Etiket arşivi: Yeni Osmanlı

KİLİS’TE TAHRİBAT ÇOK BÜYÜK!

Türker Ertürk
(E) Tuğamiral, ADD Genel Yönetim Kurulu Üyesi
KILISTE-TAHRIBAT-COK-BUYUK.pdf (add.org.tr)

Bu gün (7 Aralık 2021), Kilis’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yıldönümünü idrak ediyoruz ve kutluyoruz. Kilis, 1. Dünya Savaşı (1914-18) sonunda İngilizler tarafından 6 Aralık 1918’de işgal edilmiştir. İngilizler yerlerini 22 Ekim 1919 tarihinde, 16 Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot gizli anlaşması gereğince Fransızlara bırakmışlardır. Kilis savunması henüz başlamadan önce, 28 Ekim 1918’de Halep’ten Kilis’e gelen büyük Mustafa Kemal Paşa;

  • Halep’te gördüğüm vaziyet karşısında sağlam bir Türk toprağına ayak basmadan düşmana karşı koymanın hemen hemen imkânsız olduğunu iyice anlamıştım. 40 asırlık Türk Yurdu düşman eline bırakılamazdı. Şimdi ilk ayak bastığım Türk şehrindeki bu uyanıklığa cidden hayran kaldım. Ve bir daha iman ettim ki; bu millet asla ölmeyecektir. Var olun Aziz Kilisliler…” demiştir.

Suriyelilerin Nüfus Üstünlüğü Artıyor

Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleriyle Kilis’te Kuvayı Milliye daha etkin ve mücadeleci bir hale dönüştürülmüş, 24 ay Kilis sokaklarında işgalciye karşı direniş gösterilmiş ve kurtuluşa ulaşılmıştır. Kilis, toplam olarak iki yıl düşman işgalinde kalmış olmasına rağmen (AS : karşın) son 20 yılda gördüğü tahribatı ve zararı görmemiştir. 1918’de Atatürk’ün de ifadesiyle bir Türk toprağı görünümü veren Kilis’in nüfusunun çoğunluğu artık Suriyeli ve doğurganlık farklılığı nedeniyle Suriyelilerin nüfus üstünlüğü dramatik bir biçimde artıyor.

Dünyanın hiçbir yerinde, bir nebze bile vatan sevgisi olan ve ülkesine ve geleceğine karşı sorumluluk duyan bir iktidar böyle bir duruma rıza göstermez.

Kontrolsüz Kitlesel Göç

Bugün ülkeler için en büyük tehdit; kontrolsüz kitlesel göçtür. Bu tehdit değerlendirmesi, içinde
bulunduğumuz NATO için de böyle. Bu değerlendirmeye katılmış ve altını da imzalamışız. Çok zengin ülkeler bile sığınmacıları seçerek alıyor, bir program dahilinde topluma entegre ediyor ve dilini öğretiyor. “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra!” anlayışı Türkiye hariç hiçbir ülkede yok! Türkiye’yi yöneten iktidar ise toplumun huzurunu ve bekasını düşünmek bir yana, gelecekte ne gibi problemler yaratacaklarını hesaba katmadan ülkemize sığınmacıları doldurdu!

Yalnız Suriye’den 5 milyona yakın insan ülkemize getirildi

Tabii ki resmi rakamlara inanmak güç. Bu iktidar döneminde açıklanan rakamlar kandırmaya ve manipülasyona (AS: oynanmaya) yönelik. Aynen enflasyon ve işsizlik rakamları gibi! Kilis’teki bu vahim durumu yerinde de gördük. Geçtiğimiz hafta sonu, 3-5 Aralık 2021 tarihleri arasında Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Kilis Şubesi’nin davetlisi olarak Kilis’in Kurtuluşunun 100. Yılı etkinliklerine katılmak ve

  • “Atatürk İlke ve Devrimleri Işığında Kurtuluşundan Günümüze Kilis”

konusunda bir konferans vermek üzere Kilis’teydik. Tüm şehri dolaştık, toplumun her kesimiyle
ve özellikle esnaf vatandaşlarımızla konuştuk ve dertleştik. Ekonomik olarak şehrin üzerine bir bomba düşmüş gibi. Esnaf perişandı ve siftah yapamadan günü geçirebildiklerini, sattıkları fiyata aynı malı alıp yerine koyamadıklarını anlattılar. Suriyelilerin vergi vermeden esnaflık yapabildiklerini ve haksız rekabeti örnekleriyle ifade ettiler. Yani iktidar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını bir anlamda cezalandırıyor.

Ateş Püskürüyorlar

Kilis’te bazı mahalleler, caddeler ve sokaklar tamamen (AS: tümüyle) Suriyelilerin yaşam alanı haline gelmiş. Dükkânlarında tüm yazılar Arapça ve yanlarına Türkçe karşılıklarını yazmaya ihtiyaç bile duymamışlar. Kendi aralarında getto kültürüyle yaşıyorlar, Türkçe’ye ihtiyaçları da yok. Çoğu okulda Suriyeli öğrenciler sayıca Türk öğrencilerden çok daha fazla. Bazı okulların 30-40 kişilik sınıflarında en fazla 5 veya 6 Türk öğrenci var. Bunları anlatanlar, bu okullarda öğretmenlik yapanlar.

  • Böyle giderse bu durum Türkiye’nin başına hem de çok yakın bir gelecekte büyük sorunlar açacak.

Bu arada CHP Kilis İl Başkanlığı’nı da ziyaret ettik; sohbet konumuz yine aynı sorunlar üzerineydi. Konferansa İyi Parti Kilis İl Başkanlığı da tam kadro olarak geldi. Aynı şikayetleri onlar da dile getirdi. Bu iktidara yandaşlık yapmayan ve nemalanma peşinde koşmayan, solcusuyla sağcısıyla tüm Kilisliler iktidarın ve sürdürdüğü politikaların Kilis’i mahvettiğini söylüyor. Ülkücü vatandaşlarımızı da dinledim; hepsi AKP’ye ve MHP’ye ateş püskürüyordu.

İktidar Taşeronluk Yaptı

Kilis’in bu hale (AS: duruma) gelmesinin başat sorumlusu iktidarın bizatihi (AS: doğrudan) kendisi ve yaşananlar da onun Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) taşeronluk yapmasının sonuçlarıdır.

  • BOP, Türkiye’nin de bulunduğu coğrafyayı yeniden dizayn etmeye (AS: tasarlamaya) ve siyasal haritasını yeni baştan çizmeye çalışan projenin adı ve İktidar, bu projenin lehine yardım ve yataklık yaptı.

İktidar, BOP ve onun bir girişimi olan Arap Baharına balıklama daldı ve bu fırsatla çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojisi ve Ortaçağın aklı olan “Yeni Osmanlı” hayalini gerçekleştirebileceğini sandı. Bunun gerçekleştirilemeyecek boş bir hayalden öteye gidemeyeceğini Mart 2012’den bu yana köşe yazılarımızda yazdık ve ekranlarda anlattık. Ama iktidar bildiğini okudu ve Türkiye’ye tecavüz etmeyi planlayan projeye eş başkanlık etti. Bu yüzden Suriye’nin kuzeyine bir dönem egemen olan IŞİD, Ocak-Ekim 2016 arasında ağırlıklı hedef Kilis olmak üzere, 70’i aşkın sayıda roket ve havan saldırısında bulundu, 10 Türk vatandaşı ve 12 Suriyeli sığınmacıyı öldürdü, 80 sivilin de yaralanmasına neden oldu.

Kimden İzin Aldınız?

Bu affedilmez fahiş yanlış nedeniyle, 5 milyon sığınmacı ülkemize doluştu, Kilis’in demografik yapısı radikal bir biçimde değişti, Türkler azınlığa düştü ve bu durum Türkiye için güvenlik ve ekonomi konularında birçok sorun daha yarattı. Bugün ekonomik olarak iflas etmemizin nedenlerinden biri de yapılan bu yanlışlardır.

  • Hulusi Akar’ın ifadesiyle 9 milyon Suriyelinin ihtiyaçlarını karşılamaktadır Türkiye.

Bunun için kimden izin aldınız? Seçim kampanyasında; “Sizi aç bırakacağız, kuyruklara mahkûm edeceğiz, paranızı pul yapıp zamlara maruz bırakacağız ama 9 milyon Suriyeliye bakacak ve onların hayır dualarını alarak size hizmet edeceğiz” dediniz mi?

2 Aralık 2021’de Suriye Parlamentosu yine Hatay‘ın Suriye toprağı olduğunu öne sürerek, geri almak için her şeyi yapacaklarını açıkladı. Suriye, bu cesareti Türkiye’deki iktidarın yaptıkları ve Hatay’da Suriyeliler lehine değişen demografik yapı nedeni ile buluyor. Resmi rakamlara göre Hatay’a 500 bin Suriyeli geldi.

Başkasının Parası ve Projeleriyle Olmaz!

Yarın aynı talebi (AS: istemi) Kilis için yapmayacaklarının bir garantisi var mı? “Nüfusun çoğunluğu bizden, zaten eskiden Kilis, Halep’e bağlı bir yerleşim merkeziydi” derlerse ve Kilis’te bu yönde eylemler yaparlarsa bu, bugünkü yanlış politikaların eseri olmayacak mı?

İktidarın anlamadığı şu                        :

Kiralık kapitalle kapitalizm olmaz, borç parayla ve yabancıların projeleriyle “Siyasal İslamcı” ve “Yeni Osmanlıcı” emperyalist girişimler başarıya ulaşmaz. Ancak BOP’un taşeronluğu yapılır, kaybeden biz, kazanan ise emperyalizm olur!

Oysa Atatürk;

Hangi istikbal vardır ki yabancıların planlarıyla ve nasihatleriyle yükselebilsin? Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir” demiş ve uyarmıştı!

Kilis’in Kurtuluşunun 100. Yılı etkinlikleri kapsamında bizi davet eden, Kilis’i yakından tanıma
ve Kilislilere hitap etme şansını veren Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Kilis Şubesi Başkanı Mehtap Okatan ve Yönetim Kuruluna teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dilerim.

Dil Bayramımız 88 Yaşında! Nazım MUTLU

Dil Bayramımız 88 Yaşında!

Ulusal Eğitim Derneği ve Öğretmen Dünyası – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Nazım MUTLU
Emekli Öğretmen
Cumhuriyet, 26 Eylül 2020

1912’de kısa bir dönem sadrazamlık da yapan asker, gökbilimci ve matematikçi Gazi Ahmet Muhtar Paşa, 1915’te yayımlanan “Takvîmü’s Sinîn” (“Yılların Takvimi”, yeni baskı: Genelkurmay Başkanlığı, Ankara, 1993) adlı yapıtının girişinde şöyle der:

(…) Şu halde halk beyninde ve devâir-i resmîyede tahvil-i tevarihce yevmen feyevmen zuhur eden ihtiyacata suhulet bahş etmek ve alel-husûs mehakim-i şeriye ve nizâmiyede kûlliyevmin izhar edilegelen vesaikte muharrer herhangi bir tarihin mürûr-ı ezmine vesaire gibi kanûnî ahkâma medar-ı mahz olan diğer tarihlerde mukabilini defaten buluvermek ve Lisan-ı Türkide ketb-i tevârih mütalaa edenlerin garbî senelerle okuyacağı vekayiin mevâsim-ı erbaadan hangisine tesadüf ettiğini esami-i şuhur bildiremeyeceğine mebnî okunan vaka hakkında bir fikr-i tam hâsıl edilerek muhakeme yürütebilmek için o anda mevsimin ne olduğunu öğrenivermek üzere sinîn-i kameri-i hicriye ile sinîn-i maliye ve milâdiye beyninde sehlü’l-istimal bir tahvîl cedvelinin lüzumu hissedilmesine mebnî (Takvimü’s-Sinîn) ismiyle bu eser neşr edilmiştir.”

Genel kullanımda “Osmanlıca”, son yıllarda sık sık “Yeni Osmanlı” düşleri kuranların “Osmanlı Türkçesi” dedikleri dilin birçok özelliğini bu örnekte görebiliriz: Neredeyse eylemler (fiiller) dışındaki bütün sözcükleri Arapça-Farsça, tamlamaları yine Arapça-Farsça dil kurallarına göre oluşmuş, 107 sözcükten oluşmuş bir tümce…

SARAY DİLİNDEN HALK DİLİNE

Dönemin yalnız üst düzey okullarını iyi derecelerle bitirenlerin yazabileceği, yine aynı düzeydekilerin okuyup anlayabileceği bir yazı dilidir bu. Üstelik bu örnek, yalın Türkçeye dönülmesi yolunda bir süredir önemli adımların atıldığı, Ömer Seyfettin’le Ziya Gökalp gibi aydınların bu yoldaki çabalarını yoğunlaştırdıkları bir dönemin ürünüdür. 600 yıl boyunca özel eğitimden geçip saray çevresinde kümelenmiş birkaç yazar-çizerle sınırlı, oldukça kıt düzyazı geleneğiyle 20. yüzyıla bağlanan ekinsel kalıt, “çağdaş uygarlık düzeyi”nin yolunu açabilir miydi?

Bu çıkmaz sokağı Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemsettin Sami gibi 19. yüzyılın 2. yarısındaki Osmanlı aydınları görmeye başlamış, Ömer Seyfettin-Ziya Gökalp-Hececiler gibi 20. yüzyılın başlarındaki “Ulusal Yazın” (Milli Edebiyat) öncüleri de çalışmalarıyla gerçek Türkçenin yolunu açmışlardı.

Büyük önder Atatürk’ün yerinde saptamasıyla temeli “kültür”e dayanan Cumhuriyet, halk katında değil ama eğitim-sanat-yazın katında yüzyıllarca soluğu kesilen Türkçenin kendi yatağını bulmasını sağlamıştır.

Çürümeye yüz tutmuş bütün kurumlar gibi Türkçe de yazıda kendisini kımıldayamaz duruma getiren yapay kurallardan kurtulmak istiyordu. Atatürk, bütün işlerde olduğu gibi bu sorunla da yakından ilgilendi, alanın yetkin adlarını buldu, buluşturdu, 26 Eylül 1932’de topladığı 1. Türk Dil Kurultayı’yla çalışmaları hızlandırdı.

YALANLAR ZİNCİRİ

Kurultayın son gününde, her yıl 26 Eylül’ün Dil Bayramı olarak kutlanması önerisi oybirliğiyle benimsendi. Bu yıl salgın koşullarında 88. yılını kutladığımız Dil Bayramı bağlamında, yine “Yeni Osmanlı” düşçülerinin uzun süredir tekerleme gibi yineledikleri şu yalanları anımsayalım: Bir gecede dilsiz kaldık! Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamaz olduk! Geçmişle bağlarımızı kestiler, vb.

Atatürk’le arkadaşlarının kılıç ve kalkanlarıyla bir yerlerden gelip durduk yerde Osmanlı İmparatorluğu’nu yerle bir ettikleri, üç kıtaya yayılmış o görkemli ülkenin yerine Anadolu’ya sıkışmış küçücük bir devlet kurarak koskoca ümmeti kandırdıkları yalanı gibi dille ilgili olanını da yeri geldikçe papağan gibi yinelemekten geri durmazlar.

Tarihsel olay ve olguları yine tarihsel koşullardan yalıtarak bilim dışı yol ve yorumlarla açıklamaya çalışmak, eğitimi ve düşünsel temelleriyle kandırılmaya elverişli toplumlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Siyasal erki ele geçirmek, ele geçirdikten sonra da onu bırakmamak için böyle düzmece gerekçelere sığınılıyor sık sık, ne yazık ki.

Oysa abece değişikliğinden Türkçenin söz varlığını ortaya çıkarmaya, sözcük türetmeden sözdizimine dek birçok boyutu olan Dil Devrimi’nin başlangıcı yıllar öncesine gider. Âşık Paşa’nın 600 yıl önce Türk diline kimse bakmaz idi” saptaması, saray”a özgü bir gerçeklikti ve Cumhuriyet öncesinde başlayan yenileşme-çağdaşlaşma çabalarının içinde dil, önemli bir yer tutar.

Her fırsatta Cumhuriyeti “tepeden inmecilik”le suçlayan, 2. Abdülhamit hayranlığına yaslanan anlayış, dil bağlamında örneğin aynı Abdülhamit’in ilk anayasamız olan (ve hazırlandıktan sonra Osmanlı-Rus Savaşı’nı gerekçe göstererek yine kendisinin rafa kaldırdığı) Kanuni Esasi’ye resmi dilin Türkçe olduğunu koydurtmasını dile getirmekten kaçınırlar. Yine Abdülhamit’in, örneğin okuma yazmanın yaygınlaşmasında kullanılan abecenin engel oluşturduğunu, bu nedenle belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur” dediğini duymazlıktan gelirler.

ZORUNLU SONUÇ: DİL DEVRİMİ

Dil Devrimi’yle dedelerimizin mezar taşlarını okumamızın engellendiğinden yakınanlar, dönemin önde gelen aydınlarından Ziya Paşa’nın 1869’da (25 Rebiülevvel 1215), Hürriyet gazetesinin 54. sayısında, Osmanlı toplumunda okuryazarım diye geçinenlerin, mahalle mektebi ve cami hocalarıyla pek çok medrese görevlisinin %95inin doğru dürüst okuma yazma bilmediğini, hiçbir fen biliminin adını bile duymadığını söylediğini görmezden gelirler. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı sınırları içindeki kimi azınlıkların yayınlarında Latin abecesini kullanmaya başladıklarını da sürecin bir başka boyutunu gösterdiği için anımsatalım.

Sonuç olarak dünyadaki benzerleri gibi bizdeki devrimlerin, dolayısıyla Dil Devrimi’nin de öbür yalanlar gibi Atatürk ve arkadaşlarının bir günlük, bir anlık işlerinden olmadığını, çok önceden başlayan bir sürecin zorunlu sonucu olduğunu belirterek bugün artık tartışma götürmeyecek ölçüde yerleşmiş, benimsenmiş Türkçe Devrimi’nin 88 yıl önceki öncülerini saygıyla anmalıyız.

Yılmaz Özdil : Abdülhamid

Abdülhamid

portresi_kisa_kollu

Yılmaz Özdil
SÖZCÜ
, 22.9.16

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Atatürk’ün mareşal üniformalı tablosunu depoya kaldırtan TBMM başkanı ismail kahraman, Dolmabahçe Sarayı’nda padişah Abdülhamid’i anma sempozyumu düzenledi. “Ne yazık ki tarihi ve kültürel miras bilinmiyor, özellikle gençler bilmiyor, unutturuluyor, hükümdarımız Abdülhamid’e vefa borcumuz var..” dedi. Bence de öyle. Mesela, bu topraklardaki ilk “rakı” fabrikası Abdülhamid döneminde kuruldu. Şahsen büyük vefa borcum var.
*
(Kendini yeni osmanlı filan zanneden ismail kahramangiller, rakının 19 Mayıs 1919’da icat edildiğini zanneder ama… İlk rakı fabrikası Cumhuriyet’ten 22 yıl önce kuruldu. Hem de bizzat Abdülhamid’in başmabeyincisi Sarıcazade Ragıp Paşa tarafından Tekirdağ’da kuruldu. Padişahın isteği, şeyhülislam’ın onayıyla kuruldu. O dönemin en meşhur markaları, Deniz Kızı Rakısı ve Üzüm Kızı Rakısı’ydı. Deniz Kızı Rakısı’nın asıl ismi Tenedos Rakısı’ydı ama, etiketinde güzeller güzeli bir deniz kızı resmi olduğu için, ahalimiz Deniz Kızı Rakısı diyordu. Abdülhamid döneminde üretilen tüm rakı markalarının etiketinde, kız resimleri kullanılıyordu.)
*
Peki, bu topraklardaki ilk “bira” fabrikası kimin döneminde kuruldu? Gene Abdülhamid döneminde kuruldu. Gel de vefa borcu hissetme birader.
(Cumhuriyet’i kuranlara “ayyaş” diyorlar ama… Abdülhamid döneminde, yılda 10 milyon litre bira tüketiliyordu. Cumhuriyet bu rakama, yani Osmanlı’nın içtiği kadar biraya, anca 1940’lı yıllarda ulaşabildi. Henüz bira fabrikası kurulmadan önce, övünmek gibi olmasın, Osmanlı’da ilk birahane İzmir’de açıldı. Birahanelerin açılma iznini veren de, Abdülhamid’in babası Abdülmecid’ti.)
*
Osmanlı’nın ilk “şampanya” fabrikası da Abdülhamid döneminde kuruldu. Resmi, mühürlü evrak var, Abdülhamid’in izniyle kuruldu.
(Abdülhamid şampanya fabrikası kurdurduğunda, elitler kurdu denilen Cumhuriyet’in kurulmasına 30 yıl vardı. Şampanya fabrikasını, usevi Alatini kardeşler kurdu. Abdülhamid hazretleri, bu Alatini kardeşleri madalyayla ödüllendirdi, kendi elleriyle, bir değil, iki değil, üç defa “Mecidi Nişanı” taktı. Musevi Alatini kardeşlerle öylesine cankuştu ki, tahttan indirilip Selanik’e gönderildiğinde, üç sene boyunca, Alatini ailesine ait Alatini Köşkü’nde kaldı.)
*
Abdülhamid efendimiz, rakı, bira ve şampanya fabrikası kurdurdu ama, kendisi “rom” tercih ederdi. Bizzat torunu Osman Ertuğrul televizyonda anlattı: “Dedem rom içerdi, babama söylerdi, bak ben bunu içiyorum, çünkü bu yasak değil, Kuran’a bak, orada şarap diyor, şekerden yapılanın bahsi geçmiyor derdi.”

Acayip “sigara” içerdi Abdülhamid… Birini yakar, birini söndürür, vapur gibi tüttürürdü. Saraydaki işi sadece sigara sarmak olan özel ustalar vardı. Kızlarının hatıralarında yazıyor, sürgüne giderken, bavullara en önce sigara paketleri doldurulmuştu.

(Türk tütünüyle yapılan Amerikan sigarası Ateshian’ın tiryakisiydi. Chicago’da üretilen bu sigara, New York, Boston ve San Fransisco’nun yanı sıra İstanbul ve Kahire’de satılıyordu. Hatta, Ateshian firması, 1900’lerin başında Amerikan gazetelerine verdiği reklamlarda “Türk sultanı Abdülhamid’in içtiği sigarayı için” sloganını kullanıyordu. Bu reklamlarda “haremde, oryantal giysiler içinde sigara içen, saçı açık, hatta göbeği görünen, seksapel bir kadın” resmi kullanılıyordu. Paketi 25 cent’ti.)
*
Abdülhamid’in en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri ise…
Bu topraklardaki ilk “kerhane”yi açtırmasıydı.

(Fuhuş elbette vardı, şehre yayılmasını önlemek, denetim altına alabilmek için, varlıklarını ticarethane olarak sürdürmelerini sağladı. Acem’in hanesi, Alaycı Kadri’nin hanesi, Keseci Hürmüz’ün hanesi, Langa Fatma’nın hanesi gibi evler vardı, zaptiye rüşvet alıyor, göz yumuyordu. Abdülhamid buna son verdi. İstanbul Karaköy’deki Zürefa Sokak’ı hizmete açtırdı. Bugün hayvan zannedip zürafa sokak diyorlar, aslında zürefa’dır, Osmanlıcadır, lezbiyen anlamına gelir. Kendini muhafazakar zannedenler inanmakta güçlük çekecektir ama, bu topraklar kerhane kültürünün kurumsallaşmasını Abdülhamid’e borçludur.)
*
Ha bu arada… Binlerce yurtseveri Fizan’a Yemen’e sürgün etmiş, zindanlarda boğdurmuş, hafiyeleriyle jurnallerle 33 sene kan kusturmuş, Mısır’ı Tunus’u Kıbrıs’ı Sırbistan’ı Karadağ’ı Romanya’yı, toplam 1.5 milyon kilometrekare toprağı kaybetmiş, tarihçilerin bileceği iştir… Ben kendi payıma, vefa borcumuzu ödemek için “hayırlı” faaliyetlerini yazıyorum!
*
Dolayısıyla… “Gençlerimiz tarihi ve kültürel mirası bilmiyor, kendisine vefa borcumuz var” diyerek, Abdülhamid’i parlatmaya çalışan ismail kahraman’ı hakikaten tebrik ediyorum. Padişahımızın doğumgünü vesilesiyle düzenlenen sempozyuma, eskort kızlar çağırıp, şampanya ve rom servisi yaparsanız dört dörtlük olur yani… Ben bile iki duble atmaya gelirim gari.
(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/abdulhamid-1404040/, 22.9.16)

======================================

Dostlar,

Tek sözcükle, çoook değerli araştırmacı gazeteci – yazar Sayın Yılmaz ÖZDİL’e “BRAVO” diyoruz.

TBMM Başkanı Bay Kahraman, açılış konuşmasında bir şiir okudu ve 2. Abdülhamit’e

“… istibdadına hasret kaldık…” dedi!

Bay Kahraman ayrıca şunu söylemeliydi :

2. Abdülhamit, 1876’da ilan edilen 1. Meşrutiyet ile açılan Meclis-i Mebusan’ı 2 yıl geçmeden Osmanlı – Rus savaşını gerekçe yaparak kapattı ve 1909’da İttihat ve Terakki tarafından 2. kez Meşrutiyet (Hürriyet) ilan edilene dek 33 yıl koyu bir istibdat ile halka kan kusturdu..  Oysa Büyük ATATÜRK, İngilizlerin İstanbul’u işgalinin ardından 16 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan’ın kapatılıp dağıtılmasından, vekilerin hapis ve sürgününden sonra 40 gün geçmeden Ankara’da 23 Nisan 1920’de 1. TBMM’yi açtı olağanüstü güçlüklerle ve ölüm kalım savaşını bu Meclis ile yürüttü sonuna dek.

Ülkemizin gençlerine bu gerçek de öğretilmeli değil mi Kahraman Başkan!?

Oysa senin Başkanı olduğun TBMM, ülkemiz OHAL altında inlerken devre dışı ve tatil adı altında adeta sürgünde.. RTE başkanlığında 28 kişilik bir oligark kümesi = gerçekte tek adam RTE, ülkemizi demir yumrukla – OHAL Kararnameleriyle, anayasayı açıkça ve pervasızca çiğneyerek başkalaştırmakta ve TBMM İçtüzüğü gereği (md. 128) 30 gün içinde Mecliste görüşülmesi gereken bu Kararnameler hala görüşülmedi.. 1 Ekim’de TBMM sürgün tatilinden dönecek ama atı alan Üsküdar’a geçmiş olacak.. Kahraman Başkan’ın hükmü bu kadar… Zalim bir despot padişahın 174. doğumgününü kutlamak gibi tuhaf işler buluyor kendine Abdülhamit’in istibdadını özleyen zat.. Eee başkanı olduğu TBMM tatil edilince, oyalanıyor işte.

Zavallı Türkiyem!…

Sevgi ve saygı ile.
24 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İŞTE SON DURUM; KÖR GÖZLERE MERTEK OLSUN!

 

İŞTE SON DURUM!…
KÖR GÖZLERE MERTEK OLSUN!… 

Bir görüntülü mesaj ulaştı adresime…

“Mutlaka izleyin ve Paylaşın” notu ekliydi mesajda.

Obama’nın partisi Demokrat Parti üyesi tarihçi Dr. Webster Griffin Trapley anlatıyor.., Sadece anlatmıyor, Türkiye’nin, BİRİLERİ ELİYLE sürüklenmekte olduğu uçurumu gözler önüne seriyor. Her satır dikkatle izlenmeli.

Gerek korkudan, gerekse siyasi kör inat ve sadakattan kör olmuş izanların, taş kesilmiş vicdanların sessiz kalışına inat… izlenmeli!… Çok şeyler var o anlatımda… İşte link adresi…

http://www.youtube.com/watch?v=R8WRjnO68kw&feature=em-share_video_user

*

Ülke olarak, geldiğimiz ve getirildiğimiz, durumları görmeyen, hangi tehlike ve acılara sürüklenmekte olduğumuzu anlamayan, şalvarın ipini birilerine, birilerinin eliyle teslim etmemize rağmen, içindekini hala bize ait sanan kör gözlere, aymazlara kazık olsun diyerek paylaşmak istedim bu anlatıyı.

Ve “herkes bilmeli” notunun yüklediği kutsal görevi yerine getirmek adına ben de; “Herkes Bilmeli!” diyorum… paylaşıyorum; küçük eklentiler yaparak…

Belki aymaz bir gözün perdesini aralar da, “küresel katillerin silahına mermi olma” yalakalığından ve yeni ölümleri kaçınılmaz kılacak savaş çığırtkanlığı ihanetine, alkış tutmaktan uzak tutar birilerini…

Sınırlarımızın bütünlüğünü korumak ve barış içinde insanca yaşamak adına ikinci bir “kurtuluş” gerekip gerekmediğine artık karar verilsin istiyorum!… Ve bunun da savaşla değil; “savaşa hayır!” demekle mümkün olacağı bilinsin istiyorum.

***

Obama’nı partisi Demokrat Parti üyesi tarihçi Dr. Webster G. Trapley;

  • “Obama’nın her hafta, telefonla Erdoğan’ı aradığını, kibir ve hırsı ile oynayarak bir yerlere ittiği” söylemiyle başlıyor söze. Ve devam ediyor:

“Türk Hükümeti, son birkaç yıldır Ortadoğu’da bölgesel bir lider olmak istiyor…
Fakat, Mısır’ın ve Mübarek’in düşmesinden sonra, Türk Hükümeti, “Yeni Osmanlı İmparatorluğu” fikri ile kandırıldı.”

***ara not 1: Ecdadımızın at üstünde gittiği yerlere biz de gideriz…” diyen ve 6 saatte Şam’a ulaşıp, Emevi Cami’inde cuma namazı kılmaktan söz eden Erdoğan’ın ‘yeni Osmanlıcılık safsatasına’ inandırılmışlığına tam kanıt…***

Devam ediyor W.G. Trapley:

‘Yeni Osmanlı İmparatorluğu’ aldatmacası ile ‘sıfır sorun’dan başta Kürt sorunu olmak üzere onlarca “sorunlar dizisine geçiverirsiniz…

***ara not 2: tam da kargadan kılavuz, ya da el matahıyla… gerdek!…***

Ve Trapley devamla; “Mesela, PKK… PKK kimdir…!? PKK, Simon Hers’e göre, CIA’nın desteklediği bir örgüttür… Daha bir yıl önce, İsrail Dışişleri Bakanı Liberman, Mavi Marmara olayındaki davranışından ötürü, Türkiye’yi cezalandırmak için, İsrail’in PKK’yı destekleyeceğini söyledi.

NATO’nun Yunanistan aracılığı ile PKK’yı desteklediği haberleri var.” diyor..

Ve W. G. Trapley devam ediyor :

“Türkiye’nin anlaması gereken bu!” uyarısını yapıyor ve “Türkiye’ye esenlikler” diliyorum!.”

Ne acı ve onur kırıcı ki; dilenen bu esenlikler, Türkiye’yi onca badirelere sürükleyen emperyalist gücün taraftarından geliyor!…

Ve asıl, çarpıcı açıklamaları bundan sonra geliyor tarihçi Dr. Trapley’in…:

“Türkler öncelikle ABD ve İngiltere ile ittifakın ‘öldüren kucaklama’ ” olduğunu anlamalı… Bir başka deyişle, İngiliz ve Amerikalılar, Türk’leri öldürene kadar sevecekler… Türkiye’yi Suriye’ye karşı kullanacaklar…”

***ara not 2: Ve işte, Suriye’ye karşı böylesine bir hasmane tutum içinde olmanın ne menem bir atlatılmış ile yerine getirilmeye çalışılan bir görev olduğu kör gözlere kazık olsun!… Bu görevin yerine getirilmesi adına, bizim olmayan bir savaş için bunca acılar göze alınarak niçin ve kimin için 9. Haçlı ordusu çığırtkanlığı yapılıyor…yine, bu da kör gözlere mertek olsun!..***

“Korkarım!” diyerek Devam ediyor Trapley:

Obama’nın aldattığı Erdoğan ve Davutoğlu, bu psikoloji ile kendi ‘çukurlarını’ kazıyorlar!.” “Kazanacakları hiçbirşey yok… kaybedecekler!.”

***ara not 3: Kazılan özünde kimin çukuru… işte asıl kör gözlerin görmesi, kara vicdanların dile gelmesi, erdem yoksun izanların idrak etmesi gereken nokta burası… ‘kazılan çukur’ kişileri yutmakla kalmaz!… En büyük tahribatı ülkeye ve o ülkenin halkına vermez mi!?.. Ve o çukurdan yükselecek ağıtlar, Türkçe, Kürtçe ve Arapça olacak!… Feryatların dilleri farklı da olsa, ortak acıyı haykıracak!…***

Ve, konuşmacının son sözlerini yorumsuz, eklentisiz… aynen aktarıyorum.

Düşünen akıl, izan ve vicdan sahipleri yapsın eklentisini de, sapkın savaş çığırtkanlarına ulaştırsın avazını…: SAVAŞA HAYIR!

“Şu bilinmelidir ki; Suriye Ordu’su, isyancılara karşı başarılı harekat yürütüyor,
İsyan bastırılıyor. Buna paralel olarak, olayların ağırlık merkezi, gerçek bir devrimci hareketin başladığı Suudi Arabistan’a ve Katar’a doğru kayıyor.

Şu anda Türkler,
– Güney bölgeleri CIA’ya devrettiler. CIA oralarda cirit atıyor.
Oteller El-Kaide teröristleri ile dolu.
CIA; Adana-İncirlik üssünden bölgeye getirdikleri teröristleri kullanıyor
ve bunun Türkiye’ye dönüşü feci olacak!…”

*

Bundan daha açık, daha net hangi mesaj olur!?… “Türkiye’ye dönüşü feci olacak!…”

Kör gözlere yuh! Olsun!… Bunca uyarıya rağmen, aymazlığın bu kadarına da pes!… (Mehmet Halil Arık (Emekli eğitimci) mehmethalilarik@gmail.com4 Ağustos 2013)