Etiket arşivi: Mevlana

Halil Çivi şiiri : KARIŞMAYIN..

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

…K A R I Ş M A Y I N !

İnsanım, insan hakkım var,
İnancıma karışmayın.
Laikleşmiş hukukum var,
İnancıma karışmayın.
Xxx
İstersem zikir yaparım,
İstersem dinden koparım,
İstersem taşa taparım,
İnancıma karışmayın.
Xxx
İster ateist olurum
İstersem deist olurum,
İstersem dindar kalırım,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Muhammedî, Museviyim,
Katoliğim, İseviyim,
Zerdüşt ya da Ermeniyim,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Aleviyim, Bektaşiyim,
Bahaiyim, Mevleviyim,
Nakşi ya da Melamiyim,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Din, mezhep farkı gözetmem,
Irkçılık yoluna sapmam,
Ahlak çemberinden çıkmam,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Yetmiş iki millet birdir,
Birliğin meyvesi gürdür,
Laiklikten sapan kördür,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Mevlana’nın haldaşıyım,
Hacı Bektaş yoldaşıyım,
Yunus Emre sırdaşıyım,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Cemevi inanç evimdir,
Sah-ı Merdan serverimdir,
Şah Hüseyin kederimdir,
İnancıma karışmayın.
Xxx
İslamı iyi bilirim,
Hakkı özümde bulurum,
Vatanım için ölürüm,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Aklın duru gözündeyim,
Atatürk’ün izindeyim,
Sonsuza dek sözümdeyim,
İnancıma karışmayın.
Xxx
Halil Çivi der insanım,
İnsanlıktır benim dinim,
Hiç kimseye yoktur kinim,
İnancıma karışmayın.
Xxx

20 Ekim 2022, Seferihisar – İzmir

Arap emperyalizmi ve Türkiye’nin Araplaşması

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
16 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Geçmişte Sümer, Hitit, Urartu, Asur, Yunan, Roma ve Bizans uygarlıklarına ev sahipliği yapan Anadolu coğrafyası, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin Şamanizmi terk edip, Arabistan’da 7. yüzyılda ortaya çıkan İslam dinini benimsemek zorunda kalmasından dolayı, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları döneminde, Arap kültürünün etkisi altına girmeye başladı.

Araplar 7. yüzyılda önce, bölgenin en köklü uygarlıklarından birisi olan Pers uygarlığını asimile ettiler, Pers kültürünü din üzerinden Araplaştırdılar, Perslere yönelik saldırılar ve işgaller gerçekleştirerek İran-Pers topraklarındaki Zerdüşt dinini ve kültürünü ortadan kaldırdılar, Persleri İslam dinini benimsemeye zorladılar. Daha sonra, hem Araplar hem de Persler, Orta Asya’dan batıya doğru göç eden ve Şaman olan Türkleri, İslam dinini kabul etmeye zorladılar.

Ancak Anadolu’daki Arap etkisi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde bile belirli sınırlar içinde kaldı, Anadolu’nun daha önceden var olan yerel ve yerleşik kültürleri de Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türklerin kültürü de belli bir ölçüde varlığını korumayı başardı. Anadolu’da yaşayan nüfusun, çok küçük bir azınlık dışında, hiçbir zaman Arap olmaması, halkın anadilinin Arapça olmaması, din üzerinden aktarılan Arap kültürünün etkisini belli bir ölçüde sınırladı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmasıyla birlikte bu etki, laikliğin benimsenmesiyle, Türkçe dilinin Arapçanın ve Farsçanın etkisinden kurtarılmasıyla, Avrupa’daki siyasi, kültürel, bilimsel, felsefi, sanatsal gelişmelere de kapıların açılmasıyla, asgari düzeye düştü.

Atatürk önce Avrupa’daki işgalci ve emperyalist güç odaklarına karşı cephede mücadele verdi, arkasından da Aydınlanma Devrimleriyle, Arapların 7. yüzyıldan itibaren (AS: başlayarak) din ve dincilik üzerinden gerçekleştirdikleri kültür emperyalizmine karşı mücadele verdi.
***
Cumhuriyet döneminde Arap kültür emperyalizmi, ABD’nin de desteğiyle, 1950 yılından itibaren (AS: bu yana), Anadolu topraklarında yeniden devreye sokuldu.

İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, imam, müftü, din insanı ve din uzmanı yetiştirmek yerine, laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası haline getirildi, dinin yerini dincilik aldı. Aynı dönemde tarikatlar ve cemaatler yeniden yaygınlaştı.

İslam dini, Anadolu’da yaşamış olan Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi yazarların ve ozanların yorumları üzerinden değil, hadislerin ve Arap din insanlarının yorumları üzerinden anlatıldı, gençlerin beyinleri onlarca yıl boyunca, günümüze dek yıkandı. Osmanlı döneminde halifenin, şeyhülislamın ve ulemanın Anadolu’ya ve halka zorla dayattığı din anlayışı yeniden canlandırıldı.

Bu sözde eğitim kurumları ve merkezler onlarca yıl, Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleri işlevini gördüler.

Türkiye’nin aydınlanma devrimleriyle her alanda gelişmiş, güçlü ve bağımsız bir devlet olmasını hiçbir zaman istemeyen, Türkiye’yi cehalete sürükleyerek bir uydu ve sömürge devlet olmaya zorlayan ABD ve Avrupa emperyalizmi, bu hareketleri her zaman, doğrudan veya dolaylı olarak destekledi.
***
İslamcı siyasetin temsilcisi olan AKP’nin iktidarında, Anadolu kültürünün Arap kültürünün asimilasyonuna uğraması en yüksek seviyeye çıktı. Siyaset, ekonomi, ulaşım, iletişim, turizm, emlak ve arazi yatırımı, kültür, dış politika gibi alanlarda, demokrasi ve aydınlanma yolunda bir arpa boyu yol kat edememiş olan ve çoğu ABD tarafından desteklenen Arap ülkeleriyle işbirliklerine öncelik tanındı.

  • Türkiye AKP iktidarında, Arap ülkelerinin arka bahçesi haline dönüştürüldü.

Son yıllarda, yine emperyalist devletlerin çıkardığı iç savaşların bir sonucu olarak, milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de barınmasının sağlanması, vatandaşlığın bile satılık bir hale gelmesi, Anadolu’nun Araplaştırılması stratejisinin son aşamasıdır.

  • Türkiye, demografik yapısı tersyüz edilerek monarşiye ve teokrasiye mahkûm edilmektedir.

Örümcek Kafalılar Sizi

Örümcek Kafalılar Sizi

Bu yazının kökten dinciler ile ilgili olduğunu mu düşündünüz? Yoksa muhafazakarlar ile ilgili olduğunu mu? Veya yaşlı insanlarla? Hayır, bu yazı sizinle ilgili.

Bu yoruma ‘yok canım, benimle ne alakası var’ dediyseniz, tam isabet, sizinle ilgiLİ demektir. ‘Hadi, canım’ deyip sonra ‘acaba benimle ilgili olabilir mi?’ diye şüpheye düştü iseniz, siz daha iyi durumdasınız demektir.

Neden ‘örümcek kafalı’ terimi? Kullanılmayan, işlemeyen her varlık (ev, dolap, makine, mağara…) örümcek ağları ile kaplanır. Bir zihnin kullanılmadığının anlatmak için de bu benzetme kullanılagelmiştir: örümcek ağları ile kaplı bir zihin; hareket etmeyen, kullanılmayan, içinde çalışma olmayan…

Peki zihnin kullanılmaması ne getirir? Tabii ki sabit fikirleri. Çünkü hareketsiz, kullanılmayan bir zihin yeni düşünce üretmeyecektir. Yani ‘örümcek kafalı’ olmanın göstergesi sabit fikirdir. Hani şu, konuşursunuz, anlatırsınız, açıklarsınız ama bir arpa boyu yol alamazsınız ya… İşte onlar örümcek kafalıdır; kımıldamazlar.

Konuştuğunuz her insan sizde küçük veya büyük yeni fikirler oluşturmuyorsa, uzun bir tartışmanın sonunda fikriniz yerinden milim kıpırdamadı ise, en azından karşınızdaki kişinin düşüncelerini savunurken nasıl bir mantık kurduğunu anlayamadıysanız (onun düşüncelerini kabul etmek zorunda değilsiniz, nedenlerini anlamanız yeterlidir), o zaman siz de sabit fikirlisiniz ve kapalı tuttuğunuz zihninizi işletmiyorsunuz demektir.

Açık fikirli olmak, herkes ile hemfikir olmak, her konuşma sonrası fikirlerini değiştirmek değildir. Ama herkesin farklı olan tecrübelerinden kendi tecrübelerine ekleme yapabilmektir. Öğrenmek, yeni düşünce ve bilgileri incelemek, faydalı olanları kendi düşüncelerine eklemek, önceden sahip olamadığınız yeni bakış açılarını keşfetmek, yeni yaklaşımları anlamak, insanların düşünce ve inançlarının temelini anlamak, kendini geliştirmektir. Tıpkı, büyük insan Atatürk’ün, vatan savaşını kazandıktan, yeni Türkiye’nin kurucusu olduktan sonra, cumhuriyete liderlik ederken akşam sofralarında yaptığı gibi; yeni düşünceleri dinlemek, anlamak ve kendini geliştirmektir açık fikirli olmak. O zaman zihniniz örümcek ağları ile kaplanmaz.

Türk halkının, belki de dünya genelinin bir sorunu, işini eline alınca kendini öğrenmeye kapatmaktır. Yani, çoğu insan için eğitim – öğrenim iş edinmek, işini yapabilmek içindir. Örneğin bir kişi, öğretmen oldu, atandı mı, kendini öğrenmeye kapatır. Eğitim hayatı bitmiştir, diplomasını almıştır, artık öğreneceğini öğrenmiştir. Hani derler ya, ‘dervişin fikri neyse zikri o olur’ diye, sadece sözlerimiz değil, davranış ve tutumlarımız da kararlarımızdan etkilenir. Örneğin ‘ben artık oldum, öğreneceğimi öğrendim’ dediğiniz noktada, bu irade ile zihniniz kendini öğrenmeye kapatır. Sabit fikirli olur ve mezun olduğunuz bilgi seviyesinde kalırsınız. Oysa öğrenmek hayat boyu devam eder. Bu durumun bilincinde olup kendimizi öğrenmeye açık tutabilirsek gelişimimiz devam eder ve zamanı yakalayabiliriz. Teknolojik bilgiler, insan hayatları, kültürler, sosyal gelişmeler, ekonomi, tarım, enerji kaynakları, kullandığımız araçlar… her şey ama her şey değişirken biz değişmeyen zihinlerle, örümcek ağlarının içinde kalamayız. Kalıyor isek geri kalıyoruz demektir. O yüzden ‘örümcek kafalı’ ile ‘geri kafalı’ bazen eş anlamlı algılanır. (“Yerinde duran, geriye gidiyor demektir…” –Mustafa Kemal Atatürk)

Bir başka konu da insanlar ile konuşmalarınızda onları ne kadar dinlediğiniz ile ilgili. Kendini öğrenmeye ve yeniliklere kapatan zihniyet dinlemez. Onun bilgisi kesin bilgidir, o zaten ‘olmuş’tur, o her zaman en iyisini bilir, karşısındaki zaten yanlıştır, hatalıdır, kandırılmıştır veya çıkarcı, kötü niyetlidir. Ondan iyi kimse bilemez, her zaman her koşulda o doğrudur, haklıdır. Tanıdık geldi mi?

Bu insanlar dinlemezler. Dinlemedikleri için anlamazlar, öğrenmezler, gelişmezler. Kısacası nerede duruyorlar ise orada kalırlar. Onlarla konuşmaya çalışmak boşunadır, zaman kaybıdır. Siz anlatırsınız, onlar dinlemezler, düşünceleri de bir arpa boyu yol gitmez. Aşağıda birkaç söz paylaştım, konuya ilişkin. ‘Cahil’ yerine ‘sabit fikirli’yi ekleyin (ki bence yakın anlamlılar), durum açıklığa kavuşur:

“Cahil insan her sözünde kendini aklar, alim insan her sözünde kendini yoklar” – Anonim

“Aptala nasihat etmek, cahil ile tartışmak, ikiyüzlü ile dost olmak boşunadır” – Anonim

“Bir delil ile kırk alimi yendim, kırk delil ile bir cahili yenemedim” – Mevlana

Size kırk delil getirilmesine rağmen fikrinizi değiştirmiyor, sabit fikrinizde inat ediyorsanız, kusura bakmayın ‘örümcek kafalı’sınız demektir. Bir delil ile oturup düşünüyor iseniz kendinizi geliştiriyor, zihninizi kullanıyorsunuz demektir. Sonuçta o bir delil ile öğrenip gelişiyorsanız, düşüncelerinize yeni düşünceler katıyor iseniz, yanlış anlama veya bilgilerinizi düzeltiyor iseniz siz açık fikirlisiniz demektir.

Açık fikirlilik ikide bir düşüncelerini başkalarına göre değiştirmek değildir. Sağlam temel üzerine yeni katlar, bilgi ve tecrübeler eklemek demektir. Mesela, ‘Köy Enstitüleri’ fikri Atatürk’e ait değildir, onun dinleyip hak verdiği bir eğitimciye aittir. ‘Devletçilik’ Mahmut Esat Bozkurt’un düşüncesidir. Daha nice düşünceyi Mustafa Kemal çevresindeki insanları dinleyerek veya kitaplar okuyarak, onların tecrübelerini kendi tecrübelerine katarak edinmiştir. Açık fikirlilik budur işte.

‘Yok canım, ben gayet açık fikirliyim!’ diyorsanız, size bundan beş sene önceki siz ile şimdi ki siz arasında fark var mı diye sormam gerekir. Yok mu? O zaman sandığınız kadar açık fikirli değilsiniz. Veya bir sohbette hep siz mi haklı çıkıyorsunuz? Nasıl oluyor bu? Yoksa siz mi kendinizi hep haklı görüyorsunuz? Hiç mi bilgi eksiğiniz, yanlış anlamanız, hatalı sözünüz yok? Konuştuğunuz kişiler hep mi yanlış? Onların yaşları, tecrübeleri, akılları yok mu? Neden farklı bir düşünceyi bu kadar ısrarla savunuyorlar? Onlar kandırılmış mı? Cahil mi? Fanatik mi? Yoksa onların da kendi düşüncelerini savunacak anlamlı nedenleri olabilir mi? Sizin duymayı ret ettiğiniz nedenleri, açıklamaları, bilgileri olabilir mi? Onları savundukları düşünceye ulaştıran kendi mantıkları olabilir mi? Dinlediniz mi onları? Düşündünüz mü söyledikleri üzerine?

Evet ise, tebrik ederim, zihin tıkır tıkır işliyor.

Hayır ise, en azından bana kulak verin ve daha iyi olmak için gelişmeye kendinizi açın. Dinleyin, anlamaya çalışın, üzerinde düşünün. Yine de kendi düşünceniz en iyisi ise tabii ki değiştirmeyin düşüncenizi. Ama başkalarının sözlerinin içerisinde varsa haklı yanlar, o haklı, doğru, yeni düşünceleri alın, ilerletin kendinizi, öğrenin, gelişin.

Yoksa, “Düşünmeyen beyinler, düşüncesizlere esir olmaktan öteye gidemezler.”
(Mustafa Kemal Atatürk)

Doğu taklitçiliği

Doğu taklitçiliği

Örsan K. Öymen
Cumuriyet
, 07.01.2019
Yılbaşı gecesi İstanbul’da Taksim Meydanı’nda Arapların kitleler halinde yılbaşı kutlaması yapması birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı. Kimisi Türkiye’de Türklerin yerini Arapların almasına tepkiliydi, kimisi Suriye rejimini devirmek için silahlı mücadele veren ÖSO adlı İslamcı örgütün bayrağıyla gösteri yapanlara tepkiliydi, kimisi de bu grubun üyelerinin cephede savaşmak yerine yılbaşını kutlamasına tepkiliydi.
Suriye’deki rejimi devirmek için mücadele veren ve AKP hükümeti tarafından desteklenen, ancak Rusya ve Suriye dahil birçok dünya devleti tarafından terör örgütü olarak görülen ÖSO’nun Taksim Meydanı’nda bayrak açması elbette rahatsızlık vericidir. ÖSO’nun cephede savaşmak yerine Taksim’de yılbaşını kutlaması da AKP’nin ve ÖSO’nun kendi paradigması açısından bir çelişkidir.
Ancak asıl trajik olan şey, Türkiye’nin en büyük kentinin en büyük ve en merkezi meydanının artık Türklere ait olmaktan çıkmış olmasıdır. Yılbaşı kutlamasındaki manzara bunu yalnızca bize yeniden anımsatan tikel bir durumdur. Yılbaşı kutlamasından bağımsız olarak, Taksim, Harbiye ve İstiklal Caddesi bölgesi zaten yıllardır Arap topraklarının bir parçası görüntüsü vermektedir.

1990’lı yıllarda, kültür, sanat ve gece yaşamı bağlamında New York, Londra, Paris ve Berlin gibi dünya kentleriyle yarışan bu bölge, son yıllarda Riyad, Mekke, İskenderiye ve İslamabad havasına bürünmüştür. Sadece Avrupalı turistler değil, İstanbul’un eğitim seviyesi yüksek kesimi de bu bölgeden büyük ölçüde çekilmiştir. Onun yerini Arap turistler ve çoğu Arap ülkelerinden olan göçmenler almıştır.

Dükkânlar, kafeler, barlar, gece kulüpleri artık yalnızca Türkçe değil Arapça tabelalar da kullanmaktadır. İstiklal Caddesi, Taksim ve Harbiye kara çarşaflı, türbanlı, eşofmanlı Araplarla dolup taşmaktadır. Bölgedeki otellerde artık Avrupa’dan ziyaretçiler değil, Arap ülkelerinden ziyaretçiler konaklamaktadır.

Benzer bir durum Trabzon için de geçerlidir. Arabistan kültürüyle uzaktan yakından ilgisi olmayan ve tarihiyle, kültürüyle Anadolu’nun en köklü kentlerinden birisi olan Trabzon, özellikle yaz aylarında Arap turistlerin akınına uğramaktadır. Araplar buradan mülk de satın almaya başlamışlar ve burada kalıcı olduklarını göstermişlerdir. Trabzon’un yeşil yaylalarında renkli kıyafetleriyle dolaşan Karadeniz kızlarının ve kadınlarının yerini, kara çarşaflı Arap kadınlar almıştır; kızlı erkekli birlikte horon oynayan Karadenizlilerin yerini, karısının üç adım önünde yürüyen Arap erkekleri ve kocasının üç adım arkasında yürüyen kara çarşaflı Arap kadınları almıştır.

  • Araplar parasıyla Anadolu kültürünü satın almıştır.

Bunların hiçbirisi tesadüf değildir, aksine,

  • Atatürk’ün hedeflediği çağdaş uygarlık hedefinden sistematik bir biçimde kopma stratejisinin bir sonucudur.

Bu stratejinin mimarı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’dir. Erdoğan’ın ve AKP’nin hocası da Necmettin Erbakan’dır. “Milli Görüş” adı altında Türk halkına büyük bir yalanla sunulan şey aslında “Arap Görüş”tür.

Anadolu halk kültüründe hiçbir yeri olmayan kara çarşaf ve türban bu şekilde halka dayatılmıştır.

İmam hatip okullarında İslam dini, Anadolu halk ozanları ve düşünürleri üzerinden anlaşılacağına, Arap “din âlimleri” üzerinden bu şekilde dayatılmıştır. Bu okullarda bu nedenle İslam dini Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaşi Veli, Şeyh Bedrettin üzerinden değil, hadisler üzerinden anlatılmıştır.

  • İmam hatip okulları Suudi Arabistan’ın kültür ataşelikleridir.

Şu anda Türkiye’de bulunan

  • Arap turistler ve göçmenler, Anadolu kültürünün Arap kültürü tarafından asimile edilmesi ve Anadolu’nun Araplaşması projesinin uygulanmasını kolaylaştıracak takviye kuvvetlerdir. 

Bunların hepsi Doğu taklitçiliğinin sonuçlarıdır!

Taklit edilen şeyin de, bilim, felsefe, sanat ve demokrasi bağlamında ileri uygarlık düzeyini içermediği kesindir!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : KOMAN PAŞAM


ÇARŞAMBA İĞNELERİ

KOMAN PAŞAM

portresi_kucuk

 


Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

76 yaşında tutuklandı, Parkinson hastasıydı,

Mahkeme saldı, savcı tekrar tutuklattı,

Bir yıldan fazla içerde kaldı,

Çıktıktan sonra üç aydan çok dayanamadı,

Bakan Hüseyin Çelik, “Hesap veremeden gitti.” diye hayıflandı.

Sayın Komutanım ışıklar içinde yatsın,

İnsanlığı kinine ve dinine tutsak eden vicdansızlar utansın…

KIZILDERİLİ

AKP iktidarı, ABD’deki Kızılderililere su getirmek için 200 milyon lira yardım etti.

Vatandaşını da simit-çayla geçindirmekle övündü…

TOMA

AKP iktidarı bizim paramızla Tunus’a TOMA gönderdi.

Kinci ve dinci polisten de yollamazsa işe yaramaz…

TERBİYESİZ

AKP’li Zeyid Aslan Mecliste gene küfür etti.

Partisinin ve şahsının terbiye anlayışını teyit etti…

ÇOCUK

Org. Bilgin BALANLI, emekli generallere orduevi yasağını ilkel ve çocukça buldu.

Bırakın çocuklar eğlensin…

TERBİYESİZ

RTE’nin oğlu Bilal, “Meclis terbiyesizlik yeri değildir” mesajı yazdı.

O işi Bilal’e bırakın.

CÜCE

Başbakan’ın seçim propagandasına araç yaptığı Tekirdağ toplu dev eser açılışında
bir tek büyük yatırım yok.

Cücelerin dev algısı,vatandaşı kandırması…

İNSANLIK

Kuşadası’nda , “Polisler insan haklarına aykırı çalıştırılıyor” yazılı afişler asıldı.

İnsanlıktan anlayan polisler sonunda ortaya çıktı…

RÜŞVETÇİLER

Enişte, Sağlık Bakanlığına rüşvet verdiğini açıkladı.

Rüşveti suç sayacak, açıklamayı duyacak savcı kaldı mı?..

PALAVRA

RTE, “Açıklarsam yer yerinden oynar”, Enişte,” Açıklarsam hükümet yıkılır”

Atış serbest…

İNSANOĞLU

BDP’li Sırrı Sakık, oğlu teröristlerce öldürülen Oya Eronat’a “Acının keyfini yaşayan kadın” diyerek saldırdı.

İnsan mı, yaratık mı?..

EDEPSİZ

B. Arınç, bavulcu Baransu için, “Bu gazetecilik değil, edepsizlik” dedi.

Ucu AKP’ye değmeden önce öyle değildi…

MOLLA

RTE ve Davutoğlu’nun  344 kişinin katili Bangladeşli MOLLA’yı ipten alma çabası
sonuç vermedi.

İmam’ın nefesi Molla’ya yetmedi…

AÇICI

RTE, 2010’dan bu yana işletmede olan GAZİPAŞA Havalimanı’nı yeniden açtı.

Aç, ne açarsan aç,

Açılmış olsa da yine aç (Mevlana’nın sözü böyle miydi?)

ALİLER

Beşir Atalay Hatay’lıları, “Sadullah’ı emanet ettik ama bunun karşılığını 30 Mart günü almazsak, biz de Hatay’lılara söyleyeceğimizi o zaman söyleriz.” diyerek tehdit etti.

Emanet, ALİ DİBO

Emanetçi, ALİ KIRAN BAŞ KESEN tayfası…

UMUDUMUZ

RTE, Gezi Direnişi’ni hedef alarak, diktiği ağaca “MİLLİ İRADE FİDANI” adını verdi.

Fidandan umutluyuz…

EFENDİ

Kasımpaşalılar, Beşiktaş maçında tribüne “EFENDİLERİN SEMTİ” pankartı açtı.

Unutmuşlar, RTE de Kasımpaşalı …

SAHİP

Geziye katılıp tutuklananların ailelerine” Çocuklarınıza sahip çıkın” demişti.

Yolsuzluk suçlamasıyla tutuklu Barış’ın babası İçişleri sahip…

YÜREK

Çanakkale’de  duvara “Faşizme Ölüm” yazan 13 yaşındaki çocuğa savcı altı yıl hapis istedi.

Bakalım ülkeyi soyanlara yürekleri yetecek mi?…

PERİNÇEK

Doğu Perinçek İsviçre’ye karşı AİHM’ne açtığı soykırım davasını kazandı.

Ödülünü cezaevi olarak aldı…

YÜK

RTE, “Yük olmaya değil, yük almaya geliyoruz (AB’ne) “

Alın alın, vatandaşa yükleyeceksiniz nasılsa…

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE
(ÇARŞAMBA İĞNELERİ : KOMAN PAŞAM)

Bağıran düşünemez, düşünmeyen kavga eder..

BU ÖYKÜ SİZE BİR ŞEY ANIMSATIYOR MU…?

Hintli bir ermiş, öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.

Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi yitiririz” deyince ermiş;

“Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız?
O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış:

“İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır.
Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o denli çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur?
Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar,
çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur
ya da çok azdır.

Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur?

Artık konuşmazlar, yalnızca fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine
daha da yakınlaşmıştır.
Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz,
yalnızca birbirlerine bakmaları yeterli olur.

İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş:

“Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin.
Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun.
Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki,
geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”

“Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz,
Eskici bağırır, antikacı bağırmaz,
Söyleyecek sözü, fikri değerli olan bağırmaz
Bağıran düşünemez, düşünmeyen kavga eder…”

MEVLANA

Ertuğrul EŞEL
Prof. Dr.
Psikiyatrist

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net