Etiket arşivi: Cumhuriyet’in tasfiyesi

“AKP FETRET DÖNEMİ” BİTİYOR MU?

BİRGÜN PAZAR 2023-7
Nisan / OĞUZ OYAN

Osmanlı’nın “Fetret Dönemi”nden 10 yıl daha uzun sürmüş bir “AKP fetret dönemi” sona ermek üzere mi?

Önce niçin ve neye göndermeyle bir “AKP fetret dönemi”? AKP dönemi, Cumhuriyet’in kuruluş döneminin tam zıttını temsil etmek bakımından Cumhuriyet’in tasfiyesiyle özdeşleştiği için bir fetret dönemidir. Bu fetret döneminden yalnızca 6 hafta sonra çıkılması imkânının (olanağının) belirmesi, Cumhuriyeti felce uğratan / fetretçi / düşmanlaştırıcı iktidar anlayışına teslim olmayan kitleler açısından azımsanmayacak bir umut ve öncelik taşımaktadır.

Sınıf ekseninden bakanlar açısından ise, ağır bir sınıfsal baskı rejimini temsil eden dinci siyasetin durdurulması, aynı zamanda açık faşizme geçişin durdurulmasıyla eş anlamlıdır. Ama, bugüne kadar siyaset sahnesine çıkmış en gerici ittifakı temsil eden güçlerin önümüzdeki seçimlerde yenilgiye uğratılması, dinci siyasetlerin etki alanının hemen hızla geriletilmesi anlamına da gelmeyecektir. Birkaç nedenle:

Birincisi, bugünkü gerici iktidar bloğunun idarede, siyasette, yargıda, askeriyede ve toplumda yarattığı 21 yıllık tahribatın bir günde buharlaşması beklenemez.

İkincisi, iktidar adayı olan Millet İttifakı’nın dinci siyasete de geniş yer açan sağ ağırlıklı yapısı, AKP döneminde önemli zemin kazanan dinci yozlaşmanın üzerine gidilmesine ciddi bir engel oluşturacaktır. Kaldı ki, AKP öncesi döneme dönüşün bile hedeflenmediği de bilinen bir olgudur. Bugünden oluştuğu görülen şey, Millet İttifakının aslında Cumhuriyetin kurucu partisinin temsil ettiği veya etmesi gereken değerler ile dinci-milliyetçi anlayışlar arasında bir sentezin temellerinin atılmakta olduğudur. CHP’nin bu yoldan kısa sürede dönmesi zor görünmektedir. Bu nedenle de siyaset denklemine laikliği/aydınlanmayı da temsil eden sosyalist solun güçlü bir giriş yapmasına olan gereksinim büyüyecektir.

Üçüncüsü, AKP ve müttefikleri seçimlerden sonra da Meclis’te, bürokraside ve yerel yönetimlerde önemli bir siyasal güç olmaya devam edebileceklerdir. (Hatta seçimlerden sonra siyasi kartların yeniden dağıtılması ve ittifakların tazelemesi sonucunda kısa sürede yeniden güç kazanması olasılığı da dışlanamaz).

Dördüncüsü, seçimden sonraki iktidarın çok zor gündemlerle baş etmesi gerekecektir. Kahramanmaraş Depremleri’nin yol açtığı insani ve fiziki yıkım, öncelikli olmakla birlikte bunlardan yalnızca birisidir. Ekonomik/mali dengesizliklerden orta vadede (erimde) kurtulmayı öngören ciddi bir programa, hukuksuz/Anayasasız bir dönemden “bağımsız” bir hukuk rejimi inşasına, Cumhurbaşkanlığı merkezli yönetim biçiminden güçler ayrılığını içeren bir siyasi/idari yapılanmaya, imar/ihale yolsuzluklarından ve bütçe hakkının gaspedildiği bir yapıdan denetlenebilir ve hesap sorulabilir bir kamu mali yönetimine,  yığılan dış mali yükümlülükler ile sertleşen emperyalist dayatmalara karşı kararlı tavırlar üretebilecek bir siyasi yapılanmaya, gelir/servet dağılımındaki uçurumlarla beslenen yapısal ve toplumsal bunalımlardan dengeli bir ekonomik-toplumsal duruma geçişi hızlandıracak adımlar atılamazsa, pusuda bekleyecek olan radikal İslamcı siyaset karşı saldırıya geçmekte gecikmeyecektir. 

Kapkaççı ve Talancı Zihniyet

Kapkaççı zihniyetin bugünkü iktidar kadrolarına ve iktidarın eteklerindeki sermaye çevrelerine ne denli nüfuz ettiğini seçim sürecine girildiği son dönemde apaçık gözlemlemek mümkün. Gün geçmiyor ki yeni bir kamu emlakı satışı, bir imar peş keşi, bir ihale cambazlığı haberi çıkmasın. Deprem bölgesinde, felaketin enkazı bile kaldırılmadan girişilen acul inşaat girişimleri tam da bu “selden kütük kapma” telaşının en çarpıcı göstergesidir. Üstelik depremden hiç ders almadan meraları/tarım topraklarını yerleşime açmaya devam ederek, betonu tarıma yeğlemeyi sürdürerek.

Kapkaççılık daha çok fırsatçılığı çağrıştırır ama yağmacılığın da ikiz kardeşidir. Peki, tekrar Osmanlı örneğine dönersek, yağmacılık bugünkü dinci siyasetin tarihsel genlerine işlediği için mi aralarında bu kadar içli-dışlı bir ilişki var? Önce şu düzeltmeleri yapalım: Bir kere (kez) Osmanlı devletinin esas olarak dış talan (dış artık-ürün) üzerinde ayakta durduğunu iddia eden görüşler (veya “izlenimler”) dayanaksızdır. Bütün tarım toplumlarında olduğu gibi, Osmanlı devletinin de asli (birincil) gelir kaynakları tarımsal artığın (iç-artık ürünün) ele geçirilmesine dayalıdır. (Bu artığın ille de merkezileştirilmesi gerekmez; nitekim tüm feodal Ortaçağ toplumlarında olduğu gibi askeri ve diğer (öbür) hizmetler karşılığı olarak önemli bir bölümü üretildiği yerde kalır). Öte yandan, Osmanlı fetihlerinden elde edilen ganimet gelirleri de bütünüyle fetihçi askeri sınıfa bırakılmaz. Fetihlere katılanlar, İslami geleneğe de uygun olarak, ganimetten “hums-u şeri” (yani beşte bir) oranında pay alırlar; gerisi Padişah’ın özel hazinesine kalır. Dolayısıyla kuralsız bir paylaşıma izin verilmez. Ancak ilerleyen yüzyıllarda Osmanlı devletinin gerilemesiyle birlikte başka devletlerden sağladığı haraç gelirleri gibi fetihlerin bitmesiyle ganimet gelirleri de son bulur; bir anlamda dış-artık ürün eksiye döner.

21. yüzyılın dinci gericiliğinin tevarüs ettiği şey olsa olsa % 20 komisyonculuğu olabilir. Ama bunu bile bağlamından koparmadan bugüne taşımak mümkün olmaz. Burada artık ganimetin beşte birinden ziyade, parazit bir siyasetçi/sermayedar sınıfının, devletin rant dağıtma kanallarını kontrol etmesine bağlı olarak oluşturduğu haraç/rüşvet ağından bahsedebiliriz. Son dönem Osmanlı yönetici sınıfıyla özdeşlik kurulması burada daha mümkün hale gelir.

Ancak özdeşlik kurulamayacak şey, bugünkü dinci gericiliğin şeriatçı tasavvurlarının Osmanlı yönetici sınıflarında aranmasıdır; bunun bir karşılığı yoktur. Bakmayın Abdülhamit’in 31 Mart dinci ayaklanmasına tutunarak iktidarını korumaya çalışmasına, dinci/şeriatçı ayaklanma tehdidi Osmanlı sultanlarının en ürktüğü konu olmuştur. Esasen Osmanlı’da örfi hukukun uygulama alanı her zaman şeri hukuk alanından daha geniş tutulmuş, Tanzimat sonrasındaki dönemde bu eğilim daha da pekişmiş ve sekülerleşme yönünde adımlar da atılmıştır. (Tayyipgillerin Tanzimat sonrasından hoşlanmamasının bir nedeni de budur ama bugünkü dinci gericiliğin kendisine örnek alabileceği bir dönem Tanzimat öncesinde dahi  -16. yüzyıldaki Şeyhülislam Ebussuud Efendi dönemi dahil- bulunmamaktadır).

Sorun şudur                          :

  • Osmanlı’da bile doğrudan iktidar fırsatı bulamamış bir şeriatçı azınlığın, iç koşulların ve emperyalizmin Türkiye planlarının çakışması sonucunda iktidara çöreklenmiş olması ve
  • Cumhuriyetin hem manevi hem de maddi kazanımlarını yağmacı bir zihniyetle 21 yıldır talan edip durmasıdır.
  • Talancıların iktidara yapışmasının bir nedeni buysa, öbürü de hesap sorulmasından dehşetli ürküyor olmalarıdır.

Sonuç: Yeni bir Destan Yazılmalı

Osmanlı “Fetret Dönemi”nin en hayırhah olayı, merkezkaç bir “sosyalizan” güç olarak ortaya çıkan (veya çıktığı varsayılan) Şeyh Bedrettin isyanları olmuştu. Sol yazında “eşitlikçi” ve “paylaşımcı” bir hareket olarak anılan Şeyh Bedrettin olayı, bir yandan da geç feodal Ortaçağ’ın din temelli köylü isyanlarını hatırlatır. Belki bu bakımından, bugünkü aydınlanma ve sosyalizm mücadelesine ışık tutamayabilir. Ama sol mücadelenin de tarihsel efsanelere ihtiyacı vardır ve bu nedenle de Nazım Hikmet tarafından Şeyh Bedrettin Destanı zulme karşı halkın meydan okumasının bayrağı olarak yüceltilmiştir.

Şimdi AKP’nin zulüm ve fetret dönemini aşmanın mücadelesini verirken, yeni destanlar yaratmaya ihtiyacımız var. Bu destanlar, emekçi sınıfların ve sosyalist aydınların omuzlarında yükselecek ve iktidara karşı seçimlerin kazanılmasıyla sonlanmayacak; seçimlerden sonra egemen sistemi sürdürmeye yönelik tüm programlara karşı verilen mücadele sürecinde yazılacak.

Türkiye’nin tarihsel dönemeci!

authorMERDAN YANARDAĞ

SİYASET 01.01.2023 BİRGÜN

Önce durumu somut olarak tespit edelim; Türkiye artık eski deyimle seçim “sath-ı mailine” girdi. Bu deyim, “eğik düzlem” anlamına gelir ve artık durdurulması ya da geri çevrilmesi mümkün olmayan bir süreci anlatmak için kullanılır. Dolayısıyla, bütün toplumu ve ülkeyi sarsacak bir olay (doğal afet vb.) veya ağır sonuçlar yaratacak bir siyasal gelişme (topyekûn savaş gibi) olmadığı sürece, 2023 seçimlerini engellemek/iptal etmek mümkün değildir.

Tarihsel ve siyasal bakımdan bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitiren, sadece türdeş olmayan kimi toplum kesimlerinin ideolojik motivasyonlu (İslamcılık-muhafazakârlık) desteğine dayanan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Sınıfsal bakımdan ise yeni gelişen bazı sermaye çevrelerinin çıkar ittifakını yöneten Erdoğan-AKP kliğinin, tek meşruiyet kaynağı seçimlerdir. Bu nedenle, siyasal İslamcı iktidarın bu seçimlerden kaçması, kendisinin tek meşruiyet kaynağını da imha etmesi anlamına gelecektir. Bu durumda ülkeyi yönetmesi imkânsızdır.

Bu seçimde ikilem basit, gerilim ise çok yüksek… Çünkü hem iktidar hem de muhalefet çevreleri bu seçimlere tarihsel bir anlam yüklüyor. Toplumun kaderinin yeniden belirleneceği, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir yol izleneceğinin yeniden tayin edileceği bir seçime gidildiği görüşü ağırlık kazanıyor. Bu değerlendirmenin pek de yanlış olduğu söylenemez.

O halde duruma biraz daha yakından bakalım.

TARİHSEL HESAPLAŞMA

Toplum; Cumhuriyet ile en yüksek noktasına ulaştığı 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme rotasını ya yeniden kuracak ya da Emevi yobazlığına teslim olarak kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline gelecektir. Diğer bir ifade (Başka bir anlatım) ile Türkiye ya modern dünyanın bir parçası olacak ya da İslam dünyasının hala aşamadığı ortaçağın karanlığına sürüklenecektir. İkilem basitçe budur. Giderek şiddetlenen ve bütün toplumu saran gerilimin kaynağı da aynı ikilemde yatmaktadır.

Türkiye, geçen yüz yılda yarım bıraktığı bir hesaplaşmayı tamamlamak zorundadır. Dinci gericilikle hesaplaşmasını bitirememiş, dinciliğin eleştirisini tamamlayamamış hiçbir toplumun gerçek anlamda modernleşmesi ve aydınlanması, -bu anlamda, burjuva karakterli bir demokratikleşmeyi gerçekleştirmesi bile- mümkün değildir.

İhanete uğrayan Cumhuriyet, iktidarına son verdiği güçlerle önce uzlaşmış sonra da teslim olmuştur. Cumhuriyeti cami avlusunda terk edenler, kaderlerini de cemaatin insafına bırakmıştır. Batının kendi değerlerine ihaneti ise, bu süreci tamamlayan bir işlev görmüştür. Bir ülkenin, gericilikle tarihsel hesaplaşma defterini kapatmadan, o yükle yoluna devam etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla; eğer

  • Türkiye dinci gericiliği aşamaz ise,
    hibrit bir rejime ve topluma sürüklenerek en iyi olasılıkla Pakistanlaşacaktır.

HATA YAPMA LÜKSÜ YOK!

Bu nedenle, -eğer tarih ertelenmez ya da öne alınmazsa- önümüzdeki 6 ay içinde yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, yukarıda da altı çizildiği gibi, her hangi bir siyasal yarış olmanın çok ötesinde bir anlam kazandı. İslamcı faşizan iktidar, özellikle AKP liderliği bu durumun bilincinde görünüyor. O nedenle bütün gücüyle Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamaya, düşük yoğunluklu da olsa bir İslami rejim kurma hedefine ulaşmak için çalışıyor.

Bu amaçla, ne yasa ne hukuk tanıyor. Dahası, elinde tuttuğu devletin bütün olanaklarını kullanıyor.

Siyasal sahtekârlık, hile, baskı, adli ve polisiye güçleri kullanmak gibi her yöntemi meşru sayan bir tutum izliyor. Sonuç olarak önümüzde, siyasal ve toplumsal bakımından sert, çatışmalı ve ülkenin canını yakabilecek bir süreç bulunuyor.

  • Ancak, eğer gereği yapılır ve doğru bir siyasal mücadele hattı kurulabilirse,
    bütün rezervlerini tüketen, siyasal ve ideolojik bir iflas yaşayan İslamcı hareketin
    başarı şansı bulunmuyor
    .

Büyük bedeller ödense de, toplumun Arap-Selefi yobazlığına teslim olması imkânsız görünüyor. Ancak, bu ifadenin şartlı bir cümle olduğunu da unutmamak gerekiyor. Eğer gereği yapılırsa…

SİYASAL VE TARİHSEL ÖMÜR

Siyasal ömrünü tamamlayan Erdoğan-AKP iktidarı, tarihsel ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ne yazık ki, bunu son 7 yıldır başardığı da ortada. İslamcı iktidar gücünü önemli ölçüde, devlet aygıtını elinde tutmaktan, muhalefetin dağınıklığı ve programsızlığından alıyordu. Muhalefetin ulusa önderlik etmek konusundaki kapasite eksikliği, İslamcı iktidarın en büyük güç kaynağını oluşturuyordu. Bu boşluğun belli ölçülerde doldurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Fark budur.

Çıkış, seçimlere bir “devrim” anlamı yüklemeden, AKP-MHP bloku karşısında gerçek bir seçenek oluşturmaktan geçiyor. CHP öncülüğünde oluşturulan Millet İttifakı / Altılı Masa böyle bir seçeneği oluşturacak mümkün ve en büyük güç gibi görünüyor. Bu ittifak, tam olarak cumhuriyetçi, halkçı, aydınlanmacı, kamucu, laik ve yurtsever bir seçenek olmasa da kazanmaya en yakın seçenek olma özelliğini de taşıyor. HDP’nin merkezinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği de Altılı Masa ile hem eleştirel bir ilişki hem de koordineli bir tutum izlemelidir. Altılı Masa ya da Millet İttifakı’nın en önemli eksiği soldur. Dolayısıyla bu ittifakı bir sol eleştiri altında tutmak, hem gerekli hem de tarihsel bir görevdir.

Eğer, önümüzdeki seçimler toplumun kaderini yeniden belirleyecek bir öneme sahipse, hile yapılmasına, halkın iradesinin çalınmasına asla izin verilmemelidir. Bu olasılık yüksektir. Ama seçimlerde hile yapmak yasalar önünde hala suçtur. Bu unutulmamalıdır. Dolayısıyla bu olasılığa karşı, yani ülkeyi kaosa sürüklemeyi bile göze alan bir güçle, gerekirse aynı şekilde mücadele etmeye hazır olunmalıdır.

GERİCİ-FAŞİZAN BLOK YENİLEBİLİR!

Çok açık ki, Erdoğan ve kadrosu iktidarı kaybetmekten fena halde korkuyor. Bu nedenle kolay kolay pes etmeyecektir. Çünkü ağır bir hesap sorma dalgasıyla karşılaşma olasılığı çok yüksektir. Dolayısıyla, Erdoğan-AKP iktidarı, geleceğini güvenceye alacak bu seçimi kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaktır.

  • AKP’nin yolun sonuna geldiği, dirense bile bu sondan kaçamayacağı açıktır.

Erdoğan ve partisinin tarihsel ömrünü uzatacak tek şey; muhalefetin ahmakça hataları, toplumcu güçlerin tarihsel süreci doğru okuyamamaktan kaynaklanacak yanlış siyasetleri ve beceriksizlikleri olacaktır.

İslamo-faşist yükselişin sert bir kırılmaya uğratılmasının toplumsal, tarihsel ve siyasal koşullarının büyük ölçüde oluştuğunu söyleyebiliriz. Henüz kurulu düzenin sınırları dışına çıkmaya hazır olmasalar da, geniş toplum kesimlerinin tepkilerini seçim sandıklarına yansıtacakları öngörülebilir.

Yapılacak iş, seçim güvenliği için daha çok çalışmak,
sandıklara ve halkın iradesine etkili bir şekilde sahip çıkmaktır.

Özellikle seçim gecesi olası bir hile ya da sahtekârlık girişimine anında ve etkili bir şekilde karşı koymak, eğer sokaktan gelecek bir saldırı söz konusu olursa, sahada da yanıt vermeyi göze almaktır.

1 KASIM 2015 SEÇİM SONUÇLARI ve 2023’e DOĞRU TÜRKİYE

1 KASIM 2015 SEÇİM SONUÇLARI ve 2023’e DOĞRU TÜRKİYE


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Seçim sonrası erken dönem hatta akut yorumlar, değişik içeriklerle basında görülmeye başlandı. Kuşkusuz bu “şok” tablosu atlatıldıkça –ki hızla geçirilmelidir– travma sonrası daha gerçekçi, serinkanlı çözümlemelere gereksinim ivedidir. Kestirmeden söylemek gerekirse;

Durum ciddidir, çoook ciddidir.

2023 hedefleri olarak “Anadolu Federe İslam Devleti” ni örtük / açık gündem olarak koyan tutkun ve kararlı bir siyasal kadro, 13 yıldır bu doğrultuda kesintisiz olarak yapageldiği köktenci girişimlere ek olarak bir 4 yıl daha süre, “altın fırsat” kazanmıştır.. Hem de 317/550 vekille.. (%49 oyla vekillerin %58’ini sağlayan adaletsiz seçim sistemiyle! 270 vekil çıkartacak iken barajlı D’Hondt sistemiyle fazladan 47 vekile sahip olarak!??) TBMM Başkanlığını daalacaktır AKP, Cumhurbaşkanlığı bu kadronun elindedir ve tüm devlet bürokrasisi kapıcısına dek yıllardır AKP’nin mutlak buyruğundadır.

2019’un 10 Ağustos’unda AKP 26. dönem TBMM’de tek başına 63. hükümet iken Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilecektir.. Bu çok büyük bir avantajdır Tayyip bey ve AKP için; eğer bu arada BAŞKANLIK REJİMİ‘ne geçilmemiş olursa.. 63. Hükümet bir kazaya uğramazsa..

Bu da çok zor görünmüyor. MHP hemen her yerde beklenmedik / beklenen destekler verebilir AKP’ye geçmişte hep olduğu üzere.. 317 + 40 = 357 ile Anaysa 330 oyla değiştirilir ve halk oylamasına gidilir. Bir biçimde “halledilir”.. Erdoğan Cumhur’u nasılsa o yüksek ikna gücüyle yoluna koyar…

HDP bile kimi “orta boy – irice ödünlerle” Tayyip Beyin Başkanlık özlemine sıcak bakabilir.. Anayasa değişikliği oylaması gizli yapılacağından (Anayasa md. 175), CHP ve öbür muhalefet vekilleri gizli oylamada ne yapar, bilinmez..

2015-19 arası 4 yılda 26. TBMM’de zaman, AKP – RTE tarafından özellikle hızlandırılacaktır. Cumhuriyetin kazanımlarından geriye ne kaldı ise,
2023’e dek “aşamalı halletme” yerine, ne olur ne olmaz kaygısıyla “hızlandırarak halletme” yöntemine başvurulacaktır. Nitekim dün, “AÇILIM” ucubesinin kuramsal – düşünsel mimarlarından AKP’nin yeni
Van milletvekili Prof. Beşir Atalay, sıcağı sıcağına “Açılımı” hemen gündeme getirmiştir. Çünkü bu misyon AKP’ye uluslararası güçlerce zimmetlenmiştir.

Dileriz zaman bizi yanıltır; AKP – RTE Devlet aklıyla ılımlılaşır!?..

Sonuç olarak; 7 Haziran’dan bu yanan AKP – RTE tarafından özel yöntemlerle terbiye edilen Cumhur’un 1 Kasım 2015 seçiminde koyduğu yeni “istendik” iradesi, AKP’yi tek başına iktidara getirdiğinden, bu kez RTE – AKP tarafından uygun bulunmuştur!..

Egemenlik bağsız koşulsuz AKP – RTE’nindir.

Türkiye’nin tersyüz edilmiş hazin ve çıplak siyasal gerçeği,
alaturka demokrasisi işte budur!

Gelişmeler, kimi köşe yazarlarının magazin basını biçemiyle (üslubuyla) hedonik sırıtmalar eşliğinde açıklanacak ölçüde yalın değildir;
tersine çok boyutludur ve asla sığ değildir.

Çok ama çok tehlikeli ve stratejik derecede kritiktir.

Türkiye’nin Cumhuriyetçi aydınlarına, uluslararası topluma ve Tarihe
kaygı ile sunarız..

“Cumhuriyet yaşasın” diyen başta AKP’liler olmak üzere tüm yurttaşlara da..
Çünkü içine girdiğimiz süreç, Cumhuriyet’in tasfiyesine kilitli!

Sevgi ve saygı ile.
02 Kasım 2015, Ankara

Prof. Dr. Eyüp S. Karakaş : BEN DE ÖZÜR İSTİYORUM !


BEN DE ÖZÜR İSTİYORUM !

Satır içi resim 1

Prof. Dr. Eyüp S. Karakaş*

Sayın Başbakan T.C.. Devletinin Dersim’de yaptıklarından dolayı özür diledi.

Annem Tunceli’nin Çemişgezek, babam Hozat ilçesinde doğmuş, büyümüş.
Ben de Çemişgezek doğumluyum. Yani ben de  ‘Dersim’ liyim. Sayın Başbakanın Devlet adına özür dilemesi beni de ilgilendiriyor; çünkü benden de özür dilenmesi gerekir.
Kimler mi? Elbette öncelikle Seyit Rıza ve benzeri şakilere sahip çıkanlar ve onlar adına konuşanlar benden özür dilemelidirler. 

Ben Dersim olaylarını babaannem, babam ve annemden dinleyerek büyüdüm.

Devlete isyan eden asiler yalnızca askerleri katletmekle kalmamış, oranın sivil halkını da öldürmüşler ve zulmetmişlerdir. Babaannemin nahiye müdürü olan Salih isimli kardeşinin oğlu Efendi’yi asiler kaçırmış ve daha sonra ‘gel çocuğunu geri vereceğiz’ diye köylerine çağırmış ve yolda pusu kurarak öldürmüşlerdir. Bu ölüm Hozat’ta büyük üzüntüye sebep olmuş ve
aşağıdaki ağıt-türkü yakılmıştır. Bu türkü halen söylenmektedir:

‘Hozat’ta gezerdim bir fidan boylu,
Görenler derdi kim bu aslan soylu,
Sorana deyin ki Hamil’in oğlu..
Varsın Hozat yansın ver veran olsun
Hozat’ın gençleri intikam alsın

Hozat’in içinde okunur ezan,
Ne kara yazmış ah alnını yazan,
Hep Seyit Rıza’dır kavlini bozan.
Yolumu kesenler yolundan kalsın
Büyüsün Efendi’m intikam alsın.

Öbür kardeşini de benzer biçimde öldürmüşler. Onun için de bir türkü söylenmiştir.
O türkünün sözleri söyledir:

Atımı bağladım nar ağacına,
Perçemim dolandı gül ağacına
Gidin söyleyin benim bacıma
Nasıl dayanacak benim acıma.

Türküde geçen bacı, benim baba-annemdir. Rahmetli babaannem bu olanları anlatır, türküleri söyler ağlardı. Eşkiya işi o kadar azıtmıştır ki, birkaç kere Çemişgezek’i basmış, karşı koymaya çalışanları öldürmüş ve kasabayı yağmalamıştır. Annem o günleri hatırlıyor. Kadınlar bir camiye toplanır eşkiya onlara bir kötülük yapmasın diye dua eder tespih çekerlermiş. Daha üç gün önce, o günlerde küçük bir kızın yanında öldürülen yüzbaşıyı, balta ile parçalanarak öldürülen askerleri, Fırat nehrini salla geçerken salın ipi kesilerek Fırat’ın azgın sularına terk edilen ve boğulan askerlerin hikâyesini anlatırken gözleri doldu.

Bu asiler köprüleri yıkmışlar, telefon tellerini kesmişler, nahiye müdürü, vergi tahsildarı gibi memurları öldürmüşler, karakolları basmışlar, subayları, astsubayları, erleri öldürmüşler.
Halkın mal, can ve ırz emniyeti kalmamış. İşte bu ortamda askeri müdahale yapılmış ve
suçlular ağır biçimde cezalandırılmış.
***

İkinci Dersim harekâtında maalesef bu asilerin yanında
çok sayıda yerli halk da zarar görmüştür..

Deyim yerinde ise kurunun yanında yas da yanmıştır. İsyana iştirak eden aşiretler zorunlu iskâna tâbi tutulmuş ve Anadolu’nun farklı bölgelerine gönderilmiş. İsyanın liderlerinden Seyit Rıza ise aslen bir Türk’tür. Kendisinin bazen Arap, bazen Kürt olduğunu söylemiştir ama mensup olduğu aşiret aslında bir Türk aşiretidir.

Bu hareket sonunda Tunceli’den tamamı son model 14 binden fazla silah toplanmıştır.

Dersim dosyasının açılmasını ‘Cumhuriyet’in tasfiyesi‘ projesi içinde değerlendirmek gerekir; Cumhuriyet’i koruyan tüm kişiler, kurumlar, topluluklar sindirilmeye, etkisizleştirilmeye veya Cumhuriyet’ten soğutulmaya çalışılıyor. Cumhuriyeti sonsuza dek korumak ve kollamak kararlılığı ve direnci kırılmak isteniyor; insanlar hapse atılıyor,
hatta öldürülüyor, bilgi kirliliği yaratılıyor; âdeta Laik Cumhuriyet’ten intikam alınıyor.

Bu çerçevede sıra Alevilere gelmişti.
Alevi yurttaşlarımızda Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet sevdası her zaman var olmuştur. Cumhuriyeti koruma kararlılığını hiç yitirmemişlerdir.
Dersim dosyası açılarak, Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten soğutulmaya çalışılıyor.

Özetle; Laik Cumhuriyet savunmasız bırakılmak isteniyor.
Geçmişte kimi oyunlara gelmeyen Alevilerin bu gün de bu oyunu bozacağına inanıyorum.
_________________________________
*Acıbadem Hastanesi, Kayseri

=======================================

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızdan gelen bir dosyayı paylaştık yukarıda..
Bu konuda görüşler değişken..

Takdir okuyucunun…

Sevgi ve saygı ile,
02.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net