Etiket arşivi: Ziya Paşa

200 yılı aşan Anayasa tarihimiz: Türk Anayasa tarihindeki önemli gelişmeler ve kırılma noktaları

Alev Coşkun
Alev Coşkun
04 Aralık 2022, Cumhuriyet


200 yılı aşan Anayasa tarihimiz:
Türk Anayasa tarihindeki önemli gelişmeler ve kırılma noktaları

6 siyasal partinin oluşturduğu Masa, Türk demokrasi tarihimizde çok önemli bir gelişmedir.
6’lı Masa‘yı oluşturan siyasal parti liderleri geçen hafta, 84 maddeden oluşan anayasa değişikliği tasarısını açıkladı. 6’lı Masa, gerçekte Tek Adam‘a üstün yetkiler veren modelle somut bir siyasal hareketi gerçekleştirdi.

Demokrasi, temelde bir uzlaşma hareketidir. Bu anayasa tasarısı, Türk anayasa gelişmeleri tarihimizde ilk kez 6 siyasal partinin uzlaşısı sonunda ortaya çıkmış oluyor. Bu haftaki yazımızda 225 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk Anayasa tarihinin kısa bir analizi yapılacaktır.

Anayasa, Batı demokrasilerinin yarattığı bir hukuk normudur, devletin biçimini, yönetim modelini ortaya koyan temel yasadır; aynı zamanda vatandaşın hak ve özgürlüklerini belirler, devlet düzeninin işleyişini gösteren üstün hukuk kurallarını içerir.

OSMANLI DEVLETİ

Anayasal gelişme açısından Osmanlı İmparatorluğu’nda beş önemli hareket vardır. Bunlar tarih sırasına göre:

1808 yılında Senedi İttifak, 1839 yılında Tanzimat Fermanı ve 1856 yılında Islahat Fermanı’dır. İlk anayasa 1876 tarihli Kanun-u Esasi’dir. 1909’da II. Meşrutiyet’te, Kanun-u Esasi’de değişiklikler yapılmıştır. Bu önemli belgelerin temel ilkelerine kısaca bakalım.

Osmanlı-Türk anayasası gelişim tarihi açısından ilk önemli belge 1808 tarihli “Senedi İttifak”tır. Senedi İttifak’tan 31 yıl sonra Mustafa Reşit Paşa, Gülhane Parkı’nda padişahın bir “irade-i seniyesi” olan Gülhane Hattı Hümayunu’nu (GHH) okudu. Bu belgeye Tanzimat Fermanı adı verilir. Tanzimat Fermanı (GHH), kişi hak ve özgürlüklerine gönderme yapan tek yanlı bir padişahlık bildirisidir.

1856 ISLAHAT FERMANI

1839’da tanımlanan haklar, Batı dünyasında yetersiz bulunuyordu. Rusya giderek güçleniyordu. Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü Rusya’nın müdahalelerine karşı korumak ve Osmanlı’yı Avrupa devletler ailesine kabul edilmenin koşulu olarak yeni istekler ileriye sürdüler.

Islahat Fermanı’nın esası, Osmanlı topraklarında yaşayan ancak Müslüman olmayan uyruklara, Müslümanlarla eşit haklar sağlayan bir padişah fermanıdır. Islahat Fermanı hukuken bir padişah bildirisidir, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin tanınmasında önemli bir adımdır.

Niyazi Berkes, 1856 Islahat Fermanı’nı genel olarak Osmanlı Devleti’nde yaşayan Hıristiyan toplulukların “anayasal gelişmelerinin başlangıcı” olarak kabul etmiştir. Bu belge, onların ulusal bağımsızlıklarının bir bildirisi sayılırdı. (N. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 92)

Bu padişah bildirisiyle Meclisi Ahkamı Adliye’ye, yasa ve tüzükleri hazırlamak, yönetsel önlemleri görüşmek, hükümete görüş vermek görevi verildi. “Şûra-yı Devlet”, Danıştay’ın ilk basamağıydı.

Tanzimat ve Islahat Fermanları, din ve millet kökenleri ne olursa olsun, İmparatorlukta yaşayan millet topluluklarından bir “Osmanlı Milleti” çıkarmaya çalışıyordu. Ancak birbiriyle çatışan ayrılıkçı ideolojiler taşıyan bu yapıyı düzeltmek çok zordu.

BİRİNCİ MEŞRUTİYET, İLK ANAYASA VE İLK MECLİS (1876)

Islahat Fermanı’ndan 20 yıl sonra Osmanlı Devleti’nde ilk kez yazılı bir anayasa ve ilk kez seçimle gelen bir meclis kurulmuştur. Gelişme şöyledir: Özellikle 1860’lardan sonra canlanan basın-yayın yaşamı Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi aydınların ortaya çıkışı toplumsal gelişmeleri tetikliyordu. 1865’te kurulan Genç Osmanlı hareketi uzun yıllar valilik yapan sonra da Şura-yı Devlet başkanlığına getirilen Mithat Paşa’nın liderliğinde birleştiler. Toplumsal etkiler sonunda, 23 Aralık 1876’da padişah tarafından Kanun-u Esasi kabul edildi. Kanun-u Esasi, Osmanlı’nın ilk anayasasıdır. Bu anayasaya göre hukuka bağlı devlet düşüncesi ilk kez bir anayasal metinle ortaya çıkmıştı.

  • Devletin dini İslamdır.
  • Padişah aynı zamanda Halifedir.
  • Şeyhülislam hükümet içinde yer almaktadır ve yasalar din buyruklarına aykırı olamaz.
  • Padişah yürütmenin başıdır. Sadrazam ve öbür Bakanları kendisi seçer.
  • Yasama, Meclisi Ayan ve Mebusan Meclisi olarak iki kanatlıdır.
  • Ayan üyelerini padişah seçer, Mebusan Meclisi üyeleri halk tarafından seçilir.
  • Model bir meşrutiyet rejimidir.

ABDÜLHAMİT VE MİTHAT PAŞA

Padişah Abdülhamit, anayasaya göre yapılan seçimlerle oluşan “Meclisi Mebusan”ın toplanmasından önce, 1876 Anayasası’nı yaratan Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi. (5 Şubat 1877) Meclis açıldı ancak 56 toplantı yaptıktan sonra 28 Haziran 1877’de kapatıldı. İkinci kez yapılan seçimlerde toplanan meclis de 29 toplantı yaptıktan sonra 14 Şubat 1878’de Abdülhamit tarafından kapatıldı. Abdülhamit adım adım “mutlakiyetçi” yönetimini kurdu ve Meclis 1908 yılına dek 32 yıl kapalı tutuldu.

II. MEŞRUTİYET ANAYASASI

Abdülhamit’in mutlakiyet yönetimine aydınlar ve Genç Türkler (Jön Türkler) karşı çıkıyorlardı, daha sonra İttihat ve Terakki kuruldu.

  • Jön Türkler, düşünce alanında akılcılık (rasyonalizm), laiklik, kadın hakları savunusuna dek pek çok çağdaş düşünceyi ortaya koymuşlardı.

Uzun mücadeleler sonunda İttihat ve Terakki, 23 Temmuz 1908’de hürriyetin ilanını gerçekleştirdi ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Kanun-u Esasi yeniden yürürlüğe kondu, yeniden seçimler yapıldı. Osmanlı Mebusan Meclisi, Kasım 1908’de yeniden toplandı. İttihat ve Terakki 1918’e değin iktidarda kaldı.

II. MEŞRUTİYET’TE (ANAYASA) DEĞİŞİMLER

II. Meşrutiyet döneminde 8 Ağustos 1909’da anayasada 21 maddede değişiklik yapıldı ve 3 madde eklendi. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak yasa dışı tutuklama yasağı (m.10), sansür yasağı (m.12) getirilmiştir. Haberleşme gizliliğinin esası (m.119) benimsenmiş, toplanma ve dernek kurma hakları (m.120) tanınmış, padişahın yazarları ve gazetecileri sürgün etme yetkisi (m.113) kaldırılmıştır.

Yasama ile ilgili olarak Meclis’te yasa teklifi vermek için padişahın iznini alma koşulu kaldırılmıştır. Padişahın yasaları mutlak veto yetkisi de yumuşatılmıştır. Meclis, Padişahın veto ettiği yasaları üçte iki çoğunluğuyla kabul ederse, padişahın bu yasayı onaylama zorunluğu getirilmiştir. Padişah tek egemen olmaktan çıkarılmıştır.

Yürütme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmiş ve Meclis’e karşı sorumlu olduğu kabul edilmiştir. 1909 değişiklikleriyle Osmanlı Devleti meşruti (sınırlı) anayasal monarşi durumuna dönüşmüştür.

‘EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR’

Cumhuriyet döneminde başlıca anayasal hareketler 1921 Anayasası, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası, 1982 Anayasası, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş olarak özetlenebilir. Cumhuriyet döneminde rejim yönünden en önemli hareket kuşkusuz

  • 1 Kasım 1922’de Saltanatın ve 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılmasıdır.

1921 ANAYASASI

23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan “Büyük Millet Meclisi” aslında yeni Türk devletinin kurucu meclisidir. Hukuksal tanımıyla “asli kurucu” organı, asli kurucu iktidarıdır. Ankara’da Meclis açılınca İstanbul’daki Padişah ve O’na bağlı hükümet görevdeydi. Büyük Millet Meclisi’nin açılışından beş ay sonra 18 Eylül 1920’de Teşkilatı Esasiye Kanunu tasarısı Meclis’e sunuldu. Milli Mücadele’yi yönetmek amacıyla Ankara Meclisi’nce 1921 yılında 23 maddelik kısa bir anayasa yapıldı. Öte yandan 1876 Anayasası da yürürlükteydi.

TEMEL İLKELER

1921 Anayasası’nda egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, yürütme ve yasama kuvvetleri Meclis’te toplanmıştır. Bu nedenle 1921 Anayasası “Güçler Birliği” ilkesini kabul etmişti. Anayasa’da egemenliğin padişaha ait olmadığı belirtiliyordu. 1921 Anayasası’nın devlet modeli, kendine özgü (sui generis) “Meclis Hükümeti” adı verilen modelidir. Güçler Ayrılığı ilkesi yerine “Güçler Birliği” ilkesi kabul edilmiş, Yasama ve Yürütme güçleri Meclis’te toplanmıştır.

Meclis, savaşı yöneten bir ihtilal meclisidir. Anayasa hukukçusu Prof. Tanör, bu durumu “Savaş demokrasisi” olarak tanımlamıştır. (Bülent Tanör, Kurtuluş-Kuruluş, s. 115) 1921 Anayasası kısa bir anayasa olmasına karşın Cumhuriyet dönemi anayasacılığı açısından önemli etkiler yaratmıştır.

EGEMENLİK ANLAYIŞI

Anayasa’nın 3. maddesi şöyledir: “Türkiye devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ adını taşır.” İlk kez temelde anayasada yeni bir devlet “Türkiye Devleti” adından söz edilmektedir.

Anayasanın 1. maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” demektedir.

Anayasa, Vilayet ve Nahiye Şûraları öngörüyor. Ancak bunlar, doğrudan demokrasi değil, yerel demokrasi kurullarıdır. Özerklikleri yönetsel olarak sınırlıdır. (Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, s. 257)

ÇAĞDAŞLAŞMANIN TEMELİ: DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Meclis, Anayasa’nın 1. maddesine bir cümle ekledi:

  • “Türkiye devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir.”

Bu teklif getirilirken önerilen yasa tasarısının adı “Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun Tavzihan Tadiline Dair Kanun”dur. Bunun anlamı, “açıklık getiren değişiklik”tir. Çünkü 29 Ekim 1923 tarihli anayasa değişikliği, gerçekte var olan ancak daha önceki süreçlerde adı konmamış bir durumu açıklığa kavuşturmuştu. O da yönetim biçiminin “Cumhuriyet” olduğudur. Cumhurbaşkanı, Meclis’in kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilmekte ve “devlet reisi” unvanını almaktadır.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştı. Cumhuriyetin ilanından dört ay sonra 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı. Böylece ilan edilen Cumhuriyetin dine dayalı değil, laik temellere bağlı olduğu ortaya çıktı.

1924 ANAYASASI

20 Nisan 1924’te Meclis tarafından kabul edilen 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu 1924 Anayasası’dır. Bu anayasanın kabul edilmesiyle 1876 ve 1921 tarihli iki anayasanın yürürlüğüne son verilmiştir. 1924 Anayasası, klasik anayasa anlayış ve sistematiğine uygun bir metindir. Devletin kuruluşu, organları, bunların işleyişi düzenlenmiştir. Ayrıca hak ve özgürlüklerle ilgili hükümlere de yer verilmiştir.

Yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrılmıştır.
Kişi hak ve özgürlükleri ile anayasanın üstünlüğü ilkesi kabul edilmiştir.
1924 Anayasası, Meclis hükümeti ile parlamenter sistem arasında karma bir model yaratmıştır.

1961 ANAYASASI

1924 Anayasası 36 yıl yürürlükte kaldı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yeni anayasalar yapılmıştı. Özellikle insan hak ve özgürlüklerinin korunması ön plana çıkmış, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen, hukukun üstünlüğünü ve hukuk devletinin en önemli ögesi olan anayasa mahkemeleri hukuk devletinin birinci ögesi durumuna gelmişti.

1950-60 döneminde özellikle 1954’ten sonra DP’nin otoriter bir yola girmesi, temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesi yeni bir anayasa gereksinimini en birinci istem durumuna getirmişti.

13 Aralık 1960 tarihli ve 157 sayılı yasayla, “Kurucu Meclis”in oluşması sağlanmıştır. Kurucu Meclis, Milli Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi’nden oluşuyordu. Bu Meclis’in %83’ü atamayla değil seçimle oluşuyordu. Siyasal partiler CHP ve CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi), barolar, basın, esnaf kuruluşları, işçi sendikaları, meslek odaları, öğretmen kuruluşları, tarım kooperatifleri, üniversiteler, yargı organları kendi aralarında toplanarak Kurucu Meclis’e katılacak üyeleri seçmişlerdir.

1961 ANAYASASI’NIN ÖNEMLİ NOKTALARI

1961 Anayasası bütün dünyada ileri ve demokratik bir anayasa olarak kabul edilmiştir. Bu anayasanın temel nitelikleri şöyle özetlenebilir:

  • 1961 Anayasası, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan; evrensel insan hakları ve hukukun üstünlüğü, parlamenter sistem ve güçler ayrılığı ilkelerine tümüyle uymuştur. Anayasaya ilk kez “insan haklarına dayalı devlet” kavramı girmiş ve “temel haklar ve özgürlükler” anayasada ilk kez devletin kuruluşunu düzenleyen esaslardan önceye alınmıştır. Yasama, millet meclisi ve senato olarak iki kanatlıdır.
  • Demokrasi kültürü açısından “siyasal partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokrasinin vazgeçilmez ögeleridir” ilkesi ilk kez anayasada yer almıştır.
  • 1961 Anayasası, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini güçlendirmiş, Türk anayasa tarihinde ilk kez “yasaların yargısal denetimini” sağlayan Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Böylece Türk demokrasisi evrensel düzeye ulaşmıştır.
  • Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu kabul etmiştir. Çağdaşlaşmanın temeli, “din ve vicdan özgürlüğü” kabul edilmiştir.
  • Anayasanın 124. maddesiyle, “Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarma ve laiklik niteliğini koruma” amacıyla Devrim Yasalarına dokunulamayacağı kabul edilmiştir.

1982 ANAYASASI

1960-80 arasında anayasa üzerinde tartışmalar oldu. Anayasanın özgürlüklere öncelik tanımasına, otoriter düşünceyi benimseyenler karşı çıkıyorlardı. 12 Eylül 1980’de, Ordu hiyerarşisi içinde yönetime el koydu. 160 üyeli Danışma Meclis’i atanmış kişilerden oluşuyordu. 40 üye doğrudan, 120’si ise valilerin önerdiği adaylar arasından Milli Güvenlik Konseyi tarafından seçildi. Hazırlanan anayasa 7 Kasım 1982’de halkoylamasına sunularak kabul edildi.

1982 Anayasası, devletin temel kuruluşlarını belirleyen bir anayasa değil, her şeyi ayrıntılarıyla ele alan bir “düzenleyici anayasa”dır. Değiştirilebilmesi açısından sert bir anayasadır. Yürütme ayağı güçlendirilmiştir. Senato kaldırılarak tek meclis sistemi getirilmiştir.

TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ

1982 Anayasası, yapılan yüzlerce değişiklikle 2017 tarihine dek 25 yıl yaşadı. 16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. 2017’den beri beş yıldır uygulanan ve tek adamlığı getiren bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur. (AS: 2,5 milyon dolayında mühürsüz oy YSK tarafından son anda “geçerli” (!?) sayılarak kıl payı kabul edilen, gerçekte hukuksal olarak HİÇBİR SONUÇ DOĞURMAYAN bir halkoylaması!!) 

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, güçler birliği ve tek adam yönetimi oluşturmuştur. Demokratik birikimler, Güçler Ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Ersin Kalaycıoğlu, bu sisteme “Neo-Patrimonyal Sultanizm” adını vermektedir.

6’LI MASA ve YENİ ANAYASA TASARISI

Yukarıda belirtildiği gibi 6’lı Masa son yıllarda Türk siyasal yaşamında yaratılan çok önemli bir harekettir. Aslında bir uzlaşmadır ve geleceğe dönük bir koalisyon hareketidir. 6’lı Masa’nın bir anayasa taslağı üzerinde anlaşması da çok önemlidir. Bu tasarıya göre anayasadaki yüz maddenin değişmesi öngörülüyor.

  • Anayasanın demokratik laik Cumhuriyeti belirleyen ilk dört maddesine dokunulmuyor..

Anayasa Mahkemesi’nin, Yüksek Hâkimler Kurulu’nun oluşumu ve yapısı değişiyor. İfade özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılıyor ve parlamenter sistem içinde hükümetlerin düşürülmesi zorlaştırılıyor.

Ayrıca özgürlüklerin kısıtlanmasını öngören maddeler yeniden düzenleniyor. Bu kapsamda, toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılıyor.

  • Laikliği düzenleyen 24. maddeye dokunulmuyor.

Cumhurbaşkanının yetkileri kısıtlanıyor.

ANAYASA MAHKEMESİ

Taslakta Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi de yeniden düzenleniyor. Cumhurbaşkanının bu kuruma yaptığı üye atamalarındaki yetkisi kaldırılıyor. Cumhurbaşkanının yetkisi yalnızca Türkiye Barolar Birliği kontenjanından gelen üyelerin atamasıyla sınırlandırılıyor. Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin atanma yetkileri Meclis’e devrediliyor. Meclis’te yapılacak seçimler de “kısıtlı belirleyicilerin inisiyatifine” bırakılmıyor. Çoklu aday arasından seçim yapılması kuralı getiriliyor, katılım artırılıyor. Siyasi partiler, AYM ve kurullara aday gösteremiyor.

Ayrıca taslakta, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kaldırılıyor. Yerine bilimsel, yönetsel ve akçalı özerkliği getirilmiş üniversiteler arasında eşgüdümü sağlamayı hedefleyen bir kurul düşünülüyor.

YARGIYA YENİ SİSTEM

Değişiklik öngörülen önemli alanlardan birisi de yargı. Buna göre, varolan Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Hâkimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak ikiye bölünüyor. Hâkimler Kurulu’na adalet bakanı ve yardımcısının katılımı kaldırılıyor, bakan ve yardımcısı yalnızca Savcılar Kurulu’nda yer alabiliyor.

HÜKÜMETE GÜVENCE

İstikrarsızlığın gerekçesi olarak görülen ve parlamenter sistemin en çok eleştirilen konusu olan koalisyonlar ve hükümetler konusunda anayasaya “yapıcı kurucu güvensizlik oyu” getiriliyor. Buna göre hükümetin kurulması süreci kolaylaştırılırken hükümete güvensizlik oyu süreci ise zorlaştırılıyor. Hükümet hakkında gensoru verebilmek için, yeni hükümetin nasıl kurulacağı konusunun garanti edilmesi kuralı getiriliyor. İspanya, Almanya, Belçika gibi ülkelerde uygulanan bu yöntemin yeni anayasa taslağında yer alacağı belirtiliyor.

Bu taslağın içeriğinin ortaya çıkması, 6’lı Masa’nın salt liderler toplantısı olmadığını, konuların uzmanlar düzeyinde tartışılarak somut çözümlere ulaşıldığını göstermektedir. Bu aşamaya ulaşılması demokrasimiz için son derece önemlidir.

Türkiye önümüzdeki seçimlerde, 6’lı Masa İttifakı, Meclis’te anayasayı değiştirme sayısal gücüne erişirse Türk siyasal yaşamında çok önemli bir gelişme olacaktır. Türk demokrasisi güçler ayrılığı temeline dayalı sisteme yeniden girecektir.

KAYNAKLAR

  • Bülent Tanör, Osmanlı- Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, 2014.
  • Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, 1969. 
  • Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, İş Bankası Kültür Yayınları, 2016. 
  • Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, 2015.
  • Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, İmge Yayınları, 2011.
  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım, 1998.

Dil Bayramımız 88 Yaşında! Nazım MUTLU

Dil Bayramımız 88 Yaşında!

Ulusal Eğitim Derneği ve Öğretmen Dünyası – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Nazım MUTLU
Emekli Öğretmen
Cumhuriyet, 26 Eylül 2020

1912’de kısa bir dönem sadrazamlık da yapan asker, gökbilimci ve matematikçi Gazi Ahmet Muhtar Paşa, 1915’te yayımlanan “Takvîmü’s Sinîn” (“Yılların Takvimi”, yeni baskı: Genelkurmay Başkanlığı, Ankara, 1993) adlı yapıtının girişinde şöyle der:

(…) Şu halde halk beyninde ve devâir-i resmîyede tahvil-i tevarihce yevmen feyevmen zuhur eden ihtiyacata suhulet bahş etmek ve alel-husûs mehakim-i şeriye ve nizâmiyede kûlliyevmin izhar edilegelen vesaikte muharrer herhangi bir tarihin mürûr-ı ezmine vesaire gibi kanûnî ahkâma medar-ı mahz olan diğer tarihlerde mukabilini defaten buluvermek ve Lisan-ı Türkide ketb-i tevârih mütalaa edenlerin garbî senelerle okuyacağı vekayiin mevâsim-ı erbaadan hangisine tesadüf ettiğini esami-i şuhur bildiremeyeceğine mebnî okunan vaka hakkında bir fikr-i tam hâsıl edilerek muhakeme yürütebilmek için o anda mevsimin ne olduğunu öğrenivermek üzere sinîn-i kameri-i hicriye ile sinîn-i maliye ve milâdiye beyninde sehlü’l-istimal bir tahvîl cedvelinin lüzumu hissedilmesine mebnî (Takvimü’s-Sinîn) ismiyle bu eser neşr edilmiştir.”

Genel kullanımda “Osmanlıca”, son yıllarda sık sık “Yeni Osmanlı” düşleri kuranların “Osmanlı Türkçesi” dedikleri dilin birçok özelliğini bu örnekte görebiliriz: Neredeyse eylemler (fiiller) dışındaki bütün sözcükleri Arapça-Farsça, tamlamaları yine Arapça-Farsça dil kurallarına göre oluşmuş, 107 sözcükten oluşmuş bir tümce…

SARAY DİLİNDEN HALK DİLİNE

Dönemin yalnız üst düzey okullarını iyi derecelerle bitirenlerin yazabileceği, yine aynı düzeydekilerin okuyup anlayabileceği bir yazı dilidir bu. Üstelik bu örnek, yalın Türkçeye dönülmesi yolunda bir süredir önemli adımların atıldığı, Ömer Seyfettin’le Ziya Gökalp gibi aydınların bu yoldaki çabalarını yoğunlaştırdıkları bir dönemin ürünüdür. 600 yıl boyunca özel eğitimden geçip saray çevresinde kümelenmiş birkaç yazar-çizerle sınırlı, oldukça kıt düzyazı geleneğiyle 20. yüzyıla bağlanan ekinsel kalıt, “çağdaş uygarlık düzeyi”nin yolunu açabilir miydi?

Bu çıkmaz sokağı Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemsettin Sami gibi 19. yüzyılın 2. yarısındaki Osmanlı aydınları görmeye başlamış, Ömer Seyfettin-Ziya Gökalp-Hececiler gibi 20. yüzyılın başlarındaki “Ulusal Yazın” (Milli Edebiyat) öncüleri de çalışmalarıyla gerçek Türkçenin yolunu açmışlardı.

Büyük önder Atatürk’ün yerinde saptamasıyla temeli “kültür”e dayanan Cumhuriyet, halk katında değil ama eğitim-sanat-yazın katında yüzyıllarca soluğu kesilen Türkçenin kendi yatağını bulmasını sağlamıştır.

Çürümeye yüz tutmuş bütün kurumlar gibi Türkçe de yazıda kendisini kımıldayamaz duruma getiren yapay kurallardan kurtulmak istiyordu. Atatürk, bütün işlerde olduğu gibi bu sorunla da yakından ilgilendi, alanın yetkin adlarını buldu, buluşturdu, 26 Eylül 1932’de topladığı 1. Türk Dil Kurultayı’yla çalışmaları hızlandırdı.

YALANLAR ZİNCİRİ

Kurultayın son gününde, her yıl 26 Eylül’ün Dil Bayramı olarak kutlanması önerisi oybirliğiyle benimsendi. Bu yıl salgın koşullarında 88. yılını kutladığımız Dil Bayramı bağlamında, yine “Yeni Osmanlı” düşçülerinin uzun süredir tekerleme gibi yineledikleri şu yalanları anımsayalım: Bir gecede dilsiz kaldık! Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamaz olduk! Geçmişle bağlarımızı kestiler, vb.

Atatürk’le arkadaşlarının kılıç ve kalkanlarıyla bir yerlerden gelip durduk yerde Osmanlı İmparatorluğu’nu yerle bir ettikleri, üç kıtaya yayılmış o görkemli ülkenin yerine Anadolu’ya sıkışmış küçücük bir devlet kurarak koskoca ümmeti kandırdıkları yalanı gibi dille ilgili olanını da yeri geldikçe papağan gibi yinelemekten geri durmazlar.

Tarihsel olay ve olguları yine tarihsel koşullardan yalıtarak bilim dışı yol ve yorumlarla açıklamaya çalışmak, eğitimi ve düşünsel temelleriyle kandırılmaya elverişli toplumlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Siyasal erki ele geçirmek, ele geçirdikten sonra da onu bırakmamak için böyle düzmece gerekçelere sığınılıyor sık sık, ne yazık ki.

Oysa abece değişikliğinden Türkçenin söz varlığını ortaya çıkarmaya, sözcük türetmeden sözdizimine dek birçok boyutu olan Dil Devrimi’nin başlangıcı yıllar öncesine gider. Âşık Paşa’nın 600 yıl önce Türk diline kimse bakmaz idi” saptaması, saray”a özgü bir gerçeklikti ve Cumhuriyet öncesinde başlayan yenileşme-çağdaşlaşma çabalarının içinde dil, önemli bir yer tutar.

Her fırsatta Cumhuriyeti “tepeden inmecilik”le suçlayan, 2. Abdülhamit hayranlığına yaslanan anlayış, dil bağlamında örneğin aynı Abdülhamit’in ilk anayasamız olan (ve hazırlandıktan sonra Osmanlı-Rus Savaşı’nı gerekçe göstererek yine kendisinin rafa kaldırdığı) Kanuni Esasi’ye resmi dilin Türkçe olduğunu koydurtmasını dile getirmekten kaçınırlar. Yine Abdülhamit’in, örneğin okuma yazmanın yaygınlaşmasında kullanılan abecenin engel oluşturduğunu, bu nedenle belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur” dediğini duymazlıktan gelirler.

ZORUNLU SONUÇ: DİL DEVRİMİ

Dil Devrimi’yle dedelerimizin mezar taşlarını okumamızın engellendiğinden yakınanlar, dönemin önde gelen aydınlarından Ziya Paşa’nın 1869’da (25 Rebiülevvel 1215), Hürriyet gazetesinin 54. sayısında, Osmanlı toplumunda okuryazarım diye geçinenlerin, mahalle mektebi ve cami hocalarıyla pek çok medrese görevlisinin %95inin doğru dürüst okuma yazma bilmediğini, hiçbir fen biliminin adını bile duymadığını söylediğini görmezden gelirler. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı sınırları içindeki kimi azınlıkların yayınlarında Latin abecesini kullanmaya başladıklarını da sürecin bir başka boyutunu gösterdiği için anımsatalım.

Sonuç olarak dünyadaki benzerleri gibi bizdeki devrimlerin, dolayısıyla Dil Devrimi’nin de öbür yalanlar gibi Atatürk ve arkadaşlarının bir günlük, bir anlık işlerinden olmadığını, çok önceden başlayan bir sürecin zorunlu sonucu olduğunu belirterek bugün artık tartışma götürmeyecek ölçüde yerleşmiş, benimsenmiş Türkçe Devrimi’nin 88 yıl önceki öncülerini saygıyla anmalıyız.

İlhan TAŞÇI : YSK Başkanı’nı tanıyalım

YSK Başkanı’nı tanıyalım

PORTRESI

İlhan TAŞÇI
http://www.karsigazete.com/ysk-baskanini-taniyalim-makale,301.html, 11.4.14

 

 

30 Mart’ta (2014) gerçekleştirilen seçim sonuçları hemen hemen bütün bölgelerde kesinleşti. En son kesinleşen büyükşehir ise Ankara. Elektrik kesintisinin, gece yarısı bakanların YSK’yı ziyaret etmelerinin gölgelediği seçim sonuçlarına itirazlar için
YSK Başkanı Sadi Güven, “kimsenin tedirgin olmaması” çağrısı yaparak,
kendilerine güvenilmesini istemişti.

Sonuç, CHP’nin yaptığı tüm itirazları YSK reddederek, kendi açısından
son noktayı koydu. CHP’liler de YSK’yi “siyasal etkiyle” karar vermekle suçladı.
Eleştirilerin hedefındeki YSK’nın Başkanı Sadi Güven, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin‘in Adalet Bakanlığı dönemlerinde müsteşar yardımcılığını yapan ad.

Yaklaşık üç yıl boyunca Adalet Bakanlığı bürokrasisinde görev alan Sadi Güven,
2008’de Yargıtay üyeliğine seçildi. Ardından da Yargıtay kontenjanından YSK üyeliğine seçilen bir yargı bürokratı O.

Sadi Güven’in meslek kariyerindeki sıçramalann AKP dönemine rast gelmesi, başkanlığını yaptığı kurulun “siyasal etki altında” kaldığı anlamına elbette gelmez.

Yalnızca “Acaba mı?”, sorusunun çengelini sallandınp durur.

Aman Türkiye bilmesin! Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler arasında gerçekleşen Suriye’ye yönelik olası bir müdahale ve savaş senaryosuna ilişkin görüşme YouTubedan yayına sokulmuştu.

Bunun üzerine Gölbaşı Sulh Ceza Mahkemesi de “devlet sırlarının ifşasının önlenmesi” gerekçesiyle YouTube‘a erişimin yasaklanmasına karar verdi.
Aynı mahkemelerin yasak kararlarını kaldırmasının ardından Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu (TİB) gece yarısı yazılı bir açıklama yaptı.

Medeni, YouTube’a erişimi kestik ama hele bir sorun niye kestik. Sonra da sordukları soruya yazılı açıklamalarında kendileri yanıt verdi: “…Söz konusu içeriklerin bir kısmı hâlâ ilgili internet sitesinde yayımlanmaya devam ettiğinden…” Yani, yasağa devam kararının nedeni devlet sırlarının hâlâ sitede yer alması. Tüm dünyanın YouTube’da rahatlıkla ulaşabildiği, izlediği, dinlediği ve duyduğu ortada.
Dünya âlem Türkiye’nin ulusal güvenliğine ilişkin meseleyi bilsin,
erişsin ama Türkiye’de kimseler duymasın.

Peki, duymasın da, Ziya Paşa’nın ünlü terkib-i bendiyle sormazlar mı?

  • “Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”

MİT fırının karşısına taşındı! MİT’in yeniden yapılandırılmasını içeren yasa teklifi, TBMM Genel Kurulunda kavga gürültü arasında görüşülmeye devam ediyor.

Teklifin bu denli tepki çekmesinin öncelikli nedeni, teşkilatın başındaki ad
Hakan Fidan’ın devletin ulusal güvenliği konusunda Başbakan Tayyip Erdoğan ile paralel bir anlayışı yürütüyor olması.

  • Teklifin içeriğine bakıldığında MİT’e olağanüstü hatta Gestapo dönemini andırır türden yetkiler tanındığı açık!

Örnek mi? MİT, dış güvenlik, terörle mücadele ve ulusal güvenliğe ilişkin konularda Bakanlar Kurulunca verilen altını çizelim “her türlü” görevi yerine getirecek!
Denilebilir ki, Bakanlar Kurulu kanunsuz emir mi verecek?
Hukuk devletinde kişiler ve niyetlerle değil, kurallarla ilerlenir.

Hele ki o Bakanlar Kurulunun üyelerinden birisi emrindeki valiye bir gazeteci için “Mahkeme kararına gerek yok. Kapısını kırın, o adamı alın” diyebiliyorsa,
hızını alamayıp, buna savcının direnmesi durumunda, “Savcıyı da alın” talimatı verebiliyorsa…

Orada bir durmakta yarar var. Zira verilebilecek olası öbür talimatları düşünmek bile ürkütücü.

Türkiye, bir istihbarat devletine dönüşme riskiyle karşı karşıya…

Prof. Dr. Özer Ozankaya : 81. Dil Bayramımız Kutlu Olsun!


81. Dil Bayramımız Kutlu Olsun!

ADD Önceki Genel Başkanlarından Sn. Prof. Dr. Özer Ozankaya,  24 Temmuz 2012 günü ADD Sarıyer Şubesinde Lozan'ın 89. yılı için  bir konferans verdi. Bu konferanstan bize ulaşan özeti sizlerle paylaşıyoruz..

ADD Önceki Genel Başkanlarından Sn. Prof. Dr. Özer Ozankaya


Prof. Dr. Özer Ozankaya

XIV. yüzyılda Aşık Paşa, saltanatçılığa yönelen Osmanlı’nın asıl dayanağının Türk halkı olduğunu unutmasını ve yönetimden, eğitimden, sanattan …
Türk dilini dışlayıp onu Arapça ve Farsçaya tutsak etmeğe çalışmasını şu acı yakınmayla dile getirmişti:

 

 

“Türk diline kimseler bakmaz idi,
Türklere hergiz gönül akmaz idi!”

Mesihi takma adıyla yazan bir başka ozan da :

“Mesihi, gökten insen sana yer yok,
Yürü var gel Araptan ya Acemden!”

diye yakınmıştı.

Osmanlı böylece kendi yıkımını da hazırlayıp çöküş noktasına vardığında, “Osmanlıca”, yani Osmanlı’nın yönetim, yasa, bilim, sanat, .. “dili” de çoktan şu anlaşılmaz karmaşaya dönüşmüştü:

“Kimesne avretini ecnebi ile mülabaa ve mübaşere ederken görse”
(Osmanlı Ceza Kanunnamesi, 15. yüzyıl)

ya da

“Âlâm-ı ben-i nev’i ile kesb-i melâlet etmek” (Ziya Paşa, 19. yüzyıl)

Türk Devrimi, Dil ve Yazı Devrimleriyle, Türk dilini yönetim, yasa, tüze, bilim, sanat, uygulayım … dili yapmayı pek büyük ölçüde başarmıştır.

Ancak Türk ulusunun oylarıyla onu yönetme konumuna gelip, tıpkı Osmanlı saltanatçıları gibi Türk ulusuna sırtını dönerek bu ulusal özgürleşme ve bağımsızlık devrimini
bu alanda da baltalamak isteyenler ve dilin öneminin bilincinde olmayanlar,
“yabancı dilde eğitim ve öğretim” uygulamasıyla sömürgeciliği yeniden hortlatıcı bir yola girmişlerdir.

Oysa Türk Dil Devrimi, Atatürk‘ün de özlü biçimde dile getirdiği şu toplumbilimsel gerçeğe dayalıdır:

  • “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusluk duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir.
    Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.
    Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de
    yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Türk ulusu saltanatçı Osmanlının yüzlerce yıllık dışlamasına karşın, basımevi yasağını da YUNUS EMRE ve benzeri Halk Ozanlarının şiir ve müzik eşliğindeki deyişleriyle
bir ölçüde aşarak, varlığını sürdürebildi. Cumhuriyet’in Dil ve Yazı Devrimleriyle de
tüm engel ve baltalamaları aşmayı başardı.

“Yabancı dilde eğitim”in saçmalığı da, yine bu dil ve yazı devrimlerinin kazanımları yardımıyla sergilenebilmiştir.

Dil Bayramımızı, bu devrimle tüm ulusumuza ulaşabilen baş ozanlarımızdan
YUNUS EMRE‘nin, hem “SÖZ”ün -demek ki dilin- önemini vurgulayan, hem de herkesin, özellikle de ülkemizi yönetme sorumluluğunu taşıyan siyaset insanlarının
kulağına küpe olması gereken uyarı niteliğindeki dizeleriyle kutluyoruz:

SÖZÜNÜ BİLEN KİŞİNİN 
YÜZÜNÜ AĞ EDER BİR SÖZ.
SÖZÜ PİŞİRİP DİYENİN
İŞİNİ SAĞ EDER BİR SÖZ

Prof. Dr. Özer Ozankaya

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net