Etiket arşivi: Hülya Koçyiğit

Rıfat Serdaroğlu: BEN ERDOĞAN’A ÇOK GÜVENİYORUM

BEN ERDOĞAN’A ÇOK GÜVENİYORUM

portresi_kravatli

Rıfat Serdaroğlu
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Ne yalan söyleyeyim, Pazar günü yapılan Yeni Türkiye’nin Yeni Kapısındaki mitingde Erdoğan’ı dinleyinceye kadar, kafam biraz karışıktı!
Erdoğan’a güvensem mi, güvenmesem mi bir türlü kesin kararımı verememiştim.
Ne zaman ki Erdoğan, önce Cübbeli Jet Skici Hoca ile Türk Ordusunun altını tutamayan Baş Komutanını bir araya getirdi, aha şimdi bizi bütünleştirecek, dedim!
Bir de kürsüden aşağıdaki muhteşem konuşmayı yapınca kendi kendime dedim ki; “Rifat Aga, yeter artık yahu! Herkes Hülya Koçyiğit ve Rifat Hisarcıklıoğlu gibi de, bir tek sen mi akıllısın yahu! Dünya dönüyor diye kimse dünyaya “Dönek” diyor mu? Sen de dön, gerçekleri gör ve Kurtulan Numan ve çıplak Soylu gibi Karun ol yahu…”
Dinlemeyenler için Erdoğan’ın konuşmasından benim ona güvenmemi sağlayan bazı başlıkları sizinle paylaşmak isterim; (Dinleyin Dünya Lideri Konuşuyor) :
-Kahraman Millet, bu günden sonra her kim ki;
Millet Anayasayı rafa kaldırdı, demokratik parlamenter rejim askıya alınmıştır, diyorsa, iyi bilin ki o artık şerrefsizdir!
Lâik Cumhuriyet, inanç ve ibadet özgürlüğümüzün teminatıdır.
Din istismarcılığı yapanlar, dini kullanıp Deniz Feneri e.V ve FETÖ benzeri dernekler kurup Müslümanları dolandıranlar, namussuzdurlar!
-Cumhuriyetimizin ve Devletimizin kurucusu Atatürk’ün fikirlerine saygı duyuyorum. Kim ki kurucumuza “Ayyaş” veya “Kefere Kemal” der, Allah onları çarpsın, sonra bir daha çarpsın!
(Alkışlamaktan Kılıçdaroğlu’nun elleri pespembe oldu)
-Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına almaya kalkanlar, Türk Milletinin düşmanı olan alçaklardır. (Uykuya dalmış olan Bahçeli’yi dürttüler, Bahçeli ağlayarak alkışlamaya başladı. Az daha tıkanacaktı adamcağız)
-Kuvvetler Ayrılığı demokrasinin olmazsa olmazıdır. Buna “Ayak Bağı” diyenler ihanet içindedirler!
-Kadın-Erkek eşittir. Kadınlarımız, kızlarımız her dalda yer almalıdırlar.
“Kadın-Erkek eşitliği yaradılışa terstir” diyenler varsa iyi bilesiniz ki, bunlar geri zekâlıdırlar.
-Ben ve ailem tüm varlığımızı Türk Hazinesine bağışlayacağız. Karı-Koca maaşımızla geçineceğiz. Bilal ve Burak gemilerini Gölcük Donanma Üssüne verecekler. Bilal’e bir boyacı sandığı alıp ayakkabı boyacılığı yaptıracağız. Bakan Damat ise istifa edip, köfteci dükkânı açacak. Siyaset yapıp zenginleşenler mutlaka ve mutlaka hırsızdırlar! Hele hanlar-hamamlar-gökdelenler alanlar, kelimenin tam anlamıyla “Hırsızlar İmparatorudurlar.” (Bu noktada beyaz elbiseleri içinde Tansu Çiller, beyaz mendilini çıkarıp, gözyaşlarını sildi. Çiller çok istediği halde mallarını şehit ailelerine bağışlamasını Meral Akşener engellemişti! “Ben de bağışlayacağım” diye yanındaki Yıldırım Akbulut’a fısıldadı!)
PKK-IŞİD-El Nusra gibi terör örgütleriyle iş tutanlar, bunlara lojistik destek verenler, düpedüz vatan hainidirler. (Hakan Fidan, havaya bırakılan balonları saymakla meşguldü)
Başbakan Binali’nin oğlu, tövbe edecek ve bir daha kumarhanelere gitmeyecek!
Burhan Kuzu kafayı kırdığı için onu kovdum. Onun yerine Ertuğrul Özkök’ü aldım. Artık ben de ayağımda şıpıdak terlik, bermuda şort, kadın-sex-lezbiyenlik-transseksüellik gibi konularda ondan yardım alacağım.
-Darbeyi zamanında bildirmediği için Melih Gökçek’i Bülent Arınç’ın danışmanlığına gönderdim. Yerine Diyanet İşleri Başkanı Görmez Mehmet’i atadım! Hem Diyanet’i, hem de Ankara Belediyesini yönetecek!
-Egemen denen fırlamaya aldırmayın. Onu buraya ben çağırmadım. Beni “Yengemgiller davet etti” deyip aramıza sızmış! Onu ve boyunsuz Muammer’i en kısa zamanda, hayırsever Reza Zarrab’ın yanına göndereceğim…
Bundan sonraki konuşmasını not alamadım. Güvenebileceğim bir lider bulmanın sevinciyle, heeeyyyt diye bir nara atıp Harmandalı Zeybeği oynamaya başlamışım. Allahtan, çocuklar yarım saat sonra zorla oturtmuşlar da, sevindirik olup, dört kolluya binmekten kurtulmuşuz…
Tekrar ediyorum;
Cübbeli Jet Skici Hoca ile altını tutamayan Genelkurmay başkanı ona tapıyorsa,
Meral Akşener’in tek evladının nikâh şahidi, ablası Çiller ise “Yurt dışı yatırımlar danışmanlığını” yapıyorsa,
İlker Başbuğ 4 metrekarelik hücreye tıkılırken, kendisine özel tek kişilik cezaevi açılan Mehmet Ağar “Onun önünde durmak lazım” diyorsa,
Türkiye’nin tek özgür basın kuruluşu olan “Havuz Medyası” onun arkasında ise,
Eyy tanklara ve uçaklara karşı osurukla savaşıp galip gelen Kahraman Millet;
Ben de O’nun arkasındayım ve O’na çok ama çok güveniyorum…
Peki ya sizler? Gazete bile okumayan oğlak sanatçılar, sizler de güveniyor musunuz?

========================================

Dostlar,

Sayın Rifat Serdaroğlu yazdıkça açılıyor maaşallah ve de maazallah…
Tam bir hiciv ustası oldu!.. Yüreğine ve kalemine sağlık diyoruz..
Ne var ki, Atalar “.. can çıkmadıkça huy çıkmaz..” buyurmuşlar..
Hem daha 15 Temmuz darbe girişiminin içyüzünü henüz tam olarak bilmekten öyle uzağız ki!

3 OHAL Kararnamesi ile TSK bitirilmiştir..
 Neden?? Buna ne buyurulur??

15 Temmuz Darbe girişimi ile başetmenin reçetesi Ordu’yu darmadağın etmek midir???
Bu olay (15 Temmuz) olmasa idi RTE – AKP bunca yıkımı kaç onyılda yapabilirlerdi acaba??
Öte yandan, bunca muazzam ölçekte ve içerikte kitlesel algı yönetimi örneğini insanlık tarihinde göremiyoruz!

Neciiiiip mi necip (soylu) milletimiz mucizelere kolay inanır, 600 yıllık “Padişahın kulluğu” hücrelerine sinmiştir ve tapınacak yeryüzü tanrılarına bağımlılık derecesinde gereksinimlidir.

Büyük ATATÜRK boşuna mı şu sözleri söylemişti :

  • Ulusları özgür, bağımsız, şanlı ve yüce yapan ya da tutsaklığa ve yoksulluğa sürükleyen eğitimdir. En önemli, en temel nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum durumunda yaşatır; ya da bir ulusu tutsaklık ve düşkün­lüğe bırakır. Ulusal eğitim politikasının temel taşı, bilgisizliğin yok edilmesidir (1922).

Türkiye’nin geleceği; Mustafa Kemal’in asker – sivil çocuklarının yüksek yurtsever tarih bilincine emanettir ve her durumda mutlaka korunup – kollanacak ve sonsuza dek özgür ve başı dik – onurlu.. yaşatılacaktır..

Böyle biline; herkes özünü – sözünü – eylemini… bu kadim gerçeğe göre ayarlaya…

Sevgi ve saygı ile.
09 Ağustos  2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

NEDEN ASLA ÜMİDİMİ KAYBETMEDİM ve KAYBETMEYECEĞİM?

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Sayın Prof. Kerem Doksat’ın damakta “leziz ve de buruk bir tad” bırakan yazısını paylaşmak istiyoruz..

Sağolsunlar, kendileri de bizi web sitelerinse (kendileri “mekân” demekteler)
konuk ediyorlar.. Son olarak “KOLLUK ŞİDDETİ ve GAYR-I NİZAMİ PSİKOLOJİK SAVAŞ” başlıklı yazımız.. (http://www.keremdoksat.com/index.php/entry/kolluk-siddeti-ve-gayr-i-nizami-psikolojik-savas, 11.71.13)

Kerem kardeşime “Betz hücrelerine sağlık…” derken sizlere de iyi okumalar diliyoruz. Bir de nazire var sanırım : Dr. Doksat’ı bir yazımızda “.. ola ki umutsuzluğa yeltenirse..” gibisinden tatlı – sert uyarmıştık (!).. Bu yazıyı o dizelerimize olumlu (pozitif) bir yanıt sayıyoruz.. “MİLLET OLMAK NE DEMEKTİR?” başlıkı görkemli yazısına web siemizde yer verirlen.. (http://ahmetsaltik.net/prof-dr-m-kerem-doksat-millet-olmak-ne-demektir/, 5.4.13).

Sevgi ve saygı ile.
21.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

NEDEN ASLA ÜMİDİMİ KAYBETMEDİM ve KAYBETMEYECEĞİM?

 

portresi

PROF. DR. M. KEREM DOKSAT

20 Temmuz 2013

Bakın, ne gibi gelişmeler olmakta…

Dünyanın en büyük emperyalisti olan ABD’nin Michigan eyaletine bağlı
Detroit şehrinde, 18.5 milyar Dolarlık borçla ülke tarihinin en büyük iflâsı yaşandı. ABD’nin en büyük 11. ve Michigan eyaletinin en büyük şehri, etrafındaki banliyölerle birlikte Detroit Metro bölgesiyle 4.5 milyona yaklaşan nüfusu ve en zengin 500 şirketine ev sahipliği yapmasıyla bilinen yer bu. Otomotiv sanayindeki ağırlığıyla Amerikan Rüyasının” lokomotif şehri… Son aylarda 10 bin çalışanının maaşlarını ödeyebilmek için devlet destekli tahvil çıkarmıştı. Vergi oranları yasal limitlerine ulaştı. Bu oranların arttırılması durumunda dahi, Detroitlilerin içinde bulunduğu ekonomik kriz sebebiyle söz konusu vergilerini ödemeleri imkânsız…

2000 yılından beri nüfusu %28 azalan şehir, en büyük darbeyi otomobil devlerinden General Motors ve Chrysler’in 2009’da iflâslarını istemesiyle almıştı. Bir zamanlar, otomobil sanayinin merkezi konumundaki Detroit’te bugün sokakların %40’ında sokak lâmbaları yanmazken, 78 bin terk edilmiş bina bulunuyor. Cinayet oranlarının yaklaşık 40 yılın en yüksek sayısına çıktığı Detroit, 20 yıldan fazla bir süredir ABD’nin en tehlikeli şehirlerinden biri olarak anılıyordu.

Bunlar apokaliptik alâmetler filân değil, dikkatli bir gözlemcinin asla göz ardı etmeyeceği gelişmeler.

  • Bu ülkenin başımıza belâ ettiği bölücü, ayrımcı ve yasadışı her türlü
    şer odağının da çözülmeye başladığını görüyoruz.

Bunların isimlerini veya künyelerini yazmaya hiç gerek yok.
Hiçbir şey artık gizli kalmıyor, kalmayacak.

Aklıma hemen KKTC geliyor, tarihinin en üzüntü verici deniz kazasını yaşamış ve
Gâzi Mağusa civarında ham petrol denize karışmış. KKTC AKSA Enerji Şirketi yaptığı açıklamada temizliğe bugün de 100 kişiyle devam edeceklerini açıkladı. Yapılan açıklamada denize dökülen fueloilin yaklaşık %50’sinin temizlendiğini ve kalanın da tamamının iki ay içerisinde temizleneceğini bildirildi. Bölgede bulunan Deepsea Balık Çiftliği’nden sızıntı sonrası örnek (numune) alındı. Ankara’ya gönderilen numune tahlil sonuçlarının birkaç gün içinde gelmesinin beklendiği ifade edildi. Çiftlikte yaklaşık 72 bin ton levrek ve çupra olduğunu söyleyen çiftlik yetkilileri balıklara yem vermediklerini, sızıntı sebebiyle balıkların denizin iç kesimlerine bırakmak zorunda olduklarını belirttiler.

Buna sevindiğim için değil, KKTC’lilerin daha dikkatli ve çalışkan, Türkiye’nin de yavrusu filân değil, tümüyle devamı olan bu tabii uçak gemisine sahip çıkmasının önemini vurgulayarak bize ibret teşkil ettiği için yazıyorum. Bakarsınız “Deepsea” ismini de “Derin Deniz” olarak değiştirirler. Ne ihracat için, ne de ithalat için Amerika’ya
veya Amerikancaya muhtacız.

Yeterince uyanık ve dikkatli olalım, hepsinin üstesinden geliriz.

Mısır’da, Suriye’de, İsrail’de… Her yerdeki gelişmeler “belirsizlik ilkesine” göre olgunlaşıyor. Çıbanlaşan irin patlar, iyileşecek yara şifa bulur. Yeter ki tabip akılı ve bilgili olsun.

Bakın, fakirliğin ve sefaletin resmî rakamlara göre bile %halkın 80’inden çoğunu perişan ettiği ülkemizde kalkıp bütün ilâçları reçeteye tabi kıldılar. Hâlbuki en müreffeh ülkelerde bile alınmadığı takdirde hayati tehlike arz eden ilâçları nöbetçi bir hekimin tasdikiyle hastalara veya hasta sahiplerine verirler. Kuzey Avrupa’da İsveç’te, ABD’de bu başıma geldi ve ikna olan nöbetçi hekim ilâçlarımı hemen yazdı.

Diyelim ki hasta saralı (epileptik) veya şiddetli bipolar bozukluğu (manik depresif hastalığı) yahut depresyonu var. Haplarını icabında saati saatine alması icap ediyor ama reçetesi yok, kaybetmiş veya unutmuş -ki, böyle hastalar çok kolay unutur.
“Yasak hemşerim” diye vermedi eczacı ve hasta da nöbet geçirerek yahut
intihar ederek öldü.

Kim olacak bunun sorumlusu?

Zaten çok zor geçinen eczacının vicdani sıkıntısının, adeta “telef olan” bir insanın acısının hangi şifalı ot yahut ruhani yöntemle düzeltilmesi mümkündür?

Buna mukabil, bu hükûmetin veya yakınlarının burunları kaşınsa, çevrelerini derhâl bir ordu çevirmekte midir, çevirmemekte midir?

***

İsmi bir Esed, bir Esad olan Suriye liderinin direnişi kırılamıyor, hiçbir şey akılla
ve mantıkla çözülmüyor. Ortada bir devlet politikası yok hatta devlet yok!

Şu anda Habertürk’te seyrediyorum özellikle, Kürtlerin bağımsızlığı konusunda
ağzı olan konuşuyor ama havanda su dövüp duruyorlar.

Geçen gün bir hastam bahsetti,

  • Taraf gazetesinde çalışanların hemen hepsi Ermeni kökenliymiş.

Orada iş bulmak üzereymiş, ondan dolayı müşahede etmiş.
“Hristiyan Türkler” diyecek kadar sıcacık bir şekilde bağrımıza bastığımız
bu tarihi yoldaşlarımızı ikide bir aleyhimize kışkırtanların amacı ne?

Bunu anlamak zor mu? Değil..

  • Bütün bunları koordine bir şekilde Batı, ABD ve AKP yapmadı mı?

Televizyondakiler sürekli olarak “havet” diyor, ben de gülüyorum.

Demin Sevgili Can Ataklı ile konuştum, çok vakurdu ama mümkün mü
benim O’nun içindeki kırıklığı anlamamam?

Ona da aynı şeyleri söyledim, “az kaldı dostum” dedim.

Vatan gazetesini ise sırf Reha Muhtar’ın kendisinin ne kadar büyük bir adam olduğunu anlatmasını takip etmek için alacağım artık.

Peki, Cumhuriyet’e niçin veya neden para veriyorum hâlâ, keza Hürriyet’e ve Sözcü’ye?

Şimdi Sözcü hakkında lâf ettiğime bakıp şaşırabilirsiniz ama ne kadar büyük paralar kazandıklarını ve gazetenin iç tutarsızlığının ne boyutlarda olduğunu görmeyen mi var?

Eh, İlber Hoca da her zamanki fütursuzluğuyla bakın nasıl konuşuvermişti:

https://www.youtube.com/watch?v=woBsElQnYQQ

İlber Hoca bu, onun dokunulmazlığı vardır Allah’tan…

***

Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık olan ama bu ülkenin sevdalısı olan çok önemli bir insan ebediyete göçtü.

İstanbul’da 1931 yılında doğan Leylâ Erbil, İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nde eğitim gördü. Yazarlığa Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’ne gönderdiği hikâyelerle başladı. Yazıları Dost, Yeni Ufuklar, Yeditepe, Ataç, Papirüs, Yelken gibi edebiyat dergilerinde yayınlandı. Türkiye İşçi Partisi’nin Sanat ve Kültür Bürosu’nda görev aldı. 1970 yılında Türkiye Sanatçılar Birliği, 1974 yılında Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşunda önemli rol oynadı. 2000-2001 yılı Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Ödüllerini kabul etmiş, 2002 yılında ise PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterilmişti.
Son olarak PEN 2013 Öykü Ödülüne lâyık görülmüştü.

O’nun gidişi de hiç tesadüf değil, bize “çalış, kendini geliştir ve aş” demek istedi aslında.

Ben şu yeni moda “ışıklar içinde yatsın” gibi şeyleri sevmiyorum;
hani vefat edenin adı veya soyadı Işık ise tamam da, yapmacık ve klişe gibi bir şey.

Ezel de ebed de mahlûk (yaratılmış) nasıl olsa, huzur içinde yatsın bize yeter.

Bu arada, 35 senenin tecrübelerini, psikiyatri hatıralarımın önde geldiği bir şekilde yazmaktayım. Kışa kadar bitireceğim.

Mâlzemesi insan, yazan bizzat yaşayan adam; yâni Mehmet Kerem Doksat. İsmini de şimdilik “Kimler Geldi, Kimler Geçti – 35 Senelik bir Psikiyatri Macerasından Hatıralar” olarak düşünüyorum. İnşallah bu sefer sponsorluk için kimseye ricacı olmak zorunda kalmayacağım.

Şu anda CNN Türk’te Hülya Koçyiğit, kızı ve torunu, Londra’dan gelen Cüneyt Özdemir’in 5N 1K programında nasıl da bu sayede gündemde kaldıklarını konuşuyorlar. Cüneyt sakalı koymuş gitmiş, hatunlar ise çok şık.

Geçen ay 5N 1K’dan arayıp, 10 dakikalık röportaj yapmak için stüdyoya davet etmişler, sonra da Nişantaşı’na gelip canlı yayın düşünmüşler, pratik zorluklardan dolayı da
vaz geçmişlerdi.

Şöhreti kıl payıyla kaçırdık yâni.

Hay Manitu aşkına!

Cüneyt Özdemir’i uzun senelerdir tanırım. “Hukuka” yerine hukuğa” diyor.

Peki, Hülya Hanım’ın kocası Selim Soydan’dan ne haberler var?

Birtakım spor programlarında dolaşıyor işte…

Hayat bu.

İLK KURŞUN

Anneler hâlâ ağlıyor Hülya hanım!

Anneler hâlâ ağlıyor Hülya hanım!

Hülya Koçyiğit’i, birlikte çalıştığımız komisyonlardan tanırım. Son derece mütevazı, mesafeli ve güleç bir insandır.
Bir “anneler ağlamasın” sloganı peşine düşüp, hiçbir şeyi sorgulamadan, yalnızca annelerle empati kurulmasını istemiştir bugüne kadar. Yetmediği ortada…

Anneler hâlâ ağlıyor Hülya hanım

A. Mumtaz İdil

Hülya Koçyiğit’i tanırım. Birlikte Sinema ve Müzik Eserlerini Destekleme Fonu komisyon toplantılarında birlikte olduk. Müthiş mütevazı ve mesafeli bir kadındır.
Lafını bilir, fazla konuşmaz ve daha da önemlisi, nerede susacağını çok iyi bilir.
Akil insanlar içinde Hülya Koçyiğit’i görünce aslında şaşırmadım. Çünkü kendisine ustaca anlatılan her “projeye” evet demeye hazır bir yapısı vardır. Çabuk ikna olur,
çabuk inanır…

“Anneler ağlamasın” sloganı AKP için biçilmiş kaftandı. Bir yığın insanın bu şemsiye altına gireceğinden AKP kurmayları da, danışmanları da emindi. Nitekim öyle oldu.
Bunlardan yalnızca birini tanıyorum işte: Hülya Koçyiğit.

Ama bu kadar duygusal tanıdığım Hülya Koçyiğit’in ansızın Adalet Ağaoğlu’na dönmesini bekledim. Adalet Ağoğlu’nu da iyi tanırım. Onun da duygusallığını bilirim. Nasıl “yetmez ama evetçilere” katıldığını ve ardından pişman olduğunu da
tahmin ediyorum.

Her ikisi de “ben bu adamı tanımıyorum, bu da kim hakkımızda ahkam kesiyor,” diyemeyecek kadar tanıyorlar beni.

Hülya Koçyiğit’in hala “analar ağlamasın” big bang’inden çıkamadığını gördükçe üzülüyorum. Dedim ya duygusal ve mütevazı bir insandır, ama bu konuda basireti bağlanmış sanki.

Dün, Gaziosmanpaşa Belediye’sinin “Anneler Günü” etkinliğine katılmış Koçyiğit.
Akil insanlar göreviyle ilgili sorular da sorulmuş kendisine. “İçinden geçtiğimiz şiddet yılları, birçoğumuzda telafisi zor acılar bıraktı. Artık birbirimizi dinleyerek, anlamaya çalışarak, empati kurarak, düşünerek yaralarımızı sarabiliriz. Barış süreci için çok geç kalındı. Bundan böyle zaman kaybetmeyelim. Onun için bu görevi üstlendim,”
şeklinde konuşmuş.

Şaşırdım. “Anneler ağlamasın,” dememiş bu kez. Ama çok daha ileri gitmiş ve altından kalkamayacağı yuvarlak laflar etmiş.

Kendisine barış süreci diye anlatılan şeyin bölünme süreci olduğunun
hala farkında değil.

Daha da ilginç olanı, hala Hülya Koçyiğit bu “görevi” niye üstlendiğini anlatmaya çalışıyor. Hala kendini savunma ihtiyacı duyuyor ve bu yüzden de asli görevini yapamıyor. Bildiği üç beş cümleyi tekrar etmekten öteye geçemiyor. “Anneler ağlamasın” sloganı atıldığında kendine geliyor ve ona sarılıyor, ama “eyalet sistemine geçiş” konusunda ne düşünüyorsunuz ya da, “yerel yönetimlere aşırı yetki verilmesine ne diyorsunuz,” gibi sorular sorulduğunda, kırık plak gibi, “anneler ağlamasın” diyor.
İşin tuhaf tarafı, tam bunları söylediği sıralarda Reyhanlı da 50’ye yakın vatandaşımız hayatını kaybediyor. Her can kaybının ardında bir anne olduğunu düşünürsek,
anneler ağlamaya devam ediyor.

Anneler ağlamasın Hülya hanım, tamam da, Suriye politikamızın bizi nerelere getirdiğinin farkında olmayışınız da şaşırtıcı. Yani verilen göreve bakarım, gerisi beni ilgilendirmez. Suriye ile savaşacaklarsa savaşsınlar, o iş başka, diye mi düşünüyorsunuz?
Yetmez ama evetçi takımdan bazıları “kandırıldıklarını” çok sonra anladılar.

Akil insanlar da bir süre sonra aynı şeyi söyleyecekler. Zira PKK-MİT-İMRALI-KANDİL mutabakatını görmeden, “barış sürecine katkı” gibi altı boş bir argümanla yola çıktıklarından, gerçekler ortaya çıkınca millete dönüp “Bizi kandırmışlar,” demenin bir esprisi yok.

Umarım başınıza bu gelmez, ama benim “ummam” yeterli değil, çünkü elbet gelecek.

(http://haberartiturk.com/Makale/anneler-h-l–agliyor-hulya-hanim.html, 13.5.13)