Yılın ilk üç ayında 347 işçi hayatını kaybetti (yaşamını yitirdi).
Bir garip öldü diyeler, soğuk su ile yuyalar…
KUPON
AKP’li Gaziantep BŞB, 2.5 TL olan ekmeğin bir lira ucuza alınması için vatandaşa indirim kuponu dağıttı.
CeHaPe karne vermişti ya savaş yıllarında; işte öyle!..
REFAH
RTE, “Dengesiz fiyat artışları özellikle dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın refah seviyesinin geçici olarak bir parça gerilemesine sebebiyet verebilir.”
Bahçeli, ”Fiyat artışları, zamlar, hayat pahalılığı, hepsi gelip geçicidir.”
İktidar borazanlığı kalıcıdır…
PKK
Avukatı; Gazeteci Ergün Poyraz’ın CHP Kuşadası Belediyesi’ndeki bir ihalenin PKK’lı bir isme verildiğini ve bu konu ile ilgili yolsuzlukları dile getirdiği için saldırıya uğradığını açıkladı.
Devlet başta değilse kuzgun leştedir…
GERÇEK
Yargıtay, Kılıçdaroğlu’na açtığı Man Adası Davası’nda RTE’yi haksız buldu. Sahte olduğu iddia edilen belgelerin gerçek olduğuna karar verdi.
Ankara’da yargıçlar varmış. Yalanla gerçek ayrılmış …
KARAKTER
RTE, Kılıçdaroğlu Man Adası iddialarını ispatlarsa istifa edeceğini söylemişti.
Yargıtay kararı ile ispatlandı. İstifa eder mi?
Çok karakterli insandır kesin eder…
CENNET
Vergi cenneti olarak tanımlanan ülkeler Cumhurbaşkanlığınca resmen yayımlanırsa oralara para aktaranlar vergi ödemek zorunda kalacak.
RTE böyle bir liste açıklar mı?
Tabi açıklar. Ailesi ve yakınları arasında vergi kaçıran kimsenin olması söz konusu olabilir mi?..
ENGEL
AKP’nin hazırladığı yasa taslağına göre TÜİK’in onaylamadığı kriterlere (ölçütlere) göre enflasyon açıklayanlara üç yıla kadar hapis cezası verilecek.
Halkı aldatmayı engelleyeni engelleme…
PİSLİK
Tutuklu uyuşturucu baronu Ali Osman Akat’ın Binali Yıldırım ve Süleyman Soylu ile fotoğrafları açıklandı.
TBMM‘nde Akat’ın şirketine ait kolonyalar kullanılıyor.
Her pisliğe bulaşmak zorunluluk mu?..
HACİZ
Ankara ve İstanbul BŞB‘lerine 2019 öncesi AKP‘li belediyeler dönemindeki borçlardan dolayı haciz getirileceği gündemde.
Altına edip üstüne tüy dikmenin tanımıdır…
HIZLI
İstanbul BŞB‘nin toplu ulaşım vasıtalarına (araçlarına) zam yapmasının yanlış olduğunu söyleyen Ulaştırma Bakanı, hızlı trene 4 ay içinde 3. kez zam yaptı.
Belediyeden farklı olarak zammı açıklamadı.
Zamda mı daha hızlı, çamur atmada mı?..
MOBESE
İmamoğlu’nun MOBESE görüntülerini yayımlayanlar hakkındaki suç duyurusu Valilikten döndü. Vali, görüntülerin MOBESE’den alınmadığı gerekçesi ile soruşturmaya gerek görmedi.
ABD büyükelçisi ile bir belediye başkanının görüşmesini doğru bulmuyorum ancak şu soruların yanıtı olmalı :
MOBESE’den alınmadığı belli ise vali soruşturmaya neden izin vermedi?
Sonuç açıklanırsa kim rezil olacaktı?
MOBESE’den alınmadı ise kim nasıl aldı? Kişisel güvenlik nedeniyle soruşturulması gerekli değil mi?
SAPIK Düzce’nin Kaynaşlı İlçesi Belediye Başkanı MHP’li Şahin, kadın milli takımın zaferinden sonra “açılıp saçılacaksın, kendini teşhir edeceksin sonra da Tokyo’ya gidiyoruz diye sevineceksin. Dünya şampiyonu olsan ne yazar?” dedi.
Kadını yalnızca cinsel obje olarak gören sapık böyle olur,
Belediye başkanı değil cumhurbaşkanı olsa bu yobazı kim okur ?…
EVLİLİK RTE, medyanın evlilik dışı yaşamı özendirdiğini söyledi.
Medyanın çoğunluğu kimin emrinde?…
KAR AKP Genel Sekreteri Fatih Şahin, AKP dönemine ait bir fotoğraf üzerinden Mansur Yavaş’ın karla mücadelede sınıfta kaldığını yazdı.
Beyni kardan üşümüş…
VİCDAN Eşinin yüzüne asit atan adama 13 yıl hapis verilmesini az bulan RTE, “Kanun maddesine değil vicdanınıza uyun” diyerek yargıya çağrıda bulundu.
Hukuktan anlamayanın diyeceği budur,
Adamın vicdanı gemiyi gemicik görmeye yatkınsa ne olur?..
YASAK
Mahmut Ülker, Ergün Poyraz’ın “ÜLKER” hakkında yazdığı kitabı yayımlanmadan yasaklattı.
İşte yargıda vicdan!…
CIMBIZ Geçen yıl toplu iğne ve cımbız ithalatına 9.3 milyon $ ödemişiz.
AKP milli uçağı 2019’da uçurdu!. Milli otomobil de 2022’de yürüyecek.
Toplu iğne ile cımbız da 2023 hedefine girer…
FETÖCÜ Zonguldaklı gazeteci Cevdet Akgün; “AKP tarafından hakim yapılan Ereğli eski ilçe Başkanı Adem Öztürk, FETÖ’nün para kasası Bank Asya’nın iki avukatından birisi idi. Sınavsız hakim yapıldı. Kamuyu ilgilendiren bu meseleyi haber yaptık. Yaptığımız haber için cezaevine gidiyoruz.” diyerek cezaevine girdi.
Neymiş? RTE/AKP FETÖ ile mücadele ediyormuş!…
KAZ Sanatçı Tuğçe Kazaz hazırladığı bir videoda, “Kemalizm ile arasına mesafe koyamayan Allah ile arasına mesafe koyar” ifadesini kullandı.
Kaz az maz değil!..
YARIŞ AKP’li Zeytinburnu Belediyesi, Cumhuriyet Koşusu’na 746 bin TL harcadı. Kenya’dan ve Etiyopya’dan sporcu getirtildi.
Cumhuriyete mi, savurganlığa mı koşturuyor?…
BİLGİLİ RTE, TV programında; “Bir tarafta darbeci var, bir tarafta meşru hükümet var. Meşru hükümetle darbeci arasında arabulucu olunur mu? Uluslararası hukuku bu adam (Kılıçdaroğlu) bilmiyor” dedi.
Üç gün sonra Putin geldi. Arabulucu oldu.
Biliyor!…
BÖLÜCÜ CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu, Selvi Kılıçdaroğlu, Dilek İmamoğlu ve Başak Demirtaş ile birlikte Selahattin Demirtaş’ın “Devran” isimli kitabındaki öykülerin Jülide Kural tarafından sahnelendiği okuma tiyatrosuna katıldı.
AKP’nin akili Kadir İnanır da oradaydı.
Demirtaş ve HDP bölücü değilse, katılanlar bölücü yalakası değildir…
GÜVENİLİR Bahçeli, “CHP’ye güvenimiz yok!”
Kendisi en güvenilir kişiliktir de!…
BAŞKAN Recep Tayyip Erdoğan, İsmailağa Cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu ve halefi olarak gösterilen Hasan Kılıç’ı ziyaret etti.
Feto boşuna FETÖ olmadı…
VEFA
Erdoğan, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda,“KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı, ömrünü Kıbrıs davasına adamış merhum Denktaş’ı vefatının 8. yıl dönümünde saygı ve rahmetle yad ediyorum.” ifadelerini kullandı.
Adamı neredeyse Türkiye’ye sokmayacaktı. Kimin devlet adamı olduğunu biraz geç anladı…
GÜNDOĞDU Yandaş Star’ın saldırgan yazarı Ersoy Dede, Gündoğdu Marşı’nı DHKP-C (terör) marşı olarak niteledi.
Fikir değilse bağımsız,
Bağımsızlık marşı olur fikirsize çuvaldız…
KANAL Yeğeninin Boğaz geçiş verileri ile Kanalın gerekli olduğunu açıklayan Ulaştırma Bakanı, bu kez de ”Bizim hesaplamalarımıza göre gemi geçişlerinden yılda beş milyon $ kazanacağız” dedi.
Gündem, Erdoğan-Gülen kavgası…
Cezaevindeki tutsakların/esirlerin gündemden düşmesine izin vermeyeceğim. Her daim, fırsat buldukça onların sesini bu köşeye taşıyacağım…
Çünkü:
Türkiye’nin gerçekle bağı koparıldı; ülke toplumsal travma/sosyal şizofreni yaşıyor.
Baksanıza:
Yasada “hüküm özlü” diye hukuksal bir statü yok.
Yani, masumiyet karinesi gereği; hüküm kesinleşinceye dek herkes suçsuz.
Bu değişti; yerel mahkeme karar verince kişi “hüküm özlü” oluyor!
Oysa yargı süreci bitmiyor; bunun Yargıtay gibi safhaları var.
Yok dinlemiyorlar; yasayı filan umursamıyorlar. Şark kurnazlığı yaparak, uzun tutukluluk konusunda Türkiye’yi sıkıştıran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni kandırmaya çalışıyorlar.
Şimdi…
Yeni demokratikleşme paketiyle 5 yılı aşkın cezaevinde bulunan Ergenekon sanıklarının serbest kalmasının önündeki tek engel -bu Türkçe özürlü- “hüküm özlü” statüsü!
Ziyaretine gittiğimiz Silivri Cezaevi’ndeki gazeteci Tuncay Özkan isyan ediyor.
Haklı. Demokratikleşme paketi adı altında nice yasalar değişti; katiller yararlandı. Tuncay Özkanlar yararlanamadı. Yeni pakette de bu uyduruk “hüküm özlü” statüsüyle özgürlükleri engelleniyor.
Gazeteci Deniz Yıldırım hep olduğu gibi bir ayrıntıya dikkatimizi çekti:
“Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, yeni yasa düzenlemesiyle 149 kişinin tahliye olacağını açıkladı. Sonraki konuşmalarında bu rakamı 130’a indirdi. 19 kişi azalmıştı.
Bu 19 kişi 5 yılı aşkındır cezaevinde yatan ve yasa değişikliğinden yararlanacak Ergenekon sanıklarıydı!”
4 yılı aşkındır cezaevinde yatan gazeteci Yıldırım, bir de istihbarat verdi:
“Sayının azalmasının nedeni olarak, başta Hüseyin Çelik ve Şamil Tayyar gibi
20’yi aşkın AKP milletvekilinin karşı çıkmaları gösteriliyor.”
Hüseyin Çelik ile Şamil Tayyar’ın bu kini hiç bitmeyecek görünüyor.
“Cemaat’in devlet içindeki gücünü kıracak her türlü girişim desteklenmelidir.
28 Şubat dahil, hiçbir siyasal iktidar Cemaat’in üzerine bu derece gitmedi.”
Hikmet Çiçek, Cemaat konusunda bilgili üç gazeteciden biridir. Yıllarca bu konuda haberler yaptı. Silivri Cezaevi’nden CHP’ye sesleniyor;
“Kafanızı karıştırmayın, Türkiye için son derece tehlikeli olan Cemaat’in devlet içindeki olağanüstü gücünü kırmak için siz de mücadele edin.”
Gazeteci Turan Özlü de aynı fikirde:
“AKP-Cemaat kavgası Türkiye’nin lehinedir. Cemaat’in inine girenin elini kimse tutmasın; tüm pislikler tek tek ortaya çıksın. Kimileri tribüne çıkarak, ‘birbirlerini yesinler’ diyor; bu tavır da yanlıştır. Tamam yesinler birbirini; dünya tarihinde tüm ittifaklar böyle parçalanıp yok oldu. Ama seyirci olmak doğru değildir; öncelik Cemaat tehlikesinin
yok edilmesidir.”
Turan Özlü’nün bir de sitemi var:
“Türkiye, AKP yolsuzluklarını Cemaat sızdırmalarıyla mı öğrendi? Aydınlık’ta yaptıklarımız ortada; biz hırsızlıkları ortaya döken telefon kayıtlarını yayınlamadık mı? Bu sebeple zindanda değil miyiz? Keza Wikileaks ortada.
CHP İstanbul İl Başkanı rahmetli Mehmet Bölük’ün mücadelesini CHP’liler unuttu mu? Unuttular ise yazdığı ‘El Tayyip’ kitabına baksınlar; orada tüm hırsızlıklar yazılı.”
6 yıl 8 aydır cezaevinde bulunan; Erdoğan hakkında yazdığı kitaplarla bilinen yazar Ergun Poyraz,
“Dünyanın tüm Atatürkçüleri bir araya gelse Cemaat’in yaptığı tezgahları bu kadar ortaya çıkaramazdı. Erdoğan’ın en büyük hatası, Cemaatçi polislere inanması oldu; ‘seni öldürecekler’ yalanına kandı.”
Hurşit Tolon Paşa ise Cemaat olgusuna daha geniş perspektiften bakma taraftarı. O’na göre
Cemaat; Sevr’i diriltmek, ulusal birliği parçalamak isteyenlerin,
uzaktan planlı programlı yöntemlerini harekete geçiren piyon.
“Biz Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıktığımız için buradayız. Hedef biz değil Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.”
Bana ve Balbay’a eleştiri
Gazetecilik böyledir; hep tenkit edilirsiniz. Olsun, eleştiriye zenginlik olarak bakmak gerekir. Hikmet Çiçek, Cemaat’in kirli tezgahlarını az yazdığım için eleştirdi. Prof. Dr. Yalçın Küçük ise Cemaat’i tek yanlı suçlu gören yazılarımı eleştirdi.
Prof. Küçük’e göre iki taraf da kirliydi; birini destekleyip diğerini yazmak doğru değildi.
Erdoğan’ın yeni müttefik arayışında olduğunu söyleyen Prof. Küçük, “tek yanlılık” eleştirisini Ulusal Kanal için de yaptı; “Ulusal Kanal, AKP televizyonu oldu!”
Görünen: AKP Silivri’yi böldü!..
Prof. Yalçın Küçük, “Sosyal Demokrat Merkez Partisi” dediği için Mustafa Balbay’ı
ve; “buradan çıkmamızı istemiyorlar” diye CHP’yi, sertçe eleştiren makaleler yazdığını söyledi. Evet dedim ya; eleştiri zenginliktir.
“Hocam giden belli; AKP. Peki gelen ne?” diye sordum.
“Ne geldiğini göremiyoruz; ipuçları yok.” diye yanıt verdi.
Çok etkilendiği Gezi direnişini bir orta sınıf kalkışması olarak değerlendirdiğini;
hapisten çıktığında bu konuda araştırma yapmak istediğini söyledi. Türkiye’de bu kadar milyarderin nasıl çıktığını da merak ediyordu.
Son görüştüğümüz kişi, 2 yıl cezaevinde benim kahrımı çeken koğuş arkadaşım Oktay Yıldırım idi. Cezaevinde yazdığı üçüncü kitabı,
“Hepiniz lütfen kolları sıvayın, ne yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır;
hemen serbest bırakılmalıdır. Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda. Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik, yemeğimizi-suyumuzu paylaştık.”
Silivri Cezaevi’nden ayrılırken şunu düşündüm:
Geleceğin en önemli niteliği şaşırtıcı olmasıdır; var olanın sürgit devam edeceğine inananlar; yalnızca görmek istediklerini görenler; en çok düş kırıklığına uğrayanlardır ve tarihe hesap verenler hep onlar olmuştur…
AYM’nin uzun tutukluluğu “hak ihlali” kabul eden kararı üzerine Mustafa Balbay’ın tahliyesi sonrası gözler Ergenekon Mahkemesi’ne çevrildi. Hemen her görüşten hukukçu, Balbay için verilen tahliye kararının bütün uzun tutuklular için uygulanması gerektiğinde hemfikir
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) uzun tutukluluğu “hak ihlali” kabul eden kararı üzerine CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın tahliyesi sonrası gözler Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevrildi. Hemen her görüşten hukukçu, Balbay için verilen tahliye kararının bütün uzun tutuklular için uygulanması gerektiğinde hemfikir.
Aralarında 2007-11 dönemi TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı da yapmış Anayasa Profesörü Zafer Üskül gibi AKP’lilerin de bulunduğu
çok çeşitli kesimlerden hukukçular,
“Anayasa Mahkemesi’nin hükmü, uzun tutukluların tümünü kapsıyor. AYM’nin kararı, kişiye özgü değil ilkeseldir.”
13. Ağır Ceza Mahkemesi, Mustafa Balbay ile ilgili verdiği kararın gerekçesinde yanlış yorum ile azami tutukluluk süresinin 5 yıl olduğu konusunda görüş bildirmişti.
Ancak Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ilke olarak tutuklulukta geçen azami sürelerin zorunluluk halinde yarısı kadar uzatılabileceğini benimsemişti. 102. maddede de
CMK md. 102 :
“Tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir. Uzatma süresi 3 yılı geçemez.” denilmiştir.
Böylece azami sürenin 1 yıl daha uzatılarak toplam 3 yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Nitekim, hiçbir ek sürenin asıl süreden fazla olamayacağı
temel ilkedir.
Tahliye edilmesi gereken adlar…
Oktay Yıldırım – 12 Haziran 2007’de tutuklandı.
6 yıl 6 aydır tutuklu bulunuyor.
Mehmet Demirtaş – 12 Haziran 2007’de tutuklandı.
6 yıl 6 aydır tutuklu bulunuyor.
Ergün Poyraz– 27 Temmuz 2007’de tutuklandı.
6 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
Sevgi Erenerol– 22 Ocak 2008’de tutuklandı.
5 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Doğu Perinçek– 24 Mart 2008’de tutuklandı.
5 yıl 9 aydır tutuklu bulunuyor.
Hikmet Çiçek – 29 Mart 2008’de tutuklandı.
5 yıl 9 aydır tutuklu bulunuyor.
Tuncay Özkan – 23 Eylül 2008’te tutuklandı.
5 yıl 3 aydır tutuklu bulunuyor.
Hasan Atilla Uğur – 3 Temmuz 2008’de tutuklandı.
5 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
Durmuş Ali Özoğul – 6 Temmuz 2008’de tutuklandı.
5 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
Levent Göktaş– 7 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Mustafa Dönmez – 12 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Ataman Yıldırım – 7 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Levent Ersöz – 17 Ocak 2009’da tutuklandı.
4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
Fatih Hilmioğlu – 13 Nisan 2009’da tutuklandı.
4 yıl 8 aydır tutuklu bulunuyor.
Deniz Yıldırım – 9 Kasım 2009’da tutuklandı. 4 yıl 1 aydır tutuklu.
Serdar Öztürk – 7 Haziran 2009’de tutuklandı. 4 yıl 6 aydır tutuklu.
Dursun Çiçek – 30 Nisan 2010’da 3. kez tutuklandı.
3 yıl 8 aydır cezaevinde.
Mehmet Bedri Gültekin – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı.
2 yıl 4 aydır tutuklu bulunuyor.
Erkan Önsel – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı.
2 yıl 4 aydır tutuklu bulunuyor.
Turhan Özlü – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
Mehmet Eröz– 9 Eylül 2011’de tutuklandı. 2 yıl 3 aydır tutuklu.
Yalçın Küçük– 11 Ocak 2009’da tutuklandı. 12 gün sonra 23 Ocak 2009’da tahliye edildi. Odatv davasından tutuklandığı 7 Mart 2011’den beri cezaevinde bulunuyor.
Tuncer Kılınç– 12 Ağustos 2013’te tutuklandı. 4 aydır tutuklu.
Hasan Iğsız – 10 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
Alaettin Sevim – 25 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
Nusret Taşdeler – 27 Kasım 2012’de tutuklandı. 1 yıl 1 aydır tutuklu.
Hurşit Tolon – 7 Temmuz 2008’de tutuklandı. 7 ay sonra 6 Şubat 2009’da tahliye oldu. 10 Ocak 2012’de 2. kez tutuklandı. Cezaevinde geçirdiği süre
2 yıl 6 ay.
İlker Başbuğ– 6 Ocak 2012’de tutuklandı. 1 yıl 11 aydır tutuklu.
Şener Eruygur – 7 Temmuz 2008’de tutuklandı. 2 ay sonra 21 Eylül 2008’de tahliye oldu. 11 Eylül 2013’te 2. kez tutuklandı.
Mehmet Ali Çelebi– 1 Temmuz 2008’de tutuklandı. 2 yıl 10 ay sonra
20 Mayıs 2011’de tahliye oldu. 14 Ağustos’ta 2. kez tutuklandı.
Cezaevinde geçirdiği süre 3 yıl 2 ay…************************
Dostlar,
Günümüz Kara Avrupa’sının hukukunun kökeni Roma Hukukudur.
İngiltere Roma Kilisesinden ayrılarak Anglosakson Kilisesi‘ni kurduğundan, İngiliz Hukukunun kaynağı gelenek olup “Common Law” olarak bilinir
Günümüzden neredeyse bin yıl önce bile Kralların – İmparatorların
tek başına idam cezası verme yetkileri giderek sınırlandırılmıştır.
(İngiltere, 1215, Magna Carta!(
Günümüz Türkiye’sinde ise masum insanlar cezaevinde ölsünler diye tasarlayarak – planlayarak yasa ve hukuk dışına çıkan uzun sürelerle
sözde yargılama süreçlerine zincirlenmektedirler.
6+ yıldır haklarında kesin hüküm verilmeyen masum sanıklar vardır.
Bir bölüm sanık ise “yaşam boyu hapis cezası” na çarptırılarak zindanda ölmeleri güvenceye alınmıştır.
Türk hukukunda sözde “idam / ölüm” cezası kaldırılmıştır;
fakat görüldüğü ve yaşandığı üzere fiilen – eylemli olarak (de facto!) uygulamadadır.
Bu kabul edilemez!
Hukuk kuralları soyut ve geneldir.
Kişiye ve duruma özgü yasal düzenleme yapılmaz.
Yasa – hukuk önünde herkes eşittir (Anayasa md. 10).
Dolayısıyla AYM’nin kararı ilkeseldir, “uzun” (yasal sınırları aşan) sürelerdir tutuklu olan tüm T.C. Yurttaşlarının, AY md. 153/son uyarınca hemen salıverilmeleri gerekmektedir :
AY md. 153/son :
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Bu gün, yiğit Kemalist aydın Dr. Necip Hablemitoğlu‘nun kahpece öldürülüşünün
10. yılı bitti.. Bu bağlamda O’nu ne denli ansak azdır.. Az önce eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu‘nun yazısını paylaştık sitemizde. (NTV’deki söyleşisi de bitti bu arada.)
Şİmdi de O’nun çok yakınında olan, çok iyi tanıyan, cinayet sırasında 21 yaşında bir hukuk öğrencisi, şimdi ise 31 yaşında bir genç Avukat olan Ersan Barkın‘ın içli,
duygulu ve çok silkeleyici bilgiler içeren yazısına yer vermek istiyoruz..
Lütfen okuyunuz ve okutunuz.. diyoruz..
Biz de sevgili Ersan’ı en az 10 yıldır ADD çalışmalarımızdan yurtsever bir genç olarak
çok yakın tanıyoruz..
“..ölümü bir metre peşinde yaşayan bir devrimci..”
diyor sevgili Ersan.. Lütfen bu yazıyı da, Ersan ile “duygudaşlık” (empati, hemhal olma, diğerkâmlık, birbirini yaşama) kurarak okur musunuz??
Bir kez daha yüksek sesle haykırıyoruz :
– Bulun Dr. Necip Hablemitoğlu’nun katillerini..
– Salt tetikçileri değil, gerçekte onları azmettirenleri.. Hangi ülkenin çıkarlarına dokunuyordu Necip kardeşim? O’na özellikle bakın.. Devlet olun, korkmayın, bırakın uluslararası denge masallarını.. Yurttaşınızı size meydan okurcasına vurup giden, birkaç saat içinde yurtdışına çıkan, kestirimi zor olmayan bir batılı ülkenin istihbarat örgütünün kiralık katil ajanlarını anımsayın.. Cevizkabuğu programında masadan kaçmak zorunda kalan kişi hangi ülkenin hangi vakfının başında idi?
10 Yıl Önce Bugün, Hablemitoğlu Öldürüldü Bu Ülkede…
21 yaşımdaydım. O’nun 20’sinde birkaç kitabı olduğu düşünülürse geç kalmışlık hissi üzerimizdeydi.
O’nun “düşünce evreni”nin bir yerlerinde olabilmenin şansını unuttuğumuz tek an yoktu ama.
Yiğit bir aydın. Korkulması gerektiği bilinen birçok çevrenin üzerine gözünü kırpmadan atılan, ölümü bir metre peşinde yaşayan bir devrimci.
***
Aralık ayının ortaları, karın örttüğü toprağa bir beden düştü.
Başında kanlar, göz yuvarının kenarında bir kurşun deliği.
Dudaklarında bir minik tebessüm, yüzünden başka anlarda da düşmeyen gülümsemeden kalan bir parça gibi.
***
18 Aralık 2002 gecesi, ertesi gün, daha ertesi…
Devlet aygıtının beylik sözleri uçuştu etrafta. Değersizlerdi. Zira değersizliğini yaşayarak öğrenmiştik o güne dek, Aksoy’da, Üçok’ta, Mumcu’da, Kışlalı’da.
“Kanını yerde bırakmayız” ezberleri diğer yanda. Kaybetme duygusunu yaşamaya başlayan bir kitlenin ayakta kalma çabası.
Sonra, bu kitlenin her beyhude kalkışmasında işittim o sözleri: Hablemitoğlu, aramızda…
Devletin soğukluğu gibi tıpkı, buz gibi, ruhu alınmış bir sesleniş.
***
Ankara Emniyeti, Terörle Mücadele’nin koridorlarında başladı soruşturma gösterisi.
AKP’nin henüz ikinci ayı bitmemiş.
TEM’ci “fidan”lar, henüz bir Kemalist gördüklerinde, istemsiz biçimde yüzlerinde beliren meydan okumaya, rövanşçı mağruriyete sahip değiller.
Vatanseverliklerini kanıtlamaya çalışıyorlar. Kimi zaman masayı yumrukluyor karşımdaki polis, müdür yardımcısı.
Bir cinayeti çözmenin kendileri için ne kadar basit olduğu ifade etmeye çalışıyorlar.
Araya, susturucu takılan silahın teknik niteliklerine dair birkaç serpiştirme.
Son günlerini yaşadığı kimselerin tanıklıklarına başvurmak için çağrılıyız oysa.
İfade tekniklerine bakılırsa sanık olmamız işten değil.
Sonra duyuyorum ki; eşine, suikasttan birkaç saat sonra başlayıp günlerce süren
ifade alma sürecinde gösterilen tavır da benzer.
Hukuk Fakültesi öğrencisiyim henüz. İlk kez bir ifadede bulunuyorum,
ifade veren sıfatıyla.
Geçen sekiz saat, iki bardak çay, bir kaşarlı tost.
Polis ekibi çıkışta evime bırakıyor.
“İçeri gir, el salla” diyorlar. “Bilelim, sağ salim girdiğini”
Sağ olsunlar ama peki ya sonraki günler.
İçeri girmemi bile gözlemeleri gereken koşullar içindeysek eğer,
onlar yokken ne olacak?
Sonraki birkaç ay, ev arkadaşlarım bekliyorlar pencerede polisler yerine.
Polisin tavrının “profesyonel”liğini anlamam için biraz daha zaman geçmesi gerekecek.
Aslında yalnız polisin tavrı değil, tetiğe komut verenlerin amacı da.
“Sıra kimde?”
Birkaç kuşağın zihni, ömürleri boyunca atamayacakları benzer bir hastalıkla yüklü: Sabah altıda zilinin çalınması, otomobilinin altına bomba yerleştirilmesi…
Bizim kuşak çocukluktan kalma alışkanlığını yenmiştir. Top bulamayınca çam kozalağı, kola kutusu tekmeleyerek başladı futbol hayatımız.
Yaşımız yirmiye gelirken öğrendik, bira kutusunun içine bomba yerleştirilip, avuçlayıp kenara atmaya çalışanın bedenini paramparça ettiğini.
Öldürmek yetmez, kalanları her gün fark etmediği ruh halinin esiri yapmak öldürmek kadar mühim tetiğe konut veren için.
***
Sözü uzatmaya gerek yok.
Bu ülkede Hablemitoğlu öldürüldü, 10 yıl önce bugün…
Ardından göstermelik soruşturmalar, TBMM’de neredeyse her yıl verilen soru önergelerine, soruşturma yapma zahmetine katlanmayanların verdikleri birbirinin kopyası yanıtlar. Kopyası tanımlamasının abartılı olduğu düşünmeyin. Sahiden verilen önerge yanıtları kelime kelime aynı. Soruşturmadan haberdar olmayan savcılar. Ergenekon sürecinde Hablemitoğlu izi arama çabası. Toplum zihninde yaratılan algının ardından, dosyayı Ankara’ya sepetleme süreci. Heyecanla Ankara Cumhuriyet Savcısına koşmamız. “Kucağıma saatli bomba bıraktılar, bu delillerle kolaysa kendileri açsalardı davayı..” açık sözlülüğü.
***
Bir siyasi suikastla ilgiliyseniz karşınıza sürekli çıkan ilk soru şudur: Sence kim öldürdü?
Bu soruya yanıt verme yükümlüğünüzün olmaması bir yana, sahiden yanıt vermek isteseniz de tek sözcük edemezsiniz. Korkudan değil, sahiden olay öyle başarılı biçimde karmaşıklaştırılmıştır ki, anlamlı bir kurgu olanaksız hale gelmiştir.
Bildiklerimizi aktaralım o zaman yukarıdaki derlemede adı geçenlere ve “yeni” haberlere ilişkin.
Soruşturmanın en kritik süreci Ergenekon süreciyle başlamıştı. İddianameye göre, Hablemitoğlu, birçoğu yakın arkadaşı olduğu söylenen ulusalcıların darbe planlarının
bir parçası olarak öldürüldü. Amaç, kendi içlerinden, en çok toplumsal galeyan yaratabilecek olanı öldürmek, sonra da “silah görse, ne olduğu bilmez” dincilerin üzerlerine atmaktı.
Bu doğrultuda onlarca haber yapıldı. Toplumsal kanaat oluştu:
Hablemitoğlu’nu da Ergenekon öldürdü.
İddianamede sözü edilen ilişkiye dair çeşitli tapeler, tanık beyanları.
Sonuç, ilk iddianamede Hablemitoğlu’na dair tek kanıt sujesi tahliye edildi,
sonra da gizli tanık olduğu ortaya çıktı.
İkinci iddianamede de Hablemitoğlu’nun tetikçisi olduğu ileri sürülen kimse tahliye edildi, sonra da gizli tanık olduğu ortaya çıktı.
Sonra, bunlar yaşanmamış gibi dosyanın yeniden açıldığına dair haberler kapladı
malum gazetelerin sayfalarını.
Zira, sahiden ele gelir bir yanıt alsalar, üzerlerine gidecek cesaret, yok.
Peki ya dosya, yok.
UYAP’tan arayalım, yok.
Bilgi edinme başvurusunda bulunalım:
“Talebiniz Adalet Bakanlığı’na iletilmiştir”
Sonuç, yok.
***
Hablemitoğlu soruşturması, ebedi olarak soruşturma aşamasında kalmaya, göstermelik bir kumpanya perdelense de günün birinde, ağzımızı açsak sanıkları savunmak zorunda kalacağımız tiratların yankılandığı mahkeme salonlarına mahkumdur.