Etiket arşivi: Tansu Çiller

Meral Hanım’ın unutulan geçmişi!

Rahmi Turan

Rahmi Turan
rturan@sozcu.com.tr
05 Mart 2023, SÖZCÜ
Yazarlar – Rahmi Turan

“Meral Hanım hâlâ çok öfkeli!” İYİ Parti’liler böyle diyor.

“Öfke baldan tatlıdır” derler ama unutmamalı ki, öfkeyle kalkan pişmanlıkla oturur!

Meral Hanım çeşitli nedenlerle öfkeli olabilir ama, gerçek bir lider öfkeyle hareket etmez, kızgın o ruh haliyle karar verip ülkeyi ateşe atmaz!

Bir lider her şeyden önce akıllı, soğukkanlı ve topluma saygılı olmalı, ağzından çıkan her sözü akıl süzgecinden geçirmelidir.

Meral Hanım‘ın son üç gündür yarattığı siyasi deprem onun liderlik kumaşının sağlam olmadığını gösteriyor.

Böyle bir lider kendisine duyulan güveni, inancı, saygıyı yok eder!
★★★
MHP lideri Devlet Bahçeli, sürekli eleştirdiğim siyasetçiler arasındadır. Günün birinde ona hak vereceğim hiç aklıma gelmezdi ama ilk defa Bahçeli‘ye hak verdim. Neden?

Devlet Bey, eski konuşmalarının birinde:

“Meral Akşener’e güvenilmez… Bir defa vefasızlık yapan ikinciyi de yapar!” demişti…

O zaman inanmamıştık ama haklı çıktı.
★★★
Şöyle bir hafızamı yoklayıp, geçmiş yılları gözlerimde canlandırdım.
İnsan düşününce hatırlıyor… Meğerse neler olmuş, neler…
Meral Akşener bir zamanlar (30 yıl kadar evvel) Tansu Çiller‘in manevi kızı gibiydi.
Çiller ona siyasette sınıf atlattı, İçişleri Bakanı yaptırdı.

Bir süre sonra o Çiller’e kazık atıp Mehmet Ağar‘a yanaştı…
Daha sonra Mesut Yılmaz’ın kapısını çaldı ama  yine umduklarını bulamadı.
…Ve en çarpıcı davranışını 2001 yılında sergiledi.
★★★

AKP’nin kuruluş aşamasında Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğindeki “Yenilikçiler Grubu”na katılan Akşener,
yurt gezilerinde Erdoğan‘ın yanında yer aldı.

  • Orada da umduğunu bulamayınca istifa ederek MHP’ye kapak attı.
    Gideceği başka yer kalmamıştı çünkü…

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Meral Akşener‘i hem milletvekili,
hem de Meclis Başkanvekili yaptı.

Artık yıldızı parlamıştı. Herkes ona “Dişi kurt Asena” diyordu…
Ancak, günün birinde Devlet Bahçeli’yi devirmeye kalkınca orada da yollar ayrıldı.
★★★
Meral Akşener 2017 yılında MHP‘den kopanlarla birlikte İYİ Parti‘yi kurdu ama 2018‘deki genel seçimlere girme hakkı yoktu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu büyük bir jestle ona yardım elini uzattı, 15 milletvekilini ödünç vererek İYİ Parti‘nin Meclis‘te grup kurup seçime katılmasını sağladı.

Kılıçdaroğlu‘nun bu soylu hareketi olmasa Meral Hanım da, İYİ Parti de gelişmeden yok olacaktı!

Akşener’in şimdi Kılıçdaroğlu‘na kılıç çekmesi gerçekten şaşırtıcıdır.
Minnet ve vefa borcunu, onu arkadan vurarak ödedi (!) 

Bundan sonra ne yapar bilemeyiz ama kendisi de, partisi de, ağır yara aldı!

İYİ Parti‘den istifalar devam ediyor.

Meral Hanım “Ya tarih yazacağız, ya da tarih olacağız!” demişti. Sanırım tarih olacaklar!

Meslek ahlâkına aykırı çağrı!

Meral Akşener‘in Altılı Masa’da deprem yaratan kararının kazananı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP‘dir.

Yapılan anketlerde, seçimde kesinlikle kaybedeceği görülen Erdoğan için yeni bir umut doğdu.

Bu umudu ona Meral Akşener sağladı.

Meral Hanım hep “Seçilecek aday” deyip duruyordu. Millet İttifakı‘nı terk ederek
Seçilecek adayı” buldu mu?

Eğer kafasındaki seçilecek aday Erdoğan ise, “Onun şansını artırdı” diyebiliriz.

Eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, Meral Akşener‘in CHP’li iki belediye başkanı Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a yaptığı adaylık çağrısını “CHP’de karışıklık yaratmaya yönelik, siyasi etikle (meslek ahlâkı ile) bağdaşmayan bir çıkış” olarak değerlendirdi. Bence çok haklı.

GÜNÜN SÖZÜ

  • “Altılı Masa’yı terk etmek millete ihanet etmektir” demişti. Ne oldu şimdi?

28 Şubat kumpası

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 22 Ağustos 2022

 

Yaklaşık bir yıl önce, emekli komutanlar ve askerler Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar, hukuka aykırı bir biçimde tutuklandılar.

Böylece, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV”, “Casusluk” ve “Gezi” adıyla anılan sahte yargı süreçlerine ve kumpaslara bir yenisi daha eklendi, yargı bağımsızlığını güvence altına alan anayasanın 138. maddesi, AKP hükümeti tarafından bir kez daha ihlal edildi.
***
1990’lı yıllarda Türkiye’de, laiklik karşıtı siyasal örgütlenmeler ve laiklik karşıtı terör örgütlenmeleri, paralel biçimde yükselişe geçti.

Refah Partisi, 1991 genel seçimlerinde %17 oy aldı ve 1995 genel seçimlerinde %21 oy alarak 1. parti oldu.

1990 yılında, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucu genel başkanı-hukukçu Muammer Aksoy, ilahiyatçı-yazar, SHP parti meclisi üyesi Bahriye Üçok, yazar-araştırmacı Turan Dursun, gazeteci-yazar Çetin Emeç; 1993 yılında gazeteci-yazar Uğur Mumcu; 1999 yılında siyaset bilimci-yazar Ahmet Taner Kışlalı katledildi.

1993 yılında yazar Aziz Nesin’in ve Alevi sanatçıların hedef alındığı Sivas’taki olaylarda, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Edibe Sulari, Asaf Koçak, Behçet Aysan, Mehmet Atay, Uğur Kaynar, Muammer Çiçek’in de bulunduğu 33 sanatçı ve Pir Sultan Abdal Derneği üyesi yakılarak katledildi.

Söz konusu aydınlar katledilmeden önce, yıllarca RP’li siyasetçiler ve onları destekleyen yayın organları tarafından hedef gösterildi!

Laiklik karşıtı kesimin, üniversitelerdeki başörtüsü (AS: Türban!) yasağından dolayı kendisini mağdur ilan ettiği yıllarda, laikliği ve Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini savunanların can güvenlikleri bile yoktu!

Bu yıllarda en büyük mağduriyeti yaşayanlar, üniversitede başörtüsü yasağına maruz kalanlar değil, laiklik karşıtı teröristler tarafından katledilenler, laikliği ve Cumhuriyet Devrimlerini savunanlardı.
***
28 Şubat 1997’de, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın başbakan, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in başbakan yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti döneminde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu, laiklik karşıtı örgütlenmelerin önlenmesine yönelik kimi somut önerilerde bulunan bir bildiri yayımladı.

Bu gelişmeden sonra hükümet ile cumhurbaşkanı, hükümet ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında gerginlikler yaşandı, DYP’den birçok milletvekili, RP ile koalisyon ortaklığına karşı çıktı, birçok DYP milletvekili istifa etti ve RP-DYP koalisyon ortaklığı için gerekli çoğunluk ortadan kalktı, hükümet düştü.
***
Bunun üzerine, “ikinci cumhuriyetçi” neoliberaller ile birlikte, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç gibi RP’li siyasetçiler, “postmodern darbe” söylemine başvurdular. Oysa ortada ne bir darbe vardı ne de bir darbe girişimi.

ABD destekli 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri konusunda yeterince sesini çıkarmayan laiklik karşıtı siyasetçiler, teokrasiyi demokrasi olarak pazarladılar. Üniversiteler ve medya da bu kirli oyuna alet oldu!

Erdoğan, Gül ve Arınç daha sonra AKP’yi kurdu; AKP iktidar oldu ve 2008 yılından itibaren (AS: başlayarak)

  • AKP demokratik, laik, hukuk devletini ortadan kaldırarak anayasal düzeni yıktı ve sivil darbe yaptı!

1997’de anayasal düzen hatırlatması yapan, bugün 70 yaşın üzerinde ve ciddi sağlık sorunları olan komutanlar ise darbe yaptıkları iddiasıyla hapishaneye yollandı!

İşadamı Osman Kavala’nın ve eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın hukuka aykırı biçimde hapishanede tutulmasını eleştirenlerin, 28 Şubat kumpasından dolayı hapiste yatan komutanlara ve askerlere sahip çıkmamaları, büyük bir çelişki ve ikiyüzlülüktür.

ABD ve Avrupa Birliği emperyalizmi, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV” ve “Casusluk” kumpaslarında nasıl üç maymunu oynadıysa, 28 Şubat kumpasında da aynı tavrı sergilemektedir!

  • Muhalefetin, bu konuda ABD’nin ve AB’nin gölgesinde kalması ise utanç vericidir!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 25 Mayıs 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ALAKA

RTE, SADAT ile alakası hiç olmadığını açıkladı.

Zaten SADAT yok ki!..

ARAŞTIRMA

CHP’nin SADAT’ın araştırılması için verdiği önerge AKP-MHP tarafından reddedildi.

Altından pislik çıkar, araştırma!..

ŞAŞKIN

Dolar 16 TL’yi aştı.

Nebati’nin piki iyice şaştı…

YALI

Damat Berat’ın Boğaz’da dünyanın en değerli 4. mülkü olarak bilinen Şehzade Burhanettin Efendi Yalısı‘na yerleşmek üzere onarım yaptırdığı haberleri var. Yalı’nın Katarlı bir şirket tarafından satın alındığı biliniyordu.

Katar aşkının meyvesi.

Böyle başa böyle tarak, böyle kayınpedere böyle damat…

KUTSAL

Eskişehir Seyitgazi İlçe Kaymakamlığı sosyal medya üzerinden yaptığı bayram kutlama mesajında Atatürk’ün adını kullandığı iki yerde de yanlış yazdı.

Kaymakam Kutsal Baytak Hanımefendi, kutsallık isimle kazanılmıyor. Atatürk Türk milletinin kutsalıdır…

RÜŞVET

CHP’li Kadıköy Belediyesi’nde zabıta memuru ve mühendislerin oluşturduğu rüşvet çarkı kırıldı.

Çarkınıza tükürsünler…

AF

TÜİK’te görevden affını isteyen Fiyat İstatistikleri Daire Başkanı Cem Baş görevden alındı. Baş’ın baskılara dayanamadığı değerlendirildi.

Enflasyon bu kadar yüksek çıkarılır mı? Sonucuna katlanacak!..

RAHAT

Türkiye’nin dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke olduğunu belirten RTE,

‘Biz bundan da rahatsızlık duymuyoruz.’ dedi.

Vatandaşların ekonomik sıkıntısı karşısında da rahatsızlık duymuyor olmalı…

TERÖRİST

HDP’li vekiller Feleknaz Uca ve Sezai Temelli, “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma” suçundan arananlar listesinde olan ‘Tahir Zerdeşt’ kod adlı Tahir Çelik isimli teröristle birlikte röportaj verdi.

Farkları var mı ki haber olmuş?..

EMPERYTALİST

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye ile ABD arasında ekonomiden güvenliğe tüm alanlardaki işbirliği potansiyellerinin tam manasıyla harekete geçirilmesi gerektiğini söyledi.

AKP/RTE için antiemperyalist mi demişlerdi?..

GELİN

Suriye Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin bir milyon Suriyeli sığınmacıyı Suriye sınırındaki “güvenli bölgelere” geri gönderme projesini kabul etmeyeceklerini bildirdi.

Kendi kendine gelin güvey olursan…

FIRLATMA

FOX TV’de Selçuk Tepeli’nin çiftçilerle ilgili haber sunarken bardağı fırlatması ile ilgili olarak AKP’li Birinci“İzleyiciye bardak fırlatıp, edep dışı hareket yapan insansının bu fiili nedeniyle, RTÜK’ün, Fox TV kanalına, kapatma dahil, tüm tedbirleri en kararlı haliyle uygulamasını vatandaş olarak bekleriz.” ifadesini kullandı.

Bardağın kendilerine fırlatıldığını anlamamış gibi…

ALKIŞ

Ankaragücü’nün şampiyonluk kutlamasına katılan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, stat müjdesi verince, yıkılan 19 Mayıs Stadı’nın yerine hâlâ yenisinin yapılmamış olmasını uzun süredir eleştiren taraftarlar tarafından yuhaladı.

Hak etse alkışlanırdı…

KARIŞ

RTE, “Osmanlı’yı bir karış toprak kaybetmeden yöneten 2. Abdülhamit’e dil uzatmak haddini aşmaktır.”

  1. Tarih okumadığı için mi böyle söylüyor, dinleyenlerin tarih bilgisizliğine güvenerek mi söylüyor?
  2. Bir karış kaç milyon kilometrekaredir ki, kaybettiği yarım karışta kaç devletlik toprak kaybedildi?

KUTLAMA

AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Dünya Kadınlar Boks Şampiyonası’nda 5 altın madalya kazanan sporculardan sadece Trabzonsporlu Busenaz Sürmeneli için tebrik tweet’i attı. Gelen tepkiler üzerine düzeltti.

  1. Bence eksiklik sayılmaz.
  2. Devlet adamı olamayıp birilerinin adamı olmak böyledir…

EFES

THY Gen. Md. Bilal Ekşi, Anadolu Efes’in Avrupa şampiyonluğunu kutlarken “Efes” kelimesini kullan/a/madı.

Sizi Efes değil Anadolu çarpacak…

TEHDİT

Geçtiğimiz aylarda eski başbakanlardan Tansu Çiller’in kendisini arayarak partiyi devretmesini talep ettiğini açıklayan Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Vecdet Öz, bu teklifi reddetmesinin ardından AKP ve MHP’li isimlerden, “Bırakın bu işi, vazgeçin” diye tehditler aldığını söyledi.

Mafyalaşan devlet yönetiminin yöntemi…

YALAN

AKP’nin Konya mitingine öbür kentlerden insanlar taşındı. Belli olmasın diye yasağa karşın otobüslerin plakaları kapatıldı.

Liseli gençler “Festivale gitme hakkı kazandınız” diye aldatılarak götürüldü.

Yalan rüzgarı…

DOSTUM

RTE, “Miçotakis F-16’ları Türkiye’ye vermeyin demek suretiyle ABD’ye telkinlerde bulundu. Biz bu yıl stratejik konsey toplantısı yapacaktık. Benim için Miçotakis diye biri artık yok.” dedi.

Bir süre sonra “Dostum Miçotakis” diye duyarsanız şaşırmayın…

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 16 Mart 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SEVGİLİ

Gazete haberi: “Kadınlar gününde sevgilisini öldürdü.”

Sevgili?..

MEDRESE

AKP’li Yasin Aktay, Yeni Şafak yazısında, “Doğu medreselerindeki eğitim Kürtçe olmaktan çıkmadı ve bu devlet tarafından da görüldü ve tanındı.” yazdı.

Öğretim Birliği yasası!..

KURS

2015-2021 yılları arasında 4-6 yaş arasında 782 bin çocuk Diyanet’in Kur’an kurslarına gitmiş.

Bilim insanına ne gerek.

Çağ atlarız…

DOKTORLAR

Doktorların yurt dışına kaçışına devletin başının tepkisi, ”Giderlerse gitsinler!”

  1. Doktorların para için değil daha iyi yaşam koşulları nedeniyle göçtüklerini bilmiyor.
  2. Beyin göçünü önemsemiyor.
  3. Beyin göçü arttıkça oylarının artacağını sanıyor.
  4. Nasıl olsa kendi gidecek, çözüm üretmeye gerek görmüyor…

YALAMA

Doktorlara yol gösteren RTE, iki gün geçmeden, 14 Mart konuşmasında, Türkiye’nin hekimlerine hem vefa borcu, hem ihtiyacı olduğunu söyledi.

Bir kere de tükürdüğünü yalamasa…

BEBEK

Bebek bezinde KDV’nin kaldırılması önerisi Cumhur İttifakı vekillerince reddedildi.

Höllükle belensinler…

ÇİLLER

Tansu Çiller parti kuruyormuş.

Parsadan mali işlerden sorumlu olabilir…

DÜŞMAN

Bahçeli, ”CHP varken düşman aramaya gerek yok!

  1. Halkın bir bölümü düşman ilan edilir mi?
  2. “Devlet” adamı böyle laf eder mi?
  3. Bahçeli varken karıştırıcı, kutuplaştırıcı aramaya gerek var mı?..

OLUMSUZ

RTE ”Bu görevde bulunduğum sürece İsrail’le ilgili olumlu bir şey düşünemem” demişti.

Demek ki görüşmeler olumsuzlukları artırmak için yapıldı…

GERİYE

İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın İstanbul Sancaktepe’de imara aykırı olarak yaptırdığı binalarının sorunu AKP-MHP’li meclis üyelerinin oyları ile çözüldü. Vakıf, hafız eğitimi veriyor.

MEB’in yenilediği Hizmet İçi Eğitim Yönetmeliği’ne göre vakıf ve dernek temsilcileri, MEB personeline eğitim verebilecek.

Durmak yok gerilemeye devam…

HELALLEŞME

Kılıçdaroğlu, helalleşme gezisinde Dicle Toplumsal Araştırma Merkezi (DİTAM) tarafından düzenlenen “Tigris Diyalogları” toplantılarına konuk oldu. Merkezin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Vural, TSK’nın Kuzey Suriye’de yaptığı operasyonların teröre karşı değil, halkı ezmeye dönüştüğünü söyledi.

Kılıçdaroğlu sessiz kaldı.

Her şey helal…

ÖNLEM

Hatay BŞB Başkanı Lütfü Savaş,

  • ”Önlem alınmazsa 12 yıl sonra Hatay Suriyeli bir başkana teslim olacak”

RTE, ”Muhalefet göçmenleri göndereceğiz diyor, biz göndermeyeceğiz.”

Önlemini açıkladı!..

BARAJ

Cumhur İttifakı seçim yasa teklifini Meclise sundu. Baraj %7olacak.

MHP’nin altında kalmayacağı barajı bulamamışlar…

EŞİT

Seçim yasası değişikliği teklifine göre il-ilçe seçim kurulu başkanı en kıdemli yargıç yerine 1. sınıf yargıçlar arasından kurayla belirlenecek.

Cumhurbaşkanı, seçim propagandası için devlet olanaklarından yararlanabilecek.

Yargıya güvenme, şans işidir.

Tek adam tektir, eşit değildir…

Yargı tarihinin en utanç verici infazlarından biri

Memduh Bayraktaroğlu - Sözcü Gazetesi
Memduh Bayraktaroğlu

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hemen hepiniz biliyorsunuz ki İktidar, 2013 yılından sonra 28 Şubat 1997 MGK toplantısının bir tür “askeri darbe” olduğuna hükmetti…
Ve Yönlendirilmiş daha doğrusu talimatlı bir savcı, Emekli generaller hakkında soruşturma başlattı…

Komutanlar FETÖ’cülerin yaptığını yapmadı… Yani: Kaçmadılar
YÖK Başkanı Kemal Gürüz ise… Taaa Amerika’dan kalktı geldi…
İfade verdi… Savcılık, hukuk kuralları ve hatta kanun gereği “takipsizlik” kararı vermek gerekirken… Kovuşturma talebinde bulundu. İlgili mahkeme savcılığın talebini kabul etti. Adil olmayan bir yargılama sonunda: Emekli generaller “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak” suçundan “Ağırlaştırılmış müebbet” cezasına çarptırıldı. Yargıtay da yerel mahkemenin kararını onayladı…

Dün gelen bir habere göre: Emekli generaller (En genci 80 yaşında) tutuklanarak… Cezaevine konulacaklar… (AS: Kondular!!!)
Bu… Bir ülkenin başına gelebilecek “en utanç verici” infaz olacak… Neden mi?.. Savcının “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Başbakanı Necmettin Erbakan“28 Şubat bir askeri darbe değildi” diye açıklama yaptı…  Savcının: “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Adalet Bakanı Şevket Kazan: “28 Şubat bir askeri darbe değildi” diye açıklama yaptı…

Savcının: “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Çiller“Askerlerin amacı darbe yapmak değil sekiz yıllık kesintisiz öğrenimi kabul ettirmekti… Batı Çalışma Grubu’ndan da tabii ki haberim vardı” dedi… Hatta… 28 Şubat 1997 MGK toplantısından sonra Kurulda alınan kararları imzalaması için… “Başbakan Necmettin Erbakan’ın arkasından koştuğunu…” Çillerin Baş Basın Danışmanı Mehmet Bican: “28 Şubat’ta Devrilmek” adlı kitabında yazdı… Generalleri mahkûm eden davalar sırasında duruşma salonunda da söyledi…

Sözün özü canlarım… Savcının ve kararı açıklayan mahkeme başkanının “Kesin delil” olarak ileri sürdüklerinin hiçbiri: Somut delil niteliğinde değil. En somut deliller ise: “Generallerin lehine” olduğu için midir nedir… “Delil olarak kabul edilmedi…”.

Öncelikle belirtmek isterim ki… Hukuk, kanun demek olmadığı gibi…Kanunların da mutlaka hukukî oldukları ileri sürülemez… Kanunlar ülkelerin yasama organları tarafından yapılır… Yasama organları tarafından değiştirilebilir… Ama Hukuk normlarının değişmesini sağlayan kurum yasama organları değil: Zamanın şartlarıdır…

Sözün özü: Hukukilikten uzak kanunlar… Sadece despotların ve… Totaliter yöneticilerin işine yarar…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Adalet Bakanlığı
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yargısı
Hukukilikten uzak… Kanuna aykırı bir hüküm ve Adalet yerine nefretin kullanıldığı bir yargılama sonucu: Hiçbir suçları olmayan (Kusur da mı yok?.. Var idiyse ve kusurlar da yargılanıyorsa neden darbeye iştirak suçu?)…

80 yaş üstü emekli generaller Cezaevinde ölümü beklerken, memleketi soyup soğana çevirenSiyasetçi… Bürokrat… Ve… Sözde iş insanları ise çaldıkları paraların keyfini sürecekler…

Vicdanı bu kadar yaralanmış bir toplum bu adaletsizliklere bakalım daha ne kadar dayanacak? Bana göre dayanmalı… 2023 yılı haziran ayında da bu defa hükmü: Halk vermeli. Bendeniz, tarihimize “28 Şubat Süreci” olarak geçen o günlerde… “Romantik bir liberal demokrat” olarak…Refahyol Hükümeti’nin yanında yer aldım. Pişman mıyım? Hem de nasıl? Hem de nasıl… Neden? Çünkü gerçekten de Demokrasiyi, Rejimi, İnsan haklarını Bireylerin: İnanç… Ve… Yaşam tarzı tercihine ilişkin özgürlüklerini koruduğumu: Zannediyordum… Oysa…

  • Devleti işgal etme hazırlığı yapan Siyasal İslam kadrolarını koruyormuşum

Oysa Siyasal İslam’ın Atatürk ilke ve inkılaplarını ve Demokratik laik hukuk rejimini yıkacağı yola: Taş döşemesine yardımcı oluyormuşum.

Evet, pişmanım… Hem de çok pişmanım. Bir ülkenin demokratik hukuk devleti olabilmesi için… Kanunların: Hukukun temel ilkelerine ve…Anayasaya uygun olması şarttır… Anayasaya ve Hukukun temel ilkelerine uymayan… Yasama organlarında… Diktacı bir çoğunluk tarafından kabul edilen kanunlar… Aynı zamanda, tamamının değilse de… Toplumun çok büyük bir kesiminin Vicdanını yaralar… 

NE TUHAF DEĞİL Mİ?..

28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı Merhum Org. İsmail Hakkı Karadayı “Darbe” yapma suçundan Müebbet hapse mahkûm edildi. O günkü Özel Kalem Müdürü ise halen Milli Savunma Bakanı…
=====================================
Dostlar,

Konuya ilişkin tweet iletimiz aşağıda ve  şu adresten görülebilir :

75-80 yaş üstü komutanları hapse atmak AKP hanesine yazılan son övünç madalyası; sağolsun yüksek yargı(!) Hem gündem oyunu hem acımasız gözdağı. Sürdürülemez ve işe yaramaz, geri teper. AKP kökten sağduyusunu yitirdi, frenleyecek büyük abi kalmadı mı?! Efendiler derhal geri adim!

Em. Org. Çetin Doğan, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ilk derece ağır ceza mahkemesinin kararını onarken, tümüyle çürütülmüş sözde kanıtlara dayandığını belirtmişti. Bu karar hukuk tarihine, uygarlık tarihine geçecek ve gereğince irdelenecektir zamanla. Ancak, özneleri açısından bu hususa önem verilmediği söylenebilir çünkü son derece tıkanmış durumda “günü kurtarma” telaşı en öne çıkmıştır.

İktidara “yepyeni” gündemler gereklidir..
İktidarın karşıt (muhalif) kamuoyuna gözdağı verme gereksinimi vardır. Çünkü son zamanlarda AKP = RTE güle güle, sepet havası ağırlık kazanmıştır. İnisiyatif ele alınmalı ve gündeme egemen olunmalıdır.

Bir eklememiz daha olacak : Ciddi biçimde azalan AKP oylarını ne pahasına olursa olsun “toparlamak” vazgeçilmez zorunluktur bu Parti için;  dolayısıyla, 2010 Anayasa halkoylaması için “ölülerin bile oy kullanması gerekir” buyuran malum ilkokul mezunu ABD konuğu / tutsağı emekli vaizin ve örgütünün oylarına gereksinim ortadadır ve bu kişiden benzer bir fetva yayınlaması için istenen diyetler mi ödenmektedir? İlahlar gazapta ve kurban mı istemektedirler??

Öyle ya, FETÖ’nün siyasal ayağı bir türlü, tüm devlet güçlerini tek başına 19+ yıldır elimde tutan bir iktidar tarafından ortaya çıkarıl(a)maktadır. TBMM 15 Temmuz Darbesi Raporu yok edilmiştir.

AKP / RTE “40 katır mı 40 satır mı” ikilemi kıskacındadır. Gelinen yerde atılan her hatalı adım için 3. seçenek yoktur; ya 40 satırdır ya da 40 adım.. Erken seçime razı olarak hiç olmazsa TBMM’de anamuhalefet olmayı da düşünmelidirler; seçimden kaçtıkça daha ağır bir seçim yenilgisiyle ANAP, DSP gibi kökten silinmek yerine..
***
AYM, bu dava ile ilgili bireysel başvurulara kararını geciktirmemelidir. Korkarız AYM bile böylesine hızlı bir infazı beklemiyordu.

Ve de umarız AİHM bu çok özel / kritik davada elini daha da çabuk tutacaktır.

UNUTULMASIN                             :

  • 28 Şubat 1997’de TSK Komuta kurulunca Cumhuriyetin korunması için İç Hizmet Yasası md. 35 uyarınca Hükümetten istenen girişimler, MGK tarafından kabul görmüş hukuksal, meşru bir resmi belge niteliğinde Devletin arşivindedir.

AKP’ye bir soru daha : Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası bu 75-80 yaş üstü insanlara “hücrede” mi çektirilecektir??

Hukuk Fakülteleri öğretim üyelerinden bir hoş sada işitebilecek miyiz??

Yargıtay C. Başsavcılığı “yasa yararına bozma” isteminde bulunmayı düşünür mü?? Bilindiği gibi yasa yararına bozma, olağanüstü bir denetim muhakemesi yoludur ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309, 310. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, yasa yararına bozma isteminde bulunma yetkisi ilkesel olarak Adalet Bakanlığınındır. Fakat ayrıksı (istisnai) örneklerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da  kendiliğinden yasa yararına bozma yolunu kullanabilir. Bozma nedeni hükümlünün cezasının kaldırılmasını ya da daha hafif cezaya hükmedilmesini gerektiriyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yasa yararına bozma yoluna gidilebilir..

Anımsatmış olalım.

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 21 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Uzmanı,
Siyaset Bilimci – Kamu Yönetimci (Mülkiye)
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

 

 

15 Temmuz Liberalist Darbedir; Sosyal Devletimiz Yıkıldı!

15 Temmuz Liberalist Darbedir;
Sosyal Devletimiz Yıkıldı!

?????????????

Mahiye MORGÜL

Bombalar Sosyal Devletimizin başına atıldı. Darbe değil yıkım. Yıkım devam ediyor.
Binlerce memur açığa alınıyor, peşin hükümle “devlet memuru olamaz, kamu görevi yapamaz” diye alnına damga vuruluyor.
28 binden çok öğretmenin işine son verildi, 10 bin öğretmen FETÖ/PDY diyerek, 10 bin öğretmen PKK sempatizanı diyerek, 10 bin Türk Eğitim-Sen üyesi öğretmen geziye katılmaktan, vb. Herkese göre bir etiket var.
Geliyor daha. Her Bakanlıkta komisyonlar kurulmuş açığa alınacak memurları belirleyecekler. Devlet memurluğu bitiriliyor, işin özeti bu.
Toplu açığa alınanlar için haber kanallarına düşen bilgiye dikkat ediniz; “Devlet memuru olamaz, kamu görevi yapması sakıncalıdır.” Peşin hüküm veriliyor.
Bir düşünün şimdi. Devlet memurluğundan atılan öğretmen kamu görevi yapamaz ama özel okulda veya sınav şirketlerinde veya sözleşmeli çalışacağı özel eğitim şirketlerinde çalışabilir… Arkasında bu imaj var. Bunu bizim kuşak 1980’lerde yaşadık.
Bütün bu açığa alınan memurlar tavşan gibi sürek avına tabi tutuluyor, devlet memurluğundan özel şirkette çalışmaya itiliyorlar. Eğitim piyasası genişletiliyor, sınav şirketleri piyasası açılıyor, eleman lazım!!!
Sosyal devletin tasfiyesi darbesiz olamazdı.
Devletimizin kamucu vasfı kalkıyor, bunu kimseye gönüllü kabul ettiremezsiniz. Onun için bu darbeleri yaşadık.
Kamucu Sosyal(ist) devletimiz liberal(ist) devlet haline getiriliyor. Tansu Çiller’in imza verdiği MAI Anlaşmasının gereği yapılıyor (AS : MAI Anlaşması 13.08.1999 tarihlidir ve Ecevit + Yılmaz + Bahçeli’nin kurduğu 57. koalisyon hükümetince imzalanmıştır.). Böylece Milli devletimiz kaldırılıyor, sömürge devlet oluyoruz, küresel liberal ekonomiye bağlı regüle edilen devlete geçiriliyoruz. Krizdeki şirketler bizim kanımızı emerek şimdi bir soluk alacaktır.
Sayın Erdoğan’ın “devleti şirket gibi yöneteceğim” dediği de bu. Tansu Çiller’in özel görevlisi olduğu “şirket devlet” sistemine geçiriliyoruz. İşte bu darbe tam da bunun darbesidir. Türk Devleti sistem değişikliğine gidiyor, bir tek yeni anayasası eksik.
Sayın İ. Kahraman’ın dilinden düşürmediği “Yeni anayasa” işte bu yeni liberal ekonomiye geçirildiğimizi tescil eden anayasa olacaktır. 2003 yılında ABD Ankara büyükelçisinin önümüze koyduğu devlet tanımı da oydu.
Robert Pearson, “Biz Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik, demokratik ve liberal ekonomiye bağlı bir hukuk devleti olmasından memnunluk duyarız.” demişti.
15 Temmuz liberalist darbesinden beri her Bakanlıkta ABD görevlileri heyetleriyle iş başında olmalı. Geniş çapta memuriyetten uzaklaştırmalar geliyor. Asıl hedef sosyal devletin tasfiyesidir ve bu yapılıyor. Başındaki görevlileri kestirmek zor değil, Bank Asya’nın kurucu CEO’su, FETO ile 4 kez görüşen Çiller ailesi aklınıza gelmiştir. Azerbaycan darbesinde bile adı geçtiği halde onlara hiç dokunulmamıştır, ABD vatandaşı bu ailenin dokunulmazlığı vardır.
Çiller ailesini anlıyorum da, yeni anayasa için çırpınan İ. Kahraman’ın neden bu kadar kendini bu işe verdiğini anlamakta zorlanıyorum. Anti-komünist gençlik hareketinden gelip liberalist darbenin mağduru rolünde kamucu devleti tasfiye etmek O’nun neyine?
Diyor ki; “Siyasi tarihimizde mümtaz yerini bulacak yeni bir Anayasa yapacağız.” (AS: Meclisimiz yeni anayasa yaparak tarihte mümtaz yerini alacak.. dedi)
Vardır bir sebebi. Yoksa o da Tansu Çiller gibi sosyal devlet kurumlarını sosyalist kale mi zannediyor? Gençler anımsamaz, başbakanlığında Tansu hatun Sümerbank’ı kapatırken “Son sosyalist kaleyi (AS: Devleti) de  yıktık” demişti.
….
Son kalan devlet memurluklarını da sözleşmeli vesaire özele kaçırtınca liberalist darbe tamamlanmış olacak. Ne kadar aile perişan olacak, bunca işsizimiz varken kat be kat artacak, alınlarına vurulan damgalarla bu insanlar kendi özel işlerini kurmaktan başka yol bulamayacaklar, onlara KOBİ desteği kararnameleri duyacaksınız, KOBİ’lerin hali ortada.
Sosyal Devlet tasfiye oluyor. Liberal ekonomiye bağlılık anayasası olan bir devlette kamucu bir Bakanlık olmaz. Örneğin Kültür Bakanlığı olmaz, örneğin Eğitim Bakanlığı olur ama önünde “Milli” olmaz, örneğin Savunma Bakanlığı olur ama önünde “Milli” olmaz. Ya da, kamu bankacılığı olmaz, kamu işletmeleri olmaz, merkezi sistem sınav olmaz, vb.
Liberal Anayasası olan bir devlette kamu yararına yalnızca bireyler bir şey yapmak isteyebilir, onlar da vakıf veya dernek kurabilir, o kadar. Devletin halkı, halkın sağlığını ve özellikle çocukları koruma görevi ortadan kalkar.

Sorayım  ; Hani her mahallede “Anne ve Çocuk Sağlığı” merkezlerimiz vardı eskiden, gebeelikte düzenli bakımlarımızı orada yaptırırdık, çocuk aşılarını orada yaptırırdık, ne oldular? Bakın şimdi, koskoca Gazi Eğitim Fakültesi’nin yerinde belediyenin “BELMEK Anne Üniversitesi” (Gebelikte bakım kursları) tabelası asıldı.
Hepimiz kandırılıyoruz. Devlet memuru bırakmayacaklar, her birinin alnına bir yafta asıp sokağa atacaklar. Sözgelimi PKK yaftalı öğretmen sadece doğulu belediyelerde veya aynı görüşten eğitim şirketlerinde sözleşmeli iş bulabilecek, öbür FETÖ yaftalı öğretmen yalnızca belli kolejlerde ve o görüşte belediyelerde iş bulabilecek. Sözgelimi Atatürkçü öğretmen de aynı biçimde kendi görüşünde kolejde veya belediye kurslarında iş bulacak.
Bu böyle nereye varacak derseniz; aileleri bile görüşlerine göre parçalar! Toplumda etnik ve dinsel ayrıştırmaya, ulusal birliğimizi un ufak etmeye varacak bir sonuca gider.

“Her çocuk ayrı bireydir” felsefesini boşuna icad etmedi darbeci Çiller’in liberalist ağababaları. Ev ev bu konferansları veriyorlar türbanlı sohbet ablalarıyla. 1980 liberalist darbesiyle görevden atılan öğretmenlerle sınava endeksli kurslar piyasası kuruldu, özel okullar ortalığa saçıldı, sözleşmeli öğretmenlik böyle başladı. Şimdi ise, 2016 liberalist darbesiyle, genişletilen özel eğitim alanına öğretmenler sürüler halinde kaçırtılıyor. Ben şahsen 1985’te istifaya zorlandım ve bir özel anaokulunda iş bulabildim, on yıl sonra 1995’de çok çetin koşullarda Devlet okuluna dönebildim, ki, o zaman “kamuda çalışamaz” ibaresi yoktu, şimdi ise daha mahkemeye bile çıkartılmadan alınlarına böyle bir damga basılıyor.
Öğrenciliğinde bir tas sıcak çorba için türban takan yoksul kızımız, tayin olmak için AKP’ye gidip üye olanlar, şimdi ne olacak? Yıllarca iş bulamayacaklar.
Gençlerimiz çok vahşi liberal tuzaklara düşürüldü. Asıl şimdi devlete küstürüldüler.
Liberalize edilmiş Türk devletinin felsefesini halka nasıl anlatacaklar, anayasa referandumuna evet oyu vermeleri için bu kandırmaya da ihtiyaçları var. Onu öğretmeye sıra geldi, “kuantum sohbeti” maskesiyle ev ev dolaşıyorlar.
Bakınız, evlerde komünist propaganda yapamazsınız, sosyal devletimizin neden ve nasıl yıkıldığını hiç konuşamazsınız, ama liberalist propagandanın hiçbir mahzuru yoktur, yeni abileriniz ablalarınız var, gelip kapınızı çalacaklar.

Ey halkım! Sosyal Türk Devletiniz liberalist darbeyle yıkıldı. Şimdi liberalist yeni anayasanız geliyor. Sayın Meclis Başkanınız İ. Kahraman sizden “evet” oyu isteyecek. Kandırılmaya hazır olun. Devletin tanımından “sosyal” kelimesi çıkartılacak, yerine “T.C. devleti liberal ekonomiye bağlı bir hukuk devletidir” tanımı gelecek, devlet memurluğu diye güvenceli bir iş olanağınız kalmayacak.
Sayın Kahraman 2. kez Anayasayı ortadan kaldırma suçu işliyor. Çünkü 15 Temmuz liberalist darbeye yaslanarak Meclis kararı gerektiren konularda KHK’ler çıkartılıyor.
İlk icraatı Sosyal Devleti ortadan kaldırmak olan bir liberalist darbe o gece gerçekleşseydi o yönetim başka nasıl olurdu?

Yoksa o darbe bir asimetrik savaş, bir kanlı algı operasyonu muydu?

===================================

Dostlar,

Teşekkürler değerli öğretmenimiz Sn. Mahiye Morgül’e
(Ufak tefek maddi yanlışları metin içinde düzelttik..)

Yazının sonundaki soru çooook önemlidir :

  • Yoksa o darbe bir asimetrik savaş, bir kanlı algı operasyonu muydu?

Biz de ilk günlerden başlayarak benzer kaygıyı yazdık web sitemizde..

15 Temmuz Darbe girişiminin iktidar tarafından haber alın(a)maması neredeyse olanaksız..

Önlem alındı ve birkaç saatliğine “action” izni verildi sonrasında muazzam “re-action” için.

Bu risk göze alınmasaydı, bu siyasal kumar oynanmasaydı AKP birkaç OHAL Kararnamesi ile dev adımlarla eriştiği 2023 mevzilerine-hedeflerine kaç onyılda ulaşabilirdi ya da hiç ulaşamaz mıydı?? Bu sorunun yanıtı,

15 Temmuz darbe girişiminin / senaryosunun karanlık yüzünü aydınlatmada kritik işlevdedir..

Lütfen okur ve okutur musunuz??

AKP – RTE, OHAL, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve 2023 Hedefleri 
www.ahmetsaltik.net manşetinde yayımlandı 21.07.2016

Anlı Şanlı 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi 
http://ahmetsaltik.net/2016/07/23/anli-sanli-15-temmuz-2016-darbe-girisimi/ 23.07.20163

OHAL Kararnamesi ile Hukuk Devletinin Kalıntıları da Süpürüldü .. Ya Bundan Sonra ??http://ahmetsaltik.net/2016/07/31/4-ohal-kararnamesi-ile-hukuk-devletinin-kalintilari-da-supuruldu-ya-bundan-sonra/ 31.07.2016

OHALKararnamelerinin Anayasa Yargısına Taşınması 
www.ahmetsaltik.net manşetinde yayımlandı 03.08.2016

OHAL Kararnameleri ile Fiili Sivil Darbe
http://ahmetsaltik.net/2016/09/04/672-673-ve-674-sayili-yeni-khkler-ne-getiriyor/ 04.09.2016

Sevgi, saygı ve derin kaygı ile.
28 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rıfat Serdaroğlu: BEN ERDOĞAN’A ÇOK GÜVENİYORUM

BEN ERDOĞAN’A ÇOK GÜVENİYORUM

portresi_kravatli

Rıfat Serdaroğlu
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Ne yalan söyleyeyim, Pazar günü yapılan Yeni Türkiye’nin Yeni Kapısındaki mitingde Erdoğan’ı dinleyinceye kadar, kafam biraz karışıktı!
Erdoğan’a güvensem mi, güvenmesem mi bir türlü kesin kararımı verememiştim.
Ne zaman ki Erdoğan, önce Cübbeli Jet Skici Hoca ile Türk Ordusunun altını tutamayan Baş Komutanını bir araya getirdi, aha şimdi bizi bütünleştirecek, dedim!
Bir de kürsüden aşağıdaki muhteşem konuşmayı yapınca kendi kendime dedim ki; “Rifat Aga, yeter artık yahu! Herkes Hülya Koçyiğit ve Rifat Hisarcıklıoğlu gibi de, bir tek sen mi akıllısın yahu! Dünya dönüyor diye kimse dünyaya “Dönek” diyor mu? Sen de dön, gerçekleri gör ve Kurtulan Numan ve çıplak Soylu gibi Karun ol yahu…”
Dinlemeyenler için Erdoğan’ın konuşmasından benim ona güvenmemi sağlayan bazı başlıkları sizinle paylaşmak isterim; (Dinleyin Dünya Lideri Konuşuyor) :
-Kahraman Millet, bu günden sonra her kim ki;
Millet Anayasayı rafa kaldırdı, demokratik parlamenter rejim askıya alınmıştır, diyorsa, iyi bilin ki o artık şerrefsizdir!
Lâik Cumhuriyet, inanç ve ibadet özgürlüğümüzün teminatıdır.
Din istismarcılığı yapanlar, dini kullanıp Deniz Feneri e.V ve FETÖ benzeri dernekler kurup Müslümanları dolandıranlar, namussuzdurlar!
-Cumhuriyetimizin ve Devletimizin kurucusu Atatürk’ün fikirlerine saygı duyuyorum. Kim ki kurucumuza “Ayyaş” veya “Kefere Kemal” der, Allah onları çarpsın, sonra bir daha çarpsın!
(Alkışlamaktan Kılıçdaroğlu’nun elleri pespembe oldu)
-Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına almaya kalkanlar, Türk Milletinin düşmanı olan alçaklardır. (Uykuya dalmış olan Bahçeli’yi dürttüler, Bahçeli ağlayarak alkışlamaya başladı. Az daha tıkanacaktı adamcağız)
-Kuvvetler Ayrılığı demokrasinin olmazsa olmazıdır. Buna “Ayak Bağı” diyenler ihanet içindedirler!
-Kadın-Erkek eşittir. Kadınlarımız, kızlarımız her dalda yer almalıdırlar.
“Kadın-Erkek eşitliği yaradılışa terstir” diyenler varsa iyi bilesiniz ki, bunlar geri zekâlıdırlar.
-Ben ve ailem tüm varlığımızı Türk Hazinesine bağışlayacağız. Karı-Koca maaşımızla geçineceğiz. Bilal ve Burak gemilerini Gölcük Donanma Üssüne verecekler. Bilal’e bir boyacı sandığı alıp ayakkabı boyacılığı yaptıracağız. Bakan Damat ise istifa edip, köfteci dükkânı açacak. Siyaset yapıp zenginleşenler mutlaka ve mutlaka hırsızdırlar! Hele hanlar-hamamlar-gökdelenler alanlar, kelimenin tam anlamıyla “Hırsızlar İmparatorudurlar.” (Bu noktada beyaz elbiseleri içinde Tansu Çiller, beyaz mendilini çıkarıp, gözyaşlarını sildi. Çiller çok istediği halde mallarını şehit ailelerine bağışlamasını Meral Akşener engellemişti! “Ben de bağışlayacağım” diye yanındaki Yıldırım Akbulut’a fısıldadı!)
PKK-IŞİD-El Nusra gibi terör örgütleriyle iş tutanlar, bunlara lojistik destek verenler, düpedüz vatan hainidirler. (Hakan Fidan, havaya bırakılan balonları saymakla meşguldü)
Başbakan Binali’nin oğlu, tövbe edecek ve bir daha kumarhanelere gitmeyecek!
Burhan Kuzu kafayı kırdığı için onu kovdum. Onun yerine Ertuğrul Özkök’ü aldım. Artık ben de ayağımda şıpıdak terlik, bermuda şort, kadın-sex-lezbiyenlik-transseksüellik gibi konularda ondan yardım alacağım.
-Darbeyi zamanında bildirmediği için Melih Gökçek’i Bülent Arınç’ın danışmanlığına gönderdim. Yerine Diyanet İşleri Başkanı Görmez Mehmet’i atadım! Hem Diyanet’i, hem de Ankara Belediyesini yönetecek!
-Egemen denen fırlamaya aldırmayın. Onu buraya ben çağırmadım. Beni “Yengemgiller davet etti” deyip aramıza sızmış! Onu ve boyunsuz Muammer’i en kısa zamanda, hayırsever Reza Zarrab’ın yanına göndereceğim…
Bundan sonraki konuşmasını not alamadım. Güvenebileceğim bir lider bulmanın sevinciyle, heeeyyyt diye bir nara atıp Harmandalı Zeybeği oynamaya başlamışım. Allahtan, çocuklar yarım saat sonra zorla oturtmuşlar da, sevindirik olup, dört kolluya binmekten kurtulmuşuz…
Tekrar ediyorum;
Cübbeli Jet Skici Hoca ile altını tutamayan Genelkurmay başkanı ona tapıyorsa,
Meral Akşener’in tek evladının nikâh şahidi, ablası Çiller ise “Yurt dışı yatırımlar danışmanlığını” yapıyorsa,
İlker Başbuğ 4 metrekarelik hücreye tıkılırken, kendisine özel tek kişilik cezaevi açılan Mehmet Ağar “Onun önünde durmak lazım” diyorsa,
Türkiye’nin tek özgür basın kuruluşu olan “Havuz Medyası” onun arkasında ise,
Eyy tanklara ve uçaklara karşı osurukla savaşıp galip gelen Kahraman Millet;
Ben de O’nun arkasındayım ve O’na çok ama çok güveniyorum…
Peki ya sizler? Gazete bile okumayan oğlak sanatçılar, sizler de güveniyor musunuz?

========================================

Dostlar,

Sayın Rifat Serdaroğlu yazdıkça açılıyor maaşallah ve de maazallah…
Tam bir hiciv ustası oldu!.. Yüreğine ve kalemine sağlık diyoruz..
Ne var ki, Atalar “.. can çıkmadıkça huy çıkmaz..” buyurmuşlar..
Hem daha 15 Temmuz darbe girişiminin içyüzünü henüz tam olarak bilmekten öyle uzağız ki!

3 OHAL Kararnamesi ile TSK bitirilmiştir..
 Neden?? Buna ne buyurulur??

15 Temmuz Darbe girişimi ile başetmenin reçetesi Ordu’yu darmadağın etmek midir???
Bu olay (15 Temmuz) olmasa idi RTE – AKP bunca yıkımı kaç onyılda yapabilirlerdi acaba??
Öte yandan, bunca muazzam ölçekte ve içerikte kitlesel algı yönetimi örneğini insanlık tarihinde göremiyoruz!

Neciiiiip mi necip (soylu) milletimiz mucizelere kolay inanır, 600 yıllık “Padişahın kulluğu” hücrelerine sinmiştir ve tapınacak yeryüzü tanrılarına bağımlılık derecesinde gereksinimlidir.

Büyük ATATÜRK boşuna mı şu sözleri söylemişti :

  • Ulusları özgür, bağımsız, şanlı ve yüce yapan ya da tutsaklığa ve yoksulluğa sürükleyen eğitimdir. En önemli, en temel nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum durumunda yaşatır; ya da bir ulusu tutsaklık ve düşkün­lüğe bırakır. Ulusal eğitim politikasının temel taşı, bilgisizliğin yok edilmesidir (1922).

Türkiye’nin geleceği; Mustafa Kemal’in asker – sivil çocuklarının yüksek yurtsever tarih bilincine emanettir ve her durumda mutlaka korunup – kollanacak ve sonsuza dek özgür ve başı dik – onurlu.. yaşatılacaktır..

Böyle biline; herkes özünü – sözünü – eylemini… bu kadim gerçeğe göre ayarlaya…

Sevgi ve saygı ile.
09 Ağustos  2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

PARTİSİNDEN UTANANLAR

 

PARTİSİNDEN UTANANLAR

portresi3

 

Rifat SERDAROĞLU

2009 yılında yapılan Yerel Yönetim Seçimlerini dün gibi hatırlıyorum. Her AKP Adayı,
Genel Başkan Erdoğan ile çektirdiği fotoğrafları, boy-boy poster yapar şehrin her yerine asardı. Posterlerin üzerinde mutlaka “AKP Ampulü” bulunurdu.
Genel Başkanlarının karizmasından, havasından ve partinin gücünden yararlanıp oylarını artırmak isteyen tüm AKP adayları böyle yaparlardı.Aradan yalnızca 5 yıla yakın bir zaman geçti, 30 Mart 2014 Yerel Seçimlerine geldik. Şimdiki afişlere, pankartlara, posterlere bakıyorum. Karizma kötü çizilmiş. Ara ki Erdoğan’ı bulasın! Ara ki “AKP Ampulü” bulasın! Yok, Erdoğan’ın resmi de,
AKP Ampulü de sırra kadem basmışlar…

Eskiden oy getiren Erdoğan, “oy götüren” haline geldiği için, AKP Belediye Başkan Adayları bile kendi Genel Başkanlarının fotoğrafını kullanmıyorlar. Artık posterlerde yalnızca adayın kendi fotoğrafı var. Özellikle Ege-Akdeniz-İç Anadolu-Karadeniz- Marmara bölgelerinde ve Trakya’da durum böyle. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da illere göre değişiklikler var. Örneğin AKP’nin hezimete uğrayacağı Erzurum’daki afişlerde Erdoğan yok. BDP’nin seçim kazanacağı illerde Erdoğan fotoğrafları başrolde, hemen yanında Erdoğan’ın dostları olan BDP’nin Öcalan ve Barzani’li posterleri var! Artık bebek katili eşkıya başının ışıklı dev panoları meydanlarda

Belediye Başkan Adayları afiş-pankart ve posterlerde “AKP Ampulü” de koymuyorlar. Ya sağ alt köşeye, minnacık bir ampul koyuyorlar ya da yine sağ alt köşeye ufacık “Ak Belediye ile tanışın” diye bir yazı. İkisini de gözlüksüz okumak olanaklı değil.

Bu hareketler bile başlı başına, doğru-gerçek sonuç verecek “Seçim Tahmin Anketidirler.” Niçin AKP’li Adaylar Başbakan Erdoğan’ın fotoğrafını posterlere koymuyorlar? Neden parti amblemlerini kullanmıyorlar?

Utanıyorlar da ondan!
Hem Genel Başkanlarından hem de yıllarca emek verdikleri partilerinin
bu hale düşürülmesinden utanıyorlar!
Herhangi bir ilçede Belediye Başkanlığına aday olan bir AKP’li,
elinde ayakkabı kutusu ile karşısına dikilen bir seçmene yanıt veremiyor.
En çok; “Bu seçim Erdoğan’ın değil, benim seçimim. Beni tanıyorsunuz,
bana oy verin.
” diyebiliyor. O zaman hemen ikinci soru geliyor;
Bak sen de hırsızlığı kabul ediyorsun. Sen bizi salak mı sanıyorsun?
Dürüst adamsan ne işin var hırsızların içinde?
” diye.

Bir aday, partisinden ve Genel Başkanından utanmaya başlarsa,
tek işi Genel Başkanının hırsızlık iddialarını yanıtlamak olursa, o parti çökmeye mahkûmdur. Aynen “köküne kibrit suyu” dökülen ağaç gibi, kurur gider…

Benzeri olayları ANAP ve DYP’de yaşamadık mı?
Özal’ın çocukları yolsuzluk çamuruna batınca, Ahmet Özal yabancı bir medya grubuna 600 Milyon Dolar teklif edince;
Tansu Çiller servetini anasının çıkınına bağlayıp, hizmetçisinin adına çiftlik alınca koskoca partiler yok olup gitmediler mi?

Şimdi AKP öyle hale geldi, Bilal oğlan ve sülalesi öyle azıttılar ki, yalnızca Bilal oğlanın dağıtıp-dağıtıp bir türlü eritemediği para olan 30 Milyon Avro bile
Erdoğan Ailesi için “bozuk para” muamelesi görmeye başladı.

AKP artık düşüş yoluna girdi. Geri dönmesi mümkün değildir.
Şimdi hesap zamanı geldi.
Tayyip de, Bilal de, Sümeyye de, Burak da, damatlar – dünürler – yandaşlar – Bakanlar – Parti yöneticileri de, hepsi hesap verecekler.

Yazıyı bir soruyla bitirelim;
Kendi Genel Başkanlarından ve partilerinden utanan AKP’li Adaylar,
daha çocuk yaşta Polisin sıktığı gaz fişeği ile yaşamını yitiren
Berkin Elvan’dan utanırlar mı? Utanırlar mı, ne dersiniz?

Sağlık ve başarı dileklerimle.
(12 Mart 2014)

Fethullah Gülen 35 yıldır CIA’den maaş alıyor!

 

Fethullah Gülen 35 yıldır CIA’den maaş alıyor!

Yorumların dayandığı kaynaklar, yorumların hemen yanındadır.
Yorumların sahiplerini bilmiyorum.
Ancak söylenenlerin doğru olduğunu biliyorum.

Oraj POYRAZ 

 

Fethullah Gülen 35 yıldır CIA’den Maaş alıyor!

Said-i Nursi müritliğiyle Erzurum’dan yola çıkan gezici vaiz Fethullah Gülen’i,
New York-Vatikan-Kudüs’e uçuran süpürgenin bir CIA imalatı olduğunu saptıyoruz.
Said-i Nursi, Yüzyılın başında İngiliz emperyalizminin İslam coğrafyasında
egemenlik kurmak için kurduğu Nakşibendî tarikatının bir şeyhiydi.

  • Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışında işgalci güçlerle işbirliği nedeniyle
    mahkûm oldu,
  • Atatürk döneminde yasaklıydı ama Türkiye NATO’ya girdikten sonra
    Nur tarikatını kurdu.

ABD yönetimi, NATO vasıtasıyla, üye ülkelerde ve çevre ülkelerde “komünizmle mücadele” adı altında doğrudan kendisinin hükmettiği paralel örgütler kurdu.
1991 yılında İtalya’da bütün NATO üyesi ülkelerde kurulduğu açığa çıkan örgüte
Gladyo adı verildi. Oysa kendi kaynaklarında bu örgütlere “SüperNATO” adı veriliyor.
Türkiye’deki SüperNATO örgütlenmesi, istihbarat örgütleri içinden doğdu,
sonra Türkiye’nin bütün yönetimine egemen hale getirildi.

  • 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980′deki Amerikancı askeri darbeleri
    Türkiye’deki SüperNATO örgütü yaptı ve iktidara geldi.
  • Türkiye’deki parlamenter yapı da tümüyle SüperNATO’nun güdümüne girdi.

Fethullah Süper NATO’nun Çocuğu

Fethullah Gülen, bugün dört kıtada faaliyet yürüten şeriatçı örgütünün temelini, SüperNATO’nun ilk sivil örgütlenmelerinden olan Komünizmle Mücadele Derneği sayesinde atıyor. İlk şubesini 1954′te İzmir’de açan bu dernek, Türkiye’de şeriatçı sağcı militanların eğitim üssü. Gülen, Komünizmle Mücadele Derneği’nin ikinci şubesini de memleketi Erzurum’da açtırdığını “Küçük Dünyam” isimli kitapta övünerek açıklıyor.

“Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne dek yalnızca İzmir’de vardı. İkincisi Erzurum’da bizim çabalarımızla açıldı. Bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Derneği kuracaktık.
Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençleri Caferiye Camii önünde topladık.
Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti.”
 (Latif Erdoğan, Küçük Dünyam, AD Yayınları, İstanbul, 1995, s. 78.)

Gülen, örgütünün inşasına Nurcu kamplarıyla başladı

Burada sahip olduğu en önemli araç, İzmir Kestanepazarı’nda kurduğu
“İmam Hatip ve İlahiyat’a Öğrenci Yetiştirme Derneği”ydi.
O sırada, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden yetişenler de
“komando kamplarını” kuruyordu.
İlginç olan, her iki kampın da aynı mekânlarda düzenlenmesidir.
Eğitmenleri de aynıdır; ABD’nin Türkiye’nin NATO üyeliği için koşul olarak kurdurduğu, parasını verdiği, eğitici yolladığı Gladyo.
Şeriatçı Nur şakirtlerinin de, faşist ideolojiyi takip eden “Komandolar”ın da
efendileri aynıdır: SüperNATO.

Belletmen olduğu Kestanepazarı yurdunda, gündüz yaramazlık yapanları akşam falakaya çeken Gülen’in bugün hükmettiği güç, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1998 başında hazırlanan bir raporda şöyle sıralanmaktadır:

  • Yurtiçinde

    85 vakıf,
    18 dernek,
    89 özel okul,
    207 şirket,
    373 dershane,
    yaklaşık 500 öğrenci yurdu ve
    biri İngilizce yayımlanan 14 dergi,
    15 ülkede yayımlanan 300 bin tirajlı Zaman gazetesi,
    ulusal düzeyde yayın yapan iki radyo
    ve uluslararası yayın yapan Samanyolu televizyonu;

    yurtdışında6 üniversite ve yüksekokul,
    236 lise,
    2 ilkokul,
    8 dil ve bilgisayar merkezi,
    6 üniversiteye hazırlık kursu ve
    21 öğrenci yurdu olmak üzere

    toplam 279 eğitim kuruluşu” bulunmaktadır.

(Batı Çalışma Grubu tarafından hazırlanan Bilgi Notu, syf. 4 ve 5.)

Amerikancı Liderler sayesinde Fethullah Gülen’in ABD ile kurduğu köprü hep işlektir.
Gülen, yükselişindeki büyük basamakları Amerikancı liderlere borçludur.
Örgütün kuruluşuna harç koyan, 1960′lı yıllarda dönemin uzun süre başbakanlık yapan Süleyman Demirel’dir.

Gülen, uluslararası ölçekte faaliyetini, ABD’nin Türkiye’de en güçlü olduğu yılda, 1980′de başlatmıştır. Devletin içindeki kaynakları o denli sağlamdır ki, askeri müdahale yapıldığı 12 Eylül’den bir gün sonra 13 Eylül 1980′de, hakkındaki operasyon emrini öğrenip kaçabilmiştir.

12 Eylül yönetimi, bir yandan aranıyor iken
O’nu Çanakkale Merkez Vaizliği’ne atamıştır.

12 Eylül döneminde örgütlenme faaliyetleri katlanarak devam etmiştir.
Gülen örgütüne sıçramayı yaptıran, 1986′da yakalanmışken O’nu İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı kuvvetlerinin elinden alan dönemin başbakanı Turgut Özal’dır.
Gülen, en büyük gelişmeyi, ABD vatandaşlığı ve CIA görevliliği Genelkurmay
Askeri Mahkemesi’nce soruşturulan Tansu Çiller’in başbakan olduğu 1993-97 arasında yaptı.

Gülen, Çiller iktidarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terfi ve tayinlerine bile müdahale edecek güce ulaşmıştı. Fethullah Gülen, bir orgeneralin kuvvet komutanı olarak atanmaması için hangi girişimlerde bulunduğunu bizzat kendisi 10 Ekim 1995′te
basın toplantısında açıklamıştı.

Reagan’ın Demokrasi Projesi ve Ulusal Demokrasi Vakfı

Fethullah Gülen örgütünün sıçrama yapmasıyla, ABD’nin dünyadaki etkinliğinin artması arasında bir paralellik bulunuyor.
Gülen örgütü, ABD’de Reagan iktidarında, Sovyetler’i çözmek amacıyla yürütülen
ve 1981′de resmileşen “Demokrasi” projesinin bir ürünü olarak serpiliyor.
Demokrasi projesi, 1970′li yıllarda, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin belirlediği
Yeşil Kuşak politikasının bir üst aşamaya çıkarılmış hali.
ABD’nin Çelik Çekirdeği, bir yandan en katı Amerikancı askeri diktatörlükleri ayakta tutarken, bir yandan da örgütlediği CIA muhalefetine “insan hakları ve demokrasi” görevi veriyordu.

“İnsan hakları”ndan kasıt, tabii ki etnik, dinsel ve kültürel haklardı.

Dünyanın her yanını saran din ve mezhep savaşları, mikro milliyetçiliğin kışkırtılmasıyla milyonların canına mal olan milli boğazlaşmalar, bu projenin eseridir.
Bu projeyi yürütmek için bir de örgüt kuruldu.

  • National Endowment for Democracy. (NED)
  • Yani Demokrasi Vakfı.

Kısa adıyla NED diye anılan vakfın, CIA’dan daha etkin bir örgüt olduğu
Newsweek dergisi tarafından teslim ediliyor.

ABD’nin “Project Democracy” si İslam ülkelerinde “ılımlı İslam”ın geliştirilmesi olarak piyasaya sürüldü.
Ilımlı İslam ideolojisiyle, hem “dinler arası diyalog” için zemin oluşturuluyordu,
hem de ABD’nin laiklik zemininde yükselen ulusal devletleri tahrip etmesinin aracı olarak işlev görüyordu.

“Ilımlı” sözcüğü, İslam fundemantalizminde bir ılımlılık değildi. Şeriatın koyu iktidarı için mücadele eden Ilımlı İslamcı örgütler, ABD yönetimine ve politikalarına karşı  “ılımlı” olmalıydı!

Pentagon tarafından İslam coğrafyasında “ılımlı İslam” hareketinin önderi olarak sayılan Gülen, kendi cemaatine ait Zaman gazetesinin 4 Eylül 1997 tarihli sayısında yayımlanan açıklamalarında, Batı ile ilişkiler hakkında şu değerlendirmeleri yaptı:

“İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı’yla entegrasyon karşısında, Amerika’yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez” (Zaman gazetesi, 4 Eylül 1997)

Gladyo’nun Rolü

Gülen örgütü, 12 Eylül Amerikancı askeri darbesinin “Türk İslam sentezi”ni
resmi kültür politikası olarak benimsediği, tarikatların”sivil toplum örgütü” olarak kutsandığı, yeşil sermayenin önünün dizginsiz açıldığı koşullarda gelişti.

Gülen örgütünün gelişmesi, yalnızca bu iklimin dolaysız sonucu değil.
Devlet içinde örgütlenen Amerikancı paralel devletin doğrudan bir müdahalesi var.
Gülen’in Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nca yakalanmasına karşın aynı gün serbest bırakılmasıyla, cezaevindeki ülkücü gençlerin gruplar halinde Fethullah Gülen örgütüne intisap etmeleri aynı döneme rastlıyor.

Gülen’in, Gladyo’nun tetikçileri Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’larla ilişkisi de 1980′li yılların sonunda örülüyor. 1980 öncesinde MHP’ye bağlı Ülkü Ocakları Derneği’nin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Çatlı’nın 1996 yılında Türkiye’de
büyük yankılara yol açan bir trafik kazasında üst düzey bir emniyet mensubuyla birlikte ölmesiyle, Özel Harp Dairesi’nin yetiştirdiği Gladyo tetikçilerini kamuoyu önüne çıkarmıştı.

Gülen, bu yıllarda cezaevinde mağdur durumdaki sahipsiz ülkücülere
büyük maddi yardımlarda bulunuyor. Komünizmle Mücadele Derneği’yle
Fethullah Gülen’in ikinci kucaklaşması bu döneme denk düşüyor.
MHP’nin ikiye bölünmesi, Muhsin Yazıcıoğlu’ni kurmasında da Fethullah Gülen’in belirleyici rolü saptanıyor.

Büyük Birlik Partisi’nin militanları 1990 sonrasındaki bütün uluslararası etnik terör eylemlerinde rol alıyor: Bosna’da, Çeçenistan’da, Gürcistan’da, Azerbaycan’da, Keşmir’de ve Sincian’daki şeriatçı terör militanlarının kaynağı Büyük Birlik Partisi oluyor.

Moon Tarikatı ve Fethullah Gülen

Fethullah Gülen’in CIA ile ilişkilerini sürdürmede en önemli örtülerinden biri,
Dinlerarası Diyalog oldu. Bu örtü de bir ABD üretimi. 1950′lerden başlayarak
dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için,
her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi.
Bu tarikatların hepsinin söylemi aynı: Dinlerarası diyalog.

CIA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği Moon tarikatı.
1951′de Kore’yi işgal eden ABD, Güney Kore’yi sömürgeleştirirken
bir de Hıristiyan tarikatı kurdu ve

  • Güney Kore nüfusunun % 40′ı Budistlikten vazgeçip Hıristiyan oldu. 

Bu başarıdaki en önemli pay, bilinen adıyla Moon tarikatının.
Resmi adıyla anarsak; Birleştirme Kilisesi.

CIA’nın kurduğu Kore CIA’nın Washington temsilcisi Albay Bo Hi Pak da,
Moon tarikatının en güçlü adı. CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi’ni örgütledi. Türkiye’de kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri de,
Dünya Anti Komünist Ligi’nin uzantıları.

Moon tarikatı, 1978′de, ABD’de bir Kongre soruşturmasına uğradıysa da
etkisini yitirmedi. Reagan döneminde Irangate skandalında boy gösterdiğini görüyoruz.
George W. Bush iktidarında Moon tarikatının sahibi olduğu Washington Times gazetesi, neo-konservatizm ve ABD saldırganlığının başlıca araçlarından biri oldu.

Fethullah Gülen’in Türkiye’de yayınlanan Zaman gazetesi ile Washington Times arasında sıkı işbirliği artarak sürüyor.

İsrail ile İlişkinin Ayırt Ediciliği

  • Moon tarikatının, Latin Amerika’daki askeri diktatörlüklerle,
    İsrail üzerinden kurduğu uyuşturucu ve terör bağı dikkat çekici.

Fethullah Gülen’in İsrail ile yakın ilişkisi de O’nun en ayırt edici özelliği.
Körfez Savaşı’nda, Irak yönetiminin İsrail’e attığı Scud füzesi üzerine İstanbul’da verdiği vaaz ve döktüğü göz yaşları ve ettiği bedduaların kaseti, İslamcılar tarafından
elden ele dolaştırılıyor.

İsrail ile ilişki, ABD açısından kilit öneme sahip.

Graham Fuller’in İslamcı hareketi konu alan Kuşatılanlar kitabında, İslamcı hareketlerin Batı ile entegrasyon için yapması gerekenlerin başında İsrail ile iyi ilişki geliyor.
(G. Fuller, I.O. Lesser, Kuşatılanlar, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, syf.126.)

Gülen’in İslamcı kitleleri kendisinden soğutma tehlikesine karşın, Kudüs Başhahamı ile yakın ilişkisi ve Fethullahçıların işadamları derneği İŞHAD’ın İsrail’le bağları,
bu politikanın gereği olarak kuruluyor.

“Abramowitz’le Beni Kasım Gülek Tanıştırdı”

Moon tarikatı ile Fethullah Örgütü arasındaki bağ, hedef benzerliğinden ibaret değil.
Organik ilişki var. Moon tarikatının Türkiye halifesi, Cumhuriyet Halk Partisi eski
Genel Sekreterlerinden Kasım Gülek ile Fethullah Gülen’in dostluğu artık saklanmıyor Gülen’in reklamını değişik yayın organlarında yapan yazar Hulusi Turgut,
21 Ocak 1998 tarihli Yeni Yüzyıl’da bu ilişkiyi şöyle anlatıyor:

“Kasım Gülek, Fethullah Gülen’le çok iyi dostluk ilişkileri içinde bulundu.
Gülen, Kasım Gülek’le sık sık görüşürdü.
Vefatı üzerine bu eski dostunun cenaze namazını kıldırmıştı.
Fethullah Gülen’e sorduk:

‘Amerika, sizlerle ilgili referansı merhum Kasım Gülek’ten mi aldı?’
Gülen bu konuda şunları söyledi: ‘Kasım Gülek beyin baldızı Amerika’daydı.
Yani Pentagon’la irtibatları vardı.
Eğer kendisine değişik patformlardan, Beyaz Saray’dan sormuşlarsa
‘Bunlar nedir?’ diye, o da ‘Endişe edilecek bir şey yoktur’ demiştir, referans vermiştir”
(Yeni Yüzyıl gazetesi, 21 Ocak 1998)

Gülen, 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:
“ABD’de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz’di.
O, Türkiye’de bir zaman elçi olarak kalmıştı.
Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı.
O’nun vasıtasıyla gıyaben O’nu tanıyorduk…

Türkiye, şimdiye dek çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır.
Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim.
Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray’a kadar, Kongre’ye kadar, Pentagon’a kadar götürülmeli dedim” (Zaman gazetesi, 1 Eylül 1997)

Gülen, 1992 yılında ABD’ye gittiğinde, Kasım Gülek’in, Pentagon’da albay olarak görev yapan, sonra şüpheli bir şekilde ölen baldızı aracılığıyla Pentagon ve CIA yönetimi ile ilişkiye geçtiğini de anlatıyor.

Moon tarikatı ile Fethullah Gülen’i birleştiren bir başka ad; Gladyo’nun tetikçisi
Abdullah Çatlı. Çatlı, 1981 yılında Dünya Anti Komünist Ligi’nin toplantısına katılıyor.
1992′de Gülen’i ABD’de havaalanında karşılayan da Abdullah Çatlı.

====================================

Dostlar,

Sayın Oraj Poyraz‘a bu önemli yazı için teşekkür ederiz..

Türkiye’nin bu iğrenç ilişkileri tasfiye etmesi, saydam bir demokratik rejim olması gerek.
Temel insan hak ve özgürlükleri ekseninde,
Kemalist bir çağdaşlaşma ideolojisiyle..

İlk adım ise NATO’dan çekilmek..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

LEVENT KIRCA : Nereden Nereye ??


Dostlar
,

Değerli site okurumuz Sayın Duran Aydoğmuş, 2 önemli yazı göndermiş.

22.05.2008 Ankara

İlki Sayın Afet Ilgaz’dan ve bu yazıdan önce sitemizde sizlere sunduk.

2. si ise üstad Levent Kırca‘dan.. Özellikle yakın dönemin gerici dönüşüm adımlarının tarih sıralaması ile (Kronolojik). Son derece öğretici, düşündürücü ve uyarıcı..

 

YORUMSUZ İki Önemli Yazı :

İlk yazı      : Afet ILGAZ’dan (Kıyaslama)
İkinci yazı : Levent KIRCA’dan (Türkiye’nin mevcut ve yakın geçmişteki profili
kronolojik sıra ile verilmiş).
 
Duran Aydoğmuş
—–

Teşekkür ederiz değerli Aydoğmuş..

Bu gün, “3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 90. Yılı..”
Bu yasalara nasıl acımasız ve sistematik saldırı yapıldığını
Sayın Kırca’nın karşıdevrim kronolojisinden ibretle anımsıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Nereden Nereye ??

portresi3


LEVENT KIRCA
Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir. Hele öğretmenlerimize işkence, en büyük günahtır.
En büyük halkımız, başka büyük yok.
Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük
Yeni bir oyuna başladım, ismi “AZINLIK”. Yer yer çok komik, yer yer çok sert..
Yerse. Henüz sekiz oyun oynadım. Benim için adeta sekiz oyunluk bir bebek, oyunum. Pek çok şeyi dile getirdiğim ve bunları cesaretle söyleyebildiğim için hoşuna gidiyor insanların. Bir bakıma insanların içindekini, söyleyemediklerini söylüyorum.
Turnedeyim ve ilgiden anladığım kadarıyla uzun sürecek turne. Tek başıma oynuyorum ama masal ya da fıkralardan oluşmuyor oyun. Allahına kadar gerçekleri söylüyorum korkmadan. Tv’de susturulduk, programımız yayından kaldırıldı, inandıklarımı bildiklerimi şimdi tiyatroda söylüyorum.
Ekip, tekniğiyle birlikte 12 kişi. Sahnede ise 3 oyuncu arkadaşım var. İyi oyuncular bunlar. Ama onları konuşturmuyorum. Ha bire kostüm değiştirip, değişik kostümleriyle bol bol antre yapıyorlar. Onların yerine de ben konuşuyorum. İlginç bir durum çıkıyor ortaya. Hem oyun statik olmaktan kurtuluyor, hem de bir hareket kazanıyor.
Daha sekiz oyunda duymuş seyirci duyacağını. İstek telefonlarının ardı arkası kesilmiyor.

“-Bizim şehrimizde / kasabamızda da oynar mısınız?”
-Oynarız. 

Salondaki seyirci oyunun nabzı. Türkiyenin bugünkü durumuna yürekleri yanıyor,
hem de ne yanmak. Gelen reaksiyonlardan anlıyorum bunu. Hep birlikte ağlıyoruz, gülüyoruz memleketin haline. Gerçekleri dillendirdiğim ve de iyi bir oyun çıkarttığım için mutluyum.
Neden devlet büyüğü? 

Hükümetin üst düzey yöneticilerine neden “Devlet Büyüğü” denir?
Bu büyüklük nereden gelir? Büyük denilen bu insanlar gerçekten büyük müdür?
Bunlar büyüklüklerini, sorumluluklarını müdrik midir?

“Büyük”
 sözü çok iddialı bir söz. Fiziksel büyüklüğün dışında, büyüklük:
Olmuşluk; ermişlik; erdem sahipliği; hoşgörülü olmak; kültür sahibi olup da bu kültürle ona buna caka satmamak; bağışlayıcı olmak; dostları unutmamak; küçüğü-büyüğü kollamak; sevgili ve saygılı olmak; paraya pula değer vermemek ve insana değer vermek. Bu niteliklerin hangisi devlet büyüklerinde var? Bana bir kelime öğretenin
kulu kölesi olurum demiş peygamberimiz. Peygamberimiz öyle demiş ama en kutsal varlıklarımız öğretmenlerimiz, yan yana gelmiş 4’lerden oluşan molla yetiştirme sistemine karşı yürüdükleri için coplandılar, gaz sıkıldı yüzlerine, panzerlerden boyalı su fışkırtıldı, sürüm sürüm süründürdüler İzmir asfaltlarında öğretmenlerimizi.Devlet Büyüğümüz Başbakan’ın vicdanı sızlamadı.
Gerçek büyüklerimiz öğretmenlerimize uygulanan bu şiddet karşısında,
“Polis görevini yaptı” dedi Başbakan.

Anamız ağladı, analarımız tabut başlarında saçlarını yoldu yitirdikleri evlatları için. Altmış yıldır ben de bu ülkede yaşıyorum. Hiç bu kadar “Ana” ağlamamıştı.
Gerçek büyüklerimiz analarımızı, cennetin ayaklarının altında olan analarımızı,
Devlet Büyüğümüz Başbakan“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek
bir kez daha ağlatmadı mı? Paralılar paraları ödeyip şehitlik mertebesinden tüyerken; ölen fukara gençler, gerçek büyüklerimiz değil mi? Bu düzeni kurgulayan,
milletin anasını ağlatan, Devlet Büyüğümüz Başbakan değil mi?Okumuş, kendini yetiştirmiş, kitap kurdu olmuş insanlar az mı büyük?
Mürekkep yalamışlık; okuyarak dirsek çürütmüşlük az birşey mi? Bilgisiyle bilgilendiren, kitleleri aydınlatan bu insanlar için dememiş mi peygamberimiz, “kulunuz köleniz olurum” diye? Peki Devlet Büyüğümüz Başbakanımız ne buyurmuşlar;

“Ben okumadım, okuyanların halini görüyorsunuz. Ben okumadığım halde Başbakan oldum, büyüdüm büyüdüm Devlet Büyüğü oldum. Sadece Devlet Büyüğü olmadım, ekonomik olarak da dostlarımla beraber büyüdüm. Okumasanız da olur” demedi mi buyruğunda?
Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir.
Hele öğretmenlerimize işkence, en büyük günahtır. En büyük halkımız,
başka büyük yok. Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük. Fiyatları da farklı farklı.
Ben gerçek büyükleri; fındık ile, fıstık ile, badem ile beslerim.
Oyuna çıkarken 

Sahneye girmeden dua ederim; gelmişime geçmişime ve de ustalarıma.
Duam bitmeden de antremi yapmam. Bitince bismillah derim ve başlarım oyunuma. Ben bu duaları Türkçe okuyorum. Türkçe okuduğum için yerine ulaşmıyor mu yoksa? Şimdi beni de kuşkuya düşürdüler; her şeyi bilen yüce rabbimizin Türkçe bilmemesi mümkün mü? Diyanet işleri başkanımıza soruyorum, ben Türkçe duaları boşuna mı okuyorum?
Şehit olmak isteyenlere müjde 

Hükümetimiz de, artık bazı iş ve meslek kollarındaki kişilerin şehit olabileceklerinin müjdesini verdi. Artık hükümet şehit olabilecekler için bir liste hazırlıyor. Parayı bastırıp askerden kaçtığınız için üzülmeyin. Size bu fırsat, bu imkân hükümetiniz tarafından sağlanacak. Ben müslüman bir ailenin çocuğuyum. Annem ramazanlarda eve hoca çağırıp hatim indirirken, hocayı Kuran-ı Kerim’den takip ederdi. Hoca yanlış yaptı mı düzeltirdi onu. Herhangi bir satırı atladı mı uyarırdı. Ben de iyi bir müslüman olduğuma inanıyorum ve Allah’ın her dilden ibadeti kabul ettiğine de inanıyorum. Ayrıca dinin kimsenin tekelinde olmadığına da inanıyorum. Bugüne kadar kimseye eziyet etmedim. Polisle halkı karşı karşıya getirenler, insanların elinden özgürlüklerini alanlar,
yetim hakkı yiyenler, insanlara eziyet edip ah alanlar ve anamızı ağlatanlar düşünsün.
Olaylar doruk noktasında
Oyunum “Azınlık”a turnede, halk ve gençler koşa koşa geliyor. Valiler, kaymakamlar, açıkçası “Mülk-i Erkan” gelmiyor. Belki de gelemiyor. Belki de orada gözükmek istemiyor. Biga Üniversitesi’nde konuşmacıydım iki gün önce. Salon hınca hınç doluydu. Bir tek profesör vardı, diğer konuklar öğrencilerden oluşuyordu.
Çoğu kızımızın da başı örtülüydü üstelik. Ama okul yönetiminden bir kişi dahi yoktu.
Zira okul ele geçirilmişti. Beni dinleyen o profesörün de defterini dürmüşler.
Savaşta düşmeyen Çanakkale ve Biga, özellikle Biga, bu kez düşmüştü
.
Televizyonlarda durum
Durumu müdrik bazı gazetelerin dışında bu yazdıklarım çıkmıyor, çıkamıyor.
Devletin televizyonları ve diğer yandaş kanallarda millet, şakkıdı şukkudu oynuyor.
Pop müzik yıldızlarımız, starlarımız, megalarımız gaflet uykusunda. Şık giysileriyle kendilerinden küçük ya da büyük sevgililerini kucaklayıp“Drink” yapıyor. Pembe lüks otomobillerinde tozpembe yaşıyorlar. Gençlerimiz de onlara alkış tutuyor ve
“Yetenek Sizsiniz Türkiye” yarışmasını izliyor. Bir köpek yarışmanın birincisi olmuş.
Bir karikatür gördüm geçen. Bu birinci gelen köpek de şaşmış bu işe, şöyle diyor:“Yakında bunlar beni milletvekili de seçerler”.

Eskiden ağlanacak halimize gülerdik, şimdi zil takıp oynuyoruz.
*****

NERDEN NEREYE GELMİŞİZ..
15 Şubat 1949 :
İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950 :
CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılması’na Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar
Milli Eğitim Bakanlığı’nca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950 :
Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
29 Mayıs 1950 :
Başbakan Menderes, sâdece “Millete mal olmuş  inkılâplarımızı
saklı tutacağız”
 diyerek irtica ya ilk işareti  veriyor.
16 Haziran 1950 :
Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950 : Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950 :
Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950 :
 Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında
23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor.
Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953:
Köy Enstitüleri, İlk öğretmen Okulları’na dönüştürüldü.
1953 :
Yasa değişikliği ile ”siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak,
öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç” sayılmaya başladı.
1954 :
25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955 :
 Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor :  

  • ‘Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda  isterseniz Anayasa’yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz.”
1956 :
Menderes, Konya’da halka hitap ederken ”ortaokullara din dersleri konulacağını” açıklıyor.
13 Eylül 1956 :
Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
Başbakan Menderes,
1957 :
 Ödemiş’te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor :
“Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun.”
Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor :
“İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni de ikinci bir Kâbe yapacağız.”
14 Şubat 1957 :
Başbakan Menderes, Ankara’da Kocatepe Camii’nin yapımı için
Cami Yaptırma Derneği’ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957 :
Kayseri’de halka yaptığı açıklama Menderes, “DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye’nin 500’üncü yıl dönümünü kutlamak için
Müslümanların İstanbul’a davet edileceğini”
 söylüyor.
1957 – 1958 :  Liselere seçmeli din dersi kondu.
1959 :
Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
26 Haziran 1965 :
Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, “İmam hatip okullarını bitirenlerin,
ilkokul öğretmeni  olabileceklerinin”
 müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966 :
 Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs 1966 :
 Demirel, Kayseri’de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor :
“Bugün Türkiye’de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.” 
17 Mayıs 1967 :
İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967 :
İzmir’de İslam Enstitüsünün temelleri, Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.Aralık 1967: Mecliste iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968 :
Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem,
“Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır!” diyor.
19 Şubat 1969 :
Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi ABD’nin 6. Filosu’nu protesto eden yurtsever gençler üzerine“ABD bizim Kabemiz; cihada hazır olun!” 

sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere “Kanlı Pazar” olarak geçmesini sağlamıştır.

1 Ekim 1969 :
 Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi’nin  ‘Kıratlı Kuran’ dağıttığı haberleri
basına yansıyor.
26 Ocak 1974 :
Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
1974 – 1977 :
 Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976 :
 Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977 :  Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
1977-1978 :
 Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki, bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor.
Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.

  • Kahramanmaraş’ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, 
    yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara “Allah için savaşa, Müslüman Türkiye” sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti :
    “Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz.”
12 Haziran 1979 :
 MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor :
“Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?” 

4 Temmuz 1980 :
Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken Başbakan Demirel
“Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!” diyerek “solun kalesi” diye anılan Fatsa’yı hedef gösteriyordu.
22 Temmuz 1980 :  Kemal Türker’in öldürülmesi.
7 Eylül 1980 :
MSP’nin Konya’da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu :
“Dinsiz devlet yıkılacak elbet
Şeriat gelecek

Laiklik dinsizliktir,

Anayasa Kuran,

Ya şeriat ya ölüm,

Cihada hazırız” 
12 Eylül 1980                         : 

Amerika’nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların “bizim çocuklar”  dedikleri Generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasal parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekûn bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Ulusal birlik yerin dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran,
günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül’ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale’de yaptığı konuşmada “Muhterem din adamlarının elini  öpeceğiz” diyordu.[1]
“Gerçekte,” der Machiavelli“hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki,
Tanrı’ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık birtakım nedenler yoktur.”
 [2]
Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın
10. maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına
yasal dayanak hazırlandı.12 Eylül’de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü’nün oğlu
veto edilerek seçimlere katılması engellenirken, Nakşibendî tarikatının üyesi olan Turgut Özal‘ın Çankaya’ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal’ın,
“12 Eylül olmasaydı  iktidara gelemezdik.” biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.

Mart 1987 :
Demirel, Öğretim Birliği Yasası’nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir:
“Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset
dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.…Tevhidi Tedrisat Kanunu
bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur. Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır.”[3]
1989 :
TCK’nin Türkiye’de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı.
Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989 : Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990 :  Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesi.
7 Mart 1990 :  Çetin Emeç’in öldürülmesi.
4 Eylül 1990 :  Turan Dursun’un öldürülmesi.
6 Ekim 1990 : Doç. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesi.
24 Ocak 1993 : Uğur Mumcu, “İmam-Subay” başlıklı yazısından iki gün sonra
bir suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993    : 

Sivas’ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’nin
3. gününde, dinciler ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın,
düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı.
(A.S. 33 aydın – sanatçı, 2 otel görevlisi ve 2 de gösterici…)
Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli’ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı :
 “Zafer İslam’ın, Cumhuriyet Sivas’ta Kuruldu, Sivas’ta Yıkılacak!..
Şeriat Gelecek Zulüm Bitecek, Kahrolsun laiklik”
 
27 Mart 1994 :
Yerel seçimlerle RP’nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin,
Ankara ve İstanbul’daki Anakent Belediyeleri’nin tüm olanakları RP’nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, “Refah iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek” diyordu. Erbakan, 5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken “son sosyalist devleti de yıktık” sözleriyle Kemalizm’in
sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
(A.S. Bizim anımsadığımıza göre bu sözler Başbakan Tansu Çiller’indi..)
10 Kasım 1994 :
Anıtkabir’de Atatürk’e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, “Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kuran’a davet ediyorum.” diye slogan attı.
11 Ocak 1995 : Onat Kutların öldürülmesi.
9 Ocak 1996 : Metin Göztepe’nin öldürülmesi.
1997 :
Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız,
“Laiklere şeriat enjekte edilecek” diyordu.
1997:
Şevket Yılmaz, “Allah’ın size soracağı soru şöyle : Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?”Hasan Hüseyin Ceylan, “Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim.
Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!”

Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe,
Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli.
Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola.
Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin
.”

Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, 
“Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak.” diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997…Özal’ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan,
Başbakanlık Konutunda verdiği iftar yemeğine Türkiye’nin en ünlü din baronlarını
davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı. Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek,
“laiklik, din özgürlüğüdür”; “din ise birleştirici ve lâzımdır” denilmeye başlandı.
21 Ekim 1999 : Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi.
18 Aralık 2002 : Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi.
Eğitim yoluyla şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu zihniyetteki bireyler, cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarına, artık hiç kuşku kalmadı.

  • Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor!