Etiket arşivi: Aydınlık Gazetesi

‘Yasama yetkisi devredilemez’/ ’basın sansür edilemez’

‘Yasama yetkisi devredilemez’/
’basın sansür edilemez’

İBRAHİM Ö. KABOĞLUİBRAHİM Ö. KABOĞLU

Bazı sorulara yanıt vermek için uzun açıklamalar yerine bir karşı soru, en özlü yanıtı oluşturabilir. Şu iki örnek görüşümün teyidi:

Birkaç yıl önce, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin toplantısında bir izleyici sordu:

  • Aydınlık gazetesi sizi neden eleştiriyor?
  • Kendilerine sorun: AKP’yi neden destekliyor? Bu sorunun yanıtı, bana yönelttiğiniz sorunun yanıtını ortaya koyar.

TBMM Genel Kurulu’nda 28.11.18 günlü oturumunda 7153 sayılı Çevre Kanunu… Değişiklik Yasa önerisi görüşülürken, “Gezi alanında yapılması tasarlanan Alışveriş merkezi, Anayasa’nın 23’üncü, 57’inci ve 63’üncü maddelerine açıkça aykırıydı ve Gezi sahiplenilmesi, orada bir alışveriş merkezinin inşa edilmesini önledi” deyince, AKP sıralarından Recep Akdağ bağırdı:

  • Onun için mi yakıp yıktılar?
  • Yanıtım şöyle oldu: “ sadece şu soruyu sormakla yetiniyorum konuyu farklı alanlara çekmek isteyenler için: Acaba o dönemde İstanbul Valisi olan, o dönemde Emniyet Müdürü olan, o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan kişiler, o sorumlular şimdi nerededirler?”

Bu alıntılar, akademisyenlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin ve kısaca yurttaşların yaşadıkları ve tanık oldukları güncel olay ve gelişmeleri doğru ve çıplak gözle algılamalarının ne denli önemli olduğunun açık göstergesi. Bu açıdan, yakın geçmişteki anayasal ve siyasal gelişmeler üzerine birkaç hatırlatma, fikir verici:

  • 2007 Anayasa değişikliği: “TBMM toplantı yeter sayısı değiştirildiğine göre, artık Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören değişikliğe gerek kalmadı; CB yine TBMM tarafından seçilsin” biçimindeki önerilere karşı çıkarak, “367 krizi” bahanesiyle karşı çıkıldı.
  • 2008 Anayasa değişikliği: kamu görevlerinde ve üniversitelerde kadınlar için başörtüsü serbestliği güvencesi adına Anayasa değişikliği yapanlara, “neden ilk ve orta öğretim için kayıt koymuyorsunuz” şeklindeki eleştirilere, “Biz ilk ve orta öğretimde başörtüsü düşünmüyoruz” şeklindeki tepkiler belleklerde.
  • 2010 Anayasa değişikliği: başörtüsü düzenlemesini iptal eden Anayasa Mahkemesi’ni, ‘vesayet kurumu’ olarak suçlayıp, HSYK gibi AYM üzerinde Yürütme güdümüne sokuldu.
  • 2017 Anayasa değişikliği: Bu kez, Hükümeti de kaldırarak hemen bütün anayasal kurumları tek kişinin güdümü altına soktular.

“YASAMA YETKİSİ KÖTÜYE KULLANILAMAZ”

Bu başlık altında yayımlanan kitabın sorunsalı üç başlıkta özetlenebilir:

  • Nitelikli yasa ereğinde etkili yasama faaliyeti için izlenmesi gereken yol ve yöntemleri belirlemek
  • Bu amaçla, Anayasa’nın üstünlüğü gereği yasama, yürütme ve yargı organları için Anayasa’ya saygı yükümlülük ve gereklerini ortaya koymak.
  • Hedef olarak da, 2017 Anayasa değişikliği ile kurulan tek kişi yönetimi yerine, “demokratik hukuk devleti” için anayasa gereğini ortaya koymak.

“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KÖTÜYE KULLANILAMAZ”

Basın sansür edilemez” yasağı da, ‘Yasama yetkisi devredilemez’ gibi, Anayasa’nın emredici hükümleri başında yer alır. Ne var ki, ne yasama ne de basın, amaç değil, araçtır. Çünkü yasa, toplumsal gereksinimleri karşılamak amacıyla, Anayasa’ya saygı kaydıyla kamu yararı için yapılan hukuki işlemdir. Basın ise, yasama etkinliklerini topluma yansıtmakla yükümlü.

Bu asgari gerekliliklere uyulmaz ise, yasama yetkisi kötüye kullanılmış olur. Basın da, yasama faaliyetlerini ve bu çerçevede yapılan yayınları kamuoyuna çarpıtarak yansıtırsa, basın özgürlüğünü kötüye kullanmış olur.

DÜN NEREDEYDİNİZ?

Sadece birkaç yıl sonrası, 2010 değişiklikleri için “bizi yanılttılar” şeklinde bir savunma yapıldı. Şimdi, 2017 değişikliklerini, TBMM içinde ve dışında cansiperane savunmak için, tıpkı geçen yıllarda olduğu gibi eleştirenleri karalayanların tavrı, benzer soruyu çağrıştırıyor: yoksa yine yanılma-yanıltma oyunu mu oynanıyor?

Onlara şimdiden sorum hazır: dün neredeydiniz?

BirGün için çağrı

Bağımsız medya, demokrasinin can damarıdır.
Bağımsız medyaya yönelik türlü baskıların yaşandığı bu dönemde BirGün gazetesinin üyelik kampanyası #BirGün Benim demokrasi ve insan hakları için çok önemli.
Herkesi, iktidarın her türlü baskısına rağmen ayakta durmaya çalışan BirGün’e destek ve abone olmaya çağırıyorum.

Geçmişin aşırılıkları yaratıcılarına mezar kazıyor!

Geçmişin aşırılıkları yaratıcılarına
mezar kazıyor!

Uğur Civelek

Uğur Civelek
ucivelek@aydinlikgazete.com
AYDINLIK,13 Şubat 2016

Nereden bakarsak bakalım, olağan dışı bir dönemden geçiyoruz ve en kötünün geride kaldığını iddia etmek pek mümkün olamıyor. Son 5 senedir her gelen yıl gideni aratıyor. Son 20 yıl genelindeki sürdürülebilir olmayan eğilimler sebebi ile yönelmek zorunda kalınan geleneksel olmayan ekonomi politikası tercihleri fena halde tekliyor; uzun süredir sorunların ağırlaşması pahasına günün kurtarılmasına ve çoğunluğun koyun sürüsü gibi yönlendirilmesine hizmet eden araçlar iflas sinyalleri veriyor. Sistemik risk artıyor ve yozlaşma sınırlarını fazlası ile zorlamış olan kurumsal yapı bunalıyor.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız genel görünüm bizim açımızdan kesinlikle sürpriz değil! Beklenti yönetimi artık işe yaramıyor, riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesi önlenemiyor; durum böyle olunca para otoritesi konumundaki Merkez Bankaları da, ne yapar ise yapsın yıpranmaktan kurtulamıyor! Bu olumsuzlukların yaşanmasına yol veren siyasiler ise ne yapacağını bilemiyor; ya kaçacak delik veya arkasına saklanılacak bahane arıyor, ya da pazarlanacak yeni maceralar ile kendi kusurlarını gizlemeye çalışıyor!

GÜVENLİ LİMAN ARAYIŞI

Giderek yoğunlaşmaya başlayan güvenli liman arayışı, tüm beklentileri olumsuzlaştırıyor; gelişmiş ekonomilerde devlet tahvillerine panik yönelim ön plana çıkarken, gelişenlerdeki yatırımcıların tercihi gelişmişlerin parası veya fiziki altın oluyor. Ağırlaşmış sorunlar ve büyüyen dengesizlikler, hem güvensizliği besliyor ve hem de her kesimi kendi başının çaresine bakmaya zorluyor. Böyle olmayacağı varsayımı ile hesapsızca risk alanlar, içine düştüğü çaresizlik nedeniyle kurtarılmayı bekleyen kazazedeleri anımsatıyor!

Gelişen ekonomi paralarının istikrarsız bir şekilde değer yitirmesi ve gelişmiş ülke devlet tahvillerinin negatif faizler sunacak şekilde aşırı değerlenmesi, bir çeşit sonuçtur. Siyasi iradeler, para otoriteleri ve diğer etkili ve yetkili kesimlerin hızlanan bir şekilde itibar yitirdiği anlamındadır. Düzenin yozlaşması için işbirliği yapanlar, kaçınılmaz olarak yalnızlaşmaya ve yıpranmaya başlamış durumdadır. Kurtarıcı olarak görülen bu kesimler de kurtarılmayı beklemek zorunda kalacak şekilde çaresizliğe düşmekten kaçınamamıştır!

Sorunlu kredi hacmini düzenli olarak artması, balonlaştırılan varlık değerleri patlarken baskı altında tutulanların denetimden çıkması ve tüm beklentilerin düzeltilemeyecek biçimde bozulması kaçınılmaz duruma gelmiştir. Yıl başından bu yana piyasalarda yaşanan olumsuz dalgalanmalar bu durumun yansımasıdır.

TEHLİKELİ ANORMALLİK

Küresel düzeyde gelişmiş veya gelişen tüm ekonomilerin risk primi yükselirken, bazı gelişmiş ülke devlet tahvillerine ve altına yönelim çok tehlikeli bir anormalliktir. Sermaye hareketlerinin daralacağı ve bunalıma dönüşen güvensizliğin yıkıcı olmaya başlayabileceği anlamındadır. Likidite tuzağı ve finansal risk kavramından habersiz olanlar, negatif faizleri iyi bir şeymiş gibi görme gafletine (AS: aymazlığına) düşebilir ve sonu felaket olabilecek türden yanlış hesaplar yapmaya devam edebilir!

Ne diyelim! Tarih kendini tekrarlıyor ve geçmişten ders almayı beceremeyenlere unutulmaz dersler vermeye hazırlanıyor! Her aşırılığın kendi zıddını yarattığı gerçeği sahne alıyor! 2003-11 arasındaki risk alma çılgınlığı, uzun süren bir geçiş döneminin ardından riske tövbeye dönüşüyor; bunun olmasını engellemek veya bir süre daha ötelemek yönündeki çabalar işe yaramıyor. Para otoritelerinin hesapsız desteği ile çok şımaranlar, artık ağlıyor!

  • Güçlü olarak bilinenlere kulluk etmeyi ve gölgelerinde nemalanmayı alışkanlık haline getirenler, ne yapacağını bilemiyor!

=================================

Dostlar,

Öngörüleri yüksek düzeyde isabet sağlayan Ekonomist Sayın Uğur Civelek‘i izliyoruz..
İzlenmesini salık veririz. AYDINLIK Gazetesi makaleleri yanı sıra, her Cuma Ulusal Kanal‘da sabah 10:00 – 11:00 arası Çetin Ünsalan’ın EKOKPOLİTİK programının konuğu oluyor..

Ne yazık ki ekonomide durum hiç iç açıcı olmadığı gibi, kamu giderleri de yüksek düzeyde. Güneydoğu’da süren PKK’ya dönük meşru iç çatışma, Suriye sınırında çok sıcak,
riskli gelişmeler ve iç güvenlik bağlamında önlemler kamusal güvenlik harcamalarını zorluyor.
O denli ki, dün (14.02.201) TBMM Bütçe Plan Komisyonunda İçişleri Bakanı Efgan Ala,
20,25 milyar TL’yi aşan bir Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesi önerdi. Toplam merkezi yönetim bütçesi 540,88 milyar TL dolayında (+ 32 milyar TL de açık öngörülüyor).. Bütçenin %4’ü
salt polis örgütüne (300+ bin kişi) ayrılan bir ülke.. Jandarma ordusu -ki yaklaşık 320 bin personelden oluşuyor- Polisin %40’ı kadar, 8 milyar TL ödenek alacak. TSK ise bütçeden toplamda 26,11 milyar TL kaynak kullanacak..

Türkiye bir polis ve güvenlik devleti oldu.. MİT bütçesi 1,64 milyar TL ile Başbakanlık bütçesi 1,1 milyar TL’nn 1,5 katı.. Sağlık Bakanlığı 24,26 milyar TL ile Polis ödeneğinin ancak
%20 fazlası.

Öte yandan Bay RTE, bu darlık içinde, işsizlik %10’u geçer ve resmen 3 milyon 125 bin
işsizlik verisi açıklanırken, geçtiğimiz ay, açıklandığı kadarıyla 200 bin Dolar harcayarak
zırhlı lüks makam aracını okyanusun ötesine uçakla taşıtmıştır! Bu davranış ulusun gururunu incitmiş ve RTE’nin millete kendisine gerçekte verdiği değer bakımından ciddi zedelenme yaratmıştır. Bağışlanacak yanı yoktur.. Halka karşı ciddi bir saygı kusurudur bize göre.

Soygun, talan ve borç ekonomisi duvara dayanmıştır..
3 milyon Suriyeli – Iraklı da cabası!
Yazık.. hem de çoook yazık..
Genelde olduğu gibi, ağır ekonomik bunalımlar, siyasal iktidarları alaşağı etmektedir.
AKP – RTE, kanımızca bu kural açısından istisna oluşturamayacaktır.
Katar, S. Arabistan vb. kaynaklı dış girdiler de muazzam açıkları karşılamaya yetmeyecektir.. Sıra ülkenin en temel stratejik çıkarlarını satma – ipotek ya da rehin vermeye mi gelmiştir acaba?

ABD’lilerin hiç utanmadan, yüzsüzce vurguladığı üzere,
bunlara Mehmetçiğin kanı da dahil midir ??

Sevgi ve saygı ile.
15 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

PKK seçime silahla müdahale etti; kimse ses çıkarmadı!

Eski İstanbul Valisi Erol Çakır:

PKK seçime silahla müdahale etti;
kimse ses çıkarmadı

Vatan Partisi milletvekili adayı, eski İstanbul Valisi Erol Çakır, zorlu seçim maratonunu Ulusal Kanal yayınında değerlendirdi. PKK’nın silahla seçime müdahale ettiğini belirten Çakır,
bu duruma ne hükümetin ne de muhalefetin ses çıkardığını söyledi. Çakır, F tipi yapının da 1974’ten bu yana Devlette örgütlendiğini vurguladı.

Eski İstanbul Valisi Erol Çakır: PKK seçime silahla müdahale etti, kimse ses çıkarmadı

Vatan Partisi milletvekili adayı, Eski İstanbul Valisi Erol Çakır,
zorlu seçim maratonuna ilişkin Ulusal Kanal yayınında konuştu.
Çakır, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, hem iktidara hem de hem muhalefete yüklendi.Çakır, Erdoğan’ın hamlelerinin “tarafsız Cumurbaşkanı” ilkesini yok ettiğini belirtti.

Seçimin en tartışılan noktalarından biri de PKK’nın uzantısı olan HDP için yürütülen kampanya oldu.

Vatan Partisi adayı Çakır, AKP’nin izlerini tüm Türkiye’den silme sözü verdi.

Devletin çeşitli kademlerinde görev alan Erol Çakır F tipi yapılanmayı da anlattı.

Çakır’ın anlatımlarına göre, F tipi yapının devlet içinde örgütlenmesi 1974’e dayanıyor.

Bu yapılanmaya ilişkin raporlar ise oy kaygısı ile gözardı edildi.

Çakır, mücadelenin uzun soluklu olacağını vurguladı.

(AYDINLIK gazetesi haber portalı, 05.06.2015)

MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN : Kürtçe okul girişimi nedir; kime hizmet ediyor?


Kürtçe okul girişimi nedir; kime hizmet ediyor?

Dostlar
,Güneydoğu’da – Doğu’da Kürtçe ile eğitim istemleri ülke gündemine sistemli
bir biçimde taşındı. Öyle ki, BDP (Barış ve Demokrasi Partisi!?) – HDP’nin
(Halkların Demokratik Partisi!?) ne yazık ki silahlı kanadı (Yasal bir partinin silahlı kanadı olur mu?!) PKK, mühürlenen yasa dışı sözde Kürtçe eğitim verecek okullara karşılık, apaçık şiddet – kalkışma suçu işleyerek çok sayıda Devlet okulunu yaktı
ve tahrip etti!. Öğrenebildiğimiz kadar, güpegündüz meydan okurcasına işlenen
bu suç eylemlerinin hiçbir sanığı da yakalanarak yargı önüne çııkarılmış değil..
Bunca “hoşgörü” niyedir, hakkınız var mıdır… giderek suçu ve suçluyu koruyarak
suç oluşturmaz mı? Engelleyici yasal adımları atmazsanız Devlet olarak otoriteniz de kalmaz, caydırıcı da olamazsınız hatta suç işlemeye teşvik de etmiş olursunuz.
Siyasal iktidar da, yasa dışı buyrukları uygulayan kamu görevlileri de sorumluluktan kurtulamaz..

Bu okullar vergilerimizle yapılmıştır, ulusal servettir, korumak hepimizin ödevidir..

Her ne istenecekse hukuk içinde kalmak herkesin zorunluğudur.

Tersini yaparak Devleti zor kullanmaya itmek, sonra da mağduru oynamak,
en azından utandırıcı bir yöntem olsa gerektir. Bu eylemi Kürt kardeşlerimize yakıştıramıyoruz.

Emperyalist maşası bölücü örgütün (PKK) eylemidir
ve en önce yöredeki Kürt insanımızın – çocuklarımızın zararınadır!

Vatansever Kürt yurttaşlarımız PKK’nın bu tür eylemlerini dışlamalıdır.
Bu örgütün kendisinin çıkarlarına hizmet etmediğini, tersine ülkemizin barışını dinamitlediğini görmelidir.

Kürtçe eğitim istemlerinin öne çıkarılmasının zamanlaması da düşündürücüdür.
Ortadoğu, taşeron terör örgütü IŞİD sorunu ile kana bulanmışken..

AYDINLIK Gazetesi bu bağlamda bir tartışma ortamı açtı. Yazıları bekliyor.
Sn. Gültekin “Kürtçe sorunu” nu çalışmış ve bu konuda bir de kitap yazmıştır.

Türk Devrimi’nin yayınevi Kaynak Yayınlarınca yayımlanan 160 sayfalık kitabın kapağı yukarıdadır ve bu kompozisyonla da bir ileti verilmektedir : Çıkmaz sokaktır..

Bu bağlamda biz de sitemizde epey yazı yazdık, 2’si aşağıda  :

– “İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?
(http://ahmetsaltik.net/2013/12/09/ikinci-dil-uzerinden-yapilmak-istenen-gercekte-nedir/)
– Tekirdağ’da Bir Kürt Düğünü, Bir de Sünnet! Ve Çağrıştırdıkları..
(http://ahmetsaltik.net/2014/09/21/27383/)

Sevgi ve saygı ile.
21.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Kürtçe okul girişimi nedir; kime hizmet ediyor?

portresi_adiyla

 

 

MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN
AYDINLIK, 21.9.14

 

PKK’nın Kürtçe eğitim verecek okullar açma girişimini,
Kürt yurttaşlarımızın bugün yaşadığı gerçeklik zemininde tartışmak gerekiyor.

Kürtçe eğitimi savunan Eğitim-Sen’in 2010 yılında yaptığı bir araştırmaya göre Güneydoğu Anadolu bölgemizde yaşayan yurttaşlarımızın %58’inin anadili Türkçedir. Hiç kuşku yok ki bu yurttaşlarımızın da çoğunluğu Kürt kökenlidir. Geri kalan %42 içinde, Kurmançca, Zazaca ve Arapça konuşan yurttaşlarımız vardır. Kurmançca ve Zazaca  farklı dillerdir. Aynı araştırmaya göre Güneydoğu’da anadili Zazaca olan %5.7,
Doğu Anadolu’da ise %12.7 oranında yurttaşımız vardır. Yani Türkçe yalnızca çoğunluğun anadili değil, aynı zamanda bütün yurttaşlarımızın ortak dilidir.
Eğitim dili olarak kabul görmesinin önemli nedenlerinden biri de budur.

– Daha önemlisi anadili Kürtçe olan yurttaşlarımızın da ezici çoğunluğunun Kürtçeden daha iyi Türkçeyi biliyor olduğu gerçeğidir. Bu bir olgudur. Türkçe de Kürtçe de eğer bizim dillerimiz ise çocuklarımızın eğitimi gibi önemli bir konu önümüze geldiği zaman, en iyi bilinen ve en uygun olan dilin tercih edilmesi normal olanıdır. Lafa gelince BDP, “Türkiye partisi” olmaktan sözetmektedir. Diyarbakırlı Kürt çocuğunu, daha iyi bildiği dilde değil de daha az bildiği ya da bilmediği dilde eğitime zorlamak, “Türkiye partisi olmak” iddialarının halkı aldatmaya yönelik iki yüzlülükten başka bir şey olmadığını gösterir.

– Nedenlerini tartışmıyoruz; ama bugün bulunduğumuz noktada Türkçe; siyaset, bilim, kültür, eğitim dili olarak daha gelişmiş bir dildir. Türkçe bugünkü durumuna binlerce yılı bulan devlet dili olmak gibi bir pratiğin ardından ulaşmıştır. Öte yandan birtakım çevreler Kürtçeyi, bir yandan bölgesel birliklerin öne çıktığı, öte yandan tek bir dünya ekonomisinin varlığını her alanda kabul ettirdiği koşullarda; siyaset, eğitim ve bilim dili durununa getirmek savındadırlar. Tarihsel olarak başarı şansı kalmamış bir çaba
söz konusudur. Yalnızca Kürtçe açısından değil, benzer durumdaki bütün diller açısından böylesine bir çaba bolunadur. Onun için Kürtçe eğitim istemi ile Türkçe eğitime düşmanlık, gerçekte Türklerin ve Kürtlerin bir arada yaşama iradelerine düşmanlıktan başka anlama gelmez.

KÜRTLER ARASINDA DİL BİRLİĞİ YOK

– Kuzey Irak’ta 25 yıldır yaşanmakta olan Kürtçe eğitim pratiği, sorunu doğru olarak kavramamız açısından öğretici derslerle doludur. Türkiye Kürtlerinin önemli bir bölümünün konuştuğu dil olan Kurmançca, Kuzey Irak’ta 7. sınıfa dek okutulmaktadır. Eğitim daha sonra Soranca devam etmektedir. Üniversitelerde ise eğitim ağırlıklı olarak Arapça ve İngilizcedir. Öğretim üyelerinin %doksanının yabancı olması da
bu gerçeğin önemli kanıtlarından biridir.

Kaldı ki Soranca’nın eğitim dili olarak bu bölgede yüzyıllık bir geçmişi vardır.
1. Dünya Savaşı’nın hemen ardından bölgeyi işgal eden İngiltere, Soranca eğitim veren okullar açtı. Yüz yıllık geçmiş bile Soranca’nın bir bilim dili olmasına yetmemiştir. Kurmançca ise Sorancanın da çok gerisindedir.

PKK’nın, iki yıldır iktidar olduğu kimi Suriye illerinde Kurmançca eğitimi yalnızca ilkokul 1. sınıfta uygulayacağını ve sonraki sınıflarda eğitime Arapça sürdüreceğini söylemesi de bir gerçeğin itirafıdır. Nitekim Diyarbakır ve Hakkari’de Kürtçe eğitim yapacak okullar açacaklarını söyleyenler de yalnızca ilk sınıflarda Kürtçe eğitim yapılacağını,
sonraki sınıflarda eğitimin Türkçe süreceğini söylemektedirler.

  • Olan, emperyalistlerin bölge planlarında bir alet olarak kullanılmak istenen Kürt çocuklarına olmaktadır.

Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi yetkilileri 2007’de “standart bir Kürtçe yaratmak için
iki kuşağa gereksinimleri olduğunu” söylemekteydiler. Soranca’nın yukarda belirttiğimiz avantajlarına karşın 2 kuşağa yani 60 yıla gerek duyması; eğitim ve bilim dili olarak Kürtçenin durumunu gözler önüne sermektedir. 2000’lerin dünyasında, bugüne dek eğitim ve bilim dili olmamış hiçbir dilin önünde artık böyle bir zaman yoktur.

– Pratik yaşamda karşılığı olmayan bir eğitimin asıl mağdurları o sözde eğitime kurban edilen çocuklar olacaktır. Çocuğun eğitiminde çok önemli olan yaşların bu biiçimde  boşa harcanması, daha ileri yıllarda girerimi olanaklı olmayan zararlara yol açacaktır.

– Ve son olarak halkımızın Kürtçe eğitim diye bir istemi yoktur.

Nitekim 2000’li yılların başında açılan Kürtçe dil kurslarının hemen hepsi öğrencisizlikten kapanmıştır. Üniversitelerdeki seçmeli Kürtçe derslerine ilk 1-2 yıldan sonra başvuran olmamıştır. Bugün “anadilde eğitim” diye bağıranlar, özel okullarda Kürtçe eğitime “Hayır” demektedirler. Çünkü bu okullara hiç kimsenin çocuklarını göndermeyeceğini bilmektedirler. Öte yandan Mardin Artuklu Üniversitesi’nin Kürt dili öğretmeni yetiştirme programına büyük istem olmuştur. Çünkü diplomalı işsiz durumundaki Kürt gençleri bu yolla iş bulabileceklerini düşünmektedirler.

Bu örnekler şu gerçeği kanıtlamaktadır:

Kürtçe eğitimin pratik yaşamda bir karşılığı olmadığı için böyle bir istem de yoktur.
Öte yandan devletin Kürt dili öğretmeni atayacağı belli olduktan sonra istem
ortaya çıkmıştır. Onun için PKK’nın hedefi Kürtçe eğitimin yasayla zorunlu duruma getirilmesidir.
Böyle bir düzenleme ise bölünmenin resmileştirilmesinden başka anlama gelmez.

KÜRTÇE OKUL HANGİ PLANIN PARÇASI?

PKK’nın üç ilimizde Kürtçe eğitim yapacak okullar açma girişimini, iki farklı gelişmenin doğrudan sonucu olarak ele almak gerekiyor:

Bunlardan birincisi AKP’nin “Kürt açılımı” politikasıdır.

  • Açılım politikası bir yandan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin elini kolunu bağlarken, öte yandan her bakımdan PKK’nın  önünü açmış ve
    bölgede iktidar yapmıştır.

PKK, Kürtçe eğitimin devlet tarafından verilmesini, kendi egemenliğinin tanınmasının
en önemli koşulu olarak görmektedir.

Kürtçe eğitim, pratik yaşamda karşılığı olmayan bir istemdir. Ancak ülkenin belli bir bölgesi PKK’ya bırakılır ve Kürtçe burada resmi dil durumuna getirilirse, ancak o zaman Kürtçe eğitimin bir anlamı olabilir. AKP’nin “Açılım” politikasının sonucu olarak geldiğimiz yer, PKK’nın Kürtçe eğitimi Kürt çocuklarına zorunlu olarak öğretileceği okulların açılmasını, bir oldubitti olarak Türkiye’nin önüne getirmesidir.
Ve bu gelişmeyle birlikte devlet okullarına yönelik sistemli saldırıların başlamasıdır.

‘ANADİL’ İSTEMİNİN ZAMANLAMASI

PKK’nın okul açma girişiminin, ABD üretimi IŞİD’in Suriye ve Irak’ta harekete geçirilmesinin hemen ertesine rastlaması, olayı doğru olarak anlamamızı sağlayan
en önemli gelişmedir. Şimdi bütün dünyada “Teröre karşı mücadele eden Kürtler” propagandası yapılıyor. Buna bağlı olarak PKK’nın terör örgütleri listesinden çıkarılması ve IŞİD’e karşı silahlandırılması konuşuluyor. ABD’nin bölge politikasında Kürdistan’ın Türkiye’ye seçenek olarak düşünülebileceği de dillendirilen görüşler arasında.

Türkiye’de Kürtçe okul açma girişimini işte bütün bu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor.

  • Kısacası Kürtçe eğitim verecek okullar açma girişiminin,
    Kürt çocuklarının
    eğitim gereksinimlerinin karşılamakla
    en ufak bir ilgisi bulunmuyor.

Ama bu istemin Türkiye Cumhuriyeti’ni etnik temelde bölmede ve ABD’nin bölgeye ilişkin egemenlik planları içinde çok önemli bir yeri olduğu tartışmasızdır.

Kürtçe bizim dilimizdir.
Kültürel zenginliğimizin önemli bir ögesidir. Kürtçenin öğretilmesi ve geliştirilmesi halkımızın yararınadır. Ama

  • Kürtçe anadilinde eğitimin bugünün koşullarında emperyalist planlar uyarınca bölünmeye hizmet etmek dışında bir işlevi yoktur.

BAYRAĞI DON YAPMAYIZ


BAYRAĞI DON YAPMAYIZ!

portresi_kucuk

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

                   

Geçen hafta AYDINLIK Gazetesi’nde üzücü bir haber yer aldı.

TSK sosyal tesislerindeki harcamalarda, erden generale herkesin kullandığı akıllı kartlarda bu yıl değişiklik yapılmış.

Ziraat Bankası, kartın sol üstünde yer alan
“T.C. ZİRAAT BANKASI” ibaresindeki “T.C.”yi kaldırmış.

Banka şubelerinde yaptığı işi kartta da yapmış.
Kartla ilgili karar makamı Gnkur. Bşk.lığı.istemese o ibare çıkarılamaz.
Banka kabul etmezse banka değiştirilir olur biter.

ASKER DURUŞU

Banka bu işte para kazanan taraftır.
Gnkur.un isteğine seve seve uyar.
Ama, alan razı satan razı olunca sorun olmuyor.

Herhalde Gnkur.Bşk.lığı hangi devletin veya ulusun ordusuna komuta ettiğinin ayırdında değil.
“T.C.”onun için anlam ifade etmiyor. Yalnızca 2 harf.
Şimdi merak ediyorum, Gnkur.Bşk.lığının kabul ettiği bu durumu

Türk askeri kabul edecek mi?

O kartı cebinde taşıyacak mı?
Asker duruşu gösterip “T.C.”sini isteyecek mi?

BAYRAĞI DON YAPMAYIZ!

Diyarbakır’daki bayrak indirme olayı ulusumuzu derinden yaraladı.

Çünkü indirilen bayrak bir AVM’nin önündeki göndere çekili değildi.
Türk ulusunu ve vatanını savunmakla görevli askerin kışlasının içinde idi.
Onun için üzüntü katmerlendi.
Biz Türk ulusuyuz.
Bayrağımız onurumuzdur, şerefimizdir.
Uğrunda seve seve ölmeye yemin ederiz.
Ölmeden onu teslim etmeyiz.
Biz ABD’li değiliz. Bayrağımızdan don yapmayız.
Ne kirlenmesine, ne yırtılmasına, ne solmasına
ne de hain ellere geçmesine izin vermeyiz.

BAŞ SORUMLU

Ülkenin düştüğü durumun baş sorumlusu Türkiye Cumhuriyetini yöneten
AKP iktidarının başı RTE’dir.

  • Sömürücü ABD ve onun BOP politikası için
    vatanın bölünmesine 
    hizmeti kabullenmiştir.

TSK’nın iç güvenlik sorumluluğunu kaldırarak bölücü örgüte
meydanı boş bırakmıştır.

Bireysel çıkarı, cumhurbaşkanlığı hırsı için güneydoğuda devlet otoritesini
yok etmiştir.

Bölgedeki vatandaşlarımızın büyük bölümünün bölünmeye karşı duruşu, geleceğe yönelik umutlarımızı korumamızı sağlamaktadır.

Anaların belediye önündeki eylemi ve onlara verilen destek
bu yönde olumlu göstergedir.

BAŞ SATICI

Türk askerinin elini kolunu bağlayan RTE, olaya tepkiler artınca
kendini kurtaracak açıklamayı patlattı;
“Orada bulunan askerdi, komutandı hepsi bunun bedelini ödeyecektir.”

RTE budur.

Bugün sırtını sıvazlar, yarın sırtından bıçaklar.
Baş sorumlu, aynı zamanda iyi bir baş satıcıdır.
TSK mensupları bunu görmeli ayağını denk almalıdır.
Bugün teröristlere dokundurtmayan RTE, yarın yasal sorun yaşadığında
tüm sorumluluğu askere yüklemekten çekinmeyecektir.
Görünen köy kılavuz istemez.
Esad ve  Kaddafi olayları canlı örnektir.

KIRATIN HUYU

Türk askeri çok kötü bir sınav vermiştir. Güven duygularını sarsmıştır.
“Çocuktu, kadınlar vardı, serinkanlı davranıldı..” ifadeleri
büyük yırtığa yama olamaz. Aksine yırtığı genişletir.

Bayrağın koruyucusu, görevini yapamamıştır.

Ölüm halinde, her Türk erkeğinin değil ama askerin tabutuna
Türk Bayrağı sarılmaktadır. O ayrıcalığa layık olmayanlar ayıklanmalıdır.
Sanırım TSK komuta kademesi  bu utançtan payına düşeni almıştır.
Olaylar gösteriyor ki, Sözcü Gazetesi’nin yazdığı gibi “üzüm üzüme baka baka kararmıştır”
Bizim üzümün karası daha da yaman çıkmıştır.
Başka bir deyişle kıratın yanında dura dura suyunu değil ama huyunu kapmıştır.

**************

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

ZEKA

RTE, gezi eylemcilerine “gezi zekalı” diyerek küçümsemeye çalıştı.

Ne gam; onlar birileri gibi “geri zekalı” değil…

ŞIRACI

TÜBİTAK, Başbakan’ın ve  E.Bağış’ın konuşmalarının hece hece montaj olduğu raporu verdi. Bozacının tanığı …

TEZEK

SÜTAŞ, Karacabey’deki işçi direnişini kırmak için eylem alanına 13 ton gübre dökmüş.
B..tan işverenin  tezekten olur çözümü…

ÖRNEK

Silvan’da altı öğretmen PKK tehdidine rağmen İstiklal Marşı’nı okuttu
ve okulu terk etmedi.
PKK‘ya ricacı olan valilere ve güvenlik güçlerine duyurulur…

 

 

 

 

 

 

 

Soner YALÇIN : 19 TUTSAK


Dostlar
,

Soner Yalçın, Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en yetenekli gazeteciler içinde önlerde geliyor.

Özellikle hapisten çıktıktan sonra yazdıkları -görkemli SAMİZDAT kitabı sonrası-
büyük bir özenle izlenmeli ve değerlendirilmeldir.

Aşağıda, birkaç gün gecikmeyle “19 Tutsak” yazısı.. (28.2.14, SÖZCÜ)

Ergenekon tutsaklarından Oktay Yıldırım‘ın şu sözleri üzerinde
bir kez daha hep birlikte düşünmeliyiz :

  • “..Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik,
    yemeğimizi-suyumuzu paylaştık
    .”

Sevgi ve saygı ile.
4 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

19 TUTSAK..

portresi_kasketli
Soner YALÇIN

Gündem, Erdoğan-Gülen kavgası
Cezaevindeki tutsakların/esirlerin gündemden düşmesine izin vermeyeceğim. Her daim, fırsat buldukça onların sesini bu köşeye taşıyacağım…
Çünkü:
Türkiye’nin gerçekle bağı koparıldı;
ülke toplumsal travma/sosyal şizofreni yaşıyor.

Baksanıza:
Yasada “hüküm özlü” diye hukuksal bir statü yok.
Yani, masumiyet karinesi gereği; hüküm kesinleşinceye dek herkes suçsuz.

Bu değişti; yerel mahkeme karar verince kişi “hüküm özlü” oluyor!
Oysa yargı süreci bitmiyor; bunun Yargıtay gibi safhaları var.
Yok dinlemiyorlar; yasayı filan umursamıyorlar. Şark kurnazlığı yaparak, uzun tutukluluk konusunda Türkiye’yi sıkıştıran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni kandırmaya çalışıyorlar.

Şimdi…
Yeni demokratikleşme paketiyle 5 yılı aşkın cezaevinde bulunan Ergenekon sanıklarının serbest kalmasının önündeki tek engel -bu Türkçe özürlü- “hüküm özlü” statüsü!

Ziyaretine gittiğimiz Silivri Cezaevi’ndeki gazeteci Tuncay Özkan isyan ediyor.
Haklı. Demokratikleşme paketi adı altında nice yasalar değişti; katiller yararlandı. Tuncay Özkanlar yararlanamadı. Yeni pakette de bu uyduruk “hüküm özlü” statüsüyle özgürlükleri engelleniyor.

Gazeteci Deniz Yıldırım hep olduğu gibi bir ayrıntıya dikkatimizi çekti:

“Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, yeni yasa düzenlemesiyle 149 kişinin tahliye olacağını açıkladı. Sonraki konuşmalarında bu rakamı 130’a indirdi. 19 kişi azalmıştı.
Bu 19 kişi 5 yılı aşkındır cezaevinde yatan ve yasa değişikliğinden yararlanacak Ergenekon sanıklarıydı!”

4 yılı aşkındır cezaevinde yatan gazeteci Yıldırım, bir de istihbarat verdi:

“Sayının azalmasının nedeni olarak, başta Hüseyin Çelik ve Şamil Tayyar gibi
20’yi aşkın AKP milletvekilinin karşı çıkmaları gösteriliyor.”
Hüseyin Çelik ile Şamil Tayyar’ın bu kini hiç bitmeyecek görünüyor.

AKP’ye “örtülü” destek

Silivri Cezaevi’nde ziyaret ettiğimiz gazeteci Hikmet Çiçek,
konuşmasına CHP’yi eleştirerek başladı:

“Cemaat’in devlet içindeki gücünü kıracak her türlü girişim desteklenmelidir.
28 Şubat dahil, hiçbir siyasal iktidar Cemaat’in üzerine bu derece gitmedi.”

Hikmet Çiçek, Cemaat konusunda bilgili üç gazeteciden biridir. Yıllarca bu konuda haberler yaptı. Silivri Cezaevi’nden CHP’ye sesleniyor;

“Kafanızı karıştırmayın, Türkiye için son derece tehlikeli olan Cemaat’in devlet içindeki olağanüstü gücünü kırmak için siz de mücadele edin.”

Gazeteci Turan Özlü de aynı fikirde:

“AKP-Cemaat kavgası Türkiye’nin lehinedir. Cemaat’in inine girenin elini kimse tutmasın; tüm pislikler tek tek ortaya çıksın. Kimileri tribüne çıkarak, ‘birbirlerini yesinler’ diyor; bu tavır da yanlıştır. Tamam yesinler birbirini; dünya tarihinde tüm ittifaklar böyle parçalanıp yok oldu. Ama seyirci olmak doğru değildir; öncelik Cemaat tehlikesinin
yok edilmesidir.”

Turan Özlü’nün bir de sitemi var:

“Türkiye, AKP yolsuzluklarını Cemaat sızdırmalarıyla mı öğrendi?
Aydınlık’ta yaptıklarımız ortada; biz hırsızlıkları ortaya döken telefon kayıtlarını yayınlamadık mı? Bu sebeple zindanda değil miyiz? Keza Wikileaks ortada.
CHP İstanbul İl Başkanı rahmetli Mehmet Bölük’ün mücadelesini CHP’liler unuttu mu? Unuttular ise yazdığı ‘El Tayyip’ kitabına baksınlar; orada tüm hırsızlıklar yazılı.”

6 yıl 8 aydır cezaevinde bulunan; Erdoğan hakkında yazdığı kitaplarla bilinen yazar Ergun Poyraz,

“Dünyanın tüm Atatürkçüleri bir araya gelse Cemaat’in yaptığı tezgahları bu kadar ortaya çıkaramazdı. Erdoğan’ın en büyük hatası, Cemaatçi polislere inanması oldu; ‘seni öldürecekler’ yalanına kandı.”

Hurşit Tolon Paşa ise Cemaat olgusuna daha geniş perspektiften bakma taraftarı. O’na göre

  • Cemaat; Sevr’i diriltmek, ulusal birliği parçalamak isteyenlerin,
    uzaktan planlı programlı yöntemlerini harekete geçiren piyon.
  • “Biz Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıktığımız için buradayız.
    Hedef biz değil Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.”

Bana ve Balbay’a eleştiri

Gazetecilik böyledir; hep tenkit edilirsiniz. Olsun, eleştiriye zenginlik olarak bakmak gerekir. Hikmet Çiçek, Cemaat’in kirli tezgahlarını az yazdığım için eleştirdi.
Prof. Dr. Yalçın Küçük ise Cemaat’i tek yanlı suçlu gören yazılarımı eleştirdi.
Prof. Küçük’e göre iki taraf da kirliydi; birini destekleyip diğerini yazmak doğru değildi.
Erdoğan’ın yeni müttefik arayışında olduğunu söyleyen Prof. Küçük, “tek yanlılık” eleştirisini Ulusal Kanal için de yaptı; “Ulusal Kanal, AKP televizyonu oldu!”
Görünen: AKP Silivri’yi böldü!..

Prof. Yalçın Küçük, “Sosyal Demokrat Merkez Partisi” dediği için Mustafa Balbay’ı
ve; “buradan çıkmamızı istemiyorlar” diye CHP’yi, sertçe eleştiren makaleler yazdığını söyledi. Evet dedim ya; eleştiri zenginliktir.

“Hocam giden belli; AKP. Peki gelen ne?” diye sordum.

“Ne geldiğini göremiyoruz; ipuçları yok.” diye yanıt verdi.

Çok etkilendiği Gezi direnişini bir orta sınıf kalkışması olarak değerlendirdiğini;
hapisten çıktığında bu konuda araştırma yapmak istediğini söyledi.
Türkiye’de bu kadar milyarderin nasıl çıktığını da merak ediyordu.

Son görüştüğümüz kişi, 2 yıl cezaevinde benim kahrımı çeken koğuş arkadaşım
Oktay Yıldırım idi. Cezaevinde yazdığı üçüncü kitabı,

“Başımıza Gelenler; Kumpastan Direnişe” yakında çıkacaktı.

Sözlerine, pankreas kanseri Muzaffer Tekin’le başladı;

  • “Hepiniz lütfen kolları sıvayın, ne yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır;
    hemen serbest bırakılmalıdır. Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik, yemeğimizi-suyumuzu paylaştık.”

Silivri Cezaevi’nden ayrılırken şunu düşündüm:

Geleceğin en önemli niteliği şaşırtıcı olmasıdır; var olanın sürgit devam edeceğine inananlar; yalnızca görmek istediklerini görenler; en çok düş kırıklığına uğrayanlardır ve tarihe hesap verenler hep onlar olmuştur…

Hrant’ın katili Emniyet’teki çete!

Dostlar,

Sayın Ali Serdar Bolat epey emekle yine çok doyurucu ve tarihsel değeri olan
bir dosya hazırlamış.. Ellerine sağlık.. Paylaşalım..

Anımsanacağı üzere, Sayın Bolat’ın bu yazısında temel aldığı 04.12.13 günlü
AYDINLIK Gazetesi‘nin kapağını biz de aynı gün sitemizde irdelemiştik.
Ana haberlere gönderme yapmış ve kaygılarımızı dile getirerek,
Türk Ulusunu bir an önce seçimlerde gereğini yapmaya ve AKP iktidarından
kurtulmaya çağırmıştık :

http://ahmetsaltik.net/2013/12/05/aydinlik-gazetesi-4-aralik-2013-gunlu-sayisi/, 5,12.13

Sevgi ve saygı ile.
8.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Hrant’ın katili Emniyet’teki çete!
++++++++++++++++++++++++++
Ali Serdar Bolat
5 Aralık 2013
Fethullahçıların kimi gazetelere gönderdiği AKP yöneticilerinden birisi ile ilgili kaset (seks kasedi?) ve Taraf gaz tenekesi yazarı Baransu eliyle yayımlanan
2004 MGK belgesi ve bu belgenin uygulanması ile ilgili belgeler yüzünden telaşa düşen Tayyip Erdoğan, dershaneler konusunda geri adım atmıştı.
Ancak kavga bitmedi. Başta Sabahattin Önkibar olmak üzere birçok yazar ve Aydınlık gazetesi, bu savaşın süreceğini ve tarafların birbirlerinin pisliklerini açıklamaya devam edeceklerini yazdı. Lağım patlamıştı bir kere.
Saldırı sırası Tayyip Bey’e gelmişti. Fethullahçı Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek tarafından muhbir olarak kullanılmış olan “Büyük Ağabey” Erhan Tuncel,
Hrant Dink suikastı davasında yaptığı savunmada Fethullahçı çete elemanlarını suçladı. En başta da, kendisini polis muhbiri olarak kullanan Ramazan Akyürek’i.
Tuncel’in, AKP cenahından bir güvence almadan gerçekleri açıklamaya
cesaret edebilmiş olması çok zor görünüyor. Tayyip Bey, kaset ve MGK belgesi darbelerine bu şekilde daha güçlü bir darbe ile karşılık vermiş oluyor.
Aydınlık, 4 Aralık 2013
Yargıtay’ın bozma kararından sonra yeniden görülmeye başlayan davanın
ikinci duruşmasında Erhan Tuncel özetle şunları anlattı:
Dink cinayetinin arkasında dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ve İstihbarat Daire Başkanlığı C Masası Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer çetesi var.
Asrın operasyonu diye sunulan Ergenekon, Balyoz, Şike, Cübbeli Ahmet, odaTV operasyonlarının altında yine bu iki kişininimzası vardır.
Ben sanık değil, tanığım. Yaptığım ihbarlar sayesinde Dink cinayeti engellenebilirdi. Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer, verdiğim bilgiye karşın cinayeti önlemedi.
Jandarmanın bu işi (cinayeti) yapacak kapasitesi yoktur. Benim de cinayetle alakam yok. Beni dublör olarak kullanıyorlar. Dink cinayetini Ergenekon üstü bir şebeke işledi. Benimle ulaşabileceğiniz nokta, polislerdir. Jandarma ile hiçbir bağlantım yoktur.
Ali Fuat Yılmazer, kayıtları silerek kendisine ulaşılmasının önüne geçmiştir. Jandarma ile ilişkili olduğum yaygarasını koparıp Emniyet ile olan ilişkiyi örtbas etmeye çalışmaktadır. Ayrıca bu şahıs, son dönem yapılan birçok şaibeli sahte belge üretilen operasyonlara (Ergenekon, Balyoz gibi tertipleri kastediyor)
karar vermiş ve uygulamıştır. Bu iki kişi Akyürek ve Yılmazer) Cemaati aşan
bir konumdadırlar. AKP’li oldukları söylentisi yalandır.
Cinayetin aydınlanması için Sayın Başbakan’ın olağanüstü çabası olmuştur. Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun (BTK) bu iki kişiyi yargılamasını sağlamıştır.
Ancak bu iki kişi müfettiş görevlendirerek BTK raporunu işlevsiz kılmıştır.
Devlet otoritesini sarsacak tüm operasyonlarda bu iki kişinin imzası vardır.
Akyürek, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo görüşmelerini sızdırmıştır.
MİT ile Hükümetin arasını açmaya çalışmıştır. İstihbaratta tek söz sahibi olmaya çalışıp Dink cinayetindeki rolünü örtbas etmek amacıyla görevde kalmayı başarmıştır. Kendisini ve çetesini yargılatmamıştır.
Dink cinayeti organizasyonu ne Ergenekon, ne Hükümet, ne Cemaat, ne de MİT içinnddeki bir yapıdır. Yalnızca Akyürek ve çetesinin imkan ve kabiliyetleri
buna müsaittir. Akyürek, ihtiyaç olmadığı halde guruba eleman yerleştirip (beni) daha sonradan altında çalışan çetesiyle birlikte davanın bir numaralı sanığı haline getirip kendisini ve çetesini gizlemiştir.”
***********
Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, Ramazan Akyürek’in siciline kendi eli ile
şöyle yazmıştı:

“Emniyetteki hizipleşme içinde – irticai akımlara (Fethulah) yakın.
Dikkat edilmelidir.”

Dikkat edilmeyinde de, Trabzon Emniyet Müdürü iken planladığı Dink cinayetini İstihbarat Daire Başkanı olunca uygulama fırsatını buldu.
Bu belge de Doğu Perinçek tarafından açıklandı ve Aydınlık dergisinde yayımlandı.
***********
Erhan Tuncel’in ifadesi, daha doğrusu itirafları, gerçek katilleri ortaya çıkarmış, Doğu Perinçek’in cinayet günü (19 Ocak 2007) ve daha sonra (31 Ocak 2007) günü yaptığı basın toplantılarındaki açıklamalar bir kez daha doğrulanmış,
“Katil Ergenekon” diye yaygara koparan, ABD elçisinin arkasında
“Hepimiz Ermeniyiz” diye yürüyen Dink’in şirret “arkadaş”ları bir kez daha
rezil olmuşlardır.
Aydınlık dergisi, 4 Şubat 2007 günlü sayısında, Perinçek’in açıkladığı
cinayet örgütü şemasını yayımladı. 
Üstteki fotoğraf: Doğu Perinçek, 2. basın toplantısında şemayı açıklıyor. 31 Ocak 2007 
Alttaki resim: İşte o şema…
Ve işte şemanın yayımlandığı Aydınlık dergisinin kapağı. 4 Şubat 2007
Doğu Perinçek ve diğer İP yöneticileri de Ergenekon (13. Ağır Ceza) Mahkemesindeki savunmalarında Dink cinayeti çetesini ayrıntılı olarak açıkladılar. Bu açıklamalar Erhan Tuncel’in itirafları ile doğrulanmış oldu.
Ancak Erhan Tuncel, yaptığı bu itiraflar yüzünden Fethullahçıların
Tayyip Erdoğan‘ı suçlamasının önüne geçebilmek amacıyla şöyle söyledi:

“Dink cinayeti organizasyonu ne Ergenekon, ne Hükümet, ne Cemaat, ne de
MİT içindeki bir yapıdır. Yalnızca Akyürek ve çetesinin imkan ve kabiliyetleri
buna müsaittir.”

Halbuki, Akyürek ve çetesi doğrudan Fethullah’ın Işık Evleri, Büyük Birlik Partisi ve Alperen Ocakları ile bağlantılı. Bu çete hakkında yapılacak bir yargılamanın Fethullah Cemaati’ne ulaşacağı apaçıktır.
Öte yandan, AKP’yi korumak için ek sözler söyledi:

“Cinayetin aydınlanması için Sayın Başbakan’ın olağanüstü çabası olmuştur.”

Halbuki, Akyürek’i 9 Mayıs 2006’da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı, 
1 Şubat 2012’de de Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanı yapan Tayyip Erdoğan değil miydi? Dink cinayetinde suç ortağıdırlar.
Nasıl Akyürek suçu kurmuş olduğu ekibe yıkıp aradan sıyrılmış ise,
AKP de suçu Fethullah’a yıkıp aradan sıyrılmayı planlamaktadır.
AKP’nin Fethullah’ı kullandıktan sonra çöp sepetine atması mümkün değildir. Öbür tüm tertiplerde olduğu gibi, Dink cinayetinde de AKP ile Cemaat
suç ortaklığı yapmışlardır. Her iki örgüt de halkımız tarafından birlikte
çöp sepetine atılacaktır.
***********
***********
arşiv:
Rakel Dink’e ve çocuklarına çağrı
++++++++++++++++++++++++++++
Ali Serdar Bolat     
3 Şubat 2012
Hrant’ın eşi Rakel ve çocukları
Suçüstü yakalanan hırsız, kendisini yakalayanlarla birlikte bağırır:
“Hırsız kaçıyor, tutun!”

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 17 Ocak 2012 günü, sanıkları;
“Cinayette örgüt yok, suçu kendi başlarına bireysel olarak işlediler.” gerekçesiyle, örgüt suçundan beraat ettirdi.

“Bireysel eylemlerinden dolayı” dört sanığı 2 ay ile 12 yıl arasında değişen
hapis cezalarına, Yasin Hayal’i ise “adam öldürmeye azmettirmekten”
müebbet hapis cezasına çarptırdı.
Sahibin sesi “Taraf” ile bilumum F tipi (Fethullahçı) basın ve yandaşlar,
hep bir ağızdan manşetlerden bağırıyorlar:
“Cinayette örgüt gizlendi. Örgüt Ergenekon’dur.”
***********
SORUMLULAR
++++++++++++

Aslında, yakın tarihimizdeki önemli siyasal cinayetler içinde, belki de failin
kim olduğunun bu denli açık, bağıran kanıtlarla kendisini gösterdiği başka bir olgu yoktur.
Savcılık, siyasal iktidar, F tipi ve yandaş basın ve Hrant Dink’i sözüm ona savunan avukatlar elbirliği ile mahkemenin dünkü kararı almasını sağlamışlardır.
***********
1-
Savcı mütalaasında; “Elimde kanıt yok ama bu cinayeti Ergenekon’un
Trabzon hücresi işledi.”
 dedi
Elinde “kanıt” olmadan kanaat ifade eden bir kanun adamı!
Burada, gerçek faili karartma çabasının olduğunu görmemek mümkün değil.
***********
2-
AKP Hükümeti, cinayetin işlenmesine bir şekilde dahil olduğu anlaşılan Fethullahçı Emniyet görevlilerinin soruşturulmasına izin vermedi.
Tam tersine o görevlileri ödüllendirdi.

Olayın içindeki Erhan Tuncel, zamanın Trabzon Emniyet Müdürü
Fethullah sicilli Ramazan Akyürek
’in istihbarat elemanı.
Ali Fuat Yılmazer, İstanbul’da yetkili konumda.
Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu‘na göre, İstanbul İstihbarat C Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer, kendisine gelen “Yasin Hayal Hrant Dink’i ne pahasına olursa olsun öldürecek.” şeklindeki istihbaratı İstanbul Emniyeti’ne “Hrant Dink’e karşı eylem yapılacak” şeklinde sulandırarak vermiş, suikast bilgisini saklamış,
İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’a bile bildirmemiş.
Emniyet Genel Müdür Vekili Necati Altuntaş‘ın 2008 yılı başında hazırlayıp 5 önemli devlet kurumuna verdiği “Emniyet içindeki 57 Fethullahçı Polisler Listesi”nde Akyürek ve Yılmazer ön sıralarda…
Ve diğerleri…
AKP iktidarı bütün bu devlet görevlileri hakkında soruşturma açılmasına
izin vermiyor, aksine terfi ettiriyor Kısacası örgütü gizliyor.
***********
3-
F tipi ve yandaş basın son beş yıldır elbirliği ile büyük bir karartma ve yanıltma kampanyası yürütüyorlar.
Hrant Dink cinayeti, Danıştay cinayeti, Zirve Kitabevi katliamı ve Rahip Santoro cinayeti failleri, Fethullah destekli  Büyük Birlik Partisi (BBP) ile bağlantılı ve Fethullah’ın ışık evleri ile ilişkili.

Ama bu kadar açık gerçeği, bu “basın” görmedi.
Savcılık görmedi!
İktidar görmedi
ve sözüm ona Hrant Dink’i savunan avukatlar da görmedi.
 
***********
4-
Sözde Hrant Dink’i savunmakla yükümlü avukatlar beş yıl boyunca gerçek failleri bulmak için çaba göstermek bir yana, tam tersine olayı karartmak için deyim yerindeyse ellerinden geleni yaptılar.

Kendilerinin istediği telefon dinleme kayıtlarının ortaya koyduğu bağlantıların adını bile söylemekten aciz avukat olabilir mi?

Savcının, “Elimde delil yok ama bu cinayeti Ergenekon’un Trabzon hücresi işledi” sözüne, hukuksal bir değer ve cinayeti aydınlatacak bir saptama diye sarılan
mağdur avukatı olabilir mi?
Fethullah’ın Işık evlerini, BBP’yi ve “Alperenler Ocağı”nı gösteren onca kanıta karşın, “Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Oktay Yıldırım isimleri araştırılsın” diyen avukatlar, gerçekte kimin avukatlarıdır?

Genelkurmaydan başlayarak akla gelebilecek hemen herkesi sorumlu ilan eden avukatlar, cinayet faillerinin Fethullah destekli Büyük Birlik Partisi’yle bağlantısını ve Fethullah’ın ışık evleriyle ilişkisini görmemişlerdir.
Ramazan Akyürek’in ve Ali Fuat Yılmazer’in Fethullah ilişkisini görmemişlerdir.


Avukatların bu yaptığı, gerçeği açığa çıkarma çabası mıdır yoksa bütün kanıtlarıyla
orta yerde duran gerçek failleri gizlemek midir?
***********
RAKEL DİNK’E ve HRANT’IN ÇOCUKLARINA AÇIK ÇAĞRI
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Hrant Dink cinayeti, faili meçhul bir cinayet değil. Fail belli. İrtibatlı olduğu kişiler belli. Koruyanlar belli.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, cinayetten bir müddet sonra yaptığı basın toplantısında sorumluları tek tek açıkladı. Ve Doğu Perinçek o zamandan beri hapiste..
Hrant’ın katledilişinden bu yana beş yıl geçti.
“Hrant’ın arkadaşları” etiketi ile beş yıldır ortalıkta dolaşanlar, timsah gözyaşları dökenler, tetikçilerin arkasındaki örgüte ulaşmak için ne yaptılar?
“Ne yaptılar” demeyelim, çok şey yaptılar. Hrant’ın katili olan F tipi Gladyo’yu gizlemek için canla başla çalıştılar.
***********
TÜRKİYE’NİN AYDINI
++++++++++++++++++

Hrant’a gelince, o Türkiye’ye ait bir aydındı. Kayseri’de katıldığı panelde yaptığı konuşma, yurtsever bir aydın olarak O’nun, büyük sorumluluk bilincini göstermektedir:


  • “Kürtler, Ermenilerin yüzyıl önce yaşadıklarından ders almalıdır.
    Emperyalistler gelir, çıkarlarını düşünür, bizi birbirimize düşürür,
    sonra da çekip giderler. Olan burada kalan bizlere olur”.
  • “Geçmişte İngiliz, Fransız, Alman ve Rusların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol ne ise bugün başta ABD olmak üzere aynısı tekrarlanıyor. Ermeni halkı onlara güvendi. Kendilerine, ‘Osmanlı’nın zulmünden’ kurtaracakları vaat edildi. Ama öyle olmadı. Yanıldılar.
    Çünkü onlar geldiler, kendi işlerini,
    kendi hesaplarını yaptılar, çekip gittiler. Burada kardeşi kardeşe kırdırdılar. Kürtlerin yaşadığı aynı şey. ABD, Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere geldi. Bu çok tehlikeli…” HRANT DİNK

Bu anlayışa uygun davranmayanlar “Hrant’ın arkadaşları” olamazlar..
***********
İşçi Partisi Genel Başkanvekili Mehmet Bedri Gültekin
Silivri Esir Kampı’ndan yazdı
Tarafımdan eklemeler ve kısaltmalar yapılmıştır ASB
***********
arşiv:
Hrant’ın “arkadaş”ları Fethullah’a siper oldular 3 Şubat 2012
Hrant: “Bu yasayı Fransa’da çiğneyeceğim”     31 Ocak 2012
Hrant da değilsiniz, Ermeni de. Sadece Amerikancısınız    29 Ocak 2012
Sosyalizmle yetişmiş yoksul Ermeni çocuğu    22 Ocak 2012
Doğu Perinçek Dink cinayetinin faillerini 2007’de açıklamıştı    22 Ocak 2012
Hrant Dink cinayetinin izleri Fethullah’a ulaşıyor    22 Ocak 2012

AYDINLIK Gazetesi 4 Aralık 2013 günlü sayısı

Dostlar,

04 Aralık 2013 günlü AYDINLIK Gazetesi’nin kapak sayfasını paylaşalım..

Dehşet verici ifadeler var..

* Polisten eylemciye tecavüz tehdidi..

* Hrant’ın katili Emniyet’teki çete!

* Karşımızda polis yok cinayet çetesi var..

* 3 yargıçtan MİT Müsteşarına yalanlama..

* 2013’ün ilk 11 ayında 77 madenci yaşamını yitirdi..
 Dünya Madenciler Günü‘nde perişan hallerimizdir..

aydinlik4aralik-1

AKP iktidarı 11. yılını bitirdi, 12. yılına başladı 14 Kasım’dan bu yana..
Ülkemizdeki yıkım çoook ciddi boyutlarda..

AKP’nin bir an önce iktidardan uzaklaştırılması ve ciddi bir onarım planına gereksinimimiz var..

Haydi Türkiye, önündeki seçim olanaklarını kullan ve bu Fetret Dönemine son ver artık..

Sevgi ve saygı ile.
5.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Asrın felaket projesi: MARMARAY!


Dostlar,

29 Ekim 2013’te AKP hükümeti gene siysal gösteriye hazırlanıyor..
MARMARAY‘ın bir bölümünü açabilirler..

Oysa aşağıdaki yazı tüyler ürpertici uyarılar içeriyor.

Hemen hemen tüm kadrolara yaraşırlık (liyakat, merit) aranmadan mürit terbiyeli imamları yerleştirdiler. Oysa MARMARAY gibi yüksek teknoloji gerektiren tasarımlar ancak ve ancak akıl ve bilimle gerçekleştirilebilir.

Nitekim hızlı tren faciası bu nedenlerle yaşandı.
Bölünmüiş yollar çöküyor ve yapım hataları yüzünden çok sayıda kazaya neden oluyor..

AKP apaçık sabıkalı bu konularda.. Bu bakımdan halkın güveni yok..
Bilim çevrelerinin de..

Bir hekim olarak biz de uyarmış olalım :

  • Şakası yok, Boğazın altındaki tüp geçite deprem, tabanın sıvlaşması,
    tüplerde kaçak.. vb. nedenlerle deniz suyu sızması, olağanüstü yüksek basınç nedeniyle saniyeler içinde tüm sistemi (76,5 km!) deniz suyunun basması, hiçbir kurtulma şansı olmamak üzere sistemdeki onbinlerce insanın çok yüksek basınçlı su dalgasının çarpmasıyla şok (patlama, blast) etkisiyle, boğulmaya bile süre (gerek!) kalmadan parçalanarak anında feci biçimde ölümüne
    yol açabilir ve uyarıldığı gibi MİLENYUMUN FACİASI olabilir!
    Cesetler tanınamaz, dağılır.. İstanbul’un altyapısı tahrip olur, toprak kaymaları ve çökmeleri olabilir, yeryüzünde de binaların, yolların zemin güvenliği kalmayabilir..

İnsanık tarihine geçer.. Binlerce yıl tarih yazar.. filmleri yapılır.. ve de sorumluları, şimdiye dek örneği görülmedik biçimde 7 sülaleleri ile lanetlenirler.

  • RT Erdoğan iktidarı saatler içinde alaşağı olur,
  • A. Gül dahil Yüce Divan’da hapse tıkılırlar.

Böylesi hayal ötesi boyutlu bir facia, istenirse, süper bilgisayarlar ortamında benzeşim (simülasyon) yazılımları ile göselleştirilebilir. Boğaziçi Üniversitesi’nden Sayın Prof. Dr. Semih Tezcan’ın uyarıları ve önerisi yerindedir.

29 Ekim’deki açılış mutlaka ertelenmelidir.

ODTÜ ve İTÜ başta olmak üzere bilimsel – teknik yeterlikleri tatışılmayacak üniversitelerimizden, Deniz Kuvvetlerimizden uzmanların da yabancı bilim kurumları temsilcileri ile birlikte oluşturacakları kurulun incelemesine açılmalı ve rapora
teknik – bilimsel bağlanmalıdır.

AKP hükümeti bunu yapmaya zorunludur.
Devletin başı da..
TBMM’nin başı da..

Ana Muhalefet ve muhalefet ile teknik üniversitelerin rektörlükleri de en yüksek perdeden isyan etmek zorundadırlar! Yoksa suç kesin ortağı olacaklardır!

Yazı aşağıda..
(http://www.aydinlikgazete.com/toplum/26728-asrin-felaket-projesi-marmaray.html, 25.10.13)

Aman, aman, aman…

Aman, aman, aman…

Aman, aman, aman…

Sevgi ve saygı ile.
25.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Asrın felaket projesi: MARMARAY!

Projede 6 yıl görev yapan mühendisin ardından Yrd. Doç. Kubilay Kaptan’dan da ürperten bir uyarı geldi:

  • ‘Boğaz’ın altındaki tüpler depremde birbirinden ayrılabilir!’

Marmaray

Avrupa ve Anadolu yakasını Boğaz’ın altından tüplerle birleştirilerek Gebze-Halkalı arasında kesintisiz ulaşım sağlaması planlanan, hükümetin “Asrın projesi” olarak duyurduğu Marmaray Projesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından önümüzdeki günlerde açılacak. Hükümetin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na denk getirdiği açılış öncesinde projeye yönelik tehlike uyarılarının ardı arkası kesilmiyor. 6 yıl Marmaray’da görev yaptıktan sonra emekli olan Elektrik Elektronik Yüksek Mühendisi Rıza Behçet Akcan yaptığı açıklamada,
“felakete davetiye” yorumunda bulundu.

2002-2008 yılları arasında Marmaray projesinin içinde Sinyalizasyon, SCADA ve Haberleşme Uzman Danışmanı olarak görev yapan Akcan, projenin tamamlanmadan açılmak üzere olduğunu söyledi. Projenin bu haliyle açılması durumunda büyük tehlikeler içerdiğini anlatan Akcan, “Marmaray bölünerek hizmete açılacak olması sebebiyle sinyalizasyon ve kumanda merkezi sağlıklı çalışmayacaktır ve bu da
ciddi çarpışmalara davetiye çıkaracaktır” dedi. 47 yıllık demiryolcu Rıza Behçet Akcan, “Olası ölümlerin sorumlusu işte bu iktidar olacaktır” diye konuştu.

‘Kamuoyuna açıklasınlar’

Projenin başından bu yana Marmaray’ın güvenilirliğinin sorgulanması gerektiğini kaydeden İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Eğitim ve Araştırma Merkezi Müdürü Yard. Doç. Dr. Kubilay Kaptan da, “Ortada biten bir şey yok” dedi. Kaptan, “Tüpgeçit kısmı projenin 13 km’lik bir bölümü. Sarayburnu’ndan Kumkapı’da yeryüzüne çıkarak Yenikapı’ya geçiyor. Tamamlanan Söğütlüçeşme ile Sarayburnu’ndaki kısım açılıyor” diye konuştu. Marmaray’ı ayrıntılarıyla anlatan Kaptan, projenin güvenirliliğinin tartışmalı olduğunu belirterek şunları söyledi:

“Marmaray’ın uzunluğu toplan 76 km, bunun 63 km’si yer üstünden 13.6 km’si de Boğaz’dan tüp tünel şeklinde geçiyor. Bu tüp tünelin 1.4 km’si batırma tüp tünel.
Yani denize yüzdürülerek getirilmiş, batırılmış ve aşağıdaki dalgıçlar tarafından birbirine bağlanmış tüpler.

  • Bu tüplerin olası bir İstanbul depreminde birbirinden ayrılmayacağının
    garantisi yok. 

Kamuoyuna bunları açıklasınlar.”

Sıvılaşma riski

Marmaray tünelinin Kuzey Anadolu fay hattına 16 kilometre uzaklıkta olduğunu ifade eden Kaptan, “Yani tünel fay hattına çok yakın. 7.5’lik bir depreme bu kadar uzaklıkta yakalanırsanız, depremi merkezindeymiş gibi hissedersiniz. Marmara Denizi’nin altı balçıktır. Yani sıvılaşma riski çok yüksek. Ve sıvılaşma riski olan zeminlere yapı yapamazsınız. Ancak kazıklarla sert zemin bulursunuz, onun üzerine yaparsınız. Deprem olmasa bile bu durum büyük risk oluşturuyor” dedi.

Kaptan, “Proje o okadar hatalarla dolu ki sıvılaşma riskini söylediğimiz zaman ‘yok’ dediler. Proje başlayınca yani denizin dibine inince sıvılaşma olduğunu gördüler.
Bu defa da firma önlem almak için ek para istedi. Gerisini açıklamadılar. Önlem alındı mı alınmadı mı? Deprem olsun ya da olmasın, sıvılaşan zemine önlem alındı mı?”
diye konuştu.

Dünyada örneği yok

Projenin ihalesiyle ilgili de açıklamalarda bulunan Yrd. Doç. Dr. Kubilay Kaptan,
şunları söyledi:

“Dünyada batırma tüp tekniğini bir tek Japonlar yapıyorlar. Bu projenin en başta
hangi Japon firmaya gideceği belliydi. O firmaya verildi, karşılığında
Japon hükümetinden kredi alınarak başlandı.

En başından yapılacadan beri karşı çıkan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi

Prof. Dr. Semih Tezcan, 2011 yılında AYDINLIK‘a yaptığı açıklamada,

  • “Boğaz’a tüp tünel faciaya davetiye!” uyarısında bulunmuştu.

Projenin güvenli olmadığını belirten Prof. Dr. Tezcan şunları söylemişti,

“Tüp geçitin oturduğu zemin, bir deprem anında yüksek derecede sıvılaşma riski taşıyan balçık bir zemindir. Sıvılaşma halinde,

  • tüp geçite basınçlı deniz suyu sızarak
  • on binlerce kişinin ölümüne sebep olabilir
  • “İpek yolunu bağlıyoruz” diye övünülen proje,
  • milenyum faciasına namzettir.”

açıklamasında bulunmuştu.

Hükümete ‘Hodri meydan’ diyen Tezcan Eğer projeye o kadar güveniyorlarsa;
5 kişilik uluslararası bir komisyon kursunlar, görelim o zaman projeye bu şekliyle
onay veriyorlar mı?”

BİR ELİMDE İSKOTA DİĞERİNDE YEKE


BİR ELİMDE İSKOTA DİĞERİNDE YEKE

AKP'nin genç yaşta emekli ettiği parlak Tuğamiral, Deniz Harbokulu Eski Komutanı..

Türker ERTÜRK

Geçen hafta bir dizi çalışma için Bodrum’da ve Trabzon’daydım. Faaliyetlerimin yoğunluğu nedeniyle Trabzon’da daha uzun süre kaldım ve hafta başında İstanbul’a döndüm.

 

Trabzon’da bulunduğumuz süre içinde Aydınlık Gazetesi okurları için düzenlenen kahvaltıda konuşma yaptım, Milli Merkez çalışmalarına katılarak Trabzon Milli Merkez Yönetim Kurulu üyelerini tanıdım ve onlarla fikir alışverişinde bulundum,
CHP Trabzon İl Başkanlığı’nı ve CHP Trabzon Merkez İlçe Başkanlığı’nı ziyaret ettim.

Daha sonra Trabzon ve bazı ilçelerinde halkın siyasi eğilimlerini, şikayetlerini ve isteklerini ilk elden tespit edebilmek için örgütlerle, delegelerle ve farklı partilerden insanlarla görüştüm. Özellikle AKP iktidarının uygulamaları ile ilgili olarak tabanın fikirlerini ve değerlendirmelerini aldım.

Trabzon’da iken Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) kurucusu ve Genel Başkanı Sayın Haydar Baş ile görüştüm. Kendisi beni Akçaabat’taki evinde geniş bir kurmay heyeti ile birlikte kabul etti. Konukseverliği için Sayın Baş ve değerli arkadaşlarına buradan teşekkürlerimi iletiyorum.

Görüşme isteği benden kaynaklanmıştı. Çünkü her gittiğim yerde bana sorulan sorular arasında “Madem tehlike büyük, artık yaklaşımın ya millicisin ya da gayri millicisin olması gerektiğini söylüyorsunuz, o zaman niçin millici söylemler içinde olan BTP
Genel Başkanı Haydar Baş ile görüşmüyorsunuz?“
sorularına çokça muhatap olmuştum. Hatta Trabzon öncesi Bodrum’da Milli Merkez Vardiya Bizde Platformu’nun düzenlediği panel sırasında yine aynı soruyu bana yönelttiler, ben de “Bu panel sonrası uçakla Trabzon’a geçiyorum ve yarın akşam kendisi ile görüşeceğim“ cevabını verdim.

Beynelmilel kimlik peşinde koşanlar kim?

Haydar Baş ve arkadaşları ile baş başa tam 5 saat konuştuk. Hemen hemen
her konuyu masaya yatırdık. “Yüzde yüz tüm fikirleriniz, dünyaya bakış açılarınız ve değerlendirmelerimiz örtüşüyor mu?“ diye sorarsanız, tabii ki “hayır” yanıtını veririm. Ama temel sorunlara yaklaşımlarımız ve ülkemize yönelik tehdit algılamalarımız
hemen hemen aynı!

Haydar Baş ve arkadaşlarından etkilendiğimi söyleyebilirim. Bunun en büyük nedeni
milli bakış açılarıdır. Niye mi? Çünkü yaşamım boyunca kazanımlarım, bilgi birikimim ve deneyimlerim bana göstermiştir ki; Türkiye’de İslami bakış açısına sahip olan veya bir başka söylemle paradigmasında İslam’ın ağırlığı çok olan insanlar ve örgütler
çok büyük bir oranda gayri millidir.

Ayrıca şöyle bir tespitim var, bilmem katılır mısınız? Türkiye’de Türk kimliği ile sorunu olan insanlar hep uluslararası bir kimlik peşinde koşmuşlardır. Bunlar Türklüğü kabul etmemek için ya ümmetçi oldular ya da sosyalist. Türklükle problemi olanlar hep böyle beynelmilel veya enternasyonel kimlikler içine gizlendiler. Bu demek değil ki, tüm sosyalistlerimiz gayri millidir. Bugünün emperyalist işbirlikçisi Kürt Milliyetçilerinin
1980 öncesinde mücadelelerini sosyalist kimlik altında yaptıkları sanırım gözünüzden kaçmamıştır.

Halbuki dünyanın en modern, en çağdaş ve en hoşgörülü millet tanımı bize ait.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.“ diyor.

Gerçekten bizim Türklüğümüzün arkasında Türkmenlik, Araplık, Kürtlük, Çerkezlik, Arnavutluk, Boşnaklık, Lazlık, Tatarlık, Ermenilik, Rumluk, Süryanilik ve hatta Musevilik bile vardır. İşte Erdoğan ve AKP emperyalist işbirlikçisi olarak bu kimliğimizi çatlatmaya, birlikte yaşama irademizi bozmaya ve Türkiye’yi parçalamaya çalışmaktadır.

Duygularla ve sloganlarla olmaz!

  • Bugün Türkiye varlığını sürdürmek açısından ağır tehdit altındadır.

Sorun AKP ve cemaat değildir. Onlar sadece emperyalizmin projelerini gerçekleştirmek için bulup ortaya çıkarılan, desteklenen ve zaman zaman şantajla yön verilen işbirlikçilerdir.

Emperyalizm sıkıntıları olsa da hala güçlüdür. Onunla baş edebilmek için geniş ve kitlesel birlikteliğe ihtiyaç vardır. Bu nedenle, milli bakış açısına sahip olduğunu
ilk ağızdan müşahede ettiğim Sayın Haydar Baş ve partisi ile işbirliği yapılabileceğine inanıyorum. Atatürk’te birleşen ve milli olan herkesi armudun sapı üzümün çöpü demeden kucaklamak zorundayız.

  • Emperyalizmle mücadele duygularla ve sloganlarla yapılamaz.
  • Bu mücadele geçmişin deneyimlerini içinde barındırmalı,
    birleştirici ve akıl dolu olmalı ve uygun stratejiyi içermelidir.

Bu mücadelenin “Tek at tek mızrakla“ yapılamayacağını iyi biliyorum.

Bu nedenle ufkun ötesini gören bir denizci bakış açısı ile bir elimde iskota
(Ana yelkeni idare eden halat ve palanga donanımının adı), diğer elimde yeke
(Dümeni idare eden kolun adı) inandığım hedefe doğru viya etmeye çalışıyorum. Haftaya Çarşamba günkü yazımda bu konuyu açmaya çalışacağım.

6 Ekim Pazar günü saat 15:00’da Cumhuriyetçi Birlik Platformu’nun Kadıköy
Aden Otel
’de düzenlediği faaliyete katılacağım ve “Tarihimizde üç baskın“ konusunu anlatmaya çalışacağım.

Saygılar sunarım.
5.10.13