Etiket arşivi: Cumhuriyetin yüzüncü yılı

Cumhuriyetin yüzüncü yılı

İlker Başbuğ - Vikipedi
İLKER BAŞBUĞ
26. GENELKURMAY BAŞKANI
02 Şubat 2023, Cumhuriyet

Hep birlikte yaşadığımız bu coğrafyada, bu anavatanda, son yurdumuzda 100 yıl sonra da yapabileceğimiz en güzel şeyin Cumhuriyetin kurucu değerlerine ve birbirimize sıkıca sarılmak olduğunu unutmayalım.

  • Mustafa Kemal Atatürk
    tartışmasız, 20. yüzyılın en büyük lideridir.

O ilk önce Kurtuluş Savaşı mucizesi ile yok olmakta olan bir imparatorluktan, bağımsız yepyeni bir devlet yaratmış ve yarattığı bu devleti ve milleti saygın bir yere taşımıştır.

Şevket Süreyya Aydemir’e göre Atatürk’ün bu büyük başarısının arkasında coğrafya, millet, teşkilatçılık ve devlet kurma geleneği olmak üzere üç unsur (öge) vardır:

“Coğrafya, millet ve bu milletin tarihinden gelen devlet kurma geleneğini kullanacak teşkilatçı bir kadro, Milli Mücadele dediğimiz son hesaplaşmayı düzenledi, yürüttü, sonuçlandırdı. Bu hesaplaşmada coğrafya bir zemin oluşturdu. Millet ve tarih bu hareketi besledi. Önder kadro ise onu teşkilatlandırdı. Ondan sonra iş, bir nefes ve kan yarışından ibaretti. Önderin ve teşkilatçı kadronun göstereceği öngörü ile, direniş gücüne ve olayları değerlendirme kudretlerine kalıyordu. Bu hesaplaşma, son Türk toprakları üzerinde, son Türklerin zaferi ile bitti. İşte bu zaferde Atatürk en çok payı olan Türktür. Ve onun içindir ki o, bizden olan, bizim içimizden çıkan ama bize önder ve millete baş olan en büyük Türk, yani Atatürk’tür…” (Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam 1922-1938, Remzi Kitabevi, s.483.)

ORTAK AMAÇ

Cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutladığımız bugünlerde bugünlere nasıl gelindiğini daha iyi anlamaya, daha iyi anlatmaya ihtiyacımız vardır. Cumhuriyet öncesinin şartlarını ve elde edilen zaferin büyüklüğünü yaşamalı, hissetmeli ve bıkmadan genç nesillere anlatmalıyız.

Üzerinde yaşamakta olduğumuz coğrafya bizim son yurdumuzdur. Tarih bize göstermektedir ki, dünyanın en güzel coğrafyasından biri olan bu topraklar üzerinde yaşamımızı, varlığımızı devam ettirebilmek için her alanda güçlü olmalıyız, güçlü kalmalıyız.

Bu nedenle her şeyden önce

  • farklılıklarımızı bir zenginlik kabul ederek ve farklılıklarımıza saygı göstererek ortak amaçlar üzerinden birlik ve bütünlüğümüzü güçlendirmeliyiz.

Kavga, ötekileştirici, dışlayıcı ve ayırt edici davranışlarla bir yere gelinemeyeceğini hepimizin görmesi gerekir.

Millet, her zaman refah seviyesinin artırılmasını, ülkede huzur ve güven ortamının sağlanmasını ister. Bunlar bizim ortak, milli amaçlarımızdır. Söylenen sözler ve açıklanan düşünceler ile gösterilen hareketler milletin temel ihtiyaç ve sorunlarına çözümler sunarak millete ümit aşılamalıdır.

ADALET

Refah seviyesinin artırılması, ülkede huzur ve güvenin sağlanmasının ön koşulu ise elbette adalettir. Ancak adalet deyince yalnızca “yargıda adalet” anlaşılmamalıdır. Yargı adaleti kadar Cumhuriyetin bugüne kadar istenilen seviyeye getiremediği “gelir dağılımında”, “eğitimde fırsat eşitliğinde” ve “sağlık hizmetlerine erişimde” adaletin sağlanması da son derece önemlidir.

100 yıl önce bu Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyetin kurucu değerleri ile her şeyden önce milletin refah seviyesinin (gönenç düzeyinin) artırılmasını, ülkede huzur ve güven ortamının sağlanmasını hedeflediler ve bu uğurda durmadan çalıştılar.

Hep birlikte yaşadığımız bu coğrafyada, bu anavatanda, son yurdumuzda 100 yıl sonra da yapabileceğimiz en güzel şeyin,

  • Cumhuriyetin kurucu değerlerine ve birbirimize sıkıca sarılmak
    olduğunu unutmayalım.

ZOR BİR YENİ YILI, KALAN İSTANBUL PROCESİYLE AŞMA ÇILGINLIĞININ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ…

ZOR BİR YENİ YILI, KALAN İSTANBUL PROCESİYLE AŞMA ÇILGINLIĞININ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ… 

Dr. Noyan UMRUK
E. General

Eveeet… Gerçekten çok zorlanacağımız bir yeni yıla giriyoruz…
Tanrı hepimize Kuvayı Milliye güç ve kudreti versin…
Uluslararası platformda yönetenlerce giderek  marjinalleştirilen yalnız ve güzel ülkemin, dünyanın parmak ısırdığı, saygı duyduğu pırıl pırıl bir Cumhuriyetin yüzüncü yılının arifesinde getirildiği hale bakın… 

Vaziyetin durumu: 

*Yeni Osmanlıcılık düşleriyle Suriye’de batağa saplanılmış,
*Ülkenin içinde bulunduğu durumdan sıtkı sıyrılmış nitelikli insan gücünün kaçışı, beyin göçü lise düzeyine inmişken, ülke, Suriye’nin kuzeyinde bakıldığı söylenen 3 milyon Suriyeli dışında, ülkedeki 3.5-4 milyon Suriyeli’ye ek olarak yüz binlerce Afgan, Pakistanlı vb. için sığınmacı cennetine dönüşmüş,
*Suriye’nin, bombalayarak ülkesinden kovaladığı, içlerinde Halep’ten, Rakka’dan İdlib’e yollanarak temizlenmesi Astana süreci ile Türkiye yönetimine ihale edilen, fakat nedense bir türlü temizlenemeyen “yaramaz çocuklar”ın da bulunduğu 50 yetmez 80.000-100.000 kişi sınırlarımıza dayanmış,
*“Akdeniz’de en uzun sahile sahip ülke” yıllardır Suriye’de boğuşurken, D. Akdeniz, Mısır, İsrail, Kıbrıs Rum kesimi başını çektiği sahildar ülkeler ve çok uluslu petrol şirketlerince parsellenmiş,
*Milli Güvenlik Kurulu, Deniz Kuvvetlerimizin yıllardır süren uyarıları sonucu nihayet “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra” hayasızca parçalanmasına ortak olunan Libya’nın geleceği belirsiz bir parçasıyla, güvenliğini sağlanmasına yardımcı olmayı, gerekirse asker göndermeyi öngören bir mutabakatla nihayet “Münhasır Ekonomik Alan” oluşturulabilmiş, lakin bu kez Libya’daki iç savaşa bulaşmamız tehlikesi ortaya çıkmış,
*Bu arada Rusya Astana, Soçi gösterileri bir yana durmadan silah, nükleer santral, giderek buğday falan satarak yolunu bulurken, Reza davası ve mal varlıkları ile ipleri iyice eline geçirmiş olan ABD, istedikleri yapılmazsa ekonomik yaptırımları uygulama noktasına gelmiş… 

İşte uluslararası ilişkiler alanında durum bu… Pekiyi kabahat kimin? Haydaa, sorulur mu bu… Pek tabii ki monşerlerin… 

Gelelim ekonomiye… 

Aslında söylenecek pek fazla şey yok… Zaten yaşıyoruz… 

*Bütün milli varlık, kaynaklar, olanaklar rantiye kesim ve inşaat sektörüne yönlendirilmiş,
* Voksvagen de tüm teşviklere rağmen gelmekte tereddüt edince, son yıllarda herhalde prototip İtalya’da üretilen “yerli binek aracı” dışında, bir tane reel üretime yönelik, istihdam sağlayacak ciddi bir yatırım, fabrika yok,
*Tarım çökmüş durumda… Konya, Polatlı ovalarıyla tahıl ambarı Türkiye Rusya’dan buğday ithal ediyor… Tarımsal nüfus%13’e düşmüş… Tüm Avrupa ülkeleri tarıma büyük destek sağlarken, Türkiye’de yasal olarak GSMH.nın %1’i ile desteklenmesi gereken tarım kesimi mazot, gübre vb. fiyatlarıyla ağırlaşan koşullarına karşın bu tutarın yarısını bile almamış

  • Sonuç : Millet ekip biçmekten vazgeçmiş… Tarımsal nüfus %13’e düşmüş…  

*Sıra şeker fabrikaları, Tank-Palet fabrikasından sonra 3 üncü köprünün de Çin’e satılmasıyla hızla devam eden süreçle müflis tüccarlar gibi elde ne kalmışsa satılarak, özelleştirilerek, kiralanarak 450 milyar dolara varan borç ve 150 milyar TL’yi aşan bütçe açığıyla arasına çomak sokulan ekonomi çarkı panik içinde döndürülmeye çalışılıyor.
*İthalat – ihracat arasındaki fark 1 trilyon 50 milyon doları bulmuş,
*2020 bütçesinde çoook karşı olunan faiz ödemeleri kalemi 139 milyar TL’na ulaşmış,
*Bir zamanlar Suriye’li sığınmacıların maliyeti olarak açıklanan 40 milyar dolar, herhalde aradan geçen sürede katlanmış,
* Gerçek enflasyon %20’leri aşmış, işsizlik oranı %15’lerde, Her üç- dört gençten biri işsiz, en son değerli konut-varlık vergisi garabetiyle taçlanan ağır vergiler ne gam… Yeter ki rant-inşaat ekonomisinin kaymağını yiyenler ve sebeplenenler üzülmesin… 

Üzerler mi hiç… Aksi takdirde kendileri de çoook üzülür… O halde ne pahasına olursa olsun yeni sahte cicilerle oyunun devam etmesi lazım 

Senaryo yeni havaalanı, köprü, otoyollar vb. olduğu gibi bir yandan yap -işlet-devret mantığıyla nüfusu 20 milyona giden, sorunlarıyla boğuşan İstanbul’a 3 milyonluk yeni bir kent eklemleyerek ve de istihdam kartı kullanılarak halkın sırtından özel şirketlere kâr ve sermaye transferi ile ekonomik ve siyasi rant oluşturmak, öte yandan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden hareketle yeni bir pazarlık fırsatı yaratarak küresel arenada siyasi dengeleri hareketlendirmeye dönük bir politik ortam yaratmak…

Nereye kadar varırsa… Sonrası Allah kerim…   

Kalan İstanbul Procesi“nin göz yumulamayacak günahları:

*ÇED raporunun öngörülerinin aksine, gemi trafiği boru hatları nedeniyle yıllar içinde giderek azalırken bu cici proje ile bir kez “Kalan İstanbul“un ekosisteminin köküne kibrit suyu ekilmiş olacak, deniz yaşamı ve ekonomisi son bulacak, hafriyatın yaratacağı kargaşa ve çevre kirliliği yıllarca sürecek, Marmara denizi ve K. Çekmece gölü ölecek, 

*DSİ raporuna rağmen Terkos gölü ve Durusu, Sazlıdere barajlarından tonlarca suyun heba edilmesi ve deniz suyunun yer altı suyuna karışması nedeniyle “Kalan İstanbul“un su sorunu içinden çıkılmaz hale gelecek…
*Tarım alanları, ormanlar, çevre bir yeni havalimanından sonra bir kez daha inşaat sektörünce yutulacak,
*Olası depremde “Kalan İstanbul” için risk maksimize edilmiş (AS: tavan yapmış)  olacak…
*THY raporuna göre yapılaşma, aydınlatmasının yoğun trafiğe ulaşması öngörülen yeni havaalanı için sakıncalar yaratacak,
*Sözün kısası “Kalan İstanbul“un yaşam damarları tıkanarak, doğal yaşam döngüsüne geri dönüşü olmayan biçimde son verilecek,
* Trakya’nın tam, II. Dünya Harbinde Alman tehdidine karşı oluşturulan Çatalca müstahkem mevki-Çakmak Hattından ikiye bölünmesi, tüm asker uzmanlara göre, ciddi güvenlik sorunları ve jeo-politik sakıncalar yaratacak,   

Gelelim zurnanın zırt dediği yere… 

Bir asırdır ülkenin bağımsızlık ve egemenliğini tapusu Lozan Anlaşması yanında, Boğazlar ve Karadeniz üzerindeki egemenlik hakkının ve barış ortamının tapusu da 1936’da imzalanan ve Türkiye dahil tarafların uygulanışına dair bir itiraz beyan etmediği, en uzun süre yürürlükte kalan anlaşma sayılan Montrö Anlaşmasıdır. 

Giderek olaya gelir temelli bakıldığında ülkenin Boğaz geçiş ücretlerinden yararlanması da tümüyle kendi tasarrufundadır. Ayrıca, Montrö sözleşmesi yürürlükteyken zaten hiçbir ticari veya askeri gemi kanalı kullanmaya zorlanamayacağı için, kanal geçişlerinden iddia edildiği gibi astronomik gelirler elde etmek de mümkün değildir. Bu durumda şu anda 75 milyar doları bulacağı söylenen bu yatırımın ülkenin içinde bulunduğu ekonomik yapı, durum ve de gelecek kuşaklar için ne denli ağır ve taşınması mümkün olmayan bir külfet oluşturacağı ortadadır.    

Taraf ülkelerin (Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, İrlanda ve Denizaşırı Britanya Ülkeleri, Hindistan, Elenler Krallığı, Japonya, Romanya, Rusya, Yugoslavya ve Türkiye) sözleşmeyle ilgili bir derdi yoktur!

Sözleşme kapsamı dışındaki ülkeler için ise ticari gemiler için serbest geçiş, savaş gemileri için ise 18. madde ile “Karadeniz’e kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde 21  günden çok kalamayacak”; 19. madde ile de “savaş zamanı savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasak olacaktır.” hükümleri yürürlüktedir.

 Kalan İstanbul procesi“nin bir ipte oynayan cambazların sayısını artıracağı açık… Balyoz operasyonunun Deniz Kuvvetlerine bulaştırılması ile yol açtığı ileri sürülen Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin örneğin ABD savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkışı kuşkusuz Rusya’yı küplere bindirecek, içinden çıkılmaz onlarca sorunla boğuşan bölgede bu kez çok büyük bir küresel sorun oluşacak,

ama sessizce ve akıllıca “mal varlığı” başta olmak üzere
ekonomik ve siyasal yaptırımlarla sıkıştırılan Türkiye yönetimi,
ABD’nin bu sayede tarihsel emellerine ulaşmasıyla, belki bir ölçüde rahatlamış olacaktır. 

Sonuç: 

Kalan İstanbul Procesi“,  İstanbul’u mahvetmesinin olduğu kadar, yıllardır giderek artan hukuksuzluğun, anti-demokratik uygulamaların, “ben yaptım olducu” yönetim anlayışın mağduru geniş toplum kesimlerinin kitlesel tepkileriyle müdahalesini gerektiren bir demokrasi sorunudur. Bu nedenle; 

*Mckinsey danışmanlık firmasına ekonomiyi denetleme yetkisini vermekten geri adım atılması,
*Termik santrallerin filtresiz çalıştırılmasına verilen onayı geri alınması,;
* Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı’nı kurtarma kararını geri çekmesi,

gibi örneklerde elde edilen sonuçlardan hareketle, çok daha ciddi, geniş ve yaygın olarak, çevre hareketinden emek hareketine, su hakkı savunuculuğundan temiz hava hakkı, hayvan hakkı, insan hakkı savunuculuğuna değin toplumsal muhalefetin, tüm demokratik kurum ve meslek örgütlerinin katılımıyla yükseltilecek bir karşı çıkış, Cebelitarık’ı kanal sananların olayın ciddiyetini idrak edebilmesi için öbr örnek olaylarda yaşandığı üzere kaçınılmaz bir görev durumuna gelmiştir… 

Karşı çıkışın yeni yılı kutlu olsun…