Hep birlikte yaşadığımız bu coğrafyada, bu anavatanda, son yurdumuzda 100 yıl sonra da yapabileceğimiz en güzel şeyin Cumhuriyetin kurucu değerlerine ve birbirimize sıkıca sarılmak olduğunu unutmayalım.
Mustafa Kemal Atatürk
tartışmasız, 20. yüzyılın en büyük lideridir.
O ilk önce Kurtuluş Savaşı mucizesi ile yok olmakta olan bir imparatorluktan, bağımsız yepyeni bir devlet yaratmış ve yarattığı bu devleti ve milleti saygın bir yere taşımıştır.
Şevket Süreyya Aydemir’e göre Atatürk’ün bu büyük başarısının arkasında coğrafya, millet, teşkilatçılık ve devlet kurma geleneği olmak üzere üç unsur (öge) vardır:
“Coğrafya, millet ve bu milletin tarihinden gelen devlet kurma geleneğini kullanacak teşkilatçı bir kadro, Milli Mücadele dediğimiz son hesaplaşmayı düzenledi, yürüttü, sonuçlandırdı. Bu hesaplaşmada coğrafya bir zemin oluşturdu. Millet ve tarih bu hareketi besledi. Önder kadro ise onu teşkilatlandırdı. Ondan sonra iş, bir nefes ve kan yarışından ibaretti. Önderin ve teşkilatçı kadronun göstereceği öngörü ile, direniş gücüne ve olayları değerlendirme kudretlerine kalıyordu. Bu hesaplaşma, son Türk toprakları üzerinde, son Türklerin zaferi ile bitti. İşte bu zaferde Atatürk en çok payı olan Türktür. Ve onun içindir ki o, bizden olan, bizim içimizden çıkan ama bize önder ve millete baş olan en büyük Türk, yani Atatürk’tür…” (Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam 1922-1938, Remzi Kitabevi, s.483.)
ORTAK AMAÇ
Cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutladığımız bugünlerde bugünlere nasıl gelindiğini daha iyi anlamaya, daha iyi anlatmaya ihtiyacımız vardır. Cumhuriyet öncesinin şartlarını ve elde edilen zaferin büyüklüğünü yaşamalı, hissetmeli ve bıkmadan genç nesillere anlatmalıyız.
Üzerinde yaşamakta olduğumuz coğrafya bizim son yurdumuzdur. Tarih bize göstermektedir ki, dünyanın en güzel coğrafyasından biri olan bu topraklar üzerinde yaşamımızı, varlığımızı devam ettirebilmek için her alanda güçlü olmalıyız, güçlü kalmalıyız.
Bu nedenle her şeyden önce
farklılıklarımızı bir zenginlik kabul ederek ve farklılıklarımıza saygı göstererek ortak amaçlar üzerinden birlik ve bütünlüğümüzü güçlendirmeliyiz.
Kavga, ötekileştirici, dışlayıcı ve ayırt edici davranışlarla bir yere gelinemeyeceğini hepimizin görmesi gerekir.
Millet, her zaman refah seviyesinin artırılmasını, ülkede huzur ve güven ortamının sağlanmasını ister. Bunlar bizim ortak, milli amaçlarımızdır. Söylenen sözler ve açıklanan düşünceler ile gösterilen hareketler milletin temel ihtiyaç ve sorunlarına çözümler sunarak millete ümit aşılamalıdır.
ADALET
Refah seviyesinin artırılması, ülkede huzur ve güvenin sağlanmasının ön koşulu ise elbette adalettir. Ancak adalet deyince yalnızca “yargıda adalet” anlaşılmamalıdır. Yargı adaleti kadar Cumhuriyetin bugüne kadar istenilen seviyeye getiremediği “gelir dağılımında”, “eğitimde fırsat eşitliğinde” ve “sağlık hizmetlerine erişimde” adaletin sağlanması da son derece önemlidir.
100 yıl önce bu Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyetin kurucu değerleri ile her şeyden önce milletin refah seviyesinin (gönenç düzeyinin) artırılmasını, ülkede huzur ve güven ortamının sağlanmasını hedeflediler ve bu uğurda durmadan çalıştılar.
Hep birlikte yaşadığımız bu coğrafyada, bu anavatanda, son yurdumuzda 100 yıl sonra da yapabileceğimiz en güzel şeyin,
Cumhuriyetin kurucu değerlerine ve birbirimize sıkıca sarılmak
olduğunu unutmayalım.
Yok. Naçiz şahsımı kastetmiyorum. Doğumum hasbelkader bu kutlu güne denk geldiğinden, rahmetli anam babam bu güzel ismi uygun ve layık görmüşler bana. Onurla taşıyacağım sonsuzluğa dek. Çünkü, başlarını öne eğdirmedim çok şükür. Onların da geçen yüzyılın başlarında cepheden cepheye koşuşturup, yedi düvelin ordularına karşı göğsünü kahramanca siper eden, İngilize yıllarca esir düşüp serbest kaldıktan sonra da çarpışmaya devam eden rahmetli dedem Beşiktaşlı Veli Çavuş’un mübarek hatırasına hürmetle.
Bu toprakları kanları ile sulama pahasına düşmana teslim etmeyen Veli Çavuş gibi yüz binlerce vatan evladının en önünde savaşan Muzaffer Başkumandan Mustafa Kemal ve askerlerinin “Zafer”inden söz ediyorum.
Başta Yunan olmak üzere pek çok ulusun kumandanlarını, nazırlarını, devlet reislerini saygı ile önünde eğilten kumandanın “Zafer”inden.
Anlayamadığım şey, seni neden rahatsız ediyor bu “Zafer”?
Bırak, Trikopis’in torunları karalar bağlasın bu gün.
Misal: Onlar eğer uydu kanallarını karıştırırken ya da internette dolaşırken, önlerine “? ??????? ????????? ?? µ????????? ???? ???” (Türkiye bu gün en büyük “Zafer”ini kutluyor) gibi bir cümle çıktığında canları sıkılsın.
Sana ne oluyor?
Sen niye yasaklıyorsun?
Sen niye rahatsızsın?
Bırak millet assın bayraklarını, çıksın meydanlara, “Bu gün vatanımızı düşman çizmesinden arındırdığımız en mutlu günümüz!..” diye haykırsın. Antiemperyalist duygularla yedi düvele, “Bir daha asla denemeye kalkmayın” diyebilsin.
Senin sıkıntın nedir?
Sağa sola efelenmek, her önüne gelenle, her bir komşumuzla maraza çıkarıp da İngilizlerin deyimi ile “kendini bayrağa sarıp sarmalamak”(wrap yourself in flag) marifet değil. O bayrağın bu semalarda özgürce dalgalanmasının başlıca sebebi olan o “Mübarek Kurtarıcılar”a saygı ile olur vatanseverlik. Emperyalist güçlerin Yunanı Türk’e, Arap’ı Yahudi’ye, Sırp’ı Boşnak’a kırdırmak için tasarladığı düzeneklerin birinin daha yaşandığı Akdeniz’de kavga arayarak değil, barış arayarak bu işlerin içinden çıkabilecekken, niye tam tam çalıyorsun?
Gel, İzmir Marşımızı çalalım söyleyelim birlikte.
Gel, “Büyük Zafer”i kutlayalım.
Çekinme. Gel, bak burası daha onurlu bir yer.
Mustafa Kemal’in arkasında saf tuttuk biz.
“Geldikleri gibi gidecekler” dedikten sonra daha 4 yıl geçmeden o düşmanı önüne katıp “Geldikleri gibi kovalayan” yüce önder ATATÜRK’ün arkasında.
Biz, Veli Çavuş’ların, Kara Fatma’ların, Seyit Onbaşı’ların, Yörük Ali’lerin, Şahin Bey’lerin torunları, tarifsiz bir onurla kutlayacağız “Büyük Zafer”i.
İyi de canım kardeşim. Bak, sadece doktorların ve hemşirelerin çevrelerinden aktardıkları sayıları alt alta toplasak, birilerinin “Yalan Turkuvaz Tablosu”ndan birkaç kat fazla sayıya ulaşıyoruz. Bu gidişle, tez vakitte korkarım gasilhanede dokunacaklar sana.
Bak, cenaze cemaatine de sınırlama var. En yakınlarının bile hepsi gelemeyecek musalla taşına. Haberin olsun. Biraz sorumlu ol.
Uyma sen, bu “her yeri ve her şeyi ardına kadar açıp” sonra da millete “tedbiri elden bırakmayın” diyen sorumsuzlara. Onların derdi, “dizginleri artık ellerine, kollarına, her taraflarına dolanmış ekonomiyi” ayakta tutabilmek ve üç beş dinci oyu elden kaçırmamak. Uyma onlara.
======================================== Dostlar,
CumhuriyetGazetemizin seçkin yazarlarından, her Cuma haftalık yazılarını iple çektiğimiz Sayın Zafer ARAPKİRLİ‘nin bu nefis yazısını da site okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.
Kendisini kutluyoruz… Son derece önemli ve güncel 2 temayı ustalıkla işlemiş..
Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı E. Org. Sayın İlker Başbuğ‘un twitter iletisi de çok öğretici :
“Türk Ordusu İzmir’i kurtarınca,Yunan Kralı ve Sultan Vahdeddin ülkelerinden kaçtı, İngiltere Başbakanı ise makamını terk etti.Bunların önemini anlamamak için insanın kör olması gerekir, eğer kafasında Atatürk’ün gerçekleştirdiği Cumhuriyet ile sorunu yoksa.”
Bir de, Cumhuriyet tarihimizin ilk elden yakın tanığı Falih Rıfkı Atay‘ın şu belirlemelerinin altını çizmek istiyoruz :
‘Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.’
Uluslararası ölçekte, Dünya tarihinde yeri olan bu görkemli başarının coşkusunu Ulusumuzla yaşamayan, yaşayamayan, dahası insanımıza bu haklı gururu yaşatmak istemeyen, ikiyüzlü engeller koyanlara gerçekten acıyoruz…
Zavallılar…
Korona salgınına kurban edilen / feda edilen masum yurdum insanlarına da acıdığımız gibi.
Sevgi ve saygı ile. 29 Ağustos 2020, Tekirdağ
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye) www.ahmetsaltik.netprofsaltik@gmail.com
15 Temmuz 2016 hain FETÖ kalkışmasının üzerinden neredeyse 4 yıl geçti. Bu süreçte başta Türkiye’nin rejimi olmak üzere çok şey değişti.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında;
– laik demokrasi askıya alındı, – sosyal hukuk devletinden vazgeçildi, – ekonomi çöktü ve – ülkede paylaşım adaleti kalmadı – dolayısıyla siyasete olan güven de yok oldu. – yargı, yasama ve yürütme tek elde toplandı… – üstelik bu tek adam AKP’nin genel başkanı. – Artık kentin AKP’li il başkanını, valisini, Cumhuriyet Başsavcısı’nı ve yüksek yargı organlarını da aynı kişi belirliyor.
Yani şimdi, ülkeyi tek kişi istediği gibi yönetiyor.
Bu 4 yıl içinde FETÖ mensubu binlerce hâkim, savcı, general, amiral, subay, asker, akademisyen, bürokrat ya da iş insanı yakalandı. Yargılandı. Tutuklandı.
Ama FETÖ’cü siyasi ayak bulunamadı!?
Devlette Generali, hâkimi, savcı ya da müsteşarı, daire başkanı, amir ya da memuru görevlendiren, tayinlerinde imza atan siyasiler nerede?
Bu soruyu iktidar hiç yanıtlamadı!
İlker Başbuğ’un; Meclis’ten bir gecede geçirilen, “Asker kişilerin Özel Yetkili Mahkemelerde (ÖYM) yargılanmasına ilişkin yasayı kim hazırladı? Sorusuyla birlikte siyasi FETÖ’cüler ülke gündemine yeniden oturdu!
Ve bu Gündem AKP ve MHP’de müthiş telaş yarattı.
Öncelikle AKP ve MHP, TBMM’de kurulan “15 Temmuz Komisyonu Raporunu” neden AÇIKLANMADIĞININ hesabını vermelidir! Kumpas davaları mağduru ve 26. Dönem İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek’in bu konuda gönderdiği iletiyi sizle paylaşmak isterim.
Sevgili Sağlar;
İlker Başbuğ’un talep ettiği açıklamadan önce, ÖYM yasasının çıkarılış sürecini hatırlayalım.
– 12 Şubat 2009 günü Taraf Gazetesi, askerlerin sivil savcılar tarafından soruşturulması için bir yazı kampanyası başlatır…
– 26 Haziran 2009 günü gece baskını ile AKP, TBMM’de CMK/250 son maddede değişiklik yapan “Asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasını” sağlayan yasayı Meclisten geçirir.
21 Ocak 2010 günü Taraf Gazetesinde Sahte Balyoz belgeleri yayınlanır.
Savcılar soruşturma başlatır. Sonrasında havuz medyasının adeta linç eden
yalan haberleriyle birlikte davalar sürer.
17-25 Aralık 2013’de FETÖ AKP iktidarını da hedef alınca,
milletvekili ve Başbakan danışmanı Yalçın Akdoğan, Erdoğan adına “Türk Ordusuna kumpas kurulduğunu” açıklar, Böylece Kumpas Davaları çöker!
*****
Dursun Çiçek iletisinde, bu kumpası kuran FETÖ’nun siyasi ayağının bulunması için ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA Suç Duyurusunda bulunduğunu da eklemiş.
Dilekçe özetle şöyle;
“… Binlerce masum askeri ve Cumhuriyet aydınını emperyalizmin maşası FETÖ’nün talimatlarına göre yıllarca mağdur eden ve devlet kadrolarından tasfiye eden FETÖ yargısına mahkûm eden ve anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu gece yarısı FETÖ Operasyonunun gerçekleşmesinde özel bir çaba gösteren; dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin-Hatay, TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İYİMAYA-Ankara, Kanun Telifinde imzası bulunan Bekir Bozdağ-Yozgat, Ahmet Aydın-Adıyaman, A. Müfit Yetkin-Şanlıurfa, Mustafa Elitaş-Kayseri, Yahya Doğan-Gümüşhane, Mehmet Ceylan-Karabük hakkında soruşturma açılmasını, FETÖ suç örgütünün yargı ayağındaki militanlarının istismar ettiği söz konusu önerge ile ilgili olayın arka planının ve hazırlık safhasında görev alanlarının açığa çıkarılmasını,
… Eli kanlı FETÖ suç örgütünün TSK içinde yargı operasyonları ile icra ettiği tasfiyelerlekendi militanlarına yer açması ile 15 Temmuz kanlı darbe girişimine giden süreçle ilgili “Deliler” bölümünde yer alan çoğu yargı kararı haline gelen somut ve hukuki delillerin toplanmasını ve değerlendirilmesini,
… Emperyalizmin hizmetinde olduğu yargı kararları ile kesinleşen FETÖ suç örgütünün, 15 Temmuz kanlı darbe girişimine giden hain süreçte, darbe girişimine yönelik en önemli ve somut eylemlerinin başında gelen söz konusu gece yarısı FETÖ destekli operasyonda görev aldığıTBMM Tutanağı ile sabit olan FETÖ suç örgütünün siyasi ayağı hakkında dava açılmasını saygı ile arz ve talep ederim.
Bayram’da yazmaya ara vermeyi planlamıştım. Okunacak çok sayıda kitaplara, dostlarla edilecek sohbetlere ağırlık verip biraz olsun dinlenmekti amacım. Mümkün mü?
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “Özel Büro (Digi. Security.isnet) adlı güvenilir bir sitede yayınlanan konuşmasının bir cümlesi, bayramın zehir olmasına yetti de, arttı bile!
Genelkurmay Başkanı Başbuğ diyor ki;
“Kozmik odaya girildikten sonra, yurt dışındaki yabancı istihbarat servislerine ve terör örgütlerine yerleştirdiğimiz (sızdırdığımız) 813 (Sekiz yüz on üç) yurtsever görevli tasfiye edildi, ÇOĞU ŞEHİT EDİLDİ!”
Eğer sitenin haberi doğru ise, Başbuğ bu sözleri söylediğini kabulleniyorsa, bazılarına sadece bu bayramın değil, bundan böyle aldıkları her nefesin zehir olması gerekir…
İddiayı ortaya koyan kim?
Dönemin T.C. Devleti Genelkurmay Başkanı. Yani bu işten sorumlu kişi.
Yani Türk Milletinin, binlerce yıllık tarihini- canını-namusunu emanet ettiği devlet görevlisi!
Bu kişi “Kozmik Odaya girilmesinin ve belgelerin dışarıya çıkarılmasının “ihanet” olacağını, buna asla izin verilmemesi gerektiğini, amiri durumundaki dönemin Başbakanı Erdoğan’a tane-tane anlattığını daha önce söylemişti.
Aldığı yanıt ne idi; (mealen)
“Sayın Paşam, izin vermezsek olmaz. Biz Askeri Vesayeti kaldırmak için geldik. Siz izin verin belgelerden istediklerini alsınlar. Nihayetinde alan da bir Hakim. Gerekli izni verin, girsinler…”
İlker Başbuğ’un bu kanunsuz emre uyması, O’nu da 813 vatan evladının katledilmesinin sorumluluğundan kurtarmaz. Hesap vermelidir…
Fakat esas suçlu, FETÖ militanlarına “Kozmik Odaya girme” iznini veren dönemin Başbakan’ı Erdoğan’dır.
Değerli Okurlar;
Bugünkü gibi kapalı, her alanda baskı uygulanan rejimlerde, fısıltı gazetesi, komplo teorileri bolca uçuşur. Elimizde şimdilik devlet belgelerine ulaşma olanağımız da yok. Üstelik Erdoğan, Başbuğ’un bu iddiasını rahatlıkla yalanlayacaktır! Bu işin hesabı inşallah Erdoğan seçimle gönderildikten sonra sorulur…
Faka benim birebir bölgedeki dostlarımdan, vatanı aziz bilen devlet görevlilerinden öğrendiğim bir konu var. O da şudur : Kozmik Oda belgeleri FETÖ tarafından CIA’ya servis edildikten sonra, CIA Türk Devletinin PKK ve PYD terör örgütleri içine sızdırdığı vatan evlatlarının listesini PKK’ya verdi. PKK önderliği de 73 adet gizli görevliyi anında infaz etti!
Bu açık bilgidir. İsteyen Güneydoğu bölgemizdeki “Korucu” olarak görev yapan aşiretlerle konuşur, öğrenir.
Şimdi anladınız mı, kim PKK’ya – FETÖ’ya-CIA’ya hizmet edip, kendi evlatlarının kanlarını şerbet niyetine içmiş? Kimin ellerinde Türk Devletinin gizli görevlilerinin kanı varmış?
Not :Suruç’ta yaşanan feci olay, AKP önderliğinin seçim yitirmemek için neler yapabileceğinin en son göstergesidir. Uzun namlulu ağır silahlarla seçim propagandası yapmanın, Valilerin de bu rezilliği görmezden gelmelerinin sonucu 4 vatandaşımız öldü, 8 kişi de yaralandı! Vatandaşın güvenliğinden kim sorumlu bu ülkede? Türgev mi, Ensar Vakfı mı, Hizbullah mı, Süleymancılar mı, Menzilciler mi, Işıkçılar mı, kim? Bu saydıklarım Türk Devletinin tepesinde değiller mi?
Vah benim yalnız ve güzel ülkem, vah…
Sağlık ve başarı dileklerimle 15 Haziran 2018
================================================ Dostlar,
Suruç olaylarının içyüzünü öğrenmek istiyoruz!
Seçimi yitirdiklerinde Belgrat ormanlarına gizledikleri silahlarını çıkaracaklarını buyurmuşlardı..
Yetmedi, “.. bu kez elimiz de belimiz de boş değil..” tehdidi de savurdular..
Yetmedi, silah ruhsatı olanlara resmen yılda 1000 (bin) mermi hakkı tanıdılar..
Yetmedi, Suruç faciasında iğrenç bir kamuoyu algı yönetimi operasyonu ile Muharrem İnce’yi sorumlu tutma yüzsüzlüğü sergilediler.. İçişleri Bakanı olacak zat Soylu’ya, CHP’li Vekil Prof. Mehmet Bekaroğlu hak ettiği yanıtı -az bile- verdi :
“Allah belanı versin, utanmaz; ajan provokatörlük yapma!”
CHP İNCELEME HEYETİ GÖNDERDİ
CHP, Suruç’ta yaşanan ve 4 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylar için bölgeye inceleme heyeti gönderdi. CHP’den yapılan açıklamada, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde yaşanan olayları incelemek üzere Ankara Milletvekili Levent Gök’ün görevlendirildiği bildirildi. Levent Gök, temas ve incelemelerde bulunmak üzere Suruç’a gitti (15.6.18 sabahı).
Suruç olayı, toplumun geldiği, getirilmek istenen yer bakımından çok önemli.. Olayın AKP -HDP çatışması olmayabileceğine ilişkin ipuçları mutlaka değerlendirilmelidir.
Öte yandan HDP adına yapılan açıklamada olayın sorumluları – katiller lanetlendi!
İktidar, seçim günü yaklaştıkça ve seçimi yitirme riskini somut gördükçe her şeyi ama her şeyi yapabilir mi, yapacak mı? Kendisi değilse bile kışkırtıcıları engelle(ye)meyecek mi?? Bunca muazzam güvenlik – istihbarat örgütü ne işe yarar? Kan dökmek hangi hesaba sığar seçim kazanmak uğruna?
Yazık değil mi bu ülkeye?
Asla yasa- hukuk dışı yollara başvurulmamalı..
Asla şiddet – hele hele cana kıyma ol-ma-ma-lı!
Sevgi ve saygı ile. 18 Haziran 2018, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
Ne yalan söyleyeyim, Pazar günü yapılan Yeni Türkiye’nin Yeni Kapısındaki mitingde Erdoğan’ı dinleyinceye kadar, kafam biraz karışıktı!
Erdoğan’a güvensem mi, güvenmesem mi bir türlü kesin kararımı verememiştim.
Ne zaman ki Erdoğan, önce Cübbeli Jet Skici Hoca ile Türk Ordusunun altını tutamayan Baş Komutanını bir araya getirdi, aha şimdi bizi bütünleştirecek, dedim!
Bir de kürsüden aşağıdaki muhteşem konuşmayı yapınca kendi kendime dedim ki; “Rifat Aga, yeter artık yahu! Herkes Hülya Koçyiğit ve Rifat Hisarcıklıoğlu gibi de, bir tek sen mi akıllısın yahu! Dünya dönüyor diye kimse dünyaya “Dönek” diyor mu? Sen de dön, gerçekleri gör ve Kurtulan Numan ve çıplak Soylu gibi Karun ol yahu…”
Dinlemeyenler için Erdoğan’ın konuşmasından benim ona güvenmemi sağlayan bazı başlıkları sizinle paylaşmak isterim; (Dinleyin Dünya Lideri Konuşuyor) :
-Kahraman Millet, bu günden sonra her kim ki;
Millet Anayasayı rafa kaldırdı, demokratik parlamenter rejim askıya alınmıştır, diyorsa, iyi bilin ki o artık şerrefsizdir!
–Lâik Cumhuriyet, inanç ve ibadet özgürlüğümüzün teminatıdır.
Din istismarcılığı yapanlar, dini kullanıp Deniz Feneri e.V ve FETÖ benzeri dernekler kurup Müslümanları dolandıranlar, namussuzdurlar!
-Cumhuriyetimizin ve Devletimizin kurucusu Atatürk’ün fikirlerine saygı duyuyorum. Kim ki kurucumuza “Ayyaş” veya “Kefere Kemal” der, Allah onları çarpsın, sonra bir daha çarpsın!
-Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına almaya kalkanlar, Türk Milletinin düşmanı olan alçaklardır. (Uykuya dalmış olan Bahçeli’yi dürttüler, Bahçeli ağlayarak alkışlamaya başladı. Az daha tıkanacaktı adamcağız)
-Kadın-Erkek eşittir. Kadınlarımız, kızlarımız her dalda yer almalıdırlar.
“Kadın-Erkek eşitliği yaradılışa terstir” diyenler varsa iyi bilesiniz ki, bunlar geri zekâlıdırlar.
-Ben ve ailem tüm varlığımızı Türk Hazinesine bağışlayacağız. Karı-Koca maaşımızla geçineceğiz. Bilal ve Burak gemilerini Gölcük Donanma Üssüne verecekler. Bilal’e bir boyacı sandığı alıp ayakkabı boyacılığı yaptıracağız. Bakan Damat ise istifa edip, köfteci dükkânı açacak. Siyaset yapıp zenginleşenler mutlaka ve mutlaka hırsızdırlar! Hele hanlar-hamamlar-gökdelenler alanlar, kelimenin tam anlamıyla “Hırsızlar İmparatorudurlar.” (Bu noktada beyaz elbiseleri içinde Tansu Çiller, beyaz mendilini çıkarıp, gözyaşlarını sildi. Çiller çok istediği halde mallarını şehit ailelerine bağışlamasını Meral Akşener engellemişti! “Ben de bağışlayacağım” diye yanındaki Yıldırım Akbulut’a fısıldadı!)
–PKK-IŞİD-El Nusra gibi terör örgütleriyle iş tutanlar, bunlara lojistik destek verenler, düpedüz vatan hainidirler. (Hakan Fidan, havaya bırakılan balonları saymakla meşguldü)
–Başbakan Binali’nin oğlu, tövbe edecek ve bir daha kumarhanelere gitmeyecek!
–Burhan Kuzu kafayı kırdığı için onu kovdum. Onun yerine Ertuğrul Özkök’ü aldım. Artık ben de ayağımda şıpıdak terlik, bermuda şort, kadın-sex-lezbiyenlik-transseksüellik gibi konularda ondan yardım alacağım.
-Darbeyi zamanında bildirmediği için Melih Gökçek’i Bülent Arınç’ın danışmanlığına gönderdim. Yerine Diyanet İşleri Başkanı Görmez Mehmet’i atadım! Hem Diyanet’i, hem de Ankara Belediyesini yönetecek!
-Egemen denen fırlamaya aldırmayın. Onu buraya ben çağırmadım. Beni “Yengemgiller davet etti” deyip aramıza sızmış! Onu ve boyunsuz Muammer’i en kısa zamanda, hayırsever Reza Zarrab’ın yanına göndereceğim…
Bundan sonraki konuşmasını not alamadım. Güvenebileceğim bir lider bulmanın sevinciyle, heeeyyyt diye bir nara atıp Harmandalı Zeybeği oynamaya başlamışım. Allahtan, çocuklar yarım saat sonra zorla oturtmuşlar da, sevindirik olup, dört kolluya binmekten kurtulmuşuz…
Tekrar ediyorum;
Cübbeli Jet Skici Hoca ile altını tutamayan Genelkurmay başkanı ona tapıyorsa,
Meral Akşener’in tek evladının nikâh şahidi, ablası Çiller ise “Yurt dışı yatırımlar danışmanlığını” yapıyorsa,
İlker Başbuğ 4 metrekarelik hücreye tıkılırken, kendisine özel tek kişilik cezaevi açılan Mehmet Ağar “Onun önünde durmak lazım” diyorsa,
Türkiye’nin tek özgür basın kuruluşu olan “Havuz Medyası” onun arkasında ise,
Eyy tanklara ve uçaklara karşı osurukla savaşıp galip gelen Kahraman Millet;
Ben de O’nun arkasındayım ve O’na çok ama çok güveniyorum…
Peki ya sizler? Gazete bile okumayan oğlak sanatçılar, sizler de güveniyor musunuz?
========================================
Dostlar,
Sayın Rifat Serdaroğlu yazdıkça açılıyor maaşallah ve de maazallah…
Tam bir hiciv ustası oldu!.. Yüreğine ve kalemine sağlık diyoruz..
Ne var ki, Atalar “.. can çıkmadıkça huy çıkmaz..” buyurmuşlar..
Hem daha 15 Temmuz darbe girişiminin içyüzünü henüz tam olarak bilmekten öyle uzağız ki!
3 OHAL Kararnamesi ile TSK bitirilmiştir.. Neden?? Buna ne buyurulur??
– 15 Temmuz Darbe girişimi ile başetmenin reçetesi Ordu’yu darmadağın etmek midir???
Bu olay (15 Temmuz) olmasa idi RTE – AKP bunca yıkımı kaç onyılda yapabilirlerdi acaba??
Öte yandan, bunca muazzam ölçekte ve içerikte kitlesel algı yönetimi örneğini insanlık tarihinde göremiyoruz!
Neciiiiip mi necip (soylu) milletimiz mucizelere kolay inanır, 600 yıllık “Padişahın kulluğu” hücrelerine sinmiştir ve tapınacak yeryüzü tanrılarına bağımlılık derecesinde gereksinimlidir.
Büyük ATATÜRK boşuna mı şu sözleri söylemişti :
Ulusları özgür, bağımsız, şanlı ve yüce yapan ya da tutsaklığa ve yoksulluğa sürükleyen eğitimdir. En önemli, en temel nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum durumunda yaşatır; ya da bir ulusu tutsaklık ve düşkünlüğe bırakır. Ulusal eğitim politikasının temel taşı, bilgisizliğin yok edilmesidir (1922).
Türkiye’nin geleceği;Mustafa Kemal’in asker – sivil çocuklarının yüksek yurtsever tarih bilincine emanettir ve her durumda mutlaka korunup – kollanacak ve sonsuza dek özgür ve başı dik – onurlu.. yaşatılacaktır..
Böyle biline; herkes özünü – sözünü – eylemini… bu kadim gerçeğe göre ayarlaya…
Sevgi ve saygı ile.
09 Ağustos 2016, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
HÜSEYİN Kocabıyık adlı AK Parti milletvekili şöyle buyurmuş:
“Şehitlerimizin vebali HDP’ye oy verenlerin üzerindedir. Allah onların belasını versin.”
Peki Hüseyin… Soruyorum sana :
– Seçimden hemen önce HDP’nin önemli isimleriyle Dolmabahçe’de buluşan anlı şanlı
iktidar yetkilileri vardı ya… Allah onların da belasını versin mi Hüseyin? (AS: Gizli tutulan Oslo görüşmeleri bir yana; 10 maddelik Dolmabahçe uzlaşmasını
AKP – HDP imzaladı! HDP’liler ha bire buna uyulsun.. yeter.. diyorlar!?)
– HDP’li milletvekillerinin İmralı ile Kandil arasında mekik dokumalarına olanak veren bir devlet aklı vardı daha düne kadar. Şehitlerimizin vebali bu devlet aklının da üzerinde midir Hüseyin?
– Öcalan güzellemeleri falan yapıyorlardı iktidarın anlı şanlı isimleri…
Söyle bakalım Hüseyin, Allah onları ne yapsın?
– PKK’nın şehirlere onbinlerce silah yığınağı yaptığı yazılıp çiziliyor sizin gazetelerde.
Bu yığınağın yapılmasına ses etmeyen ve göz yuman bir devletimiz var. Gariban çocuklarının şehit edilmesinde hiç mi vebali yok bu devletin Hüseyin? Bir deyiver hele.
– Daha düne kadar “Öcalan iyi, Kandil kötü, HDP eh işte” diye ahkâm kesiliyordu.
HDP’ye oy verenlerin Allah belasını verecekse… Bu ahkâmı kesenlere Allah ne yapacak Hüseyin?
– “Çözüm süreci, çözülme sürecidir” diyen MHP’ye “Bunlar çözümsüzlük istiyor,
kandan besleniyor” diyordunuz. Şimdi siz de “HDP’ye oy verenler şöyledir, böyledir” diyerek MHP gibi oldunuz. Daha iki ay öncesine kadar MHP’ye uzattığınız dilleri Allah ne yapsın Hüseyin?
– “Bu iş artık müzakere ile çözülecek” demiyor muydunuz? “HDP bu ülkenin legal partisidir” demiyor muydunuz? Sırrı Süreyya ile Meclis’te kahkaha atmıyor muydunuz? İmralı Heyeti
sizin sayenizde gitmiyor muydu İmralı’ya? Ne yani, siz temize çıktınız da HDP’ye oy verenler mi suçlu oldu Hüseyin?
– “Silahlı mücadele bitti, silahlara veda, 35 yıllık sorun çözüldü” diye manşetler salladınız durdunuz. Milli iradenin % 13’ü de “Madem sorun çözüldü, madem silahlara veda edildi,
biz de oyumuzu HDP’ye verelim” dedi… Allah niye bu nedenle bu insanların belasını versin ki vicdansız Hüseyin?
– Şehitlerin hesabını HDP’ye oy veren milyonlardan sormak caizse Hüseyin…
Azıcığını da sizden sormak niye caiz olmuyor ki Hüseyin? Ha Hüseyin?
*****
BUNLAR SANDIKLA GİTMEZ DİYENLERE SESLENİYORUM
– İKİDE bir o şom ağzınızı açıp “Bunlar sandıkla gitmez birader” diyerek bilmiş bilmiş konuşmaktan vazgeçin.
– Siz böyle boş boş konuştukça… Ahali sandığa gitme iştahını, demokratik yollarla götürebilme azmini, zafer umudunu yitiriyor.
– Verilen oylar, bunları iktidardan tartışmasız bir şekilde alaşağı edecek ama bunlar gitmeyecek, öyle mi?
– Sen önce bunları iktidardan götürecek tartışmasız sandık başarısını ortaya koy…
Bak bakalım, isteseler de, istemeseler de tıpış tıpış nasıl da gidiyorlar.
– Ortada bir seçim başarın yok, tartışmasız bir şekilde yenmeyi becerememişsin,
sandıktan güm diye çıkmamışsın… Adamlardan gidecek gibi davranmalarını istiyorsun.
– Niye gidecek gibi davransınlar aslanım? Adamlar %40 küsur oy almışlar.
En yakın rakiplerine %15 fark atmışlar. Niye gidecek gibi davransınlar?
– Çalış, çabala. Milleti ikna et… Oylarını artır. Sandıkları patlat.
Bak bakalım ondan sonra gidiyorlar mı, gitmiyorlar mı?
Varsa gücün, indir bunların oylarını %25’e… Öyle bir giderler ki…
Arkalarında sadece bir toz bulutu bırakırlar. En başta en baş yalakaları terk eder bunları.
*****
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN MEYDANLARA ÇIKMASI NEDEN ETKİLİ OLAMIYOR?
OLAMIYOR, çünkü… Artık bir hikâyesi kalmadı.
Olamıyor, çünkü… Ne istediğini açıkça söyleyemiyor.
Olamıyor, çünkü… Cumhurun başı olarak cumhurun sadece bir kısmının partisini övüyor.
Olamıyor, çünkü… Akıllara “Ne yani, Davutoğlu yeterli olamıyor mu” sorusunu getiriyor.
Olamıyor, çünkü… Ortada zerre kadar mağduriyeti söz konusu değil.
Olamıyor, çünkü… Yaptığıyla diğer partilere açıkça haksızlık yapmış oluyor.
Olamıyor, çünkü… Ahali, sonu belirsiz bir fiili durumdan ürküyor.
Olamıyor, çünkü… Ahali “Biz seni cumhurbaşkanı yaptık, niye yetinmiyorsun ki”
diye düşünmeden edemiyor.
***** NE OLDU BİZİM BAROMETRE?
– SOKAKTA arkamdan “Barometrede durum ne” diye bağıranların şahsında merak eden
herkes için yazıyorum:
– Bizim barometre sizlere ömür. Vefat etti. Toprağın altına girdi.
– İşlevsiz bırakıldı, darmadağın edildi, hırpalandı, çekiştirildi, ters köşelere yatırıldı.
– 32 günlük büyük oyunun kurbanı oldu.
– Ömer Çelik‘in umut vermesine, Haluk Koç’un tebessümüne aldandı.
Barometre yok artık.
Çünkü… %100 seçim var.
Ve bu konuda kimsenin en küçük bir kuşkusu bile yok.
*****
YENİ BİR TREND: YETİŞKİNLER İÇİN BOYAMA KİTABI
SON zamanlarda herkesin elinde bu kitaplardan var. Nakış işler gibi, kazak örer gibi,
dantel yapar gibi… Bu kitapları boyuyorlar. Bilhassa kadınlar. Ben yapanların yalancısıyım… Diyorlar ki: Bir tam sayfa boyama, bir kutu antidepresan etkisi yapıyor.
– Fakat vaktin olacak ağa… Zira bir tam sayfalık boyama işini en az 7 saatte bitirebiliyormuşsun.
– Yapanların en büyük şikâyeti renkli kalemlerin azlığından yana…
Diyorlar ki: “Renkli kalemlerdeki renk sayısı hayli sınırlı. Artsın istiyoruz.”
– Nereden mi bulacaksınız? DVD, CD ve kitap satan büyük mağazalarda…
Olay o kadar popüler olmuş ki…
Bu mağazalarda “Yetişkinler için boyama kitapları” başlıklı reyonlar oluşturulmuş.
======================================
Dostlar,
Ahmet Hakan’ın son yıllarda yazdığı en başarılı yazılardan biri..
Kendisini kutluyor ve paylaşıyoruz bu makalesini.
Gökten 3 elma düşmüş..
Biri bana, biri sana..
3. sü kime dersiniz??
İletinin asıl muhatabı CHP üstüne düşeni eksiksiz yapacak mı?
Özellikle son 7 Haziran 2015 seçiminde oy kullanmayanlar bu kez belirleyici olacak.
Onlar AKP’nin militan seçmenleri değil.. AKP’ye oy vereceklerin tamamı, ölüsüyle – dirisiyle (FG : Ölülere bile oy kullandıracaksınız.. buyurmuşlardı!) AKP’ye 18,8+ milyon oy
boca ettiler.
HDP ve MHP’den alınması düşünülen birkaç % puanlık oy,
HDP baraj altına inmezse AKP’yi kurtaramayacaktır.
Çünkü kendi tabanında, artık saklanamayan ciddi bir erozyon yaşanmaktadır.
Bu kez belirleyici olan, şu veya bu nedenle küsen, tembellik eden ama AKP’li olmayan,
büyük çoğunluğu CHP’li olan 9+ milyon seçmen kitlesidir. CHP, ne yapıp edip bu kitlenin
en az yarısının oyunu almalıdır. Doç. Ümit Kocasakal gibi, Uğur Dündar gibi, Prof. Metin Feyzioğlu, Prof. Kemal Alemdaroğlu, 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ… gibi halka malolmuş yepyeni adayları da taban yoklaması ile milletvekili aday listesine alarak. Soldaki “küçük” partilerle ittifakın bir yolunu mutlaka bularak.. üstüne basa basa vurgulayarak..
– MHP ile hatta uygun yerlerde HDP ile bile seçim işbirliğine girerek..
Seçim propagandalarında RTE – AKP’nin PKK ve IŞİD ile mücadeledeki takiyyesini,
7 Haziran sonuçlarını tanımayarak ülkeyi ateşe attığını, kan döktüğünü…
AKP bu kez de iktidar olursa ülkenin ve halkın başına neler geleceğini somut, tane tane, çırılçıplak anlatarak..
Her seçim bölgesinde (ilde) AKP’nin şansını en aza indirecek biçimde
bir akıllılıkla seçmen oy kullanır ve katılım da %90-95 olursa,
bu AKP’nin (ve de RTE’nin) sonu olacaktır.. Haydi Türkiye!
ADD Bandırma Şube Başkanı Melih Çınar’ın Önemli Konuşması
Dostlar,
ADD Bilim Danışma Kurulu Başkanı Sayın Prof. Ali Ercan kısa bir ileti yolladı.
Onu aşağıda sunacağız. Ekinde bir konuşma metni var..
Kadim dostumuz, ADD Bandırma Şubesi Kurucu Başkanı ve 20 yılı aşkın süredir de kesintisiz seçimle gelen başkanı Sayın Melih Çınar‘ın konuşma metni..
ADD’nin 11 Şubat’ta yapılan toplantısında yapılan bir konuşma..
Biz ADD Çankaya Şubesi’nin seçilmiş delegesi olmamıza karşın bu toplantıya çağrılmadık,
hiç haberimiz olmadı.. (Herhalde Tüzük gereği katılmamız gerekmeyen bir toplantıdır..??)
Bu yüzden, geç de olsa o başarılı konuşma metnini yeni paylaşabiliyoruz :
Sayın Ercan’a da, Sn. Melih Çınar’a da teşekkür ederiz.
ADD Bandırma Şube Başkanımız Sayın Melih Çınar’ın 22 Şubat 2015 günü
11. Olağan Genel Kurul konuşmasını sizlerle paylaşıyorum.
Bir bakıma Tarihe not düşen bu kısa konuşma metni uyarıcı olduğu kadar da öğreticidir.
Sevgilerimle. Æ
12.3.2015
*** Saygıdeğer Ülküdaşlarım,
Sizleri şahsım ve yönetim kurulumuz adına saygı ile selamlıyorum.
11. Olağan Genel Kurulumuzun başarıyla geçmesini diliyorum.
Sizle ülkemizin son yılları içinde küçük bir gezinti yapalım istiyorum.
Biliyorsunuz, AKP 2001 yılında kuruldu ve 2002 yılı 3 Kasım’ında iktidara geldi.
Bir partinin kurulduktan sonra bir yıl içinde iktidara gelmesi görülmüş bir şey değildir.
Arkadaki güçler çok çabuk açığa çıktı. Recep Tayyip‘in seçilme hakkı olmamasına karşın başta İngiltere ve Fransa olmak üzere
AB ve ABD’nin olağanüstü ilgisine mazhar oldu. Hiçbir yetkisi olmadığı halde bu ülkelerde kezlerce resmi kimliği varmış gibi karşılandı.
Sonra birileri birilerinin kulağına bir şeyler fısıldadı, yasa değişikliğiyle seçilme hakkı elde etti. Bu yetmiyormuş gibi Siirt seçimleri iptal edilerek seçim yasasına aykırı olarak aday gösterildi ve Meclise girdi. İçteki ve dıştaki Cumhuriyet yıkıcıları statükoya karşı “ileri demokrasi” (!) söylemiyle harekete geçti. Halk, satılık liboşlar ve irtica artıklarının saldırıları altında
adeta hipnotize olmuştu. Bizi şaşırtan Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olduğu halde,
siyasal partilerin, yargının, Ordu’nun, üniversitelerin, baroların, sivil toplum örgütlerinin
ve sendikaların suskunluğu, Ülkenin geleceğini görememeleri idi.
Oysa biz bu ekibin ne olduğunu biliyorduk. Bu siyasal anlayışa karşı, ülkemizde ilk başkaldırıyı Şubemiz yaptı. Bunlar henüz iktidarda on beş aylık iken, 14 Şubat 2004’te Ulusal Uyanış Mitingi yaptık. Marmara ve Ege bölgelerindeki ADD şubelerini çağırdık.
Çağrı metnimiz şöyle başlıyordu:
“Bütün Yurtseverlere, Atatürkçü Düşünce Derneği sayın şube başkanları, yönetim kurulu ve üyelerine,
Ülkemiz bir karşı devrim süreciyaşıyor. 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelenler Avrupa Birliği kalkanı arkasında pervasızca Cumhuriyete karşı eyleme geçmiş bulunmaktadırlar. Ulusalcılığa karşı ümmetçiliği savunan bu yönetim, Devletin bütün kadrolarını ele geçirme peşindedir. Bütün bakanlıklarda en alt kademeye dek on binlerce, hatta yüz binlerce kadroyu kendi yandaşları ile doldururken, dokunulmazlık rafa kaldırılmış, kişiler için yasalar çıkarılmış, onları denetleyecek yargı oyun içinde oyun ile töhmet altına sokulmak istenmiştir. Avrupa Birliği hevesi ve yutturmacası içinde;
*Annan Planı ile Kıbrıs elden çıkarılmak istenmekte. *Ege Yunan gölü haline getirilmek istenmekte,
*Dış borç sürekli artmakta,
*Fener Rum Patrikhanesine Vatikan usulü statü verilmek istenmekte,
*Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulması işlerlik kazanmakta,
*Karadeniz’de Rum Pontushayali canlandırılmakta,
*Ekonomi IMF dümen suyunda teslimiyetçi bir çizgi izlemekte,
*Tarımımız öldürülmekte…
*Petkim, Tüpraş, Tekel, Türk Telekom gibi ulusal stratejik KİT’ler çok uluslu şirketler (ÇUŞ) yararına yok pahasına satılmaktadır…”
Aradan bir süre geçti. Bir sabah duyduk ki; ADD Genel Başkanı Em. Org.Şener Eruygur ile emekli 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon tutuklanmışlar.
Biz darbe heveslisi değiliz; Darbelerden en çok zarar görenleriz. İşte 12 Eylül 1980 darbesigözümüzün önünde. Ama maksat başka, maksadın arkasını görmek gerek.
Bu komutanların tutuklanması 2 veya 3 Haziran 2008’de oldu,
ben 18 Temmuz 2008’de Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’a mektup yazdım
“Sayın İlker Başbuğ, Orgeneral Kara Kuvvetleri Komutanı
Sayın Komutanım,
İçim acıyor…
Yurdumuzu hayasızca işgale kalkan, yaşlı- genç insanlarımızı öldürüp, çocuklarımızı süngüleyen, kadınlarımızın ırzına geçip köylerimizi, kentlerimizi yıkan Yunan ordusu
bozguna uğrayıp komutanları Trikopis tutsak edilince yüce Atatürk tarafından teselli edildi, konuk işlemi gördü. Oysa yaşamları boyunca ülkesine onurla hizmet veren görevi vatan savunması olan Atatürk Ordusunun iki şerefli komutanı F tipi cezaevinde bölücülerle, soyguncularla, çetelerle aynı çatı altında tutuklu bulunuyor. Tutuksuz yargılanırlarsa birtakım soysuzun dediği gibi darbe mi yapacaklar, yoksa kaçacaklar mı? Cumhuriyete, Cumhuriyeti ve Aydınlanmayı savunanlara karşı bu ne kin;
düşmandan daha düşmanca davranış? Demokrasi, özgürlük, insan hakları insanlığın
en kutsal kavramlarıdır. Ne var ki, Türkiye’de kim bu kavramların arkasına gizleniyorsa
bilin ki ülke aleyhine bir pislik vardır.
İçim acıyor …
En derin saygılarımla.”
***
Arkadan nelerin geldiğini, aydınlarımızın, bilim adamlarımızın, gazetecilerin ve en önemlisi ülkemizin karada – havada – denizde savunmasını yapacak olan Ordumuzun başına neler geldiğini gördük. Bakın Dr. Erdal Atabek bir yazısında neler diyor:
“ÖN GÖRÜ MÜ? SON GÖRÜ MÜ?”
“Böyle olacağı hiç aklıma gelmemişti”.
“Nasıl oldu ben de anlayamadım”.
“Daha önce böyle bir şey olmamıştı. Olmazdı da bize rastladı, şans işte.”
Bu tür sözleri duyduğum zaman bizim kültürümüzün ne denli “son görü kültürü” olduğunu düşünürüm. “Son görü” sözcüğünü, -sonradan görebilmek- anlamında kullanıyorum. “Aklı başına iş işten geçtikten sonra, geç gelmek” de denebilir.
Saygıdeğer ülküdaşlarım;
Kurucu irade Türkiye Cumhuriyetini
– akıl ve bilim temelinde, – tam bağımsız, – ulusal / üniter, – laik ve demokratik bir hukuk devleti
olarak kabul etmiştir. Tam bağımsızlık kime yarar, kimin işine gelmez?
Ulusal ve tekil (üniter )yapı kime yarar, kimin işine gelmez?
Laik, demokratik hukuk devleti kimin işine gelir, kimin işine gelmez?
Cumhuriyetin temel ilkelerine (6 OK!) gelince;
1. CUMHURİYETÇİLİK insanlığın bulduğu en son rejimdir. 2. LAİKLİK çağdaş toplumun, Demokrasinin olmazsa olmazıdır. 3. MİLLİYETÇİLİK Yurt sevgisini, yer altı ve yer üstü zenginliklerini kendi ulusu için kullanmayı,
4. HALKÇILIK sınıfsız, ayrıcalıksız toplumu hedefler.
5. DEVRİMCİLİK sürekli gelişmeyi,
6. DEVLETÇİLİK ise halkı liberalizmin acımasızlığından korumayı,
özel girişimin başaramadığını devletin yapması gerektiğini, planlı ekonomiyi öngörür.
Bunların hangisi “statükoculuk” tur? “Bilimi rehber alan Ulus-Devlet anlayışı” şeklinde
kısaca tanımlayabileceğimiz Atatürkçülük ve Cumhuriyet devrimi, bir çağdaşlaşma modeli,
bir aydınlanma tasarımıdır.
Peki biz aydınlanmayı bu anlamda gerçekleştirebildik mi? Bilimi dinden, aklı inançtan ayırabildik mi?Cumhuriyet bunu yaratabilmek için yola çıkmıştı. Oysa bugün gelinen noktaya bakın. Akıl kör inancın batağında çırpınmaktadır.
“Profesör” sanı taşıyan bir politikacı önce 4+4+4 uygulaması için çırpınmış,
kavga ile TBMM Komisyonundan geçirmiş ve ödül olarak Bakan olmuş,
şimdi de minicik yavruların beyinlerini dıştan tesettürle ile içten hurafelerle karartmaktadır.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
Bizim A Partisi, B Partisi ile işimiz yok.
– Biz her şeyden önce, Laik Cumhuriyetin yıkıcılarına karşıyız.
– Biz halkımızı Ortaçağın kör karanlığına itenlere karşıyız.
– Biz devletimizin adından “T.C.”yi kaldıranlara karşıyız.
– Biz tekil (üniter) yapımızı bozmaya kalkanlara karşıyız.
– Biz ulusal bütünlüğümüzü hedef alanlara karşıyız.
– Biz güney doğuyu elden çıkarmak isteyenlere, Ege’deki adalarımızı Yunan’a verenlere karşıyız.
– Biz Atatürk heykellerini yıkıp, İskilipli Atıf Hoca’ların, Şeyh Said’lerin heykellerini dikenlere karşıyız.
– Biz KİT’lerin satılmasına karşıyız.
– Biz yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek elde toplanmasına, diktatörlüğe karşıyız.
– Biz Yüce ATATÜRK‘ün ““yurtta barış, dünyada barış” ilkesinden uzaklaşıp etrafımızın düşmanlarla çevrilmesine karşıyız.
– Biz rüşvete, hırsızlığa, yolsuzluğa karşıyız.
– Biz ülkemizin aşırı borçlandırılıp, geleceğimizin ipotek altına alınmasına karşıyız.
– Biz polis devleti oluşturulup Berkin’lerin – Ali İhsan Korkmaz’ların öldürülmelerine karşıyız.
– Biz ancak düşmanlarımızın yapabileceği, ulusal bütünlüğümüzü parçalayıcı, ayrıştırıcı, kitleleri birbirine düşman edici politikalara karşıyız.
Evet, sevgili arkadaşlarım,
Söylenecek çok şey var. Ama konuşmayı bir kenara bırakalım, zaman konuşmak zamanı değil birleşmek, birlik olmak ve gücümüzü ortaya koymak zamanıdır.
Çünkü biz Vatanı satıp, İngiliz donanmasıyla kaçanların değil,
Bandırma Vapuruyla yola çıkıp, Laik Türkiye Cumhuriyetini kuranların torunlarıyız.
Melih Çınar ADDBandırma Şube Başkanı
11 Şubat 2015, ADD Kurutayı, Ankara
Bundan tam 18 yıl önce soğuk ve rüzgârlı bir Ege gecesindeBodrum’un Gümüşlük sahilinden yola çıktığımızda ilk kez bir araya gelmiştik seninle. O zamanlar ikimiz de mesleğinin başında, heyecan ve coşku dolu iki genç askerdik. Türkiye’nin hak ve menfaatleri uğrunda canımızı seve seve feda etmeye hazır icra ettiğimiz Kardak harekâtı sonrası tüm Türkiye bizi kahraman ilan ettiğinde mahcubiyetten yüzümüz kızaracak kadar saf ve temizdik. Benim bu harekât sırasındaki en büyük mutluluğumsa, verilen görevi layıkıyla yerine getirmiş olmak ve senin de aralarında olduğun silah arkadaşlarımın birinin bile burnunun kanamamış olmasıydı.
Sevgili kardeşim.
1996 yılının o soğuk Ocak gecesinden tam 13 yıl sonra seninle yollarımız bir kez daha kesişti. Fethullahçı çetenin polis, hâkim, savcıları ve içimizdeki üniformalı vatan hainlerinin işbirliğiyle bu kez kısmetimize kahramanlık değil terörist olmak düşmüştü.
Biz değişmemiştik Sadettin, Türkiye değişmişti ve biz sadece bu değişimin seçilmiş kurbanlarıydık. Üzülmeden, yılmadan, mücadele azmimizi ve savaşçı ruhumuzu kaybetmeden yine omuz omuza, sırt sırta, ele ele Beşiktaş ve Çağlayan Adliyelerinin adalet uğramayan kör dehlizlerinde bu sefer düşmandan bile daha düşman bir çeteyle mücadele ettik.
Ben 1996’da Kardak’ta ne yaptıysam, Beşiktaş’ta da Çağlayan’da da aynını yapmaya çalıştım. Sizler benim silah arkadaşım, kardeşim, küçüğümdünüz ve ben hâlâ kendimi size karşı sorumlu hissettiğim komutanınız, büyüğünüz, ağabeyinizdim. Bir savaşta önce komutan, önce subay ileri atılır ve ölecekse önce komutan, önce subay ölmelidir Sadettin. Ama bu savaşta ben seni koruyamadım, senin yerine ölemedim Sadettin. Beni affet. Senin Somali’de ne işin vardı Sadettin?
Üzerimdeki komutanlık, silah arkadaşlığı ve ağabeylik yüküyle Fethullahçı çetenin elemanlarıyla ne kadar mücadele etsem de onları yenmeyi başaramadım Sadettin. Dönemin komutan (!) unvanıyla görev yapan şahıslarını ikna etmeyi de, mahkeme salonlarındaki çete unsurlarıyla daha iyi çarpışmayı da beceremedim. Fethullahçı çetenin Balyoz sorumluları tarafından 3,5 yıldır Hasdal’ın
demir parmaklıkları ardında tutulurken bile hiçbir şey yapamadan sana ağlamaya hakkım yok Sadettin. Komutan, subay ağlamaz, ağlamamalı. Ağlıyorsa ve elinden hiçbir şey gelmiyorsa artık komutan da subay da değildir.
Beni affet, sana layık bir komutan, silah arkadaşı, ağabey olamadım Sadettin.
2009 yılında Poyrazköy komplosuyla lekelenmeye çalışıldığımızda bu yalana
ilk inananlar yine kendi komutanlarımız (!) olmuştu. Dönemin GENELKURMAY BAKANI şimdinin TAM GÜN MESAİLİ BAŞ MAĞDURU İLKER BAŞBUĞ’UN DA OLURUYLA gözlerden uzak tutulacağımız Uzunada’ya SÜRGÜN EDİLDİĞİMİZDE seninle yollarımız üçüncü kez kesişti Sadettin. Biz, yine yılmadık. Terörist damgasına da komutanlarımızın hakkımızdaki şüphelerine de aldırış etmeksizin görevimizi gereği gibi yerine getirmeye çalıştık. Ama sen de haklısın. Bu kadar HAİNİN bir yanda, bu kadar SAĞIRIN da öte yanda yuvalandığı bir orduda senin gibi mert birine yer yoktu artık…
Bizi öyle ya da böyle bir bir öldürüyorlar, belli ki öldürmeye de devam edecekler Sadettin. Ölümlerimizde sorumluluğu olan, eline kan bulaşanlar da artık, “ÖLMÜŞTÜR, GİTMİŞTİR,” diyecek kadar insanlıktan çıktı Sadettin.
Sen ölmemeliydin. Senin yerine Somali’ye ekmeğinin peşine gitmene sebep olan YENİ OSMANLI SEVDALILARI, senin yerine personelini korumaktan ACİZ GENELKURMAY BAKANLARI, senin yerine her sorunda kafasını öte yana çeviren Deniz Kuvvetleri CEO’ları, senin yerine
FETHULLAHÇI çetenin ÜNİFORMALI VATAN HAİNLERİ ölmeliydi Sadettin.
Senden geriye 2000 yılı Deniz Kurdu tatbikatında çekilmiş bir resmimiz kaldı Sadettin. Aynı bu fotoğraftaki gibi yokluğunun yükü ölene kadar omuzlarımda olacak ve sen adınla, kanınla, canınla evladın Ulaş’ta, demir gibi bileğin, mert yüreğin
ve her zaman gülen yüzünün anısıyla kalbimizde sonsuza kadar yaşayacaksın.
Ruhun şad, mekânın Cennet olsun. Ebediyette tekrar bir araya gelene kadar…
Sana karşı sorumluluklarını yerine getiremeyen eski bir komutanın…
Önemli not: Bu yazıda herhangi bir yazım hatası bulunmamaktadır.
Ülke bölünürken, burnunun dibinde EŞKIYA YOL KESERKEN ve PERSONELİ ZİNDANLARDA ÇÜRÜTÜLÜRKEN olana bitene bakanlara “BAKAN”, emrindeki
askeri birlikleri ve personelini şirket gibi yönetenlere de “CEO” denir, KOMUTAN DEĞİL.
Deniz Kurmay Albay
Ali Türkşen
Odatv.com
Sahte ihbar mektubuyla Poyrazköy davasına dahil edilen ve hakkında 7,5 ile 15 yıl hapis cezası istenen Sadettin Doğan, 2009 yılında ordudan emekli oldu.
Doğan, Poyrazköy davası sonrasında askerlikten soğumuş ve emekliye ayrılmıştı. Dava sürecinde yurtdışında olmasına karşın her duruşmaya katılan Doğan,
Türkiye’de iş bulamayınca geçim derdine düştü ve Somali’de THY Güvenlik şefi olarak işe başlamak zorunda kaldı.
AYM’nin uzun tutukluluğu “hak ihlali” kabul eden kararı üzerine Mustafa Balbay’ın tahliyesi sonrası gözler Ergenekon Mahkemesi’ne çevrildi. Hemen her görüşten hukukçu, Balbay için verilen tahliye kararının bütün uzun tutuklular için uygulanması gerektiğinde hemfikir
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) uzun tutukluluğu “hak ihlali” kabul eden kararı üzerine CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın tahliyesi sonrası gözler Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevrildi. Hemen her görüşten hukukçu, Balbay için verilen tahliye kararının bütün uzun tutuklular için uygulanması gerektiğinde hemfikir.
Aralarında 2007-11 dönemi TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı da yapmış Anayasa Profesörü Zafer Üskül gibi AKP’lilerin de bulunduğu
çok çeşitli kesimlerden hukukçular,
“Anayasa Mahkemesi’nin hükmü, uzun tutukluların tümünü kapsıyor. AYM’nin kararı, kişiye özgü değil ilkeseldir.”
13. Ağır Ceza Mahkemesi, Mustafa Balbay ile ilgili verdiği kararın gerekçesinde yanlış yorum ile azami tutukluluk süresinin 5 yıl olduğu konusunda görüş bildirmişti.
Ancak Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ilke olarak tutuklulukta geçen azami sürelerin zorunluluk halinde yarısı kadar uzatılabileceğini benimsemişti. 102. maddede de
CMK md. 102 :
“Tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir. Uzatma süresi 3 yılı geçemez.” denilmiştir.
Böylece azami sürenin 1 yıl daha uzatılarak toplam 3 yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Nitekim, hiçbir ek sürenin asıl süreden fazla olamayacağı
temel ilkedir.
Tahliye edilmesi gereken adlar…
Oktay Yıldırım – 12 Haziran 2007’de tutuklandı.
6 yıl 6 aydır tutuklu bulunuyor.
Mehmet Demirtaş – 12 Haziran 2007’de tutuklandı.
6 yıl 6 aydır tutuklu bulunuyor.
Ergün Poyraz– 27 Temmuz 2007’de tutuklandı.
6 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
Sevgi Erenerol– 22 Ocak 2008’de tutuklandı.
5 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Doğu Perinçek– 24 Mart 2008’de tutuklandı.
5 yıl 9 aydır tutuklu bulunuyor.
Hikmet Çiçek – 29 Mart 2008’de tutuklandı.
5 yıl 9 aydır tutuklu bulunuyor.
Tuncay Özkan – 23 Eylül 2008’te tutuklandı.
5 yıl 3 aydır tutuklu bulunuyor.
Hasan Atilla Uğur – 3 Temmuz 2008’de tutuklandı.
5 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
Durmuş Ali Özoğul – 6 Temmuz 2008’de tutuklandı.
5 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
Levent Göktaş– 7 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Mustafa Dönmez – 12 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Ataman Yıldırım – 7 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Levent Ersöz – 17 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Fatih Hilmioğlu – 13 Nisan 2009’da tutuklandı.
4 yıl 8 aydır tutuklu bulunuyor.
Deniz Yıldırım – 9 Kasım 2009’da tutuklandı. 4 yıl 1 aydır tutuklu.
Serdar Öztürk – 7 Haziran 2009’de tutuklandı. 4 yıl 6 aydır tutuklu.
Dursun Çiçek – 30 Nisan 2010’da 3. kez tutuklandı.
3 yıl 8 aydır cezaevinde.
Mehmet Bedri Gültekin – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı.
2 yıl 4 aydır tutuklu bulunuyor.
Erkan Önsel – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı.
2 yıl 4 aydır tutuklu bulunuyor.
Turhan Özlü – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
Mehmet Eröz– 9 Eylül 2011’de tutuklandı. 2 yıl 3 aydır tutuklu.
Yalçın Küçük– 11 Ocak 2009’da tutuklandı. 12 gün sonra 23 Ocak 2009’da tahliye edildi. Odatv davasından tutuklandığı 7 Mart 2011’den beri cezaevinde bulunuyor.
Tuncer Kılınç– 12 Ağustos 2013’te tutuklandı. 4 aydır tutuklu.
Hasan Iğsız – 10 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
Alaettin Sevim – 25 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
Nusret Taşdeler – 27 Kasım 2012’de tutuklandı. 1 yıl 1 aydır tutuklu.
Hurşit Tolon – 7 Temmuz 2008’de tutuklandı. 7 ay sonra 6 Şubat 2009’da tahliye oldu. 10 Ocak 2012’de 2. kez tutuklandı. Cezaevinde geçirdiği süre
2 yıl 6 ay.
İlker Başbuğ– 6 Ocak 2012’de tutuklandı. 1 yıl 11 aydır tutuklu.
Şener Eruygur – 7 Temmuz 2008’de tutuklandı. 2 ay sonra 21 Eylül 2008’de tahliye oldu. 11 Eylül 2013’te 2. kez tutuklandı.
Mehmet Ali Çelebi– 1 Temmuz 2008’de tutuklandı. 2 yıl 10 ay sonra
20 Mayıs 2011’de tahliye oldu. 14 Ağustos’ta 2. kez tutuklandı.
Cezaevinde geçirdiği süre 3 yıl 2 ay…************************
Dostlar,
Günümüz Kara Avrupa’sının hukukunun kökeni Roma Hukukudur.
İngiltere Roma Kilisesinden ayrılarak Anglosakson Kilisesi‘ni kurduğundan, İngiliz Hukukunun kaynağı gelenek olup “Common Law” olarak bilinir
Günümüzden neredeyse bin yıl önce bile Kralların – İmparatorların
tek başına idam cezası verme yetkileri giderek sınırlandırılmıştır.
(İngiltere, 1215, Magna Carta!(
Günümüz Türkiye’sinde ise masum insanlar cezaevinde ölsünler diye tasarlayarak – planlayarak yasa ve hukuk dışına çıkan uzun sürelerle
sözde yargılama süreçlerine zincirlenmektedirler.
6+ yıldır haklarında kesin hüküm verilmeyen masum sanıklar vardır.
Bir bölüm sanık ise “yaşam boyu hapis cezası” na çarptırılarak zindanda ölmeleri güvenceye alınmıştır.
Türk hukukunda sözde “idam / ölüm” cezası kaldırılmıştır;
fakat görüldüğü ve yaşandığı üzere fiilen – eylemli olarak (de facto!) uygulamadadır.
Bu kabul edilemez!
Hukuk kuralları soyut ve geneldir.
Kişiye ve duruma özgü yasal düzenleme yapılmaz.
Yasa – hukuk önünde herkes eşittir (Anayasa md. 10).
Dolayısıyla AYM’nin kararı ilkeseldir, “uzun” (yasal sınırları aşan) sürelerdir tutuklu olan tüm T.C. Yurttaşlarının, AY md. 153/son uyarınca hemen salıverilmeleri gerekmektedir :
AY md. 153/son :
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Sayın Rifat Serdaroğlu‘nun “ÖZEL PAŞA İLE ÇOK ÖZEL” başlıklı
“çok özel” yazısını 3,5 ay sonra arşivden çekerek sunmak “işe yarasın” dileyelim..
Artık “inanç” gereği alkol içme yasağı konuyor.. Asıl gerekçe, bakla ağızdan çıkıyor.
Meğer Anayasa’nın 58. maddesi gereği “gençleri alkol düşkünlüğünden korumak..” değilmiş..
Ayranımız yok içmeye ama İstanbul’a on milyarlarca dolarlık hovarda projeler peşindeyiz.. Yurdum insanı da seyreylemekte, ne denli inandığını belli etmeden..
Taksim gezi parkında halka orantısız polis şiddeti kullanılıyor ve
“Ne yaparsanız yapın, biz kafaya koyduk, yapacağız..” diye halka meydan okunuyor..
Oysa Halk; Anayasa’nın 56. maddesindeki çevreyi koruma ödevini yapıyor.
İktidarı da bu maddeyi çiğnemekten alıkoymaya çalışıyor..
Devletin tiyatroları, opera ve baleleri kapatılıyor, satılıyor..
Dış borcu 129 milyar dolardan 337 milyar dolara tırmandırdıkları halde
(iç borç artışına değinmiyoruz..)
“IMF borcunu biz kapattık” diye balonlar uçuruluyor ve Ankara Ticaret Odası da kentte teşekkür ilanları veriyor..
Kimin parasıyla?
Bu politikaların batırdığı küçük ve orta esnafın aidatlarıyla..
Bir toplum aklını, sağduyusunu böylesine peynir -ekmekle yiyebilir mi??
Sular iyice ısınıyor ve karşıdevrim apaçık dişlerini gösteriyor..
Sevgi ve saygı ile.
30.5.2013, Ankara
Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net ========================================
RİFAT SERDAROĞLU
ÖZEL PAŞA İLE ÇOK ÖZEL
Özel Paşam, yaşça sizden büyük, askerlik tabiriyle sizden daha kıdemli bir asteğmen ve iki kez askerlik yapmış bir Türk olarak sizinle dertleşmek istedim.
Yaşları 70’e merdiven dayamış eski komutanlarınızın ve muvazzaf silah arkadaşlarınızın adeta daldan armut toplar gibi polis tarafından evlerinden toplanmaları ve özgür olarak girdikleri Adliyenin arka kapısından tutuklu olarak çıkmaları benim, “özelime” çok dokunduğu için bunları yazıyorum.
Öncelikle merak ettiğim konu şudur;
Siz, Türk Milletinin “Peygamber Ocağı”dediği Türk Ordusunun mu komutanısınız,
yoksa Savcının iddia ettiği, Mahkemenin de bu iddiayı kabul ederek dava açtığı
“Terör Örgütünün” mü komutanısınız?
Lütfen bir karar verin ona göre konuşalım ve birbirimizi boşuna üzmeyelim.
Tamam mı sevecen- tonton Paşam?
Sizin Komutanınız, önünde esas duruşta beklediğiniz Genelkurmay eski Başkanı
Sayın İlker Başbuğ, T.C. Mahkemeleri tarafından “Terör Örgütü kurmak ve lideri olmak” iddiasıyla tutuklu değil mi?
Sizin bu konuda “Olamaz, ne TSK terör örgütüdür, ne de Genelkurmay Başkanı örgüt lideridir. Böyle saçmalık olur mu? Ben de O’nun emrinde çalıştım” diyen bir açıklamanızı maalesef görmedik.
Cumhuriyetimizin değerleri, Atatürk İlke ve Devrimleri her gün teker-teker kopartılırken, çağdaş Türkiye’den adım-adım uzaklaşılırken de sizden ne bir ses, ne de bir nefes duyamadık!
Allah aşkına siz nesiniz, kimsiniz!
Hiç olmazsa şu kadarını yapmak aklınıza gelmedi mi;
“Aziz Türk Milleti, bugün tarihimizin en kara günlerinden birini yaşıyoruz.
Kuruluşu Büyük Hun İmparatoru Mete Han’a dayanan ve 2222 yıllık bir geçmişe sahip şanlıTürk Ordusu, tarihinde ilk kez “Terör Örgütü” olarak suçlandı. Bu iftira ve ihanet sadece TSK’nın değil, Türk Milletinin yüzüne sürülmüş bir lekedir. Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Başbakan’dan bu konuda bir açıklama ve özür bekliyoruz.
Böyle bir densizlik yapan cemaat-tarikat beslemeleri derhal görevlerinden alınmalı ve Bağımsız Türk Yargısına teslim edilmelidirler.
Bu konuda sonuç alınıncaya kadar, acil durumlar haricinde, Türk SilahlıKuvvetlerinin
tüm mensupları kışlalarından çıkmayacaktır.
Allah, Türk Tarihi ve Türk Milleti huzurunda yemin ederim ki, her zaman milletinin emrinde ve demokrasiye bağlı olan TSK, asla ve asla bir terör örgütü değildir.
Ya bu leke temizlenecek, ya da bizler görevlerimizi bırakacağız.”
Böyle bir açıklama yapmak aklınıza mı gelmedi, yoksa yüreğiniz mi yetmedi?
Eğer siz böyle bir açıklama yapabilseydiniz, Türk Ordusu bugün böyle zafiyet içinde olmazdı!
Tombul- Özel Paşam;
-Türk Milletinin size emanet ettiği kınalı kuzularını acımadan şehit eden, tırnağına bin tane Öcalan’ı değişmeyeceğim vatan evlâtlarını sakat bırakan PKK Terör örgütü ile görüştüler, sustunuz!
-Habur’da, Türk Askerini öldüren PKK’lıları davul-zurna ile karşıladılar, sustunuz!
-PKK’lılar sinirlenmesin, asapları bozulmasın diye Türk Askerine, Türk Bayrağını indirttiler, sustunuz!
-İlker Başbuğ’u “Terörist” , İmralı canisini “Barış Güvercini” yaptılar, sustunuz!
Dilinizi mi yuttunuz be Paşam?
–15 Şubat’ta Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıl dönümünde,
(1999) PKK’lılar yine yürüdüler, gösteriler yaptılar, kırdılar, yaktılar.
Siz, Atatürk’ün Ankara’ya geliş tarihinde Harbiyelileri yürütemediniz!
Ankara Valisi size izin vermedi, daha ne diyeyim güleç yüzlü Paşam!
Size darbe yapın, yönetime el koyun diyen yok. Elbette ki Demokrasiye her hal ve şartta bağlı kalacaksınız. Ama kimse şah değil, padişah değil.
Anayasa ve Yasalar Başbakan’ı da bağlar, sizi de bağlar. Bu korku niye?
Siz Anayasal bir kurumun başkanısınız. Göreviniz, size Anayasa ve Yasalarla emredilenleri yapmak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Milletini ve
Türk Ordusunun korumaktır. Dik duracaksınız. Ters “L” harfi gibi durmayacaksınız. Omzunuzdaki rütbeleri pazardan almadınız, onları size Türk Milleti taktı.
Bir kurumun itibarı, o kurumu temsil eden kişinin namusudur.
Tarihin hiçbir döneminde Türk Ordusunun itibarı ile bu kadar alay edilmemişti!
Sakın bana demokrasiden bahsetmeyin.
Tek adam faşizminin adı, ne zamandan beri demokrasi oldu? Kuvvetler ayrılığı ilkesini, Parlamentoyu ve Yargıyı kendisine ayak bağı olarak gören bir yönetim demokrat olabilir mi?
Kafasında ve gönlünde “Federe İslam Devleti” olan ve “biat” kültürü ile Gülbettin Hikmetyar’ın dizi dibinde yetişen biri, demokrat olabilir mi?
Türk Ordusunun Komuta heyetinin yarısını sahte dijital delillerle içeri attırıp,
sadaka dolandırıcılarını kollayan bir demokrasi olur mu?
21. Yüzyılda hangi demokraside Tarikat ve Cemaatler Devlet kadrolarını ele geçirir ve din adına soygun yaparlar?
Demokrasi ve Sosyal Devletin olduğu yerde insanlar, böbreklerini-organlarını
ücret karşılığında satmak zorunda kalır mı?
Bak Özel Paşam,
Benim sizinle meselemiz böyle yazıp çizmekle bitmeyecek kadar uzundur.
En iyisi, siz beni dava edin. Dava edin ki ben de söyleyeceklerimi Mahkeme huzurunda zapta geçirteyim.
Söyleyeceklerimi ileride, Askeri Liselerde ders olarak okutacak birileri
nasılsa çıkacaktır.
Nasıl başarılı ve demokrat bir Komutan olunur, orada anlatayım.