Etiket arşivi: Ali ERcan

İFLASIN EŞİĞİNDEKİ TÜRKİYE

Ali Ercan

Prof. Dr., Çekirdek Fiziği (Nükleer Fizik)

İFLASIN EŞİĞİNDEKİ TÜRKİYE

Evet, hiiç kıvırtmadan acı, çıplak gerçeği bir kez daha söyleyelim, değerli arkadaşlar, Sevr’i dayatanlara yenildik !

Gerçi kurtarılan vatan toprakları haritası değişmedi, ama üzerindeki ulusal kaynaklarımız, fabrikalarımız, bankalarımız, tarım, hayvancılık, madenler, sular, ormanlar…. ne varsa tümüyle elden çıktı, yabancılaştı; Ülkenin içi boşaltıldı.

Ülkemizden yüz milyarlarca Dolara varan sermaye oligarklar elinde dışarıya kaçırıldı; Merkez Bankası tamtakır-kuru bakır görünümünde….

Arap bahşişiyle günü kotarmaya çalışıyor mevcut “Tek Adam Rejimi“…

Abd-ul-hamid Han(!) zamanındaki “Düyun-u umumiye” koşullarından pek de farklı değil son durum.

Mustafa Kemal zamanında 1,26 Lira olan 1 Amerikan Doları şimdi ~15 milyon Lira oldu… Doların 84 yılda ~20’de bir değerine düştüğünü hesaba katarsak,

“2022’deki 1 Lira, 1938’deki 1 Liranın 250 milyonda biri değerindedir” diyebiliriz…

Kabaca hesapla görüyoruz ki, Türk parası yılda ortalama %20 değer yitirmiştir; bir başka anlatımla,

  • Türkiye özellikle son 50 yıl boyunca, emeğinin, kazancının 1/5’ini Küresel finans sistemine kaptıran “yarı sömürge bir ülke” olarak yaşamış, iflasın eşiğine gelmiştir
  • Kısacası, Türkiye’yi “bu kez içeriden” kuşatan emperyalizmin soygun planı başarılı olmuştur.

***

Son 20 yıl, Türkiye soygununun en yoğun olduğu dönemdir. 2003-2013 arası 10 yıl boyunca (özelleştirmek rüzgarında) enflasyonun frenlendiği, paranın değerinin pek düşmediği hovardalık dönemi olmuştu; 2013’te GMH rekor düzeye çıkmış, 950 milyar Dolar olmuş ve kişi başın ortalama ulusal gelir 12 bin Doları geçmişti. Ancak satılacak bir şey kalmayınca, hızlı çöküş başladı ve 2020’de GSMH 650 milyar Dolara dek geriledi….

  • Yırtık yama tutmuyor, her geçen gün dış borç büyüyor, enflasyon yükseliyor, paranın değeri düşüyor…

IMF’nin 2022 kestirimine göre, Türkiye 692 milyar $ GSMH ile Ülkeler sıralamasında artık ilk 20′ de değil, 23. durumdadır. Kişi başına gelir, Dünya ortalaması 8800 Doların altında, ~8 bin Dolarla 106. sıradadır. (bkz. GDP 2022 tablo)

Oysa görevdeki İktidarın başı, yıllarca “Türkiye 2023’te Dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi içinde olacaktır” diyerek, umut satarak, Oy toplamıştı.

Öte dünya hayal aleminin tatlı uykusunda, “Allah beni zorlukla, yoksullukla sınava alıyor” diye avunan milyonlarca seçmeni var hala…

Derin kaygılarımla.æ 

Fotoğraf açıklaması yok.

OECD ÜLKELERİNDE ENFLASYON

Prof. Dr. D. Ali Ercan
Çekirdek Fiziği Uzmanı
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’deki hiper-enflasyona bir teselli kuyruğu bağlamak için iktidar yanlılarının ağzında sakız yaptığı “efendim, enflasyon yalnızca bizde yok ki, tüm Dünya enflasyonun pençesinde…” şeklindeki söylentileri bir yana bırakarak, gerçekleri gösteren sayılara bakalım…

Evet “enflasyon” Kapitalizmin, serbest piyasa sisteminin kaçınılmaz bir ögesidir (başka türlü küresel Finans merkezleri nasıl kazanırlardı ki..) ancak parasının değerini düşürmeyen, üretken ekonomilerde bu enflasyon rakamları %0’ın altında gezinirken, akıl, mantık, hesap, kavramlarının terkedildiği “no man’s land” veya “Yolgeçen Hanı” olan ülkelerde tümüyle raslantılara bırakılmış bir curcuna pazar ekonomisi (?) görülüyor, ki bunun da en güzel örneği Türkiye’dir… (ardından Arjantin, Şili, Güney Afrika gibi ülkeler geliyor)

Aslına bakarsanız, Türkiye’de olan enflasyon değil, “stagflasyon” denen çok daha vahim (ürkünç) bir durumdur; yani salt paranın değerinin düşüşü, yerlerde sürünüşü, pahalılık ve enflasyon değil; aynı zamanda işsizlik, kredi/güvenirlik yitimi ve iflasın eşiğindeki bir ülke görünümüdür.

Dünyanın, küresel ısınım sonucu adım adım iklim felaketine doğru sürüklenişi (AS: “iklim faciası” aşamasındayız!) bilindiği, görüldüğü halde, hâlâ tüm Dünyada kullanılan toplam enerjinin %80 ini oluşturan fosil yakıtlar (kömür, petrol, doğal gaz..) azalmadan maalesef aynı hızla kullanılması sürdürülüyor. Bu enerji kaynaklarının ürünü olan sera gazları (CO2, Metan.. ) salımını sıfırlamak yaşamsal öncelik taşıyor. Bu durum (Ukrayna savaşının getirdiği ek enerji sıkıntısı olmasa bile) fosil yakıt fiyatının her geçen gün yükselişini adeta kaçınılmaz kılacaktır.

Enerji sıkıntısı demek, alışılmış yaşam biçiminden büyük ödün vermek anlamına gelir. Enerji yoksunluğu, her şeyden önce üretim sıkıntısı, pahalılık, sağlık sorunlarını birlikte getirecektir elbette…

  • Kısaca, kapitalizm kaçınılmaz sona doğru, insanlığı ve gezegeni de birlikte sürüklüyor; bakalım bu anafordan insanlığın ne kadarı kurtula bilecek.
    ***

Değerli arkadaşlar,

Daha önce de yayınlamıştım; Mart 2021 / Mart 2022 arası 1 yılda Doların TL karşılığı 7 TL’den 14 Liraya, yani 2 katına çıktı; ayrıca Doların da son bir yılda %7 değer yitimini hesaba katarsak, “ithalat kalemlerine giren tüm malların fiyatında yaklaşık %110 dolayında bir enflasyon olabilir” demektir. Öte yandan Ülke ekonomisinin (Tarım, Sanayi, Hizmet sektörleri) tümüyle, %100 Dolara endeksli olduğunu söyleyemeyiz, ama en az 2/3 oranında bağımlı olsa, toplam %70 dolayında bir “yıllık enflasyon” dan söz edebiliriz; öyleyse, son bir yılda %70 üzerindeki tüm fiyat artışları, ek zamlar vs. vurguncu, talancı fırsatçı takımının işidir..

Neyse ki TÜİK, namuslu bürokrat ve teknisyenlerin baskısıyla yıllık enflasyonu resmen %62 verebildi. Peki bizde TÜFE üzerinden %62 olan enflasyon öbür OECD ülkelerinde ne durumda, onu da ekli grafikte görüyorsunuz, Arjantin ve bir-iki ülke dışında tümü %10’un altındadır….

Fotoğraf açıklaması yok.

Yalana dolana, talana sığınanların hükmü daha ne denli sürecek ? Önümüzdeki seçimde göreceğiz.

Sevgilerimle.æ

TL’NİN ÖNLENEMEYEN ERİYİŞİ

MUSTAFA KEMAL’İ SEVMEK VE ANILAMAK

Ali Ercan
Prof. Dr., Çekirdek Fiziği
ADD Genel Mrk.Bilim Kurulu başkanı
10 Kasım 2021

_______________________
MUSTAFA KEMAL’İ SEVMEK VE ANILAMAK

Değerli arkadaşlar,
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk‘ü, tarihsel kayıtların güvenilir tutulamadığı öyle bin, iki bin yıllık uzun geçmiş devirlerin tozlu belirsizliklerinden, -mış- lı geçmiş masallardan değil; 100 yıl önceki matba, kitap, fotoğraf, sinema dönemi belgelerinden ve aynı dönemi yaşamış güvenilir tanıkların net aktarımlarından tanıyoruz, biliyoruz.
Tarih, kahraman askerler, büyük komutanlar, insanlığa ışık tutan bilge filozoflar, yurt sevgisiyle dolu devlet adamları, geleceği öngören ve düzenleyen devrimciler gördü; ama bütün bu nitelikleri bünyesinde toplayan bir insanı ilk kez kaydediyordu:
  • Mustafa Kemal Atatürk!
Mustafa Kemal‘in söyledikleri, yazdıkları, yaptıkları, yapmak istedikleri, Türkiye ve Dünya üzerine düşünceleri ortadadır… (Kişisel zevkleri, özel yaşamı, inancı, inanıyorsa neye nasıl inandığı vs. bunlar kimseyi ilgilendirmez)
Mustafa Kemal‘i bir vatan kurtarıcı, kahraman bir asker, iyi giyimli çağdaş bir insan olarak gören, beğenen, “seven”, “sarı saçlım, mavi gözlüm” diye türküler düzen, övücü şiirler yazan, göğsünde rozetini taşıyan, O’nun adı arkasında politika yaparak koltuk yarışında olan çok insan var… Tamam da; iş O’nu “anlamak” ve “izlemek” konusuna gelince, aynı yüksek oranı göremiyoruz ne yazık ki…
O büyük Adam, 20 yıl gibi kısa bir sürede, adeta yoktan var edilmiş Laik, Demokratik, tam bağımsız bir Cumhuriyet yarattı; Ortaçağın karanlık batağındaki Anadolu halkından Yurtta ve tüm Dünyada Barışı önceleyen, Barış içinde yaşamı amaçlayan, imtiyazsız-sınıfsız, kaynaşmış bir çağdaş bir toplum, bir Millet yaratmak için savaştı..
Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe, Savaş bir cinayettir” diyen, “Hayatta en doğru yol göstericinin (müspet) Bilim” olduğunu söyleyen, Kapitalizmin ve Emperyalizmin karşısında Ulusal hak ve çıkarlarını savunan Mustafa Kemal’i anlamak, bence “insan olmak-olmamak” olgunluk sınavının birinci basamağıdır.
***
Değerli arkadaşlar,
Atatürkçü Düşünce sistemi (yani Kemalist ideoloji, Kemalizm) en kısa tanımıyla,
  • Bilimin rehberliğindeki Ulus-Devlet anlayışıdır
ve bu yalnızca Anadolu’ya özgü, yerel değil, evrenseldir.
Kapitalizmin İnsanlığı ve Gezegenimizi getirdiği bu noktada, 21. yy’ın devasa sosyo-ekonomik, ekolojik problemlerinin (AS: sorunlarının) batağından çıkarak, 22. Yüzyıla salimen (AS: güvenle) girecek ülkeler, –adını doğrudan, açıkça dile getirmeseler de– sonuçta Atatürkçü Düşünce Sistemini başarıyla uygulayan, yani pozitif bilimin yol göstericiliğinde ilerleyen Ülkeler olacaktır.
Sevgilerimle. æ

DÜNYA DEMOKRASİ LİGİNDE TÜRKİYE’NİN YERİ

Ali Ercan

Prof. Dr., Nükleer Fizik

10-9 Tam demokrasiler
8-7 Kusurlu demokrasiler
6-5 Ara (hybrid) rejimler
4-0 Otoriter-dikta rejimler.
Buna göre, Demokrasi Göstergesi 6 puvanın altında olan ülkeler “demokratik ülke” sayılmıyor.
Türkiye 2006’da 167 ülke arasındaki demokrasi sıralamasında 5,7 puvanla 88. durumdaydı. En son yayınlanan 2020 raporuna göre, Türkiye epey gerilemiş görünüyor; nitekim 4,5 puvanla 104. sırada bulunuyor; yani Dikta rejimleri sınırına iyice yaklaşmış; bakalım, 2021 notu nasıl olacak… Kardeş Azerbaycan ise, 2,7 puvanla 167 ülke içinde 146. sırada yani otoriter/dikta rejimler bölgesinde bulunuyor (bkz. tablo)
Fotoğraf açıklaması yok.
***
Değerli arkadaşlar,
Demokrasi sözcüğü eski Helen (Bugünkü Yunan) dilinden gelir. (Demos = Halk) ve (Kratos = Güç, iktidar) sözcüklerinden türetilmiş bir kavram; Halkın öz yönetimi, Halkın halk tarafından yönetimi anlamına geliyor. Türkçe “Halkçılık” Demokrasi anlamındadır. (Bkz. Afet İnan, Yurttaşlık bilgileri kitabında Atatürk‘ün el yazısı)
Eski Atina’da olduğu gibi, 25-30 bin kişiden oluşan kent erkeklerinin büyük meydanda, Agora’da toplanarak kent sorunlarını oylamak dönemi artık çok gerilerde kaldı. Bugün Dünya nüfusu 8 milyara erişti, ülkelerin, kentlerin nüfusu milyonlarla ifade ediliyor; o nedenle demokrasinin çağımızdaki uygulama biçimi Temsili Demokrasidir; çağdaş Parlamenter demokrasi (farklılıkları kapsayan) “çoğulcu” ve olabildiğince yüksek derecede “katılımcı” bir yönetim biçimidir. Bu arada, aklıma geldi, ekleyelim; eski Atina demokrasisinde kadınların ve kölelerin oy hakları yoktu!*
Elbette, toplum içinde farklı düşünen, farklı inanan insanların hak ve özgürlüklerine, yaşam biçimlerine karşılıklı hoşgörülü ve saygılı olmak esastır; ancak bu yetmez, “özgür ve eşit yurttaşların öz yönetimi” olan Demokrasinin etkin işleyebilmesinin vazgeçilemez ön koşulu “Laiklik ilkesi“dir. Kamusal yaşamda, Devlet yönetiminde dogmalar, inançlar, Din vs. değil yalnızca ve yalnızca Bilim olmalıdır yol gösterici…
Türkiye’nin Demokrasi öyküsünü bu gerçekler ışığında nereye oturtabiliriz ki?! Kurtuluş savaşının ve büyük Dünya savaşının yaralarını henüz saramamış, Cumhuriyet Devrimlerini henüz tam anlamıyla içselleştirememiş, yorgun, bitkin, yoksul ve cahil bir ortaçağ toplumunun önüne sandık kondu; Oyu istendi (fikri soruldu); Doğal sonuç ortada ! 70 yıldır ağırlıklı olarak Laiklik karşıtları ligası çıkıyor sandıktan.
Değerli arkadaşlar,
Arapça “Fikir” sözcüğünün Öz Türkçe karşılığı “Oy” dur. (kimi lehçelerde Öğ**) Dolayısıyla “Oy vermek”, Fikrini söylemek, fikrini açıklamak anlamına gelir. Uğur Mumcu’nun çok kullandığı ünlü bir sözle bitirelim;
  • “Bilgisi olmayanın Fikri de olamaz”,
yani “Bilgisi olmayanın Oyu da olamaz!” (QED***)
Sevgilerimle…æ
_______________
* Ayrıca oylamak için Agora’ya girişte düz, ince bir çizgi üzerinde yalpalamadan yürüyebilmek gerekiyordu “sarhoş olmadığını” kanıtlamak için!.. Çağımızda da bir zeka testi yapılabilir örneğin 😄
** Öğ kökünden Öğüt (ders, nasihat) ve Öğretmen (öğleten) sözcükleri hala yaşıyor dilimizde…
Büyük Atatürk “Türk, Öğün, Çalış, Güven” derken “öğün” ile övünmeyi, böbürlenmeyi değil, “düşünmeyi” kastetmişti.
Anadolu Türkçesindeki (Düşün-mek, Anla-mak, Hatırla-mak) eylem sözcükleri Orta Asya da sırasıyla, (Ögün-, Tüşün-, Anıla-) biçiminde idi yüzyıllar öncesi… Kimi fosil kalıntılar var. Örneğin An(ı)lamak = (Ar.)Hatırlamak, kökünden “Anı” sözcüğü “hatıra” karşılığı kullanılıyor hâlâ.
***Matematik ve mantıkta net çözümlerin, kanıtların sonunda Latince QED harfleri konur (quod erat demonstrandum)
======================================
Dostlar,
Günümüzde Demokrasinin eriştiği evrimsel basamak, “doğrudan demokrasi” dir.
Gerek toplumsal (kolektif bilinç) gerekse bu olguyu destekleyecek teknik altyapıya birçok ülkenin hazır olduğu söylenebilir.

Tipik olarak cep telefonlarına gönderme yapmaktayız. 18+ yaş cep telefonu sahibi, oy kullanma yeterliği olan (us sağlığı yerinde) herkes, şimdilik önemli halkoylamalarında (referandum ya da plebisit) bu telefonlarıyla oy kullanabilirler. Örn. e-devlet kodlarıyla oylama ortamına erişip gerek görülen ek güvenlik önlemleriyle birlikte oylarını kullanabilirler, özçekim (selfi) fotoğraflarını ya da parmak izlerini okutabilirler..

Sanırız çok zaman kalmadı.. 18+ yaş, oy kullanma ehliyetli  herkesin temel teknik donanımı olan cep telefonu edinmesi ve kullanabilecek beceriye erişmesi. Gerektiğinde az sayıda zordaki yurttaşa yeminli destekçiler de sağlanabilir.
Düşünsenize, bir Anayasa değişikliği ya da başkaca temel konularda yasa oylaması ya da genel af için görüş alma.. Birkaç saat içinde Türkiye’de 60 milyon dolayında seçmenin istencini belirleme!
Siyasal sistem, teknolojinin de itkisiyle bu yönde evrilmeli ve Antik Yunan‘ın 2500 yıl önceki özlemsel (nostaljik) Agoraları sanal ortamda oluşturulmalıdır; aradan aza zaman geçmedi! Kuşkusuz kadın – erkek ayrımı olmaksızın ve Köleci toplumu çoook gerilerde bırakarak..
Sevgi ve saygı ile. 10 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

MASAL ve MANTIK

Ali Ercan
Prof. Dr., Çekirdek Fiziği 

Değerli arkadaşlar,

 

Biliyoruz ki masallar, efsaneler (esatir, mitoloji) yüzlerce, binlerce yıl önceki insanlığın hayal aleminde üretilmiş gerçek dışı öykülerdir. Ancak, bu masalları hâlâ gerçek sanan beyinlerin toplumda çoğunluk oluşu, açıkça şunu gösteriyor ki; insanın kültürel gelişimi bilimsel gelişimin çok gerisinde kalmıştır.

Kültürler (dil, din, yaşam biçimi, teknik, sanat) gezegenimizin buzul çağından sonra, “dengeli iklim koşullarını” yaşadığı son 8 bin yılda ve yerleşik yaşanabilecek verimli / sulak toprakların bulunduğu coğrafyalarda oluştu. Hemen her kültürün, “Dünya-Evren-Yaratılış” üzerine ürettiği bir mitolojisi vardır. Bu kültürler içinde dikkati en çok çekenler; Nil (Mısır), Dicle-Fırat (Mezopotamya), Seyhun-Ceyhun (Türkistan), İndus-Ganj (Hindistan), Yangtse-Huang (Çin) kültürlerini sayabiliriz. Amerika kıtasındaki Maya-Aztek kültürlerini de unutmayalım.

Kültürü, günümüz insanlığını geniş çapta etkisi altına almış olan coğrafya, tartışmasız Mezopotamya‘dır (Sümer, Babil ve ardılları). Bugün Dünya nüfusunun en az yarısı, Mezopotamya kültürünün ürünleri olan inanç sistemleriyle ilintili toplumlardır.

Çocuk masalları vardır; iyi-güzel-doğru davranış örnekleriyle, ‘düşünsel terbiye’ amaçlı yazılmış (kimi kez resimli) kitapçıklardır. Bu masallardaki ölçülü abartılar çocukta mantıksal sakatlığa pek yol açmaz; gülünüp geçilir; çocuk da öykünün “gerçek” olmadığının, olamayacağının farkına (ayrımına) varır çok geçmeden.

Ancak büyüklere yönetilmiş gerçek üstü “ciddi masallar” (?) için aynı toleransı (hoşgörüyü) gösteremeyiz. Bu uyduruk masallardaki mantıksız kurgular, belki o zamanların koşulları ve bilgi düzeyi nedeniyle bir derece anlayışla karşılanabilir; ama binlerce yıl sonra, uzay çağında milyonlarca insanın bu masalları hala ciddiye alıp inanmalarını onaylamak, mantıklı görmek olanaklı değildir. Ortadoğu kutsal kitaplarında (örn. Tevrat’ta) anlatılan öyküler içinde çok bilinen “ürkütücü bir örnek” vardır :

1. 100 yaşında bir Adam, rüyasında Tanrıyı görür;
2. Tanrı O’na, “Benim için oğlunu kurban et” der.
3. Adam uyanır, hemen bıçağı alır, tam oğlunu boğazlayacak…
4. Gökten bir melek, bir koyun getirir.
5. Melek ona, “dur, yapma ! ” der. “Tanrı seni sınadı”
6. Sen Tanrının sevdiği kullarından oldun.
7. “Oğlunu bırak, bu hayvanı kurban et!” der ve gider.

Şimdi bu öyküyü irdeleyelim : Madem ki Tanrı,

*Hep var olan,
*Gücü her şeye yeten, Evrendeki tüm bilgiye egemen,
*Her şeyi yaratan, koruyan, yok eden, istediği biçime sokan,
*Hiçbir şeye gereksinim duymayan,
*Gelecekteki her şeyi önceden bilen…. özellikleriyle

Gerçeklik ötesi (metafizik) bir süper kavram olarak algılanıyor; o zaman bu masalın kurgusu Tanrı tanımıyla çelişiyor. Tanrı adamın çocuğunu kesip kesmeyeceğini önceden bilmiyor muydu? Biliyorsa bu sınav gereksiz, anlamsız; bilmiyorsa Tanrı’ya atfedilen (AS: yüklenen) özelliklerle çelişmiyor mu?

Ayrıca Tanrı’ya yaranmak, O’nun sevgili kulu olmak ve Cennetle ödüllendirilmek için (yani salt kendi şahsi çıkarı için) oğlunu kesecek ölçüde hırslı birini kendine “elçi” tayin edişi de “rahman ve rahim” bir Tanrı kavramıyla çelişiyor. (Gökten gelen ?! koyunu bir yana bırakalım..)

Sonuçta; neresinden bakarsanız, bakın mantıksız kurgulanmış, hatta “Tanrıyı küçük düşürücü bir masaldır bu !”
***
Buna benzer daha birçok masal var Ortadoğu mitolojisinde; Günümüzün acı gerçeği şu ki; inançlı olduğunu söyleyen milyonlarca insan, inandığı Dinin kitabını dikkatle, irdeleyerek okumuş değil… (daha doğrusu okuyup anlaması kasıtlı olarak engellenmiştir!) (AS: Diyanet İşleri Başkanı daha geçen hafta “Türkçe okunan Kuran, Kuran değildir” buyurdu!?)

Örneğin İslam coğrafyasında, Halkın inandığı (ya da inandığını sandığı) kutsal kitabını kendi anadilinde okuyup anlamasını engellemek için özellikle Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya.. gibi ülkelerde çok etkili, asalak bir Ruhban sınıfı türemiştir;

Bu ülkelerdeki yüz milyonlarca inançlı insan, bu ruhban sınıfının (Din baronlarının) eğitimi ve adeta zincirlerle bağlanmış, denetim ve gözetimi altındadır. Kutsal ögelerin istismarıyla, halkın uyutulması, teskin edilmesi ve belli bir siyasal seçime yönlendirilmesi bu Sınıfın en başta gelen görevidir. Karşılığında muazzam ekonomik kazanımları vardır.

Ne var ki; hemen her toplumda, şimdilik az sayıda da olsa, zincirlerini bir biçimde kırarak, aklını vesayetten kurtaran, fikri hür, vicdanı hür, aklı hür insanlar da var! Bunlar ya inançlarını bir biçimde değiştiriyor ya da tümden terk ediyorlar…

  • Aklın dogmalardan kurtuluşuna “Aydınlanma” diyoruz !Aydınlık yarınlara kavuşmak dileğiyle..

     

    Sevgilerimle.æ

MUSTAFA KEMAL’İN TARİH SAHNESİNE ÇIKTIĞI GÜN : 25 Nisan 1915

Prof. Dr. D. Ali Ercan
Nükleer Fizik Uzmanı

Değerli arkadaşlar,

Büyük Dünya Savaşının “Müttefikler” kanadı (İngiltere, Fransa ve Rusya) İstanbul’da buluşmak ve Osmanlı İmparatorluğuna kesin öldürücü darbeyi vurmak üzere Osmanlının en zayıf olduğu Denizler üzerinden büyük hareketi planlamışlar ve o zamana dek Dünyanın görmediği ölçekte büyük bir Donanma ile Çanakkale Boğazına dayanmışlardı…

17 Şubat 1915’te Çanakkale Boğazına girmek isteyen Müttefik Gemileri, Osmanlının Almanlardan aldığı süper ağır topların ateşi altında Boğazı geçememişler, kezlerce geri çekilmişler ve bu denemeleri 18 Mart’a dek sürmüştü. En sonunda 6 büyük savaş gemisinin Çanakkale Boğazı içine (bkz. mavi çizgi ve kırmızı noktalar) Nusrat Mayın gemisinin döşediği mayınlara çarparak batmaları veya ağır yaralanmalar, ağır asker yitikleri nedeniyle geri çekilmişlerdi. Bu günü “Çanakkale Deniz Zaferi” olarak kutluyoruz…

Fakaat Savaş bitmemişti;
Deniz savaşını yitiren Müttefikler, B Planlarını uygulamaya başladılar: Gelibolu yarımadasını tümüyle işgal ederek, hedefe (İstanbul’a) hem karadan hem de denizden ulaşmak için hazırlığa giriştiler.

Midilli adasında yaralarını saran, hazırlıklarını bitiren müttefik güçleri 38 gün sonra, sürpriz bir çıkartma baskını başlattı; 25 Nisan sabahı Osmanlı mevzilerine yağdırdıkları ağır topçu ateşi altında Yarımadanın uygun kıyılarından çoğunluğu Avustralya ve Yeni Zelanda’dan devşirilmiş on binlerce askeri karaya çıkartmaya çalıştılar.

Yarımadanın en kritik ve en zayıf tutulan yerinden (Arıburnu) karaya çıkan askerler rahatlıkla ilerliyorlardı. Bu arada, yanında bikaç askerle, görev verilmediği halde, durumu bizzat gözetlemek için ileri hatlara dek gitmiş olan 9. İhtiyat Tümeni Komutanı Albay Mustafa Kemal, mermileri bittiği için geri çekilmekte olan 1 müfreze askeri görmüş, onları durdurmuş;

  • Mermimiz yoksa süngümüz var; derhal yere yatın, siperlerinizi hazırlayın ve bize yardımcı güçlerimiz gelinceye dek elde kalan son cephanemizle oyalayalım..” diyerek müfrezenin geri çekilişini durdurmuştu.

Tepede Türk askerlerinin siperde olduğunu gören Düşman da ilerlemeyi durdurmuş, sipere yatmış ve yukarıya doğru makineli tüfek ateşi başlatmıştı.

Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesinin 5. Ordu Komutanı Otto Liman von Sanders‘ten izin almadan, inisiyatifini kullanarak ihtiyat kuvveti 57. Alaya haber göndermiş ve Alay, başlarında Hüseyin Avni Bey, çok kısa bir zaman içinde, koşar adım olay yerine yetişmişti.

Mustafa Kemal, 57. Alaya saldırı (taarruz) buyruğu (emri) verdi.
57. Alay kendisinden 3 kat daha büyük Anzak birliklerine taarruz etmiş, düşman durdurulmuş, geri püskürtülmüştü… Ama gökten mermiler, ağır bombalar yağmur gibi yağıyordu* Osmanlı mevzilerine… ve Alay, komutanı Hüseyin Avni dahil son erine dek şehit düşmüştü.

Bu mevzi savaşları aylarca sürdü. 25., 26. ve 27 inci Alaylar da geri çekilmediler, kahramanca savundular bölgelerini….
Sonunda Düşman pes etti ve geldikleri gibi defolup gittiler!

İstanbul (bir süreliğine de olsa) işgalden kurtulmuştu. Ordu içinde ve Halk arasında Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal‘in adı dilden dile dolaşıyor, Halk Bayram yapıyordu. Mustafa Kemal İstanbul’da “Halâskâr Gazi” (Kurtarıcı Savaşçı) olarak tanındı…

Vatan topraklarını korumak uğruna toprağa düşen Kahramanlar ışıklar içinde uyusunlar. Çanakkale geçilseydi bugün Dünya çok farklı görünebilirdi; özellikle Anadolu’nun ve Rusya’nın yazgısı, büyük olasılıkla bambaşka olurdu… çünkü 2 büyük devrimci, Rusya’da Lenin, Anadolu’da Mustafa Kemal olmayabilirdi.

Sevgilerimle.æ
___

*Çanakkale savaşında Osmanlı askerlerinin mevzileri üzerine yağdırılan bombaların toplam yıkım etkisi Japonya’ya atılan 2 Atom Bombasından daha büyüktür. 60 binden çok Osmanlı askeri, 50 bin dolayında müttefik askeri öldü… æ

FAKİRLEŞTİKÇE ZENGİNLEŞEN ÜLKE : TÜRKİYE

Prof. Dr. (Nükleer Fizik)
Değerli arkadaşlar,
– ” Evet sizin geliriniz Dolar, Euro… bazında yükseldi, bizimki düştü görünüyor…. ammaa, Türkiye’de bizim kendi paramızla, TL ile satın aldığımız şeyleri aslında siz çok daha pahalıya satın alıyorsunuz.”
” Örneğin sizin ülkenizde 100 Dolara satın aldığınız bir “tüketim sepetini” biz 260 TL’ye alıyoruz; dolayısıyla 1 Dolarınızın bizim paramızla gerçek karşılığı 8,1 TL değil, onun 8,1/2,6 = 3,1’de biridir, !!!
Buna göre de bizim yıllık milli gelirimiz 650 milyar Dolar görünse de, PPP ölçeğinde 650 x 3,1 ~ 2 trilyon dolardır ! “
Böylece Türkiye Dünya listesinde PPP olarak gelir sıralamasında 11. inci sıradadır! Ama gerçekte Dünyanın en büyük 11. ekonomisi değil, 21.sidir.
***
Paritenin nasıl hesaplandığını, yani kıyasladıkları “sepete” neleri koyduklarını bilmiyorum; nasıl yapıyorlar da 1 dolar = 2,6 TL oluyor, anlayamıyorum. Örneğin biz Türkiye’de 1 litre benzine 88 Dolar sent öderken, Amerikan halkı daha çok değil, hatta biraz daha az 85 sent ödüyor..🙄
PPP üzerinden yapılan bu pembe tablolar gerçekten yabancı sermaye gelişini sağlar mı, onu da bilemiyorum; hele bir de bağımsız hukuk, şeffaf yönetim, Anayasal özgürlüklerin dokunulmazlığı vb. konularda Batı standartlarının gerisinde olan bir ülkede… anlayan varsa beri gelsin.
Sevgilerimle.æ
Bir şunu diyen bir yazı '84 83 TÜRKİYE'NİN GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILASI (Milyar Dolar) 950.58 934.19 82 1000 873 81 832. 950 NUfUus 59.8 863.72 80 852.68 900 771 79 850 78 2010 800 754.41 2012 77 201 750 2016 76 2018 2020 700 Kaynak; Economic Forum, World Bank, 12340 650 gelir 2003 600 LARGEST ECONOMY IN THE WORLD Ranking of Economies by at PPP CHINA JAPAN GERMANY INDIA 2020 INDIA CHINA FRANCE GERMANY INDIA JAPAN GERMANY BRAZIL MEXICO INDONESIA INDONESIA BRAZIL FRANCE MEXICO ITALY TURKEY S.ARABIA 15. TURKEY ITALY MEXICO TURKEY CANADA S.ARABIA IRAN SoveAi21 CANADA SPAIN S.ARABIA AUSTRALIA INVEST TURKIYE' görseli olabilir

2021’de COVID19 DİZGİNLENECEK Mİ ?

2021’de
COVID-19 DİZGİNLENECEK Mİ ?

Prof. Dr. (Nükleer Fizik)
Değerli arkadaşlar,
2019 yılı Aralık ayında Çin’de SARS virüs ailesinden yeni bir tür, çok kısa sürede tüm dünyaya yayıldı. Salgının başından itibaren (AS: bu yana) işi sıkı tutan, ciddi önlemler alan Çin, Kore, Japonya… gibi kimi ülkelerde yitikler öbür ülkelere oranla az oldu. Sonuçta Dünya, bu 2020 salgın yılını, 84 milyon olguda 1,83 milyon ölümle kapattı. Dünya genelindeki toplam ölümlerin %3’ü Covid-19 ölümü oldu böylece. (235 ppm)
18 ülkede 1 milyonun üzerinde Covid-19 olgusu gözlendi. Salgına karşı savaşımda “en başarısız ülke” ABD oldu. Nüfusu Dünya nüfusunun %4,2’si olmasına karşın, Dünyadaki tüm Covid-19 olgusunun %24,4’ü, yani Dünya ortalamasının tam 6 katı ABD’de tanı aldı. Çok ilginç bir rastlantı! ABD’de kişi başına gelir de dünya ortalamasının tam 6 katı! 🙄 Ölüm sayısı (350 bin) Dünya toplamının yaklaşık %20’sidir.
Dünya nüfus sıralamasında 17. olmasına karşın, Covid-19 olgu sayısı sıralamasında 7. sıradaki Türkiye, ~2,21 milyon toplam olgu ve kapanmış ~2,12 m olguda ~21 bin ölümle 2020 defterini kapatmış görünüyor. Daha önce de belirttiğim gibi, ölüm sayısında belirgin bir tutarsızlık var. Ölüm / kapanmış olgu oranı Dünyada %3 olduğuna göre, Türkiye’de Covid-19 ölüm sayısının 63 bin dolayında olması kuvvetle olasıdır; ancak resmi rakam 20,851 verilmiştir (31.12.2020). Türkiye’de 2019 yılı toplam ölüm sayısı 436 bin idi; bakalım 2020 yılı toplam ölüm sayısını TÜİK 436 + 63 bin olarak verecek mi?!
***
Değerli arkadaşlar,
Ekli grafikte, 2020 yılında Dünya genelindeki günlük Covid-19 olgu sayılarını görüyorsunuz… Grafik kabaca 5 dalga toplamı olarak analiz edilirse, –ki aslında yüzlerce küçük dalganın örtüşümünden meydana geliyor– [ve yeni büyük bir dalganın başlamamış olduğu varsayımı ile] Nisan veya Mayıs başında Dünyanın daha rahat nefes alacağı bir döneme girebileceğini söyleyebiliriz.
Öngörümüz bu yönde.
Salgının ‘sıcak’ olduğu odaklardaki yeni aşı uygulamaları da bu durulma sürecine kesinlikle olumlu katkıda bulunacaktır.
  • Her şeye karşın 2021 yılının da “etkin bir salgın yılı” olacağı akıldan çıkarılmamalı;
    Maske kullanımı, güvenli uzaklık kuralı, hijyen önlemleri gevşetilmeden sürdürülmelidir.
Şu anda (durumun ivediliğinden ötürü onaylanmış) hizmete sunulmuş olan yeni Aşıların gerçek etkinlik derecesi ancak 2-3 yıl sonra ortaya çıkacaktır; ama yine de “aşılanmış olmak” az-çok koruyucu bir önlemdir kesinlikle, eğer aşıya erişim olanaklıysa.
Umarız, Korona sürecindeki hatalardan ders çıkarılır ve aşı konusu, gecikmeli de olsa, ciddiyetle ele alınır, sağlama (tedarik), depolama, dağıtım lojistiği başarıyla sonuçlandırılır.
Tüm arkadaşlarıma daha az Koronalı, daha sağlıklı, mutlu umutlu yeni bir yıl diliyorum.
Sevgilerimle. æ
Fotoğraf açıklaması yok.

DÜNYA DARALDIKÇA DARALIYOR

DÜNYA DARALDIKÇA DARALIYOR

Değerli arkadaşlar,

1800’lerde 1 milyar olan Dünya nüfusu 200 yılda 7,8 milyar oldu. Ayrıca her bireyin tüketim ağırlığı, yani gezegendeki “karbon ayak izi” de yaklaşık 3 kat büyüdü. 1800 insanı ile kıyaslarsak, sanki 25 milyar insan yaşıyormuş gibi Dünyamızda.

  • Dünya yaşam kaynakları yetmiyor insanlığa!

Her yıl Gezegenin bir yılda dengeleyebileceği üretiminin ortalama iki katını tüketiyoruz.

Dünya yaşam kaynakları her geçen gün geri gelmemecesine tükeniyor.

Eğer bütün insanlık Dünya’nın en zengin ilk %15’lik kesimi gibi, örneğin AB’nin ve ABD’nin birey başına tüketim hızıyla tüketmiş olsaydı, 1 yerine tam 4 Dünya gerekecekti…

Gezegenimiz üzerindeki karaların alanı 149 milyon km2’dir ancak Grönland, Antarktika, çöller ve bataklıklar dışında yaşanabilir alanların toplamı en çok 125 milyon km2’dir…

Buna göre Dünya nüfusunun ortalama yoğunluğu 2020 yılında km2 başına 65 kişidir, diyebiliriz. (AS: nüfus yoğunluğu – population density)
***
Türkiye’de nüfus yoğunluğu km2 ye 111 kişi, yani neredeyse Dünya ortalama yoğunluğunun 2 katına yakındır. Büyük kentlerde bu yoğunluk km2’de 10 bin kişiye dek çıkıyor.

Toprak alanı 783 bin km2 olan Türkiye, Dünya yaşanabilir topraklarının binde 6’sı kadardır; ama buna karşın Ülkede (yabancı göçmenler ve Suriyeli mülteciler dahil) 87 milyon insan, yani Dünya nüfusunun binde 11’i yaşamaktadır…

  • Nüfusumuz alanımıza göre 2 kat fazladır ve bu nedenle, her şeyden önce sürekli su sıkıntısı çekmemiz kaçınılmazdır.

Haritada Türkiye’den daha beter durumda olan Hindistan, Çin, Kore, Japonyayı ve Orta Avrupa’yı, Batı Amerika’yı görüyorsunuz. Dünyada nüfus yoğunluğu rekoru (küçük kent devletçikler dışında) 1100 kişi/km2 ile Bangladeş’tedir…
***
Dünya nüfus artış hızı binde 10,5’e düştü (AS: %1,05), ama bu bile Dünya nüfusunun yılda 82 milyon artışı demektir ki, 2050’lerde 10 milyarı geçecek olan Dünyanın çevre, sağlık, beslenme, enerji… sorunlarının kat be kat artacağının açık işaretidir.

İnsanlık adına derin kaygılarımla

Fotoğraf açıklaması yok.