Etiket arşivi: sürdürülebilir kalkınma

DÜNYA SAĞLIK GÜNÜNDE PARASI OLANA SAĞLIK

TOPLUMCU TIP - SINIFIN SAĞLIĞI: AKİF AKALINDr. Akif AKALIN
Halk Sağlığı Uzmanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu yıl, 7 Nisan 2023 Dünya Sağlık Günü’nü, “Herkese Sağlık” (Health for All) teması altında kutluyor. Aslında anımsanacağı gibi “Herkese Sağlık” sloganının özgün biçimi “2000’e dek Herkese Sağlık” (Health for All by the Year 2000 – HFA – 2000) idi. Olmadı. Dolayısıyla DSÖ’nün bu yıl yeniden önümüze koyduğu “Herkese Sağlık”, Örgütün yarım yüzyıllık hedefidir.

DR. AKİF AKALIN YAZDI- DÜNYA SAĞLIK GÜNÜNDE PARASI OLANA SAĞLIK

HERKESE SAĞLIK:
NEREDEN NEREYE…

1970’li yıllarda Herkese Sağlık sloganındaki “sağlık” sözcüğü, örgütün bugün 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşırken kullandığı “sağlık” sözcüğünden çok farklı bir anlam taşıyordu.

1970’li yıllarda “sağlık” dendiğinde, DSÖ Anayasası’nda yer alan tanım akla geliyordu. DSÖ Anayasası sağlığı, biyo-psiko-sosyal bir yaklaşımla,

  • “Yalnızca hastalık ve engelliliğin  olmayışı değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve toplumsal (sosyal) bakımdan tam bir iyilik durumu” olarak tanımlıyordu.

Sağlık, insanların toplumsal (sosyal) ve ekonomik olarak üretken bir yaşam sürebilmelerine olanak veren bir “iyilik” durumu olarak kavranıyordu. Bu çerçevede “Herkese Sağlık”, insanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmelerinin önündeki engellerin kaldırılması olarak anlaşılıyordu.

1970’lerin sağlık gündemine bakıldığında, sağlıkta ana sorunların daha çok beslenme yetersizliği, sağlıksız barınma koşulları, içme suyuna erişim ve eğitim gibi “tıbbi olmayan” konulara odaklandığı görülür. Sağlık sistemlerinin “Temel Sağlık Hizmeti” yaklaşımıyla güçlendirilerek herkesin sağlığa kavuşabileceği öngörülür.

Dahası 1970’lerin belgelerinde Herkese Sağlık karşımıza salt sağlık alanında değil, tarımda, sanayide, eğitimde, iletişimde, imarda sağlık için ortak eylem programlarıyla çıkar. Sağlık kalkınmanın ayrılmaz bir parçasıdır. 1978 Alma Ata Bildirgesi de “2000 Yılında Herkese Sağlık” için adaletli bir “Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen-YUED” önerir.

1980’li yıllardan başlayarak dünyada “toplumcu” düşüncenin gerilemesi ve toplumsal (sosyal) yaşama “bireyciliğin” egemen olmaya başlamasıyla birlikte DSÖ Anayasası’ndaki sağlık tanımı “resmen” değiştirilmese de, tıbba ve sağlık hizmetine egemen olan biyomedikal yaklaşım sağlığı “fiilen” biyolojiye ve sağlık hizmetini “tıbbi hizmetlere” indirgedi. (AS: Medikalizasyon…)

1990’larda sağlık sistemleri bir yandan “Temel Sağlık Hizmeti” yaklaşımından uzaklaşarak “sağaltım (tedavi) ” odaklı duruma gelirken, öte yandan 20. yüzyılda daha çok devlet hizmeti olarak örgütlenen sağlık hizmetleri özelleştirildi ve piyasalaştırıldı. Sağlık hizmeti piyasada alınır – satılır bir mal (meta), sağlık da sermaye için üzerinden kâr sağlanan bir yatırım – ticaret alanına dönüştürüldü.

SAĞLIĞIN YATIRIM-KÂR ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLME SÜRECİ

Dünyada 1917 Ekim Devrimi ile temel insan hakları arasına giren sağlık, Emperyalistler arası İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında başta İngiltere olmak üzere, sermaye egemenliği altındaki coğrafyaların önemli bir bölümünde (ve Türkiye’de) “sosyalleştirildi” (Nusret Fişek).

Emekçilerin tarihinde “altın yıllar” olarak kabul edilen 1950 – 70 döneminde sosyalizm tehdidi karşısında işçi sınıfına büyük ödünler vermek zorunda kalan sermaye, sağlık alanında sosyalist ülkelerde emekçilerin sahip olduğu hakların büyük bir bölümünü kapitalist ülkelerin işçilerine de tanıdı. Bu dönemde kapitalist ülkelerde bir yandan işyerlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği hizmetleri, öte yandan Birinci Basamakta Genel Pratisyenlik yaygınlaşmaya başladı.

1970’li yıllarda sosyalist hareketin içine düştüğü (ve bugün sürmekte olan) ideolojik bunalım, işçilerin ve emekçilerin 1980’lerde “toplumcu” düşünceden uzaklaşması ve “bireyci” dünya görüşünü benimsemesiyle “altın yılların” sonunu getirdi.

Bu sürecin en önemli köşe taşlarından biri, Dünya Bankası’nın (DB) 1993’de yayınlanan “Sağlığa Yatırım Yapmak” (Investing in Health) başlıklı raporu oldu. DB raporunda sağlıkta finansmanın kamudan, özele doğru yönlendirilmesinin gerekliliği vurgulanırken, aynı dönemde Uluslararası Para Fonu da (IMF) kendisinden borç isteyen ülkelere dayattığı Yapısal Uyum Programları’nda (SAL)  kamusal sağlık giderlerini kısma ve sağlığı özel sektöre açma koşulu getiriyordu.

DSÖ’nün geleneksel kamucu gündemini bırakarak, DB’nca dayatılan neoliberal gündemi benimsemesi, kendisini örgütün “Dünya Sağlık Raporu – 2000” başlıklı belgede gösterdi. Sonraki yıllarda DSÖ, sağlık alanındaki tek sorun adeta “finansman” sorunuymuş gibi davranmaya başladı.

2000’li yıllarda sağlık hızla “finansallaşırken”, sağlık hakkı da “sağlık hizmetine erişebilme” hakkı olarak kabul edilmeye başlandı. Nitekim 21. yüzyılda DSÖ tarafından ortaya atılan ve
7 Nisan 2023 Dünya Sağlık Günü’nde de sağlık sorunlarına “çözüm” olarak önerilen “Evrensel Sağlık Kapsamı” (Universal Health Coverage), Herkese Sağlık hedefine ulaşmanın anahtarı olarak sunuluyor.

DSÖ’NÜN 2023 DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ İLETİLERİ

Örgüt, 2023’te dünyanın sağlık sorunları olarak şunların altını çiziyor:

  • Dünya nüfusunun %30’u temel sağlık hizmetlerine erişemiyor”.
  • “İki milyara yakın insan, katastrofik (yıkıcı) veya yoksullaştırıcı sağlık giderleriyle karşılaşıyor”.

DSÖ sorunlara çözüm olarak Evrensel Sağlık Kapsamı (UHC)  öneriyor. Örgüte göre Evrensel Sağlık Kapsamı, akçalı (mali) koruma ve nitelikli temel sağlık hizmetlerine erişim sunacak, insanları yoksulluktan kurtaracak, ailelerin ve toplulukların iyiliğini teşvik edecek, halk sağlığı bunalımlarına (krizlerine) karşı koruyacak ve bizi “Herkese Sağlığa” doğru ilerletecek.

Örgüt herkese sağlığı bir “gerçeklik” durumuna getirmek için şunlara gereksinim olduğunu söylüyor:

  1. Nitelikli sağlık hizmetine erişim
  2. Nitelikli, insan – merkezli bakım sunan sağlıkçılar
  3. Evrensel Sağlık Kapsamı’na yatırımı yüklenen (taahhüt eden) politika yapıcılar

DSÖ hala “Temel Sağlık Hizmeti” yaklaşımıyla güçlendirilmiş sağlık sistemlerinin, sağlık ve iyilik hizmetlerini insanların yakınına getirmekte en etkili ve maliyet – etkili yöntem olduğunu savunmayı sürdürüyor, ama “sosyal adalet” kavramı üzerine kurulmuş olan Temel Sağlık Hizmeti kavramının, “sosyal adaletsizlik” ilkeleri üzerine kurulmuş bir dünyada nasıl olanaklı olabileceğini söylemiyor.

NE YAPMALI?

Aslında sağlık sorunlarının nereden kaynaklandığını ve çözüm için ne yapmak gerektiğini çok iyi biliyoruz, ama bunlar için gerekli politik kararlılıktan (iradeden) yoksunuz.

Örneğin sağlıkta en temel sorunlardan biri olan eşitsizliklerin kaynağının özel mülkiyet olduğunu biliyor, ama özel mülkiyete son vermek ve ortaklaşa mülkiyete dayalı bir toplumsal (sosyal) düzen örgütlemek için gerekli politik istenci (iradeyi) ortaya koyamıyoruz.

Son birkaç yılda başımıza gelen yıkımlar (felaketler), sağlık sorunlarının artık değer sömürüsüne dayalı bir toplumsal düzende çözülemeyeceğini gösterdi. Gerek pandemi sürecinde (Kovit-19), gerekse Kahramanmaraş depreminde sermaye birikiminin gereksinimleri ile halkın sağlık gereksinimlerinin “uzlaşmaz” bir çelişki içinde olduğu apaçık görüldü.

Sermaye, pandemi sürecinde “her ne pahasına olursa olsun çarklar dönecek” dayatmasıyla salgına karşı gerekli “toplum düzeyli” önlemlerin alınmasına izin vermedi. Oysa Türkiye gibi “birey düzeyli” (bireysel temelli) önlemlerle yetinmeyerek bunları toplum ölçeğinde önlemlerle destekleyen ülkeler, Türkiye ile kıyaslanamayacak ölçüde az yitik verdiler.

  • Yine deprem sürecinde yaşadıklarımız, sermaye düzeni içinde hiçbir sağlık sorununu çözemeyeceğimizi bir kez daha kanıtladı.

Sermayenin bir an önce yeni inşaatlara başlayabilmek için, henüz enkaz altından çığlıkların yükseldiği günlerde, enkaz altında kalanların kurtarılması yerine, enkaz kaldırma çabasına girmesi asla unutulmayacak.

DSÖ’NÜN “ÇÖZÜMÜ”

Son olarak DSÖ’nün sağlık sorunlarına “çözüm” olarak önerdiği Evrensel Sağlık Kapsamı’na (ESK) bir göz atalım.

DSÖ ve Dünya Bankası’nın yıllardır şampiyonluğunu yaptığı ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasına da alınan ESK, sonunda “sınırlı” bir hizmet paketinin finansmanından başka bir şey değildir. Dahası bu sınır, “en az – asgari” sağlık hizmeti paketinin neleri kapsayacağını açıkça belirten “evrensel” bir sınır da değildir.

Bir örnek ile ne demek istediğimizi anlatmaya çalışalım: Kanada’da yaşayan “herkes”, prim (AS: prim = ek vergi!) ödesin – ödemesin, yaşadığı eyaletin sağladığı “asgari” (en az) sağlık güvencesine sahiptir. Ancak bu “an az sigorta paketi” dışında isteğe bağlı, bedelini ödeyerek satın alabileceğiniz “tamamlayıcı sigorta” paketleri vardır.

Asgari pakete sahip bir Kanadalı diş sorunu yaşadığında, yalnızca “çekim” için ücret ödemez. Dişini dolgu veya kanal tedavisi ile kurtarmak isterse ya cepten ek ödeme yapmak ya da “tamamlayıcı” sigorta poliçesi satın almak zorundadır.

İşte DSÖ’nün sunduğu ESK böyle, bedelini ödeyemeyenlerin asgari (en az), bedelini ödeyebilenlerin gereksindiği ölçüde sağlık hizmetine erişebildiği, eşitliksizçi bir çözümdür.

Öte yandan birçok deneyim, kamu sigortalarının hizmeti yalnızca kamusal sağlık hizmeti sunucularından değil, özel sektörden de satın almasının, halkın parasının özel sağlık sektörüne aktarılmasıyla sonuçlandığını göstermiştir. Böylece ESK bir tür kamusal kaynakları özel sektöre aktarma düzeneğine dönüşmektedir.

Tarih, bugüne dek denenen finansman (akçalama) modelleri içinde en eşitlikçi ve verimli modelin, sağlık hizmetlerinin “genel bütçeden” finanse edildiği Semaşko modeli olduğunu göstermiştir.
===================================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Akif AKALIN, sağolsun, konuyu yetkinlikle ve kapsamlı irdeliyor yazısında.

DSÖ resmi web sitesinde (who.int) kapsamlı yazı, belge, yazanak (rapor) ve görsellere erişilebilir:
(World Health Day 2023: Health For All (who.int)

75 years of improving public health

World Health Day 2023

On 7 April 2023  ̶  World Health Day  ̶  the World Health Organization will observe its 75th anniversary.

In 1948, countries of the world came together and founded WHO

– to promote health,
– keep the world safe and
– serve the vulnerable, so everyone, everywhere can attain the highest level of health and well-being.

WHO’s 75th anniversary year is an opportunity to look back at public health successes that have improved quality of life during the last seven decades.

It is also an opportunity to motivate action to tackle the health challenges of today –  and tomorrow.

Join WHO on a journey to achieve Health For All.

#HealthForAll   #WHO75
***
Küresel toplumun ve o arada Türkiye’nin de hızla usunu başına devşirmesi ve neo-liberal vahşetin çıkmaza sürüklediği tüm sömürgen politikalardan hızla sıyrılması kaçınılmazdır.

Üstteki “Evrensel Sağlık Kapsamı-UHC” yaklaşımı 3 eksende adımlar atmayı gerektiriyor :

1. Hiçbir insan sağlık güvencesi dışında kalmayacaktır (Herkese sağlık!)
2. Kapsanan sağlık hizmetleri olabildiğince geniş olacaktır.
3. Cepten ödemeler en aza çekilecektir. 

Kamusal sorumluluklasağlık temel bir insan hakkı” olarak yaşama geçirilmeli ve koruyucu sağlık hizmetlerine, TEK TIP – TEK SAĞLIK felsefesiyle yaklaşarak kesin bir öncelik verilmelidir.

Bu tümelci (integre) kamusal politika, daha az sağlık gideriyle daha sağlıklı bir toplum üretmeye en elverişlidir; en yüksek maliyet – etkili yoldur..

HERKESE SAĞLIK diliyoruz, Dünya Sağlık Örgütü 75. yaşını bitirirken.. (Türkiye kurucu üye!)

Not : Bu akşam 21:30’da, Atılım Üniv. Tıp Fak. Öğrenci Birliği’nin dileği ve konuğu olarak

  • DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ – 75. YIL

temalı bir konuşma yapacağız sanal ortamda..
Güncelleme : Bu etkinlik gerçekleştirildi.. Cem, Afra ve emek veren öğrencilerimize teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 07 Nisan 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Türkiye Cumhuriyeti Kurucularının Görkemli Sağlık Devrimi ve Günümüz

Dostlar,

Bu gün, 18 Mart 2023 Cumartesi günü, Kocaeli Tabip Odasının çağrısı ile bu kentte bir konferans verdik.

Konumuz, yandaki görselde de okunabileceği üzere,

  • Türkiye Cumhuriyeti Kurucularının Görkemli Sağlık Devrimi ve Günümüz

idi. 113 yansı ile kapsamlı olarak sorunsalı irdeledik.
Yansıları paylaşalım.

Kocaeli Tabip Odası, 18.3.23

Konferansın video kaydı alındı. Youtube’a yüklendiğinde buradan erişkeyi (linki) sunacağız.

Kocaeli Tabip Odası yönetimine ve Yunus Emre salonunu bu amaçla kullanıma açan İzmit Belediye Başkanlığına teşekkür ederiz.

Dünyanın ve Türkiye’nin “sağlığı” hiiiiiiiiiiiiç iyi değil. İvedi önlemler gerekli Türkiye’de ve Küre genelinde.
Yeni şeyler yapmalı. “Sürdürülebilir kalkınma” mottosu artık çağdışı.
Zorunlu parazit insanoğlu, “içine ettiğimiz” zavallı gezegenimizde “SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM(beka, sağkalım, survival) kavgası vermek zorunda!

  • Homo sapiens” artık bir evrimsel sıçrama ile “Homo environmentum“a evrilmeli.
    Bu gezegende “sürdürülebilir yaşam” ın başkaca anahtarı kalmadı!

Ardışık afetler sırada!

Bu saptama bizim değil, G20 doruğu sonuç bildirgesinden.. 2 yıl önce yaklaşık.
COP-27 bildirgesinde de benzer uyarılar yer almakta.

Salt zaman sorunu bu beklenen ardışık afetler! Uzun erimde de değil..
Küresel ısınma evresi aşılalı epey oldu. Artık gelinen aşama “İklim Faciası” (Climate disaster)!
İklim faciası, aşırı nüfus korkunç, hava ve çevre kirliliği, savaşlar..

En büyük insanlık düşmanı neo-liberal kapitalizm ve emperyalizm.
İnsanlık, bu kadim hastalığından en geç önümüzdeki birkaç on yılda kurtulmalı.
***

Bu gün ayrıca 18 Mart!
Şanlı 1915 Çanakkale Utkusu‘nun (Zaferi’nin) 108. yılı!
Zaferin eşsiz komutanı Albay Mustafa Kemal‘i ve yurt savunması için gözlerini kırpmadan şehit olan 250 bin vatan evladını sözcüklerle anlatamadığımız bir saygı, şükran ve minnetle anıyoruz.

Hele 15 yaşını yeni bulmuş / 45 kg beden ağırlığına erişen kınalı kuzuları..
Tokat’ta yakılan ağıt “Hey On beşli onbeşli…” 
İsyanımız öyle büyük ve acımız yakıcı oluyor ki, yer yer bu ağıt bir oyun havası olarak çalınıyor ve topluca oynanıyor. Birkaç yıl önce Datça / Billurkent’te tanık olmuş ve hemen durdurmuştuk.. Mikrofonu kapıp oradakilere acı gerçeği anımsatmıştık. Tokat’lı eşimiz Birsen, o ezginin “ağıt” biçimini okuduğunda herkes çok üzülmüş, duygulanmış ve çok da mahçup olmuştu.

  • Bir halk yakın tarihinden bu denli koparılarak köklerine yabancılaştırılabilir mi!? 

Tarih bilinci sağlayacak ulusal tarih eğitimi son derece önemli.

18 Mart 1915 için şu tweet iletisini de paylaştık..

https://twitter.com/profsaltik/status/1636939960061231104?s=20

Çanakkale Zaferi’nin 108. yılında “ÇANAKKALE GEÇILMEZ” sözünü tarihe yazdıran 250 bini geçen şehit ve gazilerimizi, zaferin eşsiz komutanı Albay Mustafa Kemal’i sonsuz saygı, minnet ve şükranla anıyoruz…
***
Sevgi ve saygı ile. 18 Mart 2023, İstanbul

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı / Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik 

21. YÜZYILDA ÜLKEMİZE ve DÜNYAMIZA KÜRESEL SAĞLIK TEHDİTLERİ..

Dostlar,

28 Ocak 2023 günü Gaziantep ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) şubemizin çağrılısı olarak bu kentte idik. 30. Adalet ve Demokrasi Haftası bağlamında, 2 saat süren uzun bir konferans verdik.

Konumuz “30. ADALET ve DEMOKRASİ HAFTASI : ADALET, DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’nin GELECEĞİ” idi. Gerekli bilgi ve, açıklamalarla konferansımızın youtube kaydının erişkesini (linkini) web sitemizde paylaştık (GAZİANTEP ADD Konuşmamız.. 30. ADALET ve DEMOKRASİ HAFTASI : ADALET, DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’nin GELECEĞİ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM). İzlenmesini, paylaşılmasını ve kontrgerilla – gladyo siyasal cinayetlerinin durdurulması için toplumsal kararlılık gösterilmesinin zorunlu olduğunu düşünüyoruz.

Ardından, Düztepe’deki Çepnililer Derneğine geçtik. Genel Sağlık-İŞ ve EĞİTİM-İŞ‘in işbirliği ve değerli meslektaşımız Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu‘nun çabasıyla düzenlenen 2. bir ekinliğe katıldık. Burada bizden istenen konferans başlığı şöyle idi:

  • 21. YÜZYILDA ÜLKEMİZE ve DÜNYAMIZA KÜRESEL SAĞLIK TEHDİTLERİ..

Bu konuyu izleyicilere sunduk, soruları yanıtlamaya çabaladık.
Başta meslektaşımız Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu olmak üzere toplantıyı düzenleyen ve emek verenlere şükranlarımızı sunuyoruz. Bu konferansımızı İzlemek için lütfen tıklayınız..

Toplam 58 dakika süren bu kayıtta, neo-liberal küreselleşTİRmecilerin özellikle son 40 yılda insanlığın başına ördüğü çorapları işledik. Sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması, özelleştirilmesi, kamunun giderek sağlık hizmetlerinden dışlanmasını, sürdürülemez boyutlara ulaşan çevre kirliliğini irdeledik.

Sürdürülebilir kalkınma” söyleminin (motto’sunun) duvara dayandığını, yerine SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM ilkesini koymanın zorunluğunu vurguladık.

Yeni insan tipinin “Homo environmentum” olmasını önerdik (adlandırma da bize aittir..).. Tasarruflu ve çevreye saygılı, barış içinde birlikte yaşam (peaceful co-existence) önerdik.

Mutlaka küresel NÜFUS PLANLAMASI ve “HER AİLEYE 1 ÇOCUK” zorunluluğunu irdeledik.

Sağlık hizmetlerinin – gereçlerinin (ilaç, tıbbi ürünler…) TEMEL İNSANLIK HAKKI olduğunu, kamusal sorumluluk gereği sunulması gerektiğini, küresel dayanışma ve işbirliğini önerdik.

Gelen soruları yanıtlamaya çalıştık.

  • Koruyucu sağlık hizmetleri öncelikli olmak üzere
  • Herkese eşit ve nitelikli sağlık hizmetleri ulaştırılması gerekliliğini paylaştık..

İzlenmesini (58 dk.), paylaşılmasını ve gereğinin yapılmasını dileriz..

Sevgi ve saygı ile. 03 Şubat 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

‘Büyük Keder Dalgası’

Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu
ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları 

31 Ekim 2022, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)


“Çorak Ülke”
 şiirinin 100. yıldönümünde, yine bir Anksiyete Çağı”. Ancak o zaman, en azından, “dünyayı yeniden yapma umudu” vardı. Bugün, ben kendimi, David Brooks’un (New York Times) “Büyük keder dalgası” gözlemine daha yakın buluyorum; nihilizme düşmemek için her gün yeniden aşmaya çalıştığımız bir duyguyu betimliyor.

‘DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDA’

Yeni bir İklim Zirvesi’ne giderken Birleşmiş Milletler’in konuyla ilgili üç kurumu, bu yüzyılın sonuna kadar hedeflenen 1.5 °C sıcaklık artışı sınırının artık gerçekçi olmadığını açıkladılar: Bu hedefe ulaşmak için gerekli uluslararası işbirliği ortamı yok. Putin’in “Dünya, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en tehlikeli 10 yıla giriyor” sözlerinin, ABD Yeni Güvenlik Stratejisi’nin “büyük güçler arası rekabet dönemi” tanımlamasının, Çin’e yönelik ticari yaptırımların, Çin liderliğinin içeride otoriter ve dışarıda daha sert politikalara yönelmesinin gösterdiği gibi, olacağı da yok…

Yüzyılın sonuna kadar sıcaklık artışı 2.5 °C sınırına ulaşacak. “Uygarlık” artık altından kalkması olanaksız bir yıkım riskiyle karşı karşıya. Bu yıkımın bir boyutu, deniz seviyesinin yükselmesine, aşırı iklim olaylarına bağlı olarak artık kronikleşmiş su ve gıda kıtlığı; bir diğeri bu kıtlıklardan kaçanların, gittikçe daralan (hemen hepsi merkez ülkelerde) yaşanabilir alanlara sığınma çabasının ağırlaştıracağı siyasi gerginlikler. Büyük güçlerin, ekonomi, kaynak ve ulaşım açısından stratejik öneme sahip bölgeleri paylaşma çabasının yoğunlaşması da yeni jeopolitik krizleri, savaşları besleyecek. Ne de olsa: “İçeride devrim istemiyorsanız dışarıda emperyalizm…” (Cecile Rhodes)

Ulus devlet ve liberal demokrasi de vatandaşlarının temel gereksinimlerini karşılama kapasitesini hızla kaybediyor. Bu madalyonun öbür yüzünde, gücü ve serveti müstehcen düzeylere ulaşmış, finans, enerji, teknoloji ve silah şirketleri, sosyal medya ve internet üzerinden satış platformu tekellerinin sahibi, Bezos, Musk gibi tipler, hırsız siyasetçiler ortaçağ krallarını çatlatacak büyüklükte servetleri halkın gözüne sokuyorlar.

Bu büyük krizlerin, büyük servetlerin, “en çok zarar verenlerin sesinin en çok çıktığı” (Greta Thunberg) dünyasında halkın payına bir “büyük keder” dalgası düşüyor. Gallup şirketinin 140 ülkede, 150 bin kişiyi kapsayan bir araştırması keder, öfke duygularının geçen yıl rekor düzeye çıktığını saptamış: 16 yıl önce halkın yüzde 1.6’sı yaşamına “0” notu verirken (“0” en kötü – “10” en iyi), geçen yıl bu oran yüzde 6.4’e ulaşmış. En alt yüzde 20’sinin “mutsuzluk notu” ortalama 2.5’ten geçen yıl 1.2’ye gerilemiş.

Bu dalga, liberal demokrasiye, onun liderlerine olan güveni eritiyor. Bu kedere, öfkeye, tercüman olacak, “dünyayı yeniden yapma umudunu” yaşatacak bir sol hareketin yokluğunda “süreç olarak faşizm” hızlanıyor: İsveç’te ikinci parti, Macaristan’da, Polonya’da, İtalya’da, Hindistan’da iktidarda, İspanya ve Finlandiya’da 2023 seçimlerinde birinci sıraya yükselebilir. Pazar günü, Brezilya’da, büyük sermayenin ve ordunun tercihi faşist Bolsonaro, ya seçimleri “Atı alan Üsküdar’ı geçti” misali kazandı ya da “hile var” diyerek ortalığı birbirine katmaya başladı. Benzer bir krizin, ABD ara dönem seçimlerinde, 2024 başkanlık seçimlerinde yaşanma olasılığı çok yüksek. Tabii bu arada Türkiye de önümüzdeki seçimlerle bu resmin içinde kendine uygun bir yer bulacak.

Adeta, Yahya Kemal’in şiirindeki gibi “Dönülmez akşamın ufkundayız” ancak, şiirin “boş ver keyfine bak” havası bir seçenek değil. Çünkü “büyük keder” kişinin değil bir uygarlığın sonuna ilişkin. Bir insanın kendi yaşamı tükenirken “boş vermeyi” seçmesi bir özgürlük sorunu.

  • Bir insanın uygarlığın geleceğine boş vererek
  • “kişisel haz ilkesine”, (AS: Hedonizm’e) “öbür dünya umuduna” sığınması ise
  • insan olmaktan vazgeçmeye ilişkin bir ahlak sorunu.

====================================
Dostlar,

Homo sapiens” kendi elleriyle kendi sonuna doğru dört nal koşmakta.

Bu yüzyıl sonuna dek havaküre (atmosfer) sıcaklığının en çok 1,5 derece artması bile alarm sınırı iken, bu hedefin yakalanması çok güç görülüyor. Ülkelere tanınan karbon dioksit salım (emisyon) kotaları kürsel pazarda haraç mezat!! Diyelim Çin, ABD.. yoksul, sanayileşmemiş bir Afrika ülkesinin nüfus, yüzölçümü gibi ölçütlere dayalı belirlenen yıllık toplam fosil yakıtları salım (emisyon) kotasını satın alıyor! Satan ne ölçüde bunalımın ayırdında bilinmez ama alanın olası yıkımı bildiği çok açık. Bir bilinç tutulması mı bu??

İnsanoğlu yaşamının kumarını oynamakta! Birkaç çarpıcı örnek..

– DSÖ’ne göre (Dünya Sağlık Örgütü) dünya nüfusunun %99’u (doksan dokuzu!),
DSÖ standartlarına göre kirli hava soluyor.
– Kanserlerin neredeyse %80’e varan kesimi çevresel; Kanser politik bir hastalık!
– Unutulmuş kimi hastalıklar geri dönerken, yepyeni hastalıklar oluşuyor ve bu tür
ardışık afetlerin birlikte, eşzamanlı deneyimlenmesi salt bir zaman sorunu..

Yapılabilecekler belli ve sınırlı                :

1. Sürdürülebilir kalkınma (sustainable development) söylemi (mottosu) artık “sürdürülebilir” değildir. Hızla SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM (sustainable life) ayarlarına (moduna) geçilmelidir.

2. Küresel nüfus artış hızı %1,05’lerden en çok 10 yıl içinde yüzde yarımın altına çekilmeli,
yıllık net 80 milyonu aşan nüfus çoğalması 40 milyonun altına düşürülmeli.
(Türkiye’de yarım milyonun altına..)

3. BM ve ilgili uzmanlık kuruluşları DSÖ, FAO, UNEP, UNDP, ILO, UNICEF, UNESCO..
ağır küresel bunalımı / sağkalım (beka, survival) sorununu kesinlikle gündemden düşürmeden BM Genel Kurulunda, Güvenlik Konseyi’nde gündemde tutmalı ve küresel kapitalizm mutlaka dizginlenmeli. Tüketim çılgınlığı durdurulmalı, herkes en üst düzeyde tasarruflu yaşamalı.

4. Bilimsel buluşlar çevreyi – doğayı gemlemek için değil (Doğa fahişemiz değil!), onun yasalarını anlayarak birlikte barış içinde yaşamak (peaceful co-existence) felsefesiyle kullanılmalı.

5. Ekolojik devlet – ekolojik anayasalar dönemi açılmalı.

Son olarak; Neondertal insandan Homo sapiens‘e evrilen insanoğlu, 21. yy’ın ilk yarısında,
yepyeni ve “hızlı” bir evrimleşme ile “Homo environmentum“a yükseltgemeli kendisini.

Çünkü; ya Doğa intikam alarak sırtındaki zorunlu parazit insanoğlunu atarak büyük olasılıkla çok daha keyifli olarak evrendeki varlığını biz olmadan sürdürecek;

Ya da pes edecek ki bu da uygarlığın yeryüzünde sönümlenmesi ile eşdeğer.

Belki bu arada evrende başka gezegenlerde yaşam bulunursa ya da kolonileşme olanaklı olursa.. Ünlü kuantum fizkçisi Stephan Hawking‘in uyarısı ise “en geç bin yıl içinde” bu düşötesi (fantastik) tasarımın gerçekleşmesi.

Görünen o ki o denli zamanımız yok; uyan insanoğlu uyan!!

Sevgi ve saygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

 

 

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Liberalizm’in kurucusu Adam Smith, “Sağlık hizmeti, piyasaya bırakılamayacak denli önemli, ‘kritik’ bir alandır.” görüşüne, 1776 tarihli The Welfare of Nations adlı klasik kitabında yer vermektedir.

BM Ana Sözleşmesi (1945), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası (1947) Dünya sağlığının önemini vurgulayarak sağlığın tanımını vermektedir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ise,

  • Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve gönenç içinde beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır.

düzenlemesi ile (md.25) sağlık hakkını pekiştirmiştir.

Ek olarak pek çok Uluslararası sözleşmede sağlık hakkı ve toplum sağlığının önemi net olarak vurgulanmıştır.

Ulusal hukukumuzda da başta 2, 41 ve 56. madde olmak üzere Anayasal güvence sağlanmıştır.

17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) kapsamında Sağlıklı Toplum da özellikle vurgulanmaktadır.

DSÖ Genel Başkanı, G20 ülkeleri 2020 toplantısında

  • Pandemi, sağlığın, büyümenin bir yan ürünü olmadığının güçlü kanıtıdır.” 

saptamasını paylaşmıştır.

Son 40 yılda yoğunlaşan Küreselleşme sürecinde, 21. yy’da Halk Sağlığı bir yol ayrımına taşınmıştır.

DSÖ verileriyle;

* 1+ milyar insan denetimsiz hipertansiyon ile yaşamaktadır,
* küresel nüfusun en az yarısı en temel sağlık hizmetlerine erişememekte,
* her yıl yüz milyon insan, kaçınamadığı sağlık giderleri nedeniyle aşırı yoksulluğa düşmektedir!

Oysa Sağlık, temel bir insanlık hakkıdır!

Aşırı nüfus artışı, SKH önünde temel engellerdendir, pek çok gelişmekte olan ülke Demografik Fırsat Penceresini kaçırmak üzeredir.

  • Sağlık, Küresel Kalkınma Gündeminin kalbine konmalıdır.

Bu amaçla, dünya genelinde sağlık için en büyük süregelen engel olarak Yoksulluk tanımlanmalıdır.

Nobel Ekonomi ödüllü Prof. J. Stiglitz’e göre

  • Uluslararası sermaye Devleti eğitim ve sağlıktan çekmekte, bu hizmetler çökmektedir.

ILO da çalışanların sağlık – güvenlik sorunlarına dikkat çekmektedir.

Öte yandan, UNCTAD raporlarına göre IMF politikaları Sosyal çöküş reçeteleridir.

Prof. K. Nweihed,

  • İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK  ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.” vurgusu yapmaktadır.
    ****

Çevre kirliliği, sürdürülemez bir afet boyutuna erişmiştir!

Genel eğitimle yeterli çevre bilinci edinimi kaçınılmazdır. e-devlet vb. olanaklar bu amaçlarla daha yoğun ve özenli kullanılmalıdır.

Hedef; «doğaya ve emeğe saygılı hukukun üstünlüğü» dür. Halkın «demokratik hukuku» nun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti ve toplumu yaratmanın temeli, insanların bu üstün değerlere aşık ve «erdemli» yetiştirilmesine bağlıdır.

  • HER-KE-SE eşit, nitelikli, sürekli, yaygın, kamusal KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ öncelikli olmalıdır!

«SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA» (Sustainable development) mottoso işlevini tamamlamıştır.

  • Küresel toplum, Gezegende bir «beka» (survival) sorunsalı ile yüz yüzedir.
  • Dolayısıyla, «SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM» tek zorunlu seçimdir.

Doğa yasaları O’nu «fahişeleştirmek» için değil, barış içinde birlikte yaşam (peaceful co-existence) içindir. 21. yy şafağında karşılaştığımız 6 ardışık salgın, yeterince çarpıcıdır.

  • Sömürüsüz, BAŞKA BİR DÜNYA OLANAKLIDIR!

2030’a ertelenen Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine erişmenin başkaca akılcı yolu yoktur. Önce sağlıklı, ardından eğitimli küresel toplum!

İnsanın kendine – birbirine – emeğine yabancılaşmadığı; kendini gerçeklediği, onurlu, mutlu..

AKILDAN ÇIKARILMAMASI GEREKENLER…

“Homo sapiens” in = İNSANOĞLU / KIZI‘nın, akıl dışı kapitalist / yağmacı hırsı ile Gezegenimizden yok olması riski ile yüz yüzeyiz!

“Sürdürülebilir kalkınma” (Sustainable development) artık eski bir masaldır.. Sürdürülebilirliği” kalmamıştır; Gezegenimiz “imdat” çığlıkları içindedir.

20. yy’ın başında yaşadığımız 6. salgındır KOVİT-19 ve henüz başedemedik! Aklımızı başımıza almaz isek başedeceğimiz de yoktur.

Kurtuluş reçetesi SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM‘dır (sustainable life).

Homo sapiens (mankind), yeryüzünde sağkalım (survival) / BEKA eşiğindedir.

Dünyada tüm türler sayıca azalır / yok olurken; salt insanlar, Papa’nın deyimi ile tavşanlar gibi üremeyi daha ne denli sürdürebilir?

Dünya “sonlu” değil mi, hangi sonsuzluğa dayanması beklenebilir??

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK” en temel yeni yaşam yasalarından..

Doğaya, bilimsel yollarla keşfedilen yasaları üzerinden bir “fahişe” gibi davranmaya da kesinkes son..

Biz O’na mahkumuz, dahası, “zorunlu parazit” konumundayız.

Öyleyse temel yasa : BARIŞ İÇİNDE BİRLİKTE / “peaceful co-existence” !


Sevgi ve saygı ile. 05 Ocak 2021, Ankara

Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Konferansı 2020 Sonuç Bildirgesi’ne Bakış

Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Konferansı 2020 Sonuç Bildirgesi’ne Bakış

Prof. Dr. İ. Melih Baş

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Kişisel olarak Eşbaşkan’lığını yürüttüğüm ve Rating Academy tarafından 24-26 Aralık 2020 tarihlerinde on line olarak düzenlenen ISLC2020 ( Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Konferansı – Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ), toplam 40 davetli konuşmacı, 5 ayrı panelde 20 panelistin sunumu ve 67 bildiri sunumu ile gerçekleştirildi. Kişisel olarak “Yeşil Finans” başlıklı bir bildiri sunumuyla da ayrıca katkıda bulunduğumu belirtmeliyim.

Farklı üniversiteler ve STK’ların desteklediği konferans kapsamında ATRVİTAL ismiyle bir on line sergi düzenlendi. Doç. Dr. Evren KARAYEL küratörlüğünde gerçekleştirilen sergide, farklı ülkelerden 105 sanatçıya ait eserler sergilendi. Toplam 260 sanatçı ve akademisyenin katkı sunduğu konferansı akademisyenler, öğrenciler, konuyla ilgili STK yönetici ve üyeleri ve önemli sayıda profesyonel izledi.

Konferansta Birleşmiş Milletler tarafından Gündem 2030 olarak da adlandırılan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları bazında (AS: temelinde)oturumlar ve paneller düzenlendi. Konferansta ele alınan konular SKA 17’nin tümünü kapsayan bir çerçeveye oturdu.

Konferansta ele alınan konular sonucunda asgari müşterekler bağlamında aşağıdaki görüşler ortaya çıkmıştır :

1. Artık bir antroposen çağında ve kimilerince vurgulanan 6. Kitlesel Yokoluş Çağı’nda yaşamaktayız. Bu çağda toplumların refahı için ekonomik büyüme (ulusal gelir artışı) yeterli olmayıp, bütünsel – sürdürülebilir- kalkınma (ekonomik, sosyal, ekolojik) gerekmektedir. Belki de kimi konularda küçülme ve anti-endüstriyalist uygulamalar gerekmektedir, örneğin daha çok fosil yakıtlı enerji üretimi yerine enerji verimliliğine odaklanmak, endüstriyalist tarım yerine agro-ekolojiye odaklanmak gibi.

Bu anlamda “sürdürülebilir kalkınma” teriminin “sürdürülebilir kapitalist gelişme” olarak anlaşılması şeklindeki anlambilimsel tartışmanın aşılması sorunu çözüm beklemektedir.

Yeni bir yaşamın insan merkezli olmaktan öte ekoloji merkezli olması, insanların ve giderek toplumların doğaya egemen olma yerine doğanın -ekosistemin- bir parçası olma biçimindeki bir felsefeye dayanması gerektiği gerçeği kaçınılmaz gözükmektedir. Bu nedenle sürdürülebilir kalkınma kavramı yerine anlambilimsel tartışmaları da aşan biçimde SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM kavramı ve yaklaşımı daha ussal ve kapsayıcı gözükmektedir.

2. Sürdürülebilir yaşam için gerek örgün gerek yaygın eğitim aracılığıyla ekolojik okuryazarlık bağlamında bir paradigma değişimi gereklidir. Daha çok için hız ve haz odaklı toplum kavramı bırakılmalı yerine “yavaş ve daha az -minimalizm- toplumu” kavramı benimsenmelidir.
Bireyler ekolojik okuryazar olmakla, salt birer tüketici olmanın ötesine geçmeli; sürdürülebilir üretim-tüketim kapsamında önce birer üreketici (kendi gereksinimlerinin bir kısmını kendisi üreten kişi) olmalı, ardından isteklerine değil de gerçek gereksinimlerine odaklı bir yeşil tüketici olmalıdır. Şirketler artık sorumlu üretim (SKA 12) bağlamında ideal olarak ortakyaşar (simbiotik) stratejisine uygun olarak ESG (çevresel – sosyal – ekonomik yönetişimsel) sistemiyle çalışmalı ve saydam bir raporlama yapmalıdırlar.

İşletmeler ve devlet insanlara yaraşır istihdam sağlamak durumundadırlar (SKA 8), sanayi ve alt yapı çalışmaları da ekolojik –tutumlu– yenilik (SKA 9) felsefesi doğrultusunda yürütülmelidir. Bu amaçla izlenecek yolun adı kurumsal gelişim olup, bunun gerçekleşmemesi SKA’ların yaşama geçirilmesi olanaksızlaşacaktır.

3. Sürdürülebilir Yaşam için 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve bunların her biri için hedefler bir anlamda asgari program ve yol haritası olup, bunlar gelişmeye açıktır. Bu bağlamda BM İnsani Gelişme Endeksi 2020 Raporu’nda geliştirilen yeni modelden de yararlanılabilir.

4. Sürdürülebilir yaşam bağlamında 17 Amaç setinin kategorilendirilmesi konusunda çeşitli yaklaşımlar yapılabilmektedir. Bunlardan birine göre piramidin tepesinde Temiz Su ve Hijyen (SKA 6) ile Ulaşılabilir ve Temiz Enerji (SKA7) öncelikli SKA’lar olarak yer alıyor; piramidin ortasında İyi Sağlık ve İyilik Hali (SKA3), İnsana Yaraşır İş ve Ekonomik Büyüme (SKA 8), Sanayi, Yenileşim ve Altyapı (SKA 9), Sürdürülebilir Kentler ve Topluluklar (SKA11), Sorumlu Üretim ve Tüketim (SKA12), İklim için Eylem (SKA13), Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar (SKA16) destekleyici olarak yer alıyor. Piramidin tabanında yer alan Açlığa Son (SKA1), Sıfır Açlık (SKA2), Kaliteli Eğitim (SKA4), Cinsiyet Eşitliği (SKA5), Eşitsizliğin Azaltılması (SKA10), Suda Yaşam (SKA14), Karada Yaşam (SKA15) ise temeli oluşturuyor. SKA’lar için Ortaklık (SKA17) ise diğer tüm amaçların başarımı için taşıyıcı dalga işlevi niteliğinde!

5. SKA’lar aracılığıyla sürdürülebilir yaşamın sağlanabilmesi için en önemli SKA 17 (Amaçlar için ortaklıklar) olarak gözükmektedir. Sürdürülebilir yaşam için bireysel, ticari veya ticari olmayan kurumsal, ulusal ve uluslararası düzeylerde işbirliği gereklidir. Elbette bunun için güçlü adalet, kurumların ve barışın önemi (SKA 16) destekleyici bir rol oynayacaktır.

İşbirliği yapacak kurumlar konusunda kısmi ve tam kapsamlı amaç odaklı örgütlenmenin hızla genişlediği gözlenmektedir. Bunların kimileri yerleşik düzene çeki düzen vermek odaklı ve ticari oluşumlar (ENGO: Environmental Non-Governmental Organization) iken kimileri de daha radikal alternatiflere odaklanmaktadır. Bu konuda evrimciliğin yeterli olamayabileceği, daha devrimci olunması gereksinmesi ortadadır. Ülkemizin kurucu felsefesi Kemalizm’in temel ilkelerinden birinin devrimcilik olduğunu anımsa(t)mak yerinde olacaktır. Tam da bu nedenle yönetebilmek için her düzeyde ekolojik ayakizi ölçümü şarttır.

Dünyamızın içinden geçtiği COVID – 19 süreci, dünyayı bekleyen daha büyük bela olan iklim değişikliği (AS: iklim felaketi!) konusunu unutturmamalıdır. Bu konuda Paris Sözleşmesi’ni imzalamayan ABD’nin imzalaması beklenmektedir. Ülkemiz de henüz onaylayıp ulusal mevzuat haline getirmemiştir, bu durum da acilen çözülmelidir.

6. Sürdürülebilir yaşamın yönetimi için SKA 17’nin her biri için konan hedeflere ilişkin göstergeler ölçülmeli ve saydam biçimde raporlanmalıdır. Bu konuda BM’in SDG Tracker gibi takip programlarında ülkemizin kimi verilerinin olmadığı ya da gerçekçi olmadığı gözükmektedir. SKA’larla ilgili olarak ülkemizde Başkanlığa bağlı Strateji Ofisi ile oluşmuş dar organizasyonun ötesinde her Bakanlıkta bu konuyla ilgili bir birim oluşturulmalıdır. Kaldırılan Kalkınma Bakanlığı derhal yeniden kurulmalı ve çalışma stratejisi olarak Gündem 2030 (SKA 17) olmalıdır. Bu sorun ivedilikle çözülmelidir.

7. 17 SKA çalışmalarında odaklanılan kavram eşitsizlik olmalıdır (SKA 5, SKA 10). Tüm olumsuz durumların ana kaynağı budur: Uluslararası eşitsizlik, ulus içi eşitsizlik vd. Hatta sağlık ve iyi olma hali amacı (SKA 3) için bile böyle olduğu COVID-19 sürecinde net görülmüştür. Bu anlamda ortaya çıkmış “küresel tedarik zincirleri” sürdürülebilirliğin her boyutunda yıkıma yol açmaktadır. Bu nedenle “yerel üret-yerel tüket” sloganı esas alınmalı, uluslararası şirketlerin kâr odaklı tarım-gıda-sağlık üçgenindeki uygulamalarına son verilmelidir.

8. Ülkemiz dikey ve yanlış inşaata (ve mega projelere) ve aşırı kentleşmeye dayalı sermaye birikim modelini ivedice terkedip, sürdürülebilir yerleşme birimlerine odaklanmalıdır.

İlgilenen kişi ve kuruluşlar kaçırdıkları konferans oturumlarının bant kayıtlarına ve sunumların yer alacağı yayınlara Rating Academy’nin web sitesinden (https://rating.academy/) ulaşabilirler.
=================================
Dostlar,

Değerli arkadaşımız Sn. Prof. Dr. Melih Baş’ın yukarıdaki derlemesi son derece ustalıklıdır. Kendisiyle, Ulusal Kanal’ın gerçek bir Kemalist çizgide olduğu yıllarda ortak programlar yapmıştık.

Sn. Prof. Dr. Mehmet Şahin ile birlikte eşbaşkanlığını başarı ile yürüttüğü Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Konferansı 2020″ ye bizi de çağrılı konuşmacı olarak katmışlardır. Bu toplantıda 24 Aralık 2020 günü çevrimiçi (on line) olarak,

  • SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI

başlıklı, 58 yansıdan oluşan, 30 dk. süreli bir konferans vermiştik. Bu sunumun video kaydına, Sn. Prof. Baş’ın yazısının sonunda verdiği https://rating.academy/  adresinden erişilebilir. Bizim  yansılarımızı ise kişisel web sitemizde yayınlamıştık aynı gün (Sürdürülebilir Yaşam ve Toplum Sağlığı – Prof. Dr. Ahmet SALTIK).

Bu arada, Sn. Prof. Baş’ın 07 Aralık 2020 günü Herkese Bilim ve Teknoloji dergisinde yayımlanan çok değerli bir başka makalesini önermek istiyoruz :

Ülkemize, insanlığa yararlı olmasını dileriz bu önemli toplantının ve çıktılarının.

Sevgi ve saygı ile. 28 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

ODATV’de NURZEN AMURAN İLE KORONA SALGINI SÖYLEŞİMİZ

ODATV’de NURZEN AMURAN İLE
KORONA SALGINI SÖYLEŞİMİZ

Vahşi kapitalizmi mutlaka dizginlemeliyiz

Nurzen Amuran sordu,
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık yanıtladı…

ODATV SÖYLEŞİSİ İÇİN
Prof. Dr. AHMET SALTIK’A YÖNELTİLEN SORULAR ve YANITLARI

Giriş : Bu gün, yaşadığımız Covid-19 krizini konuşacağız. Ancak salgının yarattığı ortamı değerlendirmeden önce kuruluş yıllarımızdaki sağlık alanındaki atılımlara da değinmek gerekir. Neler yapılmış ve bugün hangi aşamadayız? 1920 yıllarında Cumhuriyetin ilk kabinesinde Dr. Adnan Adıvar ilk Sağlık Bakanı olmuş ve sağlık stratejisini Koruma ve kurtarma üzerine planlamıştı. İlk bakteriyoloji laboratuvarları o dönemde kurulmuştu. Burgaz adasında verem sanatoryumu ve 1924’de  Heybeliada Senatoryumu  açılmıştı. 1925 yılında Sağlık Bakanı olan Dr. Refik Saydam zamanında 100 dispanser hizmet vermeye başlamış, İstanbul ve Sivas’ta iki “sıhhiye memuru” okulu açılmıştı.. Sıtma trahom, frengi ve kuduz ile mücadele hükümetin öncelikleri arasında yer almıştı. Sağlık konusunda Hükümet programında, “Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu açılması, Milli Tıp Kongreleri düzenlenmesi” öngörülmüştü. 1928’de Umumi Hıfzıssıhha Kurumu kurulmasına ilişkin yasa çıkarılmış, Sivas ve Ankara’daki kimyahaneler birleştirilerek Hıfzıssıhha Kurumu oluşturulmuştu. Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlığın korunması ve savaş yıllarında halkın ızdırap çektiği salgınların önlenmesi hükümetin bir numaralı sorunuydu. Koruyucu hekimliğe verilen önemin başlangıç noktası Cumhuriyetin ilk yıllarına dayanıyor.

1-Sayın Dr. Ahmet Saltık; o dönemlerin koruyucu hekimlik adına devrim diye kabul edeceğimiz başka hangi atılımlar olmuş? Sözgelimi Sıtma ve çiçek hastalıklarıyla mücadele de neler yapılmış?

YANIT 1: Sn. Nurzen Amuran, ODATV’de uzun zamandır sürdürdüğünüz başarılı söyleşileriniz için sizi kutlamak ve teşekkür ederek başlamak isterim. Sanırım daha önce de 2 kez beni konuk etmiştiniz. ODATV’ye dönük demokrasi ve hukuk dışı baskıları açıkça ve yüksek sesle kınıyorum. İktidarı basın özgürlüğüne bütünüyle saygılı olmaya, dahası onu korumaya çağırıyorum bir kez daha. ODATV çalışanlarının direncini ve savaşımını bütünüyle destekliyorum ve yanında yer alıyorum.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimizin ilanıyla birlikte sıra Kurtuluş’tan Kuruluş’a gelmişti. Her bakımdan bitik ve yıkık bir Anadolu ve halk vardı. Gençler ve erkekler Balkan savaşlarından beri kırılmış, geriye yaşlılar, kadınlar ve öksüz-yetim çocuklar kalmıştı. Bir de çok sayıda bulaşıcı hastalık Anadolu’da kol geziyordu. Çiçek hastalığı için Sivas Hıfzıssıhha Kurumunda aşı üretiliyordu:

Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa.. hala bize kol kanat geriyor.. bir de o zaman aşı üreten ve başka ülkelere bağışlayan bir Türkiye vardı! Utansın dinci yobaz Atatürk düşmanları! 1 Mart 1921 TBMM açış konuşmasında dile getiriyor üretilen aşı tür ve miktarını, rakam veriyor, milyonlarca insanımızı aşıladık ve ihraç ettik diye..

“.. Sağlık çabalarımızın önemli bir bölümü bulaşıcı ve salgın hastalıkların sınırlanıp engellenmesine ayrıldı…  Bu tür hastalıklardan yalnız çiçek ile lekeli humma kimi bölgelerde sınırlı bir salgın eğilimi göstermişse de, zamanında sağaltım ve koruyucu önlemlerle önlerine geçilmiştir.. Bulaşıcı ve salgın hastalıklarla savaşım gerekleri düşünülürken elbette en önce akla sağlık önlemlerinin uygulanmasında biricik etkili hekimler ve sağlık memurları gelir. Geçen yıl (1922) ülke içinde memur olarak atanan hekim miktarı 337, sağlık memurlarının adedi 434 idi. Ülkenin gereksinimini sağlamaktan uzak olan bu miktarın bu sene…  Hekimlik aylıklarının artırımı ve aynı zamanda mektepten çıkacak hekimlerimize zorunlu hizmet yükleme ve fazla hekim yetiştirilmesi ilkesine yönelmek yoluyla bugün görülen boşlukların doldurulması düşünülmektedir… Bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı insanları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen aşıları hazırlamak ile meşgul Hıfzıssıhha Kurumlarımız tam başarı ile çalışmasına devam ve savaşıma yararlı hizmet yerine getirmektedirler. 1337 senesi (1921) içinde üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas (Hıfzıssıhha) Kurumu, geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 kg kolera, 407 kg tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yaygın biçimde uygulanmıştır…” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. Cilt I-III, sayfa 306-7, ahmetsaltik.net/ arsiv/2014/06/Erken_Cumhuriyet_ Donemi_Saglik_Hizmetleri1.pdf)

Sıtma Savaşı için ise Sağlık Bakanlığında ve ülke genelinde özel savaşım (mücadele) birimleri kuruldu. Bataklıklar kurutuldu (günümüzde bu yöntem doğru bulunmuyor), ilaçlamalar yapıldı. Sıtma Savaş Memurları yetiştirildi ve tüm yurdu karış karış gezerek ateşli insanların parmak uçlarından kan örneği alarak laboratuvarlara taşıdılar (Aktif sürveyans). Böylece, sağlık kuruluşuna başvur(a)mayan insanlar toplum içinde erkenden bulunarak sağaltıma (tedaviye) alındılar ve bulaş (infeksiyon) zinciri kırılmaya çalışıldı. Bu hastalığın hala bir aşısı yok ve Sıtmanın İmhası Hakkında Yasa desteği ile hastalık salgın olmaktan çıktı ve ülkemizde son derece sınırlandı. Çiçek için ise yaygın aşılama, Kemal Paşa’nın deyimi ile “halka yaygın biçimde uygulanmıştır.” 1978’e gelindiğinde, Dünya Sağlık Örgütü, yeryüzünden bu hastalığın kökünün kazındığını (eradikasyon) duyurdu. Onlar,

  • Mustafa Kemal Paşa ve yoldaşları, DEVLETİN 1 NUMARALI GÖREVİNİN HALKIN SAĞLIĞI VE SAĞLAMLIĞI OLDUĞU ülküsüne sahiptiler ve gereğini yaparak Anadolu’da bulaşıcı hastalıklarla savaşta da tüm insanlığa örnek olabilecek destanlar yazdılar.

2-Günümüze dönersek, Türkiye Cumhuriyeti, sosyal devlet kimliği taşımasına rağmen sağlık hizmeti, “satın alınan hizmetler” sınıfında kabul edildi. Bu nedenle hastaneler ticari işletme olarak değerlendirildi. Covid-19’la birlikte kamucu sağlık hizmetinin önemi anlaşıldı. Salgınla birlikte yaşadığımız bu acı deneyimden sonra sizce sağlık sisteminde yeni bir yapılanmaya gidilme olasılığı var mı? Nasıl bir sağlık sistemine gereksinim var?

YANIT 2 : Belirttiğiniz gibi Anayasa’nın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini sayar ve 4. madde ile de ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceğini bağıtlar. Bunlar arasında demokratik ve sosyal hukuk devleti nitelikleri de yer alır. Pek çok anayasa hükmü, doğrudan – dolaylı yükümler tanımlar Devlete Ulusun sağlığı için. 56. madde özellikle sağlık konusunu düzenler ve daha ilk tümcesinde

Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama yaşama hakkına sahiptir.” der.

Ne var ki AKP iktidarı Haziran 2003’te, bütünüyle kökü dışarıda, asla yerli ve milli olmayan politikalarla, her alanda olduğu gibi sağlık alanında da piyasalaştırmaya – özelleştirmeye açtı ülkemizi. Dönemin Sağlık Bakanı (Recep Akdağ, MİLLİYET, 26.07.2003) apaçık “hastaların müşteri olarak görüleceğini” söyledi. Merkezi Planlama rafa kaldırıldı, DPT kapatıldı, özel hastaneler hızla çoğal(tıl)dı. Türkiye MR, BT gibi yüksek teknoloji ürünlerinde Dünyayı çok geride bıraktı, Yoğun Bakım birimlerinde de öyle; OECD’nin 4,5 katı, ABD’yi bile epey sollayarak. Genel sağlık Sigortası kuruldu 2008’de ve zorunlu tutuldu; vergi ile sağlık hizmeti almamız gerekirken ayrıca PRİM = EK VERGİ ödemeye zorlandık, yetmedi, giderek cepten harcamalarımız çoğaltıldı ve yersiz yüksek teknoloji, tetkik ile milyarlarca $ servetimiz yerli – yabancı sermayeye RANT olarak aktarıldı. Şehir hastaneleri tuzu biberi oldu bu talanın, işleyen güzelim hastaneler kapatılıp, ek yatak kapasitesi yaratılmaksızın kiralık hastane binalarına geçildi. SGK’nın muazzam açıkları, halka sağlık güvencesi sağlıyoruz kalkanı gerisinde rant olarak yerel – küresel yandaş sermayeye aktarıldı. COVID19 salgını bize ayna tuttu. SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM süslü sözleri gerisinde salgınla başedemediğimizi gösterdi. Sağlık çalışanı yetersiz, yataklar yetersiz, kapasitenin önemli bir bölümü özel sektörde ve onlar pandemi hastanesi olmak istemiyorlar. Ayrıca 1. Basamakta Sağlık Ocakları yerine Aile Hekimliği ve Toplum Sağlığı Merkezleri var ve salgınla asıl savaşı yürütüleceği 1. Basamak olağanüstü zayıf; sürveyans ve filyasyon, olması gerekenden çoooooook geride. Varsa yoksa tedavi ve hastaneciliğe – yüksek teknolojiye abartılı yatırım yapmışsız ama koruyucu sağlık hizmetlerini çooooook ihmal etmişsiz. Bu salgın bize Devletin kamusal sorunluluğunun vazgeçilmezliğini öğretti umarım. İşte ABD tipik örnek. Mutlaka kamusal, bütçeden karşılanan, sağlığı meta değil en temel insanlık hakkı olarak gören ve koruyucu sağlık hizmetlerine tartışmasız – kesin bir öncelik veren politika izlemeli; neo-liberal küreselleşmenin = yeni emperyalizmin insanlığa açlık, ölüm, savaş, salgın.. getirdiğini görmeli ve ana eksenimizi M. Kemal Paşa’nın rotası “6 OK” a döndürmeliyiz. Kamu öncülüğünde, planlı, ılımlı devletçilik ve merkezde insan!

3- Yaşadığımız Covid-19 krizine dönersek, toplumsal dayanışmaya çağrı yapılıyor ama krizi yönetenler dar bir kadro ile krizi yönetmeyi tercih ediyorlar. Sizce salgın sürecinde tıp uzmanları yanında mesleki uzmanlık alanlarına bağlı dernek, sendika ve meslek örgütleri temsilcilerinin, en önemlisi de yerel yönetimlerin temsilcilerinin kriz yönetiminde bulunması, karar vericilerin de salgınla mücadeleyi siyasetin üstünde bir sorun olarak değerlendirmesi gerekmez mi?

YANIT 3 : Sorunuz gerçekte yanıtını da içermekte Sn. Amuran. COVID-19 küresel salgını ile başedebilmek için hem toplumsal seferberlik ilan etmek hem de kimi yasal kurumları dışlamak kabul edilemez. Bilim Kurulu kurulması son derece yerinde olmuştur, zaten tersi düşünülemez. Ancak KURUMLARIMIZ olmadığından, KURUL’lara mahkum oluyoruz. Yaşamda en geçek yol gösterici BİLİM ve AKIL!dır! Bu Bilimsel Kurulun kararları kamuoyuna açıklanmalı ve siyasal iktidar gereğini tam olarak yerine getirmelidir. 26 üyeli Bilim Kurulunda başta salt 1 Halk Sağlığı Uzmanı vardı. Oysa tıp dünyasında çok iyi bilinir ki, Salgın Yönetimi Halk Sağlığı Uzmanlarının işidir. Bu eksik / hata, epey gecikmeyle, yaygın itiraz ile bir ölçüde düzeltildi, 7 Halk Sağlığı Uzmanı kurula katıldı. Ancak 6023 sayılı yasa ile kurulan ve Türk hekimlerinin yasal temsilcisi olan meslek örgütü TTB’den (Türk Tabipleri Birliği) temsilci alınmayışı iktidarın bitmeyen çelişkilerindendir. Ayrıca Anayasanın 135. maddesinde Kamu Kurumu Niteliğinde meslek kuruluşlarının ayrı ayrı yasalarla kurulması emredilmiş ve anayasal korumaya alınmıştır.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı başkanlığında bir Ulusal Salgın Yönetim Merkezi kurulmalı ve Tıp Bilim Kuruluna ek tarım, turizm, ulaştırma, eğitim, milli savunma, hukuk.. gibi kritik sektörlerde krizin yönetimi için geniş kapsamlı eşgüdüm ve işbirliği sağlanarak kısa, orta, uzun erimli makro ve mikro planlar hızla geliştirilmeli, uygulamaya konmalıdır. Bu süreçlerde katılımcı, liyakate, saydamlığa ve demokratik hukuk devleti ekseninde insan haklarına öncelik verilmelidir. Asla unutulmasın ki;

  • Devletin 1. görevi yurttaşlarının can güvenliğini / yaşam hakkını güvence altına almak ve onurla sürdürülmesini sağlamaktır.

4-Bilim Kurulu’nun toplantı sonrası kamuoyuna yapılan açıklamalarının Bilim kurulu üyeleri tarafından yapılmasını öneriyorsunuz. Neden Sağlık Bakanı değil de Bilim kurulu temsilcisi bu açıklamaları yapmalı? Sağlık Bakanı da sonuç olarak bir hekim.

YANIT 4 : Sağlık Bakanı yürütme organının 16 Bakanından biridir. Her Bilim Kurulu toplantısına doğrudan katılması gerekmez. Bakan / Bakanlık Yürütme organı olduğundan, Bilim Kurulunun kararlarını uygulama konumundadır. Kurulun içinden seçilecek 1 sözcü, daha da bilimsel yetkinlikle kararları günlük olarak kamuoyuna aktarabilir. Hatta 2 üyeyi de yanına alarak teknik soruları yanıtlayabilir. Bu tablo Kurumlaşma eksiğinin yansımasıdır. ABD’de, “Surgeon General” denilen kişi Sağlık Bakanlığı adına tüm açıklamaları yapar ve tam olarak güvenilirdir.

  • Türkiye’de salgının çok ağrı bir tablosunu yaşıyoruz.
  • S. Bakanı büyük çaresizlik ve yetersizlik içinde.

Her akşam halka bu “ağu” nasıl içirilir / yutturulur, onun yansımasını da görüyoruz açıklamalarda. Halkla ilişkiler (PR) uzmanlarının ve Sosyal Psikologların, İletişimcilerin hazırlanmasına destek verdiği çok belli olan kalıp – mistik söylemler düzenlenmektedir.. Daha çok duygusal alana / algı yönetimine dönük bu yöntemin, yerini serinkanlı – sağduyulu, uzmanlara bırakılan bilimsel açıklamalar almalıdır.

5- Televizyonlarda eleştirilerinizi şimdiye kadar yürütülen çalışmalara katkı sağlamak amacıyla yaptınız. Bazı önerileriniz geç de olsa gerçekleştiriliyor. Hafta sonlarındaki sokağa çıkma yasakları etkin önleyici bir önlem midir, başka önerileriniz var mı?

YANIT 5 : Evet, Türkiye’de halen görevde olan en kıdemli Halk Sağlığı Uzmanı / Öğretim üyesi benim (Kasım 2020’de emekli oluyorum). Bilim Kurulunda öğrencilerim var. Birçok önerimiz, gecikmeyle de olsa yerine getiriliyor. Sahra hastaneleri, Bilim Kuruluna yeterince Halk sağlığı Uzmanı alınması, test sayısının artırılması (hala çok yetersiz), savaşımın hastanelerden 1. Basamağa kaydırılması filyasyon yapılması, sürveyansın aktifleştirilmesi (hala yapılmadı), karantina mekanları yapılması, salgın bilgilerinin paylaşılması (artırıldı ama hala çok yetersiz), antikor taramasının planlanması.. Başlangıçta yaygın aktif sürveyans yani kapı kapı dolaşarak milyonlarca kişiye test yapılsa idi şimdi inişe geçmiştik. Test sayısı hala çok yetersiz. DSÖ, salgının düz çizgi (plato) çizmeye geçmesi için her gün 40 milyon test öneriyor. Bu, Türkiye’de her gün 440 bin test yapılmasını gerektirir ancak 1/11’ini ancak yapıyoruz. Bu durumda salgın uzar demiştik, görüldüğü gibi uzuyor, Türkiye hala tırmanışta. Sonrasında hafta sonu, benim “piknik karantinaları” dediğim, dünyada örneği olmayan alaturka uygulamalar geldi. Beklenen yararı sağlamadığı ortada, Türkiye çok büyük bir hızla olgu sayısı bakımından tırmandı ve İran’ı, Çin’i geçti, 7. sıraya tırmandı dünyada. Önlem aldı isek önceden, geciktirdi isek hastalığın girişini ülkemize, 40 günde nasıl oldu da Çin’in 80 günde başettiği sorunu çözemedik, yaşadığı hasta sayısını aştık!?? Bunun 2 açıklaması var : Ya önceden önlemler yetersizdi, hastalık ülkemize 11 Mart’tan çok daha önce girdi ve yayıldı, adını koy(a)madık ya da sonrasında salgınla savaşımda çooook başarısızız; 3. seçenek yok!

  • Halka masal anlatmaya son verilmelidir.
  • Geldiğimiz yerde artık, en az 14 gün tam karantina
    ilan edilmelidir, başka çare kalmamıştır.

Bu ilan geciktirildikçe hastalık ve ölümler daha da artacak / artmıştır, ekonomi çok daha ağır yük altına girecektir. Ekonomi hocalarının ardışık hesaplamaları hep bu yöndedir. 14 günlük tam karantinanın bedeli, halen beklenen 2020 ulusal gelirinin %10’una yaklaşmıştır. Bu oran dün daha küçüktü, yarın daha da büyük olacaktır. Bu yapıl(a)mayacaksa, hafta sonları karantinaları dahil, hafta içinde de halen pek çok ülkenin uyguladığı biçimde test sayısı çok ama çok artırılmalıdır. ABD son günlerde HERKESE TEST stratejisini tartışmaktadır. (How ‘Broad, Ubiquitous Testing’ Can Help Restart the U.S. Economy)

6-En büyük riski taşıyan alkışlarla andığımız sağlık çalışanlarının şu süreçte basına yansımayan ama sizlere ulaşan çözüm bekleyen farklı sorunları var mı ?

YANIT 6 : Evet var.. pek çok.. Yeterli kişisel koruyucu donanım gereksinimi son günlere dek giderilemedi. Çin’de 82 günde 3000 sağlık çalışanı hastalığı aldı, bizde bunun yarısı kadar sürede o rakamı yakaladık. Bir Vali, son derece düzeysiz açıklama / suçlama yönlendirdi sağlık çalışanlarına, mutlaka görevden alınmalı ve disiplin cezası verilmeli. Hastanelerin yakınlarında yatacak yerler sağlanmalı, özlük hakları mutlaka iyileştirilmeli (performans ödemelerinden bağımsız, emeğin  tam karşılığı). Mesleksel bağımsızlıklarına asla müdahale edilmemeli. COVID-19 tanısı koyduklarında ASLA BASKI GÖRÜP DEĞİŞTİRMEYE ZORLANMAMALILAR.. Gömme (defin) belgelerinde de benzer baskı ve kamuoyunu yanıltmalara kesin olarak son verilmeli. Atama bekleyen sağlık çalışanları güvenceli istihdamla atanmalı. KHK ve güvenlik soruşturmaları artık ve hızla bitirilmeli. COVID-19 nedeniyle hastalananlar, engelli kalan ve ölenler MESLEK HASTALIĞI (5510 s. Yasa md. 14) sayılmalı ve geride kalanlarına özlük hakları tam verilmelidir. Yüz bini aşkın hekimin meslek örgütü olan TTB mutlaka salgın yönetim süreçlerine katılmalı ve Sağlık Bakanlığına yönelttiği sorular, asgari nezaket gereği olsun, saydamlıkla yanıtlanmalıdır.

7-Salgın sürecinin denetim altında tutulabilmesi için güvenilir ve nitelikli bir aktif sürveyans sistemi kurulmasını önermiştiniz. Bu sistemin uygulanmadığını söylüyorsunuz. Faydası nedir uygulanmamasının gerekçelerini öğrendiniz mi?

YANIT 7 : Bu çok kritik bir soru. Salgın yönetiminde izlenecek stratejide anahtar işlevde. AKTİF SÜRVEYANS yapmak demek, Çin gibi bir an önce salgınla yüzleşmek, bir anlamda REST çekmek ve ŞAH MAT hamlesi yapmaktır. Çin, Hubei / Wuhan’da tam karantina uyguladı ordu birliklerini ve askeri sahra sağlık lojistiğini de tam kullanarak. İnsanlar evlerine kapatıldı ve kapı kapı dolaşarak test yapıldı. Hastalık bir eyalette sınırlandı ve olgu sayısı hızla tırmandı, biner kişilik ek 2 sahra hastanesi 10 gün içinde yapıldı (bizde yangın bacayı sarınca önerimiz kabul edildi ama 45 günde bitecek!!??), erken tanı konanlar tedavi edildi, kuşkulu olanlar toplumdan ayrıldı, gerekenlere test yinelendi, hastaneden taburcu edilenler 14 gün daha topluma iade edilmedi, sınır kapıları zamanında kapatıldı… Biz hem sağlık kapasitemizle şişindik hem de aktif sürveyans yapmayarak Çin’in stratejisini izle(ye)medik, zamana yayıyoruz. Böylelikle 3 hançeri kendi kendimize saplıyoruz:

  1. Daha çok hasta
  2. Daha çok ölüm
  3. Salgının uzamasıyla ulusal ekonomide
    çok daha ağır çöküntü.

8-Üzerinde çokça tartışılan İnfaz Yasasıyla birlikte cezaevlerinden çıkanlara hangi koruyucu önlemler alındı, sözgelimi tanı sürecinde kullanılan testler uygulandı mı, nasıl bir takip süreci izlenecek?

YANIT 8 : Hoşgörünüzle, Mülkiye mezunu da olduğumdan ve Sağlık Hukuku uzmanlığım da olduğundan, şu irdelemeyi yapayım önce : İnfaz Yasası gerçekte adaletsiz / eşitsiz, dahası AYRIMCILIK yapan bir yasa oldu. İktidara karşıt gazeteciler, düşünce suçluları (nasıl oluyorsa!?) ayıklanarak yararlandırılmadı. Yapılan gerçekte bir özel af yasası idi ve Anayasa  md. 87 uyarınca 3/5 TBMM çoğunluğu ile 360 oyla geçebilirdi. AKP – MHP koalisyonu bu sayısal güce sahip olmadığından, muhalefetle pazarlık – uzlaşmaya da yanaşmadı ve bildiğini okudu. Acelesi de vardı bir bakıma, salgın bahane edildi, Cezaevlerinde yatak kapasitesinin onbinlerce fazlası tutuklu – hükümlü vardı AKP Türkiye’sinde.. Ülkemiz açık – kapalı cezaevine dönüştürülmüştü. Cezaevlerinde salgın riski gerçekten vardı. Ancak hızla prefabrik mekanlar yaratılabilirdi açık cezaevlerinin geniş alanlarında ya da başka bir yasal düzenleme ile infaz ertelenerek filli af yerine konabilirdi koşullu olarak. İdeal olarak bu insanlara düzenli aralıklarla, örneğin haftada 1 kez test yapılması gerekirdi. Düzenli taramalar yapılmalı, hijyen ve konaklama koşulları iyileştirilmeli idi. Yakınması olanlar erkenden sağlık hizmeti alabilmeli idi. Bunlar büyük ölçüde uygulan(a)madı. AKP iktidarı hem yangından mal kaçırdı hem de bir başka başağrısından bir an önce kurtulmak istedi. 90 bin dolayında insan, salgın yaşanan bir ülkede, toplumun içine adeta serseri mayın gibi dağıtıldı. Mutlaka, tahliye öncesi testlerin (-) olması gerekirdi, hatta ardışık 2 testin.. Yine de 14 gün karantina mekanlarında tutulup (boş kalan büyük tatil köyleri, oteller, satılamayan onbinlerce TOKİ evleri..) ardından evlerine parça parça yollanmalıydı. Son 2 haftadır günlük ölüm sayıları 100’ün üstüne çıktı. Bunda cezaevlerinden salıverilenlerin ve 10 Nisan gecesi faciasının payı olsa gerek.

9- Kaybettiğimiz her vatandaşımızın acısını rakamlarla duyurmak, diğer ülkelerle rakamlar üzerinde başarı diye açıklamak bana acı veriyor. Ancak daha fazla kayıp olmaması için gösterilen çabayı da unutmamak gerekir. Yoğun bakımdaki hasta sayısında ve hastanede yatan hasta sayısında azalma olduğu dile getiriliyor. Sağlık Bakanı Bilim Kurulunun kararları doğrultusunda hastaların tedavi süreçlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda önerileriniz var mı?

Yanıt 9 : Evet.. Her akşam felaket verilerini halka soğukkanlılıkla aktarmak kolay bir iş değil.. Dile kolay, son 2 haftadır her gün 100’ün (yüz!) üstünde yurttaşımızı COVID-19’a kurban veriyoruz. İnsan duyarlığımızı asla yitirmememiz gerek. Bu durum böyle sürdürülemez! Sosyal psikoloji alt üst olur ve bunalım yönetilemez boyutlara varabilir. Dünyadaki son durum aşağıdaki gibi 🙁https://www.worldometers.info/coronavirus/, April 24, 2020, 14:00 GMT)

Yukarıdaki 2 grafikte, hala, büyük bir hızla olgu ve ölüm sayılarının dünyada tırmanmakta olduğu görülmekte.

Türkiye verileri 101,790 olgu (vaka, hasta);  son günde yeni hasta 3,116; toplam ölüm sayısı 2,491; son gün ölen sayısı 115.. Bunlar ürkütücü veriler ve bir başarıya değil tersine işaret ediyor! (24.04.2020 https://covid19.tubitak.gov.tr/turkiyede-durum)

Türkiye verileri, aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi Dünya eğilimlerinden ayrılıyor ve kendi içinde de ciddi biçimde tutarsız. Örn. hasta sayılarında büyük bir hızla tırmanma göstererek İran’ı, Çin’i aşan ve 7. sıraya yerleşen Türkiye, ölüm oranlarının düşüklüğünde ise dünyada birinci! Keşke doğru olsa.. Ölüm rakamları da hasta sayıları da gerçekçi değil, değişik nedenlerle gerçek olmaktan uzak, yer yer makyajlı, yer yer kötü yönetim örneği kayıt hataları ve eksiklikleri. Örneğin Sağlık Bakanı ölümlerdeki düşüşün / muazzam başarının erken tanıya dayalı olduğunu söylüyor ama erken tanı hastanede konmaz; aktif sürveyans – filyasyon ile / toplum içinde test yaparak konur; bu çok yetersiz. İkinci olarak, gerçekten erken tanı koyuyor isek, yoğun bakıma gereksinim düşük olmalıdır. Yoğun bakımdaki hasta oranı dünya genelinde %2,16 iken, Türkiye’de %2,76. Üstelik Türkiye yaşlı bir nüfusa değil, genç bir nüfusa sahip. İtalya, ABD, İspanya, Fransa, İngiltere, Almanya, Japonya’da 65+ yaş nüfus %20’nin üstünde iken, Türkiye’de %9!

Not : Üstteki grafikte fahiş bir hata var!!
Mavi çizgili olgu sayıları sağdaki Y eksenine göre on bin gibi görünüyor ve iyileşen hastaların sayıca çok altında. Oysa soldaki Y ekseninde 102 bine yakın gerçek sayı görünüyor ama her 2 Y ekseni de nümerik eşelde. Böylece iyileşenler, varolan hastaların 5 katı gibi ya da tersine, varolan 102 bin hasta 10’da 1’i gibi algılanıyor.. Olacak şey değil! Tıp Fakültesi 1.-2. sınıf öğrencisi tablo – grafik yapma ve okuma – değerlendirme tekniklerini, hilelerini öğrenir. Ayrıca Dünyadaki ölüm ve olgu sayılarını gösteren 2 ayrı grafikte X ekseni uzunluğu ayrı ayrı, Türkiye için verilerin sunulduğu hemen üstteki gafikte olanın yarısı. X ekseni gereksiz (Bilerek!?) uzatılarak bir algı yanılsamasına, eğimin gerçekte olduğundan daha az algılanmasına yol açıyor. S. Bakanlığı bu tür fahiş hatalara (algı yönlendirmelerine?!) asla düşmemeli, tenezzül etmemeli..

Türkiye’de izlenen sağaltım (tedavi) rejimleri Dünyadan çok farklı değil. Hemen hemen tüm devletler eldeki birkaç ilacı denemekte. Eğer gerçekten bilimsel olarak çok başarılı sonuçlar aldı isek buna elbette seviniriz ve bir an önce bilimsel makalelere dönüştürülerek dünyanın saygın tıp dergilerinde yayınlanmasını, bilimsel eleştiriye açılması ve dünyanın yararlanmasına sunulmasını diliyoruz Bilim Kurulunca.

10- Dünya Sağlık Örgütü bu süreçte kendine düşen sorumlulukları yerine getirdi mi? Çünkü çalışmalarını eleştirenler oldu. Trump, DSÖ’yü “Çin’in dezenformasyonunu yaymakla” suçladı.  Verdiği fonu durdurdu, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, “bilgi iletme veya uyarı yapma eksikliği bulunuyor.” dedi ve DSÖ’nün “devletlerden bağımsız hareket etme kabiliyeti zayıf” diye ekledi. Sizce salgın sırasında bağımsız mı hareket etti yoksa salgını duyurmakta geç mi kaldı, DSÖ için neler söylersiniz?

YANIT 10 : Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), kuruluş Anayasasına uygun olarak görevlerini yerine getirmekte. Genel Başkan Dr. Tedros Adhenom Gebreyesus ve çalışma arkadaşları, kurumsal olarak DSÖ’nü başından bu yana vargücüyle salgın yönetimi sürecine koştular. Çin’i ziyaret ederek yerinde incelemeler yaptılar. Sürekli ve kademeli olarak uyarı ve yol gösterme yükümünü yerine getirdiler. Süreci izlediler, tanı ve sağaltım için protokoller geliştirdiler. Uluslararası Kodlamada COVID-19 için ek 2 kodu zamanında sisteme eklediler (Türkiye kendini uyarlamada gecikti). Aşama aşama alarm düzeyini yükselttiler 11 Mart 2020 günü “Bu bir Küresel Pandemidir (kıtalararası salgın)” dediler. DSÖ bu bağlamda deneyimli ve birikimlidir. ABD Başkanı Trump’ın DSÖ’ne ilişkin saldırısı iç politikaya yöneliktir ve ABD sağlık sistemindeki utanç verici yapılanmanın yüz kızartan sonuçlarını örtbas amaçlı hedef şaşırtmadır. BM sistemi ve DSÖ Anayasasına göre üye ülkeler DSÖ’ne akçalı (mali) katkı yapak zorundadır. ABD, hukuk dışı olarak yıllık 500 milyon $ ödeneğini askıya almıştır. Şovdan öte boyutu yoktur ve DSÖ’nü akçalı sıkıntıya düşürürse, bundan tüm dünya zarar görür. Nitekim Çin, ek olarak 30 milyon $ destek verdi DSÖ’ne.

DSÖ Genel Başkanı Dr. Gebreyesus’un 10 Aralık 2017 Dünya İnsan Hakları gününde yaptığı küresel çağrı son derece önemlidir. Genel Başkan o çağrısında (Universal Health Coverage – UHC) herkesin – her yerde sağlık hizmetine erişebilmesini bir temel (essential) hak olarak nitelemiş ve uluslararası topluma etkili bir çağrı yapmıştı. Dünya nüfusunun yarısının sağlık hizmetlerine erişemediğini, her yıl yüz milyon insanın kaçınamadığı sağlık giderleri yüzünden aşırı yoksulluğa sürüklendiğini…. Özetle derin ve kabul edilemez sağlık eşitsizliklerini kanıta dayalı olarak gündeme taşımış ve net önerilerde bulunmuştu. Neo-liberal kapitalizmin bu TEMEL HAK çağrısından çok rahatsız olduğu ve “not ettiği” görülüyor. Aynı Trump, insanların bedenlerine dezenfektan şırınga edilmesi ile COVID-19’dan korunmayı (!) önerebilecek ölçüde şaşkınlaşmış görünüyor!!

11–Geçtiğimiz günlerde bir söyleşi okumuştum: “Salgınlar ve Toplum: Kara Vebadan Günümüze” adlı bir kitap da yazan Prof. Frank Snowden, “insanoğlunun tek bir silahı var: Zekaları. Bizim tek silahımız bilimsel tıp ve bilimsel kamu sağlığında vücut bulan zekamız.” demiş. Bu salgın bitince ülkemizde yöneticiler karar vericiler kendilerini bilime daha çok yatırım yapmak zorunda hissederler mi, sözgelimi devlet bütçesinde Diyanete ayrılan paydan daha çok para sağlığa ayrılır mı ne dersiniz?

YANIT 11 : Bu salgın kuşkusuz büyük bir musibet.. Bin nasihate bedel olur mu, göreceğiz. Ancak bununla bitmeyecek. Çünkü 7,8 milyar nüfus Küremize kaldıramayacağı ölçüde büyük, yetmiyor zavallı gezegenimiz. Nüfus artışını mutlaka frenlemek ve HER AİLEYE 1 ÇOCUK ile yetinmeliyiz. Mutlaka çok tasarruflu yaşamayı öğrenmeliyiz. Doğaya saygılı – barışık olmalıyız. Vahşi kapitalizmi mutlaka dizginlemeliyiz. “Sürdürülebilir kalkınma” söylemi (paradigması, metaforu) iflas etmiştir. Yerini “sürdürülebilir yaşam” a (sustainable life) bırakmalıdır.

  • Neo-liberal küreselleşme kamuyu – devleti “tu kaka” ilan etmiş ve dünyayı yağmalayarak sömürmüş ve yoksulluğun – işsizliğin – eğitimsizliğin – sanatsızlığın – kültürsüzlüğün.. yozlaştırıcı iklimini dayatmıştır.
  • Bu düzen böyle gitmez, insanlar yeniden Devleti ve kamusal temel hizmetleri SAĞLIK + EĞİTİM + ADALET + GÜVENLİK.. ısrarla isteyeceklerdir vergilerinin karşılığı olarak..
  • Türkiye’de de SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM adlı sefalet politikalarına son verilmeli; kamu öncülüğünde ılımlı devletçi – planlı ekonomiye geçilmeli; sağlık hizmetleri Devlete ödev, yurttaşa hak olarak netlikle kabul edilmelidir.

DİB’na genel bütçeden 2020 bütçesinde 11-12 milyar TL ödenek ayrılması (bütçenin %1’i) laik bir devlette Anayasaya aykırıdır. DİB, herkesin vergisi ile din adına hurafeyi – gericiliği – yobazlığı tüm inanç kesimlerine dayatamaz; bu apaçık bir insan hakları çiğnemidir (ihlalidir). 2020 bütçesinde Sağlık Bakanlığı bütçesi 59 milyar TL olup, DİB ödeneğinin yaklaşık 5 katıdır. Ayrıca SGK da bu yıl 120 milyar TL dolayında sağlık harcaması yapacaktır. Ancak DİB’nın Vakıfları, şirketleri….. üzerinden çok büyük fonları yönlendirdiği bir gerçektir.

12- Salgın sürecinde iletişim hakkının ne denli önemli olduğu kanıtlandı. Salgını bahane ederek haber verme ve haber alma hakkının kısıtlanması siyasal kaygıların öne çıkması ve cezalandırıcı yöntemlerin kullanılması salgın sürecinde güveni ve şeffaflığı engellemez mi? Medyaya yönelik RTÜK cezaları için neler söyleyeceksiniz?

YANIT 12 : TTB Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman’ın TELE1’de gerçekleri dile getirmesine katlanamayan, siyasal iktidarın maşasına dönüşen RTÜK, ne yazık ki, tüm ulusal ve evrensel hukuk ilkelerini ayaklar altına aldı. HALK TV…. ODATV’ye, 2 Barış’ımıza… kabul edilemez faşistçe baskılar uygulanmakta. Bu tablo kabul edilemez ve sürdürülemez. Basın ve iletişim özgürlüğü, düşünce açıklama özgürlüğü Anayasa’nın açık korumasındadır. Salgın gerekçesiyle baskıcı – hukuk tanımaz bir yönetim Türkiye’ye yakışmaz. TBMM tatilde olmamalı, salgını yönetmelidir, iktidarı denetlemelidir. Ne var ki TEK ADAM REJİMİ “Türkiye’yi uçuracağına” yerin dibine sokmuştur. Böyle olacağı gerçekte kurgulanmıştı. Yargı, son anayasa değişikliği ile (2017) “bağımsız” olma sıfatına ek olarak bir de “tarafsız” olma nitemi kazanmıştır (md. 9). Ama sonuç fiyaskodur. TEK ADAM REJİMİ, doğasına uygun olarak, otoriterlikten totaliterliğe savrulmaktadır büyük bir hızla. Bu sürükleniş AKP / Erdoğan’a sanıldığı gibi daha çok güç ve süre kazandırmaz; tersi olur.

  • Salgın yönetiminde hastalık – ölüm verilerini… halktan saklamak güven bunalımı doğurur.
  • Halkı yanına al(a)mayan bir yönetim salgınla savaşımı kazanmaz.

O nedenle demokratik, hukuka bağlı, saydam, katılımlı, liyakate dayalı ve mutlaka BİLİMSEL AKILCILIK temelli bir yönetim, salgın olsa da olmasa da Türkiye’de geçerli kılınmalıdır.

13- Bu süreçte öbür bilim insanlarımızın hatırlatmaları dışında okurlarımıza iletmek istediğiniz farklı uyarılarınız olacak mı?

YANIT 13 : Türkiye’de Hacettepe ve İstanbul Tıp Fakültelerinde eğitim aldım, İngiltere ve ABD’de de. 1977’den beri tıp doktoru ve 40 yıllık Halk Sağlığı Uzmanıyım. Epey salgın yönettim. Binlerce hekim yetiştirdim, Türkiye’nin her yerinden bilgiler, yakınmalar, belgeler geliyor bana. Hacettepe ve İstanbul Tıp 1977 mezunları sınıf arkadaşlarımdan da sürekli destek alıyorum. Ayrıca Mülkiye (Ankara SBF) mezunuyum ve Biyoistatistik, Sağlık Hukuku alanlarında uzmanlık eğitimi aldım. Tıbbi EPİDEMİYOLOJİ kitabı çevirisi yaptım. 23 Mart’tan bu yana 1 aydır 30 dolayında TV programına katıldım. Tüm deneyim ve birikimimi kanıta dayalı olarak sundum. Yukarıda da belirttim, 67 yaşındayım ve Kasım 2020’de emekli oluyorum. Hiçbir beklentim ve korkum yok.

10 temel öneri (must, essential) sunayım son olarak  :

  1. Hafta sonu piknik ya da bayram karantinaları ile salgın uzar. Aktif sürveyans yapılmalı, test sayısı artırılarak toplum içinde saklı – gizli.. taşıyıcı – hasta bulunup sağaltımı yapılmalı, ayrılmalıdır.
  2. Salgın verileri ayrıntılı olarak özel bir web sitesinde düzenli olarak her gün güncellenerek yayınlanmalıdır. Ölüm ve hasta sayıları halen gerçekçi olmayıp, düzeltilmeli ve kamuoyundan özür dilenmelidir.
  3. Bilim Kurulu kararlarını Kurul sözcüsü her akşam açıklamalıdır. İktidar, bu kararları harfiyen uygulamalı; uygulamadıklarının gerekçesini kamuoyuna açıklamalıdır. Erdoğan, keyfi biçimde Bilim Kurulu kararlarını uygulayıp / uygulamama noktasından mutlaka uzaklaşmalıdır; ayrımcı – ötekileştirici tutum ve davranışlarını, söylemlerini mutlaka terk etmeli yerel yönetimleri hiçbir biçimde engellememelidir.
  4. Salgın yönetimi için Ulusal Salgın Yönetim Merkezi kurulmalı, Cumhurbaşkanı yardımcısı yönetiminde Tıp Bilim Kuruluna ek olarak stratejik sektör kurulları (gıda, turizm, ulaşım, eğitim, ulusal savunma, uluslararası ilişkiler, hukuk..) oluşturulmalı ve kısa – orta – uzun erimli politikalar geliştirerek uygulamaya koymalıdır. Bu kurullar katılımcı olmalı, meslek örgütleri, sendikalar… temsil edilmelidir. Sağlık çalışanları gereğince korunmalı, desteklenmelidir. 1. Basamak hızla güçlendirilmelidir. Koruyucu sağlık hizmetleri mutlak bir öncelik almalı; sağlık hizmetleri tartışmasız olarak kamusal sorumluluk altında herkese hak olarak görülmelidir.İnsanlar sağlık sektörünün müşterisi olamazlar!
  5. TBMM tatilde değil görevde olmalı, iktidarı denetlemeli ve gereken yasal düzenlemeleri hızla yapmalıdır.
  6. Salgın bahane edilerek baskıcı yönetime asla yönelinmemeli, haberleşme özgürlüğü, demokratik haklar.. özenle korunmalıdır.
  7. Uluslararası kurumlarla, başta DSÖ olmak üzere açık – saydam işbirliği içinde olunmalı; küresel eşgüdüm sağlanmalıdır.
  8. Salgının yarattığı çok ağır finansman yükü için ülkenin Dolar milyarderleri gönüllü desteğe çağrılmalıdır.Bir beka sorunudur bu salgın!
  9. Toplumsal bağışıklığın ne düzeye eriştiğini kestirmek üzere uygun büyüklük ve bileşimde bir örneklem üzerinde yeni koronavirüs antikorlarına bakılmalıdır (sero-prevalans çalışması). COVID-19’un serodinamisi iyi bilinmediğinden, bağışık (anti-korona antikor seropozitif) olanlarda bağışıklığın hızla sönümlenebileceği (sero-negatif konversiyon) dikkate alınarak bu saha araştırması için gecikilmemelidir. Ayrıca kazanılan bağışıklığın koruyucu gücü de bilinmediğinden, salgın yönetiminde bu noktalar gözönünde tutulmalıdır Saptanacak bağışık kişilerin plazma bağışçısı (donörü) olarak arşivlenmesi, kritik işlerde iseler göreve başlatılması…  bakımlarından ek kazanım olacaktır.Türkiye’de dolaşan yeni koronavirüs serotiplerinin moleküler olarak izlenmesi de son derece önemlidir.
  10. Gelinen aşamada, en az 14 gün tam karantina uygulanmasından başka seçenek gözükmüyor. Bu köktenci (radikal) karar alınmadıkça, yukarıda da belirtildiği üzere HASTALIK – ÖLÜM sayısı artmakta, ağır hasta ekonomi ayağa kalkamayacak ölçüde felç olmaktadır. Bir an önce bu uygulamaya geçilmezse ödenecek maddi – manevi bedel çok daha ağırlaşacaktır, ağırlaşmaktadır.

ERGENE NEHRİ’Nİ ÖLDÜREN DAHA ÇOK KÂR HIRSIDIR

ERGENE NEHRİ TEMİZ KALSIN…

ERGENE NEHRİ’Nİ ÖLDÜREN DAHA ÇOK KÂR HIRSIDIR

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Çoğu çevre ve nehirlerin kirlenmesi, Ergene Nehri gibi sanayileşme ile başlıyor. Buradan sanayiye karşı olduğumuz anlamı asla çıkarılmamalı. Aksine sanayileşerek büyümekten yanayız. Sanayi sektörü olacak ki; endüstriyel üretim yapılabilsin, istihdam yaratılabilsin, ürünler iç ve dış pazarlara sunulsun, dışsatım yapılabilsin ve ülke kalkınsın. Sanayileşme olgusu, tartışma dışı bir gerçekliktir. Daha önceki yazılarımızda da belirttik; çevreye zarar vererek, akarsuları, nehirleri, denizleri, gölleri, ormanları, toprağı, havayı.. kirleterek, doğayı tahrip eden sanayileşmenin çarpık ve ilkel olduğunu düşünüyoruz.

Ayrıca böylesi bir sanayileşme sürdürülebilir de değildir. Sanayileşme hızı ile SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA (sustainable development) hedeflerinin dengelenmesi zorunludur.

Ne var ki; kapitalist düzenin ençok (maksimum) kâr hırsı doğayı ölçüsüz tahrip ediyor. Kâr hırsıyla ekolojik denge altüst ediliyor. Yabanıl anamalcılığın (vahşi kapitalizmin) tunç yasası “en çok kâr” dürtüsü dizginlenemiyor.. Yabanıl anamalcı ideoloji uysallaşamıyor, uygarlaşamıyor.

Öylesine kritik bir aşamaya gelindi ki; pek çok uzman – düşünür – yazar, artık “sürdürülebilir kalkınma” aşamasının geride kaldığını, neredeyse olanaksızlaştığını, günümüzde çevresel kirliliğin YAŞAMI TEHDİT ETTİĞİNİ vurgulayarak, yeni bir söylem (motto) öneriyorlar çok gerçekçi olarak : SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM!

Küreselleşen kapitalizmin gözü asla doymuyor, doğaya ve çevreye göz açtırmıyor.

Seller, yangınlar, kuraklıklar, dondurucu soğuklar, kavurucu sıcaklar, susuzluk, toprağın – havanın – suyun – balıkların zehirlenmesi ve türlerin hızla yok oluşu, kıtlık – açlık, bulaşıcı hastalıklar… ile 5 Kıtada yaşayan bütün insanlara kendisini bir felaketler silsilesi olarak, her gün daha çok duyuran ekolojik kriz, yerküreyi kasıp kavuruyor; yaşamın sürdürülebilirliğini açıkça tehdit ediyor

Yabanıl kapitalist düzenin “kalkınma, gönenç (refah), büyüme, ilerleme” gibi tekerlemeleri salt sermayeye yönelik değil; toplumsal ilerleme ve insanlığın maddi birikimlerine yönelik de olmalıdır. Üretimin de, tüketimin de belli sınırları vardır. Unutmayalım ki, yaşadığımız gezegen de belli bir kapasite ile sınırlıdır, sonludur!

Vahşi anamalcı (Kapitalist) düzenin gözü doymaz oburluğu, sınırları zorlamakta ve çevrenin, doğanın üzerine abanmaktadır. Doğa artık bu hovarda ve hoyratca sömürüyü kaldıramıyor.
*****
Ergene’nin ölümü bu abanmanın, oburluğun, dinmek bilmeyen kâr hırsının, sermaye yanlısı iktidarlarca dizginlen(e)meyişinin somut ve acı bir yerel örneğidir. Binlerce türün yok edilmesi ile biyoçeşitliliğin hızla azalması, buzulların erimesi ve ozon katmanının incelip delinmesi.. tümü, doğayı hiçe sayan sorumsuz ve asla bağışlan(a)maz aymazlıkların sonucudur.

1997’de Birleşmiş Milletler Japonya / Kyoto’da bir çevre toplantısı düzenledi. ABD’nin en önemli önerisi, ozon katmanının delindiği ve birlikte bu facianın önüne geçilmesiydi. Ne var ki, ozon tabakasının incelmesinden başta ABD sorumludur. Yoksul ve geri bırakılmış ülkelerin atmosfere sera gazları salımı (emisyonu) ABD ile karşılaştırılabilecek düzeyden fersah fersah uzak. 1990’larda ABD, küresel sera gazları salımının (emisyonunun) %36’sından tek başına, sorumluydu. 2016’ya dek BM Kyoto toplantısına katılan ama sonuç Protokolünü imzalamayan tek ülke idi ABD!

Kapitalizm böylesine “kendine özgü”, “tuhaf” (!) birşey.. testiyi kırar, faturayı yoksullara ödetir. Ergene’yi Türkiye’nin sorumsuz kapitalistleri kirletiyor, ama fatura tüm topluma yıkılıyor.

İnsanlığın belli bir uygarlık düzeyine eriştiğini savlıyorsak (iddia ediyorsak), bunun ancak doğayla barış içinde (peacefull co-existence) olması koşuluyla onanması, saygınlığı kabul edilebilir.

Nehirler ülkenin kan damarlarıdır. Nehirler, ırmaklar, dereler, derecikler… tüm akarsular; bir bütün olarak DOĞA kirletiliyorsa, yaşamın / doğanın kan damarları kirlenmiş, tıkanmış demektir. Bu çok tehlikeli olgu, yaşamın sürdürülebilirliğini kritik biçimde tehdit etmektedir.

İnsanlığın usunu başına devşirmesi ve Kızılderili Reis Seattle‘ın bildirgesini (1853), ABD Başkanına ültimatomunu asla unutmaması gerekiyor..

Çevremiz, Doğamız bize Atalarımızdan kalan bir miras değil; tersine, sonraki kuşaklara geliştirerek aktarmamız gereken bir emanettir..

Ergene’yi geri kazanma girişimleri çok yönlü ve tümüyle bilimsel olarak daha çok gecikmeden kararlılıkla uygulamaya konmalıdır. Bu, artık vazgeçilemez ve ötelenemez bir ağır kamusal sorumluluk ve yükümlülüktür. Toplum katılımı ile saydam, açık, hesap verilebilirlikle yönetilmelidir süreç. Gecikilen her zaman birimi ise hem başarıyı olanaksızlığa – dönüşümsüzlüğe sürüklemekte hem de ödenen – ödenecek çok yönlü bedeli sanılandan çok daha fazla ağırlaştırmaktadır.

  • Ergene “imdat” çığlıkları atıyor, Ergene boğuluyor, Ergene ölüyor!

11 Temmuz Dünya Nüfus Günü

UNFPA ile ilgili görsel sonucu

11 Temmuz Dünya Nüfus Günü

Dr. Babatunde Osotimehin,
UNFPA İcra Direktörü (1949-2017)

UNFPA- Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, 2017 Teması:

“Aile Planlaması: İnsanları ve Kalkınan Ulusları Güçlendirmek” olarak belirledi.

Dünya, 11 Temmuz 1987 günü 5 milyar nüfusa ulaştı.
1989 yılında 11 Temmuz tarihinin “Dünya Nüfus Günü” olarak değerlendirilmesine karar verildi. Burada amaç nüfusa ilişkin acil ve önem içeren konulara dikkat çekmek ve bu alanda farkındalığı artırmak olmuştur.

11 Temmuz 1990 yılında 90’dan çok ülkede farklı konular ile birlikte bu özel gün değerlendirilmeye başlandı. Çevre ve kalkınma konularının nüfusa ilişkin konular ile ilişkilendirilerek farkındalık yaratılması amaçlanmaktadır.

Kavramlar ve Veriler:

Aile planlaması hizmetleri öbür sağlık hizmetleri gibi temel bir insan hakkıdır. Ve aile planlamasına bir insan hakları konusu olarak yaklaşılmalı ve bu şekilde ele alınmalıdır.

2015 yılında kalkınmakta olan ülkelerde 15-19 yaş arası 12.7 milyon genç kız aile planlaması konusunda karşılanamamış ihtiyaçlara sahipti. Yine kalkınmakta olan ülkelerde aynı yaş diliminde 14,5 milyon genç kız her yıl anne olmaya devam etmektedir.

Hali hazırda dünyada 225 milyon kadın çağdaş aile planlaması hizmetlerine erişememektedir. Aile planlaması hizmetlerine tam ulaşılabilseydi, günümüzde gebeliğe ve doğuma bağlı nedenlerle yaşamını yitiren 303.000 kadından üçte biri aramızda yaşıyor olmaya devam edecekti.

2016 yılında UNFPA-Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu tarafından sağlanan imkanlarla yaklaşık 3.7 milyon güvenli olmayan kürtaj ve yaklaşık 29.000 anne ölümünün önüne geçilmiş oldu.

  • Küresel çapta isteğe bağlı aile planlaması sayesinde anne ölümleri 3’te bir oranında düşürülebilmekte ve çocuk ölümleri de % 20’ye yakın azaltılabilmektedir. 

Afet, kriz hallerinde ve insani yardım programlarında aile planlaması çok daha önem kazanır, yaşamsaldır ve bu durumlarda aile planlaması yaşamları kurtarır; birçok hastalığın ve olası engelliliklerin önüne geçer.

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri için temel bir bileşendir. 2030 hedeflerine ulaşabilmek için özellikle kadınların ve genç insanların küresel düzeyde cinsel ve üreme sağlığı haklarından ne kadar yararlanabildikleri temel bir konusudur. Üreme sağlığı konusunda haklarının farkında olan kadınların kendi iş yaşamları bakımından ve ailelerine daha fazla katkıda bulunmaları açısından daha güçlenmiş oldukları görülmektedir.

“Kadınların kendi potansiyellerini tam anlamıyla gerçekleştirebilmeleri ve ekonomik olarak daha üretken olabilmeleri için ne zaman ve ne kadar çocuğa sahip olacakları konusunda kendi haklarından tümüyle yararlanabilmeleri gerekmektedir. Bu haklardan yararlanılabilmesi sağlık ve öbür fayda sağlayacak alanlarda gelişmelerin sağlanabilmesine; okullaşmada daha güçlü yatırımların yapılabilmesine, daha güçlü üretkenliğe, daha büyük bir iş gücü katılımının sağlanabilmesine ve haliyle de artan gelir, tasarruflar ve yatırımlar anlamına gelmektedir.”
******

Türkiye’de TÜİK verilerine göre 2016da yaklaşık 1 milyon 310 bin doğum gerçekleşmiştir. Toplam doğurganlık hızı 2,1 olarak gerçekleşmiştir.

2016’da, 15-19 yaş diliminde 75 binden çok  genç ya da çocuk doğum yapmıştır. Bu yaş aralığında doğum yapanlardan 20 bini okur yazar değil ya da ilkokulu bitirmemiştir.

Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması -2013 sonuçlarına göre 15-19 yaş doğurganlığı, bin kadın başına, kırsal kesimde 45, kentsel kesimde 28; Doğu Anadolu’da 41, Batı illerinde ise 26’dır.

Türkiye’de yine aynı yaş diliminde evli olan 6 evli genç kadından yalnızca biri etkili aile planlaması yöntemi kullanmaktadır.

Türkiye’de evli kadınların %47,4 ü etkili modern yöntem kullanmakta, su an için gebeliğini önlemek ya da ertelemek  isteyen  kadınların yaklaşık üçte biri hala daha  geleneksel yöntemlere baş vurmaktadır.

2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması verilerine göre; Türkiye’de dört ve dörtten fazla çocuğa sahip olan kadınların salt yarısı gebeliklerini ve doğumu isteyerek veya planlayarak yapmaktadırlar.

2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması verilerine göre; 15-49 yaş aralığında olan kadınların yalnızca 1/4’ü adet sırasında gebe kalınabilecek döneme ilişkin doğru bilgiye sahiptir.

Türkiye isteyerek düşük yapan kadınların yarısı düşük sonrasında herhangi bir aile planlaması yöntemi kullanmamaktadır.

Yine doğum yapan kadınların ancak yaklaşık yarısı doğum sonrası dönemde modern aile planlaması yöntemi kullanmakta; bu da sık aralıklı ve riskli gebelikleri artırmakta ve emzirme süresini de olumsuz etkileyebilmektedir.

20-29 yaş arasında doğum yapan kadınların yaptığı her dört doğumdan biri iki yıldan daha kısa aralıklarla gerçekleşmiştir.
==========================
Dostlar,

Sorun çooook ciddidir..
Veriler perişanlığı sergiliyor, hatta gözümüze sokuyor..
AKP iktidarı bu bağlamdaki Türkiye ve Dünya gerçekleri ile örtüşmeyen hatta açıktan çelişen (en hafif deyimiyle) nüfusu – doğurganlığı teşvik eden politikaları terk etmelidir. 2827 sayılı yasa, Anayasa’nın 41 maddesinin bağlayıcılığı karşısında mutlaka ve içtenlikle uygulanmalıdır..

Yukarıdaki dosyayı bizimle paylaşan Sn. Prof. Dr. Ayşe AKIN hocamıza teşekkür ederiz.

31 Aralık 2016’da Türkiye nüfusu 79 814 871 kişidir.
Nüfus, iktidarın yersiz teşvikiyle 2016’da 1 073 818 kişi artmıştır!
Doğal NAH=(1 073 818 / 78 741 053) x 1000 = %o 13,64 veya %1,364.
Bu gün, 11.7.2017’de (yılın 192. günü) nüfus 6 ay 11 günde 521 438 artışla (anormal hızlı – çok gereksiz!)
79 814 871 x (1,01364)^(192/365) = 80 336 309 kişidir! (de jure rakam)

Sevgi ve saygı ile. 11 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com 

 

 

 

HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH


Sevgili AÜTF Dönem 2 öğrencilerimiz
,
Site okuru dostlarımız. 

  • DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI

konulu AÜTF Dönem 2 dersi sunumu yansılarını paylaşmak isteriz.

Güncellenmiş dosyayı ilgi ve bilginize sunuyoruz.
Çok emekli ve kapsamlı bir dosyadır (119 yansı).

  • Gereksiz, dengesiz ve hızlı, akıl dışı ve sürdürülemez
    hızlı nüfus artışı ülkemiz ve dünya için en önemli sorunların başında gelmektedir.

Türkiye, 35-40 yıl sürecek bir DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ DÖNEMİNDEDİR.
Bu dönemde yapılması gereken, genç nüfusun niteliğinin iyileştirilmesidir.
Bu da sağlık ve eğitim yatırımları ile olur.

Nüfusun “hızlı” yaşlanması sorunu yoktur, akut gündem bu değildir.

İvedi olan 2 adım vardır :

1. Hızlı nüfus artışını teşvikten, “en az 3-5 çocuk doğurun” demekten
hemen vazgeçmek. Her ailenin 1 çocukla yetinmesini önermek..

2. Eldeki çooooook genç nüfusun niceliğini (sayısını) değil niteliğini (kalitesini) geliştirmek.. Yaşamsal sorun budur.. Genç nüfusu 21. yy’da acımasız küresel rekabete hazırlamak..
Yabancı diller ve İLETİŞİM öğretmek, geçerli meslekler edindirmek, özgüven kazandırmak,
istihdamı geliştirmek, yurttaşların sosyalleşmesini sağlamak (karma eğitim başta!)..

Ülkemizin öncelikleri bunlar, Demografi politikaları bakımından..
Bir ULUSAL DEMOGRAFİ KURULTAYI toplamak ve nüfus politikalarını güncellemek..

Ayrıca, kürtaj istemiyorsanız etkin ve yaygın aile planlaması hizmetlerini topluma
mutlaka vereceksiniz.. Özellikle de Doğu ve Güneydoğu’da!

Vurgulayalım ki; Anayasa’nın 41. maddesi açık ve net olarak devlete bu görevi yüklüyor.
Siyasal tercihiniz ne olursa olsun :

Anayasa_madde_41

 

 

 

 

 

 

 

 

Oldukça kapsamlı ve doyurucu bir dosya sunuyoruz.
Okunup okutulması, paylaşılması, politikacılara da ulaştırılması dileğiyle..
Umarız, hala Türkiye’de nüfus artışını bilim ve akıl dışı biçimde savunan tepe yöneticiler de, danışmanları da okusun ve yararlansınlar. Ülkemizi yıkımlara sürüklemesinler..

Lütfen tıklar mısınız erişkeyi (linki) ?

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yansılarda sayın Prof. Ercan’dan çok yararlandık, teşekkür borçluyuz.