Etiket arşivi: TÜSİAD

Rifat Serdaroglu : UYMAK; SAYGI DUYMAKTIR

portresi3

UYMAK; SAYGI DUYMAKTIR

Rifat Serdaroglu

Kendisini T.C. Mahkemelerinin üstünde görecek ölçüde denetimini yitiren Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin Twitter yasağını kaldıran kararı
hakkında şunları söyledi:

  • “Anayasa Mahkemesinin kararına uymak zorundayız ama
    saygı duymak zorunda değiliz, saygı da duymuyorum…”

Anayasa Mahkemesi kararları, Anayasa maddesi hükmündedir (AS: Bu doğru değil..). Hem Yasama, hem Yürütme, hem de İdare (AS : ve Yargı)* organlarının tümünü bağlar.
Hiç kimse, hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremez. Genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Recep Tayyip Erdoğan;
Sen de, herkes gibi mahkeme kararlarına paşa paşa uymak zorundasın.
Hem uymak, hem de saygı duymak zorundasın.
O kurumun kararlarına uyuyorsan, saygı duymak zorundasın. Saygı duymadığın
bir kurumun kararlarına niçin uyuyorsun? Korktuğun için olabilir mi?
Bildiğin gibi, Anayasa Mahkemesi aynı zamanda “Yüce Divan” olarak
görev yapar. Senin ve yolsuzluğa-hırsızlığa-rüşvete-avantaya bulaşmış Bakanlarının önünde sonunda gideceğiniz yer orasıdır. Saygı duymadığın Yargıçların önünde
“Esas Duruşta” beklemek inan ki sana çok yakışacak.

GAZETECİ AZARLAMAK

Erdoğan o denli büyük bir adam ki, kendisini “dokunulmaz- insanüstü” bir varlık olarak görüyor ki; herkese, her topluluğa, her kuruma açıkça, televizyon canlı yayınlarından hakaret edebiliyor.

TÜSİAD gibi bir kurumu “Vatan Haini” diye suçluyor. İnsanlara, “alçak-şerefsiz-ahlaksız” gibi çirkin kelimelerle hakaret edip, işi küfür etmeye kadar vardırabiliyor.
Basın toplantısında kendisine soru soran gazetecileri azarlayabiliyor.
Azarladığı gazetecinin ailesini geçindirmek zorunda olduğu, bu yüzden o işe
ihtiyacı olduğunu unutuyor. Herkesi, kendi çocukları gibi dolar milyarderi zannediyor!…

Bir an için düşünelim; Erdoğan, eski işi sucukçuluk yapıyor. Dün azarladığı gazeteciyi yine azarlayabilir miydi? Dün, geçim- hayat mücadelesi kaygısıyla, Erdoğan’ın karşısında susmak zorunda olan gazeteci, yine susar mıydı?
Yoksa sucukçu Erdoğan’ı evire-çevire benzetir miydi?

Etrafındaki devlet gücüne güvenip, insanlara zulmeden diktatör bozuntularının sonunu beraberce görmedik mi?

Saddam iktidarda iken, ne kadar mağrurdu değil mi? Bir de iktidardan düşüp kanalizasyon çukurunda yakalandığı zamanki halini gözünüzün önüne getirin!
Ya Kaddafi, kendisine “Dağ Aslanı” diyen zavallı diktatör bozuntusu,
kendi milleti tarafından öldürüldü, cesedi parçalandı.

Kimsenin sonunun bunlara benzemesini istemeyiz. Ama hiçbir devlet yöneticisi de kimseye hakaret edemez, aşağılayamaz, hor göremez.
Günün birinde bir delikanlı çıkar ve sana öyle bir şey söyler ki, apışıp kalırsın.

Erdoğan;
Sen Anayasa Mahkemesi kararlarına “Saygı duymuyorum” diyorsun. Anladık.
Sen Yargı kararlarına saygı duymazsan, Türk Milleti sana neden saygı duysun ki!
Sen, Başbakan olarak Yargı kararlarına saygı duymuyorsan, vatandaş neden
saygı duysun ki? Bu tutum toplumu kargaşaya sürüklemez mi?
Sen topluma böyle mi örnek oluyorsun?
30 Mart’ta sana oy vermeyen %57 sana saygı duyuyor mu acaba?
Ne dersin delikanlı?

Sağlık ve başarı dileklerimle,
05 Nisan 2014

===========

Dipnot :
Aanayasa madde 153/son :
Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. “

SEÇİMLER ÖNCESİNDE UYARILAR (2)


SEÇİMLER ÖNCESİNDE UYARILAR (2)

portresi2

 


Ataol BEHRAMOĞLU

 

Geçen haftaki yazımda yaklaşan seçimlerle bağlantılı olarak merkez sağ, liberal vb. olası oluşumlarla (daha da somut olarak TÜSİAD’la) ve iktidar partisinin TBMM’deki temsilcileriyle ilgili düşüncelerimi paylaşmıştım.
Bu kez MHP konusunda düşündüklerimi özetlemek istiyorum.

***

Günümüzdeki MHP hangi toplumsal sınıf ve tabakaların partisidir?
Bu partinin, söylemde kıyasıya eleştirmesine karşın en kritik zamanlarda
destekçisi olduğu AKP’yle benzerlikleri ve benzemezlikleri nelerdir?

Soldaki parti ve örgütler seçimlerde MHP ile güç birliği yapabilir mi?
Ülkenin ve dünyanın değişen koşullarında herhangi bir siyasal örgütün otuz yıl, kırk yıl, yarım yüzyıl önceki gibi, değişmeksizin kalması olası mıdır?
Sovyetler Birliği dağıldıktan, Orta Asya ve Kafkasya’daki halklar şu ya da bu ölçüde ulusal bağımsızlık elde ettikten sonra, MHP ideolojisinin omurgasını oluşturan Türkçü, Turancı milliyetçi görüşler ne ölçüde yandaş bulabilir?

Bu ve benzer soruların yanıtlarını birbiriyle bağlantıları içinde araştırmak gerekir.
Öncelikli soru, bu partinin günümüzde hangi toplumsal sınıf ve tabakaların partisi olduğudur.

Bu gibi soruları sormaya ve yanıtlamaya çalışmaksızın MHP’yi soğuk savaş yıllarının, seksenli yıllar öncesinin MHP’si olarak görüp dışlamakta ısrar etmek, solun temel düşünce yöntemi olması gereken irdeleyici düşünceyle bağdaşmaz.

***

MHP’nin kuruluşundaki ideolojik taban günümüzde varlık nedenini yitirmiştir ve bu parti kanımca bu anlamda bir arayış içindedir.

Buna karşılık, bu partinin seçmenleri arasında, ülkenin bugün karşı karşıya bulunduğu bölünüp parçalanma tehdidi karşısında derin ve içten kaygı duyan yurtseverlerin, genellikle orta tabakalardan, serbest meslek sahibi, esnaf ve az gelirli memurların küçümsenemeyecek sayılarda bulunduklarını öngörebilmek gerekir.
Yine, yurtsever duyarlıklı genç insanlar, lise ve üniversite öğrencileri, çeşitli iş kollarında çalışan az öğrenimli ya da öğrenimsiz gençler arasında çok sayıda sempatizanı bulunması da doğaldır.

Sol, bu partiyi şabloncu ve toptancı bir akılla yadsımayıp; orta tabakaları gitgide yoksullaştıran, özellikle de AVM’leriyle küçük esnafı yok eden dizginsiz bir kapitalizme ve ulusal varoluşun düşmanı emperyalizme karşı onu uyarmaya, önümüzdeki seçimlerde ve genel olarak onunla güç birliği yapmanın yollarını bulmaya çalışmalıdır…
Yurtseverliğin ırkçı bir milliyetçilik değil, Cumhuriyetin evrensel aydınlanma değerleri temelinde, emperyalizme ve emek sömürüsüne karşı, barışçı, birleştirici bir ulus sevgisi olduğu, bu partinin özellikle genç kuşaklardan seçmen ve sempatizanlarına sabırla anlatılmalıdır…

***

Laik yaşam tarzını, evrensel aydınlanma değerlerini içselleştirmeyen bir MHP,
uzak ve yakın geçmişin kanlı, karanlık izlerinden hiçbir zaman kurtulamayacak, AKP karşıtlığı inandırıcı olamayacak, varoluş nedenini olsa olsa bu kez bölücü akımlara karşı, ırkçı, şoven ve böylece de bir başka yönden bölücü söylemlerde bulmaya çalışacaktır…

Kapitalist sömürünün ve emperyalizmin karşısında, aydınlanma değerlerini benimsemiş bir MHP ise zaten kaçınılmaz olan bir ideolojik çatışma ve ayrışma sürecinde şoven unsurlardan kendini arındıracak; orta tabakaların, esnaf ve gençliğin bir bölümünün temsilcisi olarak, küçük fakat toplumsal yaşamda söz sahibi bir parti kimliğiyle varlığını sürdürebilecektir…

Önümüzdeki seçimler bu anlamda da bir denek taşıdır…

***

Gelecek hafta Kürt siyasal hareketi üzerine düşündüklerimi yazacağım…

Paralel devletin CEO’su olur da Ananasçı – paralel işadamı olmaz mı?


Paralel devletin CEO’su olur da Ananasçı – paralel işadamı olmaz mı?

 


Geçen gün TÜSİAD Başkanı, demokrasinin işleyişi ve hukuk devleti isimli bir konferanstaydı. Güçler ayrılığından, çağdaş demokrasiden söz eden
bir konuşma yaptı.

Gelin görün ki, aynı gün TÜSİAD üyesi kimi holding ve medya patronlarının
cemaat görünümlü F- Tipi silahlı örgütün başı ile yaptığı telefon görüşmeleri,
internette ve AKP yanlısı gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlandı.

Tam ibretlik bir durum.

Çağdaş Atatürk Cumhuriyetinin “koca – koca” işadamları Pensilvanya’daki bir emekli vaize bağlılıklarını, sadakatlarını bildiren konuşmalar yapıyorlar ve görülmemiş
samimi ilişkiler içindeler.

Atatürk Cumhuriyetinden ve Türk Milletinden kazandıkları paraları, gücü ve statüyü, sanki paralel devlet CEO’suna borçlularmış gibi biat eden bu işadamlarının, yayınlanan konuşmaları, herhalde TÜSİAD Başkanı Sn. Muharrem Yılmaz‘ın yüzünü kızartmıştır.

Öyle ya, TÜSİAD Başkanı hukuk devletinden söz ediyor; fırsatçı, uyanık, güce tapan, kimi üyeleri ise, Cemaat görünümlü örgütün, paralel devlet CEO’luğuna soyunan
vaizi ile iş tutuyor.

Bu ülke bu duruma durup dururken gelmedi. İş dünyasında işadamı sıfatını “fırsatçılık, uyanıklık, rantçılık, kayırmacılık, partizanlık, yağmacılık, yavşaklık” niteliklerine
maske olarak kullananlar yüzünden de bu hale geldi koca ülke.

İktidara çıkar için yanaşan, Allah ile aldatan dinci gizli örgüt liderine yağ çeken, gözünü hırs bürümüş, paragöz, ilkesiz, Cumhuriyetin düşmanlarıyla bile “iş” yapmayı marifet sayan, arsız ve küstah bir sözde işadamı kitlesi oluştu.

İşadamı demek, yatırım yapan, risk üstlenen, istihdam yaratan, vergisini dürüstçe ödeyen, gereğinde ülkesinin çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koyabilen,
alınteri ile çalışan ve kazanan insan demektir.

Devletten bakan çocuklarıyla, bacanak ilişkileriyle, ihale, özelleştirme, arazi kapatmak imtiyaz ve kredi ayrıcalığı almak, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin düşmanlarıyla bile
iş tutmak işadamlığı değildir.

Böyle tiplere işadamı denemez, denmemelidir. Çıkarcı – uyanık- yağcı – yalaka – fırsatçı tiplere ne deniyorsa o denilmelidir bunlara.

TÜSİAD, işadamları örgütü mü yoksa bu tiplerin yuvalandığı maskeli bir
çıkar organizasyonu mu, karar versin.

TÜSİAD Laik – demokratik – hukuk devletinden yana tavır alsın.

Biraz ilke, biraz etik, biraz millet ve Cumhuriyet değerlerine saygı,
biraz din ve Allah’la aldatanlara karşı mesafe, biraz adam olmak çok mu zor?
Elbette işadamı olmak kolay ama adam gibi adam olmak çok zor!

PARALEL DEVLETİN, PARALEL KASASI MI VAR?

  • Kaynağı ve sahibi meçhul para girişleri 4.8 milyar dolara çıktı.

Yeni açıklanan 2013 yılının 11 aylık ödemeler dengesi bilançosuna göre, bir önceki yıl 2.1 milyar dolar olan 11 aylık net -hata noksan kalemi, 2013 yılında 4.8 milyar dolara fırladı.

  • Bu kadar büyük kaynağı ve sahibi meçhul döviz hareketlerini
    kimler yapıyor?

Bu paralar kara para mı, yabancı servisler tarafından yönlendirilen spekülatif para mı, kriz ve seçim dönemlerinde bu para trafiği nasıl boyut kazanıyor?

Yoksa paralel ve kayıt dışı bir hazine ve paralel bir kasa mı var?

Merdan Yanardağ : Siyasal İslam Türkiye’de de çöküyor!

Dostlar,

Yiğit ve birikimli yazar Merdan YANARDAĞ Muğla cezaevince tutsak tutuluyor..
Nedenlerini artık hepimiz biliyoruz..
Ancak “hesap” bu kez değişik..
Tutsaklar zindanlarda da olsalar namuslu “Kalemleri” ile “iktidarın kanlı kılıçları ile savaşımı inanılmaz bir azim ve başarı ile götürüyorlar..

  • Kalemler bir kez daha kanlı kılıçları yenecek..

Değerli karedeşimiz Sayın Merdan YANARDAĞ‘ın inanılmaz bir öngörü ile
kaleme aldığı son derece derinlikli yorumu aşağıda..

Kendisine şükranla ve bir an önce özgürlüğüne kavuşması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
23 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

======================================

Siyasal İslam
Türkiye’de de çöküyor!

portresi_gencMerdan Yanardağ
merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr,
22 Aralık 2013

Küresel sermaye adına ve ondan aldığı güçle 11 yıldır Türkiye’yi yöneten
‘Siyasal İslamcı’ AKP-Cemaat koalisyonunun kesin olarak çöktüğü anlaşılıyor.

İktidardan ve servetten daha çok pay isteyen İslamcı ve muhafazakâr sermaye çevreleri adına bir yağma düzeni kuran Amerikancı AKP İktidarı için yolun sonuna gelinmiş durumda.

Laik Cumhuriyet’in yıkılması ve yerine ılımlı da olsa, dinci bir rejimin kurulması ilkesine dayalı gerici iktidar blokunun önlenemez bir çözülme sürecine girdiği görülüyor.
Çünkü ‘12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu’ndan sonra başlayan iktidar çatışmasının artık dönüşü olmayan bir yola girdiğini tespit etmek gerekiyor.


Bu nedenle, Emniyet-Yargı örgütlenmesi üzerinden ‘Cemaat’in başlattığı yolsuzluk soruşturmasının doğrudan iktidarı ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ortaya çıkıyor.

  • Cemaat bu hamleyle, deyim uygunsa “Şah!” demiş oluyor.

Şimdi isterseniz bu önemli siyasal gelişmeyi maddeler / ana başlıklar halinde analiz edelim. Kavganın neden çıktığının artık bir önemi yok. Laik, cumhuriyetçi ve sol muhalefeti tasfiye ettiğini düşünen AKP artık iktidarı ‘Cemaat’le paylaşmak istemedi. Sürekli daha fazlasını isteyen, ‘makul’ bir çizgide durmayan ve devletin yeniden (İslami temellerde) yapılandırılması operasyonunun derinleştirilmesini isteyen illegal (yasadışı) koalisyon ortağından kurtulmaya çalışan AKP, çatışmanın da fitilini ateşlemiş oldu.

‘Cemaat’in gücünü hafife aldığı anlaşılıyor.

1. YENİ FETRET DÖNEMİ


Türkiye yeni bir fetret döneminden geçiyor. Ülke ve merkezi iktidar, sanki 1402 Ankara Savaşı’nda Timurlenk’in Özbek-Türk ordularına yenilen Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi, şehzadeler arasında parçalanmış durumda. Bu kavga; doğası gereği, taraflardan birinin kesin yenilgisine kadar devam edecektir. Tıpkı, Yıldırım Beyazıt’ın oğulları (şehzadeler) arasındaki iktidar savaşı gibi.

Nitekim, 4 bakana dayanan ve Başbakan Erdoğan’a yönelen (soruşturma dosyasında Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın adı da geçiyor) ‘Yolsuzluk Operasyonu’ndan sonra, AKP Hükümeti de Emniyet Örgütü’nden bir tasfiye dalgası başlattı. Adliyeye de müdahale ederek, adil soruşturmanın önünü kesmeye başladı. ‘Emniyet’teki tasfiye 100’ü aşkın polis şefine ulaştı. Türkiye tam anlamıyla bir kabile devletine dönmüş durumda. Savaşın kanlı geçeceği anlaşılıyor.

Birinci fetret döneminde olduğu gibi, ikincisinde de ortada bir devlet enkazı ve parçalanmış / dağılmış bir merkezi iktidar bulunuyor. Fetret, tarihsel ve siyasal olarak sürdürülemez bir durumdur. Geçicidir. Ya şehzadelerden biri diğerlerini tasfiye ederek mülkün (devletin) ve merkezi iktidarın birliğini yeniden kuracak ya da ülke dağılacaktır.

İkinci olasılığın günümüzde imkânsız olduğunu söyleyebiliriz. En azından imkânsıza yakın bir olasılık olduğunu belirtmek mümkün. Ancak birinci olasılığın aktörleri de, günümüz Türkiye’sinde şehzadelerden ibaret değildir. Bizim örneğimizde AKP ile Cemaat arasında yaşanan iktidar içi çatışmanın, diğer toplumsal muhalefet güçlerini de içine alarak genişleyeceği açıktır.
 
2. ESKİSİNİ YIKTILAR, YENİSİNİ KURAMADILAR

Laik Cumhuriyeti, seküler hukuk düzenini ve elde ne kaldıysa ‘Aydınlama’nın kazanımlarını tasfiye eden AKP-Cemaat koalisyonu,
belli ki ganimeti paylaşamadı. Devlete hâkimiyet konusunda hır çıktığı anlaşılıyor. ‘Birinci Cumhuriyet’i yıkmak zor olmadı. Zaten kurucu güçlerinin ihaneti sonucu,
içi büyük ölçüde boşalmıştı. Ancak ‘Birinci Cumhuriyet’i yıkan siyasal İslamcı koalisyon ikincisini kuramadı. Dinci ve faşizan bir iktidar, hatta diktatörlük oluşturuldu. Ama bu iktidar tam olarak bir ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ni kuramadı. İktidarını, hükümet değişimlerinden etkilenmeyecek kalıcı bir rejime, yine tam olarak dönüştüremedi.

Bugün AKP Hükümeti’nin en önemli kriz alanını bu durum oluşturuyor. Cemaat operasyonların, devletin fethi sürecinin devamından yana. AKP ise yeterli olduğunu düşünüyor.
 
3. HÜKÜMETİN ÖMRÜ

  • AKP Hükümeti siyasal ömrünü doldurmuş durumda. 
  • İktidarın düşmesi artık sadece bir takvim sorunudur.

Kavganın tam da bu dönemde başlamasının nedeni açıktır; AKP başta Ortadoğu ve Suriye’de olmak üzere, izlediği dış politikada tam bir başarısızlığa uğramış durumda.

Sıcak para girişine ve mali operasyonlara dayalı ekonomik gelişmenin sonuna gelindiği görülüyor. Spekülatif büyümenin, katma değer yaratmayan ve üretmeyen bir ‘ekonomi – politika’nın sürdürülemeyeceği herkes tarafından saptanıyor.


AKP, ABD ve Batı’nın güvenini hızla kaybediyor. Öngörülebilir ve güvenilir bir ortak olmadığı yönündeki görüş yerleşiyor. AKP’nin özellikle Sünni İslam’a dayalı dar ‘ideolojik’ belirlenimli bölge politikası rahatsızlık yaratıyor. Mısır’da Mursi’nin devrilmesi, Suriye’de rejimin ayakta kalması, AKP hükümetini hiç olmadığı kadar zor durumda bırakıyor. Ortada tam bir yenilgi var. Erdoğan bölge için güvenilmez ve yalnız bir lider halinde ortada kalmış görünüyor. ‘Cemaat’in saldırısının / hamlesinin tam bu döneme denk gelmesi anlamlıdır.

 
4. SİYASAL İSLAMCILARIN YENİLGİSİ

Yaşanan tartışmanın tartışılmaz şekilde ortada çıkardığı gerçek şudur:

  • Siyasal İslam Türkiye’de de ağır bir yenilgi sürecine girdi. 

İslamcıların 21. Yüzyıl’ın başında modern bir devleti ve toplumu yönetme yeteneğine ve birikimine sahip olmadıkları anlaşıldı.

Türkiye’nin yeni fetret dönemi aslında 1995 yılında başlamıştı. Ülkede merkezi iktidar çeşitli güç odakları arasında (Meclis, Hükümet, TSK, Cumhurbaşkanlığı, Yüksek Yargı ve hatta üniversiteler arasında) parçalanmıştı. Fetret durumunun 2008’de AKP-Cemaat koalisyonunun devleti ele geçirmesiyle aşıldığı sanılıyordu. Ancak öyle olmadığı ortaya çıktı. Birincisi (1402) 12 yıl sürmüştü, ikincisi 18 yıldır iniş ve çıkışlarla devam ediyor belli ki.
 
5. ‘GEZİ DİRENİŞİ’NİN ROLÜ

AKP İktidarı’ndaki çözülmeyi hızlandıran, onun siyasal ömrünü biçen en önemli ve tarihsel olgu Gezi (Haziran) Direnişi’dir.

  • Bütün ülkeyi saran ve toplumu kuşatan ‘Gezi Eylemleri’ karşıdevrime geçit verilmeyeceğini ortaya koydu.

Yaklaşık 10 milyon yurttaşın katıldığı bu direniş bütün siyasal dengeleri değiştirdi. Liberal-muhafazakâr blokun kurduğu ideolojik hegemonyayı yıktı.
Ülkenin ve toplumun tarihsel yönelimini yeniden belirleyen Gezi Direnişi, iktidar koalisyonunu da çözdü. Durumu saptayan Cemaat, hızla AKP’ye tavır alarak yeni bir pozisyon belirlemeye yöneldi. Cemaat gazete ve televizyonlarının “Camide içki içildi” yalanına katılmamaları, bu bakımdan önemli bir işaret ve tutum değişikliğidir.
 
6.DAR BİR FRAKSİYON PARTİSİ

Başlangıçta iktidardan ve servetten daha çok pay isteyen İslami eğilimli ve muhafazakâr taşra sermayesine dayanan AKP, izlediği politikalarla başta İstanbul burjuvazisi olmak üzere, bütün sermaye kesimlerini kucaklamaya çalıştı. Bunu büyük ölçüde de başardı.

Küresel sermayenin bütün taleplerini yerine getirdi.

Neo-liberal yağma politikalarını kayıtsız şartsız hayata geçirdi.

  • AKP için önemli olan iktidarda kalmak ve rejimi değiştirecek
    bir siyasal zamana sahip olmaktı.

AKP’nin bu uyumlu tavrı nedeniyle, başlangıçta TUSİAD sermayesi de destek verdi.
Batıcı büyük sermaye, iktidarın bir kısmını yükselen muhafazakar sermayeye vermeye, serveti ‘Anadolu Burjuvazisi’ ile paylaşmaya hazırdı. Dolayısıyla, ortaya bir uzlaşma çıktı.

Ancak AKP bu uzlaşmaya uygun davranmadı ve iktidarını sağlamlaştırdıkça,
kendi zenginler sınıfını yaratmaya ve güçlendirmeye yöneldi.
Kuracağı dinci rejimin sınıfsal temellerini sağlama almak istiyordu.


Durum böyle olunca, servetin el değiştirmesine yönelik operasyonlar yapmaya başladılar. Kamu kaynaklarını yağmalamaya yöneldiler.

Dolayısıyla yolsuzluk yapmaları kaçınılmazdı. Onlar da, hem hukuku hem de ahlakı bir kenara bırakıp bir yağma düzeni kurdular.

  • Örneğin, son on yılda Kamu İhale Yasası’nı tam 164 kez değiştirdiler.

ATV-Sabah Grubu’nu kamu bankalarından verdikleri teminatsız 750 milyon dolar kredi ile yandaş işadamına verdiler vb.

Sonuç olarak                    :

AKP Hükümeti, 2008’den başlayarak bütün sermaye çevrelerin partisi gibi değil,
sadece İslamcı-muhafazakar iş çevrelerini temsil eden bir fraksiyon (dar grup) gibi davranmaya başladı. Özel yaşama ve seküler / modern yaşam tarzına müdahaleler de ondan sonra başladı.
 
7. HALK AFFETMEZ

‘Cemaat’in 17 Aralık 2013 ‘Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’ hamlesi
bütün pisliklerin ortaya saçılmasına yol açtı.

Din, iman, ahlak, milli irade, muhafazakar yaşam edebiyatını ağızlarından düşürmeyenlerin aslında bir yolsuzluk düzeni kurdukları ortaya çıktı.

‘AKP İktidarı’nın ulusal zenginliği ve halkın parasını yağmaladığı çarpıcı şekilde görüldü.

Bu halk her şeyi unutan ve inançlarını aklının önüne geçiren bir yapıya sahiptir.
AKP ve Erdoğan da zaten halkın bu özelliğine güveniyordu. Ancak yine bu halk bir şeyi unutmaz ve bağışlamaz; ekmeğini çalanları, yolsuzluk yapanları!..

  • Artık AKP’nin ‘30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nde yenilgiye uğrayacağını,
    en azından önemli bir güç kaybına uğrayacağını kesin olarak görebiliriz.

 8. SIRADA ERDOĞAN’IN GİZLİ HESAPLARI MI VAR?

AKP, kendisini beklenmedik bir şiddetle vuran ‘Yolsuzluk Operasyonu’na Emniyet’te  başlattığı tasfiye ile yanıt verdi. İki günde 100’e yakın polis şefi ile görevden alındı. ‘Cemaat’in Emniyet örgütlenmesini çökertmeye yöneldi.

‘Yargı’ya da müdahale için hazırlık yapmaya başladı.

Çatışmanın şiddetleneceği görülüyor.


Kuşkusuz ‘Cemaat’ Erdoğan’a ulaşan ‘Yolsuzluk Operasyonu’nu başlattığında,
bir bombanın pimini çektiğini biliyordu.
Dolayısıyla, sert bir karşılık verileceğini de bekliyor olmalıydı. Beklenen oldu.

‘Cemaat’in bu durumda mutlaka yeni bir karşı hamle hazırladığını düşünmek
yanlış olmayacaktır.


Bu hamle bir ‘altın vuruş’ değerinde olmalıdır. Eğer hükümeti etkisizleştiren bir
‘mat’ hamlesi olmazsa bu, ‘Cemaat’in kendisi tasfiye olacaktır.


Bu durumda akla, OdaTV Davası’ndan tutuklanarak Ergenekon tertibine dâhil edilen
MİT üst düzey yöneticisi Kaşif Kozinoğlu’nın açıklamaları geliyor.
MİT’in Orta Asya Masası sorumlusu olan Kaşif Kozanoğlu, bilindiği gibi tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nde kuşkulu bir şekilde ölmüştü. Ancak Kozinoğlu, başına bir şey gelebilir diye, geride 50 sayfalık el yazısıyla hazırladığı bir açıklama / belge bıraktı.


İşte Kozinoğlu’nun geride bıraktığı bu belgede,

  • Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan itibaren yolsuzluklardan elde ettiği paraları İsviçre’de 8 tane gizli hesapta tuttuğu ileri sürülüyordu.

Kozinoğlu bu hesapları kendisi dışında 2 MİT yöneticisinin daha bildiğini, ancak onların Erdoğan’la pazarlık yaparak anlaştığını belirtiyordu.

Söz konusu hesapları Alman ve ABD istihbaratının da bildiğini yazan Kozinoğlu, tutuklanmasını bu bilgiye bağlıyor ve başına bir şey gelebileceğinden kuşkulanıyordu.

İşte Cemaat’in ‘mat’ hamlesi bu hesap numaraları olabilir.


Nasıl ama! Ortada bir hukuk devleti değil, sanki bir çeteler düzeni var.

  • Siyasal İslamcı çeteler düzeni.

Üç hafta önceki Pazar yazımda AKP İktidarı’nın aniden ve büyük bir hızla çökebileceğini belirtmiştim.

Sanırım öyle olacak.

Sorun; bu çöküşten özgürlükçü, eşitlikçi ve toplumsal demokrasiyi egemen kılacak bir atılımla çıkmaktır.

Geçen hafta kurulan Sol Cephe bu bakımdan önemlidir.
Sol olmadan bu kaos ve fetretten çıkılamaz.

 

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın Küçük Genel Kurul Konuşması..


Dostlar
,

ADD Küçük Kurultayı sürüyor..

Biz katılmadık..
(Tüzük gereği, Bilim Danışma Kurulu Üyesi olarak katılma hakkımız var..)

Umarız, kış ortasında, Örgüt emekçilerinin özverilerine değer, beklenen yararı sağlar.

Sn. Genel Başkan’ın Küçük Kurultay’ı açış konuşmasını paylaşmak istiyoruz.
(http://www.add.org.tr/index.php/dernegimiz/yonetim/genel-baskanimiz/1091-add-genel-baskan-say-n-tansel-coelasan-n-kuecuek-genel-kurulunda-yapt-g-konusman-n-metnidir)

Yararlı ve bilgilendirici bir konuşma..
Ancak tek boyutlu.. Yalnızca dersaneler  – eğitim sorununa odaklanmış..
Oysa Türkiyemizin sorunları geniş bir yelpazeye dağılıyor..

Dava arkadaşlarımıza gönülden kolaylıklar diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
8.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim Danışma Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net

==============================================

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın
Küçük Genel Kurulda Yaptığı Konuşma Metni

07 Aralık 2013, Batıkent – ANKARA

portresi
Değerli konuklar; önceki Genel Başkanlarımız,
Değerli Bilim Danışma Kurulu Üyeleri,
Değerli Şube Başkanları ve katılımcılar

Hepinize hoşgeldiniz diyorum.

Her yıl Kasım ya da Aralık ayı içinde tüzük gereği Şube Başkanlarımızın ve siz değerli katılımcıların katkısı ile Küçük Kurultay düzenliyoruz. Bu toplantılarda bir yandan;
ülke sorunları üzerinde tartışıp, Atatürkçü Düşünce Derneğinin yeni yılda yol haritasını çiziyoruz, diğer yandan da, örgüt içi sorunlarımızı tartışıp çözüm üretiyoruz.

Amaç: Cumhuriyet’in temel niteliklerinin korunarak ileriye taşınmasında,
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin görevini gereği gibi yapmasını sağlamak.

Hatırlarsınız, 2012 Haziran Genel Kurulunda sizlere söz verdik:
ADD, olarak Cumhuriyet yıkıcılarına karşı Kuvvay-ı Milliye’nin öncü gücü olarak, halkın genetiğinde var olduğuna inandığımız “Cumhuriyet bilinci” ile Cumhuriyete sahip çıkma refleksini harekete geçirip, O’nun korku duvarını yıkmasını,
bu gidişe DUR demesini, EL koymasını sağlayacaktık.

Sözümüzde durduk. Sizleri çok yorduk. Eylem yorgunu oldunuz ama başardık.

2013 Taksim direnişinin arkasında; bizim 19 Mayıs 2012’de Samsun’da başlattığımız,
bugüne kadar 10’u bulan, öncüsü olduğumuz kitlesel eylemler var.

Geçen yıl 29 Ekim’de Ulus’ta ilk gazı sizin Genel Başkanınız, ben yedim.
Sonra alışkanlık oldu.

Bugün; halk artık korku duvarını aşmış, Cumhuriyet yıkıcılarına DUR demiş,
sürece el koymuştur.

İstedikleri kadar biber gazı – toma – basınçlı su sipariş etsinler. Geriye dönüş yok.

AMA görevimiz bitmedi: İktidarıyla – muhalefetiyle siyasetin, halkın sesini iyi duyması,
doğru algılaması ve halkın iradesine aykırı politikalara yönelmemesi noktasında onları izleyeceğiz, gündemi takip edeceğiz ve Atatürkçü Düşünce İlkeleri doğrultusunda siyasete söylemlerimizle, gerekirse eylemlerimizle yine yol göstermeye devam edeceğiz.

Bu yıl 7-8 Aralık (bugün ve yarın) yapacağımız 2 ayrı gündemli toplantıda yine ülke ve örgüt sorunları üzerinde yoğunlaşacağız.

Bugünün gündemi: Türkiye’nin gündemi ve ADD.

Benim, izninizle çerçevesini çizmeye çalışacağım güncel konularda,
Bilim Danışma Kurulu üyelerimiz kendi görüşlerini sizlerle paylaşacak.

Cevaplanmasını istediğimiz soruların cevaplarını da birlikte,
tartışarak bulmaya çalışacağız.

Ortaya çıkacak sonuçların 2014 yılı seçim sürecinde örgütümüzün eylem ve söylemlerine ışık tutacağını umuyorum.

(1) Ben dershaneler üzerinden cemaatle – iktidar arasında yaşanan ve bugün
üstü örtülmeye çalışılan kavgayı, Cumhuriyetin tasfiye süreci ile ilgisi nedeniyle
önemli buluyorum ve tarihe not düşmek istiyorum.

Yaşanan, bir eğitim tartışması değildir.

2004 tarihli MGK toplantı tutanakları basına yansımamış, sonrasında tarafların birbirini suçlayan ifadeleri basında yer alamamış olsa idi, konu bir eğitim konusu olarak kapanabilirdi.

Ancak basında yer alan suçlamaların arkasında cemaatle – iktidar arasında
derin bir iktidar savaşı olduğu anlaşılıyor.

Bizi ilgilendiren yönü ise, taraflar birbirini suçlarken, Devlet içinde yapılanmış,
yasa dışı bir örgütlenmenin özellikle 2007 sonrasında çeşitli tertip ve operasyonlarla, Cumhuriyetin tasfiyesine yönelik olarak çalıştığı da ortaya çıkıyor.

Aslında herkesin bildiği, resmen kabul edilmeyen (F) tipi örgütün yasadışı varlığı
kendi ifadeleri ile kanıtlanıyor.

Önümüzde büyük bir suç (Cumhuriyet yıkıcılığı) ve suç ortaklığı var.

Biz bu kavganın tarafı değiliz.

Ama (bana ne) diyemeyiz.

Türkiye’nin siyasi gündemini gerici odaklar arasındaki rekabetin belirlemesine
göz yumamayız.

Buradan Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırıyorum; yöneticileri ve sözcüleri tarafından varlığı itiraf edilen, Başbakan tarafından da varlığı teyit edilen bu yaşa dışı örgüt hakkında ne yapıyorsunuz?

(2) Buradan (Eğitime) geçiyorum.

Cemaatin dershaneler içinde payı %20 imiş. 700 dershane Cemaatin, olmayan hukuki varlığının elinde.

Emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden ve bu hali ile laik ve milli (ulusal) olmaktan çıkmış
eğitim sistemini yeniden laik ve milli yapmanın yolu nedir?

Sinan Meydan son kitabında:

  • “Cumhuriyet, 1945’ten bugüne kadar zaman zaman artan ya da azalan
    ama kesintisiz devam eden bir biçimde Atatürkçü yani Tam Bağımsızlıkçı
    ve laik çizgiden, tam bağımlı ve dinci bir çizgiye sürüklenmiştir.”
    diyor.

Katılıyorum. Gerçekten, 2. Dünya Savaşı sonrasında, siyasetin ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirdiği karşı-devrim sürecinde; 1949 yılında ABD – Türkiye arasında imzalanan Eğitim Antlaşması çerçevesinde TÜRK TARİHİ
yeniden yazılmıştır ve bu tarihten sonra, bugüne kadar da okullarımızda okutulan TARİH, genelde Türkiye’nin ulusal (milli) çıkarlarına değil, Emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmiştir.

1990 başlarında ise ABD, BOP kapsamında yeni nesiller yetiştirmek üzere AB ise üyelik sürecinde; demokrasi – insan hakları – azınlık hakları gibi gerekçelerle
bizden Tarihimizle yüzleşmemizi, tarih kitaplarını yeniden yapmamızı istemişler,
bu istekleri de yerine getirilmiştir.

Kurulan kimi üniversite (Bilgi, Sabancı), vakıf ve enstitüler eliyle çıkarılan Alternatif tarih kitapları, dergi ve proje çalışmalarıyla, “demokrasi” adına, Samuel Huntington’un (Atatürk’ün mirasından kurtulun!) temel ilkesine uygun olarak Cumhuriyet yıkıcılığına soyunulmuştur.

Yalnızca bir örnek vereyim : Halil Berktay, 84.000 AVRO karşılığında ABD’ye yaptığı “İzmir’in yakılmasının yarattığı sosyal travmalar” projesiyle İzmir’i Yunanların değil,
bizim yaktığımızı ve Rumlara etnik temizlik yaptığımızı kanıtlamaya çalışmaktadır.

Hüseyin Aygün’ün akıl hocası da anlaşılan Halil Berktay’dır.

Örnekleri çoğaltmak kolay. Kısa geçiyorum.

Son 10 yılda ise bu konuda çok önemli adımlar atılmıştır: AB tarafından yayınlanması istenen kitaplar yayınlanmış, tüm eğitim sistemi yeniden biçimlendirilmiştir.

SOROS bu sürece Açık Toplum Enstitüsü aracılığı ile katkı vermiştir.
Öğrencileri, gençleri, tarih öğretmenlerini hedef alan, amacı, Türkiye’de Avrupa Kimliğini güçlendirmek olan projeler üretilmiştir. “İnsan Hakları” vurgusuyla yapılan çalışmalarda Ulusal Kimlik, Türk Kimliği eleştirilmektedir.

Yine bu dönemde TUSİAD tarafından hazırlatılan TARİH kitaplarından Türk – Türklük –
Ulusal Kurtuluş Savaşı – Ulus Devlet kavramları çıkartılmış, Atatürk ağır şekilde eleştirilmiştir.

Bugün İlköğretim 8. Sınıf Devrim tarihi kitabında 10. Yıl Nutku yok.

Yine TUSİAD ve Tarih Vakfı tarafından AB destekli Alternatif tarih kitapları hazırlatılmıştır. Talim Terbiye Kurulu ve Tarih Vakfı birlikte ders kitapları müfredatını köklü bir şekilde yenileme çalışmalarını sürdürmekteler. Çalışmanın temel özelliği, Atatürk – ulus devlet – milli kimlik karşıtlığıdır.

Açıkça söylenebilir. Türkiye’de ABD ve AB istekleri doğrultusunda yeni bir TARİH yazma görevinin hazırlıkları TUSİAD ve TARİH VAKFINCA YÜRÜTÜLÜYOR.

TARİH VAKFININ 2005 yılında hazırlattığı (20 yy. Dünya ve Türkiye) kitabında;

– Ulus devletin modası geçmiştir.
– Ulus kimliğine kör bağnazlıkla sarılmaktan vazgeçilmelidir.
– Kurtuluş Savaşı önemli bir savaş değildir.

vurgusu yapılmakta, 333 sayfalık kitapta Kurtuluş Savaşı yalnızca 2 sayfa tutulmaktadır.
Tüm ideolojilere yer verildiği halde, Atatürkçülük (Kemalizm) kavramları
yalnızca okuma parçalarında belge olarak adı geçen 3 askeri bildiride vardır:

12 Mart – 12 Eylül – 28 Şubat
Askeri Bildirileri. (darbe ideolojisi olarak)

Devam ediyorum..

Tek parti dönemi Faşizmle özdeşleştirilmiştir.
1923 devrimi küçültülürken / 1946 sonrası yüceltilmektedir.
Kitapta Köy Enstitüleri yoktur.
İrtica tehlikesi yer almamaktadır.

Sonuç                    :

Bugün MEB ders kitapları ve çeşitli fonlarla beslenen vakıf ve kurumlarca hazırlattırılan alternatif Tarih kitapları ile Cumhuriyet tarihi altüst edilmiş, vatanseverler hain, hainler kahraman yapılmıştır.

Resmi tarihle yüzleşme adı altında, kamuoyu, ABD-AB istekleri doğrultusunda yazılacak
YENİ BİR TARİHE alıştırılmaktadır :

– Atatürksüz,
– TÜRK kimliğini dışlayan,
– ulus devleti yıkan,
– bölmeyi kolaylaştıran,
şeriat devletine giden yolu açan bir TARİH anlayışı.

Sonuç : Laik ve milli olmaktan çıkmış, Cumhuriyet yıkıcılığına hizmet eden bir
eğitim sistemini yeniden milli ve laik yapmanın yolu ne olabilir?

Kanımca: Milli ve laik eğitim, ancak

emperyalizmin boyunduruğundan çıkmakla,
BATI ile hesaplaşmakla mümkün.

Teşekkür ediyorum. 07.12.13

Tansel ÇÖLAŞAN
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı

BÜYÜK KÜRDİSTAN


BÜYÜK KÜRDİSTAN

portresi

 


Rifat SERDAROĞLU

 

 

Bu yazımızda, Başbakan Erdoğan’ın “Kütük” gibi sert ve kırıcı üslubu yerine
Kavl-i Leyyin’i” öne çıkarmayı, yani muhatabı rencide etmeden tatlı bir dil ile
maksadını anlatma yöntemini kullanmaya gayret edeceğiz.

Önümde iki rapor var:

1) Can Paker’in Başkanlığındaki Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Grubu‘nun,
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı aracılığıyla Başbakan’a sunduğu rapor.

2) Kuzey Kürdistan (Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi)
Birlik ve Çözüm Konferansı sonuç raporu.

Bu iki raporu isteyen herkes bulabilir. İki raporun temel noktaları tümüyle aynıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden ve Türk Milletinden istenenler madde-madde yazılmış, sanki aynı elden çıkmış gibi.

Soru şu               ;

Türkiye’deki Kürtçü Hareketin önderi kim? Abdullah Öcalan değil mi? Evet.

BDPKK’lılar onun her dediğini “Allah Emri” kabul etmiyorlar mı? Evet. 

Geçen hafta Öcalan’ın, Barzani’ye yazdığı ve MİT (Türkiye Cumhuriyeti
Milli İstihbarat Teşkilatı) tarafından yerine ulaştırılan mektupta ne diyordu;

“Sayın Barzani, sizi sadece Güney Kürdistan’ın değil, (Kuzey Irak) bugün
4 parça olan Büyük Kürdistan’ın (Türkiye’nin Güneyi-Kuzey Irak-Suriye’nin Kuzeyi – İran’ın Güney Batısı) tek önderi olarak kabul ediyoruz.”

Demek ki, kurulması için çalışılan Büyük Kürdistan’ın lideri Barzani olacak.

ABD ve İsrail’in, “Büyük Kürdistan’ı” kurma kararı verdikleri ve
Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP kısaltmasıyla) Eşbaşkan olarak görevlendirdikleri, dünyada bu işleri bilenler tarafından artık itiraz edilmeyen
bir gerçektir.

ABD-İsrail-Eşbaşkan Erdoğan-Öcalan-Barzani istediklerine göre,
(Eğer Türk Milletini aşıp, başarabilirlerse) Barzani’nin Başkanlığında
Büyük Kürdistan adım-adım kurulacak demektir!

Bir an için bu hayalin gerçek olduğunu düşünelim. Yukarıdaki iki raporu hazırlayan PKK’nın kalemşorlarının T.C. Devletinden istediklerini,
gelecekteki önderleri Barzani’den de istediklerini varsayalım;
Öyle değil mi? En temel demokratik haklarını Barzani’den istemeyip de,
benden mi isteyecekler?

*Tam Demokrasi ve Anayasada yazılacak tam eşitlik istiyoruz.
Barzani yönetiminde demokrasi var mı? Kendisi daimi ve değişmez Başkandır.
Her şey, devlet kurumları dahil O’nun ve aşiretinindir. Bakanların tamamı
ya akrabası ya da kendi aşiretindendir. Etnik köken ayrımı yapılmadığı söylenir, fakat özellikle Iraklı Türkmenler için sürekli “ETNİK TEMİZLİK” yapılır.
Daha geçen hafta Tuzhurmatu ilçesinde 13 Türkmen öldürüldü, 71 Türkmen yaralandı. Öldürülenlerden biri, Irak Türkmen Cephesi Başkan Yardımcısı
yiğit insan Ali Haşim Muhtaroğlu idi. Hepsinin mekânı cennet olsun.

*Ana dilde eğitim hakkımızdır, tartışılmaz. Kürtçe eğitim ve öğretim istiyoruz.
Barzani, dil birliğini sağlamak amacıyla Kuzey Irak’ta Resmi Dil ve Eğitm-Öğretim dili olarak sadece Kürtçenin “Soranice” lehçesini kabul etti. Kürtçe’nin Kırmançi ve Zaza lehçelerinin kullanımını tamamen yasakladı.
Kürtçe’nin eğitim ve öğretim dilinde modern dünya ile yarışmasının
mümkün olmadığını anlayan Barzani, Kuzey Irak’ta Cemaatin kurduğu üniversitede olsun, diğerlerinde olsun, eğitim dilini “İngilizce” olarak kabul etti.

İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak isimleri kaldırılsın.
Şeyh Said – Said Nursi – Seyyid Rıza gibi kişilerin itibarları iade edilsin.

* Kalıplaşmış deyimlerden vazgeçilsin; Türk Bayrağı – Türk Milleti – Ne Mutlu
Türküm Diyene, gibi. Tek Dil-Tek Millet değil, ortak millet-ortak devlet denilmesini istiyoruz.

Kürtçü vatandaşlarımız bunlardan yalnızca birini örneğin, Molla Mustafa Barzani’nin isminin veya bir heykelinin kaldırılmasını, önderleri Barzani’den isterlerse, görecekleri en hafif muamele, kendisiyle beraber tüm ailesinin kafalarının kesilmesi olur!

Hele Barzani’nin bölgesinde, onun peşmergelerinden ayrı bir “Asayiş Gücü” oluşturup, yol denetimi yapmaya kalkanın sonu, kazığa oturtulmak ve
ömür boyu ayakta durmakla ödüllendirilmek (!) olur.

Şimdi, yine Kavl-i Leyyin üslubuyla soralım :

Sayın-Sevgili-Değerli-Demokrat Kürtçü- Bölücü Beyefendi ve Hanımefendiler;

  • Türk Milleti adı, Türk Devleti çatısı altında tüm kültürel-sosyal-etnik-inanç haklarınızı, özgürce ve eşit olarak kullanarak yaşamak sizleri niçin rahatsız ediyor?
  • Demokrasimizin eksiklerini hepimiz için, tüm Türk Milleti için beraberce tamamlasak öldürmeyi değil, yaşatmayı seçerek bu cennet vatanda kardeşçe yaşasak, çok mu rahatsız olursunuz?
  • Yıllardır bölge insanının kanını emen, “ağalık” “Şeyhlik” düzenini beraberce yıksak, her biri yüzlerce köy sahibi BDP Milletvekillerinin ellerindeki arazileri toprak reformu ile alsak ve sizlere dağıtsak, o ağalar, beyler çok mu
    rahatsız olurlar?

Kürtçe eğitim istiyorsunuz;

İlkokuldan başlayarak, Kürtçe Eğitim veren Özel Okullarınızı kurun ve çocuklarınıza öğretin. Bakın Türkiye’nin en zengin kişileri sizinle aynı etnik kökene sahipler.
Her biri isterlerse yüz tane okul açacak kadar zenginler. TUSİAD da size yardım etsin.
Amaç ana dilinizi öğretip, kültürünüzü yaşatmaksa buyurun beraberce yapalım.
Bilimde-Fende-Teknolojide-Ticarette-Edebiyatta kullanamayacağınız bir dil yerine bizlerin yaptığı gibi, çocuklarınıza zengin ve güzel Türkçemizin yanında ikinci-üçüncü bir dil öğretip, onları birer “Dünya İnsanı” yapmak..

sizlere çok ters mi gelir?

Lütfen bunları iyi düşünün. Katılmadıklarınız için yazın, tartışalım. Bizler bir ve bütün olursak rahat edebiliriz. Her talebi dinleyelim, birliğimize ve demokrasimize olumlu katkı sağlayacakları beraberce gerçekleştirelim.

Ama lütfen bir şey yapmayın. Türk Milletini enayi yerine koymayın.
Lütfen bizi daha fazla üzüp, Türk Milletinin sabrını zorlamayın.
İnanın Türkiye’nin %95’i sizler ve Erdoğan gibi düşünmüyor.
Kandırılmaktan bıkmadınız mı?

Bir de kendinize, aklı başında-dünya gerçeklerini bilen medeni sözcüler seçin.
Akil İnsanlardaki bir kısım sepetleri, kendine öğretim üyesi diyen yumuşakçaları,
Altan Tan- Mehmet Metiner gibileri çok mu aradınız Allah aşkına!

Hadi şimdi düşünün, İmralı’ya gidecek heyete de bu yazıyı verin,
O da düşünsün. Biz nasılsa daha çok konuşacağız.

Allah insanlara kullanmaları için vermiştir “Akıl” denen mucizeyi.
Cennet vatanında efendi gibi yaşamak varken, kendi evini yıkıp,
Barzani’ye köe olmak niye be güzel kardeşim!

Not  : Daha dlün, bölgeyi “Sömürge Valisi” tavrıyla gezen ABD’li Büyükelçiye ve
O’nun tahriklerine asla güvenmeyin. Geçmişte sizleri çok kez sattılar, yine satacaklar, baş başa kalacağız. Güvenlik Bölgelerinde yapılmakta olan Kalekol-Karakollara niçin karşı çıkıyorsunuz? Bunlar sizi, eşkıya-kaçakçı-uyuşturucu satıcısı ve teröristlere karşı korumak için yapılmıyor mu?

Sizlerin bu eşkıya- kaçakçı- terörist takımıyla ne işiniz olabilir
Sayın, Sevgili, Demokrat Kürtçü-Bölücü Beyefendi ve Hanımefendiler?

Sağlık ve başarı dileklerimle (29 Haziran 2013).

rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11

KURTLAR SOFRASI.. / Dinner Table of Wolves


Dostlar
;

26 Haziran 2012’de sitemize koyduğumuz “KURTLAR SOFRASI” adlı
85 sayfalık kapsamlı çalışmayı bir kez daha gündeminize getirmek istiyoruz.

Bu emekli çalışma, Küresel Elit‘in içyüzünü, anatomisini (yapısını),
fizyolojisini (işleyişini) sergilemekte.

Bu dosyadaki temel bilgileri edinmeden Dünya’yı ve Türkiye’yi anlamanın
çok zor olacağını düşünüyoruz.

Hoşgörünüzle, daha çok ve / veya 1 kez daha gözden geçirilmesi dileğiyle

KURTLAR_SOFRASI_03.10.02

İ ç i n d e k i l e r ……

           İlkel’den İNSAN’a Varış                                                                                          

Taş Devri Yaşamı                                                                                                   

            Mezolitik Dönemi yaşamı

Yeleşik Düzen Neolitik Çağ

            Elle Yapılan Tarım Dönemi

            Neolitiğin Üç Kurumu: Din-Aile-Devlet

            Makineleşme Dönemi

            Sanayi Devrimi

            Makineli Tarım

            Tarımın Ticarileşmesi

            Genetik, Yeni Bir Sömürü Alanıdır                                                                        7

            Sömürge Peşine Düşüş

            Küreselleşme (Köleleştirme, Uluslararası Sömürü)

            Küreselleşme Adı Altında Kurulmak İstenen: “Tek Dünya Devleti”

            Sömürücü ABD Değil, ABD’ye de Hakim Olan ELİT

ABD’nin Merkez Bankası Yoktur

ABD’nin, Merkez Bankası Görevini Gören Federal Rezerv

Paraya ve Petrole Sahip Elit Kimdir?

Siyon Liderleri Protokolleri (Planlarını anlattıkları kitap)

Elit’in Uluslararası Örgütleri: CFR, IMF, DB, DTÖ, BM, Bilderberg,
Trilateral, AB Elit’in Uluslararası Şirketleri

Elit’in Korkusu Ulus-Devletlerdir

Kazanan Hep Elit’tir                                                                                                8

Yazı, Dil, Tarih ve Uygarlıklarıyla; Evrensel Uygarlıkların Kökenini
Oluşturan Ön Türkler /ON OKLAR

Tüm Ülkelerin İlgi Odağı Türkiye

Atatürk Bu Ülkeyi Bağımsızlıktan Ödün verilsin, Köleleştirilsin Diye Kurmadı

Elit’in Parayla Para Kazanması

Zenginler Daha Zengin, Fakirler Daha Fakir Oldular

Tarihte Bir Gezi                                                                                                       9

AYRI Adlar Altında Tanınan Örgütler, Aynı Yere, Elit’e Bağlıdır.

Getirileri Aynı Havuza Akar

Elit, Dünya Eliti’dir

ABD Yazılı Yerleri Elit Olarak Anlamak Gerek

İşte Kurtlar Sofrası

Siyon Tarikatı (1090)

Tapınak Tarikatı (Tampliye Şövalyeleri, 1118)                                                     10

Vatikan                                                                                                                     11

OPUS-DEI

Malta Şövalyeleri                                                                                                    12

Dömenikenler Tarikatı

Fransiskan Tarikatı

Cizvitler Tarikatı

Masonluk (1723)                                                                                                      13

Operatif Masonluk

Spekülatif Masonluk

Masonluğa Giriş Töreni                                                                                         14

Türkiye’de Masonluk

İlluminati (1776)                                                                                                      15

Bohemian Klübü (1830)                                                                                          16

Kurukafa ve Kemikler Tarikatı (1833)

B’nai Brith (1843)

Yuvarlak Masa Örgütü (1877)                                                                                17

Wilson İlkeleri (1912)                                                                                              18

Federal Rezerv (ABD’nin Elit’e ait Merkez Bankası, 1913)         

1 Doların Şifresi: Her Yol Elit’e Çıkyor                                                                  19

Dış İlişkiler Konseyi (CFR, 1921)                                                                          21

Birleşmiş Milletler (1945)                                                                                       22

Uluslararası Para Fonu (IMF, 1945)                                                                     23

Filipinle Hükümetinin İsyanı

Niyet Mektupları (Diyet Mektupları)                                                                       24

Ülkeler Nasıl Köleleştiriliyor?

Nasıl Kurtulacağız?

Özel Çekme Hakları (SDR)                                                                                    

Dünya Bankası (DB, 1945)                                                                                     25

GATT (Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması, 1947)

Truman Doktrini (1947)                                                                                          26

Marshall Planı (1948)

Batı Avrupa Birliği (BAB, 1948)

NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması, 1949)                                                              27

NATO ve Götürüleri

Bilderberg (1954)                                                                                                    28

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET, 1957) sonra AT, sonra Avrupa Birliği          29

Eisenhower Doktrini (1957)                                                                                   30

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD, 1960)

Trilateral Komisyon (Üçlü Komisyon, 1973)

Çok Taraflı Garanti Yatırım Kuruluşu (MİGA, 1985)                                            31

Yıldız savaşları (SDI: Stratejik Savunma Girişimi)

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK, 1990)                                        32

Avrupa Birliği (AB, 1992)

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA, 1992)                               33

GATT, sonra Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ/WTO, 1994)

Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS, 1994) 

Avrupa Enerji Şart (1985)                                                                                       34

Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI)

Uluslararası Şirketler                                                                                              35

1919-2002 Arası Türkiye ve Türkiye’ye Dayatılan Anlaşmaların İçyüzü            36

Bir İncelemede “Özünü” Kavramak Önemlidir

İç ve Dış Politikayı Etkileyen Ögeler

Tarih ON OKLAR’da / Türkler’de Başlar

Evrensel Uygarlıkların Kökeni On Oklar / Türkler

Atatürk, Türk Ulusunun Kimliğini, Kökenini Bulması İçin Çok Çalışmıştır

Eksik ve Yanlış Resmi Tarih Değişmelidir

Türkler Dünya Tarihindeki Yerini Almalıdır

Türkiye’nin 1919-1923 Dönemi                                                                              37

Satılmış, Paylaşılmış, Yıkık Bir Ülke

“Ya Bağımsızlık, Ya Ölüm”

Yeni Bir Toplum, Yeni Devlet ve Sürekli Devrimler

1919-1923 Arası Önemli Olaylar

İngiltere’nin Kürt Politikası

Chester Projesi (1923)                                                                                            38

Türkiye’nin 1923-1939 Dönemi ve Önemli Olaylar                                              39

Montrö Sözleşmesi (1936)                                                                                    

Sadabat Paktı (1937)

Hatay’ın Alınışı (1938)

Türkiye’nin 1939-1945 Dönemi                                                                              40

Atatürk’ün Yolundan Sapış Dönemi                                                                     40

Atatürk’ün Öngörüsü                                                                                            

2. Dünya Savaşı (1939-1945)

Yalta ve Postdam Konferansı (1945)

Ticari İmtiyaz Anlaşması (1939)                                                                            41

Üçlü İttifak (1939)

Türkiye’nin 1945-1960 Dönemi

Atatürk’ün Yolundan Sapış ve Hovardalık Sürüyor

İrticanın Kuramcısı ABD (1945)                                                                             42

Milletler Cemiyeti Görevini Birleşmiş Milletler’e Devrediyor (1945)                 

Bretton Woods Örgütleri: IMF, DB, GATT, DTÖ vb)

Yardım ve Yardım Anlaşmalarının Aslı, Ağır Şartlı Dayatmalardır

Türkiye-ABD Karşılıklı Yardım Anlaşması (23 Şubat 1945)                                43

10 Milyar Dolarlık Kredi Anlaşması (27 Şubat 1946)

Türkiye ABD Arasındaki Ek Anlaşma (6 Aralık 1947)                                          44

Truman Doktrini (12 Mart 1947)

Amerika, Askeri Yardımları Niçin Yapıyormuş?

Askeri Yardım Anlaşması (12 Temmuz 1947)

Marshall Planı (2 Nisan 1948)                                                                                45

Max Thornburg Raporu ve İstekleri (1947)

Marshall Planının Olumsuz Etkileri

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO, 4 Nisan 1949)                                     46

Türkiye’nin NATO’ya Alınma Nedeni

Yardımların Veriliş Nedenleri

Türkiye-ABD Eğitim Komisyonu Anlaşması (27 Aralık 1949)                             47

Albay Haydar Tunçkanat’ın Söyledikleri

Türkiye-İsrail Ticaret ve Ödemeler Anlaşması (4 Temmuz 1950)                      48

Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (18 Ocak 1954)

Petrol Yasası (7 Mart 1954)                                                                                   49

Ortaklık Güvenlik Anlaşması (10 Mart 1954)                                                        50

NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi (SOFA, 20 Mart 1954)

Askeri Kolaylıklar Anlaşması (23 Haziran 1954)

Vergi Muafiyetleri Anlaşması (24 Haziran 1954)

Bağdat Paktı (24 Şubat 1955)                                                                                51

Elit Rockefeller’in ABD Başkanı Eisenhower’a Mektubu (1956)

Türkiye-ABD Tarım Ürünleri Anlaşması (12 Kasım 1956)                                   52

Londra Deklarasyonu (28 Temmuz 1958)                                                            

Türkiye-ABD İstimlak ve Müsadere Garantisi Yasası (Ocak 1959)

Türkiye-ABD Güvenlik İşbirliği Anlaşması (5 Mart 1959)                                       53

Jüpiterlerin Türkiye’ye Yerleştirilmesi (25 Ekim 1959)

Türkiye’nin 1960- 1980 Dönemi                                                                            

U2 Olayı (1 Mayıs 1960)                                                                                          54

ABD’nin, Zırai Maddeler Ticaretinin Geliştirilmesi Hakkında, 161 milyon dolarlık
İkili Anlaşma ile İlgili Olarak Notası (21 Şubat 1963)

Türkiye-AET Ankara Anlaşması (12 Eylül 1963)                                                 

Türkiye ABD Kredi Anlaşması (31 Mayıs 1968)                                                   55

Ege Sorunu

Kıbrıs Sorunu                                                                                                         

Türkiye’nin 1980 ve Sonrası Dönemi                                                                    56

Türkiye Ekonomisini Etkileyen 4 Kriz                                                                  

Özelleştirme                                                                                                            57

ABD Türkiye’ye Neden Yakınlık Gösterdi?                                                          58

Kürt Sorunu ve ABD

“ABD, Türkiye’de Toprak Bütünlüğünü Desteklemiyor, Aksine Köstekliyor  

Çevik Kuvvet (Birleşik Devletler Merkezi Komutanlık)                                        59

Mutabakat Muhtırası (29 Kasım 1982)                                                                59

Limni Sorunu

Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA, 18 Aralık 1985)

Ortadoğu’da Su Sorunu                                                                                        60

Boğazlar Sorunu

Körfez Savaşı                                                                                                         

Körfez Savaşı Sonrası

Körfez Savaşında Türkiye’nin Kayıpları                                                               61

Avrupa Birliği ve Türkiye (AB, 7 Şubat 1992)

Oyalamanın Serüveni                                                                                             62

Türkiye AET’ye 1959’da üye olmak üzere başvurdu

Ankara Anlaşması (12 Eylül 1963)                                                                        63

Lüksemburg Zirvesi (Mart 1976)                                                                           64

Avrupa Tek Senedi (1 Temmuz 1987)                                                                 65

Dublin Zirvesi (28 Nisan 1990) 

Matutes Paketi (6 Haziran 1990)

Maastricht Anlaşması (7 Şubat 1992), (AET –AT) Avrupa Birliği oldu

Lizbon Zirvesi (25-27 Haziran 1992), Edinburg Zirvesi (11-12 Aralık 1992)

Kopenhag Kriterleri (22 Haziran 1993)

Gümrük Birliği (6 Mart 1994’te imza. 13 Aralık 1995’te yürürlüğe girdi             66

Madrit Zirvesi (16 Aralık 1995)

Amsterdam Zirvesi (16-17 Haziran), Lüksemburg Z. (12-13 Aralık 1997)        67

Cardiff Z. (15-16 Haziran), Viyana Z. (11-12 Aralık 1998)

Köln Zirvesi (3-4 Haziran 1999)

İlerleme Raporu (13 Ekim 1999)

Helsinki Zirvesi (10-11 Aralık 1999) Türkiye “aday” ülke oldu

Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB, 17 Temmuz 2000)

Genişletilmiş Siyasi Diyalog (4 Aralık 2000)                                                       68

Nice Zirvesi (8-10 Aralık 2000)

Ulusal Program

Leaken Zirvesi (14-15 Aralık 2001) …                                                                 69

AB; Kıbrıs, Ermeni Soy. İddiaları, Azınlıklar- Bölücülük, Ege Sorunu, Patrikhane, Heybeliada Ruhban O, IMF programları konularında, Türkiye’den Ne İstiyor?

Kıbrıs, Ermeni Soykırımı İddiaları, Azınlık Sorunu-Bölücülük                           70

Ege Sorunu, Patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulunun Yeniden Faaliyete Geçirilmesi, IMF Programlarının Uygulanması, Sonuç                                                           71         

AB Yolunda Neler Yapılacak? Adım Adım 2004                                                72

2000’de, 2001’de, 2002’de Yapılacaklar                                                            73

2003’te, 2004’te Yapılacaklar                                                                              74

Bu İşte Bir Terslik var Avrupa Birliği’ne Hayır

Türkler Aynı Zamanda Avrupalıdırlar                                                                  75

Araştırmacı Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan

Büyük Araştırmacı Yüceler Yücesi ATATÜRK Atatürk’ün Bir Şiiri

Gümrük Birliği (13 Aralık 1995)                                                                            

Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK, AB Ordusu)                              

AB İlişkilerinde Anayasa İhlali ve Yetki Aşımı                                                   76

Türkiye-İsrail Serbest Bölge Anlaşması (14 Mart 1996)                                  77

Türkiye-AB Tarım Anlaşması (9 Ocak 1998)                                                       

Güneydoğu Avrupa (Balkan) İstikrar Anlaşması (30 Temmuz 1999)

Uluslararası Tahkim                                                                                              

Türkiye-ABD Tic. ve Yat. İlişki. Geliştirilmesi Anlaşması (7 Aralık 1999)          78

Nitelikli Sanayi Bölgesi                                                                                          79

Çare ve Çözüm                                                                                                     79-80
Dipnotlar ve Kaynakça (158 adet)                                                                        81-85         

**********************

Dosya şöyle başlamakta                              :

  • İlkel’den İNSAN’a varış; insanın Kendin’den Kendine’dir,
    bir hayli emek, sabır, akıl, bilim, vicdan ve gönül ister.

Taş Devri (Paleolitik Çağ) dediğimiz dönemde, mağaralarda birarada yaşayan, ilkel-eşitlikçi-durağan bir birlikleri olan, ilkel sürü diyebileceğimiz insanlar; daha çok kadınların uğraştığı Toplayıcılık, erkeklerin uğraştığı Avcılık ve Balıkçılık yaparak; Asalak ekonomileri, ortak çalışma, ortak paylaşma ve işbirliği ile yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Ateşi bulmuşlar, taştan aletler yapmışlardır. Korku ve umuda dayalı, düzensiz, raslantısal, sınıflandırıcı, düşçü, taklitçi ve sihirsel kültüre bağlı bir yaşamları vardır. Sonraları Devşiricilik denilen, yabani tahıl toplayıcılığı ile Ambarlama ve Biriktirme yöntemlerini kullandıkları, dinsel düşünüşün yavaş yavaş başladığı, bir tarıma ve üretime geçiş dönemi yaşamışlardır (-12.000, Mezolitik). Daha sonra da insanlar, coğrafi olayların, iklim koşullarının zorlaması ve nüfus artışı nedeniyle, sığınaklarını, mağaralarını bırakmışlar, ekolojik olarak zengin topraklara, vadilere ve daha çok su kenarlarına yerleşmişlerdir. Avcı ve toplayıcı topluluklar, biriktirdikleri malları taşıyamayacakları için yerleşik düzene geçmişler, korunmak için hendekler, surlar yapmışlar, bitkileri ve hayvanları evcilleştirmeye başlamışlardır. Balta, kazma, kürek, çapa, saban, döven, orak, pulluk ve tırpanla yani elle yapılan “tarım”la üretime geçmiş ve toplumsal yaşamı başlatmışlardır (-10.000, Neolitik Çağ). Tekerlekli taşıma araçları, yelkenliler yapmışlar, yünleri eğirip, kumaş dokumuşlar, sazdan hasır ve sepetler örmüşler, kolyeler yapmışlar, topraktan kaplar yapıp seramiklemişler ve yemeklerini pişirmeye başlamışlardır. Toplayıcılık ve avcılıktan tarım ve hayvancılığa geçiş, zamanla yiyecek depolamayı da (artı ürün) olanaklı kılmıştır. Biriktirilen yiyecek fazlası; artık tarımla uğraşmayan, araç gereç yapımıyla uğraşan, bir kısım uzman zenaatçıların da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Tarımsal ürün fazlalığı, ekonomideki ve teknolojideki gelişmelerin temel kaynaklarından biridir. Ekim, dikim, hasat, zenaatçılık, uzmanlaşma derken, köyler kurulmuş, tarım ürünlerinin pazarlanması, değiş tokuş edilmesi ile ticaret diyebileceğimiz alış-veriş başlamıştır. Köylerin zenginleşmesi ve gelişmesi ile kentler kurulmuş ve daha sonra Devletler ortaya çıkmıştır.

Neolitik Çağın geliştirdiği üç kurum;

Din (Korku, umut, yalvarma, yakarma, tapma, tapınma, başeğmeye ödül, başkaldırmaya ceza, ruh, öte dünya, tanrı, melek, şeytan, cin vb),

Aile ve

Devlet’tir.

Artı ürün, toprak ve verimli yerleri ele geçirerek hüküm sürme uğruna, çekişmeler, kavgalar çoğalmış, istilalar başlamıştır. Ekonomik, siyasi çıkar çatışmalarıyla
sınıf kavgaları ve ülkeler arasında sömürü ilişkileri hızlanmıştır.

Makineleşme: 1840-1850 yılları…

Ve dosya şöyle bağlanmakta                   :

Özetle                   :

Yeni bir kurtuluş savaşı gerek…

Çare; Yüceler Yücesi Atatürk’ün yolunu; Akıl, bilim, vicdan ve gönül eşliğinde gereğini yaparak daha ileriye taşımak, insan gibi yaşamak, İNSAN olmaktır…

Bu ulusu tanımayanlar, tanıyamayanlar!!! 

  • BİZ SÖMÜRGE OLMAYIZ, 
  • BİZ KÖLELEŞMEYİZ … 
  • TAM BAĞIMSIZLIK, ÖZGÜRLÜK BİZİM KARAKTERİMİZDİR …

 Aydınlık günler dileğiyle “Günaydın İnsanlık”..

******************

Bu kapsamlı dosyanın üretilmesinde ve paylaşımında paha biçilmez emekleri olan tüm DOST lara, sözcüklere sığmayan gönülden şükranla..

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Rifat Serdaroğlu : ALEYKÜMSELÂM !


ALEYKÜMSELÂM !

portresi3

Rifat Serdaroğlu

TÜSİAD (TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği) Başkanı Muharrem Yılmaz, Cizre’de sözlerine “Selam Cizira Botani” diye Kürtçe başladı.

Selam Cizira Botani!
Selam Cizira Botani!
Biz de selamını alalım;

Aleykümselâm ya Serok Boktani.
Aleyna Aleykümselâm ya Serok Boktani!

Allah bir insanı rezil etmek isterse önce aklını ve utanma duygusunu alırmış.

TÜSİAD’ı kuran ve rahmete kavuşmuş kişiler, bu derneği kurarken çok düşündüler ve derneğin adının başına “TÜRK” ismini bilerek ve isteyerek koydular.
TÜRK dediler, TÜRKİYE / TÜRKİYELİ demediler.

Cumhuriyet – Atatürk Türkiye’si ve Türk Milleti sayesinde zengin olduklarının bilinciyle, bir minnet duygusunun ifadesi olarak “TÜRK”adını koydular.

Atatürk olmasaydı, Cumhuriyet olmasaydı kendilerinin bu servetlere
asla sahip olamayacaklarını onlar çok iyi biliyorlardı.

Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Ali Koçman, Şahap Kocatopçu gibi Başkanlar,
Lâik Cumhuriyete ve Çağdaş Türkiye’ye sahip çıktılar ve savundular.

Ne Tarikat-Cemaat artıklarına, ne de uyuşturucu kaçakçısı Kürtçü-Bölücülere
prim verip şirin görünmeye çalışmadılar.

Sayın Muharrem Yılmaz;

TÜİK’in açıklamalarına göre, Tütün Ürünleri Sanayisinin %69’u, Otomotiv Sanayisinin %50,3’ü, Elektronik Sanayisinin %48,5i yabancı denetimine geçmiş bulunmaktadır.

AKP Hükümetinin “İthalata” dayalı ekonomik politikası, Türk Sanayisini zorlamakta, sanayicilerimiz mevcut tesislerini yenileyememekte ve yeni sanayi tesisleri kurulamamaktadır.

Böyle bir ortamda elbette ki ülkemizin problemleriyle ilgilenip, çözüme katkıda bulunmak takdir edilecek bir davranıştır.

Tamam da, lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve sorduklarımı iyice düşünün;

*Siz Selanik-Drama kasabasından Türkiye’ye gelen muhacir bir ailenin çocuğusunuz.
Doğum yeriniz Bursa’ya gittiğinizde, konuşmanıza Arnavutça-Boşnakça-Pomakça-Rumca mı başlarsınız?

Karadeniz’de Lazca-Gürcüce mi selamlama yaparsınız?

Böyle bir saçmalığı şimdiye kadar yapmadığınıza göre, Cizre’de niçin Kürtçe selamlama yaptınız? Orası Türkiye Cumhuriyetinin şirin bir ilçesi değil mi?
Orasını siz de, PKK gibi Kürdistan’ın bir ilçesi olarak mı görüyorsunuz?

*Siz TÜSİAD’ın Başkanısınız!
Toplantı yapacağınız yere bir adet olsun Türk Bayrağı ve Atatürk fotoğrafı astıramadınız mı?
Türk Bayrağı ve Atatürk resminin olmadığı bir salonda konuşmak sizi
rahatsız etmedi mi?

*Cizre’deki konuşmanızda, Türkiye’nin 54 bin insanının ölümüne, 400 Milyar Dolarlık ekonomik kaybımıza neden olan ve hür dünyanın “Terör Örgütü” kabul ettiği PKK Narko-Terör örgütünü lanetleyecek tek kelime söyleyemediniz mi?.

En azından sizin Cizre ziyaretinizden bir gün önce, kendi “Asayiş Gücünü” oluşturan PKK’lılara;

Siz ne yapıyorsunuz, aklınızı başınıza alın.
Ayrı bir devlet mi kuruyorsunuz”
 diyemediniz mi?.

Değerli Okurlar;

Hiçbir millete demokratik özgürlük-çağdaşlık-aydınlanma, birileri tarafından
hediye edilmemiştir. O milletler bunları hak ederek, kazanmışlardır.

Bugün imrendiğimiz Avrupa Demokrasi, uğruna yıllarca savaşıp
bu yolda canlarını vermekten çekinmeyen kişiler sayesinde oldu.

Biz Türkler, Atatürk önderliğinde kendi devletimizi kurmak için
tüm emperyalist devletlere karşı savaştık.

Can verdik, kan akıttık.
Kazandık, devletimizi kurduk.

Fakat demokrasimiz bize giydirildi.
Bizim demokratik mücadelemiz çok yapaydı.

Atatürk bize Cumhuriyeti hediye etti.
Fakat Cumhuriyet yalnızca bir çerçevedir.

Bu güzel çerçevenin içini standartları, gelişmiş ülkelerdeki gibi yüksek olan
bir demokrasi yerleştirmek bizim işimiz.

Bunun için her birimizin, Cumhuriyetimizin kurum ve kuruluşlarımızın,
omurgalı davranmak mecburiyetimiz vardır.

Biz de Cumhuriyetimizi, en gelişmiş bir demokrasi ile taçlandırıp onunla
gurur duymalıyız.

Bunu Türk Milleti olarak biz yapamazsak, Cumhuriyet çerçevesinin içine ya
“Federe İslam Devletini” ya da “Kuzey Kürdistan” adlı Marksist-Leninist
Kürtçü devleti yerleştirecekler.

O zaman TÜSİAD Başkanının ve müsamere çocuğu tipindeki arkadaşlarının
hep bir ağızdan ve yüksek sesle “Cumhuriyet Türkiye’si ruhuna haydi hep beraber,
El-Fatiha!…”
 diye bağırmaları gerekir.

Not; Serok=Başkan / Boktani = Kötü (Konçimari Lehçesi)

Sağlık ve başarı dileklerimle.
27 Haziran 2013, İLK KURŞUN

Yeni Türkiye’ye Selam!


Dostlar
,

YURT Gazetesinden Sayın Merdan Yanardağ‘ın nefis bir çözümlemesini
(tahlil, analiz) aşağıda paylaşmak istiyoruz.

Sayın Yanardağ, son derece birikimli ve yütekli bir yazar.
En önemlisi ise doğrultu tutarlığı..
Uzun yıllar boyunca, çektiği onca sıkıntıya karşın gene de ödün vermeyen,
dim dik, onurlu bir aydın ve yazar..

Kendisini aşağıdaki yazı için kutluyoruz ve bu yazının elden geldiğince çok insan tarafından okunmasını diliyoruz.

Sayın Yanardağ’a ekleyelim                     :

1. Yola çıktık, başarılı adımlar attık.. ama daha çok yolumuz var..

2. Kitleleri mutlaka daha etkin – yaygın örgütlemek ve bilinçle önderlik etmek gerek.

3. Sahi, bu süreçte TBMM’deki muhalefet partileri görevlerini yeterince yapıyor mu?

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Yeni Türkiye’ye Selam!

portresi

MerdanYANARDAĞ

Halk direndi ve kazandı.
Bir öfke patlaması yaşandı.
Dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgiye uğradı.

Toplum korku duvarını yıktı ve Türkiye’nin bütün meydanları Taksim’e dönüştü.
Peki ne oldu da böyle bir toplumsal patlama gerçekleşti?

Bütün Türkiye ayakta

Toplum korku duvarını yıktı.

AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine ilişkin efsane çöktü.

Bu öyle büyük ve hızlı bir çöküş oldu ki, AKP’nin vesayet rejimini yıktığı tezine
dört elle sarılan sağlı sollu liberaller başta olmak üzere üzere, kendi hayatlarına ve değerlerine ihanet eden aydınlar, muhafazakâr yağmacılar, izleyicilerini terk eden merkez medyanın tamamı bu enkazın altında kaldı.

‘Hani muhalefet nerede’ diye soran liberal şarlatanlar, aşağıdan gelen bu büyük
öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Hiç beklemiyorlardı, birden bire insanların neden sokağa çıktığını anlayamadılar. İstanbul’un her köşesinde ve Türkiye’nin
her bölgesinde gece yarısı kadınların, erkeklerin, yaşlıların, gençlerin ve çocukların ellerine tencere tava, bayrak ve flamalarını alarak protesto eylemine nasıl katıldığını çözemediler.

Çünkü onlar AKP-Cemaat koalisyonunun bu ülkeyi özgürleştireceğine,
dahası “muhafazakâr devrim” yoluyla Türkiye’nin tıpkı Batı ülkelerinde olduğu gibi, sivil toplumun güçlendiği bir burjuva toplumu ve demokrasisi haline geleceğine
iman ediyorlardı.

  • Oysa iktidar gücünü iç dinamiklerden daha çok, dış dinamiklerden alan AKP,
    pek demokratik gerekçelerle dinci-faşizan bir diktatörlük kuruyordu.

Zaten liberaller, kurulu düzenle uzlaşmaya karar vermiş yorgun solcular,
kendi yaşamlarına ihanet eden gazeteciler ile servetten ve iktidardan daha çok
pay isteyen tutucu taşra sermayesinden başka AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceği yalanına inanan olmadı.

200 YILLIK İLERİCİ BİRİKİM ve AYDINLAR

CNN International televizyonuna konuşan, merkez medyanın yarı aydın isimlerinden biri, muhabirin net sorusuna karşın insanların seküler hakları için nasıl böyle
büyük kütleler halinde sokağa çıktığını, 48 saat boyunca aralıksız polisle çatıştığını ve kararlılıkla direnişlerini sürdürdüğünü anlatamadı. Oysa muhabirin sorusu tam da
bu durumu anlamaya yönelikti.

Oysa ortada şaşıracak, açıklanamayacak bir şey yoktu…
Neo-liberal yağma politikalarını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti,
servet transferi gerçekleştiriyordu. Yandaş bir sermaye grubu yaratarak
iktidarının sosyal ve ekonomik temelini hazırlamaya çalışıyordu.

Bu, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı büyük ve pervasız bir
yolsuzluk ekonomisi demekti ve halkta bir öfke birikimine yol açıyordu.Gelir adaleti Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar bozulmuş, sosyal adalet çökmüş, sosyal güvenliğin yerine sadaka ekonomisi geçirilmişti.Özelleştirmeler işsizliği arttırmış, esnek ve güvencesiz çalıştırma, taşeronlaştırma sistemi iş yaşamının belirleyici karakteri olmuştu. Din istismarı ile 10 yıl tepkileri yatıştırıp durumu idare ettiler.

Öbür yandan AKP; Ergenekon, Balyoz gibi polis-adliye tertibine dayalı örtülü bir darbe ile aydınları susturmuş, TSK’yı teslim almış, halkı sindirmişti.
Devleti bütünüyle ele geçiren iktidar, bir güç sarhoşluğu içindeydi.Ancak boyun eğmeyen aydınları, Türkiye’nin 200 yıllık ilerici birikimini ve
devrimci damarını unutmuşlardı.ERDOĞAN’IN KİBRİ ÖFKEYİ BÜYÜTTÜ

Seküler bir hayat yaşayan kimi aydınların, liberallerin ve yanaşma solcuların
AKP’ye verdikleri destek, önce halkın kafasını karıştırdı.

Aydın ihaneti toplumun direniş refleksini kırdı.
Ama bu durum sürdürülemezdi.
Elde ettikleri güç, bir iktidar küstahlığına da yol açıyordu.

Dinsel gerekçelerle alkol yasağı koyup,
toplumun önemli bir kesimini ayyaş ilan etmeye kadar götürdüler işi.Akıllarınca milletle devleti barıştırıyorlardı. Onlar kendi dar dinci taleplerini ve kaygılarını milletin talepleri ve kaygıları sanıyorlardı. Cumhuriyetin ise bir avuç seçkinin rejimi olduğunu düşünüyorlardı. Oysa ne Türkiye’de ne de dünyanın başka yerinde
gerçek böyle değildi. Ufukları imam hatip okulları tedrisatıyla sınırlı olan iktidar kadroları bunu anlayamadı. Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından daha geniş ve büyüktü.
Halkın öfkesi birikti… İktidarın ve Erdoğan’ın kibri, bu öfkeyi daha da büyüttü.

  • Gezi Parkı halk isyanının simgesi oldu;

‘Artık yeter’ diyenler, polis copuna, biber gazına, panzerlerin terörüne karşın
Taksim’e çıktılar.

İstanbul başta olmak üzere bütün Türkiye’de 48 saate yayılan halk isyanının ilk özelliği, kendiliğinden gelişmesiydi. Örgütlü değildi, gücü de naifliğinden geliyordu.

Sosyalist bir gençle, gömleğinde Atatürk resmi olan bir Kemalist ve Çarşı Grubu’ndan bir BJK taraftarı aynı saflarda mücadele ediyordu.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece Harbiye üzerinden Taksim’e girmeye çalışan kitleyle beraberdim.
Polis mermi atıyor, su sıkıyor, kitle önce geriye çekiliyor, kaçıyor fakat sonra
yeniden ve daha büyük bir kararlılıkla yükleniyordu.
Göstericilerin örgütsüz ve dağınık olsa da yüksek bir dayanışma içinde ve
kararlılıkla davranmaları, onların bir kütle halinde hareket etmesini sağlıyordu.KORKU YER DEĞİŞTİRDİ, İKTİDAR GERİ ÇEKİLDİTaksim direnişinde devrimciler, demokratlar, cumhuriyetçiler, CHP’liler, spor kulüplerinin taraftar dernekleri, sosyalist partiler, çocukları ve eşleriyle gelen sıradan yurttaşlar
hep birlikteydi. Bu nedenle bazı müstehcen sloganlarla faşizme karşı atılan
siyasal sloganlar kısa aralıklarla aynı yerden yükseliyordu. Türk bayraklarıyla
devrimci örgütlerin bayrakları, acele yazılan dövizlerle spor kulüplerinin flamaları
yan yana dalgalandı.

Taksim Gezi Parkı, gerici-faşizan AKP İktidarına ve yağma düzenine isyanın alanı oldu. Toplumun her kesiminden, her sınıfından, her inanç grubundan insan direnişe destek verdi. Bazı firmaların Taksim’de yapılacak AVM’de mağaza açmayacaklarını açıklamalarından sonra TÜSİAD da, “Halkın vicdanının yaralandığına” ilişkin bir açıklama yaptı.

  • Dün dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgi aldı. 
  • Halk karşı devrime dur dedi.
  • Dün korku yer değiştirdi. İktidar geri çekildi.

El Kaide, El Nusra gibi çeteleri silahlandırıp Suriye’nin üzerine süren ve
gücünü abartan siyasal islamcılar bozguna uğradı. Her toplumsal muhalefet eylemini “darbecilerin komplosu” ya da “Ulusalcıların ve Ergenekoncuların” provokasyonu diye yaftalayanlar, satılık aydınlar, maaşlı liberaller bu yalanı sürdüremez hale geldiler.

  • AKP faşizmi yenilgiye uğradı. Halk Taksim’i geri aldı.

Türkiye’nin her meydanı, İzmir’de, Ankara’da, Eskişehir’de ve başka kentlerde
Taksim oldu.

Dün AKP faşizmini ve emperyalist kuşatmayı yenilgiye uğratacak toplumsal güç,
tarih sahnesine çıktı. Cumhuriyetçiler, sosyalistler, emekçiler, solcular, yurtseverler, ulusalcılar, devrimciler, çalışanlar, laiklik kazanımlarını korumak isteyen yurttaşların cephesi…

Eğer Sırrı Süreyya Önder‘i ve bireysel/yerel kimi katılımları bir yana bırakırsak,
Kürt siyasal hareketi örgütsel bir tutumla ortalıkta yoktu. Olmalıydı. Olamadı.

Artık yeni bir Türkiye var.
Selam olsun yeni Türkiye’ye…

Merdan Yanardağ
YURT Gazetesi, 02.06.2013

Batı, 150 yıllık hedefine ulaşıyor mu?


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN 

portresi2

Batı, 150 yıllık hedefine ulaşıyor mu?

Ertuğrul Özkök, nicedir savunduğu görüşünü, 23 ve 24 Nisan tarihli yazılarında
biraz daha vurgulu olarak yeniden yazdı:

  • “İki baskın etnisiteden oluşan devletler yürümüyor. Ailelerde olduğu gibi toplumlarda da dostça ayrılık bazen iki tarafa da en büyük yararı sağlayan çözüm olabilir.”

Taha Akyol, 24 Nisan günlü köşe yazısında Ertuğrul Özkök’ü destekledi.

Hürriyet’in bir diğer yazarı Ege Cansen ise, 27 Nisan tarihli köşe yazısında, aynı görüşü, arkasındaki neden ile birlikte açık sözlülükle dile getirdi:

“Silivri’nin engelleri temizlediği yolda ilerleyen iktidarın izlediği Kürt siyasetinin amacı; ‘T.C. ulusal sınırları içinde bulunan Kürtlere bir tür bağımsızlık verip, barış içinde yan yana yaşamayı sağlamaktır’ şeklinde özetlenebilir. Bu amaç, 19. yüzyıldan beri devam eden, Batılı büyük devletlerin, Dünya ve özellikle Osmanlı Devleti için öngördükleri siyasi yapılanmaya uygundur.”

Ege Cansen, yazısını, “Bükemediğin bileği öp, bükebildiğini kır.” diyerek bitirmiş.

Kısacası “19. yüzyıldan beri karşı karşıya olduğumuz Batılı devletlerin bileğini bükemedik, o halde parçalanmayı kabul edelim.” diyor.

Gerek Ertuğrul Özkök’ün, gerekse Ege Cansen’in görüşleri, rastgele ifade edilmiş değildir.

Türkiye’nin Batı işbirlikçisi büyük burjuvazisi, Batı’nın Kürt sorunu ile ilgili dayatmalarına teslim olmuştur.

Şimdi kamuoyunu bu teslimiyete hazırlamak için çalışıyorlar.

Teslimiyetin nedenleri

Altmış sekiz yıllık Atlantik macerasının sonunda, Kürt sorununda gelinen yer, “ver kurtul” politikasıdır. (A. Saltık’ın notu : Türkiye 1952’de NATO üyesi oldu, 71. yıldayız!)

Büyük burjuvazinin bu noktaya gelmesini sağlayan başlıca iki etken vardır:

1. Son altı yıldır BOP Eşbaşkanlığı tarafından TSK ve İşçi Partisi başta olmak üzere Türkiye’ye karşı yürütülen operasyonda önemli bir mesafe alındı.

Amerika ve onunla yazgı birliği yapan AKP ve F Tipi gibi Ortaçağ güçleri,
bütün bölgeye yönelik planlarında ilerlemek için Türkiye’yi yeniden şekillendirirlerken
her türlü engelden kurtulmak istediler.

Onun için 2001 yılında hazırlanan Ergenekon şemasının içine büyük burjuvaziden de kimi isimleri serpiştirdiler.

Büyük sermayenin basın yayın dünyasındaki temsilcileri; vergi cezaları ve
başka alanlardaki işlerine taş koyularak vb. operasyonlarla hizaya getirildi.

  • On yıllık süreç sonunda büyük sermayenin kayda değer bir bölümünün el değiştirmesi sağlandı.

Kalanı, AKP’nin “akil adamları”na dâhil olacak şekilde ehlileştirildi.

2. Gümrük Birliği’ne dâhil edilerek ve özelleştirmelerle milli ekonomi tasfiye edildi. Çarkların dönmesi sıcak paraya bağlı hale getirildi. 70 milyar doları bulan enerji faturası ve bir o kadar olan cari açık, ekonominin patronlarının tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.

İşbirlikçi büyük burjuvazi, bu koşullarda önüne konan “Kuzey Irak petrolü ve doğalgazı havucu”nu kabul etmek dışında bir çıkış yolu görememektedir.

“Kuzey Irak pastasından pay almak” ise, ABD’nin bölge senaryosunda kayıtsız şartsız rol almaya bağlıdır.

Türkiye’ye doğru genişleyecek olan Barzanistan (kukla devlet),
bu senaryonun olmazsa olmazıdır.

Onun için TÜSİAD takımı, Atlantik ötesinde kotarılan “Kürt açılımı”nı hararetle destekliyor.

Büyük yanılgı, yanlış hesap

Ama fena halde yanılıyorlar.

Gözlerine Atlantik mamulü at gözlüğü takılmış, boyunlarına içinde Musul-Kerkük petrolü hayali bulunan Amerikan malı yem torbası asılmış, ne çevrelerinde olan bitenlerden haberleri var, ne de önlerini görüyorlar.

Görmedikleri ve duymadıkları gerçekler şunlardır:

1. Amerika artık bölgedeki gelişmelere yön verecek durumda değil. Irak ve Afganistan’da uğradığı bozgundan sonra İran karşısında çaresizdir. Suriye’de çıkmazdadır.

2. Emperyalist müdahaleye karşı Suriye, Irak, İran, Rusya ve Çin’den oluşan bir Dünya halkları cephesi oluşmuştur. Bu cephe her geçen gün, daha da güçlenmektedir.

3. Ergenekon tertibi ile kendilerini de teslim almış olan BOP Eşbaşkanlığı ve F Tipi Cemaat ortaklığı, işbirlikçi büyük burjuvazinin teslim olmasına bile razı değildir. Şimdi sıra “28 Şubat’ın sivil generallerinde” diyerek bütün varlıklarına el koymaya hazırlanıyor.

4. Çok geniş bir coğrafyada karışık yaşadıkları ve Kürtlerin çoğunluğu Batıda olduğu için Türklerin ve Kürtlerin önünde “dostça ayrılık” gibi bir seçenek yoktur.
Ayrıca Türk-Kürt çatışması, uygulanmakta olan emperyalist planın ayrılmaz bir parçasıdır.

5. Kürt halkı onların zannettiği gibi Türkiye’den kopmak gibi bir programın peşinden gitmeyecektir. Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu, Türkiye’nin birliğinden yana ve kendini tek bir milletin ayrılmaz parçası olarak görüyor.

6. Ankara’da milli bir iktidarın varlığı ise Kürtleri, ezici çoğunlukla eylemli olarak antiemperyalist saflarda birliğe çekecektir.

7. Milli Hükümet; İran, Irak ve Suriye ile birlik politikasına yönelerek, bölgemize yönelik emperyalist müdahaleyi alt edecek, Kürt sorununu da nihai çözüme ulaştıracaktır.
(AYDINLIK, 6.5.13)