Etiket arşivi: Balyoz davası

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’dan AYM Kararı Hakkında Basın Açıklaması

ADD Genel Başkanı Tansel  Çölaşan’dan
AYM Kararı Hakkında Basın Açıklaması

portresi

 

AYM (Anayasa Mahlemesi) Kararının Mahkemelerce Acilen Hayata Geçirilmesi,
İnsan Haklarına Saygı Gereğidir.

 

Terörle Mücadele Yasası‘nın 10/5 maddesinde yer alan hüküm; terör suçundan tutuklu yargılanan sanıkların, tutuklu kalabilecekleri AZAMİ süreyi belirlemekte idi. Anayasa Mahkemesi 2 Temmuz’da verdiği kararla bu hükmü, Anayasal eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal ettiğini kısa kararı ile duyurdu.

I. Anayasa’ya göre iptal edilen yasa kuralının AYM kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten KALKMASI kuraldır. İstisnası ise, “gereken hallerde” yürürlük tarihinin ileri alınabileceği şeklinde düzenlenmiştir. (md 153)

“Gerekli hal”; iptal hükmü ile yasal boşluğun doğması, yeni yasal düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç olmasıdır. Süre bu “gerekli hal” nedeniyle verilmektedir.
Muhatabı da; yine Anayasa’nın 138/4. maddesinde belirtildiği gibi, yasama ve yürütme organlarıyla idaredir. Bu anlamda AYM’nin süreye ilişkin kararının muhatabı;
gerekli düzenlemeyi yapacak organlardır. Karar onlar yönünden tabii ki bağlayıcıdır.

Burada bir parantez açalım: AYM, Terörle Mücadele Yasası’nın 10/5. maddesini,
terör suçundan yargılanan sanıkların diğer suç sanıklarından farklı, daha ağır bir tutuklama sürecine tabi kılınmasını Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bulup
iptal ettiğine göre, (ileride gerekçeli kararda farklı bir görüş yer almayacaksa)
esasen Yasama ve Yürütmenin bu kararın gereğini yerine getirmek için yeni bir düzenleme yapma “gerekliliği” de yok. Çünkü CMK’nın 102. maddesi yeterli olacak
ve uygulanacaktır. Çünkü yıllardır içeride neden yattıklarının hukuksal gerekçesi netleşmemiş Ergenekon, Balyoz gibi davaların sanıkları çoktan bu karardan yararlanmak hakkını

elde etmiş görünüyorlar.

II. Mahkemelere gelince; Anayasa Mahkemesi kararını açıklamıştır; terör suçundan yargılanan sanıkların diğer suç sanıklarından farklı, daha ağır bir tutuklama süresine
tabi kılınmasını Anayasaya aykırı bulmuştur. Açıktır. Nettir.

Öte yandan, CMK’nın 102. maddesi ile TMY’nın 10/5. maddesinde yer alan
AZAMİ süreler, bağlayıcı da değildir. Yargıcın takdirini kullanması yolu açıktır. Uygulamada bu yolun sıklıkla kullanılmamış olması (özellikle Ergenekon, Balyoz vb.  davalarda) yine yargıcın takdiri nedeniyledir.

Bu durumda bugün, mahkemelerin TMY kapsamında baktıkları davalarda,
AYM’nin kararının da ışığında, var olan, ama bugüne kadar kullanmaktan çekindikleri
takdir yetkilerini kullanıp, CMK’nın 102. maddesinde yazılı (2+3=5 yıllık) tutukluluk sürelerini doldurmuş sanıkların tahliyesine karar vermelerinin önünde
hiçbir hukuksal engel yoktur.

Kaldı ki, Danıştay’ın geçmişte bu olaya örnek olacak kararları da vardır.
Boğaz’da “öngörünüm” yasasını iptal eden Anayasa Mahkemesi’nin kısa kararının
ilanı üzerine, yürürlüğü beklenmeden İdari Dava Daireleri Kurulunca bireysel işlemler hakkındaki davalara, Anayasa Mahkemesi kararı ışığında bakılmıştır.

  • Türkiye İnsan Haklarına saygıda sınav vermektedir.

Mahkemelerin, AYM kararı olmadan da takdir yetkilerini kullanıp verebilecekleri
tahliye kararlarını, şimdi acilen AYM kararının ışığında vermeleri bir görev olmuştur.
Onları görevlerini yapmaya çağıralım.

05.07.2013
Tansel ÇÖLAŞAN
Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Başkanı

TESUD: Balyoz tebliğnamesi kabul edilemez!


Dostlar,

TESUD, Balyoz davasında, Silivri özel yetkili mahkemesi (ÖYM) kararının Yargıtay temyiz aşamasında onanması yönündeki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın görüşünü (Tebliğname) bir basın açıklaması ile eleştirdi. Dernek Başkanı E. Korg. Erdoğan Karakuş imzalı metin, adeta bir çığlık.. Hukukun nasıl ve kezlerce ayaklar altına alınışının bir listesi..

İleride hukuk  ve insanlık tarihine adeta ders malzemesi niteliğinde..

Acı ve kaygı duyuyoruz.
Pek umudumuz olmamakla birlikte, dileriz Yargıtay 9. Ceza Dairesi hukuka uygun davransın ve bu mahkumiyet kararlarını kaldırsın. Ancak bu kez dosya gene aynı mahkemeye dönecek. ÖYM uyacak ya da direnecek. Bu kararı da birkaç yıl alacak
belki de.. Direnirse bu kez dosya Yargıtay Ceza Dava Daireleri  Kurulu’na gidecek.. Karar düzeltimi (tashih-i karar) istemi gündeme getirilirse bu da ek süre demektir.

Anlaşılan, bilerek, tasarlayarak, eylemli biçimde (de facto) zamana oynanmaktadır.

Çünkü Yargıtay aşaması tamamlandıktan sonra bir de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı (!?) var.. Bu aşama da birkaç yıl alabilir.. Ancak iç hukuk yolları tüketildikten sonra AİHM kapısı çalınabilecek. Son aşamada AİHM’de AİHS dayanaklı karar üretmek 10 yıla bağlı neredeyse..

Oysa içeride tutsak pek çok yurtsever, bu denli uzun süre yaşayacak durumda olmayabilir..

Geç kalan adalet, adalet değildir… denir.

Adaletin mezarda geleninin adı ne olmalı?

Türkiye’ye, özgü, RTE kandırmacasıyla “İleri Demokrasi” masalsı adaleti mi??

Bu durum sürdürülemez..

  • Türkiye’de birilerinin, hatta epey insanın beynini ve gönlünü formatlaması
    ve kin ve nefretten arınarak yeniden insanlaşması kaçınılmaz görünüyor.

Sevgi ve saygı ile.
24.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makalemizi bütünüyle okumak için (word dosyası) lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız?

BALYOZ’da_YARGITAY_CUMHURİYET_BASSAVCILIGI’nin_onaylama_tebliği_hk.

=========================================

TESUD: Balyoz tebliğnamesi kabul edilemez!

TESUD

 

Türkiye Emekli Subaylar Derneği,

Yargıtay Başsavcılığı’nın
Balyoz davası tebliğnamesine
tepki gösterdi.

 

Derneğin Genel Başkanı Emekli Korgeneral Erdoğan Karakuş,

  • Hazırlanan tebliğname, halkımızın vicdanında derin yaralar açmıştır. dedi.

portresi_resmi

 

Yargıtay Başsavcılığı, Balyoz Davasıyla ilgili mütalaasının yer aldığı tebliğnameyi tamamlayarak kararı verecek Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesine gönderdi.

 

 

Emekli subaylar tebliğnameye sert tepki gösterdi

Türkiye Emekli Subaylar Derneği Genel Başkanı Emekli Hava Korgeneral
Erdoğan Karakuş,

  • Balyoz davasının Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı karanlık güçlerin ve cumhuriyet düşmanlarının kurduğu hain bir tuzak olduğunu söyledi.

Karakuş, Balyoz davasıyla ilgili Yargıtay Başsavcılığı’nın tebliğnamesinin,
halkıın vicdanında derin yaralar açtığını söyledi.

Basın açıklamasının tam metni aşağıda :

************

TÜRKİYE EMEKLİ SUBAYLAR DERNEĞİ (TESUD)’NİN BALYOZ DAVASI İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASIDIR

YÜCE TÜRK MİLLETİ’NE,

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ (TSK)’NE KARŞI KARANLIK GÜÇLERİN VE CUMHURİYET DÜŞMANLARININ KURDUĞU HAİN TUZAK, YAPILAN SAVUNMALARLA, TEKNİK İNCELEMELERLE, İLİM-BİLİM YOLUYLA, BELGELERLE ORTAYA KONDUĞU HALDE, YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NIN HAZIRLADIĞI TEBLİĞ, EN YÜKSEK YARGI MAKAMLARININ DAHİ, TUZAĞIN FARKINDA OLMADIKLARI NEDENİYLE, HALKIMIZIN VİCDANINDA DERİN YARALAR AÇMIŞTIR.

ARTIK HALKIN ÇOĞUNLUĞUNUN HUZURUNDA DAHİ,
TSK’Nİ YIPRATMAK İÇİN AÇILAN BU DAVALARIN HUKUKİ ZEMİNİ YOKTUR.

TÜRK HALKI; BU DAVALARIN SADECE TSK’NE KARŞI DEĞİL,
AYNI ZAMANDA YÜCE TÜRK MİLLETİNE, YÜCE TÜRK ULUSUNA KARŞI
TUZAK OLDUĞUNU ANLAMIŞTIR.

  • BU DAVALAR KARANLIK GÜÇLERİN, CUMHURİYET DÜŞMANLARININ BAŞLATTIĞI SİYASİ DAVALARDIR VE AMACI; TARİHİ ŞAN VE ŞEREFLE DOLU TSK’Nİ YIPRATARAK, BÖLÜCÜ, YIKICI, MİLLETİ BİRBİRİNE DÜŞÜRÜCÜ GİZLİ EMELLERİNE ULAŞMAKTIR.

O NEDENLE TSK’Nİ YIPRATMAYA YÖNELİK BU DAVALARI BİRBİRİNDEN AYIRMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR. BU DAVALARDAKİ KADAR HUKUK İHLALLERİNİN YAPILDIĞI, ADİL YARGILAMA KURALLARININ ZEDELENDİĞİ BİR DAVA GÖRÜLMEMİŞTİR. ONUN İÇİN DAVALARDA GÖREV ALAN HAKİMLERE, SAVCILARA SORMUYORUM. BİRAZ VİCDANI OLANLARA, ELİNİ VİCDANINA KOYAN VATANDAŞLARIMIZA SORUYORUM.

KENDİNİZİ YARGILANANLARIN YERİNE KOYUN.

-BU DAVALARIN DURUŞMALARI HİÇ BİR TELEVİZYONDAN
CANLI YAYINLANMAYARAK HALKIMIZDAN GİZLENMİŞTİR.
SİZ YARGILANSAYDINIZ; GİZLENMESİNİ İSTER MİYDİNİZ?

BU DAVALARDA TERÖR SUÇUNDAN CEZA ALMIŞ TERÖRİSTLER TANIK, GİZLİ TANIK OLMUŞTUR. SİZ YARGILANSAYDINIZ; TERÖR SUÇUNDAN CEZA ALMIŞ TERÖRİSTLERİN TANIK, GİZLİ TANIK OLMASINI İSTER MİYDİNİZ?

-BALYOZ DAVASININ BİLİRKİŞİSİNİN, ORDU KOMUTANLIĞI GİBİ EN ÜST SEVİYEDEKİ BİR KOMUTANLIĞIN, PLAN SEMİNERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİ YAPACAK DENEYİME SAHİP OLMADIĞI, BİR ÇALIŞMA GRUBUNUN GEREKLİLİĞİ İLERİ SÜRÜLMÜŞTÜR.

SİZ YARGILANSAYDINIZ; DENEYİMSİZ BİLİRKİŞİ İSTER MİYDİNİZ?

-DAVALAR ASKERİ MAHKEMELERDE GÖRÜLMESİ GEREKİRKEN, GECE YARISI YASASI DENEN YASAYLA, ASKERİ KONULARDA TECRÜBESİZ, DENEYİMSİZ, BİLGİ BİRİKİMİ OLMAYAN SİVİL MAHKEMELERE DEVREDİLMİŞTİR.
İSNAT EDİLEN SUÇLAR, ANILAN YASADAN ÖNCE İŞLENMESİNE RAĞMEN, ASKERİ MAHKEMELERDE YARGILANMA KONUSUNDAKİ MÜKTESEB HAKLARI, YANİ YASAL OLARAK KİMSENİN ELLERİNDEN ALAMAYACAĞI HAKLARI DA ELLERİNDEN ALINMIŞTIR. SİZ YARGILANSAYDINIZ; ASKERİ KONULARDA TECRÜBESİZ, DENEYİMSİZ, BİLGİ BİRİKİMİ OLMAYAN MAHKEMELERDE YARGILANMAK İSTER MİYDİNİZ ?

MÜKTESEB HAKKINIZIN GASBEDİLMESİNE RAZI OLUR MUYDUNUZ ?

-BALYOZ DAVASINDA ÖZEL FİLO TARAFINDAN KENDİ UÇAĞIMIZI DÜŞÜRECEĞİMİZ BELİRTİLMİŞTİR. ANCAK; ÖZEL FİLODA SAVAŞ UÇAĞI BULUNMAMAKTADIR. YANİ UÇAK DÜŞÜRME YETENEĞİ YOKTUR. SİZ YARGILANSAYDINIZ; YAPILAN SAHTEKARLIK ORTAYA ÇIKMIŞ DEMEZ MİYDİNİZ ?

-TEKNİK KONULARDA YORUM YAPMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR. BİRÇOK BİLİRKİŞİ RAPORUNDA BAZI CD’LERDE SAHTECİLİK YAPILDIĞI BİLİMSEL OLARAK KANITLANMIŞTIR. SİZ YARGILANSAYDINIZ; TEKNİK KONULARDA DOĞRU TEKTİR. BU CD’LER SAHTEDİR DEMEZ MİYDİNİZ ?

-YİNE AYNI ŞEKİLDE BİR SANIĞIN CEP TELEFONU İLE BİR DAKİKADA 300 AYRI KİŞİYLE KONUŞTUĞU VE KONUŞTUĞU BİRİSİNİN EVLİ OLMADIĞI HALDE KAYINBİRADERİ OLDUĞU, SONRA DA CEP TELEFONUNA EKLEMENİN SEHVEN YANİ YANLIŞLIKLA YAPILDIĞI BELİRLENDİ. SİZ YARGILANSAYDINIZ; BU KADARI DA OLMAZ DEMEZ MİYDİNİZ ? -BALYOZ DAVASININ DURUŞMALARINDA SAVCILIĞIN 360 İSTEĞİNDEN 358’İNİ KABUL EDEN MAHKEME, SANIK VE AVUKATLARIN 943 İSTEĞİNDEN SADECE 7’SİNİ KABUL ETMİŞTİR. SİZ YARGILANSAYDINIZ; BU NE BÜYÜK HAKSIZLIK DEMEZ MİYDİNİZ ? -BİR DAVADA AYNI SUÇTAN YARGILANAN SİVİLLER 3-8 YIL, ASKERLER MÜEBBETLE, YANİ ÖMÜR BOYU CEZALANDIRILMAKLA YARGILANMAKTADIR. SİZ YARGILANSAYDINIZ VE ASKER OLSAYDINIZ; NE DERDİNİZ ?

-BU DAVALARDA İNSAN HAKLARINA DUYARSIZLIK VE DİKKATSİZLİĞİN
HAD SAFHADA OLDUĞU GÖRÜLMÜŞTÜR. NİTEKİM BAYAN OLAN BAZI SANIKLARIN (BERNA DÖNMEZ – GÜLLÜ SALKAYA) BABALIK VE KOCALIK SIFATININ VERDİĞİ HAKLARI KULLANMAKTAN MAHRUMİYETLERİNE
KARAR VERİLMİŞTİR.

– SİZ ADİ SUÇ OLMAYAN BÖYLE BİR DAVADA YARGILANSAYDINIZ;
İNSANLARIN EN DOĞAL HAKKI OLAN ANALIK-BABALIK, KADINLIK-KOCALIK HAKLARINIZIN ELİNİZDEN ALINMASINI İSTER MİYDİNİZ ?

MECLİS DARBELERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU, DAVALAR DEVAM EDERKEN, BÜTÜN SANIKLARIN SUÇSUZLUĞU İLKESİNİ İHLAL EDEREK, HEPSİNİ ADETA SUÇLU İLAN ETMİŞ, ANAYASAL SUÇ İŞLEMİŞTİR. SİZ YARGILANSAYDINIZ; MECLİS DARBELERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU, DAVALAR DEVAM EDERKEN KURULMAMALIYDI, ANAYASAL SUÇ İŞLENMEMELİYDİ DEMEZ MİYDİNİZ ?

-ÜLKEMİZDEKİ BÜTÜN YARGILAMALARDA SANIKLARIN YAŞ VE SAĞLIK DURUMLARI GÖZ ÖNÜNE ALINARAK, TUTUKLAMA YAPILDIĞI HALDE,
BU DAVALARDA ANILAN KONULARIN ÇOK ACİL DURUMLAR HARİÇ İNSAF SINIRLARININ DIŞINDA OLDUĞU, İNSAN HAKLARININ ÇİĞNENDİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR. BU NEDENLE; CEZAEVİNDE ÖLÜM HADİSESİ DAHİ OLMUŞTUR. SİZ YARGILANSAYDINIZ; İNSAN HAKLARININ ÇİĞNENMESİNİ KABUL EDER MİYDİNİZ ? ULU ÖNDER ATATÜRK “İSTİKLAL, İSTİKBAL, HÜRRİYET HER ŞEY ADALETLE KAİMDİR” DEMİŞTİR. HEPİMİZ İSTİKLAL, İSTİKBAL VE HÜRRİYETİMİZİ KAYBETMEMEK İÇİN, KİN VE NEFRET DUYGULARINDAN SIYRILIP, VAKİT GEÇİRMEDEN ADALETE SIĞINMALIYIZ. HERKESİ VİCDANIYLA BAŞBAŞA BIRAKIYORUM.

ÇÜNKÜ ADALET BİR GÜN HERKESE LAZIM OLACAK.

TÜRKİYE EMEKLİ SUBAYLAR DERNEĞİ
http://www.tesud.org.tr/News/News.aspx?id=ea51fd6a-2abe-4b35-a354-f2a09dfabd44

13 Aralık 2012 Silivri Kuşatması İzlenimlerimiz..


Dostlar
,

13 Aralık 2012 Silivri Kuşatması İzlenimlerimiz..

Bu gün 17 Aralık 2012.. Üzerinden 4 gün geçti o ziyaretin..
Biz de biraz zaman geçsin istedik özellikle.
Basında, Türkiye kamuoyunda nasıl yankılanacak, sıcaklığı biraz soğusun ve
daha nesnel değerlendirmeler yapabilelim istedik.. Yandaş basın gene 3 maymunu oynadı.. Basın ahlakı adına onların yerine de utanıyoruz..

“13 ARALIK 2012 GÜNÜ NEDEN SİLİVRİ CEZAEVİNE GİDECEĞİM??”

başlıklı yazımızı 12 Aralı2012 günü sitemize koymuştuk.
(http://ahmetsaltik.net/13-aralik-2012-gunu-neden-silivri-cezaevine-gidecegim/)

Silivri kuşatması” ardından da birkaç yazı sitemizde yer aldı.
Hepsini birlikte değerlendirmek, arşivlemek uygun olabilir..

Bu yazı için birkaç saat zaman tükettik..

İlgi ve bilginize sunuyoruz..

Tarihe not düşmek istiyoruz..

***************************

Ümraniye’de bir örgüt evinde (?) bomba bulunduğu savıyla Haziran 2007’de başlatılan süreç 5,5 yılını tamamladı Hemen ardından da “Büyük gözaltı” operasyonu başlatıldı ve 10 kadar “dalga” ile yüzlerce insan, değişik adlarla dava kapsamına alındı.

  • Ergenekon davasında halen 66’sı tutuklu olmak üzere 275 sanık var.

12 Aralık’a dek 269 duruşma yapıldı Cezaevinin içindeki bir yargılama salonunda ve
dava dosyasında 21 dosya birleştirildi, toplam dosya oylumu 120 milyon sayfaya ulaştı.

Bu arada, yüzlerce kanıtın uydurma olduğu su götürmez biçimde ortaya kondu.

Savcılık ve yargı kurulu, başından beri güven vermedi, tersine güvenleri yıktı.
Deyim yerinde ise yargılama salonunda terör estirdi, insanları yıldırdı.
Yargılamaların 5.-6. yılına girdiği süreçte, çok sayıda tutuklu (hükümlü değil!) sağlığını ve hatta yaşamını yitirdi.

Geçtiğimiz yıl, cezaevinin karşısındaki açık arazide, bir küme Ergenekon tertibi kurbanının yakınları çadırlı kamp kurdular (9 Eylül 2011). Son derece zor koşullarda burada nöbet tutarak, “içerideki” canlarını yalnız bırakmamaya çabaladılar.
Geceleri şarkı-türküler söylediler, “içerideki canları” duysunlar diye..
Onlara uzaklardan konser verdiler..

Hatta istek bile aldılar “içeriden”!

Fidanlar diktiler, Silivri kurbanlarının adını verdikleri..

Derken, sahibinden kiralanan bu küçük araziyi, Hazine, görülen gerek üzerine kamulaştırarak cezaevine kattı! Burayı, açılışının 1. ayında, 8 Ekim 2011’de biz de
bir küme sağlık çalışanı-hekim olarak ziyaret etmiştik. Çektiğimiz fotoğraflar arşivimizdedir ve ileride, Paris Karnaval Müzesinde sergilenen “İnsan Derisi İle Kaplı Anayasalar” denli değer (!) kazanacaklardır.. (Sitemizde sunulacaktır.)

New York Times’a haber oldular :

New York Times: Protestoların merkez üssü Silivri nöbet çadırı

Silivri Çadır direnişçileri yılmadılar, zorunlu olarak daha uzak bir yerde,
insanlık dramına canlı tanıklıklarını sürdürmek üzere kampı yeniden yapılandırdılar..
Ne yazık ki, 26 Ağustos 2012 gecesi çıkan fırtına, Levent Kırca‘nın Silivri kıyılarında açık havada sunduğu, bizim de izlediğimiz AZINLIK adlı oyununu izleyen saatlerde
yeni kampı söküp götürdü.. Mütevazi bütçeler, başından beri müttevazi katkılara mahkumdular..

Bu gidişimizde (3. ziyaretimiz) o kamp yerini de gördük yeniden..

İnanıyoruz ki; bu yaşananlar gelecekte ödül ve izleyici rekoru kıran filmlere konu olacak.

İnanıyoruz ki; bu yaşananlar gelecekte ödül ve okuyucu-baskı rekoru kıran kitaplara konu olacak.. Şimdiden oluyor da.. Tutsakların belgesel kitapları onlarca baskı yapıyor, milyonlarca okuyucu ile buluşuyor..

Bu yapıtlar başka dillere de çevrilecek ve insanlığın ortak kültürüne malolacak.
İnanıyoruz ki, uluslararası ödüller de alacak söz konusu yapıtlar.

Bunların bir bölümünü belki, halen tutsak olanlar da görebilecek..
Genç yakınları, çocukları mutlaka görecek ve buruk da olsa gönenecekler..

28 Şubat.. 1997‘de idi. 15 yıl bitmeden “sorgulanmaya” (!) başlandı..
Demek ki çoook da uzun zaman gerekmeyebilir..
İnsanlığa karşı suçun zaman aşımı da olmaz üstelik..
Zalimler yaşamda kalmazlarsa yokluklarında yargılanacaklar ve çoluk çocukları utanacak baba-dedelerinin adına..

Ya da Kenan Evren örneğinde olduğu gibi.. Yaşı 100’e yaklaşan bu darbeci,
sözde de olsa yargılanıyor.. Dememiz o ki, bugünkü zulümlerin özneleri
iyi düşünsünler..

“Bir süre” sonra, bu insanlık dışı kurgunun sorumlularının adlarını birçokğumuz anımsamayacağız. Örn. yargılama kurulundaki yargıç-savcıların adlarını kaç kişi bilir?
Ama Silivri zindanı kurbanlarının adlarını çoğumuz biliyoruz, onlar şimdiden birer halk kahramanı. Tarih hep böyle olmuştur zaten.. Zalimlerin adları unutulur fakat Pir Sultanlar, Şeyh Bedrettinler, Kerbela şehitleri, Hallac-ı Mansurlar, Köroğlu’lar… yaşar..

*******************

Derken, 269. duruşma sonunda, henüz kanıtların tartışılması yapılmadan, sanıklara ve savunmanlarına savunma hakkı verilmeden…. savcı birden bire, esas hakkında görüş (mütala) bildirmek üzere süre istedi! Kendilerine dosya ve süre verildi.. 21 Kasım –
13 Aralık arasındaki 21 gün! 2-3 savcı 120 milyon sayfalık dava dosyasını 3 haftada okuyacak, değerlendirecek ve 13 Aralık’taki 270. duruşmada da 275 sanık için
teker teker ne ceza isteyecekse onu bildirecek..

Benzetmek uygun mu bilinmez ama, yörüngesinde usul usul salınarak dönüp duran uydu, birden roketleme yaparak hızlanacak ve yörünge değiştirecekti. Karar verilmişti, açıklanacaktı. Balyoz davasında da öyle yapılmıştı. Yurtseverler darbe girişimi suçlamasıyla yaşam boyu hapis cezası almışlar, yaklaşık 18-20 yıl ceza yemişlerdi. Yargıtay da onarsa, bu insanlar, yaşları da genellikle ileri olduğundan, hapislerde ölecekti!

  • Artık kamuoyu vicdanı bu kadarını da kaldıramazdı.

AKP’nin Cumhuriyet bayramını bile yasaklama, Ata’nın anıtlarına çelenk sunumunu engelleme.. gibi akıllara seza davranışları (kim yönlendirdi ise “sağolsun” mu diyelim?) halkın sabrını taşırmıştı. 29 Ekim ve 10 Kasım 2012 halk eylemleri artık korku duvarının aşıldığını kanıtladı. 13 Aralık’ta da Silivri’deki “canlar” ın imdadına koşulacaktı..

Silivri savaş alanına döndü!

Demokratik kitle örgütleri ile İP ve CHP kendiliğinden harekete geçerek eylemi düzenlediler. TGB ve ADD en önde işlev üstlendiler..

CHP açık destek verdi eyleme ve 50 dolayında vekil Silivri’ye geldi..
(Toplam 135 vekili var CHP’nin ve 2’si – Balbay ve Haberal- Ergenekon tutuklusu)..

  • Demokrasi ve insan hakları havarisi BDP’den “tık” çıkmadı..

MHP ise, içeride 1 vekili -Engin Alan- olmasına karşın sütre gerisindeydi her zamanki gibi.

Anaysal kural olarak yargılamalar “açık” olduğundan ve yurttaşların da bu duruşmaları izleme hakkı olduğundan, yıllık iznimizden kesilmek üzere 1 günlük özür izni istedik Fakültemizden ve 12 Aralık 2012 gecesi, üyesi olduğumuz ADD Çankaya Şubemize gittik. Ücretimizi cebimizden ödeyerek, kiralanan otobüste arkalarda bir yer bularak oturduk. 22:00 sularında 40’a yakın yoldaş yola koyulduk. Yaşı 70’i aşan, ADD önceki Genel Yazmanlarından Seher Yıldırım öğretmen de hasta eşini bırakıp gelmişti.
Yüzler tanıdıktı..

2 mola ile, 9 saat dolayında bir yolculukla otoyol üzerinde “Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu” yazan tabela önünde durduk.. Sabah 07:00 gibiydi ve Trakya’nın dondurucu soğuğu görev başındaydı.. Uzun yıllar Trakya’da yaşamış, İstanbul-Edirne arasında kardan yollarda kalmışlığımız ve İstanbul-Edirne treninde donma tehlikesi atlatmışlığımız vardı.. Sözde soğuğa dirençli sayardık kendimizi ama, doğanın şakası yoktu. Çantamızda bir miktar kumanya, el feneri, çakı.. da vardı. Cep telefonumuzun şarjı da doluydu vs.

Nereye ve ne yapmaya gidiyorduk? Altı üstü Silivri Cezaevinde bir duruşmaya katılacak ve akşam saatlerine dek de kararı bekleyecektik. Üşüyüp yorulduğumuzda otobüsümüze girip dinlenebilir, ısınabilirdik belki de??..

Daha ilk andan, planın son tümcesi buzlu sulara düştü. Jandarma yolları kesmiş,
cezaevine en az 2 km kala otobüsleri durdurmuştu. Sıkıca sarınarak dışarı çıktık uykusuz ve yorgun gözlerimizle. Rahatlıkla -10’lara yakın algılanan bir ayaz bizi tokatlayarak kendimize getirdi. Bagajdan sesbüyütürü indirdik, rahatlıkla 20 kg gelirdi.. Erdal Tüt arkadaşımızla bize kaldı bu aygıtı en az 2 km öteye taşımak. 2 tekerleği vardı ama ağırlığa teslim olmuş, yanlara açılarak gövde ağırlığını yere indirmişlerdi!
O donduran soğukta işimize yaradı bu sorun.. Erdal bey de ben de üşümemiş,
hatta terlemiştik bu aleti çadır kampa dek 2 km ve de yokuş yukarı taşırken..

**************************

Çadır kamp iç burkuyordu.. İkinci işimiz WC kuyruğuna girmekti. 1’er tane erkek-kadın sahra tipi WC vardı ve yaklaşık 15 dakika salt çiş için bu kuyrukta bekledik..

Ardından, canlı sayılamayacak düzeyde yanan sobanın olduğu çadıra girdik..
Odun ve kömür parçaları teneke teneke istiflenmişti ve ön sıralar doluydu..
Yaşlılar vardı.. Hem biz yaklaşık 20 kg’lık sesbüyütürü 2 km taşımış ve aslında
çok ısınmış, üşümemiştik!

Çevreyi incelerken, Silivri Direniş Çadırları “Komutanı” Hıdır Hokka ile yüz yüze ve
göz göze geldik.. Birşey söyleyemedik, kendisini eğilerek selamladık ve sıkı sıkıya
epey sarıldık.. Kollarımız gevşediğinde, gözlerimiz nemli ayrıldık..

***************************************

İnanılmaz bir güzellik!.. Yol kenarında mercimek çorbası kaynıyordu.. 1 bardağı 1 TL..
sesbüyütür (hoparlör) taşıyıcı ortağım Erdal bey ve biz 1’er bardak kaptık hemen, bitmeden..

İlk gözümüze ilişen, heybetli bir cami oldu.. Yerleşke girişinde 2 adet oldukça yüksek minareli ve yüksek kapasiteli bir cami yapılmıştı son gelişimizden bu yana, hızla..

Çevrede yürürken bir yığın tandık sima ile karşılaşıyor, tokalaşıyor, kucaklaşıyorduk.

1996’dan bu yana 16+ yıldır ADD örgütünün içinde idik.. Yüzlerce noktada 1500’e yakın (binbeşyüz!) görsel aydınlanma konferansı vermiştik.. Birkaç yüz aydınlanma makalesi yazmıştık. ADD örgütünde, CHP’de, İP’te, TGB’de… çook sayıda dostlar vardı..
Güç alıyorduk birbirimizden..

Duruşma salonunu biliyorduk. Önceki yıl ilk gelişimizde salonda duruşma izleyebilmiştik. Balbay’ın eşi ve kızıyla yan yana oturmuştuk. Ocak 2011 idi.. Teselli vermiştik, Haziran 2011 seçimlerinde Balbay vekil seçilir ve serbest kalır.. diyorduk. % 50 tutturduk
ya da % 50 tutturamadık!. Balbay vekil seçildi ama serbest bırakılmadı!
Bunu öngörememiştik!

Duruşma salonu kapısı önünde 2 kademe barikat vardı. Jandarma işi sıkı tutuyordu.
İlk barikata yüklenildi bir süre sonra.. Tarık Akan, Rutkay Aziz, Kars’taki İnsanlık Anıtı yıkılan yontu sanatçısı Mehmet Aksoy… ak saç ve de sakalları ile en önlerdeydiler.

Silivri savaş alanına döndü!

İlk barikat devrildi..

  • “Bir miktar” gaz
  • “Bir miktar” cop
  • Ve de “Bir miktar” basınçlı su.. ikram edildi..

Silivri savaş alanına döndü!

bizlere o dondurucu soğukta..

Silivri savaş alanına döndü!

Sanırız Türk Jandarması-Türk askeri, kendi yurttaşına çok da haşin davranamıyordu??

Silivri savaş alanına döndü!

Duruşma salonu avlusu girişindeydik. Tam bir izdihamdı ve kesinlikle adım atamıyorduk. Ayaklarımız zaman zaman yerden kesiliyor, göğsümüz sıkışıyor, nefes alamıyorduk.

İçeriye avukatlar, sanık yakınları, milletvekilleri alınıyordu. O arada Balbay’ın eşi ve kızı Yağmur geldi.. Zorlukla yol açabildik ve “içeri” geçebildiler.

İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal ve
Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da salonda idiler.
Her ikisi de ceza hukuku hocası idiler..
Duruşmada yargıçlar, savcılar çoooook özenli olmalıydılar.

**************************************

Bir biçimde bu “kademe”yi de geçtik yarım saat kadar süren ezilme tehlikesi sonunda.

Çevrede TV’lerin canlı yayın araçları konumlanmıştı. Araçların üzerinde haberciler kamera başındaydı, elleri “tetikte” idi, anlık beklenmedik görüntüleri kaydetmek için..

Duruşma salonu avlusunda önceki Adalet Bakanlarından, şimdilerde ÇYDD Genel Başkanı, yaşı 80’i aşmış hanımefendi Prof. Dr. Aysel Çelikel (İstanbul Hukuk Fak. eski dekanı) ile ayaküstü söyleştik. Yanında yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel de vardı. Ayşe 32 yıllık arkadaşımızdı. İstanbul ve Elazığ Lepra (Cüzzam) hastanelerinde birlikte çalışmıştık. Van’da tek öğretim üyesi olarak Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda inanılmaz özveri ile hizmet veriyordu. Türkan Saylan‘ın yardımcısı idi, Van 100. Yıl Üniv. Rektörü Yücel Aşkın döneminde rektör yardımcısı idi. O dönemde gözaltına alınmıştı. 4 gün poliste gözaltı ve 8 gün cezaevinde hücre hapsi.. Ayaküstü, biz ısrarla sorunca, vekar dolu bir gülümseme ile özetledi.. Bir yandan da meme kanseri ile boğuşuyordu. Sıklıkla sağaltım için Van’dan İstanbul’a geliyordu.

O arada CHP’den Umut Oran geldi mavi kaşkolu ile.. Salt ceketi vardı.. Tutamadık, salona geçti. Muharrem İnce, Gökhan Günaydın, Emine Ülker Tarhan, İsa Gök vd.
Duruşma salonu dolmuştu ve girişi (fuaye!) balık istifi idi.

*******************************************

Çok üşümüştük..

Aysel Çelikel Hoca’nın arabasına geçip biraz ısındık. O arada Hukuk fakültelerinde etik-moral sorununu ve yargıç-savcı yetiştirme sorunlarını konuştuk. Hukuk okullarında
nasıl oluyor da Ergenekon vb. davalarda hukuku katleden yargıç-savcı yetişebiliyordu? Bu sorunun çoook temellerden ele alınmalıydı.. vs.

Bu arada saat 10:00’u geçmiş ve “içeride”, ADD Genel Başkanı, 42 yıl yargıçlık yapmış Tansel Çölaşan’ın deyimiyle “yargılama tiyatrosu” başlamıştı.

CHP ve TGB’nin 2 otobüsü üzerinden de sürekli konuşmalar yapılıyor, sloganlar atılıyordu. Duruşma salonu önündeki yolda insanlar adeta tek bir blok gibi, paket gibi idiler. Metre kareye en az 7-8 insan düşüyordu. Hem böylece ısınıyorduk da,
ya da daha çok üşümüyorduk diyelim.. (!)

2 otobüs üzerinden centilmence birbirine söz bırakılarak kitleler canlı tutuluyordu.

AYDINLIK yazarı Sebahattin Önkibar, Ulusal Kanal ve Milli Anayasa Forumu’ndan
eski bakan Ufuk Söylemez de aramızdaydı.

Levent Kırca, Ali Sirmen, Ataol Behramoğlu, Mehmet Faraç

Hiç abartısız 100 bine yakın insan vardı orada.
Yüzlerce otobüsü biz saymıştık. Çok sayıda özel oto da vardı.
Epey otobüs de görme alanımızın dışında park ettirilmişti.
Mersin’i, Marmaris’i, Balıkesir’i, Adana’yı, Elazığ’ı, Malatya’yı… görüyorduk.

  • Alanda ADD ve TGB filamaları egemendi..

Derdimiz “içeriye” sesimizi duyurabilmek idi..

“Tutsaklar” bizi göremiyorlardı ama çokluğumuzu, kararlılığımızı, coşkumuzu ve kararlılığımızı duyumsamalıydılar..

Var gücümüzle sloganlara katılıyorduk.. Sesimiz kısılmıştı..
“İçeriden” haber aldık, sloganlarımız, marşlarımız, türkülerimiz, ıslıklarımız, düdüklerimiz, yuhlarımız.. duyuluyordu!

Öğleni bulmuştuk.. Güneş biraazcık gülümsüyor ama ısıtamıyordu ne yazık ki..

Acıkıyor, susuyorduk.. WC büyük dert idi.
Yorgun ve uykusuzduk. Oturacak bir yer bile yoktu..
Sloganların da sürekli ve canlı olması gerekiyordu.

Yol kenarlarında sandviç, ayran, meyve suları hatta gezgin (seyyar) köfteciler,
çiğ köfte satanlar .. görev başında idi.

Şu köşede de Çadır Kamp yararına 2013 takvimi satılıyordu 5 TL’ye.
Yanıbaşında da

  • “Silivri Tutsak Üniversitesi” nin yayınları..

Otobüslerimiz en az 2 km ötede idi ve gidip bir süre dinlenmek, ısınmak hem olanaklı değildi hem de aklımıza gelmiyordu.

“İçeriden” haberler geliyordu.
Başkan HH Özese, 21 dosya yetmezmiş gibi 22. dosyayı (Danıştay saldırısı) Ergenekon dosyası ile birleştirme isteğinde idi. Olacak şey değildi! Dava bitmesin isteniyordu.. 120 milyon sayfa devasa oylum (hacım) okunmuş, incelennmiş değildi ki!

  • SÖZCÜ‘nün bir haberinde bu dosyanın salt okunması 456 yıl gerektiriyordu!

İçeride unutulanlardan Sevgi Erenerol‘un avukatı dışarı atılmak isteniyordu.

Salondaki 200 avukat O’nu sardılar ve robokop jandarmaya vermediler..
Biz de “dışarıda”  200 bin kişi direniyor, “içeridekilere” destek veriyorduk.

Duruşmaya 4 kez ara verildi.

Savı MA Pekgüzel, esas hakkında görüşünü sun(a)madı..
Avukatlara zorla da olsa, gönülsüz söz verildi.

Akşam 16:00’yı geçmiştik.. 9-10 saattir ayakta, canlı, sürgit bir miting yapıyorduk..
Herhalde Guiness Rekorlar kitabına girecek denli uzun bir miting idi.

Milletvekilleri “içeriden” çıkıp otobüs üstünde halka bilgi veriyorlardı.
Onbinlerce insan inat ve sabırla, kararlılıkla direniyordu..

  • Çooook ilginç ve heyecan veren bir eylem daha yaptık :
  • El ele vererek, on binlerce yurtsever, yerleşkenin çevresini sardık..
  • Kilometrelerce insan zinciri oluşturmuştuk. 
    Balçık çamura dizlerimize dek bulaşmıştık.
  • Lojman sakinleri meraklı ve ürkek gözlerle biz el ele tutuşan insan zincirine bakıyorlardı pencerelerinin ardından.. (Bu eylem bizim fikrimizdi..)
******************************************
Karanlık basmıştı.. “İçeride” duruşma (Tiyatro!?) sürüyordu.
Varillerde ateş yakıldı.. Çook üşüyorduk. Sabahın dondurucu ayazından sonra,
ısıtmayan güneş de çekilirken, Trakya’nın dondurucu soğuğu çöküyordu yeniden.
ADD Genel Başkanı, 42 yıl yargıçlık yapmış, Danıştay Başkanvekilliğinden (Başsavcı) emekli Tansel Çölaşan otobüsün üzerinde idi ve aşağıdaki sözleri söyledi..

13aralik2012t

Bu tiyatro daha sürecekti ve biz kezlerce buraya gelecektik..

Bizden söz istedi, söz aldı hep bir ağızdan..

Yavaş yavaş dağıldık.. Yollarımız uzundu.. 2. gece de başlarımız yastık görmeyecek, sabaha dek yolculuk yapacaktık. 14 Aralık 2012 sabahı da işimizin başında olacaktık..

Birbirimize söz vererek, kucaklaşarak, gözlerimizde ve gönüllerimizde anlaştık.

Hüzünlü gözlerle ÇADIR KAMP GÖNÜLLÜLERİ İLE VEDALAŞTIK..
Biz evlerimize dönüyorduk ama onları vahşi kış ortasında yazıda, çadırlarda bırakıyorduk.

  • Vicdanlarımız isyanda; dudaklarımız dua mırıldanmada idi..

20 kg’lık sesbüyütürü 2 km, bu kez yokuş aşağı kim taşıyacaktı?
ADD yöneticilerimiz bu kez başka 2 “babayiğit” buldular..
Onlar da (Ömer ve Reşat) sanırız akşam ısındılar, günün üşümesini attılar belki de!
Bu alet daha çok yeniydi ve garanti kapsamında onarımını yaptırmak önemsediğimiz bir konu oldu otobüste.

İtiraf edelim ki, otobüslerde söyleşi için kimsede enerji yoktu.
Kalorifer saatlerdir tam kapasite açıktı ve insanlar giysilerini çıkar(a)mıyordu.
Yaman soğuk iliklerimize işlemişti..

2 saat kadar sonra kendimizi zor attığımız bir lokantada kurtlar gibi açtık..

Sonrasında da derin uykularda, birbirimizin üsütüne yığılarak gece yarısını geçtik
ADD Çankaya Şubemizin önü son duraktı.. Eve vardığımızda saat 03:23 idi..

Zor ve zorki bir duş ve bitkin, yatağa seriliş..

******************************************

Sonuç                                                              :

* Sanırız herkes artık halkın sabrının taştığını gördü.
* Halkın bu sürece seyirci kalmayacağını ve el koyacağını da algıladı.
* Sevgi Erenerol’un avukatı duruşma (Tiyatro!?) salonundan dışarı çıkarılamadı.
* Jandarma albayına yasalara aykırı emre uymanın suç olacağı söylendi ve
O da bunu dinledi.
* Silivri’nin duvarları çatladı; Bastil benzeri yıkılma yemini edildi..
* Savcı esas ilişkin görüşünü sun(a)madı.
* Avukatlara söz verilmek zorunda kalındı.
* 13 Aralık 2012 günü, Ergenekon davasının da Balyoz gibi acımasız hükümlerle bitmesi
engellendi.
* İzleyen duruşmalarda da halk orada olacak ve bu insanlık tarihine geçecek
direniş-dayanışma sürdürülecek, sonuç da alınacak..

  • Bastil kalesinin duvarları yıkıldı; zincirleri kırıldı da Silivri’ninki mi direnecek?

Bu kararlı, yürekli, özverili kitlelere son derece akıllı siyasal önderlik gerek.
Bu da başlıca CHP’ye düşüyor.
Helva için her şey fazlasıyla var..
CHP bu harcı karabilmeli.. yoksa kasırganın altında o da kalacak..

Sözlerimizi, Ergenekon tertibi tutuklu sanığı, Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay‘ın “13 Aralık Çağrısı” adlı köşe yazısından (sitemizde var) bir alıntı ile bağlayalım :

  • “…O gün Silivri’ye gelmekle her şeyin bitmeyeceği açık.
    Devamında adaleti arayış ateşini söndürmemek gerekiyor.
    Önümüzdeki dönemde Türkiye’yi ayağa kaldırmak, 
    artık CHP’nin hem sorumluluğu hem gücü…”

Ve soralım                                 :

1. Bu dava neden Ankara ya da İstanbul’da, dünyanın sayılı büyük adliyelerinde (Çağlayan’da?) değil de cezaevinin ortasında, ülkenin taaa öte ucunda,
Trakya’nın yazısında?

2. Bu dava salonu neden özellikle yaklaşık 350 kişilik ve neden salon dışına kamera ile görüntü verilmiyor, daha büyük salonlarda ve Ankara-İstanbul merkezinde görülmüyor?

3. TV’den neden verilmiyor ??

4. Bu ve benzeri-türevi davalar hangi merkezlerin psikolojik savaş planlarının ürünü?

Dosyanın tümü pdf olarak da okunabilir, arşivlenebilir..

13_Aralık_2012_Silivri_Kusatmasi_Izlenimlerimiz

Sevgi ve saygı ile.
17.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

“Sessiz Çığlık” Eyleminde aşağıda yazılan mektup halka dağıtıldı..


“Sessiz Çığlık” Eyleminde aşağıda yazılan mektup halka dağıtıldı.. 

HALKIMIZA MEKTUPLAR (5.11.12)

Balyoz davasında müebbet hapse mahkum edilen, daha sonra cezası
16 yıl ağırlaştırılmış hapse çevrilen Sivil Memur Güllü Salkaya’nın mektubunun özeti aşağıdadır:

“Ben Güllü Saklaya.Hani şu 2003 yılında yapıldığı iddia edilen Balyoz Darbe Planı’nın Silivri’de süren duruşmaları sonunda müebbet hapis cezasına çarptırılan tek sivil memuru var ya, işte o benim(…)
Ben, 27 yıl ekmeğini yediğim bir kuruma ihanet edecek kadar hainleşmedim. Ama Sayın Mahkeme, Sayın Heyet dedi ki; “Güllü Saklaya sen darbecisin”.
İlk gün sorduğum soruyu bugün yine soruyorum: “ Neymiş benim darbeciliğim?”
Koca koca generallerin amirallerin, albayların komutanlarımın suçu neyse benim ki de o; Güllü Saklaya adına tahsisli bir bilgisayarda son kaydedeni benim gözüktüğüm birkaç sözde dijital belgenin varlığı.
Peki, 2003 senesinde benim bu isimde bir bilgisayarım mı vardı?(…)
Bir yerde imzama mı rastladılar? Değil. Peki, ben ne demeye
16 yıl ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldum o zaman? (…)
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi hakkımda öyle kötü bir karar verdi ki;
diğer 300 küsur erkek sanıkla birlikte beni de babalıktan ve kocalıktan men etti. Ya onlar benim kadın olduğumun farkında değiller ya da bizleri tek tek yargıladıklarını unutup basmakalıp bir karara imza attılar.
 
Söyleyecek sözüm kalmadı artık.
Aklım ve beynim durdu.
Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevi’nin halihazırdaki tek kadın tutuklusu olarak yalnız başıma bir koğuşta kalıyorum. (…)
Kendimi birdenbire demir parmaklıklar ardında buldum.
Artık mutlu değilim.
Üzgünüm, şaşkınım, kırgınım ama umutsuz ve onursuz asla değilim.
Güllü SALKAYA,
Hasdal Askeri Cezaevi, Hasdal-İstanbul

“Sessiz Çığlık” Eyleminde aşağıda yazılan mektup halka dağıtıldı..


“Sessiz Çığlık” Eyleminde aşağıda yazılan mektup halka dağıtıldı.. 

HALKIMIZA MEKTUPLAR (5.11.12)

Balyoz davasının en genç ve en düşük rütbeli tutuklusu olan Astsubay Cafer UYAR’ın bayram nedeniyle  gönderdiği  mektubun özeti  aşağıdadır.

“Bugün bayramın son günü… Meslektaşlarım başta olmak üzere cezaevlerindeki tüm aydınların ve yurtseverlerin bayramını kutluyorum.
“Ben bu davanın en genç ve küçük rütbeli mağduruyum.
Koca koca ordu ve kuvvet komutanlarıyla yani generallerle, amirallerle birlikte ben de yargılandım ve 16 yıla mahkum edildim.
Ben bir deprem mağduruyum. 1999’da göçük altında kaldım. Kendimi hiç
bu kadar aciz ve çaresiz hissetmedim. Üstüme yıkılan bina bile canımı
bu kadar acıtmadı.
Türkiye  Cumhuriyeti  Hükümeti’ni cebren ıskat etmeye teşebbüsten hüküm giydim.
İyi de ben 23 yaşındayım. Mesleğimin en başındayım.
En küçük rütbeli ordu personeliyim.
Peki; deliller, tanıklar nerede? Nerede imzam var, telefonda bir tane bile olsun ses kaydım var mı?
Ben hukuka aykırı bir şekilde suçsuzluğumu kanıtlamak zorunda bırakıldım. Ortaya 1500 delil koyduk, dikkate bile alınmadı.
Türk halkına soruyorum:

Doksan altı bin astsubayın görev yaptığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nde;
biz farklı bölgelerde görev yapan ve daha önce hiç karşılaşmayan,
tanışmayan 7 deniz astsubayı mı hükümeti ıskat etmeye teşebbüs etmişiz?
Bize bunu anlatabilecek akıl ve irfan sahibi bir büyüğümüz var mı?

Ben iki kız çocuğu babası olarak, çocuklarımın ve ailemin bu yaşadıklarını
hak etmediklerine inanıyorum.

Cafer UYAR
Maltepe Askeri Cezaevi, A Koğuşu Maltepe-İSTANBUL

Bir Cenazenin Ardından..


Bir Cenazenin Ardından..

emin colasan
Emin Çölaşan,
Sözcü
 17.10.2012
Ergenekon tutuklusu İnönü Üniversitesi eski Rektörü Hilmioğlu’nun oğlu Emir,
trafik kazasında vefat etti.


Sevgili okuyucularım,

İnönü Üniversitesi eski Rektörü Fatih Hilmioğlu’nun oğlu Emir Hilmioğlu bir trafik kazasında vefat etti. Ankara’da Başkent Üniversitesi öğrencisi pırıl pırıl bir gençti.

Allah rahmet eylesin. Fatih Hoca yıllardan beri Silivri Cezaevi’nde tutuklu.

Suçu: Ergenekon silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak!

Hayatı boyunca eline silah almamış, terörle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir tıp doktoru profesör, AKP yargısının hışmına uğradı. Aynen aynı davada tutuklu yargılanan Prof. Dr. Mehmet Haberal gibi. Türkiye’nin çok sayıda yurtsever, Atatürkçü insanını
bu gibi bahanelerle nasıl içeri tıktıklarını, nasıl yargıladıklarını, bu yargılamada hukukun ve adaletin nasıl çiğnendiğini hep birlikte görüyoruz.

Aynen Balyoz davasında olduğu gibi!..Balyoz’da tutuksuz yargılanan sivil memur Güllü Salkaya’ya bile 16 yıl ağır hapis cezası verip “Babalık ve kocalık haklarından” yoksun bıraktıkları gibi!..Ergenekon davasının nasıl ve ne zaman sonuçlanacağını dün cami avlusunda sanık avukatlarından Celal Ülgen’e sordum. Yanıtı ilginçti:

– “Davanın bitmesi en az bir yılı bulur.Ergenekon davasında da çok ağır cezalar verecekleri şimdiden biliniyor. Burada hedef aldıkları özellikle üç kişi var. En ağır cezalar onlara verilecek.”
Celal Ülgen bu isimleri de söyledi ama yazmıyorum.

* * *

Şimdi yine dönelim Emir Hilmioğlu’nun vefatı sonrasında tutuklu babası Fatih Hilmioğlu’na yaşatılanlara. Rahmetli Emir’in cenazesi dün Ankara’da Kocatepe Camii’nden kaldırıldı. Ben de oradaydım. Fatih Hilmioğlu ile Silivri duruşmasında tanışmıştım. Duruşma arasında yanıma geldi ve bana hem bir not, hem de bir kitap verdi. Sadri Ertem’in Kaynak Yayınları tarafından yayınlanmış olan “Türk İnkılabının Karakterleri” isimli kitabı. Sayfalarını altını çizerek okumuş. Belli ki kitabı babası Doğu Perinçek gibi Silivri’de aynı davadan tutuklu olan Mehmet Perinçek’ten almıştı… Çünkü kitabın içinde Mehmet’in ismi yazılıydı. Fatih Hoca ile bütün tanışmamız bu kadardı. Duruşma salonunda konuşmamız bir dakika ya sürdü, ya sürmedi.

* * *
Silivri tutuklusu Fatih Hilmioğlu, saatler sonra mahkeme heyetinden alınabilen cenaze izni sonrasında uçakla Ankara’ya gönderildi. Yanında bir üsteğmen komutasında sivil giysili korumalar vardı. (Tutuklu sanık hem kendisinin, hem de korumaların yol masrafını cebinden ödüyor.)

Fatih Hoca Ankara’da evine getirildi. Evladı ölmüştü, aile bireyleri ve başsağlığına gelen insanlarla kucaklaşmak, biraz olsun zaman geçirmek en doğal hakkıydı.

Gündüz evine getirildi ama gece Sincan Cezaevi’ne götürüldü. Evladını yitiren, yüreği evlat acısıyla yanan bir baba, gece saatlerinde apar topar Sincan Cezaevi’nde bir koğuşa sokuldu, sabah evine getirildi. Karar öyle çıkmıştı, yapacak bir şey yoktu!
Acaba insanlık ölmüş müydü?..

Burada hükümete bir çağrıda bulunuyorum:

Bu insanlık dışı uygulamaya son verilsin. O ev koruma altına alınsın, tutuklu veya
hükümlü sanık hiç değilse bir gecesini evinde, acısını paylaşanlarla geçirsin.
* * *

Dün Kocatepe Camii’nde gördüklerimi size burada içim kan ağlayarak aktarmak zorundayım. Camide tek cenaze var, Emir Hilmioğlu. Anne ve baba, bir süre sonra cami avlusuna girdiler. Tahmin edersiniz ki, ikisi de perişan durumda.
Fatih Hoca’nın çevresinde korumalar. Gelenleri korumalar yönlendirmeye çalışıyor.
Bu yüzden biraz tartışma çıktı. Bazıları korumalara “Siz kimin nerede duracağına karışmayın” diye bağırmak zorunda kaldı. Korumalar asker…
Ama hepsi sivil. Bir üsteğmenin emrindeler.
* * *

Ben bugüne kadar hiçbir cenazede herkesin ağladığını, gözyaşları döktüğünü görmemiştim. Dün gördüm, istisnasız herkes ağlıyordu.

Bilirsiniz, bizim cenaze törenlerine bazıları “Müslüman kokteyli” der…
Çünkü ölenin yakınlarına bir başsağlığı dilenir, sonra cami avlusunda sohbet ve muhabbet başlar. Katılanlar küçük gruplar oluşturur, hasret giderilir, siyaset konuşulur, spor konuşulur, dedikodu yapılır. Hatta bu fırsattan yararlanıp iş takibi yapanlar,
iş bitirenler bile olur.

Gruplardan bazen kahkahalar bile yükselir! Dünkü cenaze böyle değildi…
Oraya sadece yüreği yanık insanlar gelmişti. Hem pek çoğunun hiç tanımadıkları bir genç, ama özellikle de annesinin, yakınlarının ve Silivri’de yatmakta olan babasının uğradığı haksızlıklar için gözyaşı döküyorlardı.

* * *
Şimdi işin en acı, en düşündürücü boyutuna geliyorum.
Camide sadece Emir Hilmioğlu’nun tabutu var. O yüzden, gelenlerin sayısını net olarak görebiliyorsunuz. Kaç kişi olduğunu tahmin edersiniz?
Siz deyin 200, ben diyeyim 300! Yani 301 kişi yok.
Bu ölüm olayından ve dolayısıyla cenazenin ne zaman ve nereden kaldırılacağından
hiç kimsenin haberi olmadığını söylemek mümkün değil. Dün gazetelerde bunun haberi vardı ve cenazenin Kocatepe Camii’nden kaldırılacağı biliniyordu.
* * *
Size yukarıda verdiğim rakamlar, Türk toplumunun nerelerden nereye getirildiğinin gerçek göstergesidir. Dün bir kez daha gördüm ki, toplum üzerinde AKP iktidarı tarafından kurulan korku ortamı, ne yazık ki amacına ulaşmış.

İnsanlar korkuyor. Korku imparatorluğu, baskısını olanca hızıyla sürdürüyor.

Dün neredeydi Cumhuriyet mitingleri için Ankara’da toplanan, meydanları inleten o kalabalıklar?.. Neredeydi Cumhuriyet rejiminin bekçisi olan laik, Atatürkçü kitleler?..

Ve üstelik neredeydi Kemal Kılıçdaroğlu?..

Dün beklerdim ki, Silivri tutuklusu Fatih Hilmioğlu hocamızın ve ailesinin cenazesinde
o kitleler boy göstersin, bir sevgi seli oluştursun ve hiç değilse bugün gazetelerde “Cenazeye onbinlerce kişi katıldı” diye haberler çıksın!

Lütfen, korkunun ecele faydası olmadığını artık anlayalım.
Bu çekingenliği, ürkekliği, kuzuların sessizliğini artık üzerimizden atalım.
Koyun sürüsü gibi yönetilmeye karşı çıkalım.

Biz korktukça AKP pervasızlaşıyor,
Türkiye’yi babasının çiftliği gibi yönetmeye kalkışıyor.
Bu ölü toprağını üzerimizden atmamız gerekiyor.
http://sozcu.com.tr/bir-cenazenin-ardindan.htmlhttp://sozcu.com.tr/bir-cenazenin-ardindan.html

Fatih Hilmioğlu’nun Acısı ve Haykırışı

Bedri Baykam

Fatih Hilmioğlu’nun Acısı ve Haykırışı

İnsanın sevgili babasının cenazesine katılması, evrenin kendisine sunduğu en ağır sınavlardan biridir. Maalesef çok iyi bildiğim bir dramdır. Çocukluğunuzdan beri her an korktuğunuz şey bir gün gerçekleşir ve sizi dünyaya getiren iki insandan birini kaybedersiniz. Bilinçaltı bu beklenti yıllardır içinizde olduğu için birazcık hazırlıklısınızdır buna… Ama bir de bunun tersi vardır. Yani annenin-babanın oğlunu-kızını zamansız kaybetmesi felaketi. İşte doğa sizi buna bilinçaltınızda alıştırmamıştır. Akışın beklentilerine girmez. Acı daha da katlanır bu yüzden. Hele o baba en akla sığmayan nedenlerle hapiste tutuluyorsa!

Birkaç hafta önce yine Ergenekon davasını izlediğim bir gün, Malatya İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’yla uzun uzun sohbet etme imkânı buldum. Her zamanki vakur duruşuyla bana aşağıda okuyacağınız şekilde Ergenekon davasını analiz ediyordu. Kendisine en kısa zamanda bu savları ele alacağımızı söylemiştim. Araya Balyoz davası, iktidarın Taksim çıkarması gibi hayati gündem konuları gelince bu haftaya ertelenmişti bu yazı. Nereden bilebilirdim ki satırlarımın en ağır yanı, yüreği kanayan ve oğlunu kaybetmiş bir babayı teselli etme, daha doğrusu “edememe” ve acısını paylaşmaya çalışma olacak? Allah sabır versin Sayın Hilmioğlu’na… Kendisi hayatının en acı haberini en dramatik şekilde alıp sağlığını daha da kaybederek Ankara’ya 8 saat sonra götürüldüğü gece, ne kadar ilginçtir ki, yine en katı duvarla karşılaşmış.

Yetkililer “Hayır gece kendi evinde kalmana izin yok” haberini verdikten sonra ailesiyle bir saat kalıp Sincan Cezaevi’ne yollanmış Hilmioğlu. Buna benzer insanlık dışı normları duyunca gerçekten kendime soruyorum:

Empati denilen olgu, bu insanlarda hiç mi yok? Yarın aynı davranışı bir başkası kendilerine yapsa ne hissederlerdi, çok merak ediyorum… Herhalde aynaya bakıp kendileriyle ilgili dehşete düşerlerdi!

Hilmioğlu, hep bana yansımış olan değerli yüzüyle, örnek bir Atatürkçü hoca, örnek çalışkan bir insan, ülkesine yalnız iyilik yapmak için, aydın gençler yetiştirmek için ömrünü vermiş bir büyük rektör. Herhalde cezaevinde yalnız kaldığı anlarda “Meğer hiçbir iyilik cezasız kalmaz sözü doğruymuş!” diye kendi kendini sorgulayan bir insan aynı zamanda.

Hilmioğlu, Ergenekon davası konusunda yargı mercilerinin, kamuoyunun ve siyasilerimizin dikkatini iki noktaya çekiyor.

Bunların ilki, “Ergenekon” adı verilen bir terör örgütünün varlığını bugüne kadar kanıtlamış hiçbir kurum bulunamaması hakkında:

“Yıllardır bu konu en derin şekliyle ve ısrarla, MİT’e, askeri istihbarata, polise ve hatta basına soruluyor. Bugüne kadar böyle bir örgütü bu dava dışında duyan yok. Hiçbir devlet kurumundan tek bir olumlu yanıt yok. Mahkeme heyetinin bunu sormadığı kapı kalmamışken hâlâ neyin peşindeler merak ediyorum. Bu kadar yüksek imkânlarla bu tek yönlü soruşturmada bile yıllardır bir şey çıkmıyorsa, bu nasıl bir dava oluyor anlayamıyorum.”

Doğru söze ne denir? Yani bu ülkenin tüm istihbarat örgütleri, toptan sıfır mı çekiyorlar da böylesine “Cumhuriyetin canına kastetmiş” dev bir örgütün tek bir izi çıkmıyor? Bu bir fiyasko değildir de nedir?

Ama Hilmioğlu’nun çıkışı bununla da sınırlı değil. Bakın ne ekliyor:

“Bu davanın özü, adı geçen ‘örgüt’ün, bir ‘darbe girişimi’ yaptığı iddiası üzerine kuruludur. Sayın Savcı’nın kendisi, ‘Bu davanın özü 2003-2004 darbe girişimi iddiasıdır.’ diye belirtmiştir. Bu konuda en yetkili kişi ve

    Genelkurmay Başkanı olan Hilmi Özkök, ifade vermeye gelmiş ve ‘Böyle bir darbe girişimi olmamıştır.’ diyerek kesin görüşünü açıklamıştır.

Yani ne dediği belirsiz, güvenilmez, sapkın gizli tanıkların mı sözleri daha değerlidir, yoksa Sayın Genelkurmay Başkanı’nın sözleri mi?

İşte bu nedenlerle bu konu artık bitmiştir. Olmayan örgütün olmayan darbe teşebbüsü nedeniyle daha kimi ne kadar tutabilirler burada?

Artık yargının da toplumun da bunu görmesi lazımdır.”

Hilmioğlu’nun bu içten anlatımlarının toplumun her kesimine ulaşması gereklidir. Bu hafta sonu yine Taksim’de yaptığımız “Taksim İçin Taksim’e” mitingi güzel geçti ama istediğimiz kitlesel yoğunluk yoktu. İnsanlar akıllarını başlarına almazlarsa, daha çok Hilmioğlu, çok Taksim zarar görür. Demokratik tepki haklarınızı kullanmazsanız, bu sütunlar şikâyet ve üzücü durum tespitlerinin ötesine geçemez…

(16 Ekim 2012 – Cumhuriyet)

İSTANBUL BAROSUNDAN TARİHSEL ÇIKIŞ / A Historical Legal Resistance by İstanbul Bar

Istanbul_Barosu’nun_supheli_olarak_cagriya_basin_aciklamasi_24.5.12

ÖRTÜLÜ FAŞİZMDEN AÇIK İSLAMİ FAŞİZME : NAM-I DİĞER “ILIMLI İSLAM” REJİMİNE Mİ ??

ortulu_fasizmden_acik_islami_fasizme_24.09.08

Orgeneral Çetin Doğan’dan mektup var..

Orgeneral_cetin_dogan’dan_mektup