Etiket arşivi: zatürre aşısı

Sağlıklı kişiler için grip, risk grubundakiler için hem grip hem zatürre aşısı öneriliyor

İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlker İnanç Balkan, sağlıklı kişilerin de grip aşısı yaptırmasının önerildiğini, Covid-19 pandemisi sürecinde grip aşısının daha çok rağbet görmesinin beklendiğini dile getirerek, zatürre aşısı yaptırmanın risk grubundaki kişilerin grip ve Covid-19 enfeksiyonunu daha sorunsuz atlatmasına katkıda bulunduğunu belirtti.Balkan, influenza (grip) virüsünün çok hızlı mutasyon geçiren bir virüs olduğu için her yıl yenilendiğini anlatarak, geçen yıl grip aşısı yaptıranların da bu yıl aşı olmasının önerildiğini söyledi.

EN UYGUN ZAMAN KASIM AYI

Aşı ile oluşan antikorların koruyucu etkisi zamanla azaldığı için grip aşısının, mevsimsel grip salgınından hemen önce, Türkiye için kasım ayı içinde yapılmasının en uygun zamanlama olacağına işaret eden Balkan, şu bilgileri verdi: “Grip aşısı, 6 ayını doldurmuş çocuklar dahil, salgın zamanlarında herkese ve risk grubunda olan kişilere yıllık olarak önerilmektedir. Kronik hastalıkları bulunanlar, kronik hasta ve yaşlılara bakım verenler, sağlık çalışanları, salgın açısından riskli kapalı ve kalabalık alanlarda çalışanlar için grip aşısı özellikle önerilmektedir. Grip aşısı inaktif (ölü) aşı olduğu için bağışıklığı baskılanmış kişilere, hatta ilk 3 ayını geçmiş gebelere de uygulanabilmekte, uygulanması önerilmektedir. Grip aşısının koruyuculuğu salt gribe karşıdır ve %100 değildir. Bazı yıllarda koruyuculuk %50’nin altında kalabilmektedir. Bununla birlikte Covid-19 pandemisi sürecinde, birbirine klinik olarak benzeyen iki virüsten hiç olmazsa birine karşı, hiç olmazsa belli düzeyde korunma sağlamak amacıyla bu yıl grip aşısının daha çok rağbet görmesi beklenmektedir ki bu doğru bir yaklaşımdır.”

“RİSK GRUBUNDA YER ALMAYANLARIN ZATÜRRE AŞISI YAPTIRMASINA GEREK YOK”

Balkan, zatürre aşısının (konjuge pnömokok aşısı) ise belirli risk grubunda bulunan kişilere ömür boyunca bir kez veya polisakkarit zatürre aşısının da ek olarak 5 yıl arayla iki kez uygulanmasıyla toplam üç kez uygulandığını belirtti.

Zatürre aşısının, 65 yaş ve üstü kişilere, KOAH, astım, diyabet, böbrek yetmezliği, kanser, organ nakli alıcısı, bağışıklık baskılayıcı tedavi gören, kronik HIV enfeksiyonu gibi kronik hastalıkları olan kişilere ve dalağı alınmış kişilere önerildiğini anlatan Balkan, “Bu gruplarda yer almayan kişilerin -sağlık çalışanları ve toplu bulunulan kapalı alanlarda çalışan kişiler dahil- zatürre aşısı yaptırmasına gerek yoktur. Mevcut aşı önerileri bilimsel rehberlerde bu şekilde yer almaktadır” diye konuştu.

Balkan, aşı ile önlenen zatürrenin etkeni olan pnömokok bakterisinin, hastalardan yayılarak salgın yapan grip ve Covid-19 etkeni virüslerden farklı olarak üst solunum yolunda zaten bulunduğunu, kişinin yaş ve kronik hastalıklara bağlı olarak bağışıklık yanıtının bozulması sonucunda alt solunum yoluna inerek zatürreye yol açtığını belirterek, şunları söyledi: “Gerek grip gerekse Covid-19 hastalığı seyrinde görülen ölümlerin bir kısmı, viral enfeksiyona ikincil olarak gelişen bakteriyel enfeksiyon (zatürre) nedeniyle ortaya çıktığı için zatürre aşısı yaptırmış olmak, risk grubundaki kişilerin grip ve Covid-19 enfeksiyonunu daha sorunsuz atlatmasına katkıda bulunmaktadır. Bununla birlikte bağışıklık sorununa yol açan bir kronik hastalığı veya altta yatan bir kronik akciğer hastalığı bulunmayan kişilerin pandemi sürecinde zatürre aşısı yaptırması yönünde bir öneri bulunmamaktadır.”

Grip veya zatürre geçirenlerde akciğer grafisi bulguları ve klinik bulgular Covid-19’a benzediği için bu hastaların bazen yanlışlıkla Covid-19 tanısı ve tedavisi aldığını ve yanlışlıkla Covid-19 pandemi servislerine yatırıldığını dile getiren Balkan, “Bu da hastaların doğru tedavilerinin gecikmesine, tanılarının gecikmesine, tanı karışıklığına yol açmakta. Bu nedenle Covid-19 pandemisi sürecinde risk grubundakilerin mutlaka grip ve zatürre aşılarını tamamlamaları, tanının gecikmesini, tanı karışıklığını ve pandemi servislerine yanlışlıkla yatırılmayı önlemek için de öneriliyor.” diye konuştu.

“SAĞLIKLI KİŞİLERİN DE GRİP AŞISI YAPTIRMASI ÖNERİLİYOR”

Doç. Dr. İlker İnanç Balkan, sağlıklı kişilerin bu aşıları yaptırmasında sakınca olup olmadığı konusunda, “Grip, çevreden bulaşan ve salgın yapan bir enfeksiyon olduğu için sağlıklı kişilerin de grip aşısı yaptırması önerilir. Ancak bu risk pnömokok bakterisi ile gelişen zatürre için geçerli olmadığından, risk grubunda yer alanların zatürre aşısı yaptırması yeterlidir” dedi.

Grip aşısı belirli bir takvime göre (kıştan önce) yapılırken, zatürre aşısı için bir zaman sınırlaması bulunmadığını vurgulayan Balkan, çocuklara, çocukluk aşı takvimi içinde ülke genelinde ücretsiz uygulanan zatürre aşısının, risk grubundaki erişkinler için de hastanelerin “erişkin aşı” birimlerinde ücretsiz uygulandığını hatırlattı.

Balkan, grip aşısının da belirli risk grubunda yer alan kişiler ve sağlık çalışanları ile sınırlı olarak il sağlık müdürlükleri tarafından tedarik edilip erişkin aşı birimlerinde ücretsiz yapıldığını söyledi.

El çek yaramdan kapitalizm

El çek yaramdan kapitalizm

mühdansağlamçevirerek bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız.

İLAÇ ENDÜSTRİSİNİN SÜVARİLERİ

İlaç endüstrisi; araştırma, deney ve patent, pazarlama, satış süreçlerini içeren, yaklaşık 900 milyar dolarlık bir piyasa. Her sektörde olduğu gibi sağlık sektöründe de gelişmişler, az gelişmişler ve bağış yapmak zorunda hissedilen ülkeler var. Endüstri, araştırma ve geliştirme aşamasında yüksek teknoloji, kaliteli girdi, alanında iyi uzmanlar istiyor. Bu ise kalifiye işgücüne ve yüksek teknolojiye sahip ülkelerin üretimde baskın olması demek. İşte bu noktada firmalar ülkeler üzerinden sıralanıyor. Piyasa gücü ve değeri üzerinden Forbes 2016 En Büyük İlaç Firmaları Listesinin ilk beşi şöyle:

  1. Pfizer,
  2. Johnson & Johnson,
  3. Roche,
  4. Novartis,
  5. Merck.

    Bunu Bayer ve Allergan izliyor. Listede ilk 25’te yer alan firmalar menşei (AS: kaynağı) bakımından sekiz ülkeye dağılıyor. ABD, 15 şirketle ilk sırada. Onu ikişer şirketle İngiltere, Almanya ve İsviçre takip ediyor. Fransa, Japonya, İsrail ve Danimarka birer şirketle listede “ben de varım” diyor. Bu firmalar piyasanın % 30’una yakınını elinde tutuyor. ABD, 350 milyar dolarlık bir pazar olduğu için en büyük rekabet de burada yaşanıyor. Bunun dışında bine yakın ulusal ve uluslararası firma var. Ancak gelir ve pazar gücü açısından ilk beşin çok uzağındalar.

DERDİM ÇOKTUR HANGİSİNE YANAYIM?

Kapitalizmi bulunduğunuz konuma göre farklı şekillerde tarif edebilirsiniz. Bununla beraber en derli toplu ve anlaşılır tanım, Karl Marx’ın Kapital’inde ifadesini bulmaktadır:

  • Kapitalizm : Üretim araçlarına sahip olmak ve artı değere el koymaya dayanan kâr odaklı üretim.

Aynı eserde şu tahlil de var: Sermayedar üretmekle, kâr için üretmekle yükümlüdür. Sermaye birikimi temel önceliğidir, öyle keyfince kazandığını harcayamaz. Yani kapitalist mantıkla örülü bir sistemde faaliyet yürüten sermayedarın önceliği kârdır. Üstelik bunun hangi sektör olduğu, ne kadar ahlaklı olduğu tali (AS: ikinci) sorulardır. Dolayısıyla ilaç sektörüne buradan bakmak en derli toplu çerçeveyi sunuyor. İlaç sektöründe değinilen firmalarda billurlaşan ve üretim dinamiklerine şekil veren sistem iki boyutla açıklanabilir.

İlk olarak; AIDS’e, kansere, koleraya, zatürreye, dizanteriye çare arayışı kimsenin gül hatırı, insanlığın geleceği için değil, kâr için gerçekleştirilir. Tam da bu nedenle söz konusu arayış ucuz araştırma ve iş gücüne ihtiyaç duyar. Dolayısıyla “küresel çapta kaldırın sınırları, taşıyın laboratuvarları” denebilir. Nitekim son dönemde Çin’de kanser araştırmalarının revaçta olmasında bu yönelim etkili. Kalifiye ve ucuz çalışanlar için hükümet göçmen karşıtı politikasını hal yoluna koymakta zorlanabilir. Dahası ucuza üretimin yanında şayet söz konusu patent sistemiyle formüle sahipseniz, ürettiğiniz ilacı ederinin üzerinde fahiş fiyatlara satabilirsiniz. Dikkat edilmesi gereken burada “olmasa da olur” diyebileceğiniz bir lüksünüzden bahsetmediğimiz. Deva arayışınız sizi bu ilacı aramaya mahkum kılar, mecbursunuzdur. Burada mecburiyetten nasıl kazanç sağlandığı açık. Oysa sistem bize bunu bir tür seçme şansımızın olduğu bir alan gibi sunar. Öyle ya kimse sizi zorlamıyordur, almayabilirsiniz. Alım gücünüzün buna yetmemesi de kimseyi ilgilendirmez, çünkü toplumsal ve bireysel yoksulluğunuz kâr aracı olmadığı sürece kulak verilmeye değer değildir.

Değinilen durumu bir örnekle açıklamak yerinde olacak. Geçtiğimiz yıl Sınır Tanımayan Doktorlar (Medecins Sans Frontiers-MSF), kendilerine 1 milyon dolar değerinde zatürre aşısı bağışlamak isteyen çok büyük bir firmanın bu girişimini geri çevirdi. MSF’den gelen açıklama bu kararın nedenini ortaya koyduğu gibi firmaların insafına ilişkin de bir ifşaydı. Bağış üç gerekçeyle reddedilmişti. Birincisi söz konusu firmadan bağış değil, ulaşılabilir fiyatlardan aşı talebi için. Aşının bir dozluk fiyatı 3.5 dolar, hastalığın tamamını kontrol etmek için gerekli olan doz içinse 19 dolar gerekiyordu. MSF, az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olanların pek çocuğunun bireysel ve devlet olarak bu gideri karşılayamayacağını, yardım kuruluşlarının da bütçeleri yetmediği için indirim istediklerinin altını çizdi. Yaklaşık dört yıldır da söz konusu firmayla müzakerede bulunduklarını ve sadaka değil “erişilebilir fiyatlar” istediklerini yeniledi. İkincisi, firmanın bağışla vergiden kurtulma çabası ve bağışların koşullarına dikkat çekiyordu. Şöyle ki; şayet söz konusu ilaç devi 1 milyon dolarlık aşı satmış olsaydı bunun bir bölümünü vergi olarak ödemek durumunda kalacaktı. Ancak firma böylece bağış yaparak vergiden kurtulmuş oluyordu. Ayrıca bir anda gelen aşı bir anda gidebilirdi. Vurgulanan can yakıcı son noktaysa bağışın “hangi ülkelerde, hangi olgularda, kaç yaşındaki çocuklara uygulanacağına dek” pek çok ayrıntının firma tarafından belirlenmesiydi. Yani firma insan seçiyordu. (AS: ilaç devi deney yaptırıyor bir tür!) Söz konusu olan ilaç devi aşıda indirime gitmedi. Bu esnada çaresi olan bir hastalıktan binlerce çocuk yaşamını yitirdi/yitiriyor.

İkinci öge kapitalizm ve mülkiyet ilişkisinin bir yansıması olan patent sistemi. Mülk ve üretim araçlarının sahipliği kapitalizmin temel dinamikleri arasında sayılıyor. İlaç sektöründeyse bunun dolayımı patent sistemiyle sağlanıyor. Şöyle ki; bir ilaç firması herhangi bir hastalığın tedavisinde kullanılmak üzere bir ilaç geliştirdiğinde, bunu hangi firmanın, hangi laboratuvarın geliştireceğini tayin etmek için patent kurumuna başvurup patent alıyor. Yani formülün beş ile yedi yıl (AS: 20 yıl + 5 yıl dolayında veri koruma imtiyazı ile çeyrek yüzyıl!) arasındaki mülkiyeti. Böylece söz konusu firma ilacın üretimi, dağıtımı ve piyasanın denetimini bir süreliğine ele geçiriyor. Genellikle küçük yeniliklerle de patentin süresini uzatabiliyor. MSF örneğinde de bu boyut bulunuyor. Örgüt, patent sistemi nedeniyle zatürre aşısını başka bir firmadan alamıyor, üretemiyor.

Patent pek çok ülkeden alınabilir. Ancak en sert önlemleri alan ve sözü geçen hangi ülkeyse şirketler onun kurumlarını tercih ediyor. Halihazırda patentlerin neredeyse % 70’i ABD’den alınıyor. Ayrıca Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (Food and Drug Administration-FDA) dünya genelinde kalite standartları enstitüsü muamelesi görüyor. FDA patent vermiyor, söz konusu ilacın denetimini yapıyor. Pek çok ülke de dağıtım şirketi FDA onaylı olmayan ilaçları güvenilir bulmuyor. Bu noktada ABD iki kurumuyla sektörde büyük bir iktidara ve yönetim kapasitesine sahip. Küresel piyasa da buna göre konumlanıyor, bir yer dışında: Küba.

KANSERE UMUT, SEKTÖRE KABUS: KÜBA

Küba, 1959’da Fidel Castro öncülüğünde Fulgencio Batista rejimini devirdi. Ardından sosyalist ilkeler üzerinden yoluna devam etti. Sosyalizmin en görünür olduğu alanların başında da sağlık sektörü geliyor. Tümden devlet sorumluluğundaki sağlığa, bir sektör olarak değil, halkın mutlu ve uzun yaşaması için bir araç olarak bakılıyor. Kâr beklentisiyle üretim yapılmıyor. Bunun en bilinen örneği, kanser aşısında yaşandı. Akciğer kanserinde tümörün büyümesinin durması ve küçülmesini sağlayan aşının formülü tüm dünyaya ücretsiz ya da bir dolar gibi bir ücrete satılırsa işbirliğine açık olacaklarını söylediler. FDA, Obama döneminde Havana-Washington Hattı’ndaki yumuşama paralelinde Kübalı yetkililerle görüştü. Ancak Küba’ya daha çok yaptırım diyen Trump yönetimiyle ilişkilerde yeniden soğuk rüzgarlar egemen. Küba’nın halktan yana insani önerisi de havada kaldı, ambargo altındaki ülke aşıyı tek başına dünyaya iletmekte zorlanıyor. Yani tıbbın çaresi, bu kez de küresel politik hesaplara ve Trump yönetimin pek istikrarlı “herkese veryansın” politikasına takıldı. Elbette bu süreçte küresel ilaç piyasasının süvarileri, Trump’ın sırtını sıvazlayıp bu hamlenin önlenmesi için çok çabaladı.

Küba’daki alternatif sağlık sistemini bir yana bırakırsak, ilaç sektörü genel olarak olarak kapitalist motivasyonla karakterize oluyor (AS: niteleniyor). Elbette sektörün süvarileri şifa bulmanızı ister, yeterli bakiyeniz (AS: birikiminiz) varsa tabii. Sosyal devletin artık mumla arandığı bir çağda, Havana’dan yükselen başka bir sistemin olanaklarına kulak vermek gerekiyor. Özetle ya başınızın çaresine bakacaksınız ya da varolan sistemin.  (https://www.gazeteduvar.com.tr ‘den alınmıştır)