Etiket arşivi: Çanakkale Deniz Zaferi’

MUSTAFA KEMAL’İN TARİH SAHNESİNE ÇIKTIĞI GÜN : 25 Nisan 1915

Prof. Dr. D. Ali Ercan
Nükleer Fizik Uzmanı

Değerli arkadaşlar,

Büyük Dünya Savaşının “Müttefikler” kanadı (İngiltere, Fransa ve Rusya) İstanbul’da buluşmak ve Osmanlı İmparatorluğuna kesin öldürücü darbeyi vurmak üzere Osmanlının en zayıf olduğu Denizler üzerinden büyük hareketi planlamışlar ve o zamana dek Dünyanın görmediği ölçekte büyük bir Donanma ile Çanakkale Boğazına dayanmışlardı…

17 Şubat 1915’te Çanakkale Boğazına girmek isteyen Müttefik Gemileri, Osmanlının Almanlardan aldığı süper ağır topların ateşi altında Boğazı geçememişler, kezlerce geri çekilmişler ve bu denemeleri 18 Mart’a dek sürmüştü. En sonunda 6 büyük savaş gemisinin Çanakkale Boğazı içine (bkz. mavi çizgi ve kırmızı noktalar) Nusrat Mayın gemisinin döşediği mayınlara çarparak batmaları veya ağır yaralanmalar, ağır asker yitikleri nedeniyle geri çekilmişlerdi. Bu günü “Çanakkale Deniz Zaferi” olarak kutluyoruz…

Fakaat Savaş bitmemişti;
Deniz savaşını yitiren Müttefikler, B Planlarını uygulamaya başladılar: Gelibolu yarımadasını tümüyle işgal ederek, hedefe (İstanbul’a) hem karadan hem de denizden ulaşmak için hazırlığa giriştiler.

Midilli adasında yaralarını saran, hazırlıklarını bitiren müttefik güçleri 38 gün sonra, sürpriz bir çıkartma baskını başlattı; 25 Nisan sabahı Osmanlı mevzilerine yağdırdıkları ağır topçu ateşi altında Yarımadanın uygun kıyılarından çoğunluğu Avustralya ve Yeni Zelanda’dan devşirilmiş on binlerce askeri karaya çıkartmaya çalıştılar.

Yarımadanın en kritik ve en zayıf tutulan yerinden (Arıburnu) karaya çıkan askerler rahatlıkla ilerliyorlardı. Bu arada, yanında bikaç askerle, görev verilmediği halde, durumu bizzat gözetlemek için ileri hatlara dek gitmiş olan 9. İhtiyat Tümeni Komutanı Albay Mustafa Kemal, mermileri bittiği için geri çekilmekte olan 1 müfreze askeri görmüş, onları durdurmuş;

  • Mermimiz yoksa süngümüz var; derhal yere yatın, siperlerinizi hazırlayın ve bize yardımcı güçlerimiz gelinceye dek elde kalan son cephanemizle oyalayalım..” diyerek müfrezenin geri çekilişini durdurmuştu.

Tepede Türk askerlerinin siperde olduğunu gören Düşman da ilerlemeyi durdurmuş, sipere yatmış ve yukarıya doğru makineli tüfek ateşi başlatmıştı.

Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesinin 5. Ordu Komutanı Otto Liman von Sanders‘ten izin almadan, inisiyatifini kullanarak ihtiyat kuvveti 57. Alaya haber göndermiş ve Alay, başlarında Hüseyin Avni Bey, çok kısa bir zaman içinde, koşar adım olay yerine yetişmişti.

Mustafa Kemal, 57. Alaya saldırı (taarruz) buyruğu (emri) verdi.
57. Alay kendisinden 3 kat daha büyük Anzak birliklerine taarruz etmiş, düşman durdurulmuş, geri püskürtülmüştü… Ama gökten mermiler, ağır bombalar yağmur gibi yağıyordu* Osmanlı mevzilerine… ve Alay, komutanı Hüseyin Avni dahil son erine dek şehit düşmüştü.

Bu mevzi savaşları aylarca sürdü. 25., 26. ve 27 inci Alaylar da geri çekilmediler, kahramanca savundular bölgelerini….
Sonunda Düşman pes etti ve geldikleri gibi defolup gittiler!

İstanbul (bir süreliğine de olsa) işgalden kurtulmuştu. Ordu içinde ve Halk arasında Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal‘in adı dilden dile dolaşıyor, Halk Bayram yapıyordu. Mustafa Kemal İstanbul’da “Halâskâr Gazi” (Kurtarıcı Savaşçı) olarak tanındı…

Vatan topraklarını korumak uğruna toprağa düşen Kahramanlar ışıklar içinde uyusunlar. Çanakkale geçilseydi bugün Dünya çok farklı görünebilirdi; özellikle Anadolu’nun ve Rusya’nın yazgısı, büyük olasılıkla bambaşka olurdu… çünkü 2 büyük devrimci, Rusya’da Lenin, Anadolu’da Mustafa Kemal olmayabilirdi.

Sevgilerimle.æ
___

*Çanakkale savaşında Osmanlı askerlerinin mevzileri üzerine yağdırılan bombaların toplam yıkım etkisi Japonya’ya atılan 2 Atom Bombasından daha büyüktür. 60 binden çok Osmanlı askeri, 50 bin dolayında müttefik askeri öldü… æ

Türker ERTÜRK : AŞAĞILIK KOMPLEKSİ

AŞAĞILIK KOMPLEKSİ

portresi_sade

Türker ERTÜRK
Geçen ay bir seri konferansa katılmak için gittiğimiz Almanya’dan milli hava yolu şirketimiz olan
Türk Hava Yolları (THY) ile dönüyordum. Uçak henüz havalanmıştı ki, önümdeki koltuğun arkasındaki
cepte bulunan THY’nin Skylife dergisine elim gitti.

 

Sonra kendimi tuttum! Çünkü bu dergiyi ne zaman elime alsam içinde bilgisizliğin, kısmen cehaletin ve çoğunlukla da tarihimizin onur duyulacak bölümlerine,
Cumhuriyetimize ve Atatürk’e düşmanlığın tezahürü (AS: yansıması) sayılabilecek bombalarla karşılaşıyordum. Bu düşmanlıklar kimi zaman ustaca yapılıyor, kimi kez de kör gözün parmağına biçiminde oluyordu.

Yolculuk uzundu, okumak için yanımda getirdiklerimi bitirmiştim. Esasında İstanbul’a inişe de çok kalmamıştı. Ama şeytan beni dürttü, Skylife dergisini elime aldım ve
bir göz attım.

Poppy Day

Sayfa 30’da “Zaferin 99. Yılı” başlığı altında derginin Mart 2014 sayısı olması nedeniyle Çanakkale Zaferi’nden söz edilmeye çalışılmış. Daha doğrusu şöyle bir değinilmiş. Dünya tarihine geçmiş Çanakkale Deniz Zaferi’ne, başlık ve bağlaçlar dahil 100 kelimeden meydana gelen bir yazı layık görülmüş. Ama derginin öbür sayfalarında eften püften, ceviz kabuğunu doldurmayacak konular için daha çok
yer ayrılmış. 18 Mart aynı zamanda Şehitlerimizi Anma Günü.
Böyle olmasına karşın bu konudan söz edilmemiş bile!

Türk Hava Yolları yılda bir kere andığımız şehitlerimizi anımsamıyor ve
bu konuya değinmiyor. Bundan daha büyük duyarsızlık ve düşmanlık olabilir mi? Örneğin İngiltere’de her yıl tekrarlanan ve I. Dünya Savaşı’nın bitişini markalayan Remembrance Day veya Poppy Day dedikleri anma törenleri yapılır, her yerde bir hafta süresince hatta bıktırırcasına bundan söz ederler. Bakanlar, bürokratlar ve
TV ekranların çıkan spikerler bile yakalarına poppy (gelincik) takarlar,
verdikleri önemi gösterebilmek için.

Kanbera’da ve Londra’da bile var!

Yazıda Atatürk ustaca sıradanlaştırılmaya çalışılmış. Bu dergiyi THY ile seyahat eden yabancılar da okuyor. Bu fırsat kaçar mı? İnsan Atatürk’ün, Çanakkale’de yaşamını yitiren yabancı askerler için söylediği Kanbera Avustralya’da Anzak Bulvarı’nda bulunan anıtın üzerinde de yazılı olan ve her yıl Londra’da yapılan Çanakkale  törenlerinde de okunan

  • “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!
    Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.  Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
    Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindeler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

sözlerini dergiye koymaz mı? Kim bu sözleri okuduktan sonra duygulanmaz ki?

Bu yazının yanında yer alan İngilizce tercümesine de baktım tam bir garabet ve aşağılık kompleksi içeren emareler veriyor. Yabancıların nasıl adlandırdığının önemi yoktur. İstanbul Boğazı İngilizceye İstanbul StraitÇanakkale Boğazı ise  Çanakkale Strait olarak çevrilir. Eğer her iki Boğazdan söz etmek gerekirse
bunun adı Turkish Straits’dir. Bosphorus ve Dardanelles gibi çeviriler yanlıştır. Aynen İstanbul’a Konstantinopolis demek gibidir.

Özgüven eksikliği, kültürel yozlaşma! 

Aynı aşağılık kompleksi belirtilerine İstanbul Belediyesi’nin uygulamalarında da rastlıyorum. İstanbul’da çoktandır vapurlarda, deniz otobüslerinde, metrolarda, otobüslerde ve belediyenin denetiminde bulunan tüm toplu taşıtlarda Türkçe’den
sonra İngilizce ikinci bir anons yapılıyor. İngilizce resmi bir dil oldu da bizim mi haberimiz yok!

Görebildiğim kadarı ile sömürge geçmişi olan ülkeler dışında böyle kişiliksiz uygulamaya dünyanın hiçbir yerinde rastlamadım. Tokyo’da, Seul’de, Tahran’da, Moskova’da, Kiev’de, Atina’da, Berlin’de, Roma’da, Paris’te, Madrid’de ve Viyana’da ülkelerinin resmi dili dışında başka bir dilde toplu taşıtlarda
duyuru yapıldığını duymadım.

Sanırım özgüven eksikliği, cehalet, aklın geri plana itilmesi, saplantı bozuklukları, kültürel yozlaşma, ulusal değerlerin aşındırılması.. yaşanan bu aşağılık duygusunun nedenleri olsa gerek.

Saygılar sunarım.

ATATÜRK Artık Hutbelerde Yok!?

Prof. Dr. D. Al ERCAN

portresi

ATATÜRK Artık Hutbelerde Yok!?

Değerli arkadaşlar,

Sözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk, 23.Mart.2013 tarihli yazısında,
“Hutbelerde artık Atatürk ve Türk kavramlarına yer verilmediğinden” yakınıyor.
Özellikle de  “Atatürk’ün kurduğu bir Kurumun Atatürk’e ihanetini” eleştiriyor.

Atatürk’e ne zaman ihanet edilmedi ki?! İhanet hep oldu, ve hep olacak.
Bunu yadırgamayalım. Emperyalizmin hizmetinde, bölücü-gerici yardakçılar takımı var oldukça ihanet hep olacaktır. Türkiye’de olan bitenleri başından itibaren bilenler için mevcut durumda şaşılacak bir şey yok; Neden mi? kısaca özetleyeyim;

Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923’ten bir gün önce, 28 Ekim 1923 Perşembe akşamı Cumhuriyetin yıkılması projesi başlatılmıştı, hem de maalesef,
Mustafa Kemal’in en yakın silah arkadaşlarının da aralarında bulunduğu bir kadro tarafından.

O zaman TBMM’nde 300’den çok milletvekili olmasına karşın bunların yarısına yakını ertesi gün ilan edilecek olan Cumhuriyete “Evet” oyu vermemek için, türlü bahanelerle,  Ankara dışına çıkmışlardı. Cumhuriyet karşıtı kadronun ileri gelenleri (Ali Fuat Cebesoy, Ali Çetinkaya, Rauf Orbay, Refet Bele, Kazım Karabekir, Fevzi çakmak…) korkudan Ankara’dan ayrılamamışlar, ertesi günkü oylamada nasıl davranacaklarını belirliyorlardı:

“Biz yarınki oylamada ‘Evet’ demeliyiz; aksi takdirde Mustafa Kemal bizi halleder;
ama unutmayalım ki O’da bir fanidir, bir gün elbet göçüp gidecektir, işte o zaman meseleyi hallederiz.”  Cumhuriyet, toplantıya katılan 150 küsur milletvekilinin
oybirliğiyle ve alkışlarla kabul ve ilan edilmişti..

Yani, değerli arkadaşlar,

“Cumhuriyeti imha etmek projesi”  Anti-Kemalist Proje, Cumhuriyetin ilanından bir gün evvel başlatılmıştır. O zamanki Laik Cumhuriyet karşıtı kadroların ellerindeki kara-yeşil bayrak bu günlere kadar gittikçe artan bir güçle elden ele taşına geldi.

Halifeliğin kaldırılması, Evkaf ve Şer’iye vekaletinin ilgası sonrasında, o zamanki koşullarda, “palyatif bir önlem” olarak Mustafa Kemal  Diyanet İşleri Başkanlığını kurmak zorunda kalmıştı.  Büyük Önder, “Laik bir Cumhuriyette Din ve Devlet işlerinin kesinlikle ayrı yürütülmesi gerektiğini, Dinin Devlet işlerine, Devletin de, sınırlı bir denetimin dışında, Din işlerine müdahale etmemesi gerektiğini” tabii ki, çok iyi biliyordu.

Ancak koşullar böyle bir çözümü zorunlu kılıyordu.  Ömrü vefa etseydi, Yüce Atatürk,
ilk fırsatta bu Kurumu “İslâm’da yönetici Ruhban sınıfı yoktur” diyerek ya tümüyle kapatacak, ya da Devlete karşı her türlü zararlı girişime karşı denetim erkini elde tutarak, Devlet desteğinin olmadığı, başka bir yapıya kavuşturacaktı.  (gerçek müminler için de kesinlikle daha hayırlı olurdu) Olmadı, olamadı..

İşte Diyanetin bir “Devlet Kurumu” olarak kuruluşunu büyük bir fırsat olarak değerlendiren Cumhuriyet karşıtı, Şeriat yanlısı yobaz takımı, bu Kurumu “üslenilecek bir merkez” olarak gördüler ve en kolay şekilde, bu zayıf noktadan Cumhuriyet’e “gedik” açabileceklerini anladılar.  Nitekim 1950 seçiminde Demokrat Parti iktidarı
ele geçirince, Devrim karşıtlarının baş ideologlarından Necip Fazıl Kısakürek
Atatürk döneminin bitişini (!) sevinçle şöyle haykırıyordu:

  • “Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,
    Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!”

Başından beri, ustaca takiye taktikleriyle bugüne dek güçlenerek gelen,
şu anda milyarlara hükmeden Diyanet Vakfıyla, 8 bakanlığın bütçelerinin toplamına denk bütçesiyle, 120 bin kişilik görünen kadrosuyla dizginlenemez bir güce erişmiş olan bu Kurumun çoktan Devlet’ten kopartılması, Devletle ilişiğinin kesilmesi gerektiğini kezlerce yazdım. Ne yazık ki çok az anlayan çıktı.

Değerli arkadaşlar özetlemek gerekirse    ;

1- Laik bir ülkede “Diyanet İşleri Başkanlığı” gibi garabet bir Devlet Kurumu olamaz.

2- Evet, DİB Atatürk tarafından kurulmuştur, ama zorunlulukla! Hasta olduğumuzda, tıbben zorunlu kaldığımızda, radikal bir ameliyata razı olmuyor muyuz?

3- Ülkemizin bu duruma gelmesinde en etkin Kurum kuşkusuz, vatan haini, bölücü, gerici birtakım siyasetçilerle birlikte (umursamaz hedonist zadegân takımının,
keyfi kekâ Hariciye’nin, ilgisiz Üniversitelerin, bilgisiz Askeriyenin,
korkak Aydınların, vurdum duymaz saftirik Halkın da katkılarıyla)
 DİB olmuştur…
DİB artık Şeriat Devletindeki en yüksek “Dini Makam” havalarında “fetwa” lar yayımlamaktadır.

4- DİB hiçbir tarikatın, hiçbir dini akımın zararlı olamayacağı ölçüde, Laik Devlet yapısını, aynı Devletin olanaklarıyla içten içe oyarak, kemirerek tahrip eden, Şeriat alt yapısını resmen kurgulayan bir Kurumdur. DİB içinde yuvalanmış kadrolar,
Şeriata giden yolları milim milim döşemiştir. Bu kurum çoktan lağvedilmeliydi.
Maalesef artık çok geç; Devlet kadroları %100.0 imamlaştı; adı henüz konmamış Şeriat Devletinin altyapısı tamamlandı. Sevgili Ataol Behramoğlu‘nun dediği gibi

  • Artık korkmaya gerek kalmadı,
    Çünkü korkulan olmuştur…

“Hutbelerden Atatürk adı çıkarılmış” Bunda şaşacak ne var ki ?! æ

*********************************************

Atatürk’e bir darbe de Diyanet’ten..
Hutbelerde artık Atatürk yok…

İki yıl öncesine kadar Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıl dönümlerinde tüm camilerde hutbeler okunurken, Atatürk’ün askeri dehası ve kahramanlığından söz ediliyordu; Atatürk’ün ve Türk milletinin kahramanlığından söz edilirdi. Son iki yıldır
hem “Atatürk” hem de “Türk” kelimeleri hutbelerden kaldırıldı.
Nereden nereye?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran Atatürk’ün, Diyanet tarafından “yok” sayılmaya başlaması tepki çekti. Daha önceki hutbelerde Atatürk’ten söz edilirken, “Cumhuriyetimizin kurucusu, Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk”
ifadesi ve Atatürk’ün sözleri de yer alıyordu…

Atatürk’ü hutbelerden sildiler

2012 yılından başlayarak ise Atatürk tümyle hutbelerden kaldırıldı ve Anafartalar kahramanı unutturulmaya başlandı. Bu yılki Çanakkale hutbesinde Atatürk’ün adı geçmeden Çanakkale zaferi ile ilgili şöyle denildi:

  • Aziz ecdadımızın kanlarıyla sulanmış cennet vatanımızın her karış toprağı
    nice kahramanlık destanlarını haykırmaktadır. 
    Tarihimizin her bir sayfası, onların şan ve şerefini anlatmaktadır. Böyle bir ecdadın varisleri olmanın
    haklı gururuyla başımız dik, alnımız açık bir şekilde onları her an hayırla ve minnetle yâd etmekteyiz. Ve bilmekteyiz ki, geçmişten ibret alarak
    Çanakkale ruhunu canlı tuttuğumuz müddetçe ulaşamayacağımız hedef, başaramayacağımız iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir problem olmayacaktır.
  • Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü münasebetiyle başta Çanakkale’de olmak üzere, mukaddesatı uğruna canını feda eden bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığınca aziz şehitlerimiz için ülke genelinde okutulan 250 bin hatm-i şerifin kabulünü, kutsal değerler etrafında kenetlenmeyi ve birlik beraberliğimizin
    daim olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz.”