Etiket arşivi: Mezopotamya

MASAL ve MANTIK

Ali Ercan
Prof. Dr., Çekirdek Fiziği 

Değerli arkadaşlar,

 

Biliyoruz ki masallar, efsaneler (esatir, mitoloji) yüzlerce, binlerce yıl önceki insanlığın hayal aleminde üretilmiş gerçek dışı öykülerdir. Ancak, bu masalları hâlâ gerçek sanan beyinlerin toplumda çoğunluk oluşu, açıkça şunu gösteriyor ki; insanın kültürel gelişimi bilimsel gelişimin çok gerisinde kalmıştır.

Kültürler (dil, din, yaşam biçimi, teknik, sanat) gezegenimizin buzul çağından sonra, “dengeli iklim koşullarını” yaşadığı son 8 bin yılda ve yerleşik yaşanabilecek verimli / sulak toprakların bulunduğu coğrafyalarda oluştu. Hemen her kültürün, “Dünya-Evren-Yaratılış” üzerine ürettiği bir mitolojisi vardır. Bu kültürler içinde dikkati en çok çekenler; Nil (Mısır), Dicle-Fırat (Mezopotamya), Seyhun-Ceyhun (Türkistan), İndus-Ganj (Hindistan), Yangtse-Huang (Çin) kültürlerini sayabiliriz. Amerika kıtasındaki Maya-Aztek kültürlerini de unutmayalım.

Kültürü, günümüz insanlığını geniş çapta etkisi altına almış olan coğrafya, tartışmasız Mezopotamya‘dır (Sümer, Babil ve ardılları). Bugün Dünya nüfusunun en az yarısı, Mezopotamya kültürünün ürünleri olan inanç sistemleriyle ilintili toplumlardır.

Çocuk masalları vardır; iyi-güzel-doğru davranış örnekleriyle, ‘düşünsel terbiye’ amaçlı yazılmış (kimi kez resimli) kitapçıklardır. Bu masallardaki ölçülü abartılar çocukta mantıksal sakatlığa pek yol açmaz; gülünüp geçilir; çocuk da öykünün “gerçek” olmadığının, olamayacağının farkına (ayrımına) varır çok geçmeden.

Ancak büyüklere yönetilmiş gerçek üstü “ciddi masallar” (?) için aynı toleransı (hoşgörüyü) gösteremeyiz. Bu uyduruk masallardaki mantıksız kurgular, belki o zamanların koşulları ve bilgi düzeyi nedeniyle bir derece anlayışla karşılanabilir; ama binlerce yıl sonra, uzay çağında milyonlarca insanın bu masalları hala ciddiye alıp inanmalarını onaylamak, mantıklı görmek olanaklı değildir. Ortadoğu kutsal kitaplarında (örn. Tevrat’ta) anlatılan öyküler içinde çok bilinen “ürkütücü bir örnek” vardır :

1. 100 yaşında bir Adam, rüyasında Tanrıyı görür;
2. Tanrı O’na, “Benim için oğlunu kurban et” der.
3. Adam uyanır, hemen bıçağı alır, tam oğlunu boğazlayacak…
4. Gökten bir melek, bir koyun getirir.
5. Melek ona, “dur, yapma ! ” der. “Tanrı seni sınadı”
6. Sen Tanrının sevdiği kullarından oldun.
7. “Oğlunu bırak, bu hayvanı kurban et!” der ve gider.

Şimdi bu öyküyü irdeleyelim : Madem ki Tanrı,

*Hep var olan,
*Gücü her şeye yeten, Evrendeki tüm bilgiye egemen,
*Her şeyi yaratan, koruyan, yok eden, istediği biçime sokan,
*Hiçbir şeye gereksinim duymayan,
*Gelecekteki her şeyi önceden bilen…. özellikleriyle

Gerçeklik ötesi (metafizik) bir süper kavram olarak algılanıyor; o zaman bu masalın kurgusu Tanrı tanımıyla çelişiyor. Tanrı adamın çocuğunu kesip kesmeyeceğini önceden bilmiyor muydu? Biliyorsa bu sınav gereksiz, anlamsız; bilmiyorsa Tanrı’ya atfedilen (AS: yüklenen) özelliklerle çelişmiyor mu?

Ayrıca Tanrı’ya yaranmak, O’nun sevgili kulu olmak ve Cennetle ödüllendirilmek için (yani salt kendi şahsi çıkarı için) oğlunu kesecek ölçüde hırslı birini kendine “elçi” tayin edişi de “rahman ve rahim” bir Tanrı kavramıyla çelişiyor. (Gökten gelen ?! koyunu bir yana bırakalım..)

Sonuçta; neresinden bakarsanız, bakın mantıksız kurgulanmış, hatta “Tanrıyı küçük düşürücü bir masaldır bu !”
***
Buna benzer daha birçok masal var Ortadoğu mitolojisinde; Günümüzün acı gerçeği şu ki; inançlı olduğunu söyleyen milyonlarca insan, inandığı Dinin kitabını dikkatle, irdeleyerek okumuş değil… (daha doğrusu okuyup anlaması kasıtlı olarak engellenmiştir!) (AS: Diyanet İşleri Başkanı daha geçen hafta “Türkçe okunan Kuran, Kuran değildir” buyurdu!?)

Örneğin İslam coğrafyasında, Halkın inandığı (ya da inandığını sandığı) kutsal kitabını kendi anadilinde okuyup anlamasını engellemek için özellikle Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya.. gibi ülkelerde çok etkili, asalak bir Ruhban sınıfı türemiştir;

Bu ülkelerdeki yüz milyonlarca inançlı insan, bu ruhban sınıfının (Din baronlarının) eğitimi ve adeta zincirlerle bağlanmış, denetim ve gözetimi altındadır. Kutsal ögelerin istismarıyla, halkın uyutulması, teskin edilmesi ve belli bir siyasal seçime yönlendirilmesi bu Sınıfın en başta gelen görevidir. Karşılığında muazzam ekonomik kazanımları vardır.

Ne var ki; hemen her toplumda, şimdilik az sayıda da olsa, zincirlerini bir biçimde kırarak, aklını vesayetten kurtaran, fikri hür, vicdanı hür, aklı hür insanlar da var! Bunlar ya inançlarını bir biçimde değiştiriyor ya da tümden terk ediyorlar…

  • Aklın dogmalardan kurtuluşuna “Aydınlanma” diyoruz !Aydınlık yarınlara kavuşmak dileğiyle..

     

    Sevgilerimle.æ

Muazzez İlmiye Çığ 100. yaşında; Gezi Direnişi şahane bir şey!

Muazzez İlmiye Çığ 100. yaşında!
Kaygılarını, umutlarını, hayallerini bizler için anlattı. 

Muazzez_Ilmiye_Cig_ve_Orhan_Erinc

 

Gezi Direnişi şahane bir şey!

 

 

 

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç’e 50 yıl aradan sonra ikinci kez röportaj veren Muazzez İlmiye Çığ, Gezi gençliğinin ortaya koyduğu tavrı “Gezi Direnişi’yle yepyeni, atak bir nesil yüzünü gösterdi. Şahane bir şey bu!” diye değerlendirirken kaygılı olduğunu da ekliyor:

“Umutluyum ama kaygılıyım da. Gençlerin kırılacağından korkuyorum.
Dinciler zalim. ‘Allahüekber’ deyip boğaz kesmeye hazır.”

ORHAN ERİNÇ / GAMZE AKDEMİR

“Babilliler kira meselesini 3700 yıl önce halletmişlerdi!”…

Muazzez_Ilmiye_Cig_100_Yasinda1Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi, yazar Orhan Erinç’in tam 50 yıl önce, Muazzez İlmiye Çığ ile yaptığı röportajın ardından kaleme aldığı, Cumhuriyet’te yayımlanan yazısının başlığı… Bu iki aydın yazar 50 yıl sonra ikinci röportaj için buluştular. Ben de aralarına katıldım. Erinç’ten haylice söz çalarak, zaman zaman Çığ ile aralarına kara kedi misali girerek ama hoş sohbetten payını fazlasıyla alarak… Söyleşiye Erinç’in o röportajı ve Çığ’ın yeni kitabı “Sümerliler Türklerin Bir Koludur” ile başladıysak da konunun ülkemizin günümüz gerçeklerine gelmesi hele ki Gezi Direnişi’ni, o dirilişi konuşmak kaçınılmazdı.

100 yaşına basan Çığ, bu yaşında da yine hepimizi cebinden çıkaracak denli aktif. Kendi deyişiyle bizlere “numune” olmak için çabalıyor. En “büyük” direnişçi Muazzez İlmiye Çığ kaygılarını, umutlarını ve bizler için hayallerini anlattı.

– 50 yıl önceki o yazıda Orhan Erinç, sizden bir tercüme yapmanızı rica etmiş,
Babil döneminden kira ile ilgili bir tableti tercüme etmişsiniz.

 Olağanüstü değil mi? Ta o zaman kira var, ne zaman ödeneceği kurallara bağlanmış, usuller belirlenmiş.

Orhan Erinç: Bugünden daha iyiler hatta. Benim geldiğim dönemde kira yasası
iptal ediliyor, değişiyor, yeniden ele alınıyor. O yazımın başlığını da bundan
yola çıkarak koymuştum.

– Hakikaten, bugünle kıyaslayınca… Disipline ve gelişme arzusuna bakın… Yazıyı icat etmeleri ve kısa süre sonrasında o yazıyla boy boy tabletlere belli bir düzen içinde kayıtlar düşmeleri ne kadar fevkalade. Hemen arşivlemeye de başlamışlar. Ticaret hayatı çok hareketli. Loncalar var. 500 kişinin çalıştığı bir atölyenin üretim kayıtları var. Borçların hangi tarih ve koşullarda, ne şekilde ödeneceği, cezai müeyyideler hep kayıt altında. Adalet tesis edilmiş, mahkemeler, hâkimler, hatta jüri bile var. Halkın toplandığı meydanlar var sonra, sosyal hayat fevkalade.

“Sümerliler Türklerin Bir Koludur” adlı yeni kitabınızda, Türklerin Sümerliler ile bağlantılarını yazıyorsunuz. 

Muazzez_Ilmiye_Cig_100_Yasinda2

– Yepyeni bilgilere ulaştım. Mesela Sümerliler kendilerine “Kenger” diyorlar. “Kenger”in Türklerde çok eski bir boy adı olduğunu, ayrıca Orta Asya’da ve Anadolu’da çeşitli şeylere verildiğini öğrendim. Dağ, nehir, bitki adı hatta soyadı olmuş. Atlas dergisi ortaya çıkardı ki, Orta Asya’da Sümer Dağları varmış. Sümerlilerin Mezopotamya’da koyduğu yer adlarını da buldum. Hem Orta Asya’da, hem de Anadolu’da var. Âdetlerde ve efsanelerde de benzerlikler var. Türklerde bir âdet; mesela bir adakları olduğunda taşlar taşır, dağ şeklinde yığar, etrafında dönerek ayin yaparlarmış.

 

Bunun Sümerlilerin bir efsanesine dayandığını öğrendim. O efsanede bir savaş tanrısı ve yeraltı cini savaşıyorlar. Kral yeniyor. Yenmesine yardım eden taşlar var. O taşları bir araya yığıyor. Derken tanrıça annesi ziyaretine geliyor. Çok sevinen Kral da o taşları annesine ulu bir dağ olarak hediye ediyor. Bir başka efsanede bir tanrıça, yeraltı tanrıçası olan kız kardeşini ziyarete gidiyor. Fakat bir sorun var; yeraltına giden kimse ölü hale geliyor ve bir daha yeryüzüne çıkamıyor. Tanrıça da vezirine, üç gün sonra dönmezse ‘tanrılara yalvar’ diyor. Ve tabii geri gelemiyor, Vezir de yakarıyor.
Bir tanrı cinler aracılığıyla bir su veriyor, “hayatın suyu ‘kurgarra’ bu, hayatın gıdası” diyor. Tanrıça bununla canlanarak dışarıya çıkıyor. Bugün hâlâ İran’da Türklerin arasında şöyle bir şey var; “qargarra” diye bir ağaç ekiyorlar. Bu ağaç büyüdüğünde muharremin 10’unda kesiyorlar, Hazreti Ali’nin çocuklarına hayat getiren bir ağaç olarak kabul ediyorlar. Herkes bu ağacın üzerine abanıp hayat aldığına inanıyormuş.

Ad benziyor, hayat da veriyor. Tamamen Sümerlilerden gelme. Mesela Sümerliler, vücuttan cinleri çıkarmak için davul çalıyorlar. Şamanlar da aynısını yapıyor.

Erinç: Ay, tutulmasında, Güneş tutulmasında Anadolu’da da davul çalarlar. 

 Evet, bir de silah atarlar.

Erinç: Anadolu’da su içinde kenger diye bir sakız satıldığını da anımsıyorum.

– Doğru. Sakızı var, bitkisi var, dağı var.

– Biraz önce Sümerlilere atfen söz ettiğiniz o siyasi, sosyal hayatı, Orhan Erinç’in
sizinle ilk röportaj yaptığı 50 yıl önceki Türkiye Cumhuriyeti’yle bugünü arasında
kıyaslar mısınız?

– Farklar büyük tabii. Memleketin hali hem iyi hem berbat! Temeli sapasağlam atılmış Cumhuriyetimiz 80 senede büyük şeyler başardı, Rönesans’ın ardından 400 senede tüm Avrupa’nın yetiştirdiklerine yakın sayıda insan yetiştirdi. Dünya çapında bilim adamlarımız, sanatçılarımız yetişti. Avrupa’nın 400 senede yaptığı devrimi biz 80 senenin ilk 10 senesinde yaptık. 1933’te öğretmendim, bu ne büyük bir atılımdır,
ne büyük bir milletiz diyorduk. Henüz karşıdevrimi görmedik çok fazla.
Fransa Devrimi’nde büyük katliamlar oldu, Rus Devrimi’nde hanedan yok edildi. Bizde böyle olmadı. Ama bir on sene daha böyle giderse tehlike büyük!

– Başbakan Erdoğan, “tarihi tabletlere” en asabi diktatör olarak geçti ve durulacağa da benzemiyor. 

– Arkasındaki Amerika’ya güvendikçe durulmaz.

– Sadece ABD değil Avrupa’da yaka silkiyor artık.

– Tabii, kredisini tüketmeye başladı. Bu kadar saldırmasının nedeni bu! Çok büyük korku içinde. Binlerce korumayla niye gezer bir adam. Atatürk’ün hiç yoktu böyle korumaları falan. Gezi Direnişi’nde biraz akıllı davransaydı, halkın taleplerine
kulak verseydi baş tacı olacaktı. Yapmadı, inat etti. Kime, neyin inadını yapıyorsun be adam! İnadı O’nu götürecek. Fırsatı kaçırdığını ve meydanın “boş olmadığını” gördü ama cahil cesareti var. Devamlı yalan söylüyor, iftira atıyorlar. Kimse de karşı gelmiyor. Ama çökecekler, sonunda çökecekler!

– Bu noktada Gezi Direnişi “kabaca” ikiye bölünen ülkede karşıdevrimcilere karşı bir “zincirden boşanma”ydı… 

– Tabii. Bu kadar insanın ayağa kalkması ne demek? Asker yoktu, bu çok önemli. TGB’yi alkışlıyorum. Gezi Direnişi’yle yepyeni, atak bir nesil yüzünü gösterdi. Şahane!
O kadar mutluyum ki… Ama kaygılıyım, gençlerin kırılacağından korkuyorum. Dinciler kırıp geçecekler diye korkuyorum. Çünkü bu gençler silahı olmayan çocuklar. Silah alsınlar diye söylemiyorum, silah olmadığı için halkı rahat rahat dövecekler diyorum. Gaz sıkacaklar, içeri tıkacaklar. Gezi uyanışının geri dönüşü yok tabii
ama dinciler zalim; Allahüekber” deyip boğaz kesmeye hazır.

– Başbakan Erdoğan yurtiçini değil yurtdışını dikkate alıyor malum. Fakat polis eylemcilere saldırırken yurtdışına verdiği tüm o “antidemokratik” görüntüler de durduramadı O’nu. 

– Geri adım atarsam oylarım azalır derdinde. Halkını ikiye bölmesi bundan.
Daha kötü bir şey olabilir mi? Hiçbir devlet lideri halkını bölmez, en fenası bile… Erdoğan bölüyor, “bunlar” diyor. İmam hatiplerden adam yetiştiriyor. Kinci ve dinci
ne demek? Başörtülü diye kötü muamele ettiler dedi, camide içki içildi dedi,
hemen dine sarıldı. Başbakan’ın ne kadar tehlikeli olduğunu etrafındakilerin de anlaması lazım. Anlamamaları onlara da büyük felaket getirecek.

– Bu arada pek çok işadamı görünmedi ortalıkta… 

– Yalnız bıraktılar halkı. Yazdım; “Nerdesiniz, hiç sesiniz çıkmıyor, hepiniz para keyfindesiniz” dedim. Güya demokrasiyi savunuyorlar ama olanlara seyirci kalıyorlar. Kalkmış Cizre’ye gitmişler. Hiç sesleri çıkmıyordu, şimdi mi akıllarına geldi halkın huzuru. Para derdindeler para! Ülke elden gidiyor, önce bunu düşünsünler.

Erinç:
Hayalleriniz ne? 

Muazzez_Ilmiye_Cig_100_Yasinda3
– Şimdi 100 yaşında hayalim şu desem bana gülmezler mi?

Erinç: Siz ununu elemiş eleğini asmış biri değilsiniz. Hayalleriniz onun için daha önemli.

 

 

Muazzez_Ilmiye_Cig_50_Yasinda

 

 

Muazzez İmiye Çığ 50 yaşında..

(Cumhuriyet PAZAR eki, 22.7.13)