Etiket arşivi: Soner YALÇIN : 19 TUTSAK

Soner YALÇIN : 19 TUTSAK


Dostlar
,

Soner Yalçın, Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en yetenekli gazeteciler içinde önlerde geliyor.

Özellikle hapisten çıktıktan sonra yazdıkları -görkemli SAMİZDAT kitabı sonrası-
büyük bir özenle izlenmeli ve değerlendirilmeldir.

Aşağıda, birkaç gün gecikmeyle “19 Tutsak” yazısı.. (28.2.14, SÖZCÜ)

Ergenekon tutsaklarından Oktay Yıldırım‘ın şu sözleri üzerinde
bir kez daha hep birlikte düşünmeliyiz :

  • “..Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik,
    yemeğimizi-suyumuzu paylaştık
    .”

Sevgi ve saygı ile.
4 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

19 TUTSAK..

portresi_kasketli
Soner YALÇIN

Gündem, Erdoğan-Gülen kavgası
Cezaevindeki tutsakların/esirlerin gündemden düşmesine izin vermeyeceğim. Her daim, fırsat buldukça onların sesini bu köşeye taşıyacağım…
Çünkü:
Türkiye’nin gerçekle bağı koparıldı;
ülke toplumsal travma/sosyal şizofreni yaşıyor.

Baksanıza:
Yasada “hüküm özlü” diye hukuksal bir statü yok.
Yani, masumiyet karinesi gereği; hüküm kesinleşinceye dek herkes suçsuz.

Bu değişti; yerel mahkeme karar verince kişi “hüküm özlü” oluyor!
Oysa yargı süreci bitmiyor; bunun Yargıtay gibi safhaları var.
Yok dinlemiyorlar; yasayı filan umursamıyorlar. Şark kurnazlığı yaparak, uzun tutukluluk konusunda Türkiye’yi sıkıştıran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni kandırmaya çalışıyorlar.

Şimdi…
Yeni demokratikleşme paketiyle 5 yılı aşkın cezaevinde bulunan Ergenekon sanıklarının serbest kalmasının önündeki tek engel -bu Türkçe özürlü- “hüküm özlü” statüsü!

Ziyaretine gittiğimiz Silivri Cezaevi’ndeki gazeteci Tuncay Özkan isyan ediyor.
Haklı. Demokratikleşme paketi adı altında nice yasalar değişti; katiller yararlandı. Tuncay Özkanlar yararlanamadı. Yeni pakette de bu uyduruk “hüküm özlü” statüsüyle özgürlükleri engelleniyor.

Gazeteci Deniz Yıldırım hep olduğu gibi bir ayrıntıya dikkatimizi çekti:

“Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, yeni yasa düzenlemesiyle 149 kişinin tahliye olacağını açıkladı. Sonraki konuşmalarında bu rakamı 130’a indirdi. 19 kişi azalmıştı.
Bu 19 kişi 5 yılı aşkındır cezaevinde yatan ve yasa değişikliğinden yararlanacak Ergenekon sanıklarıydı!”

4 yılı aşkındır cezaevinde yatan gazeteci Yıldırım, bir de istihbarat verdi:

“Sayının azalmasının nedeni olarak, başta Hüseyin Çelik ve Şamil Tayyar gibi
20’yi aşkın AKP milletvekilinin karşı çıkmaları gösteriliyor.”
Hüseyin Çelik ile Şamil Tayyar’ın bu kini hiç bitmeyecek görünüyor.

AKP’ye “örtülü” destek

Silivri Cezaevi’nde ziyaret ettiğimiz gazeteci Hikmet Çiçek,
konuşmasına CHP’yi eleştirerek başladı:

“Cemaat’in devlet içindeki gücünü kıracak her türlü girişim desteklenmelidir.
28 Şubat dahil, hiçbir siyasal iktidar Cemaat’in üzerine bu derece gitmedi.”

Hikmet Çiçek, Cemaat konusunda bilgili üç gazeteciden biridir. Yıllarca bu konuda haberler yaptı. Silivri Cezaevi’nden CHP’ye sesleniyor;

“Kafanızı karıştırmayın, Türkiye için son derece tehlikeli olan Cemaat’in devlet içindeki olağanüstü gücünü kırmak için siz de mücadele edin.”

Gazeteci Turan Özlü de aynı fikirde:

“AKP-Cemaat kavgası Türkiye’nin lehinedir. Cemaat’in inine girenin elini kimse tutmasın; tüm pislikler tek tek ortaya çıksın. Kimileri tribüne çıkarak, ‘birbirlerini yesinler’ diyor; bu tavır da yanlıştır. Tamam yesinler birbirini; dünya tarihinde tüm ittifaklar böyle parçalanıp yok oldu. Ama seyirci olmak doğru değildir; öncelik Cemaat tehlikesinin
yok edilmesidir.”

Turan Özlü’nün bir de sitemi var:

“Türkiye, AKP yolsuzluklarını Cemaat sızdırmalarıyla mı öğrendi?
Aydınlık’ta yaptıklarımız ortada; biz hırsızlıkları ortaya döken telefon kayıtlarını yayınlamadık mı? Bu sebeple zindanda değil miyiz? Keza Wikileaks ortada.
CHP İstanbul İl Başkanı rahmetli Mehmet Bölük’ün mücadelesini CHP’liler unuttu mu? Unuttular ise yazdığı ‘El Tayyip’ kitabına baksınlar; orada tüm hırsızlıklar yazılı.”

6 yıl 8 aydır cezaevinde bulunan; Erdoğan hakkında yazdığı kitaplarla bilinen yazar Ergun Poyraz,

“Dünyanın tüm Atatürkçüleri bir araya gelse Cemaat’in yaptığı tezgahları bu kadar ortaya çıkaramazdı. Erdoğan’ın en büyük hatası, Cemaatçi polislere inanması oldu; ‘seni öldürecekler’ yalanına kandı.”

Hurşit Tolon Paşa ise Cemaat olgusuna daha geniş perspektiften bakma taraftarı. O’na göre

  • Cemaat; Sevr’i diriltmek, ulusal birliği parçalamak isteyenlerin,
    uzaktan planlı programlı yöntemlerini harekete geçiren piyon.
  • “Biz Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıktığımız için buradayız.
    Hedef biz değil Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.”

Bana ve Balbay’a eleştiri

Gazetecilik böyledir; hep tenkit edilirsiniz. Olsun, eleştiriye zenginlik olarak bakmak gerekir. Hikmet Çiçek, Cemaat’in kirli tezgahlarını az yazdığım için eleştirdi.
Prof. Dr. Yalçın Küçük ise Cemaat’i tek yanlı suçlu gören yazılarımı eleştirdi.
Prof. Küçük’e göre iki taraf da kirliydi; birini destekleyip diğerini yazmak doğru değildi.
Erdoğan’ın yeni müttefik arayışında olduğunu söyleyen Prof. Küçük, “tek yanlılık” eleştirisini Ulusal Kanal için de yaptı; “Ulusal Kanal, AKP televizyonu oldu!”
Görünen: AKP Silivri’yi böldü!..

Prof. Yalçın Küçük, “Sosyal Demokrat Merkez Partisi” dediği için Mustafa Balbay’ı
ve; “buradan çıkmamızı istemiyorlar” diye CHP’yi, sertçe eleştiren makaleler yazdığını söyledi. Evet dedim ya; eleştiri zenginliktir.

“Hocam giden belli; AKP. Peki gelen ne?” diye sordum.

“Ne geldiğini göremiyoruz; ipuçları yok.” diye yanıt verdi.

Çok etkilendiği Gezi direnişini bir orta sınıf kalkışması olarak değerlendirdiğini;
hapisten çıktığında bu konuda araştırma yapmak istediğini söyledi.
Türkiye’de bu kadar milyarderin nasıl çıktığını da merak ediyordu.

Son görüştüğümüz kişi, 2 yıl cezaevinde benim kahrımı çeken koğuş arkadaşım
Oktay Yıldırım idi. Cezaevinde yazdığı üçüncü kitabı,

“Başımıza Gelenler; Kumpastan Direnişe” yakında çıkacaktı.

Sözlerine, pankreas kanseri Muzaffer Tekin’le başladı;

  • “Hepiniz lütfen kolları sıvayın, ne yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır;
    hemen serbest bırakılmalıdır. Böyle bir düşmanlık yok bu topraklarda.
    Biz savaştığımız düşmanımızı esir aldığımızda üzerine parkamızı verdik, yemeğimizi-suyumuzu paylaştık.”

Silivri Cezaevi’nden ayrılırken şunu düşündüm:

Geleceğin en önemli niteliği şaşırtıcı olmasıdır; var olanın sürgit devam edeceğine inananlar; yalnızca görmek istediklerini görenler; en çok düş kırıklığına uğrayanlardır ve tarihe hesap verenler hep onlar olmuştur…