Etiket arşivi: sosyalist güç birliği

Sosyalist Güç Birliği’nden Erdoğan uyarısı: Hiç kimse halkımıza ‘kaderine razı ol’ diyemez

Sosyalist Güç Birliği’nden Erdoğan uyarısı:
Hiç kimse halkımıza ‘kaderine razı ol’ diyemez!

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 ve 2018’den sonra önümüzdeki seçimlerde de cumhurbaşkanlığına aday olacağının dile getirilmesine karşı Sosyalist Güç Birliği’nden (SGB) sert bir tepki geldi. SGB açıklamasında, AKP ve Erdoğan’ın hukuku ve muhalefeti yok saydığına dikkat çekildi. Açıklamada “Erdoğan’ı sıkıştığı yerden çıkarmaya çalışmayın, iktidarı halkın örgütlü mücadelesinden kurtarmaya çalışmayın” uyarısı yapıldı.

cumhuriyet.com.tr, 25 Ocak 2023

Devrim HareketiSOL PartiTürkiye Komünist Hareketi ve Türkiye Komünist Partisi‘nin kurucu bileşeni olduğu Sosyalist Güç Birliği‘nden (SGB) AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 3. kez cumhurbaşkanlığına talip olmasına karşı kapsamlı bir açıklama geldi.

Erdoğan’ın seçimleri yenileme yetkisini kullanarak seçim tarihini öne çekmeye çalıştığı belirtilen açıklamada, Anayasa’nın 101. maddesine göre Erdoğan’ın adaylığının önünün kapalı olduğunun altı çizilerek,

“3. kez aday olabilmesine ilişkin Anayasanın 116/3 maddesinde tek bir istisna (ayrık) hükmü var:

O da Cumhurbaşkanının 2. dönemi sürerken Meclis’in 3/5 çoğunlukla (AS: 360 vekil) seçim kararı alması. Oysa Meclis böyle bir karar almış değil ve zaten muhalefetin desteği olmadan iktidar partilerinin 360 oya ulaşması olanaklı değil. Meclis içi muhalefet partileri de Meclis’in böyle bir karar almasına bu saatten sonra razı olmadıklarını açıkladılar. Dolayısıyla Erdoğan’ın çıkışı bir çaresizlik çıkışı olduğu kadar Anayasa’yı yok sayma pişkinliğinin de devamıdır.” denildi.

Açıklamanın süreği (devamı) şöyle :

ERDOĞAN NE HUKUKU NE MUHALEFETİ CİDDİYE ALIYOR! 

AKP, durumu kurtarmak için yorum cambazlıklarıyla Anayasanın çevresinden dolanabileceğini sanıyor: Erdoğan’ın 2017 Anayasasına göre (AS: Böyle bir Anayasa yok! 1982 Anayasası, değişikleriyle yürürlükte) bir kez seçildiğini, dolayısıyla 2. dönemi için hukuksal bir engel olmadığını savunuyor. Yani 2007 değişikliğini yok sayıyor; oysa Cumhurbaşkanı seçilme yöntemi 2007 Anayasa halkoylaması ile değişmişti ve 2017’de buna dokunulmadı. Yani Erdoğan ilk kez 2014’te seçilmişti, 2019’da ise 2. kez. AKP, bunlardan ilkini yok sayarak hukuka takla attırmaya çalışıyor. Verili koşullarda

  • 3. kez Cumhurbaşkanı adayı olamayacağı çok açık olan Erdoğan ne hukuku
    ne muhalefeti ciddiye alıyor.

ALTILI MASA HUKUKSUZLUĞA ORTAK OLMAKTA

Muhalefeti ciddiye almıyor çünkü Altılı Masa partileri, Erdoğan’ın 3. kez aday olmasının hukuksuz olduğunu vurgulamakla yetiniyor. Ama bu hukuksuzluğu Yüksek Seçim Kurulu’na götürmeyeceklerini çünkü oradan Erdoğan lehine karar çıkacağını da peşinen kabul ediyor.
İyi de anayasayı bugün savunmazsanız, yarın YSK seçim sonuçlarını iktidar lehine değiştirirse
ne yapacaksınız? Dolayısıyla Altılı Masa muhalefeti, hukuksal mücadeleye girişmeyerek, bu hukuksuzluğa ortak olmaktadır. Bunu halka kabul ettirmenin eylemli bir payandası durumuna düşmektedir.

  • İktidarın hukuksuzluğunu ve muhalefetin peşinen yenilmişlik tavrını
    halkın kabul etmesi beklenmemelidir.

SİYASAL OLARAK DA MEŞRU DEĞİL 

Erdoğan, Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını tasfiye etmiş,
laikliği ayaklar altına almış, tüm kurumları dinci temellerde yeniden düzenlemiş,
ülkeyi patronlara teslim etmiş, halka düşmanlığı kural haline getirmiş,
emperyalist ülke ve tekellerin dostu olmuş bir otokrattır.

  • Adaylığı hukuka aykırı olduğu gibi, siyasal olarak da meşru değildir.
  • Çünkü ülkenin küçük bir azınlığını oluşturan patronların çıkarları için her türlü suçu işlemiş, milyonlarca emekçiyi açlık ve yoksulluğa, iş cinayetlerine mahkûm etmiştir.

DESTEK VERENLERİ UNUTMADIK

Bugün muhalefet Erdoğan’ın hukuksuz adaylığını sindirebiliyorsa bilinsin ki, Sosyalist Güç Birliği olarak bunun halka dayatılmasına sonuna dek karşı çıkacağız.

Halkın, kurtuluşu Davutoğlu’ndan, Akşener’den, Babacan’dan, Karamollaoğlu’ndan beklemesinin yanlışlığını halka anlatmaktan geri durmayacağız.

Bugüne dek AKP’nin kurduğu rejime doğrudan veya dolaylı destek verenleri de unutmadık.

“HER CEPHEDE MÜCADELEYİ YÜKSELTECEĞİZ”

Sosyalist Güç Birliği açıklaması şu vurguyla son buldu :

“Şimdi bir kez daha Erdoğan’ın hukuksuz adaylığının kabul edilmesini, emekçilerin sahte umutlarla hareketsiz bırakılmasını isteyenleri Sosyalist Güç Birliği olarak uyarıyoruz :

  • Erdoğan’ı sıkıştığı yerden çıkarmaya çalışmayın,
  • İktidarı halkın örgütlü mücadelesinden kurtarmaya çalışmayın.
  • Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olamaz.
  • Hiç kimse halkımıza ‘kaderine razı ol’ diyemez.
  • Sosyalist Güç Birliği Erdoğan’ın adaylığına karşı her cephede mücadeleyi yükseltecektir.

Bundan böyle Sosyalist Güç Birliği, emekçi halkın sözcüsü olarak siyaset sahnesinde yerini almıştır.

  • Yaşasın Emekçilerin Cumhuriyeti!

Türkiye’nin tarihsel dönemeci!

authorMERDAN YANARDAĞ

SİYASET 01.01.2023 BİRGÜN

Önce durumu somut olarak tespit edelim; Türkiye artık eski deyimle seçim “sath-ı mailine” girdi. Bu deyim, “eğik düzlem” anlamına gelir ve artık durdurulması ya da geri çevrilmesi mümkün olmayan bir süreci anlatmak için kullanılır. Dolayısıyla, bütün toplumu ve ülkeyi sarsacak bir olay (doğal afet vb.) veya ağır sonuçlar yaratacak bir siyasal gelişme (topyekûn savaş gibi) olmadığı sürece, 2023 seçimlerini engellemek/iptal etmek mümkün değildir.

Tarihsel ve siyasal bakımdan bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitiren, sadece türdeş olmayan kimi toplum kesimlerinin ideolojik motivasyonlu (İslamcılık-muhafazakârlık) desteğine dayanan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Sınıfsal bakımdan ise yeni gelişen bazı sermaye çevrelerinin çıkar ittifakını yöneten Erdoğan-AKP kliğinin, tek meşruiyet kaynağı seçimlerdir. Bu nedenle, siyasal İslamcı iktidarın bu seçimlerden kaçması, kendisinin tek meşruiyet kaynağını da imha etmesi anlamına gelecektir. Bu durumda ülkeyi yönetmesi imkânsızdır.

Bu seçimde ikilem basit, gerilim ise çok yüksek… Çünkü hem iktidar hem de muhalefet çevreleri bu seçimlere tarihsel bir anlam yüklüyor. Toplumun kaderinin yeniden belirleneceği, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir yol izleneceğinin yeniden tayin edileceği bir seçime gidildiği görüşü ağırlık kazanıyor. Bu değerlendirmenin pek de yanlış olduğu söylenemez.

O halde duruma biraz daha yakından bakalım.

TARİHSEL HESAPLAŞMA

Toplum; Cumhuriyet ile en yüksek noktasına ulaştığı 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme rotasını ya yeniden kuracak ya da Emevi yobazlığına teslim olarak kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline gelecektir. Diğer bir ifade (Başka bir anlatım) ile Türkiye ya modern dünyanın bir parçası olacak ya da İslam dünyasının hala aşamadığı ortaçağın karanlığına sürüklenecektir. İkilem basitçe budur. Giderek şiddetlenen ve bütün toplumu saran gerilimin kaynağı da aynı ikilemde yatmaktadır.

Türkiye, geçen yüz yılda yarım bıraktığı bir hesaplaşmayı tamamlamak zorundadır. Dinci gericilikle hesaplaşmasını bitirememiş, dinciliğin eleştirisini tamamlayamamış hiçbir toplumun gerçek anlamda modernleşmesi ve aydınlanması, -bu anlamda, burjuva karakterli bir demokratikleşmeyi gerçekleştirmesi bile- mümkün değildir.

İhanete uğrayan Cumhuriyet, iktidarına son verdiği güçlerle önce uzlaşmış sonra da teslim olmuştur. Cumhuriyeti cami avlusunda terk edenler, kaderlerini de cemaatin insafına bırakmıştır. Batının kendi değerlerine ihaneti ise, bu süreci tamamlayan bir işlev görmüştür. Bir ülkenin, gericilikle tarihsel hesaplaşma defterini kapatmadan, o yükle yoluna devam etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla; eğer

  • Türkiye dinci gericiliği aşamaz ise,
    hibrit bir rejime ve topluma sürüklenerek en iyi olasılıkla Pakistanlaşacaktır.

HATA YAPMA LÜKSÜ YOK!

Bu nedenle, -eğer tarih ertelenmez ya da öne alınmazsa- önümüzdeki 6 ay içinde yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, yukarıda da altı çizildiği gibi, her hangi bir siyasal yarış olmanın çok ötesinde bir anlam kazandı. İslamcı faşizan iktidar, özellikle AKP liderliği bu durumun bilincinde görünüyor. O nedenle bütün gücüyle Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamaya, düşük yoğunluklu da olsa bir İslami rejim kurma hedefine ulaşmak için çalışıyor.

Bu amaçla, ne yasa ne hukuk tanıyor. Dahası, elinde tuttuğu devletin bütün olanaklarını kullanıyor.

Siyasal sahtekârlık, hile, baskı, adli ve polisiye güçleri kullanmak gibi her yöntemi meşru sayan bir tutum izliyor. Sonuç olarak önümüzde, siyasal ve toplumsal bakımından sert, çatışmalı ve ülkenin canını yakabilecek bir süreç bulunuyor.

  • Ancak, eğer gereği yapılır ve doğru bir siyasal mücadele hattı kurulabilirse,
    bütün rezervlerini tüketen, siyasal ve ideolojik bir iflas yaşayan İslamcı hareketin
    başarı şansı bulunmuyor
    .

Büyük bedeller ödense de, toplumun Arap-Selefi yobazlığına teslim olması imkânsız görünüyor. Ancak, bu ifadenin şartlı bir cümle olduğunu da unutmamak gerekiyor. Eğer gereği yapılırsa…

SİYASAL VE TARİHSEL ÖMÜR

Siyasal ömrünü tamamlayan Erdoğan-AKP iktidarı, tarihsel ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ne yazık ki, bunu son 7 yıldır başardığı da ortada. İslamcı iktidar gücünü önemli ölçüde, devlet aygıtını elinde tutmaktan, muhalefetin dağınıklığı ve programsızlığından alıyordu. Muhalefetin ulusa önderlik etmek konusundaki kapasite eksikliği, İslamcı iktidarın en büyük güç kaynağını oluşturuyordu. Bu boşluğun belli ölçülerde doldurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Fark budur.

Çıkış, seçimlere bir “devrim” anlamı yüklemeden, AKP-MHP bloku karşısında gerçek bir seçenek oluşturmaktan geçiyor. CHP öncülüğünde oluşturulan Millet İttifakı / Altılı Masa böyle bir seçeneği oluşturacak mümkün ve en büyük güç gibi görünüyor. Bu ittifak, tam olarak cumhuriyetçi, halkçı, aydınlanmacı, kamucu, laik ve yurtsever bir seçenek olmasa da kazanmaya en yakın seçenek olma özelliğini de taşıyor. HDP’nin merkezinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği de Altılı Masa ile hem eleştirel bir ilişki hem de koordineli bir tutum izlemelidir. Altılı Masa ya da Millet İttifakı’nın en önemli eksiği soldur. Dolayısıyla bu ittifakı bir sol eleştiri altında tutmak, hem gerekli hem de tarihsel bir görevdir.

Eğer, önümüzdeki seçimler toplumun kaderini yeniden belirleyecek bir öneme sahipse, hile yapılmasına, halkın iradesinin çalınmasına asla izin verilmemelidir. Bu olasılık yüksektir. Ama seçimlerde hile yapmak yasalar önünde hala suçtur. Bu unutulmamalıdır. Dolayısıyla bu olasılığa karşı, yani ülkeyi kaosa sürüklemeyi bile göze alan bir güçle, gerekirse aynı şekilde mücadele etmeye hazır olunmalıdır.

GERİCİ-FAŞİZAN BLOK YENİLEBİLİR!

Çok açık ki, Erdoğan ve kadrosu iktidarı kaybetmekten fena halde korkuyor. Bu nedenle kolay kolay pes etmeyecektir. Çünkü ağır bir hesap sorma dalgasıyla karşılaşma olasılığı çok yüksektir. Dolayısıyla, Erdoğan-AKP iktidarı, geleceğini güvenceye alacak bu seçimi kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaktır.

  • AKP’nin yolun sonuna geldiği, dirense bile bu sondan kaçamayacağı açıktır.

Erdoğan ve partisinin tarihsel ömrünü uzatacak tek şey; muhalefetin ahmakça hataları, toplumcu güçlerin tarihsel süreci doğru okuyamamaktan kaynaklanacak yanlış siyasetleri ve beceriksizlikleri olacaktır.

İslamo-faşist yükselişin sert bir kırılmaya uğratılmasının toplumsal, tarihsel ve siyasal koşullarının büyük ölçüde oluştuğunu söyleyebiliriz. Henüz kurulu düzenin sınırları dışına çıkmaya hazır olmasalar da, geniş toplum kesimlerinin tepkilerini seçim sandıklarına yansıtacakları öngörülebilir.

Yapılacak iş, seçim güvenliği için daha çok çalışmak,
sandıklara ve halkın iradesine etkili bir şekilde sahip çıkmaktır.

Özellikle seçim gecesi olası bir hile ya da sahtekârlık girişimine anında ve etkili bir şekilde karşı koymak, eğer sokaktan gelecek bir saldırı söz konusu olursa, sahada da yanıt vermeyi göze almaktır.

CHP’nin VİZYON BELGESİ 

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
SOL PORTAL 2022-26

İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığıyla büyük bir gösteri biçiminde düzenlenen toplantıda CHP yeni Vizyon Belgesi’ni açıkladı. 3 Aralık’ta sunulan ve bizce henüz bütünlüklü bir vizyon belgesine dönüştürülmüş gözükmeyen bildirilerin temsil ettiği şeyi belki önümüzdeki aylarda daha ayrıntılı görmek ve tartışmak fırsatını buluruz. Bu bildirilerin bütünlüklü bir ekonomi programına dönüşüp dönüşmeyeceği, dönüşürse CHP eliyle mi yoksa 6’lı Masa eliyle mi olacağı herhalde yakın zamanda açıklığa kavuşur. Yakın zamanda diyorum, çünkü seçimlere geri sayım başladı ve bu tür işler için zaman giderek daralıyor.

BİRAZ TARİHÇE

3 Aralık toplantısının değerlendirmesine girişmeden önce bunun tarihsel örneklerini kısaca gözden geçirmek yararlı olabilir. SHP/CHP hareketi 1980’lerden çıkıştan itibaren (başlayarak) bu tür vizyon belgeleri düzenlemeye girişti. Bunlardan birincisi 1989’da SHP’nin genel sekreteri D. Baykal koordinasyonunda bir grup bilim insanı, ekonomi bürokratı ve partili iktisatçının oluşturduğu komisyon aracılığıyla gerçekleştirildi. Sonradan izleyecek örneklerine kıyasla daha ayrıntılı, daha bütünsel ve daha radikaldi. Bu program, 1991 sonunda DYP-SHP koalisyonu protokolünün oluşma sürecinde gevşetilecekti. Malum, koalisyonun büyük ortağı DYP olacaktı, Başbakan DYP’den çıkıyordu ve CHP –hangi akla hizmetse– ekonomiyle doğrudan ilgili hiçbir bakanlık ve müsteşarlık/başkanlık talep etmemişti! Bununla birlikte, koalisyon protokolünde hala birçok şey kurtarılmış gibiydi. Kısa süre oluşturulan Hükümet Programında ise SHP ekonomi programının aşındırılması biraz daha fazla olacaktı. 1993’te başbakanın T. Çiller olduğu yeni DYP-SHP koalisyonunun hükümet programı ise SHP adına daha fazla fire verilmesiyle sonuçlanacaktı. Gerçi SHP’den artık kimsenin bunları dert etmediği bilinmekteydi; koalisyonun ve bakanlıkların paylaşımının sürmesi ana hedef haline gelmişti. Esasen (Gerçekte) uygulama da başından itibaren (bu yana) protokollerin önüne geçmiş, özelleştirilmemesi düşünülen stratejik KİT’ler de özelleştirme programı içine alınmıştı. Bu koalisyon döneminde, ANAP döneminde 1986-1991 yıllarında gerçekleştirilen özelleştirmelerden daha çoğu yapılacaktı.

CHP’nin parlamento dışı kaldığı 1999-2002 döneminde yeniden güçlü bir ekonomi programı hazırlıklarına girişilecekti. Bu program, IMF’nin 2000’den itibaren (başlayarak) bölüşüm ilişkilerinde, kamu varlıklarının talanında yol açtığı tahribatın (yıkımın) giderilmesine odaklanmaktaydı. IMF programına karşı çıkar gibi yapan AKP’den kuşkusuz çok daha tutarlı bir karşı çıkışı da içermekteydi ve bu zeminde ciddi bir iktidar alternatifi (seçeneği) yaratma potansiyeline sahipti. Bunun da önü, 57. Hükümetin dağılmasını hızlandıran K. Derviş’in bu kez CHP’ye transferiyle kesildi. Genel başkan yardımcısı yapılan ve “Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu” başkanlığına getirilen K. Derviş SHP’nin hazırladığı programı baştan aşağı değiştirip IMF programıyla uyumlu duruma getirmekle işe koyuldu. Bu da CHP’nin iktidar adayı olarak iddiasını tamamen (tümüyle) yitirmesine ve ibrenin sahte IMF karşıtlığı yapan AKP’ye dönmesine yol açtı. Sonuç zaten biliniyor.

Şimdi üçüncü kez, “iddialı” olduğu söylenen bir ekonomi programı hazırlıkları yapıldığı izlenimi verilmek isteniyor. Ancak burada, koalisyon ortaklarının veya dıştan güdümlü kişiliklerin sonradan “oyun bozan” olarak sahneye çıktığı bir durumdan söz edemiyoruz. Hazırlıkları yapılan “vizyon belgesi’ başlangıçtan itibaren (beri) sistemle tam uyumlu bir program olarak ortaya çıkıyor. 6’lı Masa’dan bu programa bir itiraz gelmesi pek mümkün (olanaklı) görünmüyor; elbette “koalisyon” icabı (gereği) olarak herkes bazı (kimi) fırça darbeleri vurmak isteyecektir ama bunların öze dokunmayacağı şimdiden söylenebilir. Bu arada AKP’ye tıpkı 2002’de olduğu gibi ciddi bir koz verilmek üzere olunduğunu görmemek de mümkün değil. AKP’nin 2016’ya kadar  (dek) doğrudan ve dolaylı olarak IMF programları uygulayan bir parti olması durumu değiştirmiyor; seçmenin -özellikle de AKP seçmeninin- genel ortalaması bu bağlantıları kurabilecek düzeyde değil. Dolayısıyla AKP yönetimi bugün de çıkıp, “muhalefet IMF güdümlü bir neoliberal program uygulamaya hazırlanıyor, biz ise yerli bir modeli inşa ediyoruz” diyebilecek konuma kolayca yerleşebiliyor. Nitekim bunun salvolarını şimdiden atmaya başladı bile. Üstelik 6’lı Masa partilerinden bazıları IMF programının aslının ve gölgesinin geçerli olduğu dönemlerde ekonomi sorumluluğunu üstlenmiş siyasetçileri barındırıyor; dolayısıyla AKP döneminin ilk yarısı dokunulmaz tabu düzeyinde bulunuyor. (AKP yönetiminin bile kendi ilk dönemini göklere çıkarıyor olmasındaki çelişkinin algılanma düzeyi çok düşük kalacaktır).

BİRAZ AYRINTI

İlk soru şu olmalı: Bu cafcaflı tanıtım kime yönelikti? Öncelikle iç ve dış sermayeye yönelik olduğu açık olmalı. Dünya kapitalist sisteminden ve onun cari birikim modelinden kopuş olmayacağının, AKP döneminin son yıllarındaki bazı “yoldan çıkmaların” düzeltileceğinin güvencesini vermek üzere kurgulanmış bir “vizyondu” bu. Toplantının İstanbul’da yapılması bile bunun işaretiydi: Yerli-yabancı sermayenin ve medyanın en çok rağbet göstereceği mekân olduğu düşünülmüştü. Yoksa toplantıda “bildiri” sunanların üçü yurtdışından gerisi ise Ankara’dan katılmışlardı buraya, yani daha kestirme adres Ankara olmalıydı aslında!

Elbette hedeflenenler arasında, CHP’den bir şeyler bekleyen kendi örgütü ve seçmen kitlesi ile 6’lı Masa partileri de bulunmaktaydı. İktidara karşı da bir gövde gösterisi yapılması hedeflendiyse eğer, AKP’nin bu toplantıdan herhangi bir kaygı duyması için bir neden yoktu, hatta daha önce belirttik, iktidara ummadığı bir koz da veriliyordu.

İktidarın eteklerinde semiren sermayedarlar dışındaki büyük sermaye kesimlerinin de CHP’nin bu sürpriz değeri taşımayan “vizyon belgesini” destekleyeceklerini kolayca öngörebiliriz. Nitekim bunun da bir işareti olarak 4 Aralık’ta Adana’da düzenlenen buluşmada TÜSİAD ve TÜRKONFED eski başkanları iktidara daha açık eleştiri yöneltme pozisyonuna geçiyorlardı (5 Aralık 2022 tarihli Cumhuriyet). Her durumda, 3 Aralık’taki “belgenin vizyonu” sermayenin ufkuna göre ayarlanmıştı.

Bu toplantı konusunda iki farklı TV kanalına sıcağı sıcağına yaptığım yorumlarda, esas olarak burada yazdıklarımı söylerken, CHP’nin Türkiye dahilinden (içinden) hem çok nitelikli hem de mevcut (varolan) ekonomik sisteme karşı net eleştirel konumları benimsemiş olan iktisatçılarla çalışma fırsatını kullanmamasını da eleştirmiş ve önümüzdeki süreçte bu yöne kayması gerektiğini ifade etmiştim. Gerçekleşmesini elbette mümkün görmediğim bu öneriyi aslında değerlendirmemin daha geniş kitlelere ulaşması bakımından önemli bulmuştum ve aynı zamanda neoliberal birikim modeline eleştirel konumlarından hiç ödün vermeyen Türkiye’nin saygın iktisatçılarının görmezden gelinmesine dolaylı tepkimi de ifade etmiştim. Kuşkusuz bu saptamamız, toplantıya katılan iktisatçıların akademik düzeylerine bir eleştiri değildir; neoliberal iktisatın ideolojik çerçevesi dışına çıkılamamasına bir eleştiridir.

Ama şimdi şunun altını daha kalın çizmenin zamanıdır: CHP liderinin ve yönetiminin bu toplantıda benimsediği vizyon ve kadro son derece bilinçli seçilmiştir ve CHP içinden veya sol kesimden gelecek tepkilere göre yeniden biçimlendirilebilecek bir esneklik taşımamaktadır. İç ve dış sermayeye güven vermenin, dışarıdan büyük borçlanma kaynaklarına ulaşabilmenin yolu-nun buradan geçtiğine inanılmaktadır. Daha önceleri de yazmıştım: IMF’siz bir IMF programının mümkün olabilmesinin tek koşulu, iç tepkilerin olmadığı bir durumda, dış kaynak sorununun halledilebilmesidir.

  • Ancak sorun şu ki; yeni dünya konjonktüründe ve Türkiye’nin dış borç yükünün ve temerrüt faizlerinin (CDS oranları) böylesine yüksek olduğu bir ortamda, bol ve ucuz dış kaynak yok.

Hele uluslararası fonların, dürüst yöneticilerin işbaşında olacağı bir ülkeye ve onun kalkınma aşkına sempati duyarak Türkiye’ye “iyiliksever” ve “temiz” mali sermayelerini akıtacağı bir dünya hiç yoktur. (Belki “Alice harikalar diyarında” olabilir).

AKP’nin benimsediği dış kaynaklara dayalı bağımlı büyüme modelini sürdürmeyi öngören bu “CHP vizyonunun” aslında çok önemli bir işlevinin olması da beklenmektedir: Sermayeyi karşısına değil yanına almak. Çünkü Türkiye’nin büyüyen ve CHP’nin bu programıyla daha da büyüyecek olan kaynak sorununu, içerde sermayeye yük aktarmadan çözebilmenin yegâne (biricik) can simidinin, yeni devasa dış borçlanma kaynaklarına erişebilmek olduğu hesabı yapılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, dışa açık ekonomi koşullarını koruyarak, ama bu koşullarda hem sermaye sınıfını korkutup yurtdışına kaynak transfer etmesine yol açmayarak hem de onun siyasal desteğini alarak iktidarda kalabilmenin koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Açıkçası bu pozisyon (konum), İYİ Parti iktisatçılarından Prof. Bilge Yılmaz’ın “gerekirse sermaye hareketleri kontrol edilir” çıkışından çok daha geridir. (Gerçi -muhtemelen sermaye tepkileri üzerine- onun da sesi duyulmaz olmuştur). Ayrıca başlangıç koşulları, AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemdekinden (131 milyar dolar dış borç) çok daha ağırdır (450 milyar dolar) ve ulusal gelire oranla dış borç yükünün yeni bir tırmanmaya izin vermesi pek güçtür.

Toplantıya katılanlar arasında sadece (yalnızca) Prof. Hakan Kara sunumunda “vergi istisna ve muafiyetlerinin” önemli yekûn tuttuğuna ve burada bir kaynak potansiyeli olabileceğine geçerken değindi. Evet doğru; bu konuyu ben ve sevgili meslektaşım Prof. Aziz Konukman bıkmadan gündeme getiriyoruz. (Bkz. 22 Kasım tarihli Sol Haber yazım). 2023 Bütçesinde “vergi harcaması” olarak verilen büyüklük 994 milyar TL’dir ve vergi gelirlerinin %31’ine denk gelen bu tutarın büyük bölümü sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarından oluşur. Şimdi soru şudur: Sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarının salt yarısından vazgeçilmesi bile sermaye kesimi ile bir kol güreşini gerektirirken CHP buna var mıdır? Hele 6’lı Masa bu hazır olabilir mi? Eğer olumlu yanıt verilemiyorsa, dışardan borç bulmak için niçin bu denli gayretkeş (çabalı) olunduğu da anlaşılacaktır. Ama bu hem çok zordur hem de yeni bağımlılık ilişkilerinin göze alınmasını gerektirir. 

SONUÇ

Son 30 yılda Cumhuriyetin kurucu siyasetinin, bırakalım sistem alternatifi (seçeneği) çözüm önermeyi, bir iktidar alternatifi olabilme potansiyelini bile elinden 3. kez kaçırmak üzere olduğu bir süreçten geçiliyor olabilir. Umalım ki; genel ekonominin ve halkın ekonomisinin bu denli kötüye gittiği, hukukun ve dürüst siyasetin bu denli aşındırıldığı bir dönemde bu saptamalarımız bir uyarıdan ibaret kalır ve dinci-otokratik hareketin iktidarı yitirme süreci geri döndürülemez bir mecraya girer.

Ama her durumda, sayılan tüm bu nedenler de bizlere gösteriyor ki, mevcut siyasi ittifaklar dışında bir sosyalist güç birliğine olan ihtiyaç da artık ekmek su kadar elzem olmuştur.