Etiket arşivi: Abraham Lincoln

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KİM KAPATTIRDI ??

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KİM KAPATTIRDI??

17 Nisan 2017’de sitemizde yayınladığımız aşağıdaki dosyayı, önemi ve güncelliği nedeniyle, hoşgörünüzle, yineliyoruz… 16 Nisan halkoylamasının sonucunu tersine çeviren YSK’ya 1 yıl sonraki çağrımız da bu yazının altında..
Dr. Ahmet Saltık, 17 Nisan 2018
================================================

(AS : Bizim katkımız ve YSK’nın yok hükmündeki halkoylaması kararı ile bağlayışımız
yazının sonundadır.. Okunmasını dileriz..)

Sevgi ve saygı ile. 17 Nisan 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net  profsaltik@gmail.com
=====================================
Sevgili Dostlar,

Bilindiği gibi Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve
3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Tümüyle Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini
28 Aralık 1938 tarihinde Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali YÜCEL ve Genel Md.
İsmail Hakkı TONGUÇ yönetmişlerdi. Kapatıldığı 1954 yılına dek Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek, toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Bütün -7 bölgede 21 okul- 1954’te kapatılarak “İş için, iş içinde eğitim” uygulamasına son verildi.
Kapatılmasında suçlanan(lar) İnönü / ağalık (aşiret) düzeni deniyor?!

Dr. Mehmet UHRİ’nin Köy Enstitüleri hakkında aşağıdaki aktardıkları okumaya değer.
Konu, Köy Enstitüleri ne idi ne değildi, niçin kurulmuştu, kimler niçin kapattırdı?
Bu konuda ne yazık ki o okullardan mezun olan öğretmenler bile ikiye bölünmüşlerdir.
Bir yan diyor ki ;

“Köy Enstitülerini OY uğruna Cumhurbaşkanı İsmet İnönü kapattırdı,
engel olabilirdi ama olmadı.”
* Öteki yan ise; “OY uğruna Demokrat Parti-Başbakan Menderes- kapattırdı.”

Köy Enstitüleri hakkında kitap yazanlar, kitaplarında ve benim konuştuklarım aynı savdalar.
Ben şunu merak ediyorum : Yıllardır hepimiz biliyoruz ki, TBMM’den çıkıp yayımlanmak üzere (AS: “üzre” değil!) Cumhurbaşkanına giden yasaları VETO etme hakkı yalnızca 1 kezdir. Vetolu yasa TBMM’ne iade edilip aynı biçimde tekrar Köşke (AS : şimdilerde Saray’a!) gönderildiğinde 2. kez veto hakkı olmadığı için, yanlış ve yararsız da bulsa C. Başkanı
aynı yasayı onaylamak zorundadır. Resmi gazetede yayınmlanıp yürürlüğe girmektedir.
(AS: 1940’larda 1924 Anayasası yürürlükte idi).

İşte bu usule dayanarak diyorum ki; acaba 1940’larda KÖY ENSTİTÜLERİni kapatma yasası ilk kez kendine geldiğinde VETO edip, 2. kez geldiğinde ONAYlamak zorunda mı idi Cumhurbaşkanı İnönü? Bunu bilen varsa lütfen açıklayabilir mi? Aşağıdaki yazışmalar
çok önemlidir. Bu konudaki yazışmalar daha uzun idi. Ben en önemlisini paylaşıyorum sizinle.

Saygılarımla. 21.01.2014
Duran Aydoğmuş
===============================
18 Ocak 2014 23:11 Cumartesi Ziran ÇELİK <zirancelik@……….> şöyle yazdı:

VUR ABALININ SIRTINA, VUR CHP’NİN GEÇMİŞİNE.

SEVGİLERLE

Köy Enstitülerini İnönü kapattırdı diyenlere…!


1- 
“KÖY ENSTİTÜLERİNİ BEN KAPATTIRDIM.. KİNYAS KARTAL”
YORUMSUZ..
Köy Enstitüleri neden kapatıldı? CEVAP, kapattıranlardan biri,
(KİNYAS KARTAL)’DAN GELİYOR.
.”Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar.” Kinyas Kartal  Bir gazete yazarının dönemin Van milletvekili Kinyas KARTAL ile yaptığı bir röportaj :***
 Köy enstitüleri KOMÜNİST YETİŞTİRDİĞİ için mi kapatıldı?

– 
HAYIR. Beni babam MOSKOVA ÜNİVERSİTESİ’NDE OKUTTU komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.– Peki, KARMA EĞİTİMDEN dolayı mı kapatıldı?
– HAYIR. Bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız – erkek birlikte okuyor.
– Peki ya neden?
– Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var.

Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama Köy Enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU GELDİ ve bu köylerden artık KİMSE BANA GELİP DANIŞMAMAYA BAŞLADI. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu  gelirse BENİM AĞALIĞIM NE OLUR, SIFIRA DÜŞER!

Böyleyse benim harekete geçmem  gerekir dedim ve DOĞUDAKİ BÜTÜN AĞALARA telefon ettim onları topladım. Bir de Batı’dan buldum ESKİŞEHİR’den EMİN SAZAK. Sonra MENDERES’LE PAZARLIĞA GİTTİK. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki;

“Köy Enstitülerini KAPATIRSAN şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak’ın oyları sana. KAPATMAZSAN OY YOK” ve Menderes’te 1950’de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı.
*****
Demokrat Parti iktidara geldikten sonra 27 OCAK 1954’te çıkarılan kanunla KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILARAK günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen batırıldı. 

KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILMASAYDI;

– Fırsat ve olanak eşitliği sağlanırdı.
– Ezberleyen öğrenci değil de okuyan, üreten, düşünen öğrenciler başarılı olurdu.
Öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle “katkı” yaparlardı.
– Demokrasi yalnızxa kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu.
– Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi.
– Öğrenciler verilenle yetinmez, araştırır, bulur ve tartışırlardı.
– Boş zamanlarını MÜZİK DİNLEYEREK DEĞİL ENSTRÜMAN ÇALARAK;
takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi.

Biz şu an yalnızca matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz.
Hepsi bu. Ötesi yok…

  • “Köy Enstitülerinin bütün günahı omuzlarıma, sevabı başkalarına olsun.
    O kurumların günahı bile bana yeter.”

Hasan Ali Yücel
Maarif Vekili
========================================
2 – ZEYTİNİN TERİ (Bir Köy Enstitüsü öyküsü)  

Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde.  Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı. Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe’ye kadar gidebilmiştik.

Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık Hüseyin amcayla. Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi. Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. “Motorun soğutma sisteminde sorun görmediğinden”
söz etti. Bir süre daha bakındı. Sonra “buldum galiba” diye haykırdı.

“Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir. 
Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur.
O takdirde döşemelerin ıslak olmalı.”
 dedi.

Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü.
Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor, eksilen soğutma suyu yüzünden araba hararet yapıyordu.  Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca. Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi;
– Doktor musun?
– Evet.
– Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de çayımızı içer soluklanırsınız. Hep birlikte Hüseyin amcanın evinde yaşamı öğrendik ve öğretmen olup yaşamı öğrettik çocuklara.
– Yani elinizden çok iş geliyor.
– Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı, aklını kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya…

Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı.  Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti.

– Zeytinin hikmetini bilir misin?  Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışsınız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz.
– Nasıl yani?
– İnsan da doğanın meyvesi değil mi? Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup; Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp, yağını çıkarıp, posasını da sabun yapıyoruz.
– Yani heba olup gidiyor.
– Bir kısmını sofralık ayırıyor, selede tuza yatırıp, acı suyunu atmasını, buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. 

İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz?  Okullarda okutup okutup, yaşama hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.
 – “Sizin Köy Enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi?” diye soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.
– Hurma Zeytini’ni bilir misin?
– Bilmem. Hiç duymadım.
– Egenin kimi yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl Kasım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar, zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın.
– Eeee.
– Köy Enstitüleri de böyleydi.  Dalında olgunlaşan zeytinler gibi insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de öte insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı insanı. Yaşama hazırlıyorlardı. Bugün olduğu gibi, doğdukları yere, özlerine, birbirlerine yabancılaşacakları, geri dönmeyecekleri bilinmezlere dağıtılıp, koparılıp, kaybedilmiyorlardı.
– Sustuğumu görünce, Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica etti.
– “İşte bu yüzden, Öğrendiklerimin Zekatını Vermek, Zeytinin Terini Hatırlatmak için buradayım doktorcuğum, unutulsun istemiyorum.” dedi.
 
Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.
Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar.

Dr. Mehmet Uhri

Not : Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve Köy Enstitülerine
emek verenlerin anısına, toprak olanlarının da..
======================================
Dostlar,

Köy Enstitülerinin kuruluşu 17 Nisan 1940 idi.. Aradan 77 yıl geçmiş..
Kapatıldıklarında 14. yılında idiler, yıl 1954 idi.
Açanlara selam olsun.. Büyük ATATÜRK düşünsel temellerini atmıştı.
İsmet İNÖNÜ Cumhurbaşkanı ve Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı iken bu dev proje gerçekleştirildi ve 14 yıl yaşatıldı. Dünyaya örnek oldu.. Demokrat geçinen bir parti, adı Demokrat Parti olan bir parti tek başına iktidarda idi. İsmet İNÖNÜ ve CHP ülkemizi çok partili yaşama geçirmiş, DP 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidar olmuştu. Karşıdevrim başlatmış, hemen Ezanı Arapçaya döndürmüş, Anayasanın dilini eskiye çevirmiş, Halkevlerini ve Halk Odalarını kapatmıştı.. 1954’e gelindiğinde ise Van Milletvekili
Köy ağası Kinyas Kartal‘ın insan olanı utandıran Meclis konuşmasının ardından
Köy Enstitülerini de kapatmıştı!

Kinyas Kartal köylülerin kendi marabası (toprak kölesi) olarak kalmasını istiyordu!
Yani “feodal köleci” idi.. Oysa Kölelik ABD’de çoooooooooook  kanlı içsavaş sonrası Başkan Abraham Lincoln’ün de yaşamına mal olarak 1865’te kaldırılmıştı. Birleşmiş Milletler ise 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile köleliği kaldırmıştı.

  • Demokrat Parti iktidarı ve Başbakan Adnan Menderes, KÖY ENSTİTÜLERİ gibi
    kırsal kalkınma – Aydınlanmada bir mücevher pırıltısı saçan güzelim okulları kapattılar..

Kapatılmasa idiler, belki de günümüzde “AKP gibi bir parti” ülkemizde kurulmayacaktı!?
Köy Enstitülüleri kapatılmasaydı Türkiye dün, 16 Nisan 2017’de olduğu gibi
demokrasiyi yok etmeyi hedefleyen akıl dışı bir halkoylamasına sürüklenip mahkum edilebilir miydi?

  • Dünkü halkoylamasında Türkiye demokrasisini katleden EVET oylarını kullananlar, 
    Köy Enstitülerinin aydınlanmasından yoksun bırakılanların torunlarıdır.İşte fatura böylesine ağır ve kuşaklar boyunca olmuştur, olmaktadır.
    *****
    YSK’nın, kendi kararıyla çelişen, 2,5 milyonu bulan mühürsüz oy pusulası ve zarfları “geçerli” sayması, Seçim Yasasının ilgili maddeleri karşısında YOK HÜKMÜNDEDİR.
    Tam kanunsuzkluktur ve mutlak butlanla mahkumdur. Sonuç tersine döndürülmüştür böylelikle. YSK’nın bu hukuk tanımaz kararı halkoylamasını yalnızca yasaya aykırı kılmakla kalmamış, meşruluğunu da tartışmaya açmıştır. Olumsuz yansıması çoooook ağır ve uzun yıllar boyunca yaşanacaktır.. Ağır ve kaldırılamaz bir vebaldir.. Yol yakınken
  • YSK Halkoylamasını yenilemek zorundadır..
    yenilemek zorundadır halkoylamasını YSK!

     

    Sevgi ve saygı ile. 17 Nisan 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Atatürk’ün dış görünüşü

Atatürk’ün dış görünüşü

Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli

İlkel toplumlarda beden, gelişmiş toplumlarda ise beyin gücü önemlidir

Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyuyla ilgili açıklama yapmış.
Ne gereksiz bir çaba. Birkaç santim kısa ya da uzun olması neyi değiştirir ki?

Bir okurum, bu konunun gündeme gelmesini, Bizans’taki meleklerin cinsiyeti tartışmasına benzetmiş ki haklı.

İnsanın uzun boylu olması daha çok bacak boyuna bağlıdır.
Bunun da soy sopla, genlerle çok ilgisi var.

Mesela İskandinavlar uzundur, İtalyanlar kısa. Zaten kuzeyliler,
belki de haşin doğa koşullarıyla baş edebilmek için, güneylilerden daha uzundur.

Beyin, beden, karizma

Abraham Lincoln’e insanın ideal bacak boyu ne kadar olmalıdır diye sormuşlar;
O da “Yere uzanmaya yetecek kadar” cevabını vermiş.

Toplumların entelektüel gücü arttıkça gürünüşten çok beyne önem verilir.

Mesela İngilizler, bin yılın en önemli İngiliz’i olarak Shakespeare’i seçtiler.
Oysa temsili de olsa bir parça gerçeği yansıtan çizimlerde Shakespeare pek zayıf,
pek çelimsiz bir adam gibi görünüyor. Bir Afrika kabilesinde doğmuş olsa, bırakın
bin yılın adamı seçilmeyi, büyük ihtimalle, iyi döğüşemediği, ağaçlara tırmanamadığı için işe yaramaz biri sayılacaktı.

Çünkü ilkel toplumlarda beden gücü, gelişmiş toplumlarda ise beyin gücü önemlidir.
Az gelişmiş toplumlarda iri yarı ve korkutucu bir görünüş “karizma” sayılır.

Delip geçen bakışlar!

Yine de dış görünüşün önemi inkâr edilmemeli elbette. Montaigne “Güzellik insanlar arasında çok tutulan bir şeydir.” diyor. “Aramızdaki ilk anlaşma dış görünüşle başlar. Bedenin varlığımızdaki payı ve değeri büyüktür.”

Bence de doğru.

Zaman zaman Gazi Mustafa Kemal, askeri ve siyasi dehasının yanı sıra
bu kadar yakışıklı olmasaydı, aynı etkiyi yapabilir miydi acaba diye düşünürüm.
Çünkü gözlemlerine inanabileceğimiz birçok kişi, O’nunla karşılaştıklarında kapıldıkları “büyülü hava”dan söz eder. Nâzım Hikmet “altından bir baş” der ve O’nu sarışın bir kurda benzetir. Abidin Dino Ankara Palas’ta bir akşam resmini çizdiği Gazi’nin
etkileyici yüzünü anlatır. Dünyada pek çok film yıldızıyla çalışmış olan Zsa Zsa Gabor, O’nun yakışıklığının hiçbir erkekle mukayese edilemeyeceğini belirtir.

Gaziyle röportaj yapmış olan yabancı gazeteciler de yazılarına hep bu etkileyici görünüş ve “insanı delip geçen bakışlar”la başlarlar; “Olympos’tan inmiş bir Grek tanrısı gibi” demiş yabancılar vardır.

Lider olmanın, kahramanlığın, iktidarı elinde tutmanın, insanlarda hayranlık uyandırdığı bilinir ama işin önemli yanı Gazi’ye ilgili bu değerlendirmelerin bir kısmının,
o başarıya kavuşmadan önce yapılmış olması.

Bugün bile genç kızların, O’nun fotoğrafını ceplerinde taşıyıp, kollarına, sırtlarına dövmesini yaptırmalarında bu dış görünüşün bir etkisi vardır muhakkak.

Bu yüzden, eğer dış görünüşten söz edeceksek Gazi’nin, o dönemdeki Osmanlılara göre gayet normal olan boyundan değil de, bu çarpıcı yakışıklılığından ve karşısındaki herkesi etkilemiş olan yüz hatlarına yansıyan irade gücünden laf açmak gerekir. 

Bugünün Hollywood’unda bile bu kadar yakışıklı bir yüze rastlamak zor.
Dünya liderlerinde de.

İsterseniz koyun fotoğrafları yan yana ve bakın.

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ABD’de Başkanlık Seçimi: Bir Değerlendirme / Prof. Dr. Suna Kili


Dostlar
,

Prof. Suna Kili hocamız gerçek bir Atatürk aydınlanmacısıdır.
Boğaziçi Üniv. Uluslararası İlişkiler bölümünden emeklidir.
Dünyanın pek çok ülkesinde çok sayıda konferans vermiş uluslararası bir kişiliktir.
ABD’yi de orada eğitim almış, vermiş bir aademisyen olarak yakından tanımaktadır.
O bakımdan, aşağıda sunduğumuz yazısı sağlam gözlemlere dayalıdır.

Kili hocanın pek çok kitabı içinde İş Bankası yayınları içinde basılan

ATATÜRK Devrimi; Bir Çağdaşlaşma Modeli

adlı kitabı özellikle salık vermekteyiz. İngilizce olarak da basılmış ve yurt dışında ATATÜRK Devrimi‘nin “Bir Çağdaşlaşma Modeli” olarak tanıtımına ciddi katkı sağlamıştır. Kitabın yayım amacı şöyle belirtiliyor :

  • Atatürk Devrim Modeli’nin bir çağdaşlaşma ve kalkınma modeli olarak özellikle 2. Dünya Paylaşım Savaşı sonrası dönemde hem kendine; ülkenin, Türk toplumunun yapısına ve koşullarına özgü ulusal, hem de kendisinden sonra ulusal kurtuluş mücadelesi verecek olan 3. dünya ülkelerine yol gösterecek bir seçenek, bir örnek olarak ortaya çıkması, modelin toplum ve devlet yaşamına uygulanışını öbür kalkınma maddeleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmektir.

Kitaptan bir alıntı :

ATATÜRK DEVRİM MODELİ                              :

  • Siyasal çağdaşlaşmanın temel bir koşulu, dinsel, geleneksel, ailesel ve geleneksel otoritelerin yerine laik, ulusal ve tek bir otoritenin olmasıdır.
    Atatürk devrimi bunu gerçekleştirmiştir. Atatürk devrimi çağdaşlaşmayı bir bütün olarak gören, o doğrultuda devleti, toplumu eyleme sokan
    ilk Türk çağdaşlaşma hareketidir. Atatürk devrimi ulusal, dinamik bir çağdaşlaşma eylemidir. Atatürk ilkeleri, bu devrimi yönlendiren, devrimle beraber büyüyen ve devrim eyleminin düşünsel yönünü oluşturan ilkelerdir.

Suna hocayı, ADD Edirne Şubesi Başkanı olduğumuz dönemlerde (1996-2000) Edirne’ye konferansa davet emiştik. ETV’de (Edirne TV) de kendisiyle aşağıdaki konuda bir söyleş yapmıştık :

“Bir Çağdaşlaşma Projesi Olarak Atatürk Devrimleri ve Bunalımdan Çıkış : Açılımlar” (Prof. Dr. Suna KİLİ ile söyleşi. Edirne ETV, 26.12.98)

Sanırız bu program çok düzeyli bulunmuş ve epey beğeni almıştı. Keşke kamera kayıtlarımız olsaydı, zamanede (şimdilerde) youtube’da yaıymlardık.. ne güzel olurdu..

Sevgi ve saygı ile.
9.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================================

ABD’de Başkanlık Seçimi: Bir Değerlendirme

  • Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman hemen hemen tüm yazılarında
    gerek ABD’de ve gerekse AB üyelerindeki ekonomik krizin “kemer sıkma” politikalarıyla daha kötüye gideceğini ve işsizliğin artacağına değinirken, Roosevelt’in kamuda iş yaratma politikalarının ülkeyi Büyük Buhran’dan kurtardığına işaret etmektedir.

Prof. Dr. Suna KİLİ
Boğaziçi Üniv. Em. Öğr. Üyesi 

Barack Hussein Obama başkanlık seçimini 2. kez kazandı. Amerikan başkanlarının güttüğü siyasalar dünya ve Türkiye’yi yakından ilgilendirdiğinden, tarihte ve bugün onların, gerek iç ve gerekse dış siyasada oynadıkları rolün bir değerlendirmesini yapmak yerinde olacaktır.

ABD’de başkanlık seçimleri her zaman renkli ve biraz gürültülü geçer. Bu son seçimde iki temel konunun ağırlığı nedeniyle sanki seçim tartışmalarına biraz da hüzün eklenmişti. İki temel konu ise şu: ABD ve Batı dünyasındaki ekonomik kriz ve
dış politikada henüz çözümlenmemiş ağır konuların bulunması.

Tüm bu konuların ağırlığına karşın Cumhuriyetçi aday Mitt Romney ve yandaşlarının saldırgan söylemleri sürdü gitti. Romney ve yandaşları, özellikle son yıllarda yeniden büyük bir hezimete uğrayan kapitalist sistemin içinde bulunduğu zor durumu göz ardı ederek, küreselleşme gerekçelerini arkalarına alarak, ekonomik, toplumsal gerçekleri görmeyerek, 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısındaki görüşleri vurgulayıp durdular.

Kuruluş yıllarında siyaset, Amerika’nın en yetenekli ve ileri görüşlü insanlarını politikaya çekmiştir. Ancak sanayileşme hızlanınca ve özellikle iç savaş sonrası gelişmeler sonucu o ülkedeki yetenekli kişiler siyaset dışına kaymış ve sanayileşme atılımları içinde yer almıştır. Kuruluş döneminde John Adams, James Madison, Alexander Hamilton, John Jay gibi “cumhuriyetçi” devlet adamlarının isimlerini bilmemize karşın, Abraham Lincoln’den sonra, Wilson dışında, Roosevelt’e kadar devlet başkanı olmuş kişilerin adlarını pek anımsamayız.

Amerika’da “sol” diye tanımlanan görüşler, genelde, var olan ekonomik sistemi sorgulamıyorlar. ABD’de “solculuk”, savaş karşıtı tutumlar ve; örneğin, Siyahlara, “Yerlilere” eşitlikçi muamelenin gerekliliği üzerinde odaklanıyor. Ancak 30’lu yılların başlarında Franklin Delano Roosevelt iktidara gelince ve ekonomik Buhran’ın etkisiyle var olan Ekonomik düzeni sorgulayan kişiler, düşünürler, üniversite öğrencileri, bürokratlar, hatta üst düzey yöneticiler ortaya çıkmaya başladı. Lillian Hellmann gibi bir yazar o dönemin bir ürünüdür.

  • Roosevelt Ekonomik Buhran nedeniyle çökmüş ekonomik düzeni düzlüğe çıkarabilmek için bir ölçüde “devlet müdahalesi”nin gerekliliği üzerinde durdu.

Ve bazı konularda bunu yerine getirdi. Örneğin, işsizliğe çözüm bulmak için geniş çapta karayolları yapımına girdi. Her yıl taşması sonucu çevresini harap eden,
yöreyi yoksulluğun alt sınırında tutmaya yargılı kılan Tennessee Nehri’ni kanallarla, setlerle kontrol altına almayı devlet katkısıyla yaptı.

ABD’deki sosyoekonomik düzen

ABD’deki sosyoekonomik düzeni bir ölçüde sorgulayan “New Deal” (Yeni Düzen) politikasının sonunu getiren Roosevelt’in ölümü değildi. Esas neden soğuk savaşın başlamasıydı.

Sovyet Rusya düşman ilan edilince o düzeni çağrıştıran ılımlı olan sosyal demokrat görüşler bile töhmet altında bırakılmaya başladı. Bazı öğrenciler, hatta yöneticiler komünist partisi üyesi olmuşlardı.“Kızıllar” olarak tanımlanan bu grup geniş değil,
ancak etkiliydi. Birkaçının da Dışişleri Bakanlığı’na sızmayı başardığı savlanıyordu. Soğuk savaşın başlattığı ortamda bırakınız komünist görüşleri, sosyal demokrat görüşler bile töhmet altındaydı. Bu durum Senatör McCarthy döneminde hızlandı.

Ancak tüm bu olumsuz gelişmelere karşın, bazı etkin düşünürlerin tutumları ve bazı sivil toplum kuruluşlarının çaba ve faaliyetleri sonucu toplumsal konulara ve insan haklarına duyarlı görüşler bir ölçüde korunuyordu. Bu kuruluşlardan biri 1920’de kurulmuş olan “American Civil Liberties Union”dur (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği). Denebilir ki McCarthyism büyük ölçüde bu birliğin çabaları sonucu sona ermiştir. Bir başka önemli kuruluş da 1947’de kurulan Americans for Democratic Action’dır (Demokratik Eylem İçinde Amerikalılar). Kurucuları arasında Eleanor Roosevelt, işçi önderi Walter Reuther, iktisatçı Kenneth Galbraith ve tarihçi Arthur Schlesinger Jr. vardır. Bu kuruluş,
hemen her alanda araştırma yapar ve pek çok konuda ilerici siyasalar üretir ve önerir. Kamu eğitiminin yaygınlığının demokrasinin gelişmesine büyük katkısı olacağı inancını taşır. Bu kuruluşlar hâlâ etkindir.

1929 Ekonomik Buhranı’na kadar 19. yüzyıl ekonomi politikasını benimsemiş Amerikan yönetimi, ancak Roosevelt döneminde 20. yüzyıl ekonomi politikasını
bir ölçüde uygulamıştır.

Kamuya önem veren halkçı siyasalardan yana olan görüşler Roosevelt döneminde soluk almış, Adlai Stevenson’ın başkanlık yarışında Eisenhower’a yenilmesi ile duraklamış, J.F. Kennedy’nin karizması ile tekrar gündeme gelmiştir.

R. Reagan ve her iki G. Bush yönetimlerinde de geriye itilmişlerdir.
B. Clinton, başkanlık döneminde daha insancıl politikalar gütmek istemesine karşın, ayakta kalabilmek için, “orta yolu” seçmiş ve istediği sağlık politikasını daraltmak durumunda kalmıştır. Reagan ve her iki Bush döneminin küreselleşmeden ve genelde zenginden yana politikaları en sonunda Amerikan ekonomisini olumsuz etkilemiştir.

Ekonomik krizin çözümü

Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman hemen hemen tüm yazılarında gerek ABD’de ve gerekse AB üyelerindeki ekonomik krizin “kemer sıkma” politikalarıyla daha kötüye gideceğini ve işsizliğin artacağına değinirken; FD Roosevelt’in kamuda iş yaratma politikalarının ülkeyi Büyük Buhran’dan kurtardığına işaret etmektedir.
Ve ayrıca JM Keynes’in şu görüşüne de ısrarla yer vermektedir:

  • “Ekonomik Buhran döneminde ‘kemer sıkma’ politikaları, buhranı
    daha da çözülmez duruma getirir. ‘Kemer sıkma’ politikası ancak ekonominin gidişatının iyi olduğu dönemlerde uygulanmalıdır.”

Bu görüş Avrupa Birliği içinde de kendini göstermekte, Almanya’da Merkel yönetiminin kemer sıkma politikasına Fransa’nın yeni başkanı Holland tümüyle karşı çıkmakta ve ekonomik düzlüğe varmayı ancak kamunun iş olanakları yaratmasında görmektedir.

Ekonomi politika konusunda M. Romney için “kapitalist sistem” en büyük değerdir. Şirket yönetimindeki deneyim ve başarısı sürekli gündeme getirilmiş, sanki bir şirket-devlet anlayışının altı çizilmiştir. Daha insancıl ekonomik politika gütmeden yana olması nedeniyle Barack Obama’nın 2. kez başkanlığa getirilmesi, aynı zamanda toplumsal konuların, halkın haklı isteklerinin gündemde kalmasını sağlayacaktır.

Obama ilk başkanlık yıllarında ABD’deki ekonomik bunalımla başetmek zorunda kalmış, kamuyu aktive ederek iş yaratma yönünü seçmiştir. Dış politikada ise ABD açısından Irak Savaşı’nı sonlandırmış, Afganistan’dan Amerikan ordusunu çıkarma planını yapmış ve tüm dünya ülkeleriyle ön planda barışçıl ilişkilerde olmaya özen göstermiştir. Dış politika konusunda Obama, Romney’e göre daha bilgili, daha tecrübelidir. Küreselleşmeden yana olmasına karşın, deneyimleri itibarıyla Romney’in daha “yerel” bir kişiliği var.

Obama’nın ise daha evrensel düşünebilen bir kişiliğe sahip olduğunu düşünebiliriz.