Etiket arşivi: siyasal İslamcı iktidar

SAHİPSİZ CUMHURİYET

72 gündür haksız – hukuksuz tutuklu..

Bugün Cumhuriyet ve onun tarihsel kazanımları sahipsizdir.
Kemalist devrimden yana milyonlarca cumhuriyetçi, bu anlamda demokrasi ve özgürlüklerden yana her sınıftan çok büyük bir yurttaş kesimi siyasal olarak yalnız bırakılmıştır. Diğer bir ifadeyle neredeyse toplumun yarısı örgütsüzdür. Kendilerini yenilmiş, korumasız ve tehdit altında görmektedir.

Cumhuriyet, yarım bırakılmış bir devrimin ürünüdür. Cumhuriyetin asker-sivil bürokrasisi ve burjuvazisi kendi devrimine ihanet etmiştir. Cumhuriyet burjuvazisi ve bürokrasisi, tarihle yaşadıkları yasak bir ilişkinin sonucu gibi cumhuriyeti cami avlusunda terk etmiştir. Cami cemaatinin bir bölümü de insaflarına terk edilen genç cumhuriyeti o avluda boğazladı. Cumhuriyetin üst bürokrasisinin ve burjuvazisinin bu ihaneti, kendi sonlarını da hazırlamış, korkaklık ve güçsüzlükleri nedeniyle siyasal iktidarı vererek, ekonomik iktidarlarını korumaya yönelmiştir. Nedeni sol korkusudur.

Ancak siyasal (dolayısıyla kültürel) iktidarı vermek, ekonomik iktidarı kurtarmaya yetmemiş, alan olabildiğine daraltılarak muhafazakâr-İslamcı bir sermaye sınıfı yaratılmıştır. Tarihin yasasıdır; kendi devrimini yarım bırakan ya da ona ihanet eden her güç, hareket ya da sınıf kendi mezar kazıcılarını yaratır.

  • Sol korkusu cumhuriyetin feda edilmesiyle sonuçlanmıştır.

AKP ve onun siyasal İslamcı iktidarı (aynı anlama gelmek üzere İslamcı-faşist rejim) böyle bir tarihsel sürecin sonucudur. Emperyalizmin bölgesel ve küresel hesapları ile İslamcı hareketin yerel hedefleri arasındaki konjonktürel (toplu durum) örtüşme, AKP’yi iktidara taşımış ve bu parti fırsatı son derece iyi şekilde, her yol ve yönteme başvurarak değerlendirmiştir.

KORKU ve TÜKENİŞ

  • Cumhuriyet ve başta laiklik olmak üzere onun kazanımları tam anlamıyla savunmasızdır.

Eğitimin bütünüyle imam-hatipleştirerek dinselleştirilmesi karşısında bazı meslek örgütleri ve aydınlar ile sosyalist partiler dışında kimseden ses çıkmıyor. CHP laiklik konusundaki tavırsızlığını, hareketsizliğini sürdürüyor. Muhalefet faaliyetlerini Meclis ile sınırlama tutumunda ısrar ediyor. Bir ölüm sessizliğidir bu!

Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni eğitim öğretim yılı için hazırladığı haftalık ders çizelgesinde; çeşitli müfredat oyunlarıyla zorunlu din dersleri 16 saate çıkarılıyor.

Bu süre neredeyse toplam haftalık ders saatinin yarısına denk geliyor.

Bu yeni ders çizelgesi, Anayasa’ya, laiklik ilkesine, devrim kanunlarına,
cumhuriyetin temel niteliklerine açıkça aykırıdır.

Böyle olmasına karşın, cumhuriyetin sivil kurucu gücü olan ve Kemalist mirası temsil ettiği iddiasını sürdüren- sürdürüyor mu tam emin değilim gerçi- CHP, tuhaf bir yaklaşımla olan biteni sadece izliyor. Cılız birkaç Meclis açıklamasıyla adeta yasak savıyor. Öyle ki, “Aman bizi din düşmanı zannetmesinler” korkusu -ki temelsiz bir endişedir- CHP’yi paralize ediyor.

Ayrıca, karma eğitimin kaldırılması yönündeki gerici faşist çevrelerce yürütülen kampanya, bu talebe sıcak baktığını gizlemeyen iktidarın sinsi hazırlıkları; Milli Eğitimin Müdürlüklerinin, tarikat vakıflarıyla yaptığı işbirliği protokolleri; hastane ve okullara “değerler eğitimi” gerekçesi ile imam atanması; festival ve konser yasakları; içki içilmesini sınırlama, hatta yasaklama yönündeki girişimler ve devlet kurumlarındaki liyakata değil sadakata dayalı ideolojik kadrolaşma karşısında da CHP anlamlı bir direniş sergilememiş, dahası bu alanları koruyamamıştır. Oysa tarihsel, ahlaki ve felsefi bakımdan güçlü olan kendisidir. Meşruiyetini ise doğrudan kurucu iradesi olduğu cumhuriyetten almaktadır.

ESKİ OLAN İSLAMCILIKTIR!

Eskiyi, köhne olanı, ilkelliği, tükeneni, çağını dolduran bir güç ve zihniyet olma özeliğini, gericiliği ise siyasal İslamcılık temsil etmektedir.

Bu nedenle 200-250 yıllık bir Aydınlanma ve modernleşme deneyimi ve birikimine sahip olan Türkiye’de asıl güçsüz olan, bu nedenle de gerçekte son derece korkak bir karaktere sahip hareket/akım İslamcılıktır. Siyasal İslamcılar bunun farkındadır. Habersiz olan CHP ya da ona egemen olan liberal anlayıştır.

İslamcı-muhafazakâr ideolojik ve politik saldırı karşısında, CHP’deki geriye çekilme ve sağa kayma tutumu öyle bir sınıra gelmiştir ki; bu parti neredeyse Cumhuriyeti kurduğu için “özür” dileyecektir. Bu ironi, emin olun fiilen gerçekleşmektedir. AKP’den koptuğu belirtilen muhafazakâr kesimlerin, ‘CHP’ye oy verirsek kazanımlarımızı yitiririz’ korkusu karşısında gösterilen hassasiyet -ki bu korkunun varlığı temelsiz bir iddiadan ibarettir- cumhuriyetin kazanımları konusunda gösterilmemektedir.
∗∗∗
Bu anlamda 14-28 Mayıs seçimlerinin kaybedilmesi -ki adil ve demokratik bir seçim yapılmadığını hiç unutmamak lazım- esas olarak cumhuriyetin kazanımlarını kararlı bir şekilde savunarak merkez sağ ve demokratik muhafazakâr seçmene güven verilememesidir. Bu güven 1970’lerde nasıl verildiyse, yine verilebileceğini unutmamak gerekiyor. Bunun için önce ‘kendiniz olmak’ şarttır.

Cumhuriyeti temsil eden ve onu savunabilecek son kurum CHP olduğu halde; bunu yapamamış ya da liberal bir zihin kirlenmesinin etkisiyle yapmamıştır. Maliyeti ağırdır. CHP kendi siyasal ve ideolojik çizgisi ile tarihsel misyonunun gereğini yapmak yerine kendi sağına bakarak ‘acaba ne derler’ kaygısına odaklanmıştır. Durum böyle olunca asıl güç kaynağını oluşturan, üstüne bastığı zemini imha etmeye başlamıştır.

Cumhuriyetin dramı budur.

Bu makûs talihi yenecek tek güç, yurtseverler ve devrimcilerdir.

YAZILAR ve ÖZÜR NOTU

Tahmin edilebileceği gibi yazılarımı el yazsısı şeklinde gönderiyorum. Çünkü bütün cezaevleri gibi; Silivri’de de daktilo ya da bilgisayar yok. Tutuklu ve hükümlüler koğuşlarda bilgisayar bulunduramıyor.

Bu nedenle; bir dizi yazım hataları ile çıkıyor yazılarım. Ben de burada saçımı başımı yoluyorum. Bu hatalar, kimi harf ya da kelimelerin okunamamasından bazen de bu yazıları bilgisayar ortamına aktaran ve okuyan dizgici veya editör arkadaşların dikkatsizliğinden kaynaklanıyor. Ben el yazımın görece iyi ve okunaklı olduğunu sanıyorum, ama elbette benim yazılarımın yer yer okunamamasından ya da özensiz olmasından da bazı yanlışlar oluşabilir.

Ama her ne ise, bunlar artık çok rahatsız edici boyutlara vardı. Özellikle geçen hafta -ki avukat arkadaşın gecikmesi nedeniyle pazar gününe yetişemediği için pazartesi ve salı yayımlandı- işin şirazesinin kaçtığını gördüm. Kelime, hatta satır bile atlanmıştı. Bu nedenle yazmayı bırakmayı bile düşündüm. Öyle ki, günümüzün en önemli sosyal bilimcilerinden olduğunu düşündüğüm Richard Sennett’in adı bile ‘R. Samett’ diye yazılmıştı. Hem de adı geçen her yerde. İşte o sırada ben bittim.

Bu nedenle bütün okurlardan özür diliyor, gazetedeki arkadaşlardan emekleri için teşekkür ederek, azami dikkat rica ediyorum.

Yarınki yazımda, daha doğrusu yazımın ikinci bölümünde Silivri’den kimi haberlerim ve anekdotlarım da olacak.

Türkiye’nin tarihsel dönemeci!

authorMERDAN YANARDAĞ

SİYASET 01.01.2023 BİRGÜN

Önce durumu somut olarak tespit edelim; Türkiye artık eski deyimle seçim “sath-ı mailine” girdi. Bu deyim, “eğik düzlem” anlamına gelir ve artık durdurulması ya da geri çevrilmesi mümkün olmayan bir süreci anlatmak için kullanılır. Dolayısıyla, bütün toplumu ve ülkeyi sarsacak bir olay (doğal afet vb.) veya ağır sonuçlar yaratacak bir siyasal gelişme (topyekûn savaş gibi) olmadığı sürece, 2023 seçimlerini engellemek/iptal etmek mümkün değildir.

Tarihsel ve siyasal bakımdan bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitiren, sadece türdeş olmayan kimi toplum kesimlerinin ideolojik motivasyonlu (İslamcılık-muhafazakârlık) desteğine dayanan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Sınıfsal bakımdan ise yeni gelişen bazı sermaye çevrelerinin çıkar ittifakını yöneten Erdoğan-AKP kliğinin, tek meşruiyet kaynağı seçimlerdir. Bu nedenle, siyasal İslamcı iktidarın bu seçimlerden kaçması, kendisinin tek meşruiyet kaynağını da imha etmesi anlamına gelecektir. Bu durumda ülkeyi yönetmesi imkânsızdır.

Bu seçimde ikilem basit, gerilim ise çok yüksek… Çünkü hem iktidar hem de muhalefet çevreleri bu seçimlere tarihsel bir anlam yüklüyor. Toplumun kaderinin yeniden belirleneceği, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir yol izleneceğinin yeniden tayin edileceği bir seçime gidildiği görüşü ağırlık kazanıyor. Bu değerlendirmenin pek de yanlış olduğu söylenemez.

O halde duruma biraz daha yakından bakalım.

TARİHSEL HESAPLAŞMA

Toplum; Cumhuriyet ile en yüksek noktasına ulaştığı 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme rotasını ya yeniden kuracak ya da Emevi yobazlığına teslim olarak kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline gelecektir. Diğer bir ifade (Başka bir anlatım) ile Türkiye ya modern dünyanın bir parçası olacak ya da İslam dünyasının hala aşamadığı ortaçağın karanlığına sürüklenecektir. İkilem basitçe budur. Giderek şiddetlenen ve bütün toplumu saran gerilimin kaynağı da aynı ikilemde yatmaktadır.

Türkiye, geçen yüz yılda yarım bıraktığı bir hesaplaşmayı tamamlamak zorundadır. Dinci gericilikle hesaplaşmasını bitirememiş, dinciliğin eleştirisini tamamlayamamış hiçbir toplumun gerçek anlamda modernleşmesi ve aydınlanması, -bu anlamda, burjuva karakterli bir demokratikleşmeyi gerçekleştirmesi bile- mümkün değildir.

İhanete uğrayan Cumhuriyet, iktidarına son verdiği güçlerle önce uzlaşmış sonra da teslim olmuştur. Cumhuriyeti cami avlusunda terk edenler, kaderlerini de cemaatin insafına bırakmıştır. Batının kendi değerlerine ihaneti ise, bu süreci tamamlayan bir işlev görmüştür. Bir ülkenin, gericilikle tarihsel hesaplaşma defterini kapatmadan, o yükle yoluna devam etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla; eğer

  • Türkiye dinci gericiliği aşamaz ise,
    hibrit bir rejime ve topluma sürüklenerek en iyi olasılıkla Pakistanlaşacaktır.

HATA YAPMA LÜKSÜ YOK!

Bu nedenle, -eğer tarih ertelenmez ya da öne alınmazsa- önümüzdeki 6 ay içinde yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, yukarıda da altı çizildiği gibi, her hangi bir siyasal yarış olmanın çok ötesinde bir anlam kazandı. İslamcı faşizan iktidar, özellikle AKP liderliği bu durumun bilincinde görünüyor. O nedenle bütün gücüyle Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamaya, düşük yoğunluklu da olsa bir İslami rejim kurma hedefine ulaşmak için çalışıyor.

Bu amaçla, ne yasa ne hukuk tanıyor. Dahası, elinde tuttuğu devletin bütün olanaklarını kullanıyor.

Siyasal sahtekârlık, hile, baskı, adli ve polisiye güçleri kullanmak gibi her yöntemi meşru sayan bir tutum izliyor. Sonuç olarak önümüzde, siyasal ve toplumsal bakımından sert, çatışmalı ve ülkenin canını yakabilecek bir süreç bulunuyor.

  • Ancak, eğer gereği yapılır ve doğru bir siyasal mücadele hattı kurulabilirse,
    bütün rezervlerini tüketen, siyasal ve ideolojik bir iflas yaşayan İslamcı hareketin
    başarı şansı bulunmuyor
    .

Büyük bedeller ödense de, toplumun Arap-Selefi yobazlığına teslim olması imkânsız görünüyor. Ancak, bu ifadenin şartlı bir cümle olduğunu da unutmamak gerekiyor. Eğer gereği yapılırsa…

SİYASAL VE TARİHSEL ÖMÜR

Siyasal ömrünü tamamlayan Erdoğan-AKP iktidarı, tarihsel ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ne yazık ki, bunu son 7 yıldır başardığı da ortada. İslamcı iktidar gücünü önemli ölçüde, devlet aygıtını elinde tutmaktan, muhalefetin dağınıklığı ve programsızlığından alıyordu. Muhalefetin ulusa önderlik etmek konusundaki kapasite eksikliği, İslamcı iktidarın en büyük güç kaynağını oluşturuyordu. Bu boşluğun belli ölçülerde doldurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Fark budur.

Çıkış, seçimlere bir “devrim” anlamı yüklemeden, AKP-MHP bloku karşısında gerçek bir seçenek oluşturmaktan geçiyor. CHP öncülüğünde oluşturulan Millet İttifakı / Altılı Masa böyle bir seçeneği oluşturacak mümkün ve en büyük güç gibi görünüyor. Bu ittifak, tam olarak cumhuriyetçi, halkçı, aydınlanmacı, kamucu, laik ve yurtsever bir seçenek olmasa da kazanmaya en yakın seçenek olma özelliğini de taşıyor. HDP’nin merkezinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği de Altılı Masa ile hem eleştirel bir ilişki hem de koordineli bir tutum izlemelidir. Altılı Masa ya da Millet İttifakı’nın en önemli eksiği soldur. Dolayısıyla bu ittifakı bir sol eleştiri altında tutmak, hem gerekli hem de tarihsel bir görevdir.

Eğer, önümüzdeki seçimler toplumun kaderini yeniden belirleyecek bir öneme sahipse, hile yapılmasına, halkın iradesinin çalınmasına asla izin verilmemelidir. Bu olasılık yüksektir. Ama seçimlerde hile yapmak yasalar önünde hala suçtur. Bu unutulmamalıdır. Dolayısıyla bu olasılığa karşı, yani ülkeyi kaosa sürüklemeyi bile göze alan bir güçle, gerekirse aynı şekilde mücadele etmeye hazır olunmalıdır.

GERİCİ-FAŞİZAN BLOK YENİLEBİLİR!

Çok açık ki, Erdoğan ve kadrosu iktidarı kaybetmekten fena halde korkuyor. Bu nedenle kolay kolay pes etmeyecektir. Çünkü ağır bir hesap sorma dalgasıyla karşılaşma olasılığı çok yüksektir. Dolayısıyla, Erdoğan-AKP iktidarı, geleceğini güvenceye alacak bu seçimi kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaktır.

  • AKP’nin yolun sonuna geldiği, dirense bile bu sondan kaçamayacağı açıktır.

Erdoğan ve partisinin tarihsel ömrünü uzatacak tek şey; muhalefetin ahmakça hataları, toplumcu güçlerin tarihsel süreci doğru okuyamamaktan kaynaklanacak yanlış siyasetleri ve beceriksizlikleri olacaktır.

İslamo-faşist yükselişin sert bir kırılmaya uğratılmasının toplumsal, tarihsel ve siyasal koşullarının büyük ölçüde oluştuğunu söyleyebiliriz. Henüz kurulu düzenin sınırları dışına çıkmaya hazır olmasalar da, geniş toplum kesimlerinin tepkilerini seçim sandıklarına yansıtacakları öngörülebilir.

Yapılacak iş, seçim güvenliği için daha çok çalışmak,
sandıklara ve halkın iradesine etkili bir şekilde sahip çıkmaktır.

Özellikle seçim gecesi olası bir hile ya da sahtekârlık girişimine anında ve etkili bir şekilde karşı koymak, eğer sokaktan gelecek bir saldırı söz konusu olursa, sahada da yanıt vermeyi göze almaktır.

Devlet ve salgınlarla savaş

Devlet ve salgınlarla savaş

Ahmet Yavuz
E. Tümg.
Cumhuriyet
, 28 Mart 2020

Ülkemizde gündem çok sık değişiyor. Birkaç ay geriye gittiğimizde İdlib vardı. Öncesinde Libya. Araya Elazığ depremi girdi. Daha evvel Doğu Akdeniz… Şimdi de Covid-19 ile yatıp kalkıyoruz. Bütün bunlar çok duyarlı bir kamuoyu yarattı. Çok faydalı bir tartışma konusunu da gündemin ilk sırasına koydu:

  • Devletin işlevi. Ne olmalı ve nasıl yapmalı?

Salgınla birlikte artık hayat farklılaştı. Her şey değişecek. Kendiliğinden olur mu? Asla… Arayış her zaman olumlu şekilde sonuçlanmaz. Önümüzdeki kavşak bizi ya daha iyiye ya da daha kötüye götürecek. Bizim elimizde.

Devletten beklenen üç temel işlev olmalı    :

1. Beka,
2. refah ve
3. demokratik yaşamın sürdürülmesi.

Bekadan kasıt bugün ve yarın ayakta kalabilmektir. Bu anlamda devlete düşen:

1. Günlük yaşamın aksaksız yürütülmesi.
2. Yarınlarda olabilecek savaş, salgın, deprem vb. olağanüstü durumlar için özel bir hazırlık içinde olunması.

Ülkemizde siyasi iktidarlar devleti kendi ideolojik hegemonyalarını kurmanın aracı olarak gördüğü için devletin ilk işi olan günlük işleri yürütme çabası ağır aksak ancak yürütülebiliyor. Çünkü önceliklendirme siyasileşiyor. İktidar, kurulu devlet yapısını daha iyi çalıştırmak yerine kendine uygun devlet yaratmaya çabalıyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi (2020-11.5 milyar TL – Gazeteler) sekiz Vakanlığın bütçesini aşabiliyor. Kızılay ülkede daha çok ilaçlama yapmak varken Endonezya’da korona mücadelesinde destek verebiliyor (1).

Bunlar bir yana, 2017 referandumuyla “devlet hızlı çalışacak” gerekçesiyle “başkanlık sistemi”ne geçildi. Ancak devletten beklenen, etkin çalışmasıydı. Hızlı çalışmak ancak bunun bir parçası halinde anlamlı olabilirdi. Olmadığı görüldü…

Beka nasıl sağlanır?

Devletin günlük işleri yürütürken olağanüstü durumları da düşünmesi, tedbir alması gerektiğine yukarıda temas etmiştik. Bu nasıl olacak? Yanıtı basit: HAZIRLIKLA.

Büyük harfle yazdım, çünkü hazırlığın büyük ve kapsamlı olması gerekli.

“Devlet bugünün işini tam yapamıyorsa, yarına nasıl hazırlıklı olabilir?” diye sorabilirsiniz. Haklısınız. Bütün bunlar toplumsal bilinçle bağlantılı. Ben de bu yazıyı yaşanan krizden sonrasına ilişkin yazdım: Devlet günlük işleri eksiksiz yapacak şekle sokulmalı. Yetmez. Olağanüstü hallere de hazırlıklı olmalı. Yoksa bu topraklarda geleceğimizi güvence altına alma olanağı olmaz.

Nasıl?

Önce devleti doğru yapılandırarak, yeterli ve yerinde kaynak kullanarak, insanımızı eğiterek… Bu yazıyı yazarken devlet İstanbul Kanalı için ihale yapıyordu. Gerekli mi? Değil. Mevcut koşullarda uygun mu? Hiç değil.

Geçmişe doğru gidelim. Bir savaş halinde geri bölgede halkı işgalciye karşı örgütlemek maksadıyla TSK’nin Seferberlik Tetkik Kurulu vardı. Kozmik Oda aramasından sonra lağvedildi.

Deprem anında sivil halka yardım konusunda eğitilmiş birlikler vardı. Yeni Askerlik Kanunu yürürlüğe girdikten sonra artık yeterli düzeyde olduğunu sanmıyorum.

Daha eskiden, savaş halinde Kızılay tarafından kurulması öngörülen sahra hastaneleri; Ordunun kendi seyyar cerrahi hastaneleri vardı, devre dışı bırakıldı. Hastane haline getirilmesi planlanan yolcu vapurları vardı. Sanırım gündemden düşmüştür. Oysa günümüzde ABD ordusu New York’ta sahra hastaneleri kurmaktadır.

Yakın geçmişte TSK sağlık ordusu ortadan kaldırıldı; askeri sağlık sistemi bozuldu. Kamuoyunda maalesef konu askeri hastanelerin açılması talebi düzlemine indirgendi. Oysa askeri hastaneler, sistemde sondan bir önceki halkadır. Yaralı bir Amerikan askerinin şunu söylediği hikâye edilir:

“Seyyar Cerrahi Hastane levhasını gördüğüm anda yaşama bağlandığımı anlamıştım”.

Bu örneklerin eksiğini-yanlışını gidermek ve öbür kurumlara yaymak yerine olanları da ortadan kaldırdık.

İdeolojik yıkım

Geride kalan 15-20 yılda Türkiye ideolojik bir saldırının tutsağı oldu. En akıllı insanlar bile “savaş karşıtlığı” tercihleri nedeniyle Ordu düşmanı haline geldi. Bu yönelim, siyasal İslamcı iktidarı besledi. İktidar da her şeyi kendi varlığı temelinde ele aldı. Kendi varlığını ülke varlığına eşdeğer kıldı. “Kendisi için varlık” haline geldi. Zayıflaması bundan dolayıdır.

Ordu, onun için “darbe yapabilecek her türlü vasıtadan” soyutlanmalıydı. O yüzden Orduyu budadı. Oysa Ordu demek, aynı zamanda gelecekte Ulusun yaşamını tehdit edebilecek unsurları ortadan kaldırmanın kalesi, güvencesi, kaldıracı, omurgası demektir. Mevcut devlet teşkilatı günlük işleri yapmaya odaklı olacağına göre, olağanüstü durumlara hazır bekleyen bir yapıya her zaman ihtiyaç vardır. Bu yapı, Ordudur. Ya da barıştan itibaren ona eklemlenmeye hazır kuruluşlar olmalıdır. Devreye anında girecek şekilde…

Senaryolar

Milli Güvenlik Kurulları ve Ordular, senaryolara dayalı planlar yaparlar. Büyük-küçük demeden tehlikeler sıralanır. Sonra bunlar öncelikli kılınır. Gerekli istişarelerden sonra devletlerin “Kırmızı/Beyaz Kitaplar”ı bunları yasal zemine oturtur. Ardından her birine karşı koyacak planlar hazırlanır. Bunlar tatbikatlarla da denenir. Geriye dönüp bu tatbikatlardan komplo teorileri üretmek de eğlenceye dönüşür! Bugün olduğu gibi…

Günü geldiğinde bu planlar küçük düzeltmelerle, güncellemelerle yaşama geçirilir; çünkü planlananla karşı karşıya kalınan arasında her zaman bir fark olur.

Örneğin devletlerin “angajman kuralları” vardır. Orduların da “alarm planları” olur. İkisi birbiriyle bağlantılıdır. Hangi gelişmede hangi önlemin alınacağı yazılıdır. Savaş olursa yeni planlar devreye girer.

  • Eğer Sağlık Bakanlığı’nın elinde önceden hazırlanmış bir salgınla mücadele planı olsaydı, maçlar oynanmaz, camiler de ibadete anında kapatılırdı.

Eskilerde hükümetlerin elinde “savaşın acil ödeneği” olarak adlandırılan bir kaynak olurdu. Şimdi var mı, bilmiyorum. Harp ekonomisi diye bir kavram vardı. Bu kaynak onun bir parçasıydı. Fabrikaların, alanlarına göre ellerindeki işleri daha önceden belirlenmiş ürünlere yönlendirmesi mecburiyeti vardı. Sanırım özelleştirmelerden sonra bunlar hayal olmuştur.

Amerikan Ordusunun bir bölümü 1929 dünya büyük ekonomik buhranında tarım ordusuna, inşaat ordusuna dönüştürülmüştü. Acaba köylerin boşaldığı bir ortamda benzeri yapılamaz mı? İşsiz gençlerimizden bir hizmet ordusu kurulamaz mı? Kurulabilir. Eğer hazırlıklı olunursa…

Olağanüstü durum tedbirlerinin hazırlığı yapılmazsa felakete davetiye çıkarılmış olur. 1. Dünya Savaşı’nın öncesinde ve içinde iktidar sahiplerinin birçok yanlış kararı vardı. Bunların stratejik sonuçları olmuştur. Sarıkamış faciası bunlardan biriydi. Yine Kafkas Cephesi’nde bazı birlikler, yeterli idari hazırlık yapılmadan verilen sefer emirleri yüzünden hayvanlarını keserek yemek zorunda kalmıştır. Yetersiz beslenme yanında giyecek, temizlik malzemesi yokluğu tifüs salgınına, firarlara yol açmış ve bunlar çatışmada verilen zayiatın önemli bir parçasını oluşturmuştu (2).

Rehber: Akıl ve Bilim

Savaş yalnızca silahlı kuvvetlerle yapılan bir faaliyet değildir. Alanı da yalnızca askeri olmaktan çıkmıştır. Savaş, bekaya yönelik her şeye karşı yapılır. Salgınlara, yangınlara, depremlere, paralel devlet yapılanmalarına, darbecilere, hatta ideolojik saldırılara…

Ayakta kalmamızı sağlayan her şeyi yaşatmak, yıkılmamıza yol açacak her şeye karşı koymak için…

Evet, “bir şey değişir, her şey değişir” söylemi doğrudur. Ama her şeyin nasıl şekilleneceği tercihlerimize, içten çabalarımıza ve kendi irademize bağlıdır.

O irade ise aldığımız mirasta gizlidir:

  • Aklı ve bilimi merkeze koymak ve onu rehber edinenleri iktidar kılmak

Siyasetin bizleri içine hapsettiği dar kalıpları kırma becerisi gösterilmeden çıkış yok…

(1) sozcu.com.tr, 24 Mart 2020.
(2) Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, II. Cilt, 2’nci Kısım, Kafkas Cephesi, 2’nci Ordu Harekâtı, 1916-1918, Genelkurmay, 1978, s. 269 vd.