Etiket arşivi: İlber Ortaylı

Mekteb-i Mülkiye-i Şahane

Aralık 11, 2022
(AS: Kısa bir katkımız yazının altındadır..)


Mekteb-i Mülkiye-i Şahane iyi bir okuldu.
Kendine göre eğlenceli ve modern bir havası vardı.
Devlet hayatımızda bilhassa milletvekilliği ve bakanlıkları dolduran değişik görüşten Mülkiyelilerin aklıselim etrafında birleştiğini gördük.
Böyle bir mektebin; devlet aygıtının çalışması için de ne kadar önemli olduğunu anladım.
Mülkiye gibi bir okulun, üniversiteden çok Fransa’daki Grandes écoles gibi ayrı bir ünite olarak düzenlenmesi gerekir.

4 Aralık Pazar günü, Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’nin (Siyasal Bilgiler Fakültesi) 163. kuruluş yıldönümüydü. “Mülkiyeliler Tarihi” adlı kocaman biyografik eserin ve mekteb tarihinin yazarı Ali Çankaya’dan beri Uygur Kocabaşoğlu da ben de üzerinde ısrarla dururuz.

Mektebin kuruluş tarihi yanlıştır; 1859’da çoktan kurulmuştu. Zira 1858’e tekabül eden tarihte muallim tayinlerinden kaydedilmiş.

Mektebin yeri de belliydi. İlk önce mevcut bakanlıklardan birinin içinde iki odada (Maarif-i Umumiye) kurulmuştu. Sonra bilinen başka binalarda ve Yıldız’da bugünkü üniversite sahasında devam etti. İdareci; yani mülki amir, maliye müfettişi ve diplomat yetiştirmek için düşünülmüştü.

Mekteb-i Mülkiye-i Şahane
Yıldız Sarayı’nın, Mülkiye’ye ev sahipliği yaptığı döneme ait bir fotoğrafı.

BAŞARILI OLANLAR KADROYA ALINDI

1878 Aralık’ında Sultan II. Abdülhamid’in fermanıyla Sultani bir mekteb derecesinden (seçkin lise) yüksek tahsil veren bir okula çevrildi. II. Abdülhamid, Mülkiye mezunlarına önem veriyordu. Yıldız Sarayı’ndaki kadrolara her zaman mektebin derece ile mezun olanları almıştır. Şunu da söyleyelim; diğer nezaretlerde hissedilen hafiyelik ve sansür havası tabiatıyla Yıldız Sarayı’nda mabeynde yoktu. İsmail Müştak (Mayokan) üstadın hatıratında bu çok açıktır.

Mülkiye 1936’da Harbiye ile birlikte Ankara’ya nakledildi.

Cebeci Çayırı’nda sonradan kurulan Devlet Konservatuvarı, eski Adliye Bakanlığı’nın içinde yer alan eski Hukuk Mektebi’nin nakliyle birlikte Cebeci semti başkentin irfan muhiti olarak teşekkül etti. Mülkiye talebesinin opera ve temsillere gitmesi, konser dinlemesi, mektebte adab-ı muaşeret kurallarına uygun olarak garsonların yaptığı servisle öğlen ve akşam yemeklerini yemesi usuldendi.

Mekteb-i Mülkiye-i Şahane
1936’da İstanbul’dan Ankara Cebeci’deki binasına taşınan okulun kampusu 1940’lı yıllarda böyle görünüyordu.

Vakti zamanında 40-50 kişinin alındığı okul 1983’ten sonra bütün sınıfların 1. sınıftan itibaren sekiz bölüme ayrılması gibi manasız bir sisteme döndü. Mülkiyeliler ilk iki sınıfı bir arada okur; sonra maliyeci, diplomat ve idareci şubelerine ayrılırlardı. İyi bir okuldu. Kendine göre eğlenceli ve modern bir havası vardı. Zira arkasından gelen yıllar mutlaka hayatlarının zor bir dönemidir.

Türkiye’nin kasabalarında ve vilayetlerinde, Maliye Bakanlığı’nda ve taşralarda teftişle geçen bir ömür veya yurtdışında diplomasi hizmeti bizde çok kişinin sandığı gibi çok keyifli bir meslek değildir.

ÖZEL SEKTÖRE YÖNELİK DEĞİLDİ

1950’lilerden sonra mezunları yavaş yavaş özel sektöre kaymaya başladı. Ama Mülkiye hiçbir zaman Türkiye’nin gelişen özel sektörüne yönelik bir okul olmadı. Kontrolcü devletin elemanı olmayı tercih etmişlerdir. Bu aynı zamanda bir zihniyet meselesidir.

Yorucu hayatlarının neticesini çok tuhaf bir olayla hatırlıyorum; 2005 yılında yaptığımız bir “ihtiyarlar, İnek Bayramı”nda gördük. İhtiyar dediğime bakmayın, henüz “60 yaşın altında olan” 67, 68, 69 mezunlarıyla yapılan bir İnek Bayramı’ydı. Bazılarını bildiğimiz, bazıları bizi şaşırtan haberlerle genç, sağlıklı meslektaşlarımızın, daha doğrusu okullu kardeşlerimizin yıllar önce aramızdan ayrıldığını gördük. Mülkiye’den sonra Maliye Bakanlığı’nda çalışırken Tıbbiye’ye giden ve mezuniyet töreninde bulunduğum Nursun bunlardan biriydi. Yakışıklı Kaymakam Erşan bir kazada vefat etmişti. Paris’te oturduğu ucuz apartmanda havagazı zehirlenmesiyle ölen Cengiz, muhtemelen gerilimli hayatın devirdiği Osman Tokcan... Geç İnek Bayramı’nın tertipçisi Macit “Oğlum, telefatımız %15” dedi. Aç ve çıplak okuyanımız yoktu; burslar devrine göre yeterliydi. Zaten çok fakir ailelerden gelenimiz de pek yoktu. Bana kalırsa okulun gaddar imtihan sistemiyle başlayan endişelerle dolu hayat; mezuniyetten sonra daha da sıkıntılı olarak devam etmişti.

Devletin hizmetkârı olmak; eğer doğru çalışırsan fevkalade önemlidir. Adliye’de ve idari yargıda çalışan yargıç arkadaşlarımız hakkında kötü bir şey duymadım. Dışişleri Bakanlığı’nda her zaman belirli bir portreyi temsil ettiler. Vilayetlerde Mülkiyeli kaymakam ve vali muavinlerinin sendeleyenlerine rastlamadım. Ben rastlamadıysam kimse de rastlamamıştır.

Doğrusu sağ sol kavgası sırasında jandarma nezaretinde aşağıda Taş Oda denen yerde imtihana giren ülkücülerden ileride devlet hayatında ayrım yapan, yolsuzluğa adı karışanını da duymadım. Daha da ilginci bu öğrenciler, “İmtihan kâğıtlarımızı okuyan solcu diye bildiğimiz hocaların hiçbirinin tarafgir gadrine uğramadık” dediler.

Devlet hayatımızda bilhassa milletvekilliği ve bakanlıkları dolduran değişik görüşten Mülkiyelilerin aklıselim etrafında birleştiğini gördük. Böyle bir mektebin; devlet aygıtının çalışması içinde ne kadar önemli olduğunu anladım.

ÖĞRENCİ SAYISI AZALTILMALI

* Bugün okulun öğrenci sayısı çok fazla artmış; bunun azaltılması gerekir.

YÖK bazı yerlere çok müdahale ediyor; hukuk fakültelerine, hatta talebe sayısına müdahale etme hakkı olmayan Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bile müdahale ediyor. Bir an evvel usulünce koordinasyon görevini yürütemeyen bu kurumun kaldırılmasına artık kani oldum. Yüksek öğrenimi örgütleyen ve düzenleyen bakanlıklar başka ülkelerde var. Ama YÖK gibi nerelere gideceğini bilemeyeni yok. Bundan dolayı o organı da suçlayamayız. Birine doğru pusula verilmediyse ne olabilir ki.

  • Mülkiye gibi bir okulun, üniversiteden çok Fransa’daki Grandes écoles gibi;
    yani école Sciences Politique, École normale supérieure gibi
    ayrı bir ünite olarak düzenlenmesi gerekir.

Bunun sadece idari, iktisat ve diplomasi ilmi için değil, devlet hayatı için önemi de ortadadır. Verdiğim Fransa örneğinin dışında, Rusya’da 1930’larda kurulan MGİMO (Milletler Arası İlişkiler Moskova Devlet Enstitüsü) gibi kurumların varlığı ve etkinliği buna delildir. İnsanlar Manchester’ da siyaset bilimi okuyor, MGİMO’ya müracaat edip tahsile devam ediyor. Sovyetler Birliği’nde çok şey eskidi ve değişti; yeni Rusya’da MGİMO değişmeden kaliteyi koruyor.

Mülkiye de çok uzun zaman böyleydi; halen de çabalıyor.
O zaman gelin elinden tutalım.
Bu, imparatorluktan kalma milli bir kurumumuzdur.

==================================================
Dostlar,

Sayın Ortaylı’ya, çooook kıdemli ve saygın bir Mülkiye hocası olarak yazdığı bu önemli yazı için çok teşekkür ederiz.

Yazının gereğinin yapılması ve “Mülkiye” nin özel bir yasal statü ile özellikle desteklenmesi ulusal çıkarlarımız gereğidir.

Ya 2547 sayılı yasa içinde özel maddelerle düzenleme ya da ayrı bir özel yasa ile.

Sevgi ve Saygı ile. 11.12.22

Dr. Ahmet Saltık
Mülkiye – 2016

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Temmuz 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YALANCI

RTE, FETÖ’nün NATO belgelerine terör örgütü olarak girdiğini söyledi. M. Ali Güller Cumhuriyet’teki yazısında yalanladı.

Bir yalancı var…

İŞSİZLİK

RTE, ”Vatandaşın alım gücü bir miktar düştü ama kimseyi işsiz bırakmadık, aç-açıkta bırakmadık.”

Resmi işsizlik rakamları %12 dolayında, üniversite gençlerinin dörtte biri işsiz. Vatandaş dediği AKP’ye kayıtlı müritler olsa gerek…

METEOR

Ekonomist Yeşilada, Cumhurbaşkanlığı sistemiyle geçen dört yıl için, ”Başımıza meteor düşseydi daha kötü olmazdı”

O, meteor işte…

BİLİM

Hacettepe Ünv. Tıp Fakültesi mezuniyet töreninde konuşan öğrenci, üniversite kadrosunun siyasileştiğini söyledi. Fakülte dekanı Demiryürek öğrencinin konuşmasını bitirmesi için müdahale etmek istedi. Öğrenci ve izleyiciler tepki gösterince geri çekildi.

Demir yürekler bilim için atsa, gençlerimiz daha donanımlı ve mutlu olsa…

ŞİDDET

Gaziantep Valisi Davut Gül, Konya’da bir tabibin öldürülmesi ile ilgili ”Bu olayı sağlıkta şiddet gibi açıklayamayız” dedi.

Sağlıkçıya şiddet” desek olur mu valim?..

İNSANLIK

Konya’da bir tabibin öldürülmesini protesto eden sağlıkçılar “sağlıkta şiddete alışmayacağız, sessiz kalmayacağız” sloganları atarken polis şiddetle müdahale etti. Olay yerinde fenalaşan polise eylem yapan sağlık çalışanları müdahale etti.

Şiddete tepki gösterene şiddetle tepki gösterene insanca tepki…

İÇKİ

Merve Kavakçı’nın kızı ve Cumhurbaşkanı danışmanı Mariam Kavakçı, “İçki, şiddet ve insan ölümlerinin önde gelen sebeplerinden olmasına rağmen içkilerine laf ettirmeyen doktor arkadaşlar, masum hastaları mağdur ederek şiddeti protesto etmeye karar vermişler. Böyle yaparak ne değişecek acaba?” diyerek sağlıkta şiddete tepki için greve giden doktorları hedef aldı.

Danışmana bak danışanı anla…

KORKU

ODTÜ Rektörlüğü, protestolar olabileceği gerekçesiyle diploma törenini iptal etti.

İyi yönetirsen korkmazsın, yönetemezsen de korkunun ecele faydası yoktur…

FOTO

Demir Yumruk Operasyonu’nda yakalanan çete lideri Hüseyin Eryılmaz ile Ticaret Bakanı Mehmet Muş’un görüşme fotoğrafları ortaya çıktı.

AKP’lilerin suç örgütü liderleri / elemanları ile fotoğraf verme merakından öte bir şey değildir!..

LİYAKAT

Çalışmalarından dolayı üstün başarı ödülü alan Şanlıurfa Haliliye Gençlik ve Spor Müdürü görevden alındı, yerine AKP’li vekilin yakını atandı.

Devletin altını oya oya kendi altlarını oydular…

KAPATMA

Bahçeli, ”Türk Tabipleri Birliği kapatılmalıdır!”

Genel başkanı kapatılan MHP de kapatılsa fark eden bir şey olmaz…

KONUM

Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, 34 liradan 51 liraya çıkardıkları yemek bedeli için, ”Çalışanların yemek bedelini artırdık ve hepsi rahatladı.“ dedi.

CHP’li vekil Özgür Özel de “Üç öğün yemeğin 51 TL’ye yendiği yerin konumunu atsın, biz de orada yiyelim” çağrısı yaptı.

Ben de giderim…

CAHİL

İ. Melih Gökçek, İlber Ortaylı’ya “Ya cahilsin ya da yağcı” dedi.

Ayna, ayna!..

YAĞMA

İstanbul’da 15 Temmuz’dan sonra boşaltılan ve RTE’nin talimatıyla yeşil alan kalacağı ilan edilen askeri kışlaların yerine binalar dikildi. (Sözcü haberi).

İstanbul’a ihanet ettik” demişlerdi. Yetmedi, bitmedi.

İhanet İstanbul’la sınırlı mı?..

MÜCADELE

Cumhurbaşkanlığı YİK üyesi AKP’li Cemil Çiçek, “Kayıt dışı dinle mücadele edilmeli

Ettiniz de etmeyin mi dedik!..

MİLLET VE TARİKATLAR

MİLLET ve TARİKATLAR

celal topkan ile ilgili görsel sonucu

Celal Topkan
20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili

Prof. Dr. İlber OrtaylıKendine özgü dili olanlara millet denir.
Sonu …li …lı ile bitenlerin soyu belirsizdir.
Amerikalı, Kanadalı, Perulu, Pakistanlı, Avustralyalı Arjantinli, Şilili, Yeni Zellandalı, İsviçreli… diyebilirsiniz.
Çünkü bunların kendine has dilleri yoktur. Millet değiller.
Türk’e Türkiyeli, Alman’a Almanyalı, Fransız’a Fransalı, İtalyan’a İtalyalı, İngiliz’e İngiltereli, Rus’a Rusyalı, Japon’a Japonyalı diyemezsiniz.
Çünkü bunların kendine has dilleri vardır. Bunlar millettir” diyor.

Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın millet tanımı, evrensel ve sosyolojik bir tanımdır.
Osmanlı Devleti’ni kuran Osmanoğulları Türk’tü. Osmanlı devleti kurulduğunda Türkçe konuşuluyordu. Devlette yazışmalar Türkçe yapılıyordu.
Osmanlı Devleti fetihler yapıp imparatorluk olunca, Devletin başkenti İstanbul’da, Türklerin yaşadığı Anadolu’da adına Osmanlıca denilen Türkçe, Farsça, Arapça karışımı bir dil kullanılmaya başlandı. Devlette yazışmalar, Türkçe, Farsça, Arapça karşımı bir dille yapılmaya başlandı. Kendine özgü bir dili olmayan Osmanlı Devleti, millet olma niteliğini yitirdi. Osmanlı denilmeye başlandı.

Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Hicazı fethedip, kutsal emanetleri İstanbul’a getirmesi ile birlikte Osmanlı Padişahları, “Halife” unvanını taşıma başladılar. Osmanlı Devleti’nde, toplumsal, siyasal ve kültürel yapıya:
– Kuran dışı üretilmiş kurumlar olan,
– Kendilerine göre din anlayışı ve kural koyan,
– Allah’ı ve dini kullanarak çıkar ve güç sağlayan tarikatlar egemen olmaya başladılar.

Bu değişimle birlikte süreç içinde Osmanlı Devleti önce durakladı, ardından gerilemeye başladı. 1918’e gelindiğinde iflas etti ve çöktü. Batı’nın emperyalist ülkelerince işgal edildi.

Mustafa Kemal’in yönetiminde Büyük bir Kurtuluş Savaşı başlatıldı. Savaş büyük bir zaferle sonra erdi. Batı’nın işgalci emperyalist devletleri Anadolu’dan atıldı. Osmanlı Devleti’nin Saltanata ve hilafete dayanan yönetim anlayışına son verildi. Halk egemenliğine dayanan Cumhuriyet yönetimi kuruldu. Halk egemenliğine dayanan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’da yaşayan Türklerin kendilerine özgü bir dillerinin olmasına, millet yapmaya karar verdi; Harf devrimi yapıldı.

Harf devrimi ile Türkçenin konuşulduğu harflerden oluşan bir dil geliştirildi.
Türk Cumhuriyeti kendine özgü bir dili olan bir millet oldu.
Türkçe, Farsça, Arapça karışımı konuşma ve yazışmaya son verildi.
Konuşma ve yazışmalar, Türkçe yapılmaya başlandı.
Tarikatların örgütlenme ve güç oluşturma merkezleri olan tekke, türbe ve zaviyeler kapatıldı.
Tarikatların, toplumsal, siyasal ve kültürel egemenliklerine son verildi.

Egemenliklerine son verilen tarikatlar, Atatürk’ün yönetiminde, 29 Ekim 1923 – 10 Kasım 1938 arasında yer altına indiler. Mücadelelerini kapalı kapılar arkasında sürdürdüler. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra, tarikatların önleri yeniden açıldı. Yer altından yer üstüne çıktılar. Hemen harekete geçtiler.

Mustafa Kemal Atatürk’e,
Mustafa kemal Atatürk’ün yönetiminde halk egemenliğine dayanan Cumhuriyeti kuran,
Harf Devrimi başta olmak üzere Devrimleri yapan CHP’ye,
Cumhuriyetin kuruluş ilkelerine,
Harf Devrimi başta olmak üzere Devrimlere,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kendine özgü bir dilinin olmasına ve millet olmasına saldırmaya başladılar.

Tarikat mensuplarının kurdukları AKP, 3 Kasım 2002 seçimlerinde, tarikatların desteği ile tek başına iktidara geldi.

  • AKP iktidarı ile birlikte tarikatlar, devleti ele geçirdiler.

Osmanlı Devleti’nin son 300 yılında olduğu gibi toplumsal, siyasal ve kültürel yaşama egemen oldular. Özellikle de, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendine özgü bir dilinin olmasını ve millet olmasını sağlayan Harf Devrimine savaş açtılar.

Kendisi de bir tarikat üyesi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan,

  • “…kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse bizin karşımıza Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına almış bir iktidarız.. ” dedi.

    Millet olmanın simgesi ve göstergesi olan Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü yasakladı. Gelinen noktada tarikatların Cumhuriyetin kendine özgü bir dilinin olmasını ve millet olunmasını sağlayan Harf Devrimine karşı başlattıkları mücadele artarak ve derinleşerek sürüyor.

Tarikat mensuplarının kurdukları, üye ve örgütleri ağırlıklı olarak tarikat mensubu olan AKP ile işbirliği yaparak devleti ele geçiren Tarikatlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin dilini Arapça yapmak, millet yapısına son vermek, teokratik bir devlete dönüştürmek istiyorlar.

Bunu görmek, önlem almak ve engellemek gerekiyor.

31 Mart 2019 yerel seçimleri, bunun için bir fırsattır.

Yoksa Türk milleti, millet olma niteliğini yitirir.

Son 1000 Yılda Türklerin Dünya Sanat ve Kültürüne Katkıları…

Dostlar,

Cumhuriyet Bilim – Teknik ekinde 19.4.13 günü yayımlanan aşağıdaki yazı dikkate değer.. Yazı formatını korumak adına pdf olarak ilginize sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
24.4.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Son 1000 Yılda Türklerin Dünya Sanat ve Kültürüne Katkıları 
ve Geleneksel Türk Çini Sanatı

Yazıyı okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

1000_Yilda_Turklerin_Dunya_Sanat_Kulturune_Katkilari

Yazının son bölümü Geleneksel Türk Çini Sanatına ayrılmış ve şöyle bağlanıyor :

Geleneksel Türk Çini Sanatı

listemize konabilecek isimlerin seçimine devam ettiğimizde, sıralamada, katılanların oranı olarak,

(3) XIII. yüzyıl şairimizi Yunus Emre, %50’si,

(4) XX. yüzyıl şairimiz Nâzım Hikmet, %35’ü,

(5) Geleneksel Türk Çini Sanatı ve sanatçıları, %26sı

olarak ortaya çıkmaktadır. Bundan sonraki isimlerimiz (toplam tüm oyların yüzdesi olarak) şu şekilde sıraya girmişler:

(6) XVI. yüzyıl seyyahımız Evliya Çelebi ve ‘Seyahatname’si : %25,

(7) Minyatürler ve minyatür yapımcılarımız (anonim): %24,

(8) XII. yüzyıl mistik şairimiz Mevlana Celalettin %22,

(9) XIII. yüzyıl Beylikler Dönemi eseri Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi: %20.

(10) XVI. Yüzyıl amiralimiz Piri Reis: %13

ve “Türk sanatında son 1000 yıl için ‘TOP TEN’ ” listesinde yer bulmuşlardır.

Anketin daha detaylı (Önemli maddi eserler, önemli edebi eserler, müzik, plastik sanatlar ve diğer eserler kategorileri için ayrıca yapılan analiz ve oylamalar, ayrı bir yazının konusu olarak bu ilk sunuma alınmamışlardır.)

SONUÇ

Bir ulusa ait oldukça farklı insan/kültür etkinlikleri arasında en önemli(ler)ini belirlemekteki güçlüklere yazımızın başında değinmiştik. Burada üzerinde durulan ve 2000 yılı başlarında kamuoyuna sunulan anket-soruşturmanın basit bir toplamlı istatistiksel değerlendirmesinde, seçici aydınlarımız, iki adı (Mimar Sinan ve
Mustafa Kemal Atatürk), 1000 yıldaki önemli kişilikler arasında büyük tercih farkları ile ön plana çıkarmışlardır.

Plastik sanatlar alanında ise “ilk beş” içinde yer alan geleneksel çini sanatımız,
dünya kültürel mirasında “en önemli Türk katkısı” olarak öne çıkmaktadır. Bu sanat ürünlerimizin farklı dünya müzelerini süslediği de göz önüne alınırsa, bu yargının gerçekten uzak olmadığını kabul etmekte zorlanmayız. Bu nedenle, ankete yanıt verenler açısından, mükemmel örneklerini XVI. ve XVII. yüzyıllarda veren klasik İznik çinilerinin Türklerce, son bin yılda yarattıkları sanat eserlerinin en başta geleni sayılmaktadır. Anketin Türk çini sanatı ile ilgili olmayan bölümlerinin de günümüz edebiyat, sanat ve politika gruplarının dikkatini çekmesini bekleyebiliriz.

Öbür yandan, ülkemizde yaşanan hızlı toplumsal değişime bağlı olarak, içinde bulunduğumuz 3. binyılda, var olan sanatsal ve bilimsel iklimin ne yönde ve nasıl “evrileceğeni” takip etmek açısından da anketin bu sonuçlarının önemli olduğu kanısındayız. Önümüzdeki dönemdeki benzeri çalışmalarla yapılacak karşılaştırmaların, toplumumuzdaki değişmenin yönünü ve gerçek boyutlarını kavramada önemli yararlar sağlayacağını düşünüyoruz.

Kaynakça:

[1] Umberto Eco, 2012,

[2] “Kitap-lık”, 2000, iki aylık edebiyat dergisi, sayı 39, (Ocak-Şubat 2000)

EK-1: “Kitap-lık” dergisi anketine yanıt veren sanatçılar listesi
(abecesel soyadı sırasıyla):

Lütfi Akad, Çetin Altan, Metin And, Afife Batur, Cengiz Bektaş, Halil Berktay, Halet Çambel, Adnan Çoker, Ferid Edgü, Metin Erksan, Semavi Eyice, Melih Ferdi, Hüsnü A Göksel, Ara Güler, Çelik Gülersoy, Mehmet Güleryüz, Aydın Gün, Bozkurt Güvenç, Talat S Halman, Halil İnalcık, Doğan Kuban, İlhan Mimaroğlu, Ahmet Oktay, İlber Ortaylı, Ünsal Oskay, Sami Şekeroğlu, M Celal Şengör, Tosun Terzioğlu, Yalçın Tura, Aydın Uğur, Artun Ünsal.

Türk Kimliği..

Doğan KUBAN

Türk Kimliği

(Cumuriyet Bilim Teknik eki, 14.12.12)

İlber Ortaylı “1923-2023, Cumhuriyetin İlk Yüz Yılı” diye bir kitap yayımlamış.
İsmail Küçükkaya adlı gazetecinin sorularına yanıtlar veren birkonuşma.
Ortaylı iyi yetişmiş, geniş kültürlü ve zeki bir adam. Soruların tümüne, politik olmayan
ve polemik içerik taşımayan sade yanıtlar vermiş.

Kitabın sonunda Cumhuriyete ilişkin genel yargısını özetlemiş:

“ … Gerçek Cumhuriyet biziz. Hilafet müessesesinin değiştirilişi diyorlar.
Aslında mahiyet değişimidir (dk:Yani devletin). Modernleşmemiz, reformlarımızdır. Türkiye bir cumhuriyettir. Ve İslam dünyasının en önemli cumhuriyetidir.
En sağlam müessesedir. Cumhuriyetin kurumları onun teminatıdır.”

Amacım bu kitap üzerinde konuşmak değil. Ortaylı’nın yanıtları anlayana onun konumunu yeterince açık anlatıyor. Fakat kitap şu soru ile açılıyor: “29 Ekim 1923’de Cumhuriyetimiz kurulunca tarihte ilk kez kendi adımızla andığımız ‘Türkler’ dediğimiz bir cumhuriyet kuruluyor. Türk kimdir?

Bu soruya şaşırdım. Çünkü 1926 doğumlu olduğum halde, aklıma bu “Türkler de kim?’ diye bir soru gelmedi. Cumhuriyetin oluşumuna katıldığım için bu benim için utandırıcı bir soru. Bunu bir İngiliz, birRus, Fransız ve hatta bir Amerikalının da söylemeyeceğini biliyorum. İkisi de Osmanlı döneminde okumuş, Osmanlı toplumunun İstanbullu çocukları olan annem ve babam -üstelik babam Kuzey Kafkasya kökenliydi- böyle bir soruyu kendilerine sormamışlar.

Daha önce anlattığım bir küçük öyküyü yinelemek istiyorum: Birinci Dünya Savaşından sonra Paris’te babam okurken, bir ayakkabı boyacısına pabuçlarını boyatıyorlarmış. Konuştukları dili anlamayan boyacı hangi dili konuştuklarını sormuş. Onlar da ‘bil bakalım!’ demişler. Adam bilememiş. Annem uzun yıllar sonra ‘Adam, çingenece dahil belki otuz millet saydı, aklına Türk gelmedi’ derdi.

Annem bir Osmanlı idi, ama Türk olmaktan gurur duyuyordu. Bunu da Osmanlı Darülmuallimat’ında öğrenmişti. Bu gazeteci de, Türkiye Cumhuriyetinde doğmuş, fakat hâlâ merak ediyor! Türklerin Osmanlı toplumu içindeki konumları ile ilgili soru sorulabilir. Ama Türk’ün kim olduğunu sormak 1925’de Paris’teki boyacı gibi ile olmak demek.

Bir Çin tarihi okusaydı 5. Yüzyılda Kuzey Çin’deki Wei Hanedanının Türk olduğunu,
ya da 8. Yüzyılın en büyük Çin şairlerinden olan Li Po’nun Ortaasya’lı ve olasılıkla
Türk olduğunu öğrenebilirdi. Rus tarihi okusaydı (2) hatta Borodin’in Prens İgor operasını dinleseydi, oradaki Polovtsi’lerin Türkler olduğunu öğrenirdi.

OSMANLI SÜLALESİ BULANDIRDI

Türklük tartışmaları, utandırıcı boyutlarda politik ve tarihi içerikten yoksun. İdeolojik yavanlıklarını bir yana bırakırsak, bu konuda düşünceyi bulandıran Osmanlı sülalesidir. Bir aralık kökenlerini Kayı boyuna bağlamayı düşünen Osmanlı sülalesi, sonunda neseplerini Arabistan’a uzattı. Ve Ortaçağdan bu yana Avrupalıların, Rumların, Ermenilerin, İranlı ve Arapların Türk olarak adlandırılmalarına karşın, sonunda Devlet-i Osmaniye ile birlikte Etrak-i bi-idrak’i yeğlemişlerdir.

Osmanlı sözcüğünün yeğlenmesi, devletin kurgusunun sadece Türkler üzerine oturmadığını anlatmak açısından doğrudur. İslam tarihinde devleti hükümdar sülalesine bağlı olarak adlandırma yöntemine de uyar. Abbasi imparatorluğu, Selçuklu, Karahanlı, Timurlu gibi Osmanlılar da tek bir sülaledir. Fakat bu Türk’ü belirlemiyor.

‘Turchia’ Ortaçağdan kalan bir betimlemedir. Türklerin ülkesi demek. Habsburg, Bourbon ya da Medici sülalelerinin hüküm sürdüğü ülkeler Avusturya, Fransa, Floransa oluyor. İngiltere İngilizlerin ülkesidir. Ama Türkiye Türk olmakta zorlanıyor. Almanya Almanların, Rusya Rusların, Kuzey Amerika oraya 17. yüzyılda giden Avrupa kökenli Amerkalıların. Türkiye’de ise, Türkiye Türkiyelilerin mi diye soran birileri türedi.

Ne Osmanlı sultanı, ne onun haremi, ne askeri, ne bürokrasisi Türk değildi. Ama Osmanlı devleti, Anadolu’yu Bizans’ın elinden alan Türkler tarafından kuruldu. Balkanlar bizim değildi. Şimdi de bizim değil. Mısır bizim değildi. Şimdi de değil. Ne var ki Türkiye’de hiç biri Osmanlı esperanto’sunu bilmeyen 75 milyon Türkçe konuşan insan yaşıyor. Bunların da hepsi değil, ama çoğunluğu Türk. Maçlarda ‘Türkiye, Türkiye’ diye bağırıyorlar. Bunlar kendilerini Arap olarak mı görüyorlar?

SORUNU CUMHURİYET ÇÖZDÜ

Sorun Cumhuriyet başladığı zaman çözüldü. Türkiye Ulusal bir Devlet olduğu zaman Anadolu Türkiye oldu. Ulusal kimlik, ulusal devlet olmadan yoktur. Bu kimlik etnik köken ve dinle değil sadece dille tanımlanıyor. Gürcü kızını kaçırıp ondan çocuk yapan Kuman’ın çocuğu hangi ırktan olacak. Dünyanın her yerinde dil, ulusal kimliğin gerçek ve tek simgesidir. Biz Avrupalı gibi giyinsek ve davransak da Türkçe konuştuğumuz için Türk’üz.

İtalyan tüccarı Türkler demiş, Selçuklu dememiş. Balkanlarda Müslüman ve Arnavut ve Bosnalılar, Makedonyalılar, Ortodoks Sırplar, Bulgarlar, Romenler, katolik Sloven ve Macarlar var. Her yörede Rumlar, Ermeniler, Müslüman Kürtler, Müslüman ve Hıristiyan Araplar, İranlılar, Mısırlılar, Yemenliler, Kuzey Afrikalılar vardı. 20. yüzyıl başında Ege adalarında yaşayan Rumlar, ya da Lübnanlı Ermeniler Amerika’lara Osmanlı Pasaportu ile gidiyorlar, oralarda kendilerine ‘Turco’ diyenlerle kavga ediyorlardı.

Her toplum değişik kimliklerle ortaya çıkıyor. ‘Türkler çokluk Müslümandır’ dendiğinde birincil kimlik Türklük, ikincil kimlik Müslümanlıkdır. Dünyada kendisine Müslüman diyen 1,5 milyar insan yaşıyor. Lübnanlı, Hıristiyan ya da Müslüman, kendini Arap sayar. Çünkü Arapça konuşur.

Osmanlı tarihini okuyanlar Gibbon, Giese, Wittek, Köprülü adlarını ve kuramlarını okumuşlardır. Bunlara Kafadar gibi daha genç tarihçileri de katabilirsiniz. Onlar Osmanlıyı tartışırlar. Fakat aralarında Türk’ü tartışan çıkmadı. Şimdi tarih bilenler yine Türk tartışması yapmıyorlar. Bu iş gazetecilere kaldı. Sadece bu meraksız gazeteciye değil, gerçekten meraklı okuyuculara Türklerle ilgili sayısız kitabın yazarlarından bir liste ekledim. Google’da yapıtlarını bulabilirler (3).

Notlar

1) Ünlü Türkologların yazılarını içeren ve editörü olduğum bir kitabı anımsatayım: The Turkic Speaking Peoples, 2000 years of Art and Culture from Inner Asia to the Balkans, Editors: E.Çağatay, D. Kuban. Prince Claus Found Library, Prestel, 2006. Aynı kitabın Türkçe Baskısı da var: Türkçe Konuşanlar Dünyası. Bu kitabın girişinde Türklerin farklı adları ve kimlikleri ile ilgili bir giriş de var.)

2) Blackwell History of the World Serisinde, David Christian, A History of Russia, Central Asia and Mongolia, vol I., Inner Eurasia from Prehistory to the Mongol Empire, Massachusetts, 1998

3) Türkçe yayımlanan yapıtların yazarları, editörleri: (Bir seçme). Aça, M., Avcıoğlu, D., Barthold, W.V, Divitçioğlu, S., Ebülgazi Bahadır Han, Esin, E., Golden, P.B., Hassan, U., Ögel, B.,Rasonyi, L, Roux.J. P., Zekiyev, M.Z.

Yabancı Dilde Yayınlar: Barthold, W.V., Canfield, R.L., Chaliand, G., Dunlop, D.M., Fry, R.N., Findley, C.V., Golden, P.B., Grousset, R., Horvath, A.P., Roux, J.P., Sinor, D.

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Kurthan Fişek : Unutulmayacak bir portre..

Kurthan Fişek : Unutulmayacak bir portre

İlber Ortaylı
Milliyet – 23 Eylül 2012

Siyasal Bilgiler Fakültesi ilginç öğrencilerin ve öğretim üyelerinin toplandığı bir kurumdu.

Kendine özgü bu insanların içinde Ankara’nın ve Türkiye’nin en özgün kurumlarından biri olan Ortadoğu Teknik Üniversitesi mezunu bir asistan vardı.

Öğlen voleybol oynar, akşam birasını içer, dergilere siyasi yazı yazar, münakaşa yapar ve bir köşede de okur, yazardı.

Hiç unutmam; bir ay kadar ortadan yok olduğu bir vakitte Ümit Hassan kendisine takılarak; “Üstadım birkaç haftadır ortalarda yoktun, bir kitap mı çıkardın acaba?” deyince, eliyle “üç” işareti yaptı.

Gerçekten de spor yönetimi kitabıyla birlikte iki risale daha çıkarmıştı.

Talebeliğinden beri meşhurdur; Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde İdari Bilimler Fakültesi’ndeyken mühendislikte okuyan arkadaşlarının dönem ödevlerini yazdığı bile olurmuş.

Kurthan’ın önüne konuyla ilgili literatür koyun; ne olursa olsun okur, bitiştirir, şema çıkarır ve metne dökerdi.

Bunu her iki dilde de yapardı. Kısacası özgün, yetenekli ve zeki insandı.

Kurthan’ı ilk anda gören onu külhani ve etrafa aldırış etmez bir genç olarak düşünebilirdi; oysa insanları dikkatle gözden geçirir, kabalık yapana kabalıkla cevap verir, korsanlığa taviz vermez, hassas insanlara karşı ise son derece zarif de olabilirdi. Bir köşede duranın tevazunu da onun aczine yormayan nadir Türk vatandaşlarındandı. Değeri olan kişiyi mutlaka anlardı, açıkça saygısını belli ederdi. Sınırsız okuyan ve yazan bir gençti. Gençti diyorum hep öyle kaldı ve galiba Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Kamu Yönetimi”nin “Kamu Yönetimi” olarak anlaşılıp okutulması ilk kez O’nun yorumunun ve çalışmasının eseridir. Telaşlı bir tipti. Sınırsız çalışır, sınırsız konuşur, suskunluğu da sınırsızdır. Bu yorucu yaşam O’nu erken yıprattı. Devlet Balesi sanatçılarından eşi Neyran’la dikkatli, hassas ve insanların aradığı bir çifttiler. Mutlaka Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin, çok sevdiği Ankara’nın ve basın dünyasının unutamayacağı portrelerden biri olarak anılarda kalacak.

(1942 – 17 Eylül 2012)

Servis Edilen Yeni Osmanlıcılık ve ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri / Recently Served Neo-Ottomanizm and Atatürk’s Opinions on Ottomans

Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturk’un_Gorusleri