Etiket arşivi: Sermaye Birikimi

DÜNYA SAĞLIK GÜNÜNDE PARASI OLANA SAĞLIK

TOPLUMCU TIP - SINIFIN SAĞLIĞI: AKİF AKALINDr. Akif AKALIN
Halk Sağlığı Uzmanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu yıl, 7 Nisan 2023 Dünya Sağlık Günü’nü, “Herkese Sağlık” (Health for All) teması altında kutluyor. Aslında anımsanacağı gibi “Herkese Sağlık” sloganının özgün biçimi “2000’e dek Herkese Sağlık” (Health for All by the Year 2000 – HFA – 2000) idi. Olmadı. Dolayısıyla DSÖ’nün bu yıl yeniden önümüze koyduğu “Herkese Sağlık”, Örgütün yarım yüzyıllık hedefidir.

DR. AKİF AKALIN YAZDI- DÜNYA SAĞLIK GÜNÜNDE PARASI OLANA SAĞLIK

HERKESE SAĞLIK:
NEREDEN NEREYE…

1970’li yıllarda Herkese Sağlık sloganındaki “sağlık” sözcüğü, örgütün bugün 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşırken kullandığı “sağlık” sözcüğünden çok farklı bir anlam taşıyordu.

1970’li yıllarda “sağlık” dendiğinde, DSÖ Anayasası’nda yer alan tanım akla geliyordu. DSÖ Anayasası sağlığı, biyo-psiko-sosyal bir yaklaşımla,

  • “Yalnızca hastalık ve engelliliğin  olmayışı değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve toplumsal (sosyal) bakımdan tam bir iyilik durumu” olarak tanımlıyordu.

Sağlık, insanların toplumsal (sosyal) ve ekonomik olarak üretken bir yaşam sürebilmelerine olanak veren bir “iyilik” durumu olarak kavranıyordu. Bu çerçevede “Herkese Sağlık”, insanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmelerinin önündeki engellerin kaldırılması olarak anlaşılıyordu.

1970’lerin sağlık gündemine bakıldığında, sağlıkta ana sorunların daha çok beslenme yetersizliği, sağlıksız barınma koşulları, içme suyuna erişim ve eğitim gibi “tıbbi olmayan” konulara odaklandığı görülür. Sağlık sistemlerinin “Temel Sağlık Hizmeti” yaklaşımıyla güçlendirilerek herkesin sağlığa kavuşabileceği öngörülür.

Dahası 1970’lerin belgelerinde Herkese Sağlık karşımıza salt sağlık alanında değil, tarımda, sanayide, eğitimde, iletişimde, imarda sağlık için ortak eylem programlarıyla çıkar. Sağlık kalkınmanın ayrılmaz bir parçasıdır. 1978 Alma Ata Bildirgesi de “2000 Yılında Herkese Sağlık” için adaletli bir “Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen-YUED” önerir.

1980’li yıllardan başlayarak dünyada “toplumcu” düşüncenin gerilemesi ve toplumsal (sosyal) yaşama “bireyciliğin” egemen olmaya başlamasıyla birlikte DSÖ Anayasası’ndaki sağlık tanımı “resmen” değiştirilmese de, tıbba ve sağlık hizmetine egemen olan biyomedikal yaklaşım sağlığı “fiilen” biyolojiye ve sağlık hizmetini “tıbbi hizmetlere” indirgedi. (AS: Medikalizasyon…)

1990’larda sağlık sistemleri bir yandan “Temel Sağlık Hizmeti” yaklaşımından uzaklaşarak “sağaltım (tedavi) ” odaklı duruma gelirken, öte yandan 20. yüzyılda daha çok devlet hizmeti olarak örgütlenen sağlık hizmetleri özelleştirildi ve piyasalaştırıldı. Sağlık hizmeti piyasada alınır – satılır bir mal (meta), sağlık da sermaye için üzerinden kâr sağlanan bir yatırım – ticaret alanına dönüştürüldü.

SAĞLIĞIN YATIRIM-KÂR ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLME SÜRECİ

Dünyada 1917 Ekim Devrimi ile temel insan hakları arasına giren sağlık, Emperyalistler arası İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında başta İngiltere olmak üzere, sermaye egemenliği altındaki coğrafyaların önemli bir bölümünde (ve Türkiye’de) “sosyalleştirildi” (Nusret Fişek).

Emekçilerin tarihinde “altın yıllar” olarak kabul edilen 1950 – 70 döneminde sosyalizm tehdidi karşısında işçi sınıfına büyük ödünler vermek zorunda kalan sermaye, sağlık alanında sosyalist ülkelerde emekçilerin sahip olduğu hakların büyük bir bölümünü kapitalist ülkelerin işçilerine de tanıdı. Bu dönemde kapitalist ülkelerde bir yandan işyerlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği hizmetleri, öte yandan Birinci Basamakta Genel Pratisyenlik yaygınlaşmaya başladı.

1970’li yıllarda sosyalist hareketin içine düştüğü (ve bugün sürmekte olan) ideolojik bunalım, işçilerin ve emekçilerin 1980’lerde “toplumcu” düşünceden uzaklaşması ve “bireyci” dünya görüşünü benimsemesiyle “altın yılların” sonunu getirdi.

Bu sürecin en önemli köşe taşlarından biri, Dünya Bankası’nın (DB) 1993’de yayınlanan “Sağlığa Yatırım Yapmak” (Investing in Health) başlıklı raporu oldu. DB raporunda sağlıkta finansmanın kamudan, özele doğru yönlendirilmesinin gerekliliği vurgulanırken, aynı dönemde Uluslararası Para Fonu da (IMF) kendisinden borç isteyen ülkelere dayattığı Yapısal Uyum Programları’nda (SAL)  kamusal sağlık giderlerini kısma ve sağlığı özel sektöre açma koşulu getiriyordu.

DSÖ’nün geleneksel kamucu gündemini bırakarak, DB’nca dayatılan neoliberal gündemi benimsemesi, kendisini örgütün “Dünya Sağlık Raporu – 2000” başlıklı belgede gösterdi. Sonraki yıllarda DSÖ, sağlık alanındaki tek sorun adeta “finansman” sorunuymuş gibi davranmaya başladı.

2000’li yıllarda sağlık hızla “finansallaşırken”, sağlık hakkı da “sağlık hizmetine erişebilme” hakkı olarak kabul edilmeye başlandı. Nitekim 21. yüzyılda DSÖ tarafından ortaya atılan ve
7 Nisan 2023 Dünya Sağlık Günü’nde de sağlık sorunlarına “çözüm” olarak önerilen “Evrensel Sağlık Kapsamı” (Universal Health Coverage), Herkese Sağlık hedefine ulaşmanın anahtarı olarak sunuluyor.

DSÖ’NÜN 2023 DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ İLETİLERİ

Örgüt, 2023’te dünyanın sağlık sorunları olarak şunların altını çiziyor:

  • Dünya nüfusunun %30’u temel sağlık hizmetlerine erişemiyor”.
  • “İki milyara yakın insan, katastrofik (yıkıcı) veya yoksullaştırıcı sağlık giderleriyle karşılaşıyor”.

DSÖ sorunlara çözüm olarak Evrensel Sağlık Kapsamı (UHC)  öneriyor. Örgüte göre Evrensel Sağlık Kapsamı, akçalı (mali) koruma ve nitelikli temel sağlık hizmetlerine erişim sunacak, insanları yoksulluktan kurtaracak, ailelerin ve toplulukların iyiliğini teşvik edecek, halk sağlığı bunalımlarına (krizlerine) karşı koruyacak ve bizi “Herkese Sağlığa” doğru ilerletecek.

Örgüt herkese sağlığı bir “gerçeklik” durumuna getirmek için şunlara gereksinim olduğunu söylüyor:

  1. Nitelikli sağlık hizmetine erişim
  2. Nitelikli, insan – merkezli bakım sunan sağlıkçılar
  3. Evrensel Sağlık Kapsamı’na yatırımı yüklenen (taahhüt eden) politika yapıcılar

DSÖ hala “Temel Sağlık Hizmeti” yaklaşımıyla güçlendirilmiş sağlık sistemlerinin, sağlık ve iyilik hizmetlerini insanların yakınına getirmekte en etkili ve maliyet – etkili yöntem olduğunu savunmayı sürdürüyor, ama “sosyal adalet” kavramı üzerine kurulmuş olan Temel Sağlık Hizmeti kavramının, “sosyal adaletsizlik” ilkeleri üzerine kurulmuş bir dünyada nasıl olanaklı olabileceğini söylemiyor.

NE YAPMALI?

Aslında sağlık sorunlarının nereden kaynaklandığını ve çözüm için ne yapmak gerektiğini çok iyi biliyoruz, ama bunlar için gerekli politik kararlılıktan (iradeden) yoksunuz.

Örneğin sağlıkta en temel sorunlardan biri olan eşitsizliklerin kaynağının özel mülkiyet olduğunu biliyor, ama özel mülkiyete son vermek ve ortaklaşa mülkiyete dayalı bir toplumsal (sosyal) düzen örgütlemek için gerekli politik istenci (iradeyi) ortaya koyamıyoruz.

Son birkaç yılda başımıza gelen yıkımlar (felaketler), sağlık sorunlarının artık değer sömürüsüne dayalı bir toplumsal düzende çözülemeyeceğini gösterdi. Gerek pandemi sürecinde (Kovit-19), gerekse Kahramanmaraş depreminde sermaye birikiminin gereksinimleri ile halkın sağlık gereksinimlerinin “uzlaşmaz” bir çelişki içinde olduğu apaçık görüldü.

Sermaye, pandemi sürecinde “her ne pahasına olursa olsun çarklar dönecek” dayatmasıyla salgına karşı gerekli “toplum düzeyli” önlemlerin alınmasına izin vermedi. Oysa Türkiye gibi “birey düzeyli” (bireysel temelli) önlemlerle yetinmeyerek bunları toplum ölçeğinde önlemlerle destekleyen ülkeler, Türkiye ile kıyaslanamayacak ölçüde az yitik verdiler.

  • Yine deprem sürecinde yaşadıklarımız, sermaye düzeni içinde hiçbir sağlık sorununu çözemeyeceğimizi bir kez daha kanıtladı.

Sermayenin bir an önce yeni inşaatlara başlayabilmek için, henüz enkaz altından çığlıkların yükseldiği günlerde, enkaz altında kalanların kurtarılması yerine, enkaz kaldırma çabasına girmesi asla unutulmayacak.

DSÖ’NÜN “ÇÖZÜMÜ”

Son olarak DSÖ’nün sağlık sorunlarına “çözüm” olarak önerdiği Evrensel Sağlık Kapsamı’na (ESK) bir göz atalım.

DSÖ ve Dünya Bankası’nın yıllardır şampiyonluğunu yaptığı ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasına da alınan ESK, sonunda “sınırlı” bir hizmet paketinin finansmanından başka bir şey değildir. Dahası bu sınır, “en az – asgari” sağlık hizmeti paketinin neleri kapsayacağını açıkça belirten “evrensel” bir sınır da değildir.

Bir örnek ile ne demek istediğimizi anlatmaya çalışalım: Kanada’da yaşayan “herkes”, prim (AS: prim = ek vergi!) ödesin – ödemesin, yaşadığı eyaletin sağladığı “asgari” (en az) sağlık güvencesine sahiptir. Ancak bu “an az sigorta paketi” dışında isteğe bağlı, bedelini ödeyerek satın alabileceğiniz “tamamlayıcı sigorta” paketleri vardır.

Asgari pakete sahip bir Kanadalı diş sorunu yaşadığında, yalnızca “çekim” için ücret ödemez. Dişini dolgu veya kanal tedavisi ile kurtarmak isterse ya cepten ek ödeme yapmak ya da “tamamlayıcı” sigorta poliçesi satın almak zorundadır.

İşte DSÖ’nün sunduğu ESK böyle, bedelini ödeyemeyenlerin asgari (en az), bedelini ödeyebilenlerin gereksindiği ölçüde sağlık hizmetine erişebildiği, eşitliksizçi bir çözümdür.

Öte yandan birçok deneyim, kamu sigortalarının hizmeti yalnızca kamusal sağlık hizmeti sunucularından değil, özel sektörden de satın almasının, halkın parasının özel sağlık sektörüne aktarılmasıyla sonuçlandığını göstermiştir. Böylece ESK bir tür kamusal kaynakları özel sektöre aktarma düzeneğine dönüşmektedir.

Tarih, bugüne dek denenen finansman (akçalama) modelleri içinde en eşitlikçi ve verimli modelin, sağlık hizmetlerinin “genel bütçeden” finanse edildiği Semaşko modeli olduğunu göstermiştir.
===================================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Akif AKALIN, sağolsun, konuyu yetkinlikle ve kapsamlı irdeliyor yazısında.

DSÖ resmi web sitesinde (who.int) kapsamlı yazı, belge, yazanak (rapor) ve görsellere erişilebilir:
(World Health Day 2023: Health For All (who.int)

75 years of improving public health

World Health Day 2023

On 7 April 2023  ̶  World Health Day  ̶  the World Health Organization will observe its 75th anniversary.

In 1948, countries of the world came together and founded WHO

– to promote health,
– keep the world safe and
– serve the vulnerable, so everyone, everywhere can attain the highest level of health and well-being.

WHO’s 75th anniversary year is an opportunity to look back at public health successes that have improved quality of life during the last seven decades.

It is also an opportunity to motivate action to tackle the health challenges of today –  and tomorrow.

Join WHO on a journey to achieve Health For All.

#HealthForAll   #WHO75
***
Küresel toplumun ve o arada Türkiye’nin de hızla usunu başına devşirmesi ve neo-liberal vahşetin çıkmaza sürüklediği tüm sömürgen politikalardan hızla sıyrılması kaçınılmazdır.

Üstteki “Evrensel Sağlık Kapsamı-UHC” yaklaşımı 3 eksende adımlar atmayı gerektiriyor :

1. Hiçbir insan sağlık güvencesi dışında kalmayacaktır (Herkese sağlık!)
2. Kapsanan sağlık hizmetleri olabildiğince geniş olacaktır.
3. Cepten ödemeler en aza çekilecektir. 

Kamusal sorumluluklasağlık temel bir insan hakkı” olarak yaşama geçirilmeli ve koruyucu sağlık hizmetlerine, TEK TIP – TEK SAĞLIK felsefesiyle yaklaşarak kesin bir öncelik verilmelidir.

Bu tümelci (integre) kamusal politika, daha az sağlık gideriyle daha sağlıklı bir toplum üretmeye en elverişlidir; en yüksek maliyet – etkili yoldur..

HERKESE SAĞLIK diliyoruz, Dünya Sağlık Örgütü 75. yaşını bitirirken.. (Türkiye kurucu üye!)

Not : Bu akşam 21:30’da, Atılım Üniv. Tıp Fak. Öğrenci Birliği’nin dileği ve konuğu olarak

  • DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ – 75. YIL

temalı bir konuşma yapacağız sanal ortamda..
Güncelleme : Bu etkinlik gerçekleştirildi.. Cem, Afra ve emek veren öğrencilerimize teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 07 Nisan 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

2022’ye girerken siyasal bilanço

Alev CoşkunAlev Coşkun

Cumhuriyet
, 02 Ocak 2022

 

Çok fırtınalı bir yıl olan 2021 yılını geride bıraktık ve 2022’ye girdik. 2021 yılı Türk toplumsal ve siyasal yaşamında özellikle ekonomi alanında büyük yaralar açmıştır. Bu 2021 yılının kısa bilançosu şöyledir:

Etkinliğini yitiren cumhurbaşkanlığı sistemi

Demokrasilerde genel seçimler ne kadar önemliyse halkın temel hak ve özgürlüklerinin de anayasal güvence altına alınması o derece önemlidir.

Kuşkusuz diğer önemli bir unsur (AS: öge), siyasal iktidarın elinde toplanan gücün anayasal kurallar çerçevesinde sınırlandırılmasıdır. Bu da güçler ayrılığı ilkesinin kabul edilmesi ve işlemesi ile olanaklıdır.

2018 yılında Türkiye, dünyada bir benzeri olmayan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçti.

Son üç yıldır uygulanan bu sistem, tam bir tek adam yönetimine dönüşmüş ve 2021 yılında tamamen (AS: tümüyle) etkinliğini yitirmiştir. Tüm muhalefet partileri dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu sisteme karşı çıktılar. İlk yapılacak seçimde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tarihin derinliklerine terk edilecektir.

Millet İttifakı’nın yükselişi

CHP ve İYİ Parti’nin başını çektiği Deva, Gelecek, Saadet Partisi’nin de içinde yer aldığı ve HDP’nin de genellikle desteklediği Millet İttifakı, 2021 yılında gücünü artırarak ilerlemesini sürdürüyor.

İyi Parti Genel Başkanı Akşener’in halka inmesi, hemen ardından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun aynı biçimde esnaf ve halk kitleleriyle iletişim kurması, Millet İttifakı’nın etkinliğini artırmış ve Millet İttifakı yükselişe geçmiştir.

Laiklik ve tarikatlar

Çok kısa koalisyon hükümetleri bir yana bırakılırsa 1950-2021 arası 71 yıllık sürede sağcı ve muhafazakâr hükümetler ülkeyi yönettiler. Sırayla Menderes, Demirel, Özal ve Erbakan hükümetleri bu tarihte yer aldı.

Menderes büyük toprak sahibiydi ve toprak sahipleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası güçlenen burjuvazinin partisi olmak istiyordu. Tarikatlardan yardım alsa da AKP gibi “İslami yaşam biçimini yerleştirmek” gibi bir amacı yoktu.

Demirel, 1965’ten 1980’lere iç pazara dönük sermaye birikiminin yürümesini sağlamaya çalışmıştı; laiklikle sert ve kesin bir hesaplaşması olmamıştı.

Kapitalist sistemi benimseyen ve kendisi de tarikat üyesi olan Turgut Özal ise 12 Eylül 1980’i gerçekleştiren, o günün ABD’ye çok yakın komutanlarıyla ve okyanus ötesi güçlerle ilişkilerini yakın tutmak istemişti. Büyük burjuvanın örgütü MESS’in (Madeni Eşya İşverenleri Sendikası) başkanlığından ekonominin başına getirilmişti.

En derin ayrım laikliğe bakış

Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran en önemli kalın çizgi, laiklik ile olan ilişkisidir.

Erdoğan, “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirmek istediğini
açıkça ortaya koymaktan çekinmemiştir. 

Bu konuda yüzlerce örnek gösterilebilir ancak Mart 2021’de çıkan TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) ile ilgili bir yönetmelik değişikliği önemlidir. TSK’ye subay yetiştiren harp okulları ve astsubay yetiştiren astsubay yüksekokullarına giriş yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı.

Giriş koşulları arasında sayılan, “kendisinin, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve velisinin, tutum ve davranışlarıyla yasadışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bölücü ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olması” koşulu yeni yönetmelikte kaldırıldı. Bunun yerine, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı ya da bunlarla irtibatı olmamak” kuralı eklendi.

15 Temmuz FETÖ darbesinden sonra iktidarın yeni arayışlar içine girdiği ve ülkemizde tarikatların her alanda faaliyet içinde oldukları bir ortamın oluştuğu bilinen bir gerçektir. Bu durumda, TSK’ye subay ve astsubay yetiştiren harp okulları ile astsubay yüksekokuluna giriş şartlarında yapılan değişiklik, TSK içinde tarikatların etkinleşmesine olanak sağlayacaktır.

Bu durum özellikle Cumhuriyet gazetesi tarafından ele alınmış, konu üzerinde günlerce sert yayın yapılmıştır. Bu konu ile ilgili en çarpıcı olay Deniz Kuvvetleri’nde Tuğamiral Sarı’nın tarikat evinde cüppeli sarıklı fotoğrafları ortaya çıktı. Bu amirale uzun süre dokunulmadı, zarar görmemesi için beklendi ve sonunda 30 Ağustos 2021’de emekli edildi.

Konu o derece ilerlemişti ki, genelde iktidarla bir çatışma içine girmek istemeyen TÜSİAD, bu konuda açıklama yapmak durumunda kalmıştı. (Ekim 2021)

Cumhuriyet gazetesi bu konuyu uzun süre gündemde tutarak kamuoyuna bilgi verdi. Cumhuriyet gazetesinin çok hassas olduğu bu “laiklik” konusu bilindiği gibi “Türkiye’nin ve demokrasinin temel direğidir. Geleceğin garantisidir, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir”.

Bu konu, 2021 yılının son günlerinde bir kez daha açıkça ve belgeli olarak ortaya çıktı. Ziraat Bankası’nın danışma komitesi “kur korumalı katılım hesabına icazet belgesi” verdi.

  • Kurumlarda, bankalarda şeriata uygunluk “icazet belgesi” veren komisyonlar oluşturulmuş bulunuyor.

Liyakat-yetenek konusu

Türkiye’de AKP iktidarının yarattığı en önemli yıkımlardan birisi de “liyakat” yani yeteneğe olan darbedir. AKP iktidarı işe alımlarda “liyakat” yerine “partizanlığı” uyguluyor. Yazılı sınavlarda en üst dereceler alan gençler sözlü sınavlarda eleniyor. Şu sorulara bakınız:

  • “Reis” denilince aklına ne geliyor? Erdoğan’ın torunlarının isimleri ne? Allah’a inanıyor musun? 
  • 15 Temmuz darbesini kim yaptı? El Muhyi ne demektir? Yargıtay 2. Daire Başkanı kimdir?
  • Abdülhamit Han kaç yıl tahtta kalmıştır?
  • Yatsı kaç rekâttır? 

Öğretmen atamalarında KPSS’de yüksek puan alan ve dereceye giren adaylar bu gibi sorularla sözlü imtihanlarda eleniyor.

Sedat Peker ve soruları

Suç örgütü liderlerinden Sedat Peker’in yurtdışından yaptığı açıklamalar, Türk kamuoyunda ve siyasal yaşamda sarsıntılar yarattı. Peker’in açıklamalarına iktidar genellikle yanıt vermedi ya da veremedi. İçişleri Bakanı’na yapılan suçlamalar, Peker’in iddiaları o tarihlerde kamuoyunun konuştuğu en önemli konu oldu.

Bakan Soylu, bu iddiaları gündemden düşürmek için Cumhuriyet gazetesine çattı ve hatta bir video yayımladı. Cumhuriyet gazetesi gereken yanıtı verdi.

Bağımsız yargı

  • Bağımsız yargı, hukuk devletinin ve çağdaş demokrasinin vazgeçilmez en önemli kurumudur.

Türkiye, 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Bu kabul edilemez bir durumdur. Bağımsız yargının, hak ve özgürlüklerin tam olarak sağlanması gerekir ve yargı kararlarının AİHM kararlarıyla uyumlu olması önkoşuldur.

İktidar, tarikatçı cüppeli amirale kol kanat gerip onu korurken, “Montrö’yü deldirtmeyin” diye uyaran emekli amirallere dava açtı, onları itibarsızlaştırmak istedi.

FETÖ kumpasıyla yıllarca Silivri tutukevinde kalan 80 yaşını geçmiş saygın ve onurlu generaller hapse atıldılar. Osman Kavala, her kezinde açılan yeni davalarla cezaevinde tutulmakta.

– DEVAM EDECEK –
=====================================
Dostlar,

Yazının ardılı (devamı, süreği) 03 Ocak 2022 günü Cumhuriyet‘te yayınlandı.

Onu da web sitemizde paylaştık :

2022’ye girerken siyasal bilanço – 2

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 04 Ocak 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Bilim Kurulu 2. Bşk.

www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

El çek yaramdan kapitalizm

El çek yaramdan kapitalizm

mühdansağlamçevirerek bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız.

İLAÇ ENDÜSTRİSİNİN SÜVARİLERİ

İlaç endüstrisi; araştırma, deney ve patent, pazarlama, satış süreçlerini içeren, yaklaşık 900 milyar dolarlık bir piyasa. Her sektörde olduğu gibi sağlık sektöründe de gelişmişler, az gelişmişler ve bağış yapmak zorunda hissedilen ülkeler var. Endüstri, araştırma ve geliştirme aşamasında yüksek teknoloji, kaliteli girdi, alanında iyi uzmanlar istiyor. Bu ise kalifiye işgücüne ve yüksek teknolojiye sahip ülkelerin üretimde baskın olması demek. İşte bu noktada firmalar ülkeler üzerinden sıralanıyor. Piyasa gücü ve değeri üzerinden Forbes 2016 En Büyük İlaç Firmaları Listesinin ilk beşi şöyle:

  1. Pfizer,
  2. Johnson & Johnson,
  3. Roche,
  4. Novartis,
  5. Merck.

    Bunu Bayer ve Allergan izliyor. Listede ilk 25’te yer alan firmalar menşei (AS: kaynağı) bakımından sekiz ülkeye dağılıyor. ABD, 15 şirketle ilk sırada. Onu ikişer şirketle İngiltere, Almanya ve İsviçre takip ediyor. Fransa, Japonya, İsrail ve Danimarka birer şirketle listede “ben de varım” diyor. Bu firmalar piyasanın % 30’una yakınını elinde tutuyor. ABD, 350 milyar dolarlık bir pazar olduğu için en büyük rekabet de burada yaşanıyor. Bunun dışında bine yakın ulusal ve uluslararası firma var. Ancak gelir ve pazar gücü açısından ilk beşin çok uzağındalar.

DERDİM ÇOKTUR HANGİSİNE YANAYIM?

Kapitalizmi bulunduğunuz konuma göre farklı şekillerde tarif edebilirsiniz. Bununla beraber en derli toplu ve anlaşılır tanım, Karl Marx’ın Kapital’inde ifadesini bulmaktadır:

  • Kapitalizm : Üretim araçlarına sahip olmak ve artı değere el koymaya dayanan kâr odaklı üretim.

Aynı eserde şu tahlil de var: Sermayedar üretmekle, kâr için üretmekle yükümlüdür. Sermaye birikimi temel önceliğidir, öyle keyfince kazandığını harcayamaz. Yani kapitalist mantıkla örülü bir sistemde faaliyet yürüten sermayedarın önceliği kârdır. Üstelik bunun hangi sektör olduğu, ne kadar ahlaklı olduğu tali (AS: ikinci) sorulardır. Dolayısıyla ilaç sektörüne buradan bakmak en derli toplu çerçeveyi sunuyor. İlaç sektöründe değinilen firmalarda billurlaşan ve üretim dinamiklerine şekil veren sistem iki boyutla açıklanabilir.

İlk olarak; AIDS’e, kansere, koleraya, zatürreye, dizanteriye çare arayışı kimsenin gül hatırı, insanlığın geleceği için değil, kâr için gerçekleştirilir. Tam da bu nedenle söz konusu arayış ucuz araştırma ve iş gücüne ihtiyaç duyar. Dolayısıyla “küresel çapta kaldırın sınırları, taşıyın laboratuvarları” denebilir. Nitekim son dönemde Çin’de kanser araştırmalarının revaçta olmasında bu yönelim etkili. Kalifiye ve ucuz çalışanlar için hükümet göçmen karşıtı politikasını hal yoluna koymakta zorlanabilir. Dahası ucuza üretimin yanında şayet söz konusu patent sistemiyle formüle sahipseniz, ürettiğiniz ilacı ederinin üzerinde fahiş fiyatlara satabilirsiniz. Dikkat edilmesi gereken burada “olmasa da olur” diyebileceğiniz bir lüksünüzden bahsetmediğimiz. Deva arayışınız sizi bu ilacı aramaya mahkum kılar, mecbursunuzdur. Burada mecburiyetten nasıl kazanç sağlandığı açık. Oysa sistem bize bunu bir tür seçme şansımızın olduğu bir alan gibi sunar. Öyle ya kimse sizi zorlamıyordur, almayabilirsiniz. Alım gücünüzün buna yetmemesi de kimseyi ilgilendirmez, çünkü toplumsal ve bireysel yoksulluğunuz kâr aracı olmadığı sürece kulak verilmeye değer değildir.

Değinilen durumu bir örnekle açıklamak yerinde olacak. Geçtiğimiz yıl Sınır Tanımayan Doktorlar (Medecins Sans Frontiers-MSF), kendilerine 1 milyon dolar değerinde zatürre aşısı bağışlamak isteyen çok büyük bir firmanın bu girişimini geri çevirdi. MSF’den gelen açıklama bu kararın nedenini ortaya koyduğu gibi firmaların insafına ilişkin de bir ifşaydı. Bağış üç gerekçeyle reddedilmişti. Birincisi söz konusu firmadan bağış değil, ulaşılabilir fiyatlardan aşı talebi için. Aşının bir dozluk fiyatı 3.5 dolar, hastalığın tamamını kontrol etmek için gerekli olan doz içinse 19 dolar gerekiyordu. MSF, az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olanların pek çocuğunun bireysel ve devlet olarak bu gideri karşılayamayacağını, yardım kuruluşlarının da bütçeleri yetmediği için indirim istediklerinin altını çizdi. Yaklaşık dört yıldır da söz konusu firmayla müzakerede bulunduklarını ve sadaka değil “erişilebilir fiyatlar” istediklerini yeniledi. İkincisi, firmanın bağışla vergiden kurtulma çabası ve bağışların koşullarına dikkat çekiyordu. Şöyle ki; şayet söz konusu ilaç devi 1 milyon dolarlık aşı satmış olsaydı bunun bir bölümünü vergi olarak ödemek durumunda kalacaktı. Ancak firma böylece bağış yaparak vergiden kurtulmuş oluyordu. Ayrıca bir anda gelen aşı bir anda gidebilirdi. Vurgulanan can yakıcı son noktaysa bağışın “hangi ülkelerde, hangi olgularda, kaç yaşındaki çocuklara uygulanacağına dek” pek çok ayrıntının firma tarafından belirlenmesiydi. Yani firma insan seçiyordu. (AS: ilaç devi deney yaptırıyor bir tür!) Söz konusu olan ilaç devi aşıda indirime gitmedi. Bu esnada çaresi olan bir hastalıktan binlerce çocuk yaşamını yitirdi/yitiriyor.

İkinci öge kapitalizm ve mülkiyet ilişkisinin bir yansıması olan patent sistemi. Mülk ve üretim araçlarının sahipliği kapitalizmin temel dinamikleri arasında sayılıyor. İlaç sektöründeyse bunun dolayımı patent sistemiyle sağlanıyor. Şöyle ki; bir ilaç firması herhangi bir hastalığın tedavisinde kullanılmak üzere bir ilaç geliştirdiğinde, bunu hangi firmanın, hangi laboratuvarın geliştireceğini tayin etmek için patent kurumuna başvurup patent alıyor. Yani formülün beş ile yedi yıl (AS: 20 yıl + 5 yıl dolayında veri koruma imtiyazı ile çeyrek yüzyıl!) arasındaki mülkiyeti. Böylece söz konusu firma ilacın üretimi, dağıtımı ve piyasanın denetimini bir süreliğine ele geçiriyor. Genellikle küçük yeniliklerle de patentin süresini uzatabiliyor. MSF örneğinde de bu boyut bulunuyor. Örgüt, patent sistemi nedeniyle zatürre aşısını başka bir firmadan alamıyor, üretemiyor.

Patent pek çok ülkeden alınabilir. Ancak en sert önlemleri alan ve sözü geçen hangi ülkeyse şirketler onun kurumlarını tercih ediyor. Halihazırda patentlerin neredeyse % 70’i ABD’den alınıyor. Ayrıca Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (Food and Drug Administration-FDA) dünya genelinde kalite standartları enstitüsü muamelesi görüyor. FDA patent vermiyor, söz konusu ilacın denetimini yapıyor. Pek çok ülke de dağıtım şirketi FDA onaylı olmayan ilaçları güvenilir bulmuyor. Bu noktada ABD iki kurumuyla sektörde büyük bir iktidara ve yönetim kapasitesine sahip. Küresel piyasa da buna göre konumlanıyor, bir yer dışında: Küba.

KANSERE UMUT, SEKTÖRE KABUS: KÜBA

Küba, 1959’da Fidel Castro öncülüğünde Fulgencio Batista rejimini devirdi. Ardından sosyalist ilkeler üzerinden yoluna devam etti. Sosyalizmin en görünür olduğu alanların başında da sağlık sektörü geliyor. Tümden devlet sorumluluğundaki sağlığa, bir sektör olarak değil, halkın mutlu ve uzun yaşaması için bir araç olarak bakılıyor. Kâr beklentisiyle üretim yapılmıyor. Bunun en bilinen örneği, kanser aşısında yaşandı. Akciğer kanserinde tümörün büyümesinin durması ve küçülmesini sağlayan aşının formülü tüm dünyaya ücretsiz ya da bir dolar gibi bir ücrete satılırsa işbirliğine açık olacaklarını söylediler. FDA, Obama döneminde Havana-Washington Hattı’ndaki yumuşama paralelinde Kübalı yetkililerle görüştü. Ancak Küba’ya daha çok yaptırım diyen Trump yönetimiyle ilişkilerde yeniden soğuk rüzgarlar egemen. Küba’nın halktan yana insani önerisi de havada kaldı, ambargo altındaki ülke aşıyı tek başına dünyaya iletmekte zorlanıyor. Yani tıbbın çaresi, bu kez de küresel politik hesaplara ve Trump yönetimin pek istikrarlı “herkese veryansın” politikasına takıldı. Elbette bu süreçte küresel ilaç piyasasının süvarileri, Trump’ın sırtını sıvazlayıp bu hamlenin önlenmesi için çok çabaladı.

Küba’daki alternatif sağlık sistemini bir yana bırakırsak, ilaç sektörü genel olarak olarak kapitalist motivasyonla karakterize oluyor (AS: niteleniyor). Elbette sektörün süvarileri şifa bulmanızı ister, yeterli bakiyeniz (AS: birikiminiz) varsa tabii. Sosyal devletin artık mumla arandığı bir çağda, Havana’dan yükselen başka bir sistemin olanaklarına kulak vermek gerekiyor. Özetle ya başınızın çaresine bakacaksınız ya da varolan sistemin.  (https://www.gazeteduvar.com.tr ‘den alınmıştır)

Osman Ulagay : Nereye gidiyoruz?

Nereye gidiyoruz?

  • Davos’takilerin çoğu, dünyanın ve insanlığın farklı bir yere doğru gittiğinin farkında ve kaygılı ama nereye doğru gittiğini kimse bilmiyor.
Haber görseli
Cumhuriyet, 23 Ocak 2016
Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısına katılmak üzere geldiğim Davos’ta, dünyanın gidişatı konusunda söz söyleyecek konumda bulunan insanlarla dört gün geçirdikten sonra edindiğim izlenimi soracak olursanız şunu söyleyebilirim:
  • Buradakilerin çoğu, dünyanın ve insanlığın farklı bir yere doğru gittiğinin farkında
    ve bu
    nedenle kaygılı ama nereye doğru gittiğini kimse bilmiyor.

Davos’a ilk gittiğim yıllarda buraya gelenler, dünyanın gidişatı konusunda
bir fikir edinerek ülkesine geri döneceğini düşünebiliyordu oysa.

Davos’ta bu yıl en sık tekrarlanan sözcük “belirsizlik” oldu.
Dünyanın bir geçiş döneminde olduğunu ve bu nedenle gelecek hakkında
sağlıklı kestirim yapmanın kolay olmadığını kabul ediyor çoğu kişi.
Buna karşın dünya ekonomisinin nereye doğru gittiği, jeopolitik dengelerin
nasıl değişeceği, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin neler getireceği konusunda
görüş belirten ve farklı kestirimler yapanlar da var kuşkusuz ama çok ilgi görmüyor
bu kestirimler. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF), dünya ekonomisi için büyüme kestirimini bir yıl içinde 4. kez aşağı doğru revize etmek (AS: düzeltmek) zorunda kaldığı bir ortamda bu doğal.

Bu ortamda makro göstergelere güvenini yitiren herkes, günlük iniş çıkışlarla
yaşam bulan, insanlara para kazandıran ya da yitirten borsalardaki fiyat hareketlerine odaklandı bir kez daha. Dünya borsalarındaki günlük iniş ve çıkışlar anında iyimserliğe ya da kötümserliğe neden olabiliyor insanlarda. Davos’ta da böyle oldu,
Çin borsasındaki düşüşler sonrasında dünya borsalarının 2016 yılına çok kötü bir başlangıç yapmış olması, Dünya Ekonomik Forumu nedeniyle bir araya gelen
“Davos ahalisi”nin moralini fena halde bozdu.

Kuşkular Çin ve ‘Yükselen Pazar’ ülkeleri üzerinde yoğunlaştı bu yıl. Davos’ta bulunan Çinli yetkililer Çin ekonomisindeki yavaşlamanın ve Çin borsasındaki düşüşün, bilinçli bir biçimde uygulanmakta olan yapısal değişim programının kaçınılmaz sonucu olduğunu anlatmaya çalıştılar ama çoğu kimsenin bu konuda kuşkuları var.
ABD ekonomisiyle birlikte dünyanın en büyük iki ekonomisinden birine sahip olan Çin’in durumu herkesi yakından ilgilendiriyor ve geneldeki belirsizliği artırıyor.

4. Sanayi Devrimi

Öte yandan ABD Merkez Bankası’nın (FED) faizleri artırma kararıyla likidite bolluğu döneminin sonunu ilan etmiş olması da 2008 krizi sonrasında piyasalara pompalanan
15 trilyon dolar (Davos’ta duyduğum bir rakam) sayesinde bugünkü düzeylerine yükselmiş olan borsalarda şimdi yaşanan düşüşün bir nedeni olarak gösteriliyor.
(AS: 2008 toplam küresel geliri 65 Tr $!)

Piyasalardaki gelişmeler öne çıkınca 4. Sanayi Devrimi biraz gölgede kaldı ama
bilim ve teknolojideki atılımların, ekonomiden sanata, nörolojiden kamu yönetimine dek yaşamın her alanını etkileyecek dönüşümlerle ilgili birçok paneli, mültivizyon gösterisini ya da canlı performansı izleme olanağı vardı Davos’ta.

Ancak bütün bunların ötesinde, benim 4. Sanayi Devrimi’nin nasıl gerçekleştiğini
daha iyi anlamama yol açan olay, bu devrimin gerçek askerleri olan genç insanlarla karşılaşmak fırsatı oldu. Davos’ta toplantıların yapıldığı Kongre Merkezi ile öbür
mekânlar arasında ulaşımı sağlayan özel Forum minibüsleri, yüz yüze sosyalleşme için güzel bir fırsat yaratıyor. Yapılan yolculuk genelde 15 – 20 dakika sürse de bu süre içinde yolcular arasında geçen konuşmalar çok öğretici olabiliyor.

Bu yıl Davos’ta yaptığım minibüs yolculuklarında, ABD üniversitelerinden ve
dijital devrimin kalbinin attığı Silikon Vadisi’nden Davos’a gelmiş olan katılımcıların kendi aralarındaki konuşmalar, konuşulanların içeriğini pek anlamadığım halde,
çok ilginç geldi bana. Çoğu genç olan bu insanlar yaptıkları buluşlara o denli
kaptırmışlar ki kendilerini, gözleri başka bir şey görmüyor. Büyük bir heyecanla
neler yaptıklarını anlatıyorlar birbirlerine. “Harika, muazzam bir buluş bu, siz köşeyi dönmüşsünüz” türünden ifadeler havada uçuşuyor. Başka bir âlemde yaşıyorlar sanki. Yapay zekâdan 3 boyutlu baskı tekniklerine, genetikten nano-teknolojiye pek çok alanda elde edilen başarılara ancak böyle bir coşkuyla ulaşılıyor herhalde.

Onları izlerken bu ortamı Amerika dışında ve hele Türkiye’de oluşturmanın ne denli zor olduğunu düşünerek hüzünlendim. 4. Sanayi Devrimi’ni de uzaktan izlemek durumunda kalacağız herhalde.

====================================

Dostlar,

Sayın Osman Ulagay son derece birikimli ve deneyimli bir ekonomi yazarıdır.
Kendisini uzun yıllardır izleriz ve irdelemelerinden, kitaplarından çok yararlanmışızdır.
Ağırbaşlı – nesnel çizgisini tutarlıkla koruyarak saygınlığını sürdürmüştür.
Davos gözlemlerini önemsiyoruz. 2008 küresel bunalımında Milliyet‘teki köşesinde
çok ufuk açıcı yazılar yazmıştı (28.09.2008) :

Serbest piyasa ideolojisinin neredeyse bir «inanç sistemi» haline getirildiği ABD’de,
çöküşün
eşiğindeki finans sektörünü ve ekonomiyi ayakta tutmak için tüm umutların,
ABD hükümetinin kotarmaya çalıştığı
dev kurtarma paketi”ne bağlanmış olması,
gerçekten de dramatik bir gelişme.
Bu dramatik gelişmenin ardında yatan olgu ise, kapitalizmin beşiği olan Anglo-Sakson dünyasında benimsenen, finans sektörünün şişirilmesine dayalı modelin iflas noktasına gelmiş olması. Bu çöküntü, yalnızca
ABD üniversitelerinden en iyi derecelerle mezun olan parlak çocukların yarattığı karmaşık finansal yapının, iskambilden bir kule gibi devrilmesinden ibaret değil.

Finans sektöründe son 25-30 yılda oynanan ‘ahlaksız piyasa oyunu’ nun çöküşüne tanıklık ediyoruz şimdi. 
*****

1492’ye dek (Amerika kıtasının bulunması) geri götürebileceğimiz Küreselleşme süreci Kapitalizmin bir anlamda başlangıcı olmuştu. 500 yılı aşkın bir süredir, 5 yüz yıldır Kapitalizm ve Sermaye Birikimi (capital accumalation) yabanıl (vahşi) ve acımasız bir sömürü ile sürdürülüyor. Kapitalizm bir yandan emperyalist aşamaya ulaşarak dünyayı işgal edip – paylaşma ve gerekirse demir yumrukla, kanla – savaşla.. yönetme aşamasına gelmişken, bir yandan da üzerine titrediği sermaye birik(tir)imi sürecini ne pahasına olursa olsun sürdürme kararlılığında. Bu konuda ödünsüz, katı, gözü kara, çok saldırgan (agressif) hata yapmayacağı hiçbir şey yok.. Varlığını sürdürmenin vazgeçilmez koşulu olarak görüyor bu süreci!

Geliştirdiği en son ve en vahşi mali araç ise FİNANS KAPİTAL!..

Küresel sermaye baronları artık paradan para kazanıyorlar!
Yatırım yapmak, risk almak ve gerçek bir üretim yapmak, onu pazarlamak ve
bu süreçlerde tekelleşerek artı değere (plus value) el koymak gibi klasik sömürü
ve kapital birikimi süreçleri K. Marx – Vİ Lenin ile Adam Smith gibi klasik liberallerin yazınında (literatüründe) kaldı.

Akıl almaz bir post-modern sömürü, yoksullaşTIRma, küresel gelir dağılımının
kabul edilemez ve sürdürülemez kertede bozulması.. İşsizlik.. Gelinen yer burası..
Pek çok uluslararsı kurum ciddi tehlikeye hatta tehditlere dikkat çekiyor..
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ilk akla gelenlerden.. ILO özellikle sayısı hızla artan genç işsizlere vurgu yapıyor.

Dünya nüfusu alarm çanları çalan düzeyde hızla, gereksiz ve akıl dışı düzeyde artıyor.
Çevresel yüklenme – bozulma kritik aşamada, sürdürülemez hatta dönüşümsüz düzeyde.
Tüm bunlar 21. yy’da bunca bilimsel – teknolojik ilerlememize karşılık, özlenen
küresel barış ve gönenç düzeyine erişemiyor milyarlarca insan.. Sistem $ ve € milyarderleri üretiyor hızla.. Küre nüfusunun 1/5’i olan yaklaşık 1,5 milyar Süper Elit, toplam dünya gelirinin %86’sını aşan bir oranına el koyuyor. Geri kalan % 80 (6 milyar Dünyalı) “Homo insectus” (!) ise küresel gelirin % 14’ü ile yoksulluk ve yoksunluk içinde sürünmeye mahkum kılınıyor. Dahası, bu tablo her yıl daha da kötüleşiyor.

Bu soygun ve talan düzeninin, usdışılığın (irrasyonelitenin) sürdürülmesi artık pek çok bakımdan olanaksızlaştı. Egemenlerin patronları ve kurumları da ayırdında çıkmazın..

Kral çıplak, hem de çırılçıplak!..

Öyle ki, Washington Uzlaşması 1989’da SSCB yıkılırken benzetmek uygunsa “10 Kutsal Emir” (10 economic policy prescriptions considered to constitute the “standard” reform package) gibi dünyaya dayatılan politika demeti, sürdürülemeyince yerini 20 yıl içinde Post-Washington Uzlaşması ile tersi sayılabilecek kurallara bırakmak zorunda kalındı.
Artık de-regülasyon yok, regülasyon var.. Devlet de kökten tu kaka değil..

Prof. Server Tanilli reçeteyi 13 yıl önce yazmıştı.. Oraya doğru gidiyoruz..

* “ .. Çarpık Küreselleşmenin Dünya uluslarına eşit ölçüde mutluluk getirmediği
artık kesin. Dünyamızda gitgide daha güçle esen rüzgârların bir anımsattığı da şu :
* BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜNDÜR.’ Bugünkü –cılkı çıkmış– modele
seçenek olabilecek modeli yaratacak olanlar ise, ‘NASIL BİR TÜRKİYE MODELİ?
sorusuna yanıt arayan bilim adamları olacak. (Cumhuriyet, 09.09.03)

Kanada’dan Prof. Dr. Michel Chossudovsky de benzer bir yol göterisi sunmuştu :

  • Mücadelenin ‘Küreselleşmesi temel bir önem taşımakta ve dünya tarihinde
    benzeri görülmemiş derecede bir dayanışma ve enternasyonalizmi gerektirmektedir.
  • KÜRESEL EKONOMİK SİSTEM,
    ÜLKELERİN 
    İÇ BÖLÜNMÜŞLÜĞÜNDEN BESLENİYOR. 
  • Farklı kümeler ve toplumsal hareketler arasındaki amaç birliği ve dünya ölçeğindeki
    eşgüdüm yaşamsal önem taşıyor. (“Yoksulluğun Küreselleşmesi” adlı kitabından, 1999)

    Bu kitaba önsöz yazan ABD’den Prof. Noam Chomsky ise (son günlerde
    RTE’ye “katil” diyen kişi), sözde “Küresel reformlar” için şunları kaydetmişti :

    1. “Reformlar” sömürgeciliği yeni biçimlerde sürdürüyor.
    2. Ulusal planlamayı engelliyor.
    3. Gerçek bir demokratikleşmeyi engelliyor.
    4. Halk yararına programların ayağını kaydırıyor.
    5. Güç ve imtiyazın çıkarları için, dünyanın büyük çoğunluğunu
    acı ve umutsuzluğa teslim ediyor..

    * Bunların hiçbiri kaçınılmaz, çaresiz şeyler değil.  Kanada’lı Prof. Chossudovsky’nin kitabının –YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ– sağladığı anlayış,
    olayları tersine çevirecek mücadeleye doğru önemli bir adımdır :

    DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ!..

    Sevgi ve saygı ile.
    24 Ocak 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Yazımızınn pdf biçimi (salt bizim yazdığımızı ve O. Ulagay’dan alıntılar olmaksızın) :
2015_DAVOS_FORUMUNUN_ARDINDAN