Etiket arşivi: Mareşal Fevzi Çakmak Köy Enstitülerine karşı durdu

LEVENT KIRCA : Nereden Nereye ??


Dostlar
,

Değerli site okurumuz Sayın Duran Aydoğmuş, 2 önemli yazı göndermiş.

22.05.2008 Ankara

İlki Sayın Afet Ilgaz’dan ve bu yazıdan önce sitemizde sizlere sunduk.

2. si ise üstad Levent Kırca‘dan.. Özellikle yakın dönemin gerici dönüşüm adımlarının tarih sıralaması ile (Kronolojik). Son derece öğretici, düşündürücü ve uyarıcı..

 

YORUMSUZ İki Önemli Yazı :

İlk yazı      : Afet ILGAZ’dan (Kıyaslama)
İkinci yazı : Levent KIRCA’dan (Türkiye’nin mevcut ve yakın geçmişteki profili
kronolojik sıra ile verilmiş).
 
Duran Aydoğmuş
—–

Teşekkür ederiz değerli Aydoğmuş..

Bu gün, “3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 90. Yılı..”
Bu yasalara nasıl acımasız ve sistematik saldırı yapıldığını
Sayın Kırca’nın karşıdevrim kronolojisinden ibretle anımsıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Nereden Nereye ??

portresi3


LEVENT KIRCA
Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir. Hele öğretmenlerimize işkence, en büyük günahtır.
En büyük halkımız, başka büyük yok.
Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük
Yeni bir oyuna başladım, ismi “AZINLIK”. Yer yer çok komik, yer yer çok sert..
Yerse. Henüz sekiz oyun oynadım. Benim için adeta sekiz oyunluk bir bebek, oyunum. Pek çok şeyi dile getirdiğim ve bunları cesaretle söyleyebildiğim için hoşuna gidiyor insanların. Bir bakıma insanların içindekini, söyleyemediklerini söylüyorum.
Turnedeyim ve ilgiden anladığım kadarıyla uzun sürecek turne. Tek başıma oynuyorum ama masal ya da fıkralardan oluşmuyor oyun. Allahına kadar gerçekleri söylüyorum korkmadan. Tv’de susturulduk, programımız yayından kaldırıldı, inandıklarımı bildiklerimi şimdi tiyatroda söylüyorum.
Ekip, tekniğiyle birlikte 12 kişi. Sahnede ise 3 oyuncu arkadaşım var. İyi oyuncular bunlar. Ama onları konuşturmuyorum. Ha bire kostüm değiştirip, değişik kostümleriyle bol bol antre yapıyorlar. Onların yerine de ben konuşuyorum. İlginç bir durum çıkıyor ortaya. Hem oyun statik olmaktan kurtuluyor, hem de bir hareket kazanıyor.
Daha sekiz oyunda duymuş seyirci duyacağını. İstek telefonlarının ardı arkası kesilmiyor.

“-Bizim şehrimizde / kasabamızda da oynar mısınız?”
-Oynarız. 

Salondaki seyirci oyunun nabzı. Türkiyenin bugünkü durumuna yürekleri yanıyor,
hem de ne yanmak. Gelen reaksiyonlardan anlıyorum bunu. Hep birlikte ağlıyoruz, gülüyoruz memleketin haline. Gerçekleri dillendirdiğim ve de iyi bir oyun çıkarttığım için mutluyum.
Neden devlet büyüğü? 

Hükümetin üst düzey yöneticilerine neden “Devlet Büyüğü” denir?
Bu büyüklük nereden gelir? Büyük denilen bu insanlar gerçekten büyük müdür?
Bunlar büyüklüklerini, sorumluluklarını müdrik midir?

“Büyük”
 sözü çok iddialı bir söz. Fiziksel büyüklüğün dışında, büyüklük:
Olmuşluk; ermişlik; erdem sahipliği; hoşgörülü olmak; kültür sahibi olup da bu kültürle ona buna caka satmamak; bağışlayıcı olmak; dostları unutmamak; küçüğü-büyüğü kollamak; sevgili ve saygılı olmak; paraya pula değer vermemek ve insana değer vermek. Bu niteliklerin hangisi devlet büyüklerinde var? Bana bir kelime öğretenin
kulu kölesi olurum demiş peygamberimiz. Peygamberimiz öyle demiş ama en kutsal varlıklarımız öğretmenlerimiz, yan yana gelmiş 4’lerden oluşan molla yetiştirme sistemine karşı yürüdükleri için coplandılar, gaz sıkıldı yüzlerine, panzerlerden boyalı su fışkırtıldı, sürüm sürüm süründürdüler İzmir asfaltlarında öğretmenlerimizi.Devlet Büyüğümüz Başbakan’ın vicdanı sızlamadı.
Gerçek büyüklerimiz öğretmenlerimize uygulanan bu şiddet karşısında,
“Polis görevini yaptı” dedi Başbakan.

Anamız ağladı, analarımız tabut başlarında saçlarını yoldu yitirdikleri evlatları için. Altmış yıldır ben de bu ülkede yaşıyorum. Hiç bu kadar “Ana” ağlamamıştı.
Gerçek büyüklerimiz analarımızı, cennetin ayaklarının altında olan analarımızı,
Devlet Büyüğümüz Başbakan“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek
bir kez daha ağlatmadı mı? Paralılar paraları ödeyip şehitlik mertebesinden tüyerken; ölen fukara gençler, gerçek büyüklerimiz değil mi? Bu düzeni kurgulayan,
milletin anasını ağlatan, Devlet Büyüğümüz Başbakan değil mi?Okumuş, kendini yetiştirmiş, kitap kurdu olmuş insanlar az mı büyük?
Mürekkep yalamışlık; okuyarak dirsek çürütmüşlük az birşey mi? Bilgisiyle bilgilendiren, kitleleri aydınlatan bu insanlar için dememiş mi peygamberimiz, “kulunuz köleniz olurum” diye? Peki Devlet Büyüğümüz Başbakanımız ne buyurmuşlar;

“Ben okumadım, okuyanların halini görüyorsunuz. Ben okumadığım halde Başbakan oldum, büyüdüm büyüdüm Devlet Büyüğü oldum. Sadece Devlet Büyüğü olmadım, ekonomik olarak da dostlarımla beraber büyüdüm. Okumasanız da olur” demedi mi buyruğunda?
Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir.
Hele öğretmenlerimize işkence, en büyük günahtır. En büyük halkımız,
başka büyük yok. Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük. Fiyatları da farklı farklı.
Ben gerçek büyükleri; fındık ile, fıstık ile, badem ile beslerim.
Oyuna çıkarken 

Sahneye girmeden dua ederim; gelmişime geçmişime ve de ustalarıma.
Duam bitmeden de antremi yapmam. Bitince bismillah derim ve başlarım oyunuma. Ben bu duaları Türkçe okuyorum. Türkçe okuduğum için yerine ulaşmıyor mu yoksa? Şimdi beni de kuşkuya düşürdüler; her şeyi bilen yüce rabbimizin Türkçe bilmemesi mümkün mü? Diyanet işleri başkanımıza soruyorum, ben Türkçe duaları boşuna mı okuyorum?
Şehit olmak isteyenlere müjde 

Hükümetimiz de, artık bazı iş ve meslek kollarındaki kişilerin şehit olabileceklerinin müjdesini verdi. Artık hükümet şehit olabilecekler için bir liste hazırlıyor. Parayı bastırıp askerden kaçtığınız için üzülmeyin. Size bu fırsat, bu imkân hükümetiniz tarafından sağlanacak. Ben müslüman bir ailenin çocuğuyum. Annem ramazanlarda eve hoca çağırıp hatim indirirken, hocayı Kuran-ı Kerim’den takip ederdi. Hoca yanlış yaptı mı düzeltirdi onu. Herhangi bir satırı atladı mı uyarırdı. Ben de iyi bir müslüman olduğuma inanıyorum ve Allah’ın her dilden ibadeti kabul ettiğine de inanıyorum. Ayrıca dinin kimsenin tekelinde olmadığına da inanıyorum. Bugüne kadar kimseye eziyet etmedim. Polisle halkı karşı karşıya getirenler, insanların elinden özgürlüklerini alanlar,
yetim hakkı yiyenler, insanlara eziyet edip ah alanlar ve anamızı ağlatanlar düşünsün.
Olaylar doruk noktasında
Oyunum “Azınlık”a turnede, halk ve gençler koşa koşa geliyor. Valiler, kaymakamlar, açıkçası “Mülk-i Erkan” gelmiyor. Belki de gelemiyor. Belki de orada gözükmek istemiyor. Biga Üniversitesi’nde konuşmacıydım iki gün önce. Salon hınca hınç doluydu. Bir tek profesör vardı, diğer konuklar öğrencilerden oluşuyordu.
Çoğu kızımızın da başı örtülüydü üstelik. Ama okul yönetiminden bir kişi dahi yoktu.
Zira okul ele geçirilmişti. Beni dinleyen o profesörün de defterini dürmüşler.
Savaşta düşmeyen Çanakkale ve Biga, özellikle Biga, bu kez düşmüştü
.
Televizyonlarda durum
Durumu müdrik bazı gazetelerin dışında bu yazdıklarım çıkmıyor, çıkamıyor.
Devletin televizyonları ve diğer yandaş kanallarda millet, şakkıdı şukkudu oynuyor.
Pop müzik yıldızlarımız, starlarımız, megalarımız gaflet uykusunda. Şık giysileriyle kendilerinden küçük ya da büyük sevgililerini kucaklayıp“Drink” yapıyor. Pembe lüks otomobillerinde tozpembe yaşıyorlar. Gençlerimiz de onlara alkış tutuyor ve
“Yetenek Sizsiniz Türkiye” yarışmasını izliyor. Bir köpek yarışmanın birincisi olmuş.
Bir karikatür gördüm geçen. Bu birinci gelen köpek de şaşmış bu işe, şöyle diyor:“Yakında bunlar beni milletvekili de seçerler”.

Eskiden ağlanacak halimize gülerdik, şimdi zil takıp oynuyoruz.
*****

NERDEN NEREYE GELMİŞİZ..
15 Şubat 1949 :
İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950 :
CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılması’na Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar
Milli Eğitim Bakanlığı’nca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950 :
Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
29 Mayıs 1950 :
Başbakan Menderes, sâdece “Millete mal olmuş  inkılâplarımızı
saklı tutacağız”
 diyerek irtica ya ilk işareti  veriyor.
16 Haziran 1950 :
Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950 : Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950 :
Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950 :
 Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında
23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor.
Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953:
Köy Enstitüleri, İlk öğretmen Okulları’na dönüştürüldü.
1953 :
Yasa değişikliği ile ”siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak,
öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç” sayılmaya başladı.
1954 :
25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955 :
 Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor :  

  • ‘Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda  isterseniz Anayasa’yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz.”
1956 :
Menderes, Konya’da halka hitap ederken ”ortaokullara din dersleri konulacağını” açıklıyor.
13 Eylül 1956 :
Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
Başbakan Menderes,
1957 :
 Ödemiş’te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor :
“Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun.”
Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor :
“İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni de ikinci bir Kâbe yapacağız.”
14 Şubat 1957 :
Başbakan Menderes, Ankara’da Kocatepe Camii’nin yapımı için
Cami Yaptırma Derneği’ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957 :
Kayseri’de halka yaptığı açıklama Menderes, “DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye’nin 500’üncü yıl dönümünü kutlamak için
Müslümanların İstanbul’a davet edileceğini”
 söylüyor.
1957 – 1958 :  Liselere seçmeli din dersi kondu.
1959 :
Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
26 Haziran 1965 :
Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, “İmam hatip okullarını bitirenlerin,
ilkokul öğretmeni  olabileceklerinin”
 müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966 :
 Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs 1966 :
 Demirel, Kayseri’de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor :
“Bugün Türkiye’de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.” 
17 Mayıs 1967 :
İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967 :
İzmir’de İslam Enstitüsünün temelleri, Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.Aralık 1967: Mecliste iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968 :
Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem,
“Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır!” diyor.
19 Şubat 1969 :
Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi ABD’nin 6. Filosu’nu protesto eden yurtsever gençler üzerine“ABD bizim Kabemiz; cihada hazır olun!” 

sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere “Kanlı Pazar” olarak geçmesini sağlamıştır.

1 Ekim 1969 :
 Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi’nin  ‘Kıratlı Kuran’ dağıttığı haberleri
basına yansıyor.
26 Ocak 1974 :
Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
1974 – 1977 :
 Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976 :
 Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977 :  Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
1977-1978 :
 Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki, bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor.
Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.

  • Kahramanmaraş’ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, 
    yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara “Allah için savaşa, Müslüman Türkiye” sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti :
    “Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz.”
12 Haziran 1979 :
 MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor :
“Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?” 

4 Temmuz 1980 :
Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken Başbakan Demirel
“Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!” diyerek “solun kalesi” diye anılan Fatsa’yı hedef gösteriyordu.
22 Temmuz 1980 :  Kemal Türker’in öldürülmesi.
7 Eylül 1980 :
MSP’nin Konya’da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu :
“Dinsiz devlet yıkılacak elbet
Şeriat gelecek

Laiklik dinsizliktir,

Anayasa Kuran,

Ya şeriat ya ölüm,

Cihada hazırız” 
12 Eylül 1980                         : 

Amerika’nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların “bizim çocuklar”  dedikleri Generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasal parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekûn bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Ulusal birlik yerin dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran,
günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül’ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale’de yaptığı konuşmada “Muhterem din adamlarının elini  öpeceğiz” diyordu.[1]
“Gerçekte,” der Machiavelli“hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki,
Tanrı’ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık birtakım nedenler yoktur.”
 [2]
Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın
10. maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına
yasal dayanak hazırlandı.12 Eylül’de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü’nün oğlu
veto edilerek seçimlere katılması engellenirken, Nakşibendî tarikatının üyesi olan Turgut Özal‘ın Çankaya’ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal’ın,
“12 Eylül olmasaydı  iktidara gelemezdik.” biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.

Mart 1987 :
Demirel, Öğretim Birliği Yasası’nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir:
“Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset
dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.…Tevhidi Tedrisat Kanunu
bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur. Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır.”[3]
1989 :
TCK’nin Türkiye’de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı.
Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989 : Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990 :  Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesi.
7 Mart 1990 :  Çetin Emeç’in öldürülmesi.
4 Eylül 1990 :  Turan Dursun’un öldürülmesi.
6 Ekim 1990 : Doç. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesi.
24 Ocak 1993 : Uğur Mumcu, “İmam-Subay” başlıklı yazısından iki gün sonra
bir suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993    : 

Sivas’ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’nin
3. gününde, dinciler ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın,
düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı.
(A.S. 33 aydın – sanatçı, 2 otel görevlisi ve 2 de gösterici…)
Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli’ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı :
 “Zafer İslam’ın, Cumhuriyet Sivas’ta Kuruldu, Sivas’ta Yıkılacak!..
Şeriat Gelecek Zulüm Bitecek, Kahrolsun laiklik”
 
27 Mart 1994 :
Yerel seçimlerle RP’nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin,
Ankara ve İstanbul’daki Anakent Belediyeleri’nin tüm olanakları RP’nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, “Refah iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek” diyordu. Erbakan, 5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken “son sosyalist devleti de yıktık” sözleriyle Kemalizm’in
sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
(A.S. Bizim anımsadığımıza göre bu sözler Başbakan Tansu Çiller’indi..)
10 Kasım 1994 :
Anıtkabir’de Atatürk’e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, “Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kuran’a davet ediyorum.” diye slogan attı.
11 Ocak 1995 : Onat Kutların öldürülmesi.
9 Ocak 1996 : Metin Göztepe’nin öldürülmesi.
1997 :
Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız,
“Laiklere şeriat enjekte edilecek” diyordu.
1997:
Şevket Yılmaz, “Allah’ın size soracağı soru şöyle : Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?”Hasan Hüseyin Ceylan, “Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim.
Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!”

Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe,
Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli.
Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola.
Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin
.”

Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, 
“Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak.” diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997…Özal’ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan,
Başbakanlık Konutunda verdiği iftar yemeğine Türkiye’nin en ünlü din baronlarını
davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı. Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek,
“laiklik, din özgürlüğüdür”; “din ise birleştirici ve lâzımdır” denilmeye başlandı.
21 Ekim 1999 : Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi.
18 Aralık 2002 : Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi.
Eğitim yoluyla şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu zihniyetteki bireyler, cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarına, artık hiç kuşku kalmadı.

  • Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor!

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?


Dostlar
,

Sayın Prof. Coşkun Özdemir, uluslararası bilimsel üne sahip bir tıp doktorudur ve bizim de İstanbul Tıp Fakültesi’nden hocamızıdır.. Sonraları ise onur duyduğumuz dostu ve savaşım arkadaşı.. Halen Kasder (Kas Hastalıkları Derneği) başkanı ve İstanbul’da emeklilik sonrası 15 yılı aşan bir süredir bu zor hastalığın kurbanlarına karşılıksız hizmet vermekte.. Çoook nitelikli emeği ve 60 yıllık hekimlik birikimiyle.
Yeşilköy’deki alçakgönüllü kiralık binada..

İstanbul Büyükşehir belediyesi her yıl taciz ediyor kira sözleşmesinin yenilenme(me)sinde.. Oysa belediyenin, kamu yararına çalışan bu tür dernek – vakıflara kendiliğinden destek olması gerek yasası gereği (5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, md. 24/n).

Yandaş cemaat dernek – vakıflarına her türlü belediye olanağı cömertce (!?)
peş keş çekilirken, Coşkun Hocanın derneğine gerçek bedelle kiralanan binanın her yıl boşaltılması baskısı yapılıyor.. Hem taciz hem de yandaşlara ikram borcu / iştahı!?

Bu sitede, sık olmasa da, elimize geçen yazılarına sevinçle yer veriyoruz.
(http://ahmetsaltik.net/2013/08/29/akp-milletvekillerine-2/, 29.8.13;
http://ahmetsaltik.net/2013/09/13/kas-hastaliklari-dernegine-destek-olalim/, 13.9.13)

85’e dayanan kronolojik yaşına karşın, O, Cumhuriyet’in Büyük Atatürk‘ün Cumhuriyeti kutsal bir emanet bıraktıklarından -Türk Gençliği’nden- sayıyor pek haklı ve gururlu olarak..

21 Ekim 2013 günlü Cumhuriyet’in 2. sayfasında yer verilen 2 makale de hekimlere ait..
Dostluklarından övünç duyduğumuz Cumhuriyet Devrim’inin ürünü 2 hekim hocaya..
Onlar (Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Çağatay Güler) Büyük Atatürk‘ün

“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..”

buyurduğu ulusumuzun hekimlerinden..
(Prof. Güler’in sitemizde yer alan 2 yazısı için lütfen tıklayınız :
– http://ahmetsaltik.net/2013/10/22/nefret-etsinler-ama-yeter-ki-korksunlar/, 22.10.13
–  http://ahmetsaltik.net/2013/10/09/yoksul-ve-kor-bir-halk-saglikcisi/, 9.10.13)

Sevgi ve saygı ile.
22.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?..

portresi
Prof. Coşkun ÖZDEMİR

“Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entellektüel söylem,
politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.
İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Rauf Orbay saltanatın kaldırılmasına karşı çıkmış, “Boğazımdan saltanatın lokmaları geçmiştir. Yok edilmesine razı olamam.” demiştir. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları Keçiören’de O’nu sorguladılar:

“Senin Cumhuriyet ilan edeceğin söyleniyor. Bu doğru mu?” diye.

Kaygılıydılar bu inanç sahibi kahramanlar. Mareşal Fevzi Çakmak
Köy Enstitülerine karşı durdu
Nâzım Hikmet’in 30 yıl mahkûmiyetini onayladığı gibi. dini bütün bir muhafazakârdı Atatürk’ün yanı başında yer alan mareşal. DP iktidarının ilk icraatı Arapça ezanı geri getirmek olmuştur. İnançlara saygılıydılar,
sandık demokrasisi başlamıştı. Demirel, sağcı ve solcu çocuklar sokaklarda birbirini vururken “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diye televizyona çıkıp
her türlü şiddeti kınamayı reddetmiştir.

İnanç sahibiydi o günün başbakanı. Darbeler geldi sol akımlara karşı, yeşil kuşak
(green belt) teorisinin etkinlik kazandığı ortamda. Sömürüye, emperyalizme karşı çıkan solcu gençleri asmayıp beslemek olmazdı. Asıldılar birer birer bu yiğit çocuklar. Nakşibendi kimlikli Özalın ardından Erbakan şeriat özlemi içinde

Olacak ama bakalım kanlı mı kansız mı?” diyordu.

Nihayet en radikal inanç sahipleri geldi iktidara. Liderleri,

  • “Cumhuriyet dönemi sona ermiştir artık, topluma İslami esaslar
    egemen olacaktır, İslama aykırı yasalar kaldırılacaktır,
    halk onaylarsa laiklik elbette kalkacaktır.” 

diyorlardı.90 yıllık cumhuriyet dönemi artık sona ermeliydi.

AKP iktidarı müziğin her türlüsünü günah sayan, örtünmeyen kadınları fahişe olarak damgalayan, İslami bisiklet ve İslami teknoloji yaratmayı amaçlayan muhteşem (!) profesörler yetiştirdi. Bir emekli profesör de rüyasında Nakşibendi şeyhini görüp bakanlığa, ciddiye alınarak işlem gören ve şeyhin ikazlarını içeren yazı yazdı.

Laikleri şişe geçireceğim; anlayacaklar laikliğin faziletini.”
Elin o…su bile kalkıp laikim diye çalım satıyor..
” diyen ajans müdürlerimiz oldu.

Üniversitelerimizde laikliğe, aydınlanmaya (akla da diyebiliriz), Darwin’e karşı
çok sayıda Prof. unvanlı öğretim üyemiz var. Diyanet işleri başkanı faylardan söz eden bilim insanlarını eleştirerek “Fizik söylüyorsunuz, hani söylemlerinizde metafizik nerede, Tanrı depremle kulları için bir sınav yapıyor..” buyuruyor.

Diyanet İşleri başkanı, İzmir’in irfan noksanlığını ele aldığı gibi henüz dünya bilim âleminde kabul görmemiş kök hücre tedavisi konusunda da fetva veriyor ve inanç sahibi hâkimlerimizle (kararı mahkeme veriyor) birlikte Sağlık Bakanlığı ve yerli bilim insanlarını aşarak bu tedavinin uygulanmasını sağlıyor. Güçlü inanç sahipleri
Türkiye’yi bir darül harp bölgesi olarak ilan ediyorlar.

Türbanlı iki genç kızımız Atatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiklerini söyleyerek
dinlerini yaşamayı özgürlük ve bağımsızlıktan çok daha üstün tuttuklarını,
sömürgede bu olasılığın daha yüksek olabileceğini bildiriyorlar.

Bir başka genç kızımız “7.4 yetmedi mi siz inançsızlara?” diye soruyor açtığı pankartla.

Ergenekon ve Balyoz davalarında yüzlerce gazeteci, öğrenci, bilim insanının tutukluluk ve mahkûmiyet kararlarında sorgulanamayan güçlü inançların önemli
rol oynadığı sanırım yadsınamaz (eski Genelkurmay başkanına verilen
müebbet hapis cezasını az gören savcı
yı hatırlayınız).

Bir Başbakan’ın “Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” deyişini de
başka türlü açıklayamayız. Ülkemizin yüzakı iki büyük hümanist eğitimci ve sanatçısı
Türkan Saylan ve Fazıl Say’ayöneltilen küfür ve karalamalarına da başka bir yorum getiremezsiniz.

Ekranlarda boy gösteren ve milyonlara “çalışan kadın ailesini dağıtır, eş yok eşitlik yoktur, hamile kadının sokaklarda görünmesi terbiyesizliktir..” diye öğüt veren muteber (!) konuşmacıya ne diyelim?

Müslüman kardeşler liderlerinden Seyyid Kutuptan (Allah’ın nizamını gaspeden demokrasidir) ilham alan inançlı İslamcılarımız da yakında
kahrolsun demokrasi” diye pankart açtılar.

Saçlarının teli görünürse günah olacağına inanan genç kızlarımız (kim bilir ne güzel saçları vardır) türban özgürlüğü (!) ile büyük sevinç yaşayıp Erdoğan’a teşekkür ettiler. Ama bu kızlar, bu inanç önceliği ve iktidar politikaları yüzünden kamplara bölünmüş, bilimden, sanattan uzaklaştırılmış iç karartıcı memleket manzaralarını göremiyor, fark edemiyorlar. Türban devrimi (!) her şeyi unutturuyor. Onlarla birlikte ülkeyi yöneten ve onun yazgısına egemen olanlar inançlara dayalı politikalarını yürütürken geçmişin akla, felsefeye öncelik veren İslam bilginlerini, akademi kuran
El-Memun’u, İbni Rüşt ve İbni Haldun’u, İbni Sina’yı hatta C. Şengör’ün
ısrarla anlattığı Fatih Mehmet’i okumuyor, anlamıyor ya da umursamıyorlar.

Bugün ülkemizde farklı bir İslam, farklı bir Kuran yorumu yapan ilahiyatçılar var.
Onlar da göz ardı ediliyor.

Soru soran doğruları, iyiyi güzeli arayan insanlar için birbirinden aydınlatıcı yazılar yazan bir bilge insan Doğan Kubanı da okumadıklarına eminim.

Gözlerini, yurtseverler için kahredici gerçeklere kapayıp kayıtsız şartsız
AKP’nin ileri demokrasi masalını övenler,
Nagehan ve Nazlı’lar, Türköne’ler, Metiner’ler vb. ekran gülü ayrıcalıklı konuşmacılar da okumaz O’nu.

Bakınız ne diyor son yazısında Kuban:

Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var.
Çerçevesini politik
 kavgalar ve cehalet saptıyorGelişmiş ülkelerde entellektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.

İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Son Söz                   :

Toplumsal bilinç temel insan haklarına, laiklik ve aydınlanmaya göre biçimlenmemişse orada demokrasi gelişemez, hukuk var olamaz ve çalışamaz.