın 1. maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” demektedir.

Anayasa, Vilayet ve Nahiye Şûraları öngörüyor. Ancak bunlar, doğrudan demokrasi değil, yerel demokrasi kurullarıdır. Özerklikleri yönetsel olarak sınırlıdır. (Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, s. 257)

ÇAĞDAŞLAŞMANIN TEMELİ: DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Meclis, Anayasa’nın 1. maddesine bir cümle ekledi:

  • “Türkiye devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir.”

Bu teklif getirilirken önerilen yasa tasarısının adı “Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun Tavzihan Tadiline Dair Kanun”dur. Bunun anlamı, “açıklık getiren değişiklik”tir. Çünkü 29 Ekim 1923 tarihli anayasa değişikliği, gerçekte var olan ancak daha önceki süreçlerde adı konmamış bir durumu açıklığa kavuşturmuştu. O da yönetim biçiminin “Cumhuriyet” olduğudur. Cumhurbaşkanı, Meclis’in kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilmekte ve “devlet reisi” unvanını almaktadır.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştı. Cumhuriyetin ilanından dört ay sonra 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı. Böylece ilan edilen Cumhuriyetin dine dayalı değil, laik temellere bağlı olduğu ortaya çıktı.

1924 ANAYASASI

20 Nisan 1924’te Meclis tarafından kabul edilen 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu 1924 Anayasası’dır. Bu anayasanın kabul edilmesiyle 1876 ve 1921 tarihli iki anayasanın yürürlüğüne son verilmiştir. 1924 Anayasası, klasik anayasa anlayış ve sistematiğine uygun bir metindir. Devletin kuruluşu, organları, bunların işleyişi düzenlenmiştir. Ayrıca hak ve özgürlüklerle ilgili hükümlere de yer verilmiştir.

Yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrılmıştır.
Kişi hak ve özgürlükleri ile anayasanın üstünlüğü ilkesi kabul edilmiştir.
1924 Anayasası, Meclis hükümeti ile parlamenter sistem arasında karma bir model yaratmıştır.

1961 ANAYASASI

1924 Anayasası 36 yıl yürürlükte kaldı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yeni anayasalar yapılmıştı. Özellikle insan hak ve özgürlüklerinin korunması ön plana çıkmış, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen, hukukun üstünlüğünü ve hukuk devletinin en önemli ögesi olan anayasa mahkemeleri hukuk devletinin birinci ögesi durumuna gelmişti.

1950-60 döneminde özellikle 1954’ten sonra DP’nin otoriter bir yola girmesi, temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesi yeni bir anayasa gereksinimini en birinci istem durumuna getirmişti.

13 Aralık 1960 tarihli ve 157 sayılı yasayla, “Kurucu Meclis”in oluşması sağlanmıştır. Kurucu Meclis, Milli Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi’nden oluşuyordu. Bu Meclis’in %83’ü atamayla değil seçimle oluşuyordu. Siyasal partiler CHP ve CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi), barolar, basın, esnaf kuruluşları, işçi sendikaları, meslek odaları, öğretmen kuruluşları, tarım kooperatifleri, üniversiteler, yargı organları kendi aralarında toplanarak Kurucu Meclis’e katılacak üyeleri seçmişlerdir.

1961 ANAYASASI’NIN ÖNEMLİ NOKTALARI

1961 Anayasası bütün dünyada ileri ve demokratik bir anayasa olarak kabul edilmiştir. Bu anayasanın temel nitelikleri şöyle özetlenebilir:

  • 1961 Anayasası, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan; evrensel insan hakları ve hukukun üstünlüğü, parlamenter sistem ve güçler ayrılığı ilkelerine tümüyle uymuştur. Anayasaya ilk kez “insan haklarına dayalı devlet” kavramı girmiş ve “temel haklar ve özgürlükler” anayasada ilk kez devletin kuruluşunu düzenleyen esaslardan önceye alınmıştır. Yasama, millet meclisi ve senato olarak iki kanatlıdır.
  • Demokrasi kültürü açısından “siyasal partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokrasinin vazgeçilmez ögeleridir” ilkesi ilk kez anayasada yer almıştır.
  • 1961 Anayasası, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini güçlendirmiş, Türk anayasa tarihinde ilk kez “yasaların yargısal denetimini” sağlayan Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Böylece Türk demokrasisi evrensel düzeye ulaşmıştır.
  • Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu kabul etmiştir. Çağdaşlaşmanın temeli, “din ve vicdan özgürlüğü” kabul edilmiştir.
  • Anayasanın 124. maddesiyle, “Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarma ve laiklik niteliğini koruma” amacıyla Devrim Yasalarına dokunulamayacağı kabul edilmiştir.

1982 ANAYASASI

1960-80 arasında anayasa üzerinde tartışmalar oldu. Anayasanın özgürlüklere öncelik tanımasına, otoriter düşünceyi benimseyenler karşı çıkıyorlardı. 12 Eylül 1980’de, Ordu hiyerarşisi içinde yönetime el koydu. 160 üyeli Danışma Meclis’i atanmış kişilerden oluşuyordu. 40 üye doğrudan, 120’si ise valilerin önerdiği adaylar arasından Milli Güvenlik Konseyi tarafından seçildi. Hazırlanan anayasa 7 Kasım 1982’de halkoylamasına sunularak kabul edildi.

1982 Anayasası, devletin temel kuruluşlarını belirleyen bir anayasa değil, her şeyi ayrıntılarıyla ele alan bir “düzenleyici anayasa”dır. Değiştirilebilmesi açısından sert bir anayasadır. Yürütme ayağı güçlendirilmiştir. Senato kaldırılarak tek meclis sistemi getirilmiştir.

TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ

1982 Anayasası, yapılan yüzlerce değişiklikle 2017 tarihine dek 25 yıl yaşadı. 16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. 2017’den beri beş yıldır uygulanan ve tek adamlığı getiren bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur. (AS: 2,5 milyon dolayında mühürsüz oy YSK tarafından son anda “geçerli” (!?) sayılarak kıl payı kabul edilen, gerçekte hukuksal olarak HİÇBİR SONUÇ DOĞURMAYAN bir halkoylaması!!) 

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, güçler birliği ve tek adam yönetimi oluşturmuştur. Demokratik birikimler, Güçler Ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Ersin Kalaycıoğlu, bu sisteme “Neo-Patrimonyal Sultanizm” adını vermektedir.

6’LI MASA ve YENİ ANAYASA TASARISI

Yukarıda belirtildiği gibi 6’lı Masa son yıllarda Türk siyasal yaşamında yaratılan çok önemli bir harekettir. Aslında bir uzlaşmadır ve geleceğe dönük bir koalisyon hareketidir. 6’lı Masa’nın bir anayasa taslağı üzerinde anlaşması da çok önemlidir. Bu tasarıya göre anayasadaki yüz maddenin değişmesi öngörülüyor.

  • Anayasanın demokratik laik Cumhuriyeti belirleyen ilk dört maddesine dokunulmuyor..

Anayasa Mahkemesi’nin, Yüksek Hâkimler Kurulu’nun oluşumu ve yapısı değişiyor. İfade özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılıyor ve parlamenter sistem içinde hükümetlerin düşürülmesi zorlaştırılıyor.

Ayrıca özgürlüklerin kısıtlanmasını öngören maddeler yeniden düzenleniyor. Bu kapsamda, toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılıyor.

  • Laikliği düzenleyen 24. maddeye dokunulmuyor.

Cumhurbaşkanının yetkileri kısıtlanıyor.

ANAYASA MAHKEMESİ

Taslakta Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi de yeniden düzenleniyor. Cumhurbaşkanının bu kuruma yaptığı üye atamalarındaki yetkisi kaldırılıyor. Cumhurbaşkanının yetkisi yalnızca Türkiye Barolar Birliği kontenjanından gelen üyelerin atamasıyla sınırlandırılıyor. Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin atanma yetkileri Meclis’e devrediliyor. Meclis’te yapılacak seçimler de “kısıtlı belirleyicilerin inisiyatifine” bırakılmıyor. Çoklu aday arasından seçim yapılması kuralı getiriliyor, katılım artırılıyor. Siyasi partiler, AYM ve kurullara aday gösteremiyor.

Ayrıca taslakta, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kaldırılıyor. Yerine bilimsel, yönetsel ve akçalı özerkliği getirilmiş üniversiteler arasında eşgüdümü sağlamayı hedefleyen bir kurul düşünülüyor.

YARGIYA YENİ SİSTEM

Değişiklik öngörülen önemli alanlardan birisi de yargı. Buna göre, varolan Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Hâkimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak ikiye bölünüyor. Hâkimler Kurulu’na adalet bakanı ve yardımcısının katılımı kaldırılıyor, bakan ve yardımcısı yalnızca Savcılar Kurulu’nda yer alabiliyor.

HÜKÜMETE GÜVENCE

İstikrarsızlığın gerekçesi olarak görülen ve parlamenter sistemin en çok eleştirilen konusu olan koalisyonlar ve hükümetler konusunda anayasaya “yapıcı kurucu güvensizlik oyu” getiriliyor. Buna göre hükümetin kurulması süreci kolaylaştırılırken hükümete güvensizlik oyu süreci ise zorlaştırılıyor. Hükümet hakkında gensoru verebilmek için, yeni hükümetin nasıl kurulacağı konusunun garanti edilmesi kuralı getiriliyor. İspanya, Almanya, Belçika gibi ülkelerde uygulanan bu yöntemin yeni anayasa taslağında yer alacağı belirtiliyor.

Bu taslağın içeriğinin ortaya çıkması, 6’lı Masa’nın salt liderler toplantısı olmadığını, konuların uzmanlar düzeyinde tartışılarak somut çözümlere ulaşıldığını göstermektedir. Bu aşamaya ulaşılması demokrasimiz için son derece önemlidir.

Türkiye önümüzdeki seçimlerde, 6’lı Masa İttifakı, Meclis’te anayasayı değiştirme sayısal gücüne erişirse Türk siyasal yaşamında çok önemli bir gelişme olacaktır. Türk demokrasisi güçler ayrılığı temeline dayalı sisteme yeniden girecektir.

KAYNAKLAR

  • Bülent Tanör, Osmanlı- Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, 2014.
  • Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, 1969. 
  • Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, İş Bankası Kültür Yayınları, 2016. 
  • Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, 2015.
  • Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, İmge Yayınları, 2011.
  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım, 1998.

100 YIL SONRA SALTANAT’IN KALDIRILMASININ ANLAMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

Saltanatın / padişahlığın kaldırılması, Büyük Millet Meclisi’nin 1 Kasım 1922’de kabul ettiği 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile gerçekleşmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir.. 1299…. 1 Kasım 1922.. 623 yıllık Osmanlı devleti tarihe karışmıştır.

Kararnamenin ilanından sonra sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım 1922 günü son toplantısını yapan Osmanlı kabinesi istifasını son padişaha sunmuştur. 5 Kasım 1922de Ankara hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele), tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’nda toplayarak tüm çalışmalarına son vermelerini tebliğ etmiştir. 7 Kasım 1922’de Babıali’deki başbakanlık ofisi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin yayını durdurulmuştur.
***
Şu sözler, son (36.) Osmanlı Padişahı Halife-Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in :

  • “Koşullar ne denli ağır olursa olsun kabul edelim. İngiltere’nin doğudaki bize dost politikası değişmemiştir. Daha sonra bağış ve iyiliklerini kazanabiliriz.”

Ardından, Paris Konferansı’nda Vahdettin’in Sadrazamı ve damadı Ferit Paşa, İzmir için İngiliz işgalini önerir. Buna karşılık, ekonomik, parasal, hukuksal bağımsızlık.. gibi en yaşamsal istemlerden vazgeçer. Hatta, Bakanlıklarda İngiliz Müsteşar bulunması, illerde vali yardımcılığı görevini İngiliz konsolosların yapması ve Osmanlı maliyesinin tümüyle İngilizlerin denetimine bırakılması bile Vahdettin tarafından önerilir. Yeter ki, son (36.) Osmanlı Padişahı “Halife-Sultan” VI. Mehmet Vahdettin, içi boşaltılmış – göstermelik  taht ve tacından geri kalmasın. Ülke parçalanmış, açıkça sömürgeleşmiş, ulus tutsaklaşmış ve vatan toprakları bir avuç kalmış olsa da..

Ülkeyi böylesine satan, vatan haini bir Osmanlı saltanatının işbaşında daha çok tutulmasının ulusa hiçbir yararı olmadığı ortadayken, Lozan Barış Görüşmelerine bağlaşıklarca (İtilaf Devletleri) taraf olarak çağrılınca, Mustafa Kemal Paşa’nın sabrı taşar. Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca emperyalistlerle işbirliği yaparak ülkeyi arkadan hançerleyen Osmanlı Saltanat kadrosunun artık ulusa daha çok ihanetine katlanılamazdı. Mustafa Kemal Paşa ve Türk ulusu “ya bağımsızlık ya ölüm” ilkesiyle şanlı Kurtuluş Savaşı’nı verirken, Vahdettin ve tayfası düşmanla açık işbirliği içindeydiler. Yıllarca savaş alanlarında kan, can ve gözyaşıyla kazanılan ulusal bağımsızlığın ve utkunun Lozan Konferansı’nda masada tehlikeye atılmaması gerekiyordu.

İşte bu gerekçelerle, 1 Kasım 1922’de Saltanat ve Hilafet (Halifelik) birbirinden ayrılarak Saltanatın kaldırılması, TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın şu kararlı sözlerinin ardından oybirliği ile kabul edildi :

  • “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
  • Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardı.
  • Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir.
    Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir.
  • Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.
  • Bu behemehal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır…
  • Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”

İşgalci İngiliz dostlarının (!), kendisinin istemini izleyen gün Malaya zırhlısıyla 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan Malta’ya kaçırdıkları son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in (Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi davranışı görülmemiştir!) Halifeliği de kaldırıldı ve yerine Abdülmecit Efendi seçildi. Böylece ulus yönetiminin demokratikleşmesi ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesi için çok önemli bir adım daha atılmış oldu.

  • Kimi aymazların dediği gibi Mustafa Kemal Paşa diktatör olsaydı,
    kendisine önerilen Halife-Padişah makamını kabul ederdi
    .
  • Oysa O, “en büyük yapıtım” dediği Cumhuriyet’in,
    TBMM istenciyle seçilen demokrat, çağdaş Cumhurbaşkanı olmayı yeğlemiştir.

Böylelikle; Padişahın tebası-kulu olan insanımız, Cumhuriyetin yurttaşı olma yolunda çok önemli bir kazanım sağlamıştır. Egemenliğin kaynağı, gökyüzünden yeryüzüne indirilerek Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin en önemli adımı atılarak, Türkiye’nin çağdaş dünyada kendine yaraşır yeri pekiştirilmiştir.
***
1 Kasım 1928’de ise Latin harflerinden oluşan yeni Türk abecesi (alfabesi) kabul edilmiştir. Hard Devrimimizi de içten kutluyoruz 94 yıl sonra.. (Bu akşam, bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin  bir anma ve ödül toplantısı olacak Ankara Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız :
DİL DERNEĞİ; HARF DEVRİMİ’NİN 94. YILI | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

Türk Ulusuna; Anayasamızın 2. maddesinde, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” 6 temel niteliği tanımlı –insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti– olan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizde sonsuza dek onurlu bir yaşam diliyoruz..

Cumhuriyetimiz, 99 yılda kendisine kol – kanat gerecek aydın kadroları – kuşakları yetiştirmiştir.

Ayrıca 1 Kasım 1922’den bu yana tarihin köprülerinin altında çooook sular akmıştır.. Küresel toplum insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, çevreci, hukuk devletine evrilmektedir.

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞIDIR.. 

Türkiye’de de hiç kimse ama hiç kimse suları tersine akıtmaya ya da tarihin tekerleğini değil tersine çevirmek, çomak sokmaya bile kalkışmamalı, dahası yeltenmemelidir. Herkes haddini bilmelidir. Despotik – teokratik rejimlerin sonu gelmiştir; doğrudan demokrasi yakındır.

AKP=RTE iktidarı / TEK ADAM REJİMİ, Millet – UlusdeğilÜmmet – tebaapeşinde koşmayı bırakmalıdır, boşuna döner avare kasnak ve kendini tüketir.. Ülkemiz sınırlı kaynaklarını boşa tüketiyor, enerjisini yersiz kullanıyor. Oysa 21. yy’da uluslararası toplum ile küresel rekabet öylesine zor, öylesine güç, öylesine bilimsel – akılcı yönetim ve toplumsal düzen istiyor ki… anlatmak kolay değil.. Biatçı ümmet sürüsü değil özgür yurttaşlar!

  • 100. yılda AKP = Erdoğan köktenci bir politik muhasebe yapmalı ülkenin – ulusun geleceğini tehlikeye atacak en küçük bir girişimden bile mutlak olarak, AR-TIK sakınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti yüzbinlerce şehit-gazi kanı ile kurulmuştur!

Ar-tık; insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti saldırısı bitmelidir.

  • Saltanat – Halifelik tarihin çöplüğünde tükenip bitmiştir.
  • Egemenlik, bağsız – koşulsuz Ulusundur!
  • Demokratik Cumhuriyet fazilettir (erdemdir) ve özellikle kimsesizlerin kimsesidir!

Bu tartışılmaz gerçekleri içinize sindirmeli ve tek başına iktidarınızın 20. yılı biterken, rotanızı doğru belirlemelisiniz.. Hem siz, hem ülke yoruldu hem de Cumhuriyetçilerin sabrı tükeniyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Kasım 2022, Ankara

19 Mayıs’tan 23 Nisan’a

19 Mayıs’tan 23 Nisan’a

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 18.5.20
19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Sevr Antlaşması”na, işgal güçlerine ve emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık savaşının başlangıcını temsil eden bir tarihtir. Atatürk, 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapuru ile işgal altındaki İstanbul’dan Anadolu’ya doğru yola çıkmış, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a varmış ve buradan Havza, Amasya, Erzurum ve Sivas’a geçerek Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemiştir.
Emperyalizme karşı bir bağımsızlık savaşı olan Kurtuluş Savaşı iki cephede verilmiştir: Birincisi İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı, ikincisi de Osmanlı yönetimine karşı verilmiştir. Osmanlı Padişahı Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen Atatürk hakkındaki ölüm fermanını ve idam kararını onaylamış, Atatürk’e, devlete karşı gelen isyancı ve eşkıya muamelesi yapmıştır.

Tarih, Osmanlı hükümetinin ve onu temsil eden Padişah Vahdettin’in vatan haini olduğunu, Atatürk’ün ise vatansever olduğunu kanıtlamıştır. Zaman, devlete sahip çıkıyormuş gibi görünüp devlete ihanet edenleri, devlete karşı geliyormuş gibi görünüp devlete sahip çıkanları ortaya çıkarmıştır!

Ancak bunun da ötesinde, Atatürk’ün İstanbul’daki Osmanlı hükümetine karşı verdiği mücadele, sadece vatan topraklarının işgaliyle bağlantılı bir konu değildi. Atatürk, cephede verdiği savaşı kazanması durumunda, nasıl bir devletin ve vatanın kurulacağına dair altyapıyı da bu savaş sırasında ortaya koymuştur. Kurtuluş Savaşı, sadece bir coğrafya parçası için verilmiş bir mücadele değildir.

  • Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet için, yani demokrasi için, yani halk egemenliği için verilmiş bir mücadeledir.

***
Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak” ifadesi günümüzde sık sık kullanılır. Oysa cumhuriyet ve demokrasi etimolojik özünde eşanlamlı sözcüklerdir. Bu bağlamda, “cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak” ifadesi, “cumhuriyeti cumhuriyet ile taçlandırmak” anlamına gelmektedir ki bu da totolojik bir ifadedir. Cumhuriyet de demokrasi de halk egemenliğine dayalı yönetim biçimi anlamına gelmektedir. Birisi Arapçadır, diğeri Yunancadır. Arapçadaki “cumhur” ve Yunancadaki “demos”, halk anlamına gelmektedir.

Ancak günümüzde, adı cumhuriyet olduğu halde, fiilen cumhuriyet olmayan, yani halk egemenliğine dayanmayan o kadar çok devlet vardır ki, o nedenle “cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak” ifadesi sık sık kullanılır hale gelmiştir. Oysa, “kâğıt üzerinde cumhuriyet olan devletleri, fiilen de cumhuriyet haline getirmek” veya “demokrasiyi fiilen uygulamak” ifadeleri daha yerinde olacaktır.

Atatürk, 9 Eylül 1923’te kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin ana ilkelerinden birisi olan Halkçılık kavramına, Kurtuluş Savaşı sırasındaki konuşmalarında ve yazışmalarında çok sık vurgu yaptığı gibi, halkın egemenliğini sağlamak amacıyla, 23 Nisan 1920’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurmuştur. Atatürk böylece, bir yandan aldığı kararları halkın egemenliğine dayandırmıştır, bir yandan da cephedeki savaşı kazanması durumunda kuracağı devletin ve vatanın, Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısından nasıl ayrılacağının ilk önemli işaretini vermiştir. Bu aynı zamanda, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasının, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kurulmasının ve 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılmasının yolunu açmıştır.

  • Padişahın egemenliğine dayalı monarşinin ve halifenin egemenliğine dayalı teokrasinin yerine, halkın egemenliğine dayalı cumhuriyet yönetimine doğru çok büyük bir adım atılmıştır.

***

Geçen ay 23 Nisan’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 100. yılını kutladık.

– Atatürk’ün adını ülkenin her yerinden silen,
– Atatürk’ün resmi vasiyetini çiğneyen,
– TBMM’de ettiği yemine sadık kalmayan,
– Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ifade edilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletini ortadan kaldıran,
– TBMM’nin yetkilerini kısıtlayan,
– ülkeyi padişah gibi yöneten
Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan,

kuruluşunun 100. yılında TBMM’ye de gelmedi!

19 Mayıs 1919’dan günümüze kadar yaşanan 101 yıllık deneyime rağmen Erdoğan’ın, 29 Ekim 2023’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını kutlayacağına inanmak, çok geniş bir hayal gücü gerektirir.

2015 Yılı AYDINLANMA Konferanslarımız

2015 Yılı AYDINLANMA Konferanslarımız


Dostlar
,

Dün, 2015 yılı içinde kaleme alııp bu sitede ve değişik yerlerde yayımladığımız
86 makalemizin listesini ve erişkelerini (linklerini), tarihlerini sizlere sunmuştuk.
(http://ahmetsaltik.net/2016/01/01/2015-yili-aydinlanma-makalelerimiz-ve-konferanslarimiz/)

Geçtiğimiz yıl içinde, mesleksel (profesyonel, tıbbi) sunuşlarımız dışında, halkımıza dönük AYDINLANMA konferanslarımızı (17 adet) bilgiye sunmak istiyoruz.

2015 Yılı  A y d ı n l a n m a  Konferansları  [ 17 adet ]


Sıra no

Konferansın konusu

Yeri

Tarihi
1 Soğuklar ve Sağlığımızı Korumak (Canlı TV programı, yakl. 20 dk.) Kanal A, Ankara
http://youtu.be/BL6KLmmF-qs
05.01.2015
2 Türkiye’de Aydın Cinayetleri Neden Durdurulamıyor?
Katiller kim??
(görsel konferans)
Ulusal Güç Birliği Girişimi, İsparta 24.01.2015
3 Yabancı Dilde Eğitim : Türkçe Bilim Dili
Olabilir mi?
Cevizkabuğu Programı
(11. Dk., telefonla katılım)
08.02.2015
4 Dengeli Beslenelim, Sağlıklı Büyüyelim Batıkent Metot Koleji,
4-8. Sınıf öğrencilerine eğitim
05.03.2015
5 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Anısına :
Ülkemizde Toplumsal Şiddet ve Çözümü
Yüksek Ticaretliler Derneği
(Açıkoturum çerçeve sunumu)
06.03.2015
6 Türkiye’nin İçine Sürüklendiği Ekonomik Bunalım Ortamında Sağlık Giderleri Ulusal Kanal, Politika Kulisi,
İsmet Özçelik ile, 09:00-09:45
http://youtu.be/lNGeWe0HFy8
11.03.2015

7
Şarkılar – Türküler
Neyi Söyler??
Mozaik Radyo, FM 88.6, Ankara Eğitimci-Şair Abbas Turan ile, 2 saat 18.03.2015

8
Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Çıkmaz;
Nasıl Planlamalı?
21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri : Kamu Yönetimi, Kamu Maliyesi,
Kamu Personel Rejimi
10.04.2015
9 21. Yüzyılda Sağlık Hizmetlerinin Geleceği Namık Kemal Üniv. Tıp Fak. 13.04.2015
10 28 Nisan Dünya İş Sağlığı Gününde Dünyada ve Türkiye’de Durum :
Ne Yapmalı??
MESKA (Meslek Hastalıkları ve İş Kazaları) Vakfı, İstanbul 25.04.2015
12 19 Mayıs 1919’un 96. Yılı : Yeniden Doğuş
(Prof. Seçil Karal Akgül ve Suay Karaman ile)
Açıkoturum konuşması,
Ulusal Eğitim Derneği ve Eğitim İŞ
Ankara 1 ve 2 sayılı şube etkinliği
16.05.2015
13 AKP’nin Sağlıkta Dönüşüm masalı tıkandı mı, SGK iflasa mı gidiyor? Halk Kandırıldı, Çernobil faciası
29. Yılında
Ulusal Kanal, Bilim ve Toplum,
Prof. Şadi Yenen ile, 15:00-15 :50
17.05.2015
14 AKP’nin Kökü Dışarıda Sağlık Politikaları ve Gelinen Çıkmaz   EKOPOLİTİK, Çetin Ünsalan ile
Ulusal Kanal’da, (51 dk., 2,25 GB, Youtube)
https://youtu.be/Y-h6WdPKRqQ
19.08.2015
15 Prof. Aziz Sancar’ın NOBEL Ödülü ve
Halk / Toplum Sağlığına Beklenen Katkıları
AÜ SBF 21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri ve Kurultayları. 11.10.2015
16 Türkiye’nin
Aydınlanma Sürecinde
Köy Enstitülerini’nin Bitmeyen İşlevi (Kuruluşlarının 75. Yılında Köy Enstitülerini
Neden Hala Anıyoruz?)
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, açıkoturum (panel)
http://ahmetsaltik.net/2015/11/26/24-kasim-ogretmenler-gunu-kutlamasi-kurulusunun-75-yilinda-koy-enstituleri/
24.11.2015
17 ATATÜRK’ün Ankara’ya Gelişinin 96. Yılı..
(Görsel konferans,
Özgün Sistem Çankaya Koleji, İncek / Ankara
http://ahmetsaltik.net/2015/12/27/ataturkun-ankaraya-gelisinin-96-yildonumu-konferansimiz/ 25.12.2015

Listenin pdf biçimi : 2015_Yili_Aydinlanma_Konferanslari_Listesi

Ülkemizin AYDINLANMA sürecine – kavgasına – savaşımına katkısı olması dileğimizdir.
Konferansa ilişkin kayıti power point sunumu vb. belgelerin erişkeleri (linkleri) verilmiştir. Olmayanlar için ise o tarihteki site dosyaları tarih ya da uygun anahtar sözcükler kullanılarak çağrıldığında ekli belgelere erişilebilir.

Dileğimşz ve hedefimiz, Büyük ATATÜRK‘ün bizlere hedef gösterdiği
ÇAĞDAŞ UYGAERLIK DÜZEYİNİN DE ÖTESİNE GEÇMEKTİR..

Görünen o ki; 2016 çoook zor bir yıl olacak.. 2015’ten de zor olasılıkla..

Ancak eytişimsel (diyalektik) olarak biliyoruz ki, bu zorluklar aynı zamanda bünyelerindeki kolaylıkları da bize sunarlar..

Türkiye’nin Devrimci – Kemalist – bağımsızlıkçı – yurtsever – namuslu – mazlum ve
meşru birikimi bu değerlendirmeyi yapabilecek deneyim ve yeteneğe sahiptir.

Önümüzdeki temel tarihsel sorun, Türkiye’nin

– Devrimci
– Kemalist
– Bağımsızlıkçı
– Yurtsever
– Namuslu
– Mazlum ve
– Meşru

birikimini bir araya getirmek, bu muazzam gizilgüce (potansiyele) önderlik edebilmektir.
Bu tarihsel özgörevi (misyonu) ya CHP kendine gelerek yerine getirir ya gereği yapılır..

Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği rastlantılara bırakılamaz.

Tıpkı Mustafa Kemal Paşa‘nın 31 Ekim’i 1 Kasım’a bağlayan 1922 gecesi sabah saatlerine doğru, Saltanat’ın kaldırılması hakkındaki önergeyi görüşen ve kasıtlı olarak sürüncemeye alan BMM Komisyonunda, sıranınn üstüne çıkarak verdiği ültimatom gibi..
Merak edenler bu kısa – çarpıcı ve derhal sonuç veren birkaç tümceyi okuyabilirler, okumalıdırlar.. Üzerinde de düşünmelidirler ucuz – düzeysiz etiketler iliştirmeden önce..

Türkiye’nin vatanseverleri olarak ussal (rasyonel) umudumuz ve inancımız tamdır;
bu biline.. Bunun böyle bilinmesinde muhataplarımızın yararı vardır..

Mutlu yıllar Türkiye ve ve mutlu yıllar tüm İnsanlık!

Sevgi ve saygı ile.
01 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CUMHURBAŞKANI NASIL YARGILANIR ??


CUMHURBAŞKANI
NASIL YARGILANIR ??

http://odatv.com/n.php?n=cumhurbaskani-nasil-yargilaniyor-0506151200

Bu yazıda Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğunun sınırları üzerinde durmaya çalışacağız.

portresi
Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü

 

Öncelikle belirtmek gerekir ki, bir cumhurbaşkanının 3 tür sorumluluğu söz konusudur;

– cezai,
– hukuki ve
– siyasi.

Bizim burada incelemeye çalışacağımız, cumhurbaşkanının görevden doğan
ceza sorumluluğudur.

Anayasada, Parlamenter sistemin gereği olarak, siyasal alanda tüm sorumluluk hükümete yüklenmiş; Cumhurbaşkanı’nın “vatana ihanet” dışında suçlanamayacağı belirtilmiştir
(m. 105). Bu sorumsuzluk, 1961 Anayasası’nda (m. 98) daha net ifade edildiği gibi,
cumhurbaşkanları görevi ile ilgili işlemlerden dolayı sorumsuzdur.

Bir cumhurbaşkanı bu maddenin sözel anlamına (lâfzına – sözüne) dayanarak her türlü
anayasal kuralı ihlal eder, hatta anayasayı rafa kaldırır,
anayasal düzeni fiilen değiştirmeye kalkarsa da suçlanamayacak mıdır?

Vatana ihanet suçu kapsamı nasıl belirlenecektir?

İHANET-İ VATANİYE KANUNU

İhanet-i Vataniye Kanunu, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin (BMM) açılmasından sonra kabul edilen 2. yasadır. Kabul tarihi 29 Nisan 1920’dir.
Amaç, BMM’ne yönelik olası direnişleri kırmaktır.

15 Nisan 1923’te çıkarılan 335 sayılı Yasayla, Saltanatın kaldırılmasına ilişkin Meclis kararına ve BMM’nin meşruiyetine yayın yoluyla muhalefet etmek vatana ihanet kapsamına alınmıştır.

25 Şubat 1925’te Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na eklenen bir maddeyle, “Dini ve
kutsal değerlerini siyasal amaçlara esas ve alet etmek amacıyla dernek kurmak”
 ile
“Dini ve dinin kutsal değerlerini alet ederek devlet şeklini değiştirmek, başkalaştırmak, devletin güvenliğini bozmak” da vatana ihanet kapsamına alınmıştır.

Bununla da yetinilmemiş, “Dini ve dinin kutsal değerlerini alet ederek halk arasına bozgunculuk ve ayrımcılık sokmak için, gerek tek başına gerek toplu olarak sözle yazıyla, eylemli olarak, nutuk söyleyerek ya da yayın yaparak harekette bulunanlar” da
vatan haini sayılmışlardır.

Savaş kazanıldıktan ve Cumhuriyet kurulduktan sonra, 1926’da kabul edilen 765 sayılı
Türk Ceza Yasası’nın (TCY) 163. maddesiyle, irticai eylem ve propagandalara verilen ceza hafifletilmiştir.

İhanet-i Vataniye Yasası ve TCY’nın 163. maddesi, irtica temeline dayalı başkaldırılar, ayaklanmalar ile Türk Devrimi’ne vurulmaya kalkışılan darbeyi önlemek gibi kutsal bir amaca hizmet etmiştir.

Ülke insanının bilisizlikten (cehaletinden) kaynaklanan dinci yapısı bilindiğinden,
Devrimlerin başarıya ulaşabilmesi için bu korumacılık gerekli görülmüştür.

Ne yazıktır ki, irticai gelişmeleri ve propagandayı önleyen “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” ile eski TCY’nın 163. maddesi, Turgut Özal döneminde 12 Nisan 1991 günlü,
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Özal, Kemalist Devrimi sonlandıracak dinci gelişmelerin önünü açmak için
bu yasa ve maddenin yürürlükten kaldırılmasını sağlamıştır.

Böylece, Anayasa’nın, 

– “Kutsal din duyguları devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz.” diyen başlangıç bölümü kuralı ile

– “Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ya da hukuksal düzeninin din kurallarına dayandırılmasını; dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal çıkar sağlama amacıyla kullanılmasını yasaklayan” 24. maddesi kuralı yaptırımsız kalmıştır.

Bugünkü pervasız dinci gelişmelerin, eğitimin dincileştirilmesinin, siyasal alanlarda ve
Meclis çatısı altında dinci söylemlerin artmasının, irticanın Milli Güvenlik Siyaset Belgesinden çıkarılabilmesinin, modern ve çağdaş yaşam yerine tarikat ve cemaatlerin toplumsal yaşama egemen olmasının, toplumsal ve kamusal alanın daha İslami bir yapıya büründürülmesinin nedeni budur.

VATANA İHANET SUÇU YOK MUDUR ??

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun yürürlükten kaldırılmasından sonra ve yasalarda tanımının bulunmaması nedeniyle, “vatana ihanet suçunun” nasıl saptanacağı tartışma konusu olmuştur.

Öncelikle belirtmek gerekir ki,

Suçun adının “vatana ihanet” olmaması, onun bu niteliğini ortadan kaldırmaz.
Yani suç oluşturan eyleme takılan ad değil, onun niteliği önemlidir.

TCY’nın 302-309. maddelerindeki;

– Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak,
– Düşmanla işbirliği yapmak,
– Devlete karşı savaşa tahrik etmek,
– Temel milli yararlara karşı eylemde bulunmak,
– Yabancı devlet aleyhine asker toplamak,
– Askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma yapmak,

– Düşman devlete maddi ve mali yardım yapmak,
– Anayasayı ihlal etmek,

Suçları, geleneksel ve niteliksel olarak “vatana ihanet” kapsamına giren suçları içermektedir.

ÖĞRETİNİN YAKLAŞIMI

Öğretide de aynı yaklaşımı görmek olanaklıdır.

Fransa’da Cumhurbaşkanı, “vatana ihanet” yerine kullanılan “yüksek ihanet”le suçlanabilmektedir. Fransız Anayasası’nda ve yasalarında “yüksek ihaneti” tanımlayan
bir düzenleme yoktur. Ne var ki Fransız bilim insanları özetle, “anayasal görev ve yetkilerinin kötüye kullanılmasını”, “anayasanın uygulanmasının reddedilmesini” yüksek ihanet saymaktadırlar. (Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, s. 542)

İtalyan Anayasası’na göre de İtalya Cumhurbaşkanı “sorumsuzdur” ve “vatana ihanet”dışında suçlanması olanaksızdır. İtalyan hukukçu Manzini’ye göre; “Devletin birlik, bütünlük ve bağımsızlığına karşı” işlenen suçlar ve “Anayasayı ihlal” vatana ihanet suçunu oluşturmaktadır. (Vural Savaş, Devrimci Hukuk, s. 226-227),

Türk hukukçular da aynı görüştedir. Prof. Sulhi Dönmezer ve Prof. Sahir Erman’a göre,
Türk vatanının bütünlüğüne, devletin anayasa ile kurulu düzenine karşı işlenen suçlar
vatana ihanet suçu kapsamına girmektedir.

Prof. Faruk Erem’e göre, 765 sayılı eski TCY’ndaki; Devletin bağımsızlığını zarara uğratmak, ulusal birliği ve ülke bütünlüğünü bozmaya çalışmak (m. 125), Anayasayı cebren ihlal etmek (m. 146), dinci propaganda yapmak (m. 163), “vatana İhanet” suçunu oluşturmaktadır.

Öğretideki bu değerlendirmeler, vatana ihanet suçunu oluşturacak nitelikteki eylemleri
ortaya koyması yönünden önemlidir.

KİM KARAR VERECEK?

Vatana ihanet bir sadakatin ihlali anlamındadır.
Her alanda ihlal olabilir.
Ama en ağır ihlal, devlete karşı olanlar ile anayasal düzeni fiilen yıkmaya çalışılmasıdır. Çünkü anayasalar kuruluş sözleşmeleridir ve anayasaların ihlalinde
“Kurucu İradeye” ihanet söz konusudur.

Vatana ihanet, aynı zamanda, ülkenin yüksek çıkarlarına aykırı biçimde
yetkilerin
kötüye kullanılmasından doğan siyasal bir suçtur.

Anayasa’ya göre, ceza yasalarındaki hangi suçların vatana ihanet oluşturacağına Yasama Organı karar verecektir. TBMM’nde 184 milletvekilinin (1/3) önerisi ve 413 milletvekilinin (3/4) kararıyla, bir suçun vatana ihanet olduğuna karar verilip, suç faili Yüce Divan’a sevk edilebilir. (m. 105)

Meclis İçtüzüğü’nden de aynı sonuca ulaşmak olanaklıdır.
İçtüzük’te; Yüce Divan’a sevk kararında

– “Hangi ceza kuralına dayanıldığı ve bu kuraldaki suçun hangi gerekçeyle
vatana ihanet sayıldığının..”
 

belirtilmesi gerektiği yazılıdır. Bu kural, ceza yaptırımı gerektiren bir suçun vatana ihanet olarak nitelendirilebileceğinin Meclis tarafından kabul edildiğini göstermesi yönünden önemlidir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, bir suçun vatana ihanet niteliği taşıyıp taşımadığına karar verecek Meclis yetersayısı, karar vermeyi neredeyse olanaksız kılacak denli yüksek tutulmuştur.
Bununla birlikte bu kuralın değişmez olmadığını da anımsatmak gerekir.

Kısaca, suçun yasalarda açıkça yer almamasına güvenip,

“Beni vatana ihanetten başka suçtan yargılayamazsınız!” efelenmesiyle

* her gün anayasayı ihlal etmek
* “özerklik veriyoruz” numarasıyla ülkenin bölünmesine çabalamak, 
* “bizden olan-olmayan”yaklaşımıyla ulusal birliğe zarar vermek,
* laik-demokratik anayasal düzeni fiilen değiştirip İslami cumhuriyete uygun eylem, söylem ve işlemlerde bulunmak, 
* “yeni anayasa”yapıyoruz bahanesiyle “başkanlık” adı altında “diktatörlük” rejimini getirmeyi amaçlamak,
* Suriye Devleti ve halkına karşı sürekli suç işleyerek ülke güvenliğini tehlikeye düşürmek, 

“hayra alamet” gelişmeler değildir.

Zaten istediği türde (tek adam yönetimi) başkan olan bir kişi, neden “yeni anayasa” diye tutturur?

Hiç kuşkusuz sorumluluktan kurtulmak için!
Çünkü anayasa yok sayılarak, ihlal edilerek fiili durum yaratılmış, sivil darbe yapılmıştır. 

“Anayasa’yı tanımıyoruz”,
“Parlamenter rejim bekleme odasına alınmıştır” 

denilerek “sivil ara rejim” yani “sivil darbe”,  yapanlar tarafından da ilan edilmiştir.

Şimdi sıra, sorumluluktan kurtulmak için bu fiili darbe düzeninin anayasal dayanağa kavuşturulmasına gelmiştir.
============================================

Dostlar,

Aşağıdaki tümceler ise bu makale internette dolaşırken eklenenlerden…

“BİR MİLLET, UNSUR-U ASLİNİN İÇİNDEN ÇIKAN ŞAHISLAR TARAFINDAN
İDARE EDİLMİYORSA İZMİHLAL MUTLAK ve MUKADDERDİR.”                                 Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

****
​CUMHURBAŞKANI NASIL MI YARGILANIR?!
YASSIADA’daki GİBİ:
ELLERİ BAĞLI OLMAYARAK DURUŞMA SALONUNA ALINIR,
SANIK İSKEMLESİNE, YARGIÇLAR KURULUNUN KARŞISINA DİKTİRİLİR, TERLERİNİ SİLMESİ İÇİN ELİNE KÂĞIT MENDİL VERİLİR.
AĞLAMALARI DİNLENİR, SİLİVRİ’YE GÖNDERİLİR.

NOT: ÇİFT KATLI SIZDIRMAZ DON GİYDİRİLİR.
*****

İlgililerinin bilgisine sunulur..

“Ne oldum değil, ne olacağım??”  

Büyük atasözüdür..

Değerli dostumuz, yetkin hukukçu Sayın Bülent Serim‘e teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile.
07 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SÖYLEV’den Seçkiler (Prof. Dr. Özer Ozankaya) / Quotations from Ataturk’s Great Speech “NUTUK”

SOYLEV_seckisi_O_Ozankaya_ Aralik1997

Servis Edilen Yeni Osmanlıcılık ve ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri / Recently Served Neo-Ottomanizm and Atatürk’s Opinions on Ottomans

Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturk’un_Gorusleri