Etiket arşivi: TÜSİAD

CHP’nin VİZYON BELGESİ 

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
SOL PORTAL 2022-26

İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığıyla büyük bir gösteri biçiminde düzenlenen toplantıda CHP yeni Vizyon Belgesi’ni açıkladı. 3 Aralık’ta sunulan ve bizce henüz bütünlüklü bir vizyon belgesine dönüştürülmüş gözükmeyen bildirilerin temsil ettiği şeyi belki önümüzdeki aylarda daha ayrıntılı görmek ve tartışmak fırsatını buluruz. Bu bildirilerin bütünlüklü bir ekonomi programına dönüşüp dönüşmeyeceği, dönüşürse CHP eliyle mi yoksa 6’lı Masa eliyle mi olacağı herhalde yakın zamanda açıklığa kavuşur. Yakın zamanda diyorum, çünkü seçimlere geri sayım başladı ve bu tür işler için zaman giderek daralıyor.

BİRAZ TARİHÇE

3 Aralık toplantısının değerlendirmesine girişmeden önce bunun tarihsel örneklerini kısaca gözden geçirmek yararlı olabilir. SHP/CHP hareketi 1980’lerden çıkıştan itibaren (başlayarak) bu tür vizyon belgeleri düzenlemeye girişti. Bunlardan birincisi 1989’da SHP’nin genel sekreteri D. Baykal koordinasyonunda bir grup bilim insanı, ekonomi bürokratı ve partili iktisatçının oluşturduğu komisyon aracılığıyla gerçekleştirildi. Sonradan izleyecek örneklerine kıyasla daha ayrıntılı, daha bütünsel ve daha radikaldi. Bu program, 1991 sonunda DYP-SHP koalisyonu protokolünün oluşma sürecinde gevşetilecekti. Malum, koalisyonun büyük ortağı DYP olacaktı, Başbakan DYP’den çıkıyordu ve CHP –hangi akla hizmetse– ekonomiyle doğrudan ilgili hiçbir bakanlık ve müsteşarlık/başkanlık talep etmemişti! Bununla birlikte, koalisyon protokolünde hala birçok şey kurtarılmış gibiydi. Kısa süre oluşturulan Hükümet Programında ise SHP ekonomi programının aşındırılması biraz daha fazla olacaktı. 1993’te başbakanın T. Çiller olduğu yeni DYP-SHP koalisyonunun hükümet programı ise SHP adına daha fazla fire verilmesiyle sonuçlanacaktı. Gerçi SHP’den artık kimsenin bunları dert etmediği bilinmekteydi; koalisyonun ve bakanlıkların paylaşımının sürmesi ana hedef haline gelmişti. Esasen (Gerçekte) uygulama da başından itibaren (bu yana) protokollerin önüne geçmiş, özelleştirilmemesi düşünülen stratejik KİT’ler de özelleştirme programı içine alınmıştı. Bu koalisyon döneminde, ANAP döneminde 1986-1991 yıllarında gerçekleştirilen özelleştirmelerden daha çoğu yapılacaktı.

CHP’nin parlamento dışı kaldığı 1999-2002 döneminde yeniden güçlü bir ekonomi programı hazırlıklarına girişilecekti. Bu program, IMF’nin 2000’den itibaren (başlayarak) bölüşüm ilişkilerinde, kamu varlıklarının talanında yol açtığı tahribatın (yıkımın) giderilmesine odaklanmaktaydı. IMF programına karşı çıkar gibi yapan AKP’den kuşkusuz çok daha tutarlı bir karşı çıkışı da içermekteydi ve bu zeminde ciddi bir iktidar alternatifi (seçeneği) yaratma potansiyeline sahipti. Bunun da önü, 57. Hükümetin dağılmasını hızlandıran K. Derviş’in bu kez CHP’ye transferiyle kesildi. Genel başkan yardımcısı yapılan ve “Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu” başkanlığına getirilen K. Derviş SHP’nin hazırladığı programı baştan aşağı değiştirip IMF programıyla uyumlu duruma getirmekle işe koyuldu. Bu da CHP’nin iktidar adayı olarak iddiasını tamamen (tümüyle) yitirmesine ve ibrenin sahte IMF karşıtlığı yapan AKP’ye dönmesine yol açtı. Sonuç zaten biliniyor.

Şimdi üçüncü kez, “iddialı” olduğu söylenen bir ekonomi programı hazırlıkları yapıldığı izlenimi verilmek isteniyor. Ancak burada, koalisyon ortaklarının veya dıştan güdümlü kişiliklerin sonradan “oyun bozan” olarak sahneye çıktığı bir durumdan söz edemiyoruz. Hazırlıkları yapılan “vizyon belgesi’ başlangıçtan itibaren (beri) sistemle tam uyumlu bir program olarak ortaya çıkıyor. 6’lı Masa’dan bu programa bir itiraz gelmesi pek mümkün (olanaklı) görünmüyor; elbette “koalisyon” icabı (gereği) olarak herkes bazı (kimi) fırça darbeleri vurmak isteyecektir ama bunların öze dokunmayacağı şimdiden söylenebilir. Bu arada AKP’ye tıpkı 2002’de olduğu gibi ciddi bir koz verilmek üzere olunduğunu görmemek de mümkün değil. AKP’nin 2016’ya kadar  (dek) doğrudan ve dolaylı olarak IMF programları uygulayan bir parti olması durumu değiştirmiyor; seçmenin -özellikle de AKP seçmeninin- genel ortalaması bu bağlantıları kurabilecek düzeyde değil. Dolayısıyla AKP yönetimi bugün de çıkıp, “muhalefet IMF güdümlü bir neoliberal program uygulamaya hazırlanıyor, biz ise yerli bir modeli inşa ediyoruz” diyebilecek konuma kolayca yerleşebiliyor. Nitekim bunun salvolarını şimdiden atmaya başladı bile. Üstelik 6’lı Masa partilerinden bazıları IMF programının aslının ve gölgesinin geçerli olduğu dönemlerde ekonomi sorumluluğunu üstlenmiş siyasetçileri barındırıyor; dolayısıyla AKP döneminin ilk yarısı dokunulmaz tabu düzeyinde bulunuyor. (AKP yönetiminin bile kendi ilk dönemini göklere çıkarıyor olmasındaki çelişkinin algılanma düzeyi çok düşük kalacaktır).

BİRAZ AYRINTI

İlk soru şu olmalı: Bu cafcaflı tanıtım kime yönelikti? Öncelikle iç ve dış sermayeye yönelik olduğu açık olmalı. Dünya kapitalist sisteminden ve onun cari birikim modelinden kopuş olmayacağının, AKP döneminin son yıllarındaki bazı “yoldan çıkmaların” düzeltileceğinin güvencesini vermek üzere kurgulanmış bir “vizyondu” bu. Toplantının İstanbul’da yapılması bile bunun işaretiydi: Yerli-yabancı sermayenin ve medyanın en çok rağbet göstereceği mekân olduğu düşünülmüştü. Yoksa toplantıda “bildiri” sunanların üçü yurtdışından gerisi ise Ankara’dan katılmışlardı buraya, yani daha kestirme adres Ankara olmalıydı aslında!

Elbette hedeflenenler arasında, CHP’den bir şeyler bekleyen kendi örgütü ve seçmen kitlesi ile 6’lı Masa partileri de bulunmaktaydı. İktidara karşı da bir gövde gösterisi yapılması hedeflendiyse eğer, AKP’nin bu toplantıdan herhangi bir kaygı duyması için bir neden yoktu, hatta daha önce belirttik, iktidara ummadığı bir koz da veriliyordu.

İktidarın eteklerinde semiren sermayedarlar dışındaki büyük sermaye kesimlerinin de CHP’nin bu sürpriz değeri taşımayan “vizyon belgesini” destekleyeceklerini kolayca öngörebiliriz. Nitekim bunun da bir işareti olarak 4 Aralık’ta Adana’da düzenlenen buluşmada TÜSİAD ve TÜRKONFED eski başkanları iktidara daha açık eleştiri yöneltme pozisyonuna geçiyorlardı (5 Aralık 2022 tarihli Cumhuriyet). Her durumda, 3 Aralık’taki “belgenin vizyonu” sermayenin ufkuna göre ayarlanmıştı.

Bu toplantı konusunda iki farklı TV kanalına sıcağı sıcağına yaptığım yorumlarda, esas olarak burada yazdıklarımı söylerken, CHP’nin Türkiye dahilinden (içinden) hem çok nitelikli hem de mevcut (varolan) ekonomik sisteme karşı net eleştirel konumları benimsemiş olan iktisatçılarla çalışma fırsatını kullanmamasını da eleştirmiş ve önümüzdeki süreçte bu yöne kayması gerektiğini ifade etmiştim. Gerçekleşmesini elbette mümkün görmediğim bu öneriyi aslında değerlendirmemin daha geniş kitlelere ulaşması bakımından önemli bulmuştum ve aynı zamanda neoliberal birikim modeline eleştirel konumlarından hiç ödün vermeyen Türkiye’nin saygın iktisatçılarının görmezden gelinmesine dolaylı tepkimi de ifade etmiştim. Kuşkusuz bu saptamamız, toplantıya katılan iktisatçıların akademik düzeylerine bir eleştiri değildir; neoliberal iktisatın ideolojik çerçevesi dışına çıkılamamasına bir eleştiridir.

Ama şimdi şunun altını daha kalın çizmenin zamanıdır: CHP liderinin ve yönetiminin bu toplantıda benimsediği vizyon ve kadro son derece bilinçli seçilmiştir ve CHP içinden veya sol kesimden gelecek tepkilere göre yeniden biçimlendirilebilecek bir esneklik taşımamaktadır. İç ve dış sermayeye güven vermenin, dışarıdan büyük borçlanma kaynaklarına ulaşabilmenin yolu-nun buradan geçtiğine inanılmaktadır. Daha önceleri de yazmıştım: IMF’siz bir IMF programının mümkün olabilmesinin tek koşulu, iç tepkilerin olmadığı bir durumda, dış kaynak sorununun halledilebilmesidir.

  • Ancak sorun şu ki; yeni dünya konjonktüründe ve Türkiye’nin dış borç yükünün ve temerrüt faizlerinin (CDS oranları) böylesine yüksek olduğu bir ortamda, bol ve ucuz dış kaynak yok.

Hele uluslararası fonların, dürüst yöneticilerin işbaşında olacağı bir ülkeye ve onun kalkınma aşkına sempati duyarak Türkiye’ye “iyiliksever” ve “temiz” mali sermayelerini akıtacağı bir dünya hiç yoktur. (Belki “Alice harikalar diyarında” olabilir).

AKP’nin benimsediği dış kaynaklara dayalı bağımlı büyüme modelini sürdürmeyi öngören bu “CHP vizyonunun” aslında çok önemli bir işlevinin olması da beklenmektedir: Sermayeyi karşısına değil yanına almak. Çünkü Türkiye’nin büyüyen ve CHP’nin bu programıyla daha da büyüyecek olan kaynak sorununu, içerde sermayeye yük aktarmadan çözebilmenin yegâne (biricik) can simidinin, yeni devasa dış borçlanma kaynaklarına erişebilmek olduğu hesabı yapılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, dışa açık ekonomi koşullarını koruyarak, ama bu koşullarda hem sermaye sınıfını korkutup yurtdışına kaynak transfer etmesine yol açmayarak hem de onun siyasal desteğini alarak iktidarda kalabilmenin koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Açıkçası bu pozisyon (konum), İYİ Parti iktisatçılarından Prof. Bilge Yılmaz’ın “gerekirse sermaye hareketleri kontrol edilir” çıkışından çok daha geridir. (Gerçi -muhtemelen sermaye tepkileri üzerine- onun da sesi duyulmaz olmuştur). Ayrıca başlangıç koşulları, AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemdekinden (131 milyar dolar dış borç) çok daha ağırdır (450 milyar dolar) ve ulusal gelire oranla dış borç yükünün yeni bir tırmanmaya izin vermesi pek güçtür.

Toplantıya katılanlar arasında sadece (yalnızca) Prof. Hakan Kara sunumunda “vergi istisna ve muafiyetlerinin” önemli yekûn tuttuğuna ve burada bir kaynak potansiyeli olabileceğine geçerken değindi. Evet doğru; bu konuyu ben ve sevgili meslektaşım Prof. Aziz Konukman bıkmadan gündeme getiriyoruz. (Bkz. 22 Kasım tarihli Sol Haber yazım). 2023 Bütçesinde “vergi harcaması” olarak verilen büyüklük 994 milyar TL’dir ve vergi gelirlerinin %31’ine denk gelen bu tutarın büyük bölümü sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarından oluşur. Şimdi soru şudur: Sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarının salt yarısından vazgeçilmesi bile sermaye kesimi ile bir kol güreşini gerektirirken CHP buna var mıdır? Hele 6’lı Masa bu hazır olabilir mi? Eğer olumlu yanıt verilemiyorsa, dışardan borç bulmak için niçin bu denli gayretkeş (çabalı) olunduğu da anlaşılacaktır. Ama bu hem çok zordur hem de yeni bağımlılık ilişkilerinin göze alınmasını gerektirir. 

SONUÇ

Son 30 yılda Cumhuriyetin kurucu siyasetinin, bırakalım sistem alternatifi (seçeneği) çözüm önermeyi, bir iktidar alternatifi olabilme potansiyelini bile elinden 3. kez kaçırmak üzere olduğu bir süreçten geçiliyor olabilir. Umalım ki; genel ekonominin ve halkın ekonomisinin bu denli kötüye gittiği, hukukun ve dürüst siyasetin bu denli aşındırıldığı bir dönemde bu saptamalarımız bir uyarıdan ibaret kalır ve dinci-otokratik hareketin iktidarı yitirme süreci geri döndürülemez bir mecraya girer.

Ama her durumda, sayılan tüm bu nedenler de bizlere gösteriyor ki, mevcut siyasi ittifaklar dışında bir sosyalist güç birliğine olan ihtiyaç da artık ekmek su kadar elzem olmuştur.

2022’ye girerken siyasal bilanço

Alev CoşkunAlev Coşkun

Cumhuriyet
, 02 Ocak 2022

 

Çok fırtınalı bir yıl olan 2021 yılını geride bıraktık ve 2022’ye girdik. 2021 yılı Türk toplumsal ve siyasal yaşamında özellikle ekonomi alanında büyük yaralar açmıştır. Bu 2021 yılının kısa bilançosu şöyledir:

Etkinliğini yitiren cumhurbaşkanlığı sistemi

Demokrasilerde genel seçimler ne kadar önemliyse halkın temel hak ve özgürlüklerinin de anayasal güvence altına alınması o derece önemlidir.

Kuşkusuz diğer önemli bir unsur (AS: öge), siyasal iktidarın elinde toplanan gücün anayasal kurallar çerçevesinde sınırlandırılmasıdır. Bu da güçler ayrılığı ilkesinin kabul edilmesi ve işlemesi ile olanaklıdır.

2018 yılında Türkiye, dünyada bir benzeri olmayan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçti.

Son üç yıldır uygulanan bu sistem, tam bir tek adam yönetimine dönüşmüş ve 2021 yılında tamamen (AS: tümüyle) etkinliğini yitirmiştir. Tüm muhalefet partileri dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu sisteme karşı çıktılar. İlk yapılacak seçimde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tarihin derinliklerine terk edilecektir.

Millet İttifakı’nın yükselişi

CHP ve İYİ Parti’nin başını çektiği Deva, Gelecek, Saadet Partisi’nin de içinde yer aldığı ve HDP’nin de genellikle desteklediği Millet İttifakı, 2021 yılında gücünü artırarak ilerlemesini sürdürüyor.

İyi Parti Genel Başkanı Akşener’in halka inmesi, hemen ardından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun aynı biçimde esnaf ve halk kitleleriyle iletişim kurması, Millet İttifakı’nın etkinliğini artırmış ve Millet İttifakı yükselişe geçmiştir.

Laiklik ve tarikatlar

Çok kısa koalisyon hükümetleri bir yana bırakılırsa 1950-2021 arası 71 yıllık sürede sağcı ve muhafazakâr hükümetler ülkeyi yönettiler. Sırayla Menderes, Demirel, Özal ve Erbakan hükümetleri bu tarihte yer aldı.

Menderes büyük toprak sahibiydi ve toprak sahipleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası güçlenen burjuvazinin partisi olmak istiyordu. Tarikatlardan yardım alsa da AKP gibi “İslami yaşam biçimini yerleştirmek” gibi bir amacı yoktu.

Demirel, 1965’ten 1980’lere iç pazara dönük sermaye birikiminin yürümesini sağlamaya çalışmıştı; laiklikle sert ve kesin bir hesaplaşması olmamıştı.

Kapitalist sistemi benimseyen ve kendisi de tarikat üyesi olan Turgut Özal ise 12 Eylül 1980’i gerçekleştiren, o günün ABD’ye çok yakın komutanlarıyla ve okyanus ötesi güçlerle ilişkilerini yakın tutmak istemişti. Büyük burjuvanın örgütü MESS’in (Madeni Eşya İşverenleri Sendikası) başkanlığından ekonominin başına getirilmişti.

En derin ayrım laikliğe bakış

Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran en önemli kalın çizgi, laiklik ile olan ilişkisidir.

Erdoğan, “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirmek istediğini
açıkça ortaya koymaktan çekinmemiştir. 

Bu konuda yüzlerce örnek gösterilebilir ancak Mart 2021’de çıkan TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) ile ilgili bir yönetmelik değişikliği önemlidir. TSK’ye subay yetiştiren harp okulları ve astsubay yetiştiren astsubay yüksekokullarına giriş yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı.

Giriş koşulları arasında sayılan, “kendisinin, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve velisinin, tutum ve davranışlarıyla yasadışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bölücü ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olması” koşulu yeni yönetmelikte kaldırıldı. Bunun yerine, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı ya da bunlarla irtibatı olmamak” kuralı eklendi.

15 Temmuz FETÖ darbesinden sonra iktidarın yeni arayışlar içine girdiği ve ülkemizde tarikatların her alanda faaliyet içinde oldukları bir ortamın oluştuğu bilinen bir gerçektir. Bu durumda, TSK’ye subay ve astsubay yetiştiren harp okulları ile astsubay yüksekokuluna giriş şartlarında yapılan değişiklik, TSK içinde tarikatların etkinleşmesine olanak sağlayacaktır.

Bu durum özellikle Cumhuriyet gazetesi tarafından ele alınmış, konu üzerinde günlerce sert yayın yapılmıştır. Bu konu ile ilgili en çarpıcı olay Deniz Kuvvetleri’nde Tuğamiral Sarı’nın tarikat evinde cüppeli sarıklı fotoğrafları ortaya çıktı. Bu amirale uzun süre dokunulmadı, zarar görmemesi için beklendi ve sonunda 30 Ağustos 2021’de emekli edildi.

Konu o derece ilerlemişti ki, genelde iktidarla bir çatışma içine girmek istemeyen TÜSİAD, bu konuda açıklama yapmak durumunda kalmıştı. (Ekim 2021)

Cumhuriyet gazetesi bu konuyu uzun süre gündemde tutarak kamuoyuna bilgi verdi. Cumhuriyet gazetesinin çok hassas olduğu bu “laiklik” konusu bilindiği gibi “Türkiye’nin ve demokrasinin temel direğidir. Geleceğin garantisidir, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir”.

Bu konu, 2021 yılının son günlerinde bir kez daha açıkça ve belgeli olarak ortaya çıktı. Ziraat Bankası’nın danışma komitesi “kur korumalı katılım hesabına icazet belgesi” verdi.

  • Kurumlarda, bankalarda şeriata uygunluk “icazet belgesi” veren komisyonlar oluşturulmuş bulunuyor.

Liyakat-yetenek konusu

Türkiye’de AKP iktidarının yarattığı en önemli yıkımlardan birisi de “liyakat” yani yeteneğe olan darbedir. AKP iktidarı işe alımlarda “liyakat” yerine “partizanlığı” uyguluyor. Yazılı sınavlarda en üst dereceler alan gençler sözlü sınavlarda eleniyor. Şu sorulara bakınız:

  • “Reis” denilince aklına ne geliyor? Erdoğan’ın torunlarının isimleri ne? Allah’a inanıyor musun? 
  • 15 Temmuz darbesini kim yaptı? El Muhyi ne demektir? Yargıtay 2. Daire Başkanı kimdir?
  • Abdülhamit Han kaç yıl tahtta kalmıştır?
  • Yatsı kaç rekâttır? 

Öğretmen atamalarında KPSS’de yüksek puan alan ve dereceye giren adaylar bu gibi sorularla sözlü imtihanlarda eleniyor.

Sedat Peker ve soruları

Suç örgütü liderlerinden Sedat Peker’in yurtdışından yaptığı açıklamalar, Türk kamuoyunda ve siyasal yaşamda sarsıntılar yarattı. Peker’in açıklamalarına iktidar genellikle yanıt vermedi ya da veremedi. İçişleri Bakanı’na yapılan suçlamalar, Peker’in iddiaları o tarihlerde kamuoyunun konuştuğu en önemli konu oldu.

Bakan Soylu, bu iddiaları gündemden düşürmek için Cumhuriyet gazetesine çattı ve hatta bir video yayımladı. Cumhuriyet gazetesi gereken yanıtı verdi.

Bağımsız yargı

  • Bağımsız yargı, hukuk devletinin ve çağdaş demokrasinin vazgeçilmez en önemli kurumudur.

Türkiye, 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Bu kabul edilemez bir durumdur. Bağımsız yargının, hak ve özgürlüklerin tam olarak sağlanması gerekir ve yargı kararlarının AİHM kararlarıyla uyumlu olması önkoşuldur.

İktidar, tarikatçı cüppeli amirale kol kanat gerip onu korurken, “Montrö’yü deldirtmeyin” diye uyaran emekli amirallere dava açtı, onları itibarsızlaştırmak istedi.

FETÖ kumpasıyla yıllarca Silivri tutukevinde kalan 80 yaşını geçmiş saygın ve onurlu generaller hapse atıldılar. Osman Kavala, her kezinde açılan yeni davalarla cezaevinde tutulmakta.

– DEVAM EDECEK –
=====================================
Dostlar,

Yazının ardılı (devamı, süreği) 03 Ocak 2022 günü Cumhuriyet‘te yayınlandı.

Onu da web sitemizde paylaştık :

2022’ye girerken siyasal bilanço – 2

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 04 Ocak 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Bilim Kurulu 2. Bşk.

www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

1 Mart tezkeresi ve Türk-Amerikan ilişkileri

1 Mart tezkeresi ve Türk-Amerikan ilişkileri

01 Mart 2021, Cumhuriyet

En iyi Bahçeli bilir: Ecevit’in koalisyon hükümeti, ABD’nin Irak saldırısına destek vermediği için yıkılmıştı.

Sıcak para operasyonu ile tetiklenen ekonomik krizle devirememişlerdi. TÜSİAD’ın uygulamaya koyduğu “sağlık sorunları üzerinden” Ecevit’i Cem-Derviş’le değiştirme planı işe yaramamıştı. Hatta Özkan-Cem ikilisinin DSP’yi bölerek yeni parti kurması da o koalisyonu yıkamamıştı.

Ta ki Bahçeli son darbeyi vurup kendi yardımcılarının bile bilgisi olmadan, 7 Temmuz 2002’de gelen bir telefon üzerine erken seçim ilan edinceye kadar!

ABD, ECEVİT HÜKÜMETİNE NEDEN KARŞIYDI?

Ecevit hükümeti, tüm hatalarına ve zaaflarına rağmen, Türkiye’nin ABD’den bağımsızlaşmasını savunan 28 Şubat ikliminin iktidarıydı. Türkiye’nin bölge merkezli dış politika uygulamasının, Rusya ve İran’la işbirliği yapması gerektiğinin savunulduğu bir siyasal iklimdi.

ABD ise Ortadoğu’ya yerleşme hesapları yapıyordu. Irak işgaliyle başlayarak bölge ülkelerinin haritalarını yeniden çizmeyi, rejimlerini değiştirmeyi planlıyordu. Dahası bu işler için kendisine bir de Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı arıyordu.

Ankara ise tersine ABD’nin planlarına karşı “stratejik özerklik” ilanı anlamına gelen işler yapıyordu: Rusya Genelkurmay Başkanı Kvaşnin Türkiye’ye geliyor, Türk Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu Çin’e gidiyordu. Sonra Türk Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu Rusya’ya, Cumhurbaşkanı Sezer İran’a gidiyordu.

Özetle Türkiye, ABD’nin Irak üzerinden bölgeye müdahalesini, ikili işbirliği modelleri geliştirerek engellemeye çalışıyordu.

Ecevit-Kıvrıkoğlu ikilisi, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in 14 Temmuz 2002’de getirdiği, “Irak’a saldırı için Türkiye’nin Irak sınırına ABD askeri yığma” planını reddediyordu.

AMERİKAN TEZKERESİNİ REDDEDEN TBMM

İşte o plan için Ecevit koalisyonu yıkıldı ve yerine görülmedik bir medya desteğiyle sandıktan AKP çıkarıldı: ABD, nihayet kendisine Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı bulmuştu!

Ancak yine de o günler bugünkü gibi değildi. AKP çoğunlukta olsa da TBMM vardı, TBMM’nin onayı lazımdı. “ABD’nin Türkiye’nin Irak sınırına ABD askeri yığma” planı, Abdullah Gül’ün başbakanlığındaki birinci AKP hükümeti tarafından 1 Mart tezkeresi şeklinde Meclis’e getirildi.

İki partili TBMM’de CHP tezkereye karşıydı. Türkiye’nin sosyalist partileri, sendikaları, demokratik kitle örgütleri Türk topraklarına 89 bin ABD askerinin gelmesini sağlayan ve o askerlere üsleri, hava ve deniz limanlarını veren tezkereye karşı alanlarda her gün eylem yapıyordu.

İşte o siyasal iklimde AKP’nin “milliyetçi” milletvekilleri de CHP ile birlikte onurlu ret oyu verdi ve 1 Mart tezkeresi geçmedi.

ERDOĞAN-GÜL’ÜN ANLAŞMALARI

Bunun üzerine yasal bir düzenlemeyle Erdoğan’ın önü açıldı ve ikinci AKP hükümeti kuruldu.

Erdoğan BOP eşbaşkanı olarak, TBMM’nin etrafından dolanacak hükümet anlaşmalarıyla ABD’ye 1 Mart tezkeresindeki talepleri parça parça sağlayacaktı!

Hemen Washington’la “dokuz üs” anlaşmasını yaptı, ABD askerlerine hava sahasını açtı, hava alanı ile limanlar tahsis etti. Dışişleri Bakanı Gül, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile “iki sayfalık 9 maddelik bir plan” üzerinde anlaştı.

Şimdi unutuldu ama,

  • Erdoğan ABD medyasında, Irak’ı işgal eden ABD askerilerinin sağlığına duacı olduğunu belirttiği bir mektup bile yazdı!

PROBLEMİN KAYNAĞI ÇÖZÜM BULAMAZ

Tüm bunları yalnızca 1 Mart 2003 Tezkeresinin yıldönümü olduğu için anımsatmadık; problemin kaynağının probleme çözüm olamayacağını belirtmek için anımsattık.

ABD’nin “turuncu sandığından” çıkarak iktidar olanlar, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne eşbaşkanı olanlar, Türk-Amerikan ilişkilerindeki derin sorunları Türkiye yararına çözemezler.

Kendi iktidarının devamını esas alarak pazarlığa ve tavize açık konumlanırlar:

  • S-400’ü salgın bahanesiyle çalıştırmayıp
  • Halkbank ve Rıza Sarraf konularında ABD’ye karşı pazarlık kozu olarak kullanmaya çalışırlar.Karadeniz’de Rusya’ya karşı ABD ve Ukrayna’yla işbirliği yaparlar. ABD ve AB’ye “beyaz sayfa” çağrısı yaparlar.

Çalışma yaşamı savaş alanı gibi

Çalışma yaşamı savaş alanı gibi!

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın hazırladığı rapor tabloyu ortaya koydu:

CHP’nin raporuna göre AKP döneminde en az 21 bin işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 

Mahmut Lıcalı

Cumhuriyet, 07.12.18
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
[Haber görseli]

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın hazırladığı “Çalışma Yaşamında ve İşçilere Yönelik Hak İhlalleri” adlı rapor AKP’nin iktidarda olduğu son 16 yılda, kadın ve çocukların da arasında bulunduğu 21 bin işçinin, işyerlerinde yaşamını yitirdiğini ortaya koydu. 2018’in ilk 11 ayında iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı 1800 oldu.

10 Aralık İnsan Hakları Günü öncesinde hazırladığı raporu değerlendiren Ağbaba,

  • “AKP iktidarının son 16 yılına baktığımızda yaşamın her alanında hak ihlallerinin yoğun olarak gerçekleştiğini görmekteyiz. Hak ihlallerinin en çok yaşandığı alanlardan birisi de çalışma yaşamı ve işçi haklarının ihlalidir.” görüşünü dile getirdi.

11 ayda 1800 kayıp

Raporda özetle şu saptamalar yer aldı:

Ölüme terk edildiler: AKP iktidarı boyunca en az 21 bin işçi işyerlerinde çalışırken ölüme terk edildi. Soma, Tuzla Tersaneleri, Davutpaşa, Ostim, Kozlu, Karadon, Ermenek, Esenyurt, Torunlar, Şirvan ve Şırnak’ta yaşanan iş cinayetleri AKP iktidarı döneminde öne çıkan iş cinayetleridir.

  • Yalnızca 2018 yılının ilk 11 ayında en az 1800 işçi, işyerlerinde çalışırken yaşamını yitirdi.

İşçi intiharları arttı: Çalışma yaşamındaki baskılar ve ekonomik kriz sonucunda son 5 yılda işçi intiharları % 300 oranında arttı. İşyerlerindeki çalışma koşullarına bağlı olarak son 5 yılda 300’den çok işçi, intihar ederek yaşamına son verdi.

15 grev yasaklandı: 190 binden çok işçinin grevi ertelenme adı altında yasaklandı. AKP iktidarı döneminde toplamda 15 grev yasaklandı. Yasaklanan grevlerin 7’si 21 Temmuz 2016 yılında ilan edilen OHAL rejiminde meydana geldi.

Özelde % 5 sendikalı

-100 işçinin 12’si sendikalı: AKP iktidara gelmeden önce % 50’lere varan sendikalaşma oranı Temmuz 2018 verilerine göre %12.76 dolayına geriledi. Her 100 işçiden yalnızca 12’sinin sendika üyeliği bulunuyor.

  • Özel sektörde çalışan işçilerin % 95’i sendikalı değil!

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) raporlarına göre,

  • Türkiye sendikal hak ve özgürlükler noktasında dünyanın en kötü 10 ülkesi arasına girdi.

-Güvencesizlik arttı: Esnek istihdam ve ucuz işgücünü alabildiğince çalışma yaşamına dayatıldı. OHAL dönemi fırsata dönüştürülerek işçi ve emekçi karşıtı birçok düzenleme yasalaştı.
===================================
Dostlar,

16 YILLIK AKP İKTİDARINDA
21 BİN EMEKÇİ KURBAN VERİLDİ!

Bunlarla da kalmadı! Rapora göre şu paragraf da eklenebilir yazımıza :

TAŞERONA İŞÇİSİNE KADRO ALDATMACISI

AKP’nin “21. yüzyılın kölelik rejimi olan taşeron çalıştırmayı” yaygınlaştırdığı saptaması yapılan raporda (https://www.evrensel.net/haber/367849/chp-calisma-yasami-raporu-16-yilda-en-az-21-bin-is-cinayeti, 08.12.18)

  • AKP’nin kadro vaadinin aldatmacaya döndüğü ve işçilerin yüz üstü bırakıldığı ifade edildi.

696 No’lu KHK ile 400 binden çok işçinin kadroya değil belediyelere bağlı şirketlerde işçiliğe geçirildiği aktarılan raporda, 500 binden çok işçiye ise kadro hakkı tanınmadığı aktarıldı.

Ayrıca, kadroya geçen işçilerin daha önceden var olan toplu iş sözleşmesi ve öbür haklardan yararlanamadığı da belirtildi.

12 Eylül 1908 döneminde başlatılan emek örgütlenmesinin eritilmesi operasyonu sürüyor.. En az 3 işçiden 1’i sendikalı iken, günümüzde bu oranın da 1/3’üne inildi.. Her 100 işçiden yalnızca 5’i toplu iş sözleşmesi yetkisi olan sendika üyesi..

12 Eylül 2010’da yapılan 26 maddelik blok oylamada Anayasa değişiklikleri halkoyuna sunuldu ve onaylandı. Bu değişikliklerden biri de 1’den çok sendikaya üyeliği yasaklayan hüküm idi.. “Özgürlük” gibi sunuldu.. “Yetmez ama evet” çi liboşlar halkı kandırdı.. İşçi 1’den çok sendikaya üye olarak nasıl daha özgür olabilirdi ki?? Elbette tersi oldu.. emek örgütleri daha da dağıtıldı.

Yaşasın emeğin örgütlenme hakkı !
Türkiye’de, 2018 sonunda yaklaşık 15 milyon işçiden yalnızca %5’inin üyesi olduğu sendika eliyle toplu sözleşme yapabilme hakkına sahip.. Bu oran ise kamu işçilerinin örgütlülüğü ile sağlanabiliyor. Özel sektörde durum daha da kötü..

İşveren sendikaları kaya gibi, monoblok; TİSK!
Emekçi ise parça parça.. TÜRK-İŞ, DİSK, AKP yanlısı HAK-İŞ… işçi örgütlenmeleri.
Memurlara ise sendikacılık oynatılmakta.. “grev” ve toplu sözleşme hakkı olmayan, salt “toplu görüşme” hakkı tanınan 3 milyonu aşkın kitle, her yıl Hükümet ile toplu görüşmede anlaşamamakta, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kesin son kararı vermektedir (Anayasa md. 53/4).

Sonuçta çalışanlar ulusal gelirin en az yarısını üretmekte ancak bu pastanın en çok 1/4’ünü alabilmektedir. Bunun çıplak adı,

  • Türkiye’de KORKUNÇ BİR EMEK SÖMÜRÜSÜ – YOKSULLAŞTIRMA söz konusudur.

31 Mart 2019 seçimlerine dek bile ötelenmesi – ertelenmesi çoook ama çok güç, ağır bir ekonomik bunalım ülkemizi kuşatmış durumda..

AKP ise en tepelerden başlayarak acı gerçeği görmezden gelmeyi sürdürmekte..
Bu tablo her şeyden daha elim ve vahim!

TÜSİAD bile, artık saklanamayacak acı gerçekleri yeni ve eski başkanları ağzıyla çok net ve ısrarla, yineleyerek dile getirmekte..

İktidar  neyi beklemekte??

Halkın “AÇIZ – İŞSİZİZ – BORÇLUYUZ – HACİZDEYİZ…” diye sokaklara dökülmesi mi beklenmekte??
– Fransa’da başlayıp hızla yayılan, halkın SARI YELEKLİ insanca yaşam istemlerini
AKP nasıl okuyor?
Bunun polis – jandarma – paramiliter iktidar güçleri… zoruyla bastırılabileceği mi hesaplanmakta?
Yeni bir OHAL mi var ufukta ve hesapta??
OHAL altında seçimleri belirsiz geleceğe erteleme mi var?
Ne var, ne var AKP’nin “kutsallaştırılan” ‘kodlu‘ 2023 hedeflerinde??

Sevgi ve saygı ile. 09 Aralık 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Naci Beştepe : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Kasım 2017

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Kasım 2017

Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri öğretmenliğin saygınlığını zedeleyenlere…

VAİZ
Vaiz maaşı öğretmen maaşını geçmiş.
Yönetimin akıl ve bilime bakışı rakamlarda netleşmiş …

KEDİ
AKP Gen. Bşk. Erdoğan, “beton, beton, beton” diyerek şehirlerdeki çarpık yapılaşmadan şikayete devam etti. İstanbul’daki 121 gökdelenin 117’sinin kendi döneminde dikildiği açıklandı.
Gökdelen kedisi…

MEHDİ
Başdanışman Yalçın Topçu ile AKP MV. Metin Gündoğdu’nun görüştüğü Azerbaycanlı sahte mehdi “Erdoğan ancak benim sayemde dünya lideri olur” dedi.
Hurafecilerin lideri mi yani?…

SEÇENEK
Sosyal medyada yaygın bir soru; ABD, “Reza mı, Feto mu?” dese RTE kimi seçer?
Soru mu, yanıt mı bu?…

KAÇAKÇI
Kılıçdaroğlu, RTE’nin yakınlarının yurt dışına para kaçırdığına dair belgeleri açıkladı.
Her zaman olduğu gibi yandaşlar yalanladı.
Bunda ne yanlış var ki; koskoca dünya lideri, dünyanın her yerinde parası olur

HIRSIZ
Sudi prensler mal varlığını iade etsin diye ayaklarından asılarak işkence ediliyormuş.
Her hırsızın yaptığı yanında kar kalmıyor…

HARBİYE
Mezuniyet töreninde RTE Harbiye marşı söyledi. TSK’ya sahip çıktı.
4 Temmuz’da kafasına çuval geçirilen Ordu’nun kulakları çınlasın…

FAZLA
RTE, Harbiye mezunlarının bir yılda dört yıllık eğitimden fazlasını aldığını söyledi.
Bundan böyle tüm üniversiteler bir yıla indirile!..

YALANLAMA
Cumhurbaşkanlığından,  telefon görüşmesinde Trump’ın YPG’ye silah verilmeyeceğini söylediği açıklandı. Pentagon sözcüsü, “SDG (PYD)’yle ilişkimiz sürecek” diyerek yalanladı. Silah sevki devam etti. Kim, kimi kandırıyor?..

SIVIŞMA
Çevre Bakanı Özhaseki, Belediye Başkanlığı döneminde Feto’yu ziyaret ettiğini inkar etti.
Övünme dönemi bitti, şimdi sıvışma dönemi…

KUMPAS
Son kumpas mağduru Yzb. (şimdiye albaydı) Murat EREN de berat etti.
Kumpasçılar ve onlara “paralel” deyip sıyrılanlar berat edebilecek mi?…

REKABET
Rekabet Kurumu yöneticileri, 20. kuruluş yılını aileleriyle dört gün İstanbul’da kutlamış.
Rekabet et edebilirsen…

KURUL
TÜSİAD, arada bir hükümeti eleştirdiği için Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) yönetiminden çıktı/çıkarıldı.
Eleştiri haa!..

CENNETLİK
Cüppeli, kendisine cennetin müjdelendiğini söylemiş.
Jet ski yaptığı kızları da götürür herhalde…

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

=================================
Zekanıza, yüreğinize ve kaleminize sağlık değerli dostumuz Naci Beştepe Paşamız..

Sevgi ve saygı ile. 29 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Hekimlerin Meslek Örgütlerine Niçin Saldırmaktalar?

Hekimlerin Meslek Örgütlerine
Niçin Saldırmaktalar?

portresi

Prof. Dr. Vedat Bulut
ATO Yönetim Kurulu Başkanı

 

(Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Rant için!

Diyerek kısa bir yanıtla geçiştirilebilirdi bu soru. Ancak gerçek yanıt bundan çok daha öte ve oldukça derinlerde yatmaktadır. Bu yazıyla sizlere bir irdeleme sunacak ve yakıcı gündemin niçin bu aşamaya geldiğini aktarmaya çalışacağım.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve bağlı Tabip Odaları 6023 sayılı yasaya göre düzenlenmiş ve Anayasa tarafından güvence altına alınmış bir meslek örgütlenmesidir. (AS: Anayasa md. 135)

“Türk Tabipleri Birliği Kanunu” kimi zaman TBMM’de, kimi zaman Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile Bakanlar Kurulunda değişikliklere uğramıştır. Bu Yasanın genel çerçevesini belirleyen 1. maddesi “…tabipler arasında mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı korumak, tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak ve meslek mensuplarının hak ve yararlarını korumak amacıyla kurulmuş kamu kurumu niteliğinde mesleki bir kuruluştur” lafzıyla çatı örgütü olan TTB ve Tabip Odalarını tanımlamıştır. 2011 yılında Bakanlar Kurulu, “Tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” tanımlamasından rahatsız olmuştur ki, bir KHK ile (AS: 2.11.2011; 663 sayılı KHK) TTB’nin bu işlevini silmeye kalkmıştır. 2013 yılında Anayasa Mahkemesi 2013/30 K. sayılı kararı ile bu değişikliği iptal etmiştir (AS: 14.022013). İlginçtir Başbakanlık e-mevzuat hizmeti sunduğu Mevzuat Bilgi Sistemi üzerinde bunu halen güncellememiştir. (AS : http://www.mevzuat.gov.tr/ Metin1.Aspx?MevzuatKod=1.3.6023&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=&Tur=1&Tertip= 3 &No=6023 adresinden çağrılan 6023 sayılı TTB yasasının 1. maddesinden cımbızlanarak çıkarılan “Tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” ibaresi, Anayasa Mahkemesinin yukarıda değinilen değişikliği iptal kararına karşın yerine işlenerek eski durumuna getirilmemiştir.. Şubat 2013, Ekim 2016..!?) Türkiye Cumhuriyeti’nin bir adamın iki dudağı arasına sığmayacağını bilmeyenlerin Anayasa Mahkemesi ve hukuk tanımazlığı bize yabancı bir husus değildir. Özü itibarı ile TTB ve Tabip Odalarının ve elbette Ankara Tabip Odası’nın mesleğimizin kamu ve kişi yararına uygulanması görevi sürmektedir. Tabip Odalarına yapılan saldırıların kalkanı da bu ve buna benzer diğer yasal hükümler ve yetkilerimizdir.

Bu tarihsel süreçte 12 Eylül Darbecilerinin de hedefi haline gelmiş olan TTB ve Tabip Odaları, 1980’lerin zor koşullarında bile mücadelesini yılmadan örmüş, hukuksuz yargı ve baskılara direnmiştir. Türkiye’de “İdam Cezası” nın kaldırılmasındaki rolü tartışılmazdır. TTB o dönemin yasalarında, bu cezanın gerçekleştirilmesi sürecinde, hekimin de idam sehpası yanında hazır bulunması gerektiği için, hekimlerin idam sehpaları önünde görevlendirilemeyeceği ilkesiyle, yaşam için, sağlık için görev yapan meslektaşlarından cellatlara asistanlık yapmaya kalkacak olanları evrensel hekimlik ölçüleri içinde TTB Disiplin Yönetmeliği’ne uygun bir şekilde soruşturup cezalandıracaklarını bildirmişlerdir. Dönemin TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek ve MK Üyeleri bu girişimleri nedeni ile yargılanmışlar ve beraat etmişlerdir. Onların bu çabaları sonucunda 1984 yılından bu yana ‘’Ölüm Cezası’’ uygulanamaz olmuş, o dönemde TBMM’de onay bekleyen kesinleşmiş ölüm cezası kararları tozlu raflarda kalmıştır. Sonunda AB uyum paketleri içinde yer alan ek protokollerle “Ölüm cezasının kaldırılması” yasalar ölçüsünde 2000’li yıllarda gerçekleşti. O yıllar siyasal ve kapitalist çıkarları için AB rüzgarını arkalarına alarak, “Türkiye’ye demokrasiyi getireceğiz, statükoyu ve askeri vesayeti kaldıracağız..” söylemlerini gerçekleştirenler artık yok gibiler ya da yok hükmündeler. Yeni statüko ve vesayetin sahipleri artık on yılda, yılda, bir ay içinde düşüncelerini değiştirmiyorlar. Saatler içinde bile kendileriyle çelişen açıklamalarıyla basında ve kamuoyunda boy gösteriyorlar.

“Kandırıldık” diyenler aslında kitleleri kandırıyorlar.

Artık dillerinde “demokrasi” lafı iğreti durmaktadır. Adaletten sözedenler adaletten uzaklaşmış, kalkınmadan sözedenler ekonomik bunalımın eşiğine gelmişlerdir. Üretime dayanmayan ve sermayenin emirleri doğrultusunda sıcak para ile dönen bir ekonomi, demokrasi çerçevesine uymamaktadır. Tıpkı 24 Ocak 1980 kararlarına demokrasi elbisesi dar geldiği için 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştirilmiş, demokrasimiz üniformaya layık görülmüştür. 15 Temmuz  2016 FETÖ/PDY ve işbirlikçileri çetesinin gerçekleştirdiği demokrasi karşıtı darbe başarılı olsaydı, meslek örgütleri hedef olacaktı, ülkenin ilerici aydınları yine çileler çekecekti, emek değersizleştirilip ve sendikalar kapatılıp insanımız hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılacaktı, FETÖ/PDY hedefindeki kitlelerin imhası sağlanacaktı.

Ne yaman sorudur yanıt bekleyen şu soru: Peki şimdi farklı gelişmeler mi var?

Türkiye darbeden beslenen yeni bir postmodern cihad darbesi ile karşı karşıyadır.

Gözden kaçan ayrıntı tam da darbe günü TBMM’de kabul edilen 6728 sayılı “YATIRIM ORTAMININ İYİLEŞTİRİLMESİ AMACIYLA BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN” başlıklı yasamanın yapılmasıdır. Ve tabii ki bu da torba yasalardan biriydi. Aslında ne tesadüftür ki, bu kanun ta o gün TBMM’de onandı ve bu kaotik (AS: karmaşık) süreçte gözlerden ırak kaldı. Bu yasanın tümü uzmanlar tarafından kuşkusuz iyice incelenecektir. Bu yasada evraklar hükmünden dijital verilere geçenler, katı fazdan buhar fazına hazırlamaktaydılar kapitalistlerin şirketlerini… Gerçi bu ülke evrak yangınlarıyla da ünlüdür, ancak bu kez hızla buharlaşmaya gereksinimleri vardı. Seçim sisteminden (SEÇSİS) yargılama sistemine (UYAP) toplum dijitalleşmiş uygarlığın eşiğine gelmişti, ama servetler ne olacaktı? Hani şu halkın boğazından, geçmişinden ve geleceğinden, toprağın altından üstünden çalınan, hortumlanan servetler??

Şu sözü edilen yasada damga vergilerinden ve gereksiz kayıtlamalardan çıkarılan savunma, güvenlik veya istihbarat alanlarında satış ve bakım/onarımlar ne anlama gelirdi? “Yap-İşlet Modeli çerçevesinde yapılacak yatırım projelerini üstlenen tam mükellef firmaların yapacakları hizmet ve faaliyetler”e vergi bağışıklığı getirmenin acaba “Sağlık Kampüsleri” ile ilgisi olabilir miydi? Hani şu üzerinden geçmediğimiz köprüye vergilerimizden/hazineden aktardığımız mali kaynak gibi, yatmadığımız hastanelere %75 (AS % 70) doluluk oranı sözleşmeleri ile yine mali kaynak aktaracağımız gerçeği gibi… Ne yaman servet transferidir emekçilerden alınan ve oligark sermaye çevrelerine aktarılan

Bu yasa serveti olanları koruyan, emekçileri sömürecek olan bir yasadır. Ve herkesin bilmesi gereken bu yasayı komisyonlar için hazırlayan Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (YOİKK) denen bir kuruluştur. Yatırımlarla ilgili görev ve sorumluluğu bulunan Bakanlar ile TOBB, TİM, TÜSİAD, YASED, MÜSİAD ve DEİK gibi sermayenin temsilcileri olan bu Kurulda tek bir emekçi örgütü yoktur. Yani İşçi ve Memur sendikaları, Meslek Örgütleri, Emeklilerin STK’ları gibi emekçilerin görüşlerine gereksinim yoktur bu Kurulda. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’ye mi soracaklar? “Yatırım Ortamını İyileştirecek” olanlar sermayenin sahipleridir, üretim araçlarını ellerinde tutanlardır. Görüldüğü gibi öyle sermayenin mavisi yeşili de yoktur, TÜSİAD ve MÜSİAD kucak kucağa ortamı iyileştirmektedirler emekçiler için…

İşte bu nedenle darbe fırsatçılığı içindeler ve meslek örgütlerine saldırmaktadırlar. TTB’ye TMMOB’a saldırmalarının nedeni budur. Düşünenler ve perde arkasını görenler susturulmalı ve hatta yok edilmelidir. Yoksa idam mı edilmelidir? Ya idama yine karşı çıkarsa bu TTB? Derin endişedir kimilerinde…

Bu saldırılardan sonunda Ankara Tabip Odası da etkilenmiştir. Hekimlik değerlerini her şeyin üzerinde tutan ve daha 30 Eylül akşamına dek hastaları için koşuşturan Dr. Benan Koyuncu, nöbete gittiği akşam Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörlüğü tarafından açığa alınmıştır. Gerekçesi, kerameti oldukça büyük olan ve cadı avının sihirbaz çubuğuna dönüşen 667 sayılı KHK’dir. Dr. Benan Koyuncu Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi olması nedeni ile hedef seçilmiştir. Buradan hareketle ve ilişkilendirmelerle Ankara Tabip Odası susturulmak istenmektedir.

Yine tesadüf olmayan diğer gelişme, yandaş basın ve güya sol maske takmış çakma örgütlenmelerin eş zamanlı olarak TTB, İstanbul Tabip Odası ve Ankara Tabip Odası’nı hedef alan yayın ve söylemleridir. Bu tür söylemlerde yer alan haksız suçlama ve iftiralara karşı hukuksal haklarımızı koruyacağız ve faillerin cezalandırılmalarını sağlayacağız. Bizler jurnalci entelijansiya söylemlerini ustalıkla belirler ve gereğini yaparız. Bu tür faillerin siciline, emek düşmanlığı ve kapitalizme hizmeti işleyeceğiz.

Yeniden başa dönecek olursak “Hekimlerin Meslek Örgütlerine Niçin Saldırmaktalar?” sorusunun yanıtı aslında yine basittir :

Rant için!

(http://www.hekimpostasi.org.tr/2016/10/10/hekimlerin-meslek-orgutlerine-nicin-saldirmaktalar/)
=================================
Dostlar,

Sevgili arkadaşımız ve meslektaşımız Prof. Dr. Vedat Bulut’u, Ankara Tabip Odası Başkanı sıfatı ve sorumluluğuyla kaleme aldığı bu makale için kutlamak istiyoruz. Nitekim telefon ederek bu görevimizi yaptık ve söz konusu makalesini web sitemize koymak için iznini aldık.

KHK no 663 : SAĞLIK BAKANLIĞI ve BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT ve GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME (2.11.2011, RG 28103-mük. 60 asıl, 12 geçici md.; 6/4/2011 tarih ve 6223 s. Yetki Yasası’na dayalı)

MADDE 58 ..
Madde 1-(Değişik: 07.06.1985 – 3224 sayılı yasa md. 48) :
Türkiye sınırları içinde meslek ve sanatını yürütmeye yetkili olup sanatını serbest olarak yapan veya meslek diplomasından yararlanarak resmi veya özel görev yapan tabiplerin katıldığı Türk Tabipleri Birliği; tabipler arasında mesleksel deontolojiyi ve dayanışmayı korumak, (Değişik : RG : 02.11.2011 – 28103, mükerrer); 663 sayılı KHK md. 58) tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştiril-mesini sağlamak ve meslek üyelerinin hak ve yararlarını korumak amacıyla kurulmuş (6023 sayılı TTB kuruluş yasası md.1) «kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu» dur.

TTB yasasından çıkarılan üstü çizili bölüm; sorumlu Sağlık Bakanı ise Bakan Recep Akdağ!

Birkaç sorumuz var                  :

İlki; kendisi de bir hekim olan, geçmişte muayenehane çalıştırdığından Erzurum Tabip Odası üyesi olan, sonraki yıllarda Türk Tabipleri Birliği yönetimine adaylığını koyan (Erzurum’dan adaşı Prof. Dr. Recep Akdur ile ortak liste çıkararak) Sağlık Bakanı Akdağ, meslek örgütünün son derece olağan – temel işlev ve yetkisinden neden rahatsızlık duyar? 

İkincisi; Sağlık Bakanlığı’nın örgütlenmesi, görev ve yetkileri yeniden örgütlenerek küresel sermayenin isteklerine göre silbaştan tasarlanırken yasa taslağı TBMM’de kapsamlı  olarak neden görüşülmemiş ve yetki yasası kötüye kullanılarak Bakanlar Kurulunca bir Kanun Hükmünde Kararname olarak çıkarılmıştır? 2 Kasım 2011 günü TBMM açıkken ve birkaç km uzakta iken, ülkede olağandışı durum yokken, söz konusu yasal düzenleme için hiçbir ivedilik yokken! O gece çıkarılan 35 adet KHK ile Türk Kamu Yönetimi DNA’sına dek değiştirilerek küresel emperyalizme uyuma sağlanırken milliyetçi – mukaddesatçı AKP hükümeti ve onun Menzil tarikatından olduğu söylenen Sağlık Bakanı ne tür bir işlev – misyon üstlenmiştir??

Bu 35 KHK ile, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in veto ettiği, kökü dışarıda Kamu Yönetimi Reformu yasasının gerekleri parça parça ve TBMM dışlanarak, Batı dayatmasıyla yerine getirilmiştir.

Bu siyasal iktidar ve bu anlayış mı millidir??
Zaten kendileri söylemediler mi “Biz Erbakan’ın Milli Görüş gömleğini çıkardık..” diye??

Üçüncüsü;

Adı

KHK no 663 : SAĞLIK BAKANLIĞI ve BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT ve GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME (2.11.2011, RG 28103-mük. 60 asıl, 12 geçici md.; 6/4/2011 tarih ve 6223 s. Yetki Yasası’na dayalı)

olan bir metinde kamuoyuna, TBMM’ye ve hukuka karşı hile ile, başlıkta geçmeyen bir başka konuda, bir başka yasada köktenci bir cımbızlama değişikliği – çıkarma yapmak yasama ve siyaset etiğine sığar mı??

Dördüncüsü; Bu değişiklik, 14.2.13/30 sayılı kararla Anayasa Mahkemesince iptal edildiği halde, 2011 yılında Bakanlar Kurulu, “Tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” görevlendirmesinden çok rahatsız olmuştur ki, bu KHK ile (AS: 2.11.2011; 663 sayılı KHK) TTB’nin bu temel işlevini silmeye kalkmıştır. 2013 yılında Anayasa Mahkemesi 2013/30 K. sayılı kararı ile bu değişikliği iptal etmiş iken, çoook ilginçtir ki Başbakanlıkça e-mevzuat hizmeti sunulan Mevzuat Bilgi Sisteminde bu iptal kararı halen işlenmemiştir. http://www.mevzuat.gov.tr/Metin1.Aspx?MevzuatKod=1.3.6023&MevzuatIliski=0
&sourceXmlSearch=&Tur=1&Tertip=3&No=6023 
adresinden çağrılan 6023 sayılı TTB yasasının 1. maddesinden cımbızlanarak çıkarılan ibare, Anayasa Mahkemesinin yukarıda değinilen değişikliği iptal kararına karşın yerine işlenerek eski durumuna getirilmemiştir.. Şubat 2013, Ekim 2016..!? 3,5 yıldır.. Bu davranış, ilgili Genel Müdürlüğün Anayasa Mahkemesi iptal kararını tanımaması anlamına mı gelmektedir? Başbakanlığa bağlı Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Resmî Gazetede Anayasa Mahkemesi kararları derhal yayımlandığına göre, neden gerekli güncelleme mevzuat.gov.tr‘de yapılmamaktadır?? Bu davranış en azından görev savsaklaması (ihmali) değil midir??

Anayasa md. 153/3 : Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar….

Anayasa md. 153/5 : Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

Sorumlular hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını ve gerekli düzeltmenin hemen web sitesinde işlenmesini diliyoruz..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroglu : ALIN SİZE İSTİKRAR

Rifat Serdaroglu : ALIN SİZE İSTİKRAR

Türk İşadamları, alanlarında çok başarılı kişilerdir.
Özellikle yurtdışındaki rakipleri ile yarışıp, kendilerini kabul ettirmişler ve tüm dünyada başarılı işlere imza atmışlar ve yatırımlar yapmışlardır.
Bugün toplam istihdam içinde Kamu’nun payı %13, Türk Özel Sektörünün payı ise %87’dir. Adları ister TÜSİAD, ister MÜSİAD, ister TUSKON, ister GİAD olsun
bu başarı tüm Türk Özel Sektörünündür…

Türk Özel Sektörünün başarılı olmasındaki en önemli etken
“Demokratik ortamın devamlılığıdır.”

Hukuk Devleti, Uluslararası Hukuk kurallarının geçerli olması, Devletin herkese
eşit davranması, şeffaflık ve dürüstlük, demokratik ortamın olmazsa olmazlarıdır.

Eğer demokratik bir ülkede, işadamları bu gerçekleri görmezden gelir,
demokratik ortama sahip çıkmayıp “İSTİKRAR” dedikleri geçici gerekçenin
ardına sığınırlarsa, en yakın zamanda hem istikrarı hem de tüm kazanımlarını yitirirler…

Dönemin Başbakanı, televizyon canlı yayınında TÜSİAD yöneticilerine açıkça hakaret etti!
Dönemin Başbakanı, birkaç ay önce başarılı işadamları dediği TUSKON üyelerini,
şimdi paralelci- vatan haini etti!
Dönemin Başbakanı, kendisine biat etmeyen MUSİAD üyelerini de teker-teker
piyasadan sildirdi!

İran’da Humeyni ile başlayan “İslam Devleti” uygulamalarında,
bir Molla

“Şu kişinin malının-mülkünün-parasının elinden alınması uygundur..”

diye bir fetva verdiğinde, hoop o mallar ve yılların emeği Molla’nın cebine akar ve
kimse itiraz edemezdi! İtiraz etmeye yeltenenin kellesi alınırdı!

Modern Türkiye’nin AKP iktidarında, İran’lı Molla’nın yaptığı,
1 İktidar Savcısı – 1 İktidar Sulh Ceza Yargıcı ile yapılır hale geldi.
Yatıyorsunuz, şirketleriniz-fabrikalarınız var, sabah kalkınca bir bakıyorsunuz
tüm varlığınız kayyım denen iktidarın adamlarının eline geçmiş!

Dün devletin malı olan bir televizyon, kimsenin haberi olmadan, ihale açılmadan
bugün elin Arabının oluvermiş.
Ne mal güvenliği, ne can güvenliği ne de özgürlük kalmış…

Acaba değerli işadamlarının ve onların örgütlerinin istedikleri istikrar bu mu?
Türk işadamları akıllı da, Türkiye’de yatırım yapmak isteyen yabancı yatırımcılar aptal mı?
Türkiye’de Hukuk Devleti ilkesinin dama atıldığını görmüyorlar mı?

Yalnızca haber yaptıkları için, gazetecilerin zindana atıldıklarını görmüyorlar mı?

AKP İktidarının, kendisine biat etmeyen kişilerin mallarına hukuksuz olarak
el koyduğunu yabancı yatırımcılar bilmiyorlar mı?

Şimdi bana söyler misiniz?
Yabancı yatırımcı böyle bir ülkeye niçin gelsin? Parasını burada neden tutsun?

Yıllardır AKP’ye oy vermenin gerekçesi olarak gösterilen istikrar ne âlemde?
Türkiye’de şu an istikrar var mı?

Kentler, kasabalar birer savaş alanı haline dönmedi mi?
Kentler, mahalleler birer bomba-silah deposu haline getirilmedi mi?
Vatan evlâtları her gün şehit olmuyor mu?
İnsanlar günlerce evlerinde aç-susuz bırakılmıyor mu?
Türk Devleti sınırlarına hâkim mi?
Türk Devleti sokaklarına hâkim mi?
Ekonomik durgunluk had safhaya varmadı mı?
Rusya-İran-Suriye-Irak-Mısır-Libya-Tunus ile ilişkilerimizin koptuğu bilinmiyor mu?
Bu komşu devletlerle iş yapan işadamlarımız, AKP İktidarı sayesinde batmadılar mı?

Bu mu istikrar? Bu mu AKP’ye oy vermenin gerekçesi? Ha bu mu?
Eğer buysa, buyrun alın size nur topu gibi istikrar…

Sağlık ve başarı dileklerimle.
10 Aralık 2015
Rifat Serdaroğlu

*****

Teşekkürler Sayın Serdaroğlu..
Yürekli ve çıplak Türkiye fotoğrafları..
Tarihe not düşmeler..

Dileriz Ulusumuz acı gerçekleri çoook gecikmeden algılasın..
Sonuna dek deneme – yanlmaya kalırsa işimiz yaş..
Dibe vurup çommayı beklerken boynunu kırıp kalmak da var..

Sevgi ve saygı ile.
10 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tayyip’i böyle tehdit ettiler!

Tayyip’i böyle tehdit ettiler!

Tayyip’i böyle tehdit ettiler!

Sebahattin ÖNKİBAR

Önceki akşam Gazıosmanpaşa’da eski bir bakanın bürosunda karşılaştığım
AKP’li merkez sağ kökenli bir milletvekili ile aramızda şöyle bir diyalog geçti:

Yüce Divan komisyonuna yapılan baskı TBMM’nin hür iradesine darbe değil mi?

-Teorik olarak öyle.!

-Peki “Yolsuzluk yapan kardeşimiz de olsa, kolu kesilir.” diyen Davutoğlu’nun çiğnenmesi?

-”Hoş olmadı ancak AK Parti seçmeni ve kamuoyu bunları çok önemsemez zira
Tayyip bey AK Partinin hala her şeyi.”

-Üyelerini Abdullah Gül’ün atadığı mahkemeye güvenmiyoruz açıklaması olacak şey midir?

-”Teorik olarak izahı zor ama unutmayın Tayyib Bey’in büyük bir şansı var.”

-Nedir o ?

-”Birincisi liderliği yani algı yaratmada ustalığı .. İkincisi karşısında zerre  inandırıcılığı ve itibarı olmayan bir muhalefetin varlığı. Sayın Kılıçdaroğlu ile Sayın Bahçeli hem AK Parti  hem de Tayyip Bey’e çıkan büyük bir piyangodur. Bu şartlarda bile AK Parti %50’lere ise bunun sorumlusu, ‘olmayan‘ muhalefettir.”

-Tayyib Bey’in 4 bakanı  ısrarla sahiplenmesi  neden?

-”Yakından biliyorum iki tanesi Sayın Erdoğan’la görüşmesinde örtülü olarak
tehdit etmişler. Bildiklerimizi anlatırız.. falan demişler.”

-Tayyip Bey bu tehdide susmuş mu?

-Bana anlatılana göre ağır hakaretlerle makamından kovmuş ama yine de sahiplenmek  zorunda kalmış çünkü Sayın Erdoğan Yüce Divan olayını kendini tasfiye projesi olarak görüyor.

-AKP Meclis gurubu tavrı ne olur?

-”Oylama gizli olduğu için özellikle üç dönemlikler arasından bir tepki olacak
ancak sınırlı olur.”

-Bu teslimiyet değil mi?

-”Siyaset güce eğilir ve ondan biçimlenir. Şu gün için AK Parti dışında bir iktidar alternatifi yok. Ayrıca AK Parti gurubu da Tayyiph Bey’in kuşatıldığını görüyor ve O’nu sahiplenmeyi görev biliyor.”

Diyalog bu, yorum sizin!

TAYYİP VE FETHULLAH ÖLÜRSE BUNLAR OLUR?

Tayyip Erdoğan’a emrihak vaki olur  yani ölürse, Abdullah Gül nerede kalmıştık der
ve siyasi mirası sahiplenmeye kalkışır. 

-Fethullah vefat ederse Cemaat anında paramparça olur ve başlangıtça en az üç,
sonrasında
7-8 parçaya ayrılır.

-Tayyip ölürse Bilal Erdoğan ya yurdu terk eder ya da hakkında onlarca dava açılır.

Fethullah vefat ederse yeğenleri ile cemaat abileri arasında miras kavgası başlar.

Tayyip ölürse AKP inişe geçer,Yüce Divanlar ardı ardına kurulur.

-Fethullah vefat  ederse bürokrasideki haşhaşileri başka radikal İslamcı guruplara savrulur.

-Tayyip ölürse itiraflar tezahür eder ve gizli olan pek çok şey adım adım afişe olur.

-Fethullah ölürse CIA ile Mossad yeni bir önder isim aramaya kalkar.

NOT: Biz ikisine de uzun ömürler diliyoruz..

ERDOĞAN, DEMİREL’E NİYE GİTTİ?

Tayyip Erdoğan’ın Demirel ziyaretine kardeşi Hacı Ali’nin vefatına başsağlığı denmesi   ambalajdır zira aynı Erdoğan Nazmiye Demirel vefat ettiğinde böyle bir ziyareti yapmamıştı.

Hadise başsağlığı adı altında ortak fotoğraf verme hesabının ürünüdür.

Evet, Tayyip Erdoğan artık Demirel’le bile beraber görünme ihtiyacı içinde
zira tümden kuşatıldığının farkındadır.

ABD ve AB ile ipler kopma noktasına gelmiş,
İsrail ise F Tipi örgüt aracılığı ile hücumdadır.

Keza TÜSİAD gibi içerdeki egemenler de karşısındadır.

İşte böyle bir süreçte kimi çevreler tarafından hala sembol görülen Demirel’le resim vermeyi uygun bulmuş ki, böyle bir resim TSK tarafından iyi karşılanacağı hesaplanmış.

KİLİSEYE EVET CEM EVİ’NE HAYIR

İstanbul’da 90 küsur Kilise var.
Peki Hıristıyan Cemaat toplamı ne kadar mı?
Ancak bir Kiliseyi dolduracak kadar!
Realite bu iken Davutoğlu ferman yayınladı:

-”Türkiye olarak İstanbul Yeşilköy’de yeni bir Kilise inşasına omuz vereceğiz..
Arsası bizden”

Pardon ama, o kilisede martılar mı ibaret edecek, hani cemaat nerede?

Buna karşılık Türkiye’de on küsur milyon Alevi‘nin ibadet ihtiyacına set olunuyor.
Kilise yapımına destek, Cem Evi’ne köstek AKP’nin temel politikası bu.

Anadulu’yu Türkleştirip vatan yapan Aleviler, hala öz yurdunda garip ve paryadır!
(AYDINLIK, 7.1.15)

12. CB – Yarıbaşkan RTE’nin 1 Ekim 2014 TBMM Konuşması; Türkiye Gündemi ve Tezkere Sorunu


12. CB – Yarıbaşkan RTE’nin 1 Ekim 2014 TBMM Konuşması;
Türkiye Gündemi ve Tezkere Sorunu..


Dostlar
,

Türkiye gündemi yoğun ve ağır..

TBMM’nin açılışı bu gün idi ve 12. CB – Yarbaşkan RTE ala ile – vala ile teşrif ettiler,
1 saati aşkın konuştular ve ve Başkan edasıyla adeta tavır koydular..

Bir yandan Türkiye’nin “vesayetten” kurtulması gerektiğin belirttiler,
bir yandan da Hükümeti vesayeti altına aldılar.

Türkiye hangi vesayetten kurtulacak, o belli değil?
Ordu mu, basın mı, bürokrasi mi, TÜSİAD mı?? Hangisi, hangisi??

Bu “düşsel vesayet tasarımı” işe yarıyor.. Ülkede sivil darbe için sosyal – politik psikolojik iklim hazırlıyor. Millet de olup biteni fark etmiyor öyle mi?
Kendi söylemleri ile çelişiyor.. Kendince Cumhur’u – Halkı küçümseyenler aldanıyor.. Onlar Cumhur’u yüceltenler.. Birileri ise (??) baskılıyor.. Bunlar görünmez vasiler olmalı..

Konuşmada ana tema 2015 genel seçimlerinin ardından

YENİ ANAYASA ve YENİ TÜRKİYE..

Adım adım başkanlık rejimine sürekleniş.

Gerçek vasi, KüreselleşTİRme süreçleri = Yeni emperyalizm dayatmaları ile
küresel sermayeye göbek bağıyla bağlı yerli sermayedir;
YEŞİL SERMAYEDİR..

Bizzat RTE söylemişti Başbakan iken;

“Sermaye ciddi biçimde el değiştiriyor..” diye..

Onların uzantısı-aracı vakıflar – şirketler – medya taslakları – tarikat ve cemaatlardır.
AKP’nin dinci despot saltanatı saklamak ve giderek daha da pekiştirmek –
tüm toplum alanlarında egemen kılmak içindir bu “vesayet ve darbe edebiyatı sömürüsü..”

****

“Tezkere” sancısı sarmıştır AKP’yi.. 2003’ün 1 Mart’ında reddedilen tezkere ile
ülke sıcak işgalden kurtulmuştu.
65+ bin ABD askeri, ağır silahlarıyla Güneydoğu’ya yerleşecekti!
Bereket engellendi! AKP’ye faturası ağır oldu.. AKP de içeriye yansıttı;
Ergenekon, Balyoz vb.. Bu sendromla – eziklikle (!?) geldiler bugünlere..
Şimdi 2 yeni tezkere birleştiriliyor :

– Yurtdışına TSK’yı yollamak,
– Yurtdışından yabancı askerleri (30 bin dolayında!) ülkeye kabul etmek..

Ayrı ayrı oylansa 2. yi reddetmek kolay.. Gene Yüce Meclis’in istencini (iradesini) vesayete almak gündemde.. Referandumlarda olduğu gibi.. 26 madde birden oylanmıştı 12 Eylül 2010 Anayasa halkoylamasında..

Bu durumda 312 AKP’li vekil ne yerine konuyor??

UYARALIM                                         :

Kuzey Irak’ta konumlanan sayıca çok sınırlı ÇEKİÇ GÜÇ, Türkiye’nin PKK ile savaşını engellemiş, ek olarak da PKK’yı sürekli olarak her yönden desteklemiştir. İstihbarat işlevi üstlenmiş, işleyeni (faili) bilinmeyen (!?) cinayet ve sabotajlara
alet olmuştur. Dönemin komutanları, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş
başta, Çekiç Güç’ün bu marifetlerine (!) tanık olduklarını TV’lerde açıklamışlardır.
4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de 11 askerimizin başına çuval geçirmeye dek vardırmışlardır iğrenç psikolojik savaşlarını.

  • Tezkere, ASLA YABANCI ASKERLERİ ÜLKEMİZE SOKMAMALIDIR!
  • Bu BİR ÖRTÜK-AÇIK İŞGAL demektir! Kesinkes reddedilmelidir..

TSK’yı yurtdışına gönderme konusunu ise ayrı bir yazımızda ele alacağız..
Burada AY md. 92’ye kesinlikle uyulmalı, BM kararı olmalıdır ki, yoktur!

2 Ekim 2014, tarihsel önemde kritik bir gündür..
Yüce Parlamento, Gazi Meclisimiz kendine yaraşan duruşu sergilemelidir.
Tersine kararın telafisi olmayabilir, geri dönüşü olanaksız olabilir..
Aman dikkat…

Ülkenin yazgısını – barışını – bağımsızlığını ateşe atmayalım..

RTE – AKP, ABD’den özür dileme / deliğe süpürülmeme adına, utangaçlıkla,
adeta 1 Mart 2003’ü affettirme psikozu içindeler. Yıllarca böyle yönlendirildiler.
Bu yanlış ve yersizdir.. Zaten yeterince kıvrak olabiliyorsunuz ABD’ye gidince..
Aylarca “IŞİD unsurları” dediniz, her türlü desteği gözü kara cesaretle verdiniz;
son ABD ziyaretinde iyi saatte olsunlar sizi birkaç saatte formatlayarak
“eli kanlı terör örgütü” dedirttiler, dediniz maşallah!..

Buncası şimdilik size de ABD’ye de yeter de artar da.

Ülkeyi siyasal hırslarınız adına kanlı hesaplarınıza SAKIN ALET ETMEYİN;

  • Tezkere ile yabancı askerleri ülkemize sokmayın!

Sakın ha sakın!

Sevgi ve saygı ile.
01 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Bülent ESİNOĞLU : Ülkemiz bir yol ayırımında!


Ülkemiz bir yol ayırımında!

Dostlar,

Değerli arkadaşımız Sn. Bülent ESİNOĞLU çok acı ve çarpıcı saptamalar ve
köktenci çözüm önerileri içeren bir makalesini paylaştı :

Ülkemiz bir yol ayırımında!

Dikkatle okumak ve artık “gereğini yapmak”…

Umutsuzluğa asla yer vermeden..

Dünya Devrimler tarihi biz çok öğretici dersler vermekte ve
güven sağlayan deneyimler kazandırmakta..

Türkiye’miz, bu karabasanı da Cumhuriyetin devrimci birikimi ile mutlaka aşacak.

Sorumluları da yargı önünde mutlaka hesap verecekler..

Sıkı durmanın zamanıdır..

Teşekkürler Esinoğlu..

Sevgi ve saygı ile.
19 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

portresi


Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com, 19.9.14

 

Koca Osmanlı İmparatorluğu, küçük yöneticilerin eline kalınca, yönetimler kendilerini yenileyemeyince, Osmanlı gericileşti ve kendini savunamaz konuma geldi.

Yani bir yol ayırımındaydı. Kurtuluş Savaşı‘nın yapılması zorunlu hale geldi. Devrimler zorunlu oldu.

Yol ayırımlarında, büyük devletlerin lokması haline gelmemek için,
ittifaklar zorunlu hale gelir.

Tek başına halledemeyeceğiniz konularda, kimi düşüncelerinizden özveride bulunup, size yakın güçlerle ittifak yapmak durumundasınızdır.

Mustafa Kemal de bunu yaptı.

İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı Sovyetler Birliği’nden destek aldı.

Ancak Atatürk’ün vefatından sonra, bu birliktelik sürdürülmedi. Eski mandacıların çocukları ortaya çıktı. Yönetimleri ele aldı. Tekrar Batının, dolayısıyla
Amerika’nın emrine girildi.

Küçük Amerika süreci Türk halkını çürüttü.
Ülkeyi savunan değerler yıkıldı. Vatansız Müslümanlar türedi.

Ülke yoluna devam edemez hale geldi.

Böyle durumlarda halkımızın önüne, bir seçim yapma zorunluluğu çıkar.

Bu yol ayırımı, öncelikle iktidar konumunda olanlar için zorunluk taşır.
Önderlik olmazsa, zaten halk, başındaki belalarla uğraşmaktan,
ülkeyi savunacak bilince ulaşamaz.

Olayları ve olayların yorumunu, iktidardaki çıkar sahiplerinin gözü ile izler.

Önderler bir şeyler yapabilirse yaparlar.

Şimdiye dek ittifak halinde olduğumuz Batı bloku, bizim çıkarlarımızı hiçe saydı. Dolayısıyla, bu blokla ittifak halinde olmanın bir anlamı kalmadı.
(İttifak demek de ne denli olanaklı, bilemiyorum ama…)

Sistem bizim aleyhimize işledi.

Şimdi Batı, Osmanlının son zamanında olduğu gibi, daha çok şey istiyor.

Yani gene ülkemizi biraz daha küçültmek istiyor.

Açılım, toprak vermenin Batılılar tarafından, halkı ikna etmek için icat edilmiş adıdır.

Zaten PKK’ya doğrudan silah vermeleri de, bunu açıkça göstermektedir.

Aynı Bulgarlara, Yunanlara silah verdiği gibi şimdi de, PKK’ya, Peşmergelere
silah veriyor Batı. Kürt milliyetçiliğini yükseltirken, bizim milli değerlerimiz üzerinde, içerdeki işbirlikçilerini kullanarak savaş yapıyor.

İşbirlikçilerin bugüne dek kullandıkları “bölünmüş Türkiye Batı’nın
işine yaramaz” 
iddiasının da sonuna gelmiş olduk.

TÜSİAD hala diyor ki; “Dünyaya Amerika’nın optiğinden bakmalıyız.”

  • IŞİD, ABD’nin AKP’yi de kullanarak,
    milli devletleri istikrarsızlaştırmak için kurduğu bir operasyon aracıdır.

IŞİD bahane edilerek, Batı yeniden Irak ve Suriye’ye yerleşecek. Zaman zaman IŞİD’ı veya IŞİD’a yeni bir isim bularak, bölge ülkelerini tehdit etmeye devam edecektir.

Zaten bu o denli açıktır ki, Şam’ın güneyinde konuşlanmış El Nusra cephesine, Suriye ordusu tarafından bir harekât oldu mu, İsrail Suriye ordusunu vuruyor.

Öte yandan İngiltere, ABD ve Fransa Suriye’deki muhaliflere (aslında teröristlere) yardım yapacaklarını açıkça ifade ediyorlar.

  • Evet, Türkiye bir yol ayırımındadır!

Önce Ulusal bir iktidar kurarak yönetimimizi modernize edeceğiz,
sonra da ulusal çıkarlarımızı ABD’ye karşı korumak için halkımızı hazırlayacağız.

Mevcut iktidar Batıdan hakkaniyetli bir davranış bekliyor.
Mezhepçilikle işleri yürüteceğini sanıyor.

Osmanlı yıkılırken de, Osmanlı aydını, İngiltere ve Fransa’dan gelecek Hakkaniyetli bir Barış bekleyişindeydi.

Aynı noktaya geri geldik…