Etiket arşivi: Milli Merkez

Ufuk Söylemez’den Ege Cansen’e açık mektup..

Günün polemiği… Konu: Babacan’ın “Türk” çıkışı

Günün polemiği… Konu: Babacan’ın “Türk” çıkışı

08 Ocak 2023, ODA TV, https://www.odatv4.com/

Milli Merkez Ankara Temsilcisi Devlet eski Bakanı Ufuk Söylemez, SÖZCÜ gazetesi yazarı Ege Cansen’in bugünkü “Bölücülük gericilik” başlıklı köşe yazısını eleştirdi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın

  • “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına illâ “Türk” demekten vazgeçilmelidir.”
  • “Dini örgütlenme özgürlüğü tesis edilsin.
  • Yani tarikatlar, tekkeler ve zaviyeler yasal olarak faaliyet gösterebilmelidir”

açıklamasını bugünkü “Bölücülük gericilik” başlıklı köşe yazısıyla destekleyen Ege Cansen’e Milli Merkez Ankara Temsilcisi Devlet eski Bakanı Ufuk Söylemez’den itiraz geldi.

Ufuk Söylemez’in Ege Cansen’in yazısına verdiği yanıt şöyle:
***
Sayın Cansen,

Öncelikle iyi günler dilerim. SÖZCÜ gazetesindeki köşe yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Bugünkü köşe yazınızı okuduğumda, doğrusu biraz şaşırdım ve üzüldüm. Ali Babacan’ın, AKP’nin tam teşebbüs etmesine rağmen yapamadığı daha doğrusu Milletçe yaptırmadığımız sözde çözüm, özde ise çözülme sürecini, yeniden açılım adı altında vizyona sokma niyetinin, sizin tarafınızdan da benimsendiğini görmekten dolayı hayal kırıklığına uğradım maalesef. Hoşgörünüze sığınarak birkaç hususu paylaşmak istiyorum sizinle:

1- Ali Babacan’ın, Türk kimliğine, tarikat ve cemaatlere yönelik laflarının müellifi ilk olarak Graham Fuller’dir. Hani şu CIA Eski Türkiye masası şefi ve RAND Cooperation yöneticisi olan şahıs. 17 yıl önce yayınlanan kitabında, özetle;

  • “Türkiye batıya değil Ortadoğu’ya aittir.
  • Siyasal islamcılıkla bölge aktörü olmalıdır.
  • Kemalizm’i terk ederek, ulus devlet-üniter yapıdan uzaklaşmalıdır.
  • Etnik köken, mezhep, tarikat ve cemaat bazında örgütlenmelerin önü açılmalıdır”

mealindeki zehirli görüşleri herkesin malumudur.

2- Bu görüşleri esas alan açılım ya da çözüm süreci adı verilen süreç, AKP+HDP ve FETÖ tarafından en azgın oldukları dönemde başlatılmıştır. Habur rezaletinden, Diyarbakır’daki Megri-megri höykürmelerine kadar organize bir şekilde Millete dayatılmak istenilmiştir.

  • Ama Türk Milleti, sağ-sol demeden “Atatürk’te Birleşerek”
  • bu kumpası ve sözde açılım masasını bu şer ittifakının başına geçirmiştir.

3- ABD hiçbir zaman vazgeçmediği bu niyetini, şimdi de Babacan gibi bu günlere gelmemizin asli faillerinden olan birtakım kullanışlı kifayetsizler eliyle tezgahlamaya çalışmaktadır.
6’lı Masa’da olan ve fakat anketlerde %1-2 oy dahi alması mümkün görülmeyen bu operasyon elemanlarının bölücü ve gericilerin değirmenine su taşıyan görüşlerini destekler mahiyetteki yazınızı o nedenle üzüntü ve hayretle karşıladığımı ifade etmek isterim.

4- SÖZCÜ Gazetesi, laik demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Atatürk Cumhuriyetinin kurucu değerlerine gönülden bağlı, bölücülüğe ve gericiliğe asla geçit vermeyen, bilinçli, yurtsever, demokrat ve Cumhuriyetçi büyük bir okur kitlesine sahiptir.

Onlardan birisi olarak, yazınıza karşı olan görüşlerimi size iletmeyi bir ödev bildim.

Kuşkusuz ki siz de bu görüşlerin savunucusu değilsiniz.

Ama bu görüşlerin seçim öncesi tartışılarak, millete anlatılmasını istemeniz doğrusu üzücüdür.

Kıymetli vakitlerinizi aldığım için kusura bakmayın lütfen.

Saygılarımla, 08.01.2022

Ufuk Söylemez
Devlet E. Bakanı / Ankara

https://www.sozcu.com.tr/2023/yazarlar/ege-cansen/boluculuk-gericilik-7549119/

1 milyon Suriyeli sığınmacı için İdlip’te konutlar yapıldığı…

Değerli Dostlarımız,

Milli Merkez Yönetim Kurulu üyemiz değerli Prof. Dr. Hasan Ünal‘ın, bir milyon Suriyeli sığınmacı için İdlip’te konutlar yapıldığı açıklamaları hakkındaki görüş ve uyarılarını bilgilerinize sunarım.

Saygılarımla,

Haluk Dural
Milli Merkez Genel Sekreteri
* * *

1- Sığınmacılara bizim denetimimizdeki Suriye topraklarında evler yapıp ekonomik yaşam alanları oluşturmaya çalışarak sorun çözülmez. Muhtemelen daha da çetrefil hale gelir. Ancak Suriye hükümeti ile anlaşarak/uzlaşarak sorun kalıcı bir şekilde çözülebilir

2- Suriye’de evler yaparak 1 milyon sığınmacı yerleştirmek sığınmacı/vd. görüntülerini belki geçici olarak azaltır ama sorunu çözmez. Kaldı ki, sığınmacılar/illegal yollardan ülkeye gelenlerin yoğunluğu ekonomik krizden bunalmış halkın gözünde böyle bir rahatlama da yaratmayabilir

3- Başka bir ülke topraklarında geniş çaplı inşaat vs. yapmak, nüfus yapısını değiştirmek ilerde başta AİHM olmak üzere uluslararası mahkemelerde başımıza büyük sorunlar açabilir. Üstelik böyle bir girişim burada yaptığımız masrafları o topraklarda devam ettirmek anlamına gelir

4- İnşaat yapacağımız arazilerin gerçek sahipleri kimler? Onların Türkiye aleyhine dava açma yollarını aramayacaklarını varsaymak çok yanlış olur. Kıbrıs davamıza büyük darbe vuran Loizidou davasını unutmayalım. O dava ve benzerlerinin ceremesini ödemekle bitiremiyoruz

5- Savaşın bittiği Suriye ile anlaşmak sorunu büyük ölçüde çözer. Geri dönüşlerle ilgili bir anlaşma imzalanması, teknik komitelerin kurulması, isim listelerinin paylaşılması, burada doğanların Suriye vatandaşlığı elde etmeleri vs. aylar içinde hızlı bir şekilde sonuçlandırılabilir

6- Kendi insanlarını yerleştirmek Suriye hükümetinin işi olmalıdır. Fırat’ın doğusundaki topraklardan gelenlerin Suriye hükümeti tarafından ülke içinde başka yerlerde geçici iskanı sağlanmalıdır

7- Geri dönüş listeleri hazırlandıkça Türkiye yardımları durdurur ve bu insanların dönüşleri hızlanır. Yeni bir af çıkaran Suriye’nin ülkeyi terk eden bütün vatandaşlarına çağrıda bulunuyor olması bir fırsattır. Ayrıca bu konuda bir geçici gözlem sistemi kurmak da mümkün olabilir

8- Suriye ile uzlaşmak ayrıca jeopolitik bir mecburiyet olarak karşımızda duruyor. İlişkilerimizi düzeltmeye çalıştığımız Arap devletlerinin hemen hepsi Suriye topraklarındaki varlığımıza son vermemizi istiyorlar. Bu çağrılar Arap Ligi toplantılarında artarak devam edecektir

9- Daha da önemlisi Suriye ile uzlaşmamak Fırat’ın doğusunda ABD gölgesinde palazlanmaya çalışan PKK/PYD kukla yapısını kalıcı hale getiriyor. Oysa bizim hemen Şam ile uzlaşıp Adana Mutabakatı günlerine dönmemiz ve teröre karşı ortak mücadele etmemiz gerekir

10- Suriye’yi milli-üniter yapıdan çıkaracak yeni anayasa, muhaliflerden oluşan Esat‘sız geçici hükümet ve uluslararası gözlem altında yapılacak seçimlerle Esat’ı devirmenin olanaklı olduğunu, bu yüzden sığınmacıların bizim denetimimizdeki topraklarda kalmasını istiyorsak vay halimize!

11- Oysa mevcut konjonktürden yararlanarak Rusya’nın da arabuluculuğu ile elde edilecek bir Suriye uzlaşması, başta Kıbrıs olmak üzere pek çok konuda bizim de Moskova’dan talepler dile getirmemizi mümkün kılabilir. Böyle uygun zamanlar her zaman gelmez.

12- Sığınmacılar dolayısıyla toplumda ‘Araplar’ olarak dile getirilen genel karşıtlığın artması hiç sağlıklı değil. Neticede Araplar ve Arap devletleri bizim komşularımız. Bunun önlenmesi için herkesin evine dönmesini sağlamak en doğru tercih olur

13- Ayrıca Suriye maalesef bizim de katkıda bulunduğumuz savaştan önce oldukça istikrarlı bir devletti. Yıllarca iki devlet arasında kitlesel düzeyde gidiş-gelişler olurken herhangi bir Suriyelinin açlıktan veya siyasal baskıdan vs. dolayı Türk makamlarına iltica (sığınma) istemi oldu mu?

14- Sığınmacılara/illegal göçmenlere vatandaşlık vererek seçimleri kazanmaya çalışmak beyhude bir çaba olur çünkü büyük bir ekonomik kriz içinde çırpınan halkın gözünde böyle bir girişim tam tersine sonuçlar verecektir. Bir an evvel harekete geçmek lazım.

MİLLÎ MERKEZ BASIN AÇIKLAMASI TÜRK MİLLETİNİN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

milli merkez ile ilgili görsel sonucu

  MİLLÎ MERKEZ

İstiklâl Cad. Mısır Apt. No: 163, K: 3, D: 9, Beyoğlu – İSTANBUL
Tel. : 0212 – 292 9810, Faks : 0212 – 292 9811
millimerkez2016@gmail.com
Face : Millî Merkez Genel Merkezi

 
 

MİLLÎ MERKEZ BASIN AÇIKLAMASI

TÜRK MİLLETİNİN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Doksanyedi yıl önce 30 Ağustos 1922’de, Başkumandanlık Meydan Muharebesi ve Dumlupınar Zaferi ile Anadolu’ya yönelik batılı haçlı emperyalistlerin Anadolu’yu istilâ ve Türk Milletini yok etme emelleri sonsuza kadar tarihin çöp sepetine gömülmüştür.

Ancak ne hazindir ki, 97 yıl önce yenip, ülkemizden kovduğumuz batılı emperyalistler, bu yenilgilerinin rövanşını almak için, Türkiye’nin NATO’ya katılmasından başlayarak ülkemizin bağımsızlığını yok edecek gizli faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. İşbirlikçi iktidarlar eliyle ve özellikle 12 Eylül 1980 Amerikancı-faşist darbe sonrasında yetiştirilen vatan haini-dindar-kindar-katil nesiller, 15 Temmuz 2016 günü ABD+NATO organizasyonu olan kanlı bir isyana kalkışıp, ülkemizi 97 yıl önce tepelediğimiz emperyalistlerin işgaline açık hale getirmeye kalkışmışlardır.

Bu kalkışma 97 yıl önce olduğu gibi yine “karakteri bağımsızlık olan Türk Milletinin” sergilediği “ordu+millet” birlikteliği ile defedilmiştir.

  • Bugün Türk Milleti’nin birliği, Türk Devleti’nin varlığı, Türk vatanının bölünmez bütünlüğü tehdit altındadır.

Türk Milleti’nin engin hoşgörüsü altında varlıklarını sürdüren ancak kin ve nefret duygularından sıyrılamayanlar, Türk Ordusuna karşı zehir kusmaya devam etmektedirler.

Gaflet, dalâlet ve hıyanet içinde olanlarca;

Türkiye’nin Türk Milleti’nin vatanı, ülkesi olduğu gerçeği inkâr edilmeye,

Tarih bilinci köreltilmeye, Millî devlet tasfiye edilmeye, Türk Milleti bölünmeye,

Türk Ordusu küçültülüp, yok edilmeye, Dinî vesayet egemen kılınmaya,

Çağdışı ortaçağ Arap hurafeleriyle beyinler yıkanmaya, Bilim ve teknoloji yerine Arap masalları ile gençlik uyuşturulmaya, Türk kahramanları yerine ortaçağ Arap önderleri ve hayali Amerikan çizgi roman karakterleri kahraman gösterilmeye, hırsızlık ve yalancılık ahlâki değerler olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.

Din, istismar aracı kılınmış, haçlı irtica Ortadoğu’da kan dökmektedir.

Türk Milleti’nin tarihte olduğu gibi bugün de, yarın da;

yapılan saldırılara sessiz kalmadığı ve kalmayacağı, vatanın ve milletin parçalamasına müsaade etmeyeceği bilinmelidir.

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK başta olmak üzere, İstiklâl Savaşının kahramanlarını, şehitlerini saygı ve rahmetle, gazilerimizi minnet ve şükranla anarken, Türk Milletinin

Başkumandanlık Meydan Muharebesi ve Dumlupınar Zaferini ve

30 Ağustos Zafer Bayramı kutluyoruz..

MİLLÎ MERKEZ Yönetim Kurulu

İktidarlar deniz haklarımızı korumuyor !

İktidarlar deniz haklarımızı korumuyor !

Konuk yazar : Haluk DURAL
Millî Merkez Genel Sekreteri, 10.03.2018
halukdural@gmail.com 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Özet

Kuzey Afrika ve esas itibariyle Ortadoğu’da devam eden savaş ve çatışmaların arkasındaki esas sebep, başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya gibi emperyalist devletlerin doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgelerindeki jeopolitik çıkarlarıdır. Bu çıkarlar ise Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz kaynakları ve buralardan çıkan veya çıkarılacak olan hidrokarbon enerjinin dünya pazarlarına sevkedileceği kara ve deniz güzergâhları üzerindeki hakimiyet mücadelesidir. 

Elbette, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde kurmayı düşlediği Kürdistan devleti ana hedeflerden birisidir ama eğer Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz’e çıkışı olan böyle bir devlet kurulursa bölgedeki, karalarda ve doğu Akdeniz’deki bütün petrol ve doğalgaz üretimi üzerinde ABD ve İsrail’in kesin denetimi olacaktır. Böyle geniş kapsamlı bir denetim Avrupa’nın Rusya doğalgazına bağımlılığını azaltacağı gibi, Ortadoğu petrollerine bağımlı ülkeler için de önemli bir tehdit unsuru olacaktır.

Doğu Akdeniz enerji kaynakları

Jeolojik olarak doğu Akdeniz bölgesinde Kıbrıs, Eratostenes yükseltisi, Lazkiye, Levant, Judea, Nil, Batı Arap bölgesi ve Zagros bölgesi olmak üzere sekiz tane önemli basen (havza) bulunmakta olup; tarihsel olarak Nil Delta baseni ile Batı Arap ve Zagros (Irak, İran ve Körfez ülkeleri) bölgelerinde hidrokarbon üretimi yapılmakta olup, günümüzde gözler Levant basenine çevrilmiş bulunmaktadır [1]. Bölgedeki petrol ve doğal gaz oluşumları aşağıdaki haritada görülmektedir [2].
……………….
………………….
Sonuç

Her an ortalama 2.000 ve yılda 200.000 geminin hareket ettiği Akdeniz, dünyanın en önemli su yoludur. Akdeniz’in stratejik önemi, doğu Akdeniz’de ortaya çıkan petrol ve doğalgaz varlığı, üç kıtanın ortasında yer alması ve Ortadoğu / Hazar enerji kaynaklarına yakınlığı nedeniyle günümüzde çok artmıştır. Bu nedenle Türkiye:

1- Mısır, GKRY ve Yunanistan arasında yürütülen ve Akdeniz’i paylaşmayı amaçlayan MEB-EEZ (AS: MEB; Münhasır Ekonomik Bölge, EEZ : Exclusive Economic Zone) çalışmaları hakkında Birleşmiş Milletlere derhal itirazlarını bildirmelidir.
2- Resmî olarak Akdeniz’de kendi MEB-EEZ alanlarını DERHAL ilân ederek, kıyıdaş ülkelere müzakere çağrısı yapmalıdır.
3- Kıbrıs’ın güneyi dahil Akdeniz’de hidrokarbon arama ve çıkarma faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürmelidir.
4- Suriye ile sürdürülen düşmanlık politikasına derhal son vererek, Akdeniz’deki menfaatlerin korunması için ortak hareket etmelidir.
5- Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti ile Akdeniz hidrokarbon rezervlerinin arama ve işletme konularında ortaklıklara giderek, stratejik bir denge kurmalıdır.
6- KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesini ve giderek Türkiye ile bütünleşmesini sağlayarak, Akdeniz’de stratejik üstünlüğünü devam ettirmelidir.
7- Daha uzun vadede ise, gerek Akdeniz havzası ve gerekse Ortadoğu’da istikrarın sağlanabilmesi için, emperyalist batının Türkiye’nin / Karadeniz’in kuzeyinden ve güneyden yaptığı büyük cepheli saldırganlığının durdurulabilmesi için, Çin ve Hindistan tarafından aktif destek sağlanacağı; KKTC, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, İran, Azerbaycan ve Rusya’nın katılacakları geniş bir jeostratejik cepheye sahip Batı Asya Birliği’nin kurulması için çabalamalıdır [1].

[1]:  Halûk DURAL sunumu, Anti-emperyalist Kadınlar Buluşması Konferansı, 25 Şubat 2012 Ankara
=============================================
Dostlar,

Türkiye’ye dönük kuşatma – baskı – bunaltma stratejileri emperyalist Batı tarafından sürdürülmekte. Kuşkusuz yeni bir olgu değil bu durum. Uluslararası politikanın bir anlamda kaçınılmaz bir anlamda da olağan girişimleri. Bulunduğumuz coğrafyada rahat – huzur yok.

Bu bakımdan Ulusal Dış Politikanın çok özenle yürütülmesi, muhataplara güven vermesi ve istikarlı ilkelere dayanması kaçınılmazdır. Büyük ATATÜRK döneminde bu ilkeler belirlenmiş ve ustalıkla yürütülerek büyük ve kalıcı başarılara imza atılmıştır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Hatay’ın anavatana katılması, İnönü’nün Türkiye’yi 2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşına sokmaması… gibi..

Akdeniz’deki MEB – EEZ (AS: MEB; Münhasır Ekonomik Bölge, EEZ : Exclusive Economic Zone) haklarımızın Türkiye ve bağımsız – egemen bir devlet olarak KKTC’nin hakları bakımından uluslararası hukukun özelikle Deniz Hukukunun gereklerine uygun olarak savunulması yaşamsal derecede önemlidir.

Dostumuz Planlama Uzmanı Sn. Haluk Dural, ulusal çıkarlarımız bakımından çok önemli bir konuyu, Türkiye’nin vahşice oynanan ve işgal edilen gündemine gerçek ve stratejik bir başlık olarak taşıyor. Haritalar – çizimler de içeren 7 sayfalık kapsamlı ve emekli çalışmasından giriş ve sonuç bölümlerini yukarıda sunduk. Sn. Dural’a yetkin emeği ve paylaşımı için şükran doluyuz.
Tüm pdf metni için lütfen tıklayınız : Iktidarlar_deniz_haklarimizi_korumuyor_Haluk_Dural

AKP’nin hala stratejik müttefiki (!) ABD; Suriye’de, Kandil’de, üsleriyle yurt içinde… ülkemize karşı sürdürdüğü kontrollü de-stabilizasyon hatta PKK ve türevleriyle yürüttüğü vekaleten savaş yetmezmiş gibi, bir de GKRYnin Türkiye ve KKTC’nin MEB’nde deniz altında doğalgaz vb. kaynak araştırmalarına kalkan olmak üzere 6 . Filoyu gönderecekmiş!.. Ciddiye almak ve kararlılıkla, uluslararası hukuku arkamıza alarak gereklerini yapmak zorundayız.

Ne yazık ki AKP = Erdoğan, seçim kazanmaya kilitlenmiş bir yapay (manüplatif) gündem ile Türkiye’yi teslim alma çabasında.. Bu ciddi ve ağır handikapın aşılması gerek..

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Genelkurmay Başkanı Sn. Org. Necdet ÖZEL Paşa’ya Açık Mektup…


Genelkurmay Başkanı Sn. Org. Necdet ÖZEL Paşa’ya Açık Mektup… 

Dostlar,

Değerli E. Tuğa. Türker Ertürk, aşağıdaki yazısını 12.11.2013’te bize ulaştırmıştı..
Biraz ağır bulduk ve TSK’yı kurumsal olarak yıpratma hakkımızın olmadığını düşündük, yazıyı beklemeye aldık. Ancak aradan 8 ay geçti ve haksız – hukuksuz yasak kararının genişletilerek uzatıldığını öğrendik, ilk 6 aylık tuhaf Orduevi yasağının ardından..

Bu yazıyı, bize göre biraz “tepkisel” de olsa (Sn. Ertürk’e göre “az” bile olabilir!?) yayımlama zamanı geldi, geçiyor.. (Aşağıda sunuyoruz..)

Gn. Kurmay Bşk. Sn. Özel geçtiğimiz hafta “zona” hastalığına yakalandı.
Ağır geçiriyor olmalı ki, GATA’ya yatırıldı ve 15 gün de hekim raporu verildi.

Çook kıdemli (38 yıl!) bir hekim olarak söyleyelim.. Zona virüs etmenli (viral, virütik)
bir hastalıktır. Sinirleri tutar.. Özellikle kaburgalar arasındaki interkostal duyu sinirlerini..
O bölgede ağrılı veziküler döküntüler (içi sıvı dolu kabarcıklar) oluşur.
Hastalığın 2 temel niteliği vardır :

1. Son derece ağrılıdır (nevralji), dayanılması güçtür; güçlü ağrı kesicilerle
ağrı yönetimi yapılmalıdır.

2. Nedeni; bağışık sistemin değişik nedenlerle, başta stres olmak üzere (bulaşıcı hastalıklar, kanser, beslenme bozuklukları, aşırı yorgunluk vb.) zorlanması ve
bir ölçüde de yetersizliğe düşmesidir. Organizma bir anlamda alarm vermekte ve
“imdat” çığlığı atmaktadır gerçekte.

Sn. Org. Özel’e elbette bir insan ve hekim olarak hızla şifa dileriz öncelikle.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA‘nın deyimi ile özel Paşa ,“İyileş de gelecek olsun!”

Ancak, yaşananları açık deyimle ve üzüntüyle

  • AKP İKTİDARININ T.C. GENELKURMAY BAŞKANI ORG. NECDET ÖZEL’e ZONA DÖKTÜRDÜĞÜNÜ… saptamamız gerekecektir.

Dileriz, bu musibet bir işlev yüklensin ve Sn. Komutan Özel, “özel bir muhasebe” yapsın,
hiç yoktan kendi vicdanına özeleştiri versin daha çok gecikmeden..
Şu eli kulağında kritik Yüksek Askeri Şura öncesinde özellikle..

  • Paralel yapı” kılıflı gerici – şeriatçı kılıcın TSK’yı bir kez daha doğramasına var gücüyle karşı koyması zorunluğunu anımsatsın..

Haydi Necdet Paşa, toparla kendini.. Hala çok geç değil..

Ertürk Amiral, hiç de haksız olmamak üzere;

  • “Açılım”ın önünü açabilmek için kafeslenmiş ve zindanlara atılmış askerlerini koruyamıyor ise..”

diye çok ağır bir suçlama getiriyor size.. Siz, bundan sonra atacağınız doğru – yürekli – yurtsever adımlarla bu çoook olumsuz ve haketmemeniz gereken izlenimi silebilirsiniz..
Silmelisiniz.. Çoluk- çocuğunuza olumlu – onurlu bir kalıt bırakmalısınız..

Haydi Sayın Paşam, son kredilerimizi de size sunuyoruz..

  • Haydi Sayın Özel; yığınakta hata yaparak ülkemizi de kendinizi de bitirmeyin..

Biz, her şeye ve peeek çok kimseye karşın sizden umudumuzu kesmedik.
Siz, en azından o Peygamber Ocağı’nın ürünüsünüz ve 45 yıldır bizim de finanse ettiğimiz (15 yaşından beri çalışıyor ve vergi veriyoruz..) karavanayı yediniz..
Bunları yazmaya hem hakkımız var hem de 26+ yıllık bir hekim üniversite hocası olarak boynumuzun borcudur.

Ülkeye ve Ulusa iliklerinize, hücrelerinize dek, ölene dek.. minnet borçlusunuz..

Bu yazıda bile, inançlarınız gereği, şu Ramazan günü bir “hayır” bulabilirsiniz..
Sahi, durup dururken bu yazıyı biz neden yazdık ki Sn. Özel ??

Mektubun tek sayfa A4 pdef formu : Genelkurmay_Baskani_Necdet_OZEL’e_Acik_Mektup

Sevgi ve saygı ile.
14 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================================

KOMUTAN KİMDİR??

portresi_sade

 

 

Türker ERTÜRK

 

 

Arkadan hançerlendiğimizi hafta sonu Milli Merkez’in düzenlediği Forum’a katılmak için gittiğim Mersin’de öğrendim. Genel Kurmay Başkanlığı yazılı emir vermiş ve bu köşenin yazarının da aralarında bulunduğu toplam 28 emekli ve muvazzaf askerin orduevlerine girişini yasaklamış. Yasaklama listesinde toplam 5 emekli general ve
amiral var. Bu 5 ismin yasaklanması bizzat Necdet Bey tarafından istenmiş.

Dün akşam Bağdat Caddesi Forumu’nun düzenlediği konferansta konuşmacı olarak Caddebostan Kültür Merkezi’ndeydim. Yarın İzmir’de, Cumartesi Beşiktaş’ta haftaya Salı Bakırköy’deyim.

İstifa ederek mesleğimden ayrılmamın üzerinden tam olarak 40 ay geçti.
Bu süre içinde çıktığım televizyon ve radyo programları, küçük çaplı sohbetler dışında ortalama olarak her hafta bir yerde konuşmuşum. Bu zaman içinde yalnız Türkiye’de değil Türklerin yoğun yaşadığı dünyanın her yerine gitmişiz. Mesafeleri üst üste toplayınca dünyanın çevresini iki kez dolaştığımızı söylersek
yanlış olmaz.

Konuştuğumuz yerlerde Atatürk’ü, Türk DevrimleriniTürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisini, tarihimizi, ülkemizin jeopolitik ve jeostratejik önemini, denizciliğimizi, emperyalizmin ülkemiz ve bölgemiz hakkında geliştirdiği projeleri, Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi operasyonel hukuk davalarını, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan tertibi, denizcilerimizin niçin öncelikli hedef olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

TSK İç Hizmet Yönetmeliği, subaylar, askeri memurlar ve astsubaylar ile bunların emeklilerinin orduevleri ve askeri gazinoların doğal üyeleri olduğunu belirttikten sonra bunların hangi durumlarda girişlerinin geçici veya sürekli olarak yasaklanabileceğini belirtmiştir. Bu durumlar şöyle özetlenebilir.

İrticacı, yıkıcı ve bölücü müyüz?

1. Orduevi ve askeri gazinolarda siyasal konuşma yapanlar, siyasal telkin ve öneride bulunanlar, yasal ve yasa dışı siyasal parti ve örgütlerin propagandalarını yapanlar,

2. Sarkıntılık, ırza tecavüz ve askeri haysiyet ve şerefe dokunan fiilleri işleyenler,

3. İrticai, bölücü ve yıkıcı faaliyetler içinde yer alanlar,

4. Emeklilerden, muvazzaflık dönemde bulunduğu görev ve görev yerleri hakkında demeç veren, yazı yazan, açıklamalarda bulunan, amir ve komutanlara karşı
güven duygusunu yok etmeye yönelik söz ve davranışta bulunanlar.

Şimdi merak ediyorum Necdet Bey,
Bu maddelerden hangisine dayanarak bizim 6 ay süre ile Orduevlerine girişimizi yasaklamıştır. Yazdıklarımız ve konuşmalarımız ortada!
Yoksa irticacı, yıkıcı ve bölücü müyüz?

Bugüne dek Necdet Bey hakkında “Ters L, Topukcan, Tombalak“ olmak üzere
neler söylenmedi ve yazılmadı ki! Arşivlere girin ve sosyal paylaşım sitelerine bakın,
ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak. Bunların hiçbirinin yanında olmadık,
çünkü başka bir Silahlı Kuvvetleri’miz yoktu!

Nereye gitsek emeklisinden görevdekine, büyüğümüzden küçüğümüze dek her düzeyde askerin teveccühüne mazhar oluyoruz (AS: sevgisiyle karşılaşıyoruz..).
Eğer biz görevde iken emrimizdekileri satsaydık, sahip çıkmasaydık istifa ettikten sonra susup keyfimize keyif katsaydık bunlar olabilir miydi? Yasak duyulur duyulmaz yalnızca Türkiye’den değil dünyanın her yanından binlerce ileti aldığımı “Bizim evimiz sizin orduevinizdir“ çağrısı ile karşı karşıya kaldığımı biliyor musunuz?

Niçin 6 ay, deneme süresi mi? Eğer susar bu hukuksuzluklara, göz göre göre bölünmeye ve parçalanmaya doğru gidişe ve emperyalist işbirlikçiliğine ses çıkarmaz isek beni affedecek misiniz?

Yasak şeref madalyasıdır

Bu yasak benim için onurdur ve şeref madalyasıdır. Ya o listede benim adım olmasaydı, ben ne yapardım? Halkın önüne konuşma yapmak için nasıl çıkardım?

Çok sevdiğim mesleğimden ayrıldıktan sonra geçen bu 40 ay içinde 10 kez bile Orduevlerine girmediğimi biliyor musunuz? Yine bu süre içinde TSK’ya ait kış ve yaz kamplarından yararlanmadım ve yararlanma girişiminde bile bulunmadım.
Ayrıca susarak, TSK’ya ait arpalıklardan huzur haklı yönetim kurulu üyeliği istemim de olmadı!

Bu nedenle bana getirilen bu yasaklama kararı, yalnızca TSK ile olan manevi bağıma saldırıdır. Üç kuşaktır asker ve denizci olan ve istiklal savaşı madalyası taşıyan bir aileye düşmanca bir saldırıdır. Asla affedilmeyecektir.

Kimi vardır oturduğu makama şan ve şeref verir, kimi vardır oturduğu makamın saygınlığını aşındırır ve beş paralık eder.

Bir komutan, “Açılım“ın önünü açabilmek için kafeslenmiş ve zindanlara atılmış askerlerini koruyamıyor ise Reşat Çiğiltepe’yi düşünür ve gereğini yapar!

Niye Necdet Bey biliyor musunuz? Çünkü bilgisi, tavrı, önderliği ve yıkılmaz iradesi ile kıtayı, birliği, uçakları, gemileri, orduları ve donanmayı peşinden gelmeye mecbur eden kimse, komutan odur!

Saygılar sunarım.
(12.11.2013)

Hangi Atatürk’te Birleştik?


Hangi Atatürk’te Birleştik?

Portresi_ADD
K. Cemal Yetginer
ADD Genel Yönetim Kurulu Üyesi
http://www.add.org.tr/index.php/makaleler/1310-hangi-atatuerk-te-birlestik, 6.2.14

 

Toplumsal bilinç ve belleğin yerleşmediği ülkelerde halk kavram kargaşalarının havada uçuştuğu süreçleri sıkça yaşar.. Siz birini onarmaya çalışırken yüzlercesi sürülüverir ortaya..

Bir bakarsınız kısmen bilinçli sandığınız kitleler bile (Goebbels yöntemiyle uygulanan) propagandanın peşinde bulurlar kendilerini..

İşte bu noktada görev ülkenin gerçek aydınlarına düşer. Bir araya gelmek halkı aydınlatmak ve örgütlemek tarihsel bir sorumluluktur üzerlerinde.
Elbette ki bedellerini de göze alarak.

Atatürkçü Düşünce Derneği de böyle bir aydın sorumluluğunun ürünüdür.
1989 yılında Prof.Dr. Muammer Aksoy önderliğinde bir araya gelen bir küme aydının tarihsel sorumluluklarının topluma yansımasıdır.

Bu yansıma Atatürk’ün devrimini ve düşüncesini bugüne ve geleceğe taşımayı hedeflemiş, bu uğurda birçok kurucu ve yöneticisi canlarını feda etmek durumunda bırakılmıştır.

ADD, 25. kuruluş yıldönümünü yaşadığı bu yıl Türkiye’nin dört bir yanındaki
370 şubesiyle Mustafa Kemal bayrağını onurla dalgalandırmaktadır.

Kolay değildir Atatürkçü Düşünce Derneği’nde nefer olmak. Yalnızca elinizi değil
bedeninizi taşın altına koymaktır. Ölçü tanımadan gelen saldırılara karşı durmaktır.
Kimler saldırır ADD’ye 2. Cumhuriyetçiler, İslamcılar, bölücüler… liste uzar gider.
Ama tarih bize göstermiştir ki Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete ve Düşüncesine
en büyük zararları O’nun adını en çok ananlar ve O’na sığınanlar vermişlerdir.

Atatürk’ün işlerine gelen birkaç noktasını öne çıkarır, ardına kendi cümlelerini dizerler ama bir bütün olarak onu benimsemezler (benimseyemezler, özlerine aykırıdır).
Sonra dönüp bir de “bizdenseniz vatanseversiniz, değilseniz vatan haini” tavrını koyarlar.

ADD bu tarz saldırıların hepsine alışıktır. Kuruluş nedenlerinden en önemlisi de budur.
ADD’nin görevi yalnızca Atatürk’e doğrudan saldıranlarla mücadele etmek değil; konjektüre göre yaratılan “Atatürk ve Atatürkçülük” kavramları ile mücadele etmek de ADD’nin görevidir.

Gelelim bu yazının yazılma nedenine; 26 Ocak 2014’te Ulusal Kanal’da yayınlanan nda
Atatürkçü Düşünce Derneği yöneticilerinin Milli Merkez çalışmalarına
destek vermedikleri gerekçesiyle;

– Atatürk’ü pazarlama peşinde olduğu,
– Aralarında Fettullahçıların olduğu,
– Tek dertlerinin siyasal ikbal olduğu,
– Zaten işbirlikçi oldukları,
– Fikir tüccarlığı yaptıkları,
– İsim isim afişe edeceklerini,
– Atatürk’ün ADD yöneticilerini çarpacağını… 

ve daha birçok iddayı dile getirdiler ve “açıklarız” gizemli cümlesiyle
bölümü tamamladılar.

5 kez siyasal parti değiştiren (DYP, DTP, tekrar DYP, GP, DP),
üyesi bulunduğu 4 partinin 3’üne Genel Başkan adayı olup kazanamayan,
soluğu Milli Merkez’de alan, ancak bunları unutup ADD yöneticilerini
siyasal ikbal peşinde olmakla suçlayan (E) Bakanımızı;

İhlas’a bağlı Türkiye gazetesinde 21 yıl, Uzan’a bağlı Star gazetesinde 2 yıl,
Doğan’a bağlı Posta gazetesinde 6 yıl, Yeniçağ’da 1 yıl, Kadiri tarikatına bağlı
Yeni Mesaj gazetesinde 1 yıl görev yaptıktan sonra, soluğu Aydınlık gazetesinde alan ve ADD yöneticilerini Atatürk’ü pazarlamaya çalışmakla suçlayan
muhterem gazetecimizi söz ettikleri üzere ellerindeki bilgileri, belgeleriyle
açıklamaya çağırıyorum.

ADD Yönetcileriyle ilgili o denli çok sav sayıldı ki, programda bu yazıya sığdırabilmek güç..

Umarız bir gün programlarına çağırırlar, canlı yayında karşılıklı tartışırız.

ADD Yöneticileri arasında işbirlikçiler var oysa Atatürkçülük
tam bağımsızlıkçılıktır,
anti emperyalist olmaktır.” buyuruyorsunuz.

Doğrudur, Atatürkçülük tam bağımsızlıkçılıktır – anti emperyalist olmaktır.
Ancak Atatürkçülük aynı zamanda “anti-kapitalist” olmaktır.

Neden eksik söylüyorsunuz!

Bizi AB fonlarından, Soros Vakıflarından vb. beslenen Sivil Toplum Örgütleriyle karıştırmayın antetli kağıdığımızda şu yazar :

  • “Yerli ve yabancı hiçbir kuruluştan ‘fon’ adı altında bile yardım almamakla övünüyoruz.”

Çünkü her ADD’li bilir ki “para alan emir de alır.” Bizim gelir kaynağımız özverili üyelerimizdir. Her üyemiz bu savaşımda maddi özverisinin hesabını tutmamaktadır.

“ADD Yöneticileri Fettulah’a karşı laf etmiyorlar, televizyonda 2 yıl önce ilk biz söyledik
Fettullah cemaatinin ne kadar tehlikeli olduğunu..” buyuruyorsunuz.

Bilin ki, ADD’nin her basamağında görevli yönetici ve üyelerimiz, yalnızca
Fettullah Gülen cemaati değil tüm cemaat ve tarikat yapılanmalarının karşısındadır. ADD, yasalar çerçevesinde bunlara karşı yalnızca  mücadele etmekle kalmaz,
toplam bütçesinin önemli bir bölümünü gereksinimi olan öğrenciler onların eline düşmesinler diye burs olarak destekte kullanır.

ADD Yöneticilerini Atatürk’ü pazarlamaya çalışmakla, siyasal ikbal peşinde olmakla suçluyorsunuz..

Ancak biz Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı 6. Bap sonunda yer alan
Kartallı Kazım gibi çalışırız.

Ve kavga bittiği zaman ne çiftlik sahibi oldu, ne apartman.
Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,
kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan…

“Ana muhalefet partisinden siyasal beklentileri olduğu için eleştirilmesi gerekenleri eleştiremiyorlar..” buyrulmuş programda.

Atatürkçü Düşünce Derneği ayrım yapmaksızın, çekinmeden, korkmadan,
bedelini göğüsleyerek tepkisini koymakta hiçbir zaman çekinmemiştir.

(Bir örnek, http://www.add.org.tr/index.php/subelerimizden/1097-add-izmir-subeleri-atatuerk-uen-kemiklerini-s-zlatmay-n-efendiler)

Programı canlı izleme olanağım olmadı. Youtube dan izleyebildim. Acaba yanlış mı anlıyorum diye birkaç kez izledim. Her izleyişimde İlhan Selçuk’un 90’lı yıllarda yazdığı bir köşe yazısında yer verdiği bir öykü geldi aklıma.. Bu öyküyle bitiriyorum yazımı..

Kurt yavruluyor, yavrular sütten kesilmeye yaklaştığında anne kurt yavrularına dünyayı tanıtmak için gezintiye çıkarıyor. Bir derenin kenarına gidiyorlar. Anne kurt anlatıyor.

“Burası deredir, su gereksinimimizi buradan karşılarız”. Biraz daha ilerliyorlar, bir koyun sürüsü beliriyor. Anne kurt yavrularına dönüyor “işte bunlara koyun denir, bizim besin kaynağımızdır”. Çobanı gösteriyor anne yavrularına ve şöyle diyor “yalnız dikkat edin orada iki ayağı üzerinde duran bir şey var. Ona insan denir o bizim can düşmanımızdır”. Yavrulardan biri atılır. “Anne, sen insan için bizim can düşmanımızdır dedin ama
orada bize benzeyen bir şey var, insan ona bir şey yapmıyor” der. Çoban köpeğini gösterirken.. Annenin yanıtı net olur “O bize benzeyip bizden olmayandır,
asıl ondan korkacaksınız.”

Notlar                        :

1- Programı izlemek isteyenler youtube’da arama bölümüne “Alternatif 26 01 2014” yazarak çıkan sonuçlar arasından izleyebilirler. (ADD ile ilgili bölümleri 19. ve 50. dakikalardan başlayarak yer almaktadır.)

2- Programda sözü geçen akademisyen, Yurtdışı ADD’lerle iletişimden sorumlu
Genel Yönetim Kurulu üyemiz Prof. Dr. Bülent Çukurova’dır. Yakın zamanda Almanya’da bulunan ADD’lerce düzenlenen bir toplantıya katılmıştır.
Gerekli açıklamayı kendisi yapacaktır.

3- Atatürkçü Düşünce Derneği, varolan siyasal partilere ve siyasal oluşumlara
eşit uzaklıkta olma ilkesinden vazgeçmemiştir, vazgeçmeyecektir. Elbette ki bireysel anlamda bu sınırı zaman zaman zorlayan girişimler olmuştur. (Bu girişimler ileri sürüldüğü gibi yalnızca bir siyasal parti yönlü değildir, eş zamanlı olarak ADD yöneticiliği ile Milli Merkez yöneticisi olmak da bu zorlama girişimlerine dahildir.)

Cumhuriyetimizin temel nitelikleriyle sorunu olmayan oluşumlarla ilgili açıklama yapmamak gibi yazılı olmayan bir geleneğimiz vardır. Ancak bu gelenek kendisine yönelik bir saldırı geldiğinde karşılık vermemek anlamına gelmemektedir.

DİDİM’DEN SESSİZ, ŞİRİNYER’DEN SESLİ ÇIĞLIK


Dostlar,

Sayın Naci Beştepe, bu site okurlarının bildiği gibi E. Tümgeneraldir.
Kendilerini ADD Bilim Kurulunda tanıdık. Son derece çalışkan, düzenli, temiz, özenli, saygılı ve alçakgönüllü bir kişlik olarak dikkatimizi çekmişti ve dostluk kurduk..

Birçok toplantıda, etkinlik ve eylemde birlikte olduk.. Özellikle Sessiz Çığlık’larda..

Kısa bir süre sonra İşçi Partisi’ne üye oldular ve Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildiler.. Dahs sonra da USMER (Ulusal Strateji Merkezi) Başkanı oldular.
Her Cumartesi 11:00 – 13:00 arası UlusalKanal‘da programlar yapmaya başladılar..

Her Çarşamba yazdıkları yüksek zekalarının ürünü ince mizah – hiciv içeren ÇARŞAMBA İĞNELERİ bütün Türkiye’de keyifle okunuyor ve biz de sitemizde yayımlıyoruz. Ayrıca Çarşamba günleri AYDINLIK’taki köşesinde de yazıyor..

Naci Paşa, Tümgeneral rütbesinden emekli..Türkiye koşullarında fena sayılmayacak
bir emekli aylığı vardır.. Orduevlerinde de pek çok mal ve hizmet çok makul fiyatlı..
Ayağını uzatır, gününü gün ederdi.. Ancak O bu yolu seçmedi.. Gece gündüz çalışıyor.. Kendi cebinden harcıyor.. Didim – İzmir çalışması da eminim böyle olmuştur..

Haksızlıklara karşı ruhu, vicdanı, kişiliği isyanda.. İçeride tutsak alınan silah arkadaşları ve aydınların haklarının sesi olmaya çabalıyor. Bu yüzden bir ödül de aldı !

Orduevlerine girişi 6 aylığına yasaklandı.. Dava etti.. Hakkını arıyor..

TSK‘da görevi sırasında hiç NATO‘da çalışmamış..

Türkiye’nin Sayın E. Tümg. Naci BEŞTEPE gibi insanlara öyle çok gereksinimi var ki..

Kendisini ülkemize verdiği değerli hizmetlerden dolayı şükranla selamlıyoruz..

Aşağıdaki yazısı da pek çok bakımdan öğretici ve düşündürücü..

Sevgi ve saygı ile.
16 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

========================================

DİDİM’DEN SESSİZ, ŞİRİNYER’DEN SESLİ ÇIĞLIK

portresi_kucuk

Naci BEŞTEPE

 

 

Vardiya Bizde Platformu, BALYOZ İftirası davasının sonlandığı
21 Eylül 2012’de, İstanbul’da, SESSİZ ÇIĞLIK’ı başlattı.

Eylem zamanla Washington dahil 11 merkeze yayıldı ve katılım sürekli arttı.

Geçtiğimiz hafta sonu, 68. Hafta eylemine, 12. Merkez olarak Aydın’ın şirin ve aydınlık insanlar ilçesi DİDİM de eklendi.

İlk eylemi başlatmak için ADD ve İP İlçe Şubeleri beni de davet ettiler.

Tekrar teşekkür ederim.

ÖRNEK BİRLİK

Didim’de, MİLLİ MERKEZ’in önerdiği GÜÇ BİRLİĞİ‘nin örnek düzeyde oluştuğuna
tanık oldum.

Başta ADD olmak üzere CHP, İP, DSP tek yumruk olmuşlar.

AKP’yi yıkma hedefini ve seçimde güç birliği yolunu tespit etmişler.

Görevdeki CHP’li Belediye Başkanı’nın eşit ve olumlu yaklaşımı da
birlikteliği perçinlemiş.

Hepsi ayrı ayrı kutlanmayı hak etmiş durumda.

İZMİR GERİ KALIR MI?

Ankara’da ilk çığlığı başlattığımızda 8-10 kişi idik.

Didim 200’e yakın bir kitle ile başladı.

Ne mutlu onlara.

Takdire değer bir yan da İZMİR’den Vardiyacıların ve Latife Hanım Grubu’nun
bir otobüsle gelmeleri idi.

Bir tebrik de onlara.

UZUN TUTUKLULUĞA SON

Didim’lilere;

VARDİYA BİZDE’yi ve SESSİZ ÇIĞLIK’ı kısaca açıkladım.

TALAT PAŞA Komitesi’ne şükranlarımı ve Komite çalışmalarının
yeniden genişletilerek canlandırılacağını ifade ettim.

TBB Başkanı Metin FEYZİOĞLU’nun başlattığı girişimi desteklediğimi,

Kumpas sonucu haksızlığa uğramış yurtseverlerin en kısa sürede özgürlüklerine kavuşmasının öncelikli olduğunu,

Girişimin yolsuzlukla mücadeleyi örtmesinin söz konusu olamayacağını,
iki konuda da kamuoyunun baskısını sürdürmesi gerektiğini,

CHP ve MHP liderlerinin bu konuda dikkatli ve duyarlı olmalarını,

AKP’yi yıkmanın yolunun Didim’deki gibi birliktelikten geçtiğini vurguladım.

KUMPAS İZİ ve İLGİ FARKI

13 Ocak günü, İzmir Gizli Belge Davasına ve Güç Birliği Platformu’nun
protesto etkinliğine katıldım.

20 aydır tutuklu olan silah arkadaşlarımın sesli çığlığı özetle şöyle;

–  Bu davada tutuklanmamıza esas olan belgelere göre İçişleri Bakanı E. ALA ile Artvin Valisi Kemal CİRİT’in durumları bizimle tıpa tıp aynıdır.
Biz tutukluyuz onlarsa terfi ettiriliyor.

–  Milli Eğitim Bakanlığı, sanık personelinin suçlandığı belgelerle ilgili olarak mahkemenin sorularına verdiği yanıtta, 539 belgeden yalnızca 150’sinin belge niteliğinde, onların da 334/1(hafif ceza gerektiren) kapsamında olduğunu bildirmiştir.

Milli Eğitim Müdürlükleri bu belgelerle ilgili yasal işlemi kendilerinin yapması gerektiğini yazmıştır.

Buna karşılık Gnkur. Bşk.lığı mahkemenin sorduğu 600’üzerindeki belgenin ilgili-ilgisiz tamamının (telefon rehberi dahil), gizli ve 327 ile 334. maddeler kapsamında olduğunu bildirmiştir.

–  Cumhuriyet savcısının, 4 Ekim 2012’de (16 ay önce) MİT’e, sanıkların casusluk faaliyetine ilişkin tespitlerinin olup olmadığı sorusuna yanıt verilip verilmediği bilinmemektedir.

Bilgi verilmediğine göre sanıklar lehine bir yanıt alındığı ve dosyaya konmadığı değerlendirilmektedir.

KINIYORUM

Protesto eyleminde;

Bu davanın, KUMPAS Davalarının en aşağılığı olduğunu belirttim.

Gnkur. Bşk.lığını, davaya  ve personeline ilgisizliği nedeniyle kınadığımı açıkladım.

300’ün üzerinde personelinin casuslukla suçlamasını nasıl kabullendiğini

sordum.

Savcılık başvurusu ile başlayan yeni süreçte ilgisizliğin son bulacağını umuyorum.

BİR ELİMDE İSKOTA DİĞERİNDE YEKE


BİR ELİMDE İSKOTA DİĞERİNDE YEKE

AKP'nin genç yaşta emekli ettiği parlak Tuğamiral, Deniz Harbokulu Eski Komutanı..

Türker ERTÜRK

Geçen hafta bir dizi çalışma için Bodrum’da ve Trabzon’daydım. Faaliyetlerimin yoğunluğu nedeniyle Trabzon’da daha uzun süre kaldım ve hafta başında İstanbul’a döndüm.

 

Trabzon’da bulunduğumuz süre içinde Aydınlık Gazetesi okurları için düzenlenen kahvaltıda konuşma yaptım, Milli Merkez çalışmalarına katılarak Trabzon Milli Merkez Yönetim Kurulu üyelerini tanıdım ve onlarla fikir alışverişinde bulundum,
CHP Trabzon İl Başkanlığı’nı ve CHP Trabzon Merkez İlçe Başkanlığı’nı ziyaret ettim.

Daha sonra Trabzon ve bazı ilçelerinde halkın siyasi eğilimlerini, şikayetlerini ve isteklerini ilk elden tespit edebilmek için örgütlerle, delegelerle ve farklı partilerden insanlarla görüştüm. Özellikle AKP iktidarının uygulamaları ile ilgili olarak tabanın fikirlerini ve değerlendirmelerini aldım.

Trabzon’da iken Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) kurucusu ve Genel Başkanı Sayın Haydar Baş ile görüştüm. Kendisi beni Akçaabat’taki evinde geniş bir kurmay heyeti ile birlikte kabul etti. Konukseverliği için Sayın Baş ve değerli arkadaşlarına buradan teşekkürlerimi iletiyorum.

Görüşme isteği benden kaynaklanmıştı. Çünkü her gittiğim yerde bana sorulan sorular arasında “Madem tehlike büyük, artık yaklaşımın ya millicisin ya da gayri millicisin olması gerektiğini söylüyorsunuz, o zaman niçin millici söylemler içinde olan BTP
Genel Başkanı Haydar Baş ile görüşmüyorsunuz?“
sorularına çokça muhatap olmuştum. Hatta Trabzon öncesi Bodrum’da Milli Merkez Vardiya Bizde Platformu’nun düzenlediği panel sırasında yine aynı soruyu bana yönelttiler, ben de “Bu panel sonrası uçakla Trabzon’a geçiyorum ve yarın akşam kendisi ile görüşeceğim“ cevabını verdim.

Beynelmilel kimlik peşinde koşanlar kim?

Haydar Baş ve arkadaşları ile baş başa tam 5 saat konuştuk. Hemen hemen
her konuyu masaya yatırdık. “Yüzde yüz tüm fikirleriniz, dünyaya bakış açılarınız ve değerlendirmelerimiz örtüşüyor mu?“ diye sorarsanız, tabii ki “hayır” yanıtını veririm. Ama temel sorunlara yaklaşımlarımız ve ülkemize yönelik tehdit algılamalarımız
hemen hemen aynı!

Haydar Baş ve arkadaşlarından etkilendiğimi söyleyebilirim. Bunun en büyük nedeni
milli bakış açılarıdır. Niye mi? Çünkü yaşamım boyunca kazanımlarım, bilgi birikimim ve deneyimlerim bana göstermiştir ki; Türkiye’de İslami bakış açısına sahip olan veya bir başka söylemle paradigmasında İslam’ın ağırlığı çok olan insanlar ve örgütler
çok büyük bir oranda gayri millidir.

Ayrıca şöyle bir tespitim var, bilmem katılır mısınız? Türkiye’de Türk kimliği ile sorunu olan insanlar hep uluslararası bir kimlik peşinde koşmuşlardır. Bunlar Türklüğü kabul etmemek için ya ümmetçi oldular ya da sosyalist. Türklükle problemi olanlar hep böyle beynelmilel veya enternasyonel kimlikler içine gizlendiler. Bu demek değil ki, tüm sosyalistlerimiz gayri millidir. Bugünün emperyalist işbirlikçisi Kürt Milliyetçilerinin
1980 öncesinde mücadelelerini sosyalist kimlik altında yaptıkları sanırım gözünüzden kaçmamıştır.

Halbuki dünyanın en modern, en çağdaş ve en hoşgörülü millet tanımı bize ait.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.“ diyor.

Gerçekten bizim Türklüğümüzün arkasında Türkmenlik, Araplık, Kürtlük, Çerkezlik, Arnavutluk, Boşnaklık, Lazlık, Tatarlık, Ermenilik, Rumluk, Süryanilik ve hatta Musevilik bile vardır. İşte Erdoğan ve AKP emperyalist işbirlikçisi olarak bu kimliğimizi çatlatmaya, birlikte yaşama irademizi bozmaya ve Türkiye’yi parçalamaya çalışmaktadır.

Duygularla ve sloganlarla olmaz!

  • Bugün Türkiye varlığını sürdürmek açısından ağır tehdit altındadır.

Sorun AKP ve cemaat değildir. Onlar sadece emperyalizmin projelerini gerçekleştirmek için bulup ortaya çıkarılan, desteklenen ve zaman zaman şantajla yön verilen işbirlikçilerdir.

Emperyalizm sıkıntıları olsa da hala güçlüdür. Onunla baş edebilmek için geniş ve kitlesel birlikteliğe ihtiyaç vardır. Bu nedenle, milli bakış açısına sahip olduğunu
ilk ağızdan müşahede ettiğim Sayın Haydar Baş ve partisi ile işbirliği yapılabileceğine inanıyorum. Atatürk’te birleşen ve milli olan herkesi armudun sapı üzümün çöpü demeden kucaklamak zorundayız.

  • Emperyalizmle mücadele duygularla ve sloganlarla yapılamaz.
  • Bu mücadele geçmişin deneyimlerini içinde barındırmalı,
    birleştirici ve akıl dolu olmalı ve uygun stratejiyi içermelidir.

Bu mücadelenin “Tek at tek mızrakla“ yapılamayacağını iyi biliyorum.

Bu nedenle ufkun ötesini gören bir denizci bakış açısı ile bir elimde iskota
(Ana yelkeni idare eden halat ve palanga donanımının adı), diğer elimde yeke
(Dümeni idare eden kolun adı) inandığım hedefe doğru viya etmeye çalışıyorum. Haftaya Çarşamba günkü yazımda bu konuyu açmaya çalışacağım.

6 Ekim Pazar günü saat 15:00’da Cumhuriyetçi Birlik Platformu’nun Kadıköy
Aden Otel
’de düzenlediği faaliyete katılacağım ve “Tarihimizde üç baskın“ konusunu anlatmaya çalışacağım.

Saygılar sunarım.
5.10.13

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ

KOCATEPE'de_ATA

Dostlar,

26 Ağustos 2005 günü Büyük Taarruz’un 83. yılını Afyon Kocatepe’de kutlayalım önerisini ADD yönetimine Genel Başkan Yardımcısı olarak sunmuştuk. Kabul gördü..

Pek çok kişi ve kuruma çağrı yapıldı..

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ hazırlandı (metin için bize görev verilmişti).

Bu metin, Büyük Taarruz‘un başlatıldığı yerde, 1974 rakımlı Afyon Kocatepe’de, sabah şafak sökerken başlatılan topçu ateşine gönderme ile, çakmakların ışıltısında okundu.

[ Malatya’dan özel aracı ile gelen dönemin İnönü Üniversitesi rektörü, değerli arkadaşımız Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun aracının içinde uykudan kapanan gözleri beleğimizde iz bırakmış.. ]

Bildirgeyi 2004-6 dönemi ADD Genel Başkanı Sayın Ertuğrul L. Kazancı çakmakların loş ışığında güçlükle ama heyecandan sesi titreyerek okudu. Biz de Ağostos diye güvenerek Ankara’dan kısa kollu gömlek ile gelmiştik.. Soğuktan dişlerimiz birbirine vuruyordu. Birden Mustafa Kemal Paşa’nın Kocatepe’deki ünlü fotoğrafı gözümüzün önüne geldi.. Kalın kumaştan Mareşal üniforması vardı üzerinde.. Nedenini anlamıştık.

Metin basına dağıtıldı, yayımlandı.. (Cumhuriyet’in haberi aşağıdaki erişkede – linkte..)

Kocatepe_bulusmasi_Cumhuriyet_28.08.2005

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ..

Ülkemiz, Kocatepe’den bit ULUSAL İTTİFAKA çağrılıyordu söz konusu bildirge ile.

Bu tarihsel bildirge metnini, power point yansıları olarak pdf formatında (41 yansı) aşağıda sunuyoruz. Lütfen tıklayınız..

ADD_KOCATEPE_BILDIRGESI-2005

*****

Günümüzde de “ulusal birlik çağrıları” sürüyor. Uluaslcı direnişin doruğa ulaştığı bir kesitte de, yaklaşık 2 yıl sonra “Ergenekon tertibi” ile karşılaştık..

Gündüz Afyon’da, Kocatepe Üniversitesi’nde etkinlikler düzenlemiştik..

KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı şimdi rahmetli Sayın Rauf Denktaş da onur verdiler..

Afyon Kocatepe Üniversitesinde, birini bizim yönettiğimiz (Büyük Zafer’in 83. Yılında Türkiye’de Siyasi Konular) 2 panel yapıldı.

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ üzerinde ayrıntılı duruldu, çağrı pekiştirildi.

* 2006 Haziran’ında ADD Genel Başkanlığı’na aday olduk..

Sayın Kazancı da yine adaydı (bize centilmenlik sözü olmasına karşın..)

Yeni emekli ve 15 günlük üye Şener Eruygur Paşa ekibi salt olmayan çoğunluğu aldı. Biz de destek verdik ve yönetime geldiler (Sn. Kazancı ekibi destek vermediler). Ertesi yıl da malum planlar devreye kondu.. Başbakan RTE‘nin 5 Kasım 2007’de ABD Başkanı GW Bush ile görüşmesinin ardından.. Fehmi Koru apaçık yazdı Yeni Şafak’taki köşesinde.

“TÜRKİYE İTTİFAKI” KOCATEPE BİLDİRGESİ, günümüz MİLLİ MERKEZ oluşumuna da büyük ölçüde temel oluşturdu..

Şimdi tema : ATATÜRK’te BİRLEŞTİK..

* Bir kez daha başaracağız..

* Emperyalizme teslim olmayacağız!

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 27.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE SAPTAMA ve ANIMSATMALAR


KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE

SAPTAMA ve ANIMSATMALAR

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net 

“Elsiz ayaksız bir yeşil yılan,
yaptıklarını yıkıyor Kemal!”
Attila İlhan

Anayasalar, klasik olarak “Toplumsal Sözleşme” biçiminde tanımlanır

(JJ Rousseau; Du Contrat Social ou Principes du droit politique, 1762).

Sözleşmede tarafların özgür istençleriyle yer almaları vazgeçilmezdir.
Tersi durumda sözleşme yok hükmündedir.

Anayasa “yapılırken” taraflar kimlerdir? Devlet ve toplumdur.

Tarafların temsilcileri kimlerdir?
Devleti Hükümetin, halkı da TBMM’nin temsil ettiği söylenir.

Première édition, Amsterdam, 1762.

Ancak AKP Hükümetinin, TBMM üzerinde belirgin bir denetimi, yönlendirmesi açıktır.
Dahası, Prof. Ayman’a göre “TBMM, AKP Usulü Darbeyle Askıya Alınmıştır!”
(http://ahmetsaltik.net/tbmm-akp-usulu-darbeyle-askiya-alinmistir/, 8.7.13)

Yürürlükteki Anayasanın temel aldığı Güçler Ayrılığı ilkesi ayaklar altındadır. Başbakan RT Erdoğan, güçler ayrılığının kendisine “ayak bağı” olduğu kanısındadır (18.12.12, basın).

Öte yandan halkımızın TBMM’de adil temsili de söz konusu değildir!

“Geçerli” oyların % 49,83’ünü (toplam oyların ise yalnızca %40’ını) alan iktidar partisi AKP, Meclis’te 327 / 550 = % 60 temsil ağırlıklıdır. 10 oydan 4’ünü almış ama TBMM’de 10 sandalyeden 6’sını ele geçirmiştir. 3 Kasım 2002’de ise toplam 42,4 milyon seçmenden 10,808 milyon oy alarak, % 25,5 oranında oy yani 1/4 oy ile TBMM’de 363 / 550 vekille, %66 ya da 1/3 oranında temsil edilmiştir.

Bu durum, ağır temsil adaletsizliği üzerinden son derece sakıncalı bir meşruiyet sorunu doğurmaktadır. Platon‘dan bu yana geçen yaklaşık 2400 yılda (MÖ 427 –
MÖ 347) demokrasinin hala “doğrudan demokrasi“ye geçemeyişi bir yana,
temsili demokraside bile bu denli sorunlu oluşunun sürmesi acı bir ironidir.

Söz konusu sayısal tablo ile AKP, hiçbir uzlaşmaya girmeden, halkoylaması ile dilediği gibi Anayasal düzenleme yapabilecek durumdadır. Anayasa’nın 175. maddesi,
anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağını düzenlemektedir. Buna göre 3/5 oy,
-330 kabul- halk oylamasında da onanmak koşulu ile anayasa değişikliği için yeterlidir. AKP’nin 4 oy eksiği vardır ki, bu durum pek sorun olacağa benzememektedir.

Oysa bırakalım kökten “yeni Anayasa” yapmayı, sınırlı değişiklik için de meşru zemin yoktur. Basın susturulmuş, öncü aydınlar ve askerler yaygın olarak gözaltına alınmıştır. 4-6 yılı da aşan tutukluluk süresi (!) peşin cezaya dönüştürülmüştür. Bu insanlarımız “rehin, tutsak” alınmış, adeta canlı kalkan olarak tutulmaktadırlar. İkiyüzlü Batı, bunca insan hakları çiğnemine (ihlaline) suskundur. Ne hikmettir ki, 3 adet yargı paketi çıkarılmış ama azılı katiller sebest kaldıkları halde yurtsever asker – sivil aydınlar hala tutukludur. TBMM, ucube “özel yetkili mahkemelerin” bu tutsakları tutuksuz yargılamasını sağlayacak netlikte yasal düzenleme yapmaktan aciz midir?
(Son olarak Temmuz 2013 başında Anayasa Mahkemesi’nin yargılamada terör suçları için 10 yıllık tutukluluk süresini Anayasaya aykırı bulup iptal etmesi bile, 4-6 yıldır tutuklu yargılanan sanıkların serbest bırakılmasını ne hikmetse sağlayamamıştır!?)

AKP iktidarının Türkiye’yi içine sürüklediği açık dinci faşist iklim; özgürce, demokratik ortamda bir anayasa değişikliği yapılmasına asla ve asla elverişli değildir.

Bu asimetrik küresel oyuna gelinmemelidir.

Partiler Arası Uzlaşma Komisyonu’na eşit üye verilmesi aldatıcıdır. Bu Komisyon’da oybirliği yöntemi getirilmesi tuzaktır. Anayasa değişiklikleri kapsamı bakımından bir sınırlama yoktur. Dolayısıyla Komisyon’da uzlaşılamayan konular, asıl Komisyon olan Anayasa Komisyonu’nda, AKP’li üyelerin oylarıyla dikte edilebilecektir. Acı örnekleri yaşanmıştır.. Son olarak 4+4+4 ucube yasa teklifi ilgili TBMM Komisyonunda görüşülürken Başkan Nabi Avcı (şimdi Milli Eğitim Bakanı!) muhalefet milletvekilleri
fiilen salonda yok sayılarak, konuşturulmayarak, dahası kaba güçle salondan çıkarılarak, hatta darp edilerek geçirilmiştir!

Ayrıca, hükümetin Genel Kurul’da ezici bir çoğunluğu olduğundan, bu aşamada da
son söz pratik olarak AKP’nindir. 330 oy, halkoylamasına sunulmak koşuluyla
Anayasayı değiştirmeye yetmektedir.

Federasyon, yerel özerklik, vatandaşlık tanımı konularında BDP vd. ile pazarlık temelli açık / örtük işbirliği yapılabilecektir. Nitekim BDP, önceki tümcede değinilen istemleri karşılanırsa Başkanlık rejimi için AKP’ye destek verebileceğini açıklamıştır.
Bu partinin TBMM’de 30 üyesi vardır (+5 vekil de tutuklu).

Bu durumda, gizli oylamada MHP ve CHP’den örtük desteklerle 367 eşiği bile geçilebilir ve Cumhurbaşkanı götürmezse, halk oylamasına bile gidilmeksizin Anayasa,
dış merkezlerin de istediği ve hatta dayattığı yönde, kritik biçimde değiştirilebilir.

  • Ülkenin yazgısı asla tehlikeye atılamaz! 

12 Eylül Anayasası, 1982’den bu yana 3 onyılda Türkiye’yi küresel ekonomiye dönüşümsüz biçimde eklemlemiştir. Gerekli “yumuşatma” ekonomik – politik – düşünsel eksenlerde başarılmıştır.

Ulusal mevziler yeterince dövülmüştür. Artık tabanda (altyapıda) yabanıl (vahşi) piyasa ekonomisi, tepede ise (üstyapıda) yer yer kısık tonda bile olsa sosyal devletten
söz eden bir Anayasaya tahammül yok! Toptancı biçimde hem alt – üstyapı uyumu sağlanacak hem de BOP kapsamında Türkiye tekil – ulus devletten koparılacak, özerk bölge – federasyon üzerinden bölünmeye hazırlanacaktır. Muhalefet edebilecek asker – sivil güçler zindanlarda tutsak – rehindir yıllardır! Balyoz’da 16 -20 yıl ve yaşamboyu hapis cezaları yağdırılmıştır; Ergenekon’da ise karar duruşması 5 Ağustos’a 1 ay kala çıkan ve 1 haftadır hüküm doğurmamış olan yukarıda değindiğimiz Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı düşündürücüdür..

Bu bağlamda muhalefet partilerinin Uzlaşma Komisyonu’na üye vermeleri, demokratik ve hukuksal meşruiyeti olmayan Anayasa değişikliği sürecini meşrulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. CHP ve MHP masadan kalkan taraf olmayacaklarını kezlerce açıklamışlardır. BDP ise açık pazarlık içinde kritik dengelerde maksimum avantaj peşindedir. İstediği ödünler bellidir :

  •  Öcalan’a af, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hatta özerklik,
    yeni vatandaşlık tanımı, 2. resmi dil ve giderek Kürdistan kurarak federasyona gitme ve Büyük Kürdisan ile de ülkemizden kopma..

AKP’nin de BOP Eşbaşkanlığı kapsamında benzer misyonlara atandığı apaçıktır.
MHP ve CHP, AKP’nin Başkanlık isteminden vazgeçmesini, Anayasa Değişkikliği Partilerarası Komisyonu’nun sürmesi için yeterli bulmaktadırlar. Peki BDP istekleri
ne olacaktır? Onlara bir itirazları yok mudur? Aşağıdaki BOP haritası günümüze dek yalanlanmamıştır, anlamı nedir?

BOP_haritasi

İdeolojisiz Anayasa ne demektir? Yeryüzünde böyle bir anaysa var mıdır?
Açıkçası ATATÜRK’ün ve ideolojisi 6 Ok’un ilkelerinin yadsınması mıdır?
Böyle bir Anayasa’ya CHP ve MHP “evet” diyecekler midir?

1982 Anayasası 17 kez değişiklik geçirmiş ve neredeyse 2/3’ü değiştirilmiştir. Dolayısıyla, “Darbe Anayasası” polemiğine artık yer yoktur. Kaldı ki, asıl anayasal darbe, 12 Eylül 2010 halkoylaması ile yapılmış, 26 madde değiştirilerek yargı bağımsızlığı yok edilmiş ve 3 ana erkten biri olan yargı, büyük ölçüde siyasal iktidarın yönlendirmesine açılmıştır. Öte yandan İktidarın başı, geçen yıl değiştirilen
26 maddeye “dokundurtmayacağını” belirtmektedir. Elde 1’dir.

Bu durumda girişimin “yeni anayasa” değil, “anayasa değişikliği” olacağı da netleşmiştir.

İktidarın niyeti bellidir; AB-ABD’ye verilen sözler, açık-gizli anlaşmalar doğrultusunda ülkemizin tekil (üniter) yapısı federasyona dönüştürülerek Başkanlık / Yarı Başkanlık rejimine geçilmesi, yurttaşlık tanımının değiştirilmesi, ilk 3 maddenin yeniden düzenlenmesi ile de Cumhuriyet’imizin değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek
temel niteliklerinin dokunulmazlığının kaldırılması,

AB Parlamentosu’nun kezlerce dayattığı üzere Atatürk’süz (ideolojisiz!?) bir anayasa yapılması (!).. (Yeryüzünde ideolojisi olmayan tek bir anayasa varmış gibi!?..)
AKP’nin başlıca görevlerdir. Batı’nın AKP’ye, BDP’ye havucu – sopası ise
Anadolu Federe İslam Devletidir.

Yeni anayasa yapılması ise “asli kurucu iktidar” gücü ve meşruiyeti gerektirmektedir.
Bu açık, yalın ve kesin siyasal ve hukuksal zorunluk karşısında herhangi bir ödün verilmesi düşünülemez. Kaldı ki, yukarıda da belirtildiği üzere AKP zaten 12 Eylül 2010 değişikliklerine “Dokundurtmam!” demektedir. Şimdilik, toptancı bir girişimle “yeni bir anayasa” yapılması gündemde değildir. Rejimi parça parça başkalaştırma,
izlenen başlıca yol olarak gözükmektedir.

A Planı, bize göre, AKP ile masaya oturmamaktı. Bu taktik hata yapılmıştır.
Ancak yine de, dokunulmaz ilk 4 madde, bölünme riski doğuracak maddeler,
yerel özerklik, federasyon, başkanlık rejimi, tek resmi dil, vatandaşlık tanımı, laiklik, Devrim Yasaları gibi maddeler gündeme getirildiğinde, muhalefet partilerinin masadan kalkması kesin zorunluktur.

Fakat bunlar yapılmayacaksa, geri kalan da AKP – BDP – BOP süreci için asla “doyurucu” olmayacaktır. Dolayısıyla muhalefetin, Uzlaşma Komisyonu’na katılmasının hiçbir tutarlı yanı bulunmamaktadır.

Yine de yukarıda sayılan, Atatürk Türkiye’sinin sonu anlamına gelebilecek içeriklerin dayatılması durumunda muhalefetin gecikmeksizin durumu kamuoyu ile paylaşarak görüşmelerden tümüyle çekilmesi ve halkımızla birlikte meşru direnme hattı örmesi kaçınılmaz olacaktır.

AKP’nin kimi “oltalama” tuzaklarına kesinkes düşülmemelidir. Sıkı durulması durumunda, asıl örtük niyetini gerçekleştiremeyeceğini gören iktidar partisinin
yüz geri çekilmesi bile olasıdır!

B planı bağlamında, büyük iyi niyetle (açıkçası ham hayalcilikle!) 1982 Anayasası’nda 12 Eylül’ün izlerini silme ve daha çağdaş bir içerik yaratma olanağı yakalanabilirse -ki bunun ilk koşulu, 12 Eylül 2010 değişikliği ile yok edilen
yargı bağımsızlığı başta olmak üzere yitirilenlerin geri alınmasıdır-  kimi temel önermelerde bulunulabilir.

Örn. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “akla ve bilime dayalı” bir devlet olarak da tanımlanarak yeni bir nitem (sıfat) daha kazandırılabilir. Dahası; Yasama, Yürütme, Yargı’ya ek olarak 4. bir erk olarak “Bilimsel akılcılık” gündeme getirilebilir. Anımsayalım, Büyük Atatürk bize tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak akıl ve bilimi bırakmıştı.

Ayrıca tüm yurttaşlara insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak siyasal – sosyal – ekonomik – kültürel hakları güvenceleme gündeme getirilebilir. Somut örnek vermek gerekirse, sağlık-sosyal güvenlik-eğitim hizmetleri herkese hak; Devlete yüküm olarak tanımlanabilir ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin merkezi yönetim bütçesinin 1/10’undan
az olamayacağı kurallaştırılabilir (DSÖ önerisi).

AKP iktidarının “Hedef 2023” sloganının içeriği nedir, çok dikkatle sorgulanmalıdır…
TBMM’de bu konuda Başbakan RT Erdoğan’a soru önergesi verilerek, “bağlayıcı” açıklama istenmelidir.

Türkiye’nin yakıcı ve son derece kritik, potansiyel tehlike ve tehditler içeren bir gündemi vardır. Ekonomik bunalım; ulusal gelirin %10’unu bulan çok tehlikeli cari açık,
süregen ve yüksek oranlı işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı uçurumu,
derin bölgesel kalkınma ayrımları, ayrılıkçı Kürt isyan hareketi, 23 Ekim 2011’den bu yana Van depremi sorunu.. AKP 2002 Kasım’ında hükümet olduğunda cari açık yalnızca 0,6 milyar $ idi (<1Bn $!) ; 2013 başında 100 (yüz!) katına ulaşarak 60 milyar $’ı aşmıştır! Toplam borçlar 221 milyar $ iken 700 milyar $’a dayanmıştır. IMF borcunun ödendiği safsatası ile nereye varılabilir? IMF borçları yabancı bankalardan alınan yeni döviz borçlarıyla kapatılmıştır. AKP 2005’te IMF’den 10 (on) milyar $ kendisi borçlanmıştır.

Dış politikada emperyalizme uyduluk, taşeronluk yapılarak, Ülkemiz, kadim komşularıyla savaşa sürüklenmektedir.

Tarihte sayısız örneği vardır; iç sorunlarla baş edemeyen iktidarlar gündem oyunlarına başvurmakta, faşizme kaymakta, hatta ülkeyi savaşa sürüklemektedirler. AKP de benzer yoldadır iktidarının 11. yılında. Öte yandan AB ve ABD eski gücünde değildir, ciddi sorunlarla boğuşmaktadırlar. Bu durumları bizim için hem lehte hem de aleyhte sonuçlar doğurabilir.

AKP’yi sürgit kullanma olanakları ve güçleri kalmamıştır. Duvara dayanılmıştır.
Sıra yaşamsal ödünlere gelmiştir. Bunlar da sözde Anayasa değişiklikleri ile
“ileri demokrasi” sanrıları (hezeyanları) içinde toplumu kandırarak  ve / veya dayatma ile kotarılmak istenmektedir.

BOP eşbaşkanı sadakat ve vefa borcunu eda edecek, Ortadoğu’da-Kuzey Afrika’da sınırları değişerek küçülen ülkelerden biri de Türkiye olacaktır. Çırılçıplak söyleyelim :

Vatan ve ulus bölücülüğü misyonu yerine getirilecektir. Ödülü (!), ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ olacaktır. Bu konjektür de iyi değerlendirilerek, içeride yükselen
halk muhalefeti akıllıca örülmeli ve yaratılacak sinerji  ile

  • AKP hükümeti erken seçime / istifaya zorlanmalıdır.

Son kamuoyu yoklamalarında AKP iktidarının oyları azınlık hükümeti düzeyine inmiştir.
Politik terminolojide geçtiği üzere RT Erdoğan “topal ördek” tir (lame duck).

Milyonlarca insan 40 gündür sokaklardadır ve “Hükümet istifa!” diye haykırmaktadır.
İktidarı geçelim, muhalefet 3 maymunları oynamayı daha ne denli sürdürebilir?

Muhalefetin, 27 Mayıs’tan bu yana çok ağır bedeller ödenmesine karşın 40. gününe giren halk isyanını gereğince değerlendir(e)memesi çok ama çok düşündürücüdür.

İyi saatte olsunlar, bir yerlerden “sinyal” mi beklenmektedir?? Nereden ve ne??

Anayasa değiştirilecekse; ilk 4 madde, devrim yasaları (174. md.), laiklik (24. md.) ve vatandaşlık tanımı (Anayasa md. 66 : Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.) gibi Cumhuriyet’in vazgeçilmez temel niteliklerine dokunmamak koşuluyla bir anayasa yapmak üzere kamuoyundan yetki istenerek bu amaçla seçime gidilebilir ve temsil adaletine dayalı olarak %5’ten küçük seçim barajı, siyasal partilerde iç demokrasi, seçim ittifakı olanağı, sağlıklı seçmen kütükleri, oyların elle güvenilir sayımı.. sağlanarak oluşturulacak yeni TBMM
bunu yapabilir.

  • Gerçekte Türkiye, 2023’e, 100 yaşına varmadan bitirilip
    teslim alınmak istenmektedir.
  • Hedef Lozan’ın rövanşı ile yeni Sevr’in yaşama geçirilmesidir.

Etnik ve inanç temelli ayrışma çatışma toplumda tohumlanmaktadır ve fay hatları
kritik düzeyde derinleşmiştir. Türkiye hızla bir derlenme – toparlanma – rehabilitasyon sürecine girmek zorundadır.

Bu bağlamda tüm ulusalcı güçlerin bir büyük siyasal koalisyonu zorunludur.

Ülke ve ulus bütünlüğünü, iç ve dış barışı korumak en ivedi gündemdir.
Bunun dışında, Anayasa değişikliği / yeni anayasa yapımı,
Türkiye’yi bilerek oyalamaktan başka bir işlev görmez.

Sonuç                                    :

Anayasa değişikliği / yapımı güncel sorun değil, net bir gündem oyunudur.
Bu çok tehlikeli gidiş, AKP’nin ateşle dansı halkımıza yaygın olarak açıklıkla anlatılmalı ve bir ulusal muhalefet, güçbirliği hareketi yükseltilmelidir.
Yakıcı ve acil olan gündem ve gereksinim budur, gerisi sanaldır, oyalamadır,
gaflet (aymazlık) ve dalalettir (sapkınlık) ve hatta ihanettir..

MİLLİ MERKEZ olanağı,
ATATÜRK’te BİRLEŞTİK sloganı eşliğinde çok iyi değerlendirrilmelidir.

  • Atatürk’ün partisi CHP ve Türkeş’in partisi MHP, bu bağışlanmaz cürüme ortak olamaz, olmamalıdır! Bölücü anayasa tuzağına düşmemeli;
    dahası ülkemizi ve ulusumuzu bu görünür yıkımdam korumalıdır!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net