Etiket arşivi: AİHS Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

30. Yılında Madımak Katliamı Davası Avukatı Şenal Sarıhan ile söyleşi

Dostlar,

Viyana’dan DÜZGÜN TV adı altında amatörce yurtsever yayınlar yapan Serdar Altun dostumuz geçtiğimiz günlerde biz arayarak 2 Temmuz 1993 Sivas – Madımak kırımının (vahşetinin) 30. yılı için uygun konuşmacı dileğinde bulundu.

En uygun kişilerin başında dostumuz Av. Şenal Sarıhan geliyordu. Kendilerini aradım, kabul ettiler ve Serdar Altun’un değerli eşi Bahar Altun bu söyleşiyi gerçekleştirdi.

Sn. Avukat Sarıhan, 30 yıldır bu davanın en sadık – yetkin – ısrarlı ve “amatör” avukatı oldu.
Yurtseverlik bilinci ve aydın sorumluluğu ile karşılıksız olarak 30 yıldır bu kavgayı vermekte.
Emeklerini engin şükran ve saygı ile karşılamak ve anmak gerekiyor.

O yumuşacık, insan sever, insanı saran sevecen ses tonu ve içten – sıcak gülümsemesi ile yaklaşık bir saat bu soruna ilk elden – ağızdan ışık tuttu. Bahar Altun’un sorularını yanıtladı.

Av. Sarıhan, ayrıca, bu davayı 4 cilt olarak kitaplaştıran seçkin bir Aydın..

30 yılda, kırım (katliam) dava zamanaşımına sokulmak isteniyor. Ancak bu tasarlanmış toplu öldürü (suikast) İNSANLIĞA KARŞI SUÇ.. Bu suç türünde zamanaşımı yok, AİHS-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yerleşik içtihatlarına göre. Türkiye AİHS’ni kabul etti, bir yasa ile onaylayarak iç hukukuna kattı. (İsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve buna Ek Protokolün tasdiki
hakkında Kanun, Kanun No: 6366 Kanun Tarihi: 10/03/1954
Resmi Gazete Tarihi: 19.03.1954
Resmi Gazete No: 8662).

1982 Anayasası m.90/5 uyarınca bağlayıcı AİHS ve AİHM kararları (Avrupa Konseyi Sözleşmesi m.47). Dolayısıyla iç hukukta da zamanaşımı olmaması gerek. Davanın tasarlayıcıları ve eylemcileri mutlaka hak ettiği cezayı almalı. Ama bu olgu önünde sonunda bir iktidar sorunu ve 21 yıllık AKP iktidarınca da engellendi. Öncesinde, katil sanıklarının avukatı Adalet Bakanı bile yapıldı: Şevket Kazan!

Türkiye böylesine acılar (tragedyalar) ülkesi. Dolayısıyla siyasal iktidar aynı zamanda bir yaşam güvencesi ya da tersi demek. Ulusumuzun bu yalın gerçekliği usundan hiç çıkarmaması gerek. Sn. Av. Şenal Sarıhan‘ın söylediklerini izlemek için lütfen tıklayın, paylaşın. Benzerlerinin yinelenmemesi toplumun yakıcı gerçekleri öğrenmesine bağlı.

Bu arada, “MADIMAK KÜTÜPHANESİ” adıyla bir web sitesi açıldı. Konuya ilişkin bilgi-belgeleri kalıcı kılmak ve tarihe mal etmek üzere. Emek verenleri içtenlikle kutlarız..

Lütfen tıklayınız, ziyaret edip inceleyiniz ve paylaşınız, yaygın öğrenilsin..

http://kutuphane.madimak.org 

Bu sitenin tanıtımı ve izlenmesi artmalı. Madımak Katliamı 30. yılında! Bu vahşet hiç yaşanmamış gibi toplumun gündeminden düşürülmeye çalışılıyor. Çalışmanın milyonlara ulaşması için lütfen bu erişkeyi (linki) yaygın paylaşalım..

Image

Hiç unutulmasın               :
2 Temmuz 1993, Sivas Madımak otelinde yakılarak öldürülen 33 yurtsever (+2 otel çalışanı). Apaçık uluslararası tuzak (komplo) ve kışkırtma (provokasyon).

  • Devletin 1. görevi yurttaşın can güvenliğidir.
  • T.C. bu kırımlara mutlaka engel olmalı, hesap sormalıdır yoksa devlet olamaz!!!

Sevgi ve saygı ile. 02 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

İstanbul Sözleşmesi ve Uluslararası Hukuk

İstanbul Sözleşmesi ve Uluslararası Hukuk

Image result for Prof. Dr. Rona AYBAYProf. Dr. Rona AYBAY

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan ve Avrupa Konseyinin öncülüğünde hazırlanan uluslararası sözleşme, son birkaç gündür siyasal gündemimizde ön sıralarda yer almaktadır. Bunun nedeni, bir Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiyenin ilk imzacısı olduğu bu sözleşmeden “çekilme” (fesih beyanı) yapılması konusunda bir metnin Resmi Gazetede yayımlanmış olmasıdır.

Bu karara karşı, çeşitli çevrelerden yöneltilen eleştiriler ve türlü engellemelere karşın kadın örgütlerince yapılan  gösterilerde dile getirilen protestolar başlıca üç kategoriye ayrılarak özetlenebilir :

Birinci kategorideki eleştiriler, Cumhurbaşkanı kararının anayasal açıdan incelenmesine dayanmaktadır. İç hukukumuz açısından yapılan bu değerlendirmede söz konusu Cumhurbaşkanı kararının anayasaya aykırı”, bu girişimin anayasal temelden yoksun ve dolayısıyla yok hükmünde” olduğu ileri sürülmektedir.

KÖTÜ GİDİŞİN İLK ADIMI

İkinci kategoriye giren eleştirilerde ise yurdumuzda bir yandan kadın cinayetleri“ adı verilen vahşet örneklerinin sayısındaki artışın öte yandan kadınların, çocukların ve cinsel tercihleri farklı olan insanların uğradığı saldırıların yaygınlığı karşısında bu kararın şiddeti teşvik edici sonuçlara yol açması olasılığına dikkat çekilmektedir.

Üçüncü kategorideki eleştiriler ise konuya tutarlılık” ve siyasal ahlak ilkeleri” açısından bakmaktadır. Bu görüş, onaylanmasının uygun bulunduğuna ilişkin yasanın, TBMMde (çekimser kalan bir üye dışında) bütün milletvekillerinin oylarıyla kabul edilmiş olduğu gerçeğine dikkat çekmektedir. Böyle bir yasaya dayanılarak onaylanmış bir uluslararası sözleşmeden, birdenbire ve gerekçeleri açıklanıp, tartışılmaksızın çekilmenin siyasal ahlakla ve parlamentonun iradesine saygı ile bağdaşmadığı belirtilmektedir.

Bütün bunlara ek olarak ya da en başta belirtilmesi gereken bir önemli nokta da şudur:

İstanbul Sözleşmesinden böyle, görüşülüp tartışılmadan çekilmenin, kötü bir gidişin ilk adımı olması olasılığı vardır. Bunun, sonuç olarak uluslararası sözleşmeler alanında, Atatürk Cumhuriyetinin temellerine dek varan birtakım girişimlerin başlangıcı olmasından kaygı duyulmaktadır.

Ancak bütün bunlar, bizim açımızdan ne denli önemli olursa olsun, sonuç olarak bizim iç hukuk alanımızın sorunlarıdır.

ULUSLARARASI HUKUK AÇISINDAN DURUM

Uluslararası sözleşmelerde “çekilme” (fesih) konusunu düzenleyen hükümlere yer verilmesi olağan sayılması gereken bir durumdur. Uluslararası  antlaşmalar (sözleşmeler) konusunda en kapsamlı düzenleme olan 1969 Viyana Sözleşmesi de 42. maddesinde devletlerin, birtakım koşullara ve usullere uyarak taraf oldukları sözleşmelerden çekilebileceklerini belirtmektedir. Kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak anılan sözleşmenin  Türkçe çevirisinde Sözleşmenin Feshi” başlığı altındaki 80. maddesi de aynı konuyla ilgilidir. Bu düzenlemede, İngilizce metinde denunciation” sözcüğüyle anlatılan durum, bir sözleşmeye taraf olan devletin, taraf olmanın yükümlülüklerinden kurtulma isteği anlamına gelmektedir. Böyle bir istekte bulunmaya, her taraf devletin hakkı vardır; devlet, belli usullere uyularak yapılacak bir bildirimle sözleşmeye taraf olmaktan çıkabilmektedir.

Bunun usulü, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine resmen bir bildirimde bulunulmasıdır. Bu bildirim yapılmadığı sürece taraf devletin ilgili sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükleri sona ermez. Bu yükümlülüklerin ortadan kalkması için, bildirimin Genel Sekretere ulaşmasından başlayarak üç aylık bir süre geçmesi gerekir. Bu sürenin sonunda, ilk ay başında çekilme kesinleşir.

SONUÇ

Türkiyenin bu bildirimi yaptığı, Avrupa Konseyi web sitesindeki yeni konulmuş bilgiden anlaşılmaktadır. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, bizim iç hukukumuzdaki geçerlilik” tartışmalarıyla ilgilenmek durumunda değildir; O’na ulaşmış ve biçim (şekil) bakımından uluslararası hukuka uygun bir bildirimin gereğini yapmakla yükümlüdür.

Bu durumda Türkiye, 1 Temmuz 2021’de bu Sözleşmenin tarafı olmaktan çıkacaktır. Böylece Türkiye, ilk imzacısı olduğu bir uluslararası sözleşmenin ilk çekileni olmak gibi, herhalde pek görülmemiş bir durum yaratmış olmaktadır.

Şimdi 1 Temmuza dek geçecek sürede “çekilme” (fesih bildirme) kararının Türk tarafınca geri alınmasına olanak vardır. Bu konuda eleştirilerden, protestolardan vazgeçilmesi elbette söz konusu olmamalıdır. Siyasal iktidarın, bu kararın geri alındığına ilişkin bir bildirimle durumu düzeltmesine olanak vardır.
=================================

Dostlar,

Türkiye’nin de uluslararası hukuk bağlamında resmen taraf olduğu AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) (RG 8662; 19/03/1954) 8. maddesi aşağıdadır. Bu madde, İstanbul Sözleşmesi ile uluslararası hukuk bağlamında güvenceye alınan kimi hakları öz olarak güvenceye kavuşturmaktadır.

Madde 8 – Özel hayatın ve aile hayatının korunması

1. Her şahıs hususi ve ailevi hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet edilmesi hakkına
maliktir.
2. Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir cemiyette ancak
milli güvenlik, âmme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın muhafazası, suçların
önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın ve başkasının hak ve hürriyetlerinin korunması için zaruri
bulunduğu derecede ve kanunla derpiş edilmesi şartiyle vukubulabilir.
***
Bu düzenleme, Sn. Aybay’ın irdelemesine ek olarak hem iç hem de uluslararası hukuk açısından gündemde tutulabilir.
Salt iç hukuk bakımından ise “6284 SAYILI AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN” temel güvenceleri sağlamaktadır.
İki hukuksal metin birlikte değerlendirildiğinde, İstanbul Sözleşmesi’nin güvencelemeyi hedeflediği hak ve özgürlüklerin hala, büyük ölçüde teknik olarak güvence altında olduğu söylenebilir. Ancak Aybay hocamızın

  • “…Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu bir uluslararası sözleşmenin ilk çekileni olmak gibi, herhalde pek görülmemiş bir durum yaratmış olmaktadır.”

belirlemesi, kritik önemini korumaktadır.

Sevgi ve saygı ile. 25 Mart 2021, Ankara

Ahmet SALTIK MSc, BSc
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)

Öğretim Üyesinin Düşünce Özgürlüğünü Kullanması Disiplin Suçu Değildir!


Dostlar
,

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden değerli meslektaşımız Doç. Dr. İlker Belek‘e Üniversite yönetiminin verdiği
disiplin cezası, ilk derece yönetsel yargıda (Antalya 2. İdare Mahkemesince) iptal edildi

Öğretim Üyesinin Düşünce Özgürlüğünü Kullanması Disiplin Suçu Değildir!

(Doç. Dr. İlker Belek’e verilen ceza iptal edildi) 

portresi

Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Doç. Dr. İlker Belek hakkında görevden çıkarma suçunu işlediği iddiası ile soruşturma açmış, sonrasında aylık kesim cezası vermişti.

 

Antalya 2. İdare Mahkemesi bu disiplin cezasını iptal etti. Mahkemenin iptal kararının gerekçesi pek çok üniversitede öğretim üyelerine karşı açılan haksız soruşturmalara ışık tutacak niteliktedir. Kararı ekte paylaşıyoruz.

Anımsanacağı üzere Doç. Dr. Belek, Tıp, Fakültesi Morfoloji binasında mescit açılma kararını eleştirmiş, üniversite kaynaklarının öğrencilerin, yemekhane, derslik, laboratuvar gibi ortak gereksinimleri için harcanmasını, isteyenlerin üniversite hastanesinde bulunan mesciti kullanabileceğini belirtmiş, üniversitede bilim üretilmesi gerektiğini, üniversite ortamının dincileştirilmesinden kaçınılması gerektiğini, öğrencilerin eğitime, bilime, araştırmaya yönlendirilmesi için çaba gösterilmesini belirten yazılar yazmıştı.

Üniversite Rektörlüğü, Doç. Dr. Belek’in bu düşüncelerini açıklayarak;
mescit açılmasına karşı öğretim üyeleri ve idarecileri idareye karşı kışkırtma çabası içinde olduğunu, akademisyenlere yazılar göndererek amacına ulaşmaya çalıştığını, kişilerin inanç ve ibadet özgürlüğüne karşı çıktığını böylece, dinsel yükümlerini öğrenim gördükleri okulda yerine getirmek isteyen öğrencilerin ibadet özgürlüklerini engellemek istediğini, bu davranışlarının Yükseköğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliğinin 9/i maddesinde tanımlanan “Görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak” fiilini oluşturduğunu varsayıp ceza vermişti.

İdare Mahkemesinin iptal kararında özetle şu gerekçelere yer verildi : 

İlker Belek’in “düşünce ve kanaatlerini ifade ettiğinin anlaşıldığı, söz konusu düşünce ve kanaatlerinin gerçekleşmesi amacıyla yasa dışı yollara veya şiddete başvurulmasını teşvik etmediği, başkalarının özgürlüklerini kısıtlayacak veya bu özgürlüklere müdahale edecek ayrımcılık niteliğinde bir davranışta bulunmadığı, gösteri, basın açıklaması veya toplantı yapma gibi yasal hakların kullanılmasına ilişkin organizasyon girişiminde bulunulduğu, öbür yandan, her ne denli davacı tarafından ifade edilen düşüncelerin bir bölümü toplumun bir kesimince kabul edilemez bulunsa bile, AİHS – Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ile AİHM – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin yerleşik içtihatları doğrultusunda, devletin ya da toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, tasvip edilmeyen, şok eden, rahatsız eden bilgi ve düşüncelerin de ifade özgürlüğü kapsamında olduğu gözetildiğinde, davacının ifadelerinin Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin açık olduğu görülmektedir.

Bu durumda, davacının düşünce özgürlüğü kapsamında kalan ifadelerinin, görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak şeklinde değerlendirilmesi suretiyle 1/2 aylıktan kesme cezasıyla tecziyesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”

*****

Kararı son derece yerinde buluyor, Antalya 2. İdare Mahkemesine teşekkür ediyor ve Akdeniz Üniversitesi Yönetimini de kararı temyizle üst mahkemeye götürmeden yanlıştan dönmesini öneriyoruz.

Sevgili meslektaşımız yürekli insan Doç. Dr. İlker Belek’i kutlayarak
dayanışma duygularımızı belirtiyoruz..

Kararın tam metni için lütfen tıklayınız..

Ilker_Belek_davasi_Antalya_2._Idare_Mahk._Iptal_Karari_metni

 

Sevgi ve saygı ile.
30 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

 

 

AİHM’den Türkiye’ye Biber Gazı Mahkumiyeti

Dostlar,

AİHM‘nden bir mahkumiyet daha…

Başbakan RT Erdoğan biber gazı şöyle yasal böyle yasal…
diye kendisi dahil beyin yıkamayı sürdürsün..

Bu sitede daha önce de Sn. Rıza Türmen‘in (emekli AİHM yargıcı) kaleminden
bir başka mahkumiyet kararına yer vermiştik (Nisan 2012, Ali Güneş davası; http://ahmetsaltik.net/biber-gazi-insan-haklari-ihlali/, 11.6.2013,
Biber Gazı: İnsan Hakları İhlali)

Gezi direnişinin ülkeye yaygınlaşması ile artan polis vahşeti ve yaygın
acı sonuçlarının hukuksal hesabı er ya da geç verilecek..
Hele “güçlendirilmiş” biber gazının bedeli daha “güçlendirilmiş” olacak.

Kafa kıran, komaya sokan, kasıtlı ve yakın mesafeden yüze – başa hedef gözetilerek atılan biber gazı kanisterlerinin de..

Can yaksın ve damgalasın diye boyalı kimyasal içeren basıncı artırılmış
TOMA sularının da!

Göz çıkartan darbe etkili plastik mermeilerin de..

Yurttaşını köle ya da tutsak gibi görerek böcek gibi gazlayan, ölçüsüz dayak atan,
çivili sopalı canilere engel olamayan, satırlı milis canavarları salıveren…
Ama bayrak satan 5 çocuklu yoksul garibi isyana teşvikten tutuklayan…

Şimdiye dek 5 kurban veren, eli kanlı AKP iktidarından ve yasa dışı emirleri yerine getiren kamu görevlilerinden..

Devlet de sorumlu kamu görevlilerine zorunlu olarak rücu edecek
(Anayasa md. 40)..

Ve de bu insanlık dramını yansıtmayan, görmezden gelen, çarpıtan..
başta TRT ve AA olmak üzere medya sorumlularından..

Tarih önünde mutlaka yasal hesap sorulacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
17.7.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================
AIHS

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM),
28 Mart 2006’da 10 kişinin öldüğü Diyarbakır olaylarında gaz kapsülünün direkt atışıyla ağır yaralanan 13 yaşındaki Abdullah Yaşa davasında Türkiye’yi mahkûm etti.

Biber gazının bu şekilde kullanımının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
İşkence ve İnsanlık Dışı Muameleyle Mücadeleyi kapsayan 3’üncü maddesini
ihlal ettiğine hükmeden AİHM, Türkiye’yi 15 bin Euro maddi ve manevi tazminata,
5 bin Euro da mahkeme giderleri olmak üzere 20 bin Euro cezaya çarptırdı.

  • AİHM, göstericilerin biber gazı kapsülleriyle yakın mesafeden
    hedef alınmasını insan hakkı ihlali olarak değerlendirdi.

İç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi tarafından AİHM’ye taşınan davanın kararında, göstericilerin biber gazı kapsülleriyle yakın mesafeden ve doğrudan hedef alınmasının, ‘ölümcül vakalara veya ciddi yaralanmalara yol açabileceği için uygun bir polis davranışı olmadığı’ belirtildi.

AİHM kararında, polisin biber gazı kapsüllerini 45-50 derecelik açı ile atması ve
‘eğik atış’ yöntemini kullanması gerektiği belirtildi.
biber_gazi_sikan_polis
Kararda, Türk yasal mevzuatının kişilerin fiziksel bütünlüklerinin korunması için Avrupa’nın çağdaş demokrasilerinden beklenen düzeyde güvence sağlamadığına dikkat çekildi.
Türk hükümetinin bu davayla ilgili sunduğu, ‘polise saldıran ve yasadışı gösteri yapan grubun dağıtılması için orantılı güç kullanıldığı’ tezi ise kabul edilmedi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46’ncı maddesini temel alan AİHM,
biber gazı kullanımıyla ilgili 15 Şubat 2008 tarihli genelgeye karşın ölme ve yaralanma riskini enaza indirmek amacıyla Türk yasal mevzuatının kapsamlı biçimde
gözden geçirilmesini istedi. (Cumhuriyet portal, 17.7.13)

Teğmen Çelebi’nin “Sehven” Soruşturmasında Takipsizlik!

Dostlar,

portresiTeğmen M. Ali Çelebi, Ergenekon tertibi kapsamında tutuklu yargılanırken, 08.04.2011 günü yaptığı savunmada,

  • Telefonuma “SEHVEN” Hizbut Tahrir sempatizanlarının numaraları yüklendi, belgeli…

tümcesini kurmuştu. Mahkemede polis komplosunu apaçık kanıtlamıştı.

Teğmen Çelebi, 18 Eylül 2008’de tutuklanmıştı ve ilk savunmasını yapma sırası
2,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra gelebilmişti! Bu savunma metnini şu erişkeyi tıklayarak okuyabilirsiniz : Mehmet_Ali_Celebi’nin_savunmasi_8.4.11.

Salıverilmesi ise 20 Mayıs 2011’de, 2 yıl 8 ay sonra olanaklı olmuştu.

Teğmen M. Ali Çelebi, hüküm almadan, polisin alet edildiği bir komplo ile
2 yıl 8 ay hapis yattı.

Şimdi ise, 1 dakika gibi bir sürede 140 dolayında Hizbut Tahrir sempatizanının numaralarını cep telefonuna yükleyen polisler hk. adli işlem sürüyor.

Bu polisler suçlarını itiraf ederek “sehven” (yanlışlıkla) oldu.. demişlerdi.

Gözaltına alınan Teğmen M.A. Çelebi’nin polis emanetinde alıkonulan cep telefonuna, polisler “sehven” 1 dakika gibi bir sürede 140 dolayında Hizbut Tahrir sempatizanının numaralarını yüklemişlerdi. Can ve mal güvenliği kime emanet??

Şimdi bu polisler hakkında savcılık takipsizlik kararı verdi ve dosya kapanacak.
“Sehven” de olsa (!) bu eylemin (komplonun!) bir bedeli olmayacak!?

Oysa Teğmen M. A. Çelebi 32 ay suçsuz biçimde hapis yattı..

Bu adalet perisi nerelere kaçtı / kaçırıldı?
Devr-i AKP’de Türkiye sınırlarını terk mi etti, Atlantik ötesine mi sığındı,
tutsak mı alındı?

Polisin eylemi görevi ihmal derecesinde hafif asla değil.
Görevi kötüye kullanma bile hafif kalıyor.
Polislerin Teğmen M. A. Çelebi’ye yaptıkları; resmen,
komplo kurarak iftira atmalarıdır.

Bu suçun ağır karşılığı Türk Ceza Yasasında tanımlıdır (Md. 267).
Şimdi bu alçakça tertip örtbas ediliyor.
Hem de Cumhuriyetin bir savcısı tarafından.
Bir Cumhuriyet Savcısı, bir T.C. Yurttaşının, TSK’nin genç bir kara pilot teğmeninin başına örülmek istenen çoraba, haydi suça ortaklık demeyelim, en hafif deyimi ile kayıtsız kalıyor!

Bu davranışın da, kadim Türk Ceza Yasasında bir karşılığı olmak gerekir herhalde.

Acaba yetkili başsavcı vekili bu mütalaayı ilgili savcıya iade eder mi?

Bekleyip göreceğiz..
Ve Teğmen M. A. Çelebi, yüksek zekasıyla bu hukuk bulmacasını da
çözmesini bilecektir.

Ülkemizde tuz bile kokuyor artık.. hem de epey zamandır..

Başbakan RT Erdoğan ise “ileri demokrasi” teraneleri anlatıyor,
Şeyh Edebali‘den alıntılar yaparak insanı yücelten sözlerini aktarıyor.
7-8 yüzyıl geriye gönderme yapıyor (referans veriyor). Oysa AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi; 4 Kasım 1950 ve güncellenmesi 9 Mart 2013) ve
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB, 10 Aralık 1948) çok daha somut, nesnel,
yeni ve evrensel.. Ve de iyi kötü 1982 Anayasamız.. Hukuk devleti Türkiye, Anayasasına göre anılan 2 uluslararası hukuk metnine taraf, kendisini bağlıyor
(Anayasa md. 90). Ama Başbakan RT Erdoğan ne bu metinlere gönderme yapıyor
ne de apaçık hukuksuzluktan rahatsız oluyor!?

Niçin acaba??

1 milyar dolar serveti olduğunu savlayan Doğu Perinçek’in iftira attığını söylüyor ve “Ergenekon’dan içerde!” diyor sadistik bir söylemle. “Kanıtlayın İsviçre bankalarındaki hesaplarımı..” diyor.. Oysa bal gibi biliyor ki İsviçre yasaları bu konuda çok katı ve bu yüzden illegal hesaplar o ülke bankalarında. Bunun tek bir yolu var, kendisi İsviçre hükümetine resmen başvurarak adına açılmış tüm hesapların tüm dökümlerini örn.
en az 10 yıl geriye dönük olmak üzere açıklanmasına yetki verecek.

Soylu milletimiz ve muhalefetimiz, AKP’nin dini bütün 326 milletvekili,
16 milyon seçmeni, özgür basınımız.. bu soruyu soramıyor..

Soranı cin çarpıyor..

Teğmen M. Ali Çelebi, 08.04.2011 günü yaptığı savunmasını şöyle bağlamıştı :

  • “Bizler Türk subayları olarak bize emanet edilen devrimleri ve bağımsızlığı Silivri’de kaybetmeyeceğimizi tüm dünyaya göstereceğiz!
  • Burada Silivri Ateş Hattının şeref kürsüsünden büyük milletimi,
    değerli komutanlarımı ve silah arkadaşlarımı Mustafa Kemal’in en yüce,
    en yenilmez duygularıyla selamlıyorum.”

Keşke hepsi bir masal olsa..

Masallar korkuya bağışıktır..

Keşke korkular da birer masal olsa..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

Teğmen M.A. Çelebi’nin “Sehven” Soruşturmasında Takipsizlik!

Ergenekon sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi‘nin cep telefonuna emniyette ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada polislere takipsizlik verildi.

Vatan Gazetesi’nden Çağdaş Ulus’un haberine göre, iki yıl süren soruşturma kapsamında 5 savcının değiştiği “Sehven” soruşturmasında polislere takipsizlik kararı verildi.

SAVCILAR BİRBİRİNE DÜŞTÜ

Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi‘nin cep telefonuna İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada memur suçlarına bakan savcı ile başsavcı vekili anlaşmazlığa düştü. Ergenekonun sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin cep telefonuna emniyette ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada savcı, “polis görevi kötüye kullandı” dedi ve 3 yıla kadar hapis istedi. İddianamenin onay için gönderildiği Başsavcı vekili ise, ‘kötüye kullanma’ değil, ‘görevi ihmal’ var diyerek “2 yıla kadar hapis istemli yargılanmalı” görüşünü savundu. İddianame soruşturma savcısına iade edildi.

SAVCI: GÖREV KÖTÜYE KULLANILDI

Savcı Atıcı, Çelebi’nin telefon döküm işlemlerini yapan görevli şüpheli bir polis memuru hakkında ‘görevi kötüye kullanma’ suçundan iddianame düzenlendi. İddianamede polis memurunun 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenildi. Savcı, diğer 5 polis memuru hakkında da dava açmaya gerek görmeyerek takipsizlik kararı verdi.
Hazırlanan iddianame, memur suçlarından sorumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekiline gönderildi.

BAŞSAVCI VEKİLİ: GÖREVİ İHMAL

Ancak başsavcı vekili, iddianameyi savcıya iade etti. Başsavcılık, iade kararında polis memuru hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngören ‘görevi kötüye kullanma’ suçlamasından değil, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasını öngören ‘görevi ihmal suçlaması’ ile iddianame hazırlanması gerektiğini belirtti. Ayrıca başsavcı vekili, soruşturma dosyasında bazı eksikliklerin olduğunu ve bu eksikliklerin de giderilmesi gerektiğini belirtti. İddianamenin iade edildiği savcı Atıcı, yeniden dosyayı incelemeye aldı.

O POLİSLERE TAKİPSİZLİK

Savcılık soruşturması sonunda verilen kararda polis memurlarının görevi kötüye kullanmadığını belirten savcılık makamı, olayla ilgili takipsizlik kararı vererek polisleri akladı. Adı geçen şüphelilerin görevi kötüye kullandıklarına dair delil bulunmadığını belirten savcılık, şüpheliler hakkında,’kamu adına ek kovuşturmaya yer olmadığına’ kanaat getirdi. (Odatv.com, 25.6.2013)

Bangladeş’te fabrika yangını; 120 ölü Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği


Bangladeş’te fabrika yangını: 120 ölü!

Bangladeş’in başkenti Dakka’da bir konfeksiyon fabrikasında çıkan yangında
en az 120 kişinin öldüğü, 150’den çok kişinin yaralandığı açıklandı. (AA, 25.11.12)

Dakka’nın Ashulye bölgesinde 9 katlı bir konfeksiyon fabrikasının zemin katında çıkan yangın kısa sürede tüm binayı sardı. Bazı işçiler pencereden atlayarak kurtulurken, özellikle üst katlarda çalışan işçiler dumanın da etlisiyle binada mahsur kaldı.
Çıkan yangında en az 120 kişinin yaşamını yitirdiiği, 150’den çok yaralı olduğu belirtildi. Yangının çıkış nedeni henüz belirlenmezken, itfaiye yetkilileri elektrik kontağından çıktığından kuşku duyuyor.

Fabrikada çalışan görgü tanığı Ahmed Riyad yaptığı açıklamada, yangının sabah saatlerinde bodrum katından yayıldığını gördüğünü belirterek, alt katlarda çalışan işçilerin yangının çıkmasıyla kaçabildiğini, üst katlardaki işçilerin ise yangının hızla  yayılmasıyla binada mahsur kaldığını söyledi. Sabah işe birlikte geldiği çok sayıda arkadaşının yanarak öldüğünü aktaran Riyad, 2 Dolar gündelikle çok zor koşullarda çalıştıklarını kaydetti.

Fabrikada yangın merdiveni yok!

İtfaiye yetkilileri ise 9 katlı konfeksiyon fabrikasında yangın merdivenin olmadığını belirterek, bunun ölü sayını artırdığına dikkati çekti. Başkent Dakka’da Aralık 2010’da aynı sanayi bölgesinde bulunan başka bir konfeksiyon fabrikasında elektrik kontağından yangın çıkmış, 25 kişi yaşamını yitirmişti. Bangladeş’in yıllık konfeksiyon ihracatı
24 milyar dolar. Bangladeş’teki 4500 konfeksiyon fabrikasında yaklaşık 2 milyon kişi çalışıyor.

======================================

Dostlar,

İş kazaları çalışma yaşamının en başta gelen karabasanı.
2. sırada gelen sorun ise meslek hastalıkları.

Ülkemizin her sorun bakımından da sicili hiç ak değil.

En son 2010 yılı SGK verisiyle ülkemizde kayda giren yıllık meslek hastalığı sayısı
550 bile değildir! Oysa Almanya’da 80 bin, ABD’de 400 bin meslek hastalığı yıllık tanısı vardır. Dolayısıyla meslek hastalıklarının “kayıt sistemimizle” bir tür kökünü kazıyacağız neredeyse…

İş kazalarına gelince   :
* Yıllık 60 – 70 bin aralığında resmi kayıtlı iş kazamız var.
* Ayda 6 bin,
* günde 200,
* her saat 8
* ve her gün 3-4 ÖLÜMLÜ iş kazamız kayıtlara giriyor..

2000 dolayında çalışanımız iş kazası veya meslek hastalığı yüzünden
SÜREKLİ İŞGÖREMEZ (tam engelli, malul) duruma düşüyor ve
2 milyon dolayında işgününü bu yüzden yitiriyoruz. Bu rakamlar salt SSK kapsamında çalışanlar için..

Yaklaşık 12 milyon SSK’li çalışan için bu veriler.
Kalan 12 milyon için böylesi bir kayıt yok.
Bunların toplamına yakın kayıt dışımız var.. (24 milyonun %44’ü)
3 milyon dolayında “kayıtlı” işsizi de katarsanız, zaten toplam işgücü arzı olan
50 milyonu buluyoruz.

  • Türkiye ÖLÜMLÜ İŞ KAZALARINDA Hindistan ve Rusya’dan sonra
    dünyada 3.!

ILO’ya göre (Uluslararası Çalışma Örgütü) İş Kazaları da, Meslek Hastalıkları da neredeyse %100 korunulabilir sorunlar..

Ülkemizin bu 2 soruna bağlı parasal yitiği ise, ILO uzmanı J. Takala’nın kestirimlerine göre ulusal gelirin (GSMH, TUG) % 4-6,5’i arasında. %4 desek, 2011 yılı TUG’i 772,3 milyar $ olduğuna göre, en alt sınırdan, yaklaşık 30 milyar $ gibi korkunç bir servettir!

Türkiye, silahlı kuvvetlerine TUG’in (GSMH) % 2,3’ünü ayırmaktadır. Bu oranın 2 katını bulan bir ulusal servetini ise, başlıca sermayenin engellemesi yüzünden,
yeterli önlem al(a)maması nedeniyle çalışma yaşamında İŞ KAZALARI +
MESLEK HASTALIKLARI
yüzünden yitirmektedir.

Türkiye, dünyada sayılı çok ilaç tüketen bir ülke olarak, TUG’in (GSMH) %2,1’i düzeyinde bir harcamayı ilaç için yapmaktadır. Bu ana kaleme denk bir kaynağı ise
iş kazaları ve meslek hastalıkları yüzünden yitirmektedir gene..

Böylesine büyük ve akıl dışı kanamaları olan bir ülkenin ayağa kalkması olanak dışıdır.

Türkiye, çalışma yaşamında sağlık ve güvenlik önlemlerini, ILO’nun en az (asgari) kurallarına uygun olarak düzeltmek zorundadır.. Hem de hızla.. Bu bağlamda ülkemizin taraf olduğu çok sayıda uluslararası anlaşma ve sözleşme vardır.

İlk adım tüm emekçilerin sendikalaşmasını sağlamak, bütün engelleri kaldırmaktır.
Bu bağlamda da ülkemizin taraf olduğu çok sayıda uluslararası anlaşma ve sözleşme vardır..

  • ILO Sözleşmeleri, 
  • İHEB (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi), 
  • Avrupa Sosyal Şartı, 
  • AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi), 
  • AB metinleri... gibi

İkinci olarak ise tüm çalışanları İŞ KAZALARI ve MESLEK HASTALIKLARI bakımından aynı havuza almaktır.

Bütün  bunların, KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm güdümünde siyasal kadrolarla başarılamayacağını anlamayı ve anlatmayı 3. madde olarak mı koymalı ilk madde
olarak mı?

Sevgi ve saygı ile.
26.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ÖRTÜLÜ FAŞİZMDEN AÇIK İSLAMİ FAŞİZME : NAM-I DİĞER “ILIMLI İSLAM” REJİMİNE Mİ ??

ortulu_fasizmden_acik_islami_fasizme_24.09.08