Etiket arşivi: işsizlik

“Kanal İstanbul aslında Katar İstanbulmuş”

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, Kanal İstanbul’un çevresindeki arazilerin Şeyha Moza tarafından alındığı iddialarına ilişkin,
Kanal İstanbul aslında Katar İstanbulmuş” îfadelerini kullandı.

CHP’li Öztrak’tan Kanal İstanbul tepkisi! ‘Kanal İstanbul aslında Katar İstanbulmuş’

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, partisinin MYK toplantısı arasında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bugün açıklanan işsizlik rakamlarının gerçeği yansıtmadığını dile getiren Öztrak, “Resmî işsizlerin sayısı son 16 aydır kesintisiz olarak artıyor. Son 10 aydır da işsizlerin sayısı 4 milyonun üzerine çıktı ve orada kaldı. Gerçek işsizlik ise son bir ayda iş arayanların dışındaki daha geniş tanımlı işsizlik rakamı ise resmî rakamı ikiye katlıyor” diye konuştu.

“İŞSİZLİK RAKAMLARI ÜRKÜTÜCÜ”

Öztrak, “Kimler var bu rakamda? İş aramış ama ümidi yitirmiş, iş aramaktan vazgeçmiş ama kendisine sorulduğunda ‘Çalışırım’ diyenler, mevsimlik çalışanlar var, eksik ve yetersiz istihdam edilen yurttaşlarımız var. Tüm bunların hepsini topladığımızda gerçek işsiz sayısı son bir yılda eylül ayı itibariyle 7 milyon 983 bin kişiye ulaşmıştır. Gerçek işsiz sayımız böyle bakıldığında dünyadaki 95 ülkenin nüfusundan daha fazla. Son 14 aydır ülkemizde gerçek işsizlerin sayısı 8 milyon kişinin etrafında dalgalanıp duruyor.  Son üç aydır da gerçek işsizlik oranı %22’nin üzerinde seyrediyor. Bunlar son derece ürkütücü vahim rakamlar. Yine işsizlikte ilan edilen rakamlarla gerçek rakamlar arasındaki makasın çok açık olduğuna dair ciddi emareler var” ifadesini kullandı.

Öztrak, “Fiyat toplama gününde fiyat toplanan müesseselere telefon ederek etiketlere müdahale eden, enflasyon rakamlarını makyajlayan, büyüme rakamlarına taklalar attıran iktidarın işsizlik rakamlarının üzerinde de ciddi karartmalar uygulamalar uyguladığına dair birtakım emareler var” görüşünü savundu.

Öztrak, “Nedir bu? Geçtiğimiz yılın eylül ayında çalışma çağındaki nüfus 792 bin kişi artmış. Bu 792 bin kişinin 592 bini iş aramaya başlamış. Bu eylül ayında son bir yılda çalışma çağındaki kişilerin sayısındaki artış, geçtiğimiz yıl 792 bin olan 887 bin olmuş. Buna karşılık çalışma çağına gelen bu insanların sadece 192 bini iş aramaya başlamış. Yani geçen yıl 592 bin kişi iş ararken bu yıl sadece 192 bin kişi iş aramış. Sanırım Saray’ın damadının kayınpederinin canı sıkılmasın diye insanlar iş aramaktan vazgeçmiş” düşüncelerini dile getirdi.

Öztrak, “Geçen seneki iş gücüne katılım rakamlarına bakıyoruz. Eğer bu rakamları esas alsaydık, işsiz sayımız 286 bin kişi daha yüksek olacaktı.  Bu durumda işsizlik oranı da %14,6’ya çıkacaktı. Daha bu yılın başında Saray ve Saray’ın damadı, yanlarında da iş aleminin başkanları çıktılar dediler ki, ‘2,5 milyon kişiye iş vereceğiz’ dediler” diye konuştu.

“HİÇBİR KRİZDE BÖYLE BİR MANZARA İLE KARŞILAŞMADIK”

“İşsizler ordusuna katılan her 100 vatandaşımızın 76’sı son bir yılda işini kaybedenlerden oluşuyor” diyen Öztrak,  “Dünyanın hangi yerinde 2,5 milyon kişiye istihdam sağlayacağım diye vaat verip 623 kişi işsiz bırakan bir iktidar o koltukta oturamaz. Tarımda son 20 aydır, inşaat sektöründe ise son 18 aydır çalışanlar işini kaybetmiş. Gençlerimize umut ve iş veremiyoruz. Gençlerin işsizlik oranı son 4 aydır hep %20’nin üzerinde. 20-29 yaş arasındaki gençlerimizden ne okulda ne işte olanların sayısı ise son bir yılda 308 bin kişi arttı. Biz bu ülkenin umudu gençlerimiz diyoruz ama onlara iş veremiyoruz. Üniversiteli işsizlerimizin sayısı 1 milyonu aştı. Her 100 işsiz yurttaşımızdan 27’si üniversite mezunu. Son derece derin ve yapışkan bir işsizlik sorunu ile karşı karşıyayız. Daha önce hiçbir krizde böyle bir manzara ile karşı karşıya kalmamıştık. Nitekim bir yıl ve daha uzun süredir işsiz olan yurttaşlarımızın sayısı da 1 milyon 156 bin kişi” ifadesini kullandı.

Öztrak açıklamalarını şöyle sürdürdü:

“İnsanlarımızın aileleri ile birlikte yaşamlarına kıymalarının ardından da bu gerçekler var. Ekonomik kriz artık büyük şirketlerimizi de sallamaya başladı. Türkiye’nin önemli firmaları üretimi durduruyor.

“ZİRAAT BANKASI KALKMIŞ SİMİTÇİLİĞE SOYUNUYOR”

Çiftçiye 10 bin liralık kredi vermek için bir ev, iki memur kefil teminat isteyen Ziraat Bankası kalkmış simitçiliğe soyunuyor. Hükûmete yakın olduğu söylenen ve sektörün en büyük simitçisi olduğu söylenen firma için milyonlarca dolarlık kurtarma operasyonu yapılıyor. Bu operasyonu yapabilmek için Ziraat Bankası ne aldı? Hükûmetin gündeminde çiftçi, işçi, esnaf yok.

ERDOĞAN’IN İNCİRLİK AÇIKLAMASINA YANIT

Dış politikayı bir süredir iç politikanın malzemesi haline getirildi. Bunlar öyle bağırarak, çağırarak işler değildir. Yapılacaksa karar verilir yapılır. Ama başı sonu, neticesi bunların hepsi bir devlet adamı ciddiyetiyle değerlendirilir bu kararlar öyle alınır.  ‘Şahsım söyle düşünüyor, böyle düşünüyor’ diyerek alınacak kararlar değildir.

“KANAL İSTANBUL ASLINDA KATAR İSTANBULMUŞ”

2011 yılından bu yana Kanal İstanbul diyorlardı. Kanal İstanbul aslında Katar İstanbul imiş. Tank Palet Fabrikası’nı Katar’a peş keş çektiniz ama ne aldınız? Bu ülkenin taşıyla bu ülkenin kuşunu daha ne kadar Katar’a vurduracaksınız? Bu ülkenin gündemi olan işsizlik bu şekilde aşılamaz. Saray artık ülkenin gerçek gündemine odaklanmalıdır.

  • “Biz Mehmetçiğimizin kanının Libya çöllerinde dökülmesine karşıyız”

Libya’ya asker gönderme kararını Katar’a asker gönderme kararını nasıl karşıladıysak öyle karşılarız. Biz Mehmetçiğimizin başka ülkelerde görevlendirilmesine karşıyız. Biz Mehmetçiğimizin kanının Libya çöllerinde dökülmesine karşıyız.”

Kaynak: www.abcgazetesi.com, 16.12.19

İŞSİZLİK

İŞSİZLİK

Erinç YELDAN
Cumhuriyet, 20.11.19

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) her ayın 15’inde Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıklamakta olduğu “Hanehalkı İşgücuü Araştırması” sonuçları üzerine “İşsizlik ve İstihdam Raporu”nu kamuoyu ile paylaşmakta. Türkiye’de sürekli olarak yayımlanmakta olan ve kanımca en kapsamlı ve güncel veriler ile donatılmış söz konusu raporun 15 Kasım tarihli sayısı Türkiye ekonomisinin en derin sorununu açıklıkla ele almakta. Satırbaşlarıyla özetlemek gerekirse;

  • Krizin 1. yılı geride kalırken işsizlik artmaya devam ediyor, istihdamdaki azalış sürüyor. Ağustos 2018’de 3 milyon 666 bin olan mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsiz sayısı, Ağustos 2019’da 976 bin artarak 4 milyon 642 bine yükseldi.
  • Mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı bir önceki yılın aynı ayına göre 2.9 puan artarak %11.3’ten % 14.2’ye yükseldi.
  • İşsizlikte en yoğun artış ise genç ve kadın işsizliğinde gerçekleşti. Genç kadın işsizliği Ağustos 2018’de %26.4 iken 8.2 puan artarak % 34.6 oldu.
  • Türkiye işgücü piyasalarındaki tıkanma yalnızca işsizlik oranları ile sınırlı değil. İstihdamda da büyük bir daralma yaşanmakta. Ağustos 2018’de 28 milyon 830 bin olan mevsim etkisinden arındırılmış istihdam, 762 bin kişi azalarak Ağustos 2019’da 28 milyon 68 bine geriledi. Aktif sigortalı olarak çalışanların sayısı son bir yılda 413 bin kişi azaldı.

2018 Ağustosu’ndan, 2019’a…

DİSK-AR raporunun işsizlik türlerinin özetlendiği grafiği ise bir eylem afişi niteliğinde. Türkiye ekonomisinde derinleşmekte olan reel üretim ve sistemsel krizin emekçileri ilgilendiren en temel boyutu olan istihdam tahribatı ve işsizlik sorununu aşağıda paylaşıyorum.

Şekilde, elimizdeki son veri olan Ağustos 2019 (temmuz-ağustos-eylül ayları ortalaması) ile 2018’in aynı döneminin karşılaştırılması var. DİSK-AR çalışanları tarafından TÜİK’in resmi verilerinden derlenen şekil, ekonomide giderek derinleşmekte olan işsizlik sorununu tüm çıplaklığıyla özetlemekte. İsşizlik sorununun artık yapısal ve sistematik bir boyutta olduğunun en çarpıcı göstergesi, “ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı”. Bu rakam %34 ile OECD ülkeleri arasında en yüksek orana ulaşmış konumda. Atıl olarak sistemin dışına itilmiş gençlerin, tüm genç nüfusun üçte birine ulaştığını belgeleyen bu rakam, Türkiye’nin gelecek potansiyeline ilişkin kaygılarımızı derinleştiriyor.

Kaynak: DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdam Raporu, Kasım 2019.

Türkiye’de “toparlanma / dengelenme” gibi söz oyunlarıyla geçiştirilmeye çalışılan ekonomik ve sosyal krizin en somut göstergesi işsizlik ve “insan onuruna yakışan işin tahribatı” olarak gözleniyor. İşsizlik sorunun yapısal nitelikli boyutları ise finans burjuvazisinin spekülatif dünyasının çıkarlarına indirgenen ve “önce enflasyonu düşürelim gerisi hallolur” mantığına dayandırılan kemer sıkma politikalarıyla çözülemeyecek ölçüde derin ve ciddi.
===================
Dostlar,

Bu gün gazetelerde BASİSEN‘in tam sayfa ilanları vardı. Banka – Finans ve Sigorta İşçileri Sendikası, deyim yerinde ise “feryat” ediyor, işten çıkarmalara isyanını haykırıyordu. Bu sektörün patronlarının, “değişen müşteri davranışı ve teknolojik gelişmeler” i gerekçe göstererek işten çıkarmaları yaygınlaştırmışlardı..

Sendika, patronları banka emekçilerinin ekmeğiyle oynamamaya çağırıyor, “fesihin son çare olması” ilkesini anımsatıyor. Bu yakıcı olay bize, 1760 Sanayi Devrimi ile üretimin makineleşmesiyle işsiz kalan emekçilerin “makine kırma eylemleri” ini anımsattı..

AKP iktidarının başı, nüfusun artmasını, her ailenin 3,4, 5.. çocuk yapmasını istiyor. Öte yandan, Türkiye nüfusu geçen yıl (2018’de) %1,47 hızla büyüdü ve net olarak 1,2 milyon kişi daha arttı. Nüfus artış hızının Dünya ortalaması ise %1,1 (UNFPA, 2018). Bankacılık – finans sektöründe işverenlerin emekçileri işten çıkarma gerekçesi “değişen müşteri davranışı ve teknolojik gelişmeler” olup, yakıcı da olsa, acı da gelse bir gerçektir.

Öte yandan robotlar giderek üretimde yaygın yer almaktalar. Yapay zeka yüklenen son kuşak robotlar, yazında (literatürde) MER kısaltmasıyla tanımlanmaktadır : Men Equivalent Robot.. / İnsan Eşdeğeri Robot! Bu teknolojik sıçramalara koşut olarak MER‘ler, önümüzdeki birkaç on yıla kalmadan, 800 milyon dolayında insanı işsiz bırakacaktır. Şimdiden, simgesel birkaç canlı işçi ve gerçek mühendis dışında üretimin tümüyle robotlara dayandığı dev fabrikalar vardır. Mercedes, BMW fabrikaları tipik örneklerdendir.

Hele fabrikalardaki bu yapay zekalı akıllı robotlar hatta insansı Androidler ve öbür üretim gereçleri birbiriyle internet üzerinden iletişim kurabilir aşamaya ulaştıklarında, IOT devrimi ile (nesnelerin interneti) kol gücüne gereksinim iyice azalacaktır.

Türkiye’de AKP iktidarı ve bu iktidarın başı muktedir, andığımız güncel çarpıcı gelişmelerden tümüyle habersiz midir? Neden hala nüfusun hızla artmasını akıl almaz biçimde teşvik etmektedirler? AKP = Erdoğan neden “..3, 4 hatta 5 çocuk, Allah ne verdiyse yapın..” diyebilmektedir? 2018’de nüfus artış hızımız %1,47 ile dünya ortalaması %1,1’in (UNFPA 2018) neredeyse 1,5 katıdır ve net olarak 1,2 milyon artmıştır. Aynı sürede 1 milyona yakın insan işsiz kalmıştır (istihdam yitimi). Artık AKP’nin de yadsıyamadığı biçimde işsizlik %14 gibi korkunç bir orana varmıştır. 7 milyonu aşkın insan işsizdir! Bu tablo hiçbir zırva ile tevil edilemez.

Aşırı hızlı, gereksiz ve akıl dışı nüfus artışı frenlenmek zorundadır. HER AİLEYE BİR ÇOCUK SEFERBERLİĞİ başlatılmalıdır hemen.. Sayıları 200’ü aşan her ile 1 “üniversite” (!?) poitikası çirkin bir popülizm örneği idi ve ülkemize anlamlı hiçbir katkısı olmamıştır. Oysa maliyet korkunç büyüktür. Yükseköğrenimde 8 milyona yakın genç vardır ve 18. yılında tek başına iktidarda olan partini başı, üniversite bitiren herkes iş güvencesi olmadığını / olamayacağını belirtebilmektedir.

Türkiye İHO – İHL – İlahiyat Ön lisans / Lisans kuşatması ile eğitimde – yaşamda dincileştirmeye son vermek zorundadır. Gençler, iş sahibi olabilecek biçimde günümüzün ağır rekabetçi küresel koşulları gözetilerek eğitilmelidir. Geçerli meslekler edinmeli, yetkin bilgi – beceri kazanmalı, temel yabancı dilleri öğrenmelidirler.

Türkiye neden bu denli kötü yönetilmektedir?

Bunca ağır tabloya sürükleniş “rastlantı” olabilir mi?

Yöneticiler bu denli aymaz (gafil) – sapkın (dalalet içinde) hatta hıyanet içinde olabilir mi? Böylesi bir kritik sorunun akla gelmesi bile başlı başına ürkünç (vahim) bir durumdur.

Böylesine katlanılmaz ve artık sürdürülemez politikalarda ısrar edilirse, Türkiye’yi içinden çıkılmaz çok daha ağır sorunlar, bunalımlar (katastrofi) beklemektedir. Siyasal tarihte benzer örnekler yok değildir. Böylesi bir tabloda AKP’nin molekülleri bile kalmaz. Örn. 2001 bunalımı sonrası siyasal yaşamdan silinen partiler gibi.. AKP yönetimini bir kez daha sağduyuya, bilimsel akılcılığa çağırıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 21 Kasım 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Ulusal ekonominin temel ekonomik göstergeleri

Ulusal ekonominin temel ekonomik göstergeleri

Erinç Yeldan
Cumhuriyet
, 20.02.2019

Piyasa yorumcuları “fundamentaller” diye adlandırmakta… Biz doğrudan doğruya adını koyacağız: Ulusal ekonominin temel göstergeleri nasıl şekillenmekte?
Geçen hafta içinde bu doğrultuda üç önemli veriyi tartıştık. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kriz ortamının en güncel göstergelerini oluşturan bu verileri sırasıyla, kısaca, değerli okuyucularımla paylaşmak arzusundayım.

1- Sanayi üretimi (takvim etkisinden arındırıldığında) 2018’in son çeyreğinde %5.2, yıllık bazda ise %9.8 gerileme gösterdi. Sanayi sektörünün alt dallarına baktığımızda, dayanıklı tüketim malları sektöründeki gerilemenin yalnızca %0.1 olmasına karşılık; ara malı sanayisinde %8, yatırım malları sanayi alt sektörlerinde ise %5.1’lik bir daralma gözlüyoruz. Dolayısıyla, sanayinin temel yatırım faaliyetlerini oluşturan aramalı ve yatırım malları alt sektörlerindeki gerileme, ekonominin potansiyel büyüme sınırlarında topyekûn, ciddi kayıplar oluştuğunu vurgulamakta.

  • Sanayideki gerileme aslında son bir iki yılın sorunu değil, 1980’lerden bu yana uygulanmakta olan kuralsızlaştırılmış piyasanın güdümündeki neoliberal politikaların doğrudan bir sonucu.

Bu yorumu aşağıda TÜİK verilerinden derlediğimiz şekilden gözlemekteyiz. Şekil uzun dönemde sanayinin milli gelir içindeki payının nasıl da gerile(til)miş olduğunu net bir biçimde dile getiriyor.

[Haber görseli]

Kaynak: TÜİK, Ulusal Hesaplar.

2- İşsizlik
Türkiye’nin en ciddi sorunu olarak ciddiyetini koruyor. TÜİK tahminlerine göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2018 yılı Kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 706 bin kişi artarak 3 milyon 981 bin kişi oldu. İşsizlik oranı 2 puanlık artış ile %12.3 düzeyinde gerçekleşti. DİSK Araştırma Merkezi, ağustos ayından bu yana istihdamdaki kayıpların 1 milyon kişiye ulaştığını paylaşmaktaydı.

3- Ekonominin dış dengesi bozulmasını sürdürürken finansman kalitesi de giderek daha sağlıksız bir yapıya bürünmekte. Cari işlemler açığı 2018 yılı toplamında 27.6 milyar $ olarak gerçekleşti. Söz konusu açığı finanse edebilmek için 21.2’si kaynağı belirsiz kayıt dışı sermaye girişlerinden, 10.4 milyar doları ise rezervlerden olmak üzere toplam 31.5 milyar $ kullanıldı. Aradaki 4 milyar dolara ulaşan fazla ise yurt dışı sermaye çıkışını karşılamış oldu.
Aşağıdaki şekilden de görüleceği üzere cari işlemler açığı 2015’ten bu yana giderek artan biçimde kayıtsız sermaye girişlerinden (net hata ve noksan) ve uluslararası rezervlerden karşılanmaktaydı. 2018 bu sağlıksız politika tercihinin dibe vurduğu yıl oldu.

[Haber görseli]

Kaynak: TC Merkez Bankası.

Son söz olarak vurgulayalım:

Türkiye ekonomisinde derinleşmekte olan dengesizlenme süreci hayali düşmanların değil, Türkiye’de neredeyse otuz yıldır sürdürülen neoliberal politika demetinin eseridir.

Bu politikaların günümüzdeki sorumluluğu ise, bunların mevcut yürütücüsü konumunda olan AKP ekonomi idaresindedir.

‘Toplumsal ruh sağlığı’

‘Toplumsal ruh sağlığı’

Cumhuriyet, 14.01.2019

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Geçen günlerde sıra dışı bir gelişme yaşandı. MHP, toplumsal ruh sağlığı yasa önerisini Meclis’e verdi.
Bireyciliğin, “Her koyun kendi bacağından asılır” deyişindeki gibi çok aşırı bir noktaya taşındığı günümüz Türkiyesi’nde, ruh sağlığı bağlamında da olsa toplumsallığın gündeme getirilmesi çok önemli ve olumludur. Bu nedenle de konu enine-boyuna tartışılmalıdır.

Gerekçesi sağlam!
Yasa önerisi, önemli bir yasal ve kurumsal boşluğu doldurarak, ruh sağlığı hizmeti alanlarla bu hizmeti verenlerin çıkarlarını dengeli bir biçimde korumayı amaçlıyor.
Konu ile ilgili tüm dernek ve meslek örgütlerinin katılımıyla hazırlanmış olması, önerinin bu amacı gerçekleştireceğini güvence altına alan en güçlü yönüdür.
Her kentte bir Ruh Sağlığı İzlem ve Denetim Kurulu oluşturulmasını öngören öneri, ruh sağlığı ile ilgili tedavi gören kişilerin ilaçlara ücretsiz olarak erişebileceğini; on sekiz yaşının altındaki herkesin ruh sağlığı hizmetlerinden ücretsiz olarak faydalanabileceğini; bir kişiye ruhsal sorunu nedeniyle güvenlik tedbiri uygulanması gerektiğinde, bunun bu konuda eğitim alan kolluk güçleri tarafından yerine getirileceğini ve kişiye uygulanacak tedavi süreciyle ilgili bilgilendirme yapılacağını ve bu konuda onay alınacağını öngörüyor.
Öneri, çoğu Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası örgütlerin güvenilir sayısal verileriyle gerekçelendiriliyor.

  • Ülkemizde her altı kişiden birinde tanı konacak düzeyde ruhsal hastalık bulunduğu

ve bunların ancak %14’ünün bir uzmana başvurabildiği; son on yılda, %27’si kadın olmak üzere yaklaşık 29 bin intihar olayı saptandığı; intihar edenlerin %34’ünün 15-29 yaş diliminden oluştuğu; yine son beş yılda anti-depresan ilaç kullanımının %56 arttığı, önerinin dayandığı ana noktalardır.
Kuşkusuz bu gerekçeler toplumsal ruh sağlığının ne kadar bozuk olduğunu kanıtlıyor. Ancak bu gerekçeler birer sonuçtur; peki, ya gerçek nedenler?

Neden bozuk?
Toplumsal ruh sağlığının bozukluğu kanımca şu üç ana nedene dayanıyor:

1. Özgürlük ve hukuk yoksunluğu,
2. Eşitsizlik ve
3. İşsizlik. 

Bu ülkede, yıllardır, özellikle 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişikliğinden sonra, tarafsız ve bağımsız yargı artık yok.

  • Yargı Başkan’a bağımlı olduğundan, başta düşünce ve örgütlenme olmak üzere hak ve özgürlükler de iyice işlemez ve kullanılamaz duruma düşüyor.
  • Özellikle de basın yayın, bilimsel çalışma ve sendikal hak ve özgürlüklerin yokluğu, toplumu tam anlamıyla bunaltıyor.

Dahası, böyle bir ortamda bu ülkede, gelişmiş demokrasi var; yargı bağımsız ve tarafsızdır yalanlarıyla, sabah akşam insanların akıllarıyla alay edilmesi, akılla açıklanamaz!

Hiç unutulmasın ve unutturulmasın                   :

  • Dokuz yaşında kızların evlenebileceğine dair fetva verilen bir ülkedir burası!

İnsan değil, mal gibi görülen dokuz yaşının gelini, yirmili yaşlarında artık büyükannedir; ama, yine de dayak yer! Bunu hangi akıl kaldırabilir?

Çocukluğu, önce taciz ve tecavüzlerle yüz yüze getiren, sonra da evliliğe dönüştüren böyle bir anlayışın geçerli olduğu bir toplumsal yapıda ruh mu kalır ki onun sağlığı olsun! 

Ve işsizlik

Bu ülkenin yönetimi, 15-24 yaş diliminde, çoğunluğu kadın ve önemli bir bölümü de üniversite mezunu olmak üzere, piyasada geçerli ücret karşılığı çalışmak isteyen her 5 kişiden 1’ine, sana iş yok diyor.

Bin kişinin alınacağı, üstelik geçici bir iş için 55 bin kişi başvuruyor!

Diğer taraftan bir yüksek yargı organı başkanının çocuğu örneğinde olduğu gibi, kimileri kolayca işe alınıyor ve sonrasında da bürokraside hızla yükseliyor.

Sahi, şu Kavakçı ailesinin bilmem kaçıncı kuşaktan bilmem kaçıncı kişisinin Başkan’ın başdanışmanı ya da danışmanı yapılması, toplumu, özellikle de işsiz gençleri çıldırtmak için değilse, nasıl açıklanabilir? 

Toplumsal ruh sağlığının gerçek nedenleriyle tartışılmasını AKP iktidarı kuşkusuz isteyemez. Yine de bu konu;
– çoğu düşünen insanını ya delirten
– ya öldüren
ya da yurt dışına kaçırtan

bu toplumun gündeminden hiç düşmemelidir.
==============================================
Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Yakup Kepenek, Köy Enstitülerinin son dönem “büyülü ortamı” nda yetişmiş bir İktisat / Ekonomi hocasıdır. ODTÜ Ekonomi Bölümünden emeklidir. “Türkiye Ekonomisi” adlı klasik yapıtı 30’a yakın baskı yapmıştır.
Kepenek hoca CHP’de milletvekilliği ve parti yönetiminde etkin görevler üstlenmiştir.
Cumhuriyet‘te haftalık yazılarını keyifle ve hep ama hep çok şey öğrenerek okuyoruz.

Prof. Örsan Öymen‘in FELSEFE yazıları ayrı bir keyif ve kazanç.

Prof. Ataol Behramoğlu‘nun her yazısı bir edebiyatta ustalık ürünü..

Cumhuriyet‘in öbür yazarları da birbirinden değerli..
Çok ama çooook nitelikli bir kadro bir arada..

Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet‘te yer alan (14.01.2019) “Kavakçı Meselesi Bildiğiniz Gibi Değil” başlıklı makalesinin okunmasını dileriz.. (Birazdan sitemize koyacağız..)

Türkiye’nin çok ama çooooook zor bir zaman diliminde, AKP’nin akıl dışı – güdümlü ve dinciliği utanmazca siyasete alet eden politikaları ile duvara dayandığı bir dönemde Cumhuriyet bir kale..

Sesine – sözüne kulak verilmeli..
En başta da AKP yönetimi ve AKP’liler..
Ülkeyi daha da gerip kutuplaştırmadan.. artık duvara dayandık.
Daha çok zorlama ülkemizi iç çatışma eşiğine sürüklüyor..
Tıp Fakültesinde “Toplumsal Ruh Sağlığı” derslerini lisans ve lisansüstü düzeyde veren bir akademisyen hekim olarak ağır bir profesyonel tablo görüyor ve sorunluluk duyumsuyoruz. Ülkemizi bu ağır tabloya sürükleyen AKP iktidarını açıkça sorumlu tutuyoruz.
Derin bir endişe ve kaygı içindeyiz.
Ülkemizin “Ruh Sağlığı Yasası” na gereksinimi vardır.
Ancak sorunların çözümünü köklerinde aramak koşuluyla.. sonuçları ile boğuşarak değil..
* Bilmem TEHLİKENİN AYRIRDINDA MISINIZ??
Sevgi ve saygı ile. 14 Ocak 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Hocaların hocası iktisatçıdan korkutan uyarı: Kriz kapıda

Hocaların hocası iktisatçıdan korkutan uyarı: Kriz kapıda

İşçilerin sorularını yanıtlayan iktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, ekonomide bu yılın son 3 ayında küçülme sürecinin başlamasının beklendiğini belirtti. “IMF programı da gündeme gelebilir” diyen Boratav, “Sendikalara önemli görevler düşecek” diye konuştu.
Cumhuriyet (internet) 21 Temmuz 2018

[Haber görseli]

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, ekonomide bu yılın son 3 ayında küçülme sürecinin başlamasının beklendiğine dikkat çekti. Yüksek dış borçların döndürülmesi ve cari işlem açığının finansmanı için bir IMF programının gündeme gelebileceğine işaret eden Boratav, “Finans kapitale teslim olmayı reddeden bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış borçlarının yeniden yapılandırmasını talep edebilir” dedi.

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’na üye işçilerin sorularını yanıtlayan Boratav’ın dikkat çeken açıklamaları sendikanın “Emek” gazetesinde yayınlandı.

İşçilerin soruları ve Boratav’ın yanıtlarından bazıları özetle şöyle:

Ekonomi bu noktaya nasıl geldi?

Yaygın kabul gören bir tanıma göre, bir ülkenin milli geliri üçer aylık dönemlerden ikisinde üst üste düşmüşse, ulusal ekonominin gerileme / küçülme aşamasına girdiği kabul edilir. Bu durum bir yıl sürerse bir krizin patlak verdiğini kabul edebiliriz. Birkaç yıla uzarsa depresyon / buhran durumundan söz edilebilir. Bu aşamalardan herhangi biri yaygın şirket ifasları, bankaların yükümlülüklerini yerine getirememesi, döviz piyasasının kontrolden çıkması gibi olgularla birleşirse finansal kriz söz konusudur. Ekonomi şu anda bir krize girmedi; ancak, 2018’in son üç ayında küçülme sürecinin başlaması beklenir. Bu durum, AKP’nin 2017’de uygulamaya başladığı seçim ekonomisi önlemlerinin, Türkiye ekonomisinin üretim sınırlarını zorlaması sonunda meydana geldi. Enfasyon ve cari açık yükseldi; uluslararası finans kapital, Türkiye’den fon çıkarmaya başladı. Döviz fiyatlarının tırmanması finansal sistemi zorladı. Döviz borçlusu şirketlerin sıkıntıları ve faizlerde aşırı yükselme, ekonomiyi daralma ivmesine sürükledi.

Diğer ülkelerde işçiler ne durumda?

Emperyalist sistemin çevresinde yer alan bazı Latin Amerika ülkeleri (Arjantin, Brezilya) ve Türkiye bugünlerde benzer tedirginlikler içindedir. Hepsinde, talep kısıcı maliye ve para politikaları, ekonomileri en azından durgunlaştırmaktadır. Sonuç, istihdam artışlarının frenlenmesi, işsizlik oranlarının yukarı çekilmesidir. Reel ücretlerin düşmesi gündeme gelir. Durgunlaşma içinde bölüşüm yükünün nasıl paylaşılacağı; talep daralmasının ücretlere ve kârlara nasıl yansıyacağı, emeğin örgütlenme gücüne bağlıdır.

Türkiye’yi nasıl bir tablo bekliyor?

Türkiye ekonomisinin dış bağımlılığı AKP döneminde çok arttığı için uluslararası finans kapitalin istemleri ağır basacaktır.

  • Çok yüksek dış borçların döndürülmesi ve cari işlem açığının finansmanı için

bir IMF programı gündeme gelebilecektir. IMF programları, talep kısıcı ve emek gelirlerini aşındırıcı özellikleriyle işçi sınıfına ağır maliyetler getirir.

Krizden kurtulmanın yolu yok mu?

  • Finans kapitale teslim olmayı reddeden bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış borçlarının yeniden yapılandırılmasını talep edebilir.

Özel sektörün ve bankaların dış borçları ise alacaklı-borçlu aktörler arası müzakerelere bağlıdır; ancak, döviz darlığı koşullarında sermaye hareketleri denetlenebilir; borç taksit ödemelerinde döviz tahsisi sıraya konabilir.

Krize karşı ne yapabiliriz?

Türkiye’nin son on iki ayda 55 milyar dolara yükselen cari işlem açığının finansman güçlükleri, ithalatın kısılmasını gerektirebilir. Ortaya çıkacak arz daralması, kârların tırmanmasına fırsat yaratmamalı. Ekonominin daraldığı, kriz koşullarının doğduğu bir ortamda, yük paylaşımının emekçilere yıkılmaması gerekir. Örgütlü mücadele gereklidir. Sendikalara ve emek yanlısı partilere, örgütlere önemli görevler düşecektir.

HALKLARIN PATATES TARİHİ

HALKLARIN PATATES TARİHİ

Erinç YELDAN

Arkeolojik buluntular patatesin günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce, Peru’da kullanılmakta olduğunu gösteriyor. Patatesin Avrupa kıtasına taşınışı ise İspanyol askerlerinin 1532 yılında Peru’ya ulaşmaları sayesinde. İspanyol akıncılar bölgede altın istilasını sürdürürken, İnkalı madencilerin chuñu adını verdikleri patates meyvesini yediklerini görmüşler.

Tarihçilerin yorumlarına göre İspanyollar patates ile tanıştıklarında aslında “altından daha değerli” bir ürün ile karşı karşıya olduklarının ayırdında değillerdi. Nitekim, patates ucuz ve protein bakımından zengin bir besin maddesi olarak Avrupa kıtasına hızla yayılacak, nüfus artışını hızlandıracak ve ucuz bir ücret malı olarak emekçilerin hızla yeni kapitalist birikim rejiminin “yedek işsizler ordusu” saflarına katılmalarına öncülük edecekti.

Ancak, patates İspanya’ya 1570’lerde ulaştığında ilk önceleri bir gıda maddesi olarak değil, daha çok hayvan besini ve ısınma malzemesi olarak kullanıldı. Gene tarihçilerden öğrendiğimiz bilgilere göre, patatesin insan besini olarak ilk kullanımı 1573’te, Sevilya’daki bir hastanede gerçekleştirilmiş. Bu arada İspanya kralı II. Philip, Peru’dan elde edilen patates yumrularını Vatikan’a, dönemin Papa’sına göndermiş. Papa da yumruları, o sıralarda doğrudan doğruya sağlık sorunları ile boğuşan Norveç elçisine iletmiş. Elçi Clusius, patatesi Viyana, Frankfurt ve Leyden’de ekilmesine öncülük ederek, bu değerli besinin Avrupa’da yayılmasına olanak sağlamış.

Her yeni fikir gibi, insanoğlunun patatese de “kuşkuyla” yaklaşmış olduğunu görüyoruz. Dönemin Avrupalıları patatesin “yeraltından çıkan bir meyve” olduğunu görünce uzun süre “zehirli” bir çiçek olduğuna inanmışlar; üstelik bir de “şeytan elması” olarak adlandırarak bahçelerine sokmamışlar. Ancak 1750’den sonradır ki Fransa ve Almanya’da önce soyluların, sonra da askerlerin mutfaklarına giren patates, nihayet halkın ucuz besin kaynağına dönüştürülebilmiş. Dönemin verileri, Fransa’da patates üretiminin 1815’te 2 milyar litreye ulaştığını, 1840’ta ise 11.7 milyar litreyi aştığını belirtiyor. İktisat tarihçileri, böylelikle patatesin Avrupa’da Malthus sınırlarını aşmak için çok önemli bir rol oynadığını yazıyorlar. Sanayi devrimi kuşkusuz yalnızca bir “mühendislik” meselesi değildi.

Sanayi üretiminin katlanarak büyümesi için giderek yoğunlaşan ve “iyi beslenen” bir işçi sınıfına gereksinim duyulmaktaydı. Patates hızla Kuzey İngiltere’nin kömür madenlerinde çalışan işçilerin bahçelerine değin ulaşacak ve ucuz işgücünün besin kaynağı haline gelecekti. Nitekim, bu gözlemlere dayanan Friedrich Engels de patatesin bu denli yaygınlaşmasını “tarihte demirin icadına eşdeğer” bir olgu olarak değerlendirmekteydi. İtalyan düşünür ve yazar Umberto Eco’ya göre de “patates, insanlığın ortaçağdan kurtuluşunu sağlayan en önemli buluşlarından” birisiydi.

Patatesin iktisadi yaşamdaki bu anahtar rolüne ilişkin en derin olaylar zinciri ise İrlanda’da 1845 – 1849 arasında patlak veren Büyük Açlık (Gorta Mór) felaketiydi. Patates yumrularında 1840’larda baş gösteren salgın hastalık sonucu bütün Avrupa’da üretimi neredeyse durma noktasına gelmişti. Ancak, patates üretimindeki daralma birçok tarihsel nedenden dolayı en şiddetli İrlanda’yı etkilemiş ve yaklaşık 1 milyon insanın ölümüne neden olmuş; yüz binlerce İrlandalının da göçe zorlanmasına yol açmıştı. Tarihçiler arasında patatese dayalı kıtlığın niye en şiddetli olarak İrlanda’yı etkilemiş olduğu bugüne değin süren bir tartışma konusu. Bu nedenler arasında İrlanda’nın o dönemde çoğunlukla patates tüketimine dayalı bir ekonomi olması; serbest ticareti özendiren Hububat Yasaları aracılığıyla kuralsızlaştırılan piyasa sisteminin denetimsiz ve spekülasyona açık kâr hırsıyla birleşmesi sonucu yaşanan aşırı dalgalı üretim yapısı; büyük toprak sahiplerinin işlevsiz bıraktığı verimsizleştirilmiş devasa tarımsal araziler, vb. sayılmaktadır.
***

TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 2017 yılında 4.8 milyon ton patates üretildi. Bu miktarın yaklaşık %5’i ihraç edilmektedir. Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) Ekonomik Araştırmalar Müdürlüğü yayın organı Yeni Ay’ın temmuz sayısında Burcu Ünüvar’ın bizlere ilettiği bilgilere göre Türkiye’de kişi başı patates tüketimimiz yıllık 47.9 kg. Türkiye tahıl sektöründe kendine yeterlik oranında ise patates %108’lik payla başı çekiyor. Medyada geçen haberlere göre, Gürcistan’ın ‘patates hastalığı’ nedeniyle mart ayından başlayarak geçici olarak Türkiye’den patates ithalatını askıya alması, depolarda ürün birikmesine ve bu ürünlerin bir kısmının da ekonomik değerinin zamanla yok olmasına yol açtı.

Gördüğümüz üzere, halkların patates tarihi dikkate alınmaya değer, son derece ilginç bir öykü. Türkiye’de de derinleşmekte olan ekonomik durgunluğun ve yaklaşan krizin enflasyon, cari açık, dış borç yükü, işsizlik, vb. gibi bir dizi göstergesinin yanında, patates fiyatlarının da halkın gündelik yaşamını en yakından etkileyen bir olgu olarak medyanın ve siyasetin merkezinde yer alması çok doğal. (Cumhuriyet, 04.07.2018)

CUMHURBAŞKANI ADAYLARINA ÇİFTÇİ SORULARI

CUMHURBAŞKANI ADAYLARINA
ÇİFTÇİ SORULARI

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı ile ilgili görsel sonucu

Konuk yazar : Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
mustafa.kaymakci68@gmail.com

Cumhurbaşkanı Adaylarına Ekonomi-Politik Sorular” adlı yazımda; Cumhurbaşkanı adaylarına “İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki dengesizlik gibi sorunlarımız hangi “ekonomi-politikalar “dan kaynaklanıyor ve Siz,anılan sıkıntıları hangi ekonomi-politikalarla aşacaksınız?” gibi sorular sorulması gerektiğini belirtmiştim.

İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki dengesizlik gibi sorunlarla birlikte ortaya çıkan gıda maddelerine pahalıya erişim de en güncel sorunlarımızın başında geliyor.

Nedeni şu; çiftçi para kazanamıyor, kazanamadığı için tarımsal üretiminde önemli düşüşler yaşanıyor.

Tarımda Manzara-i Umumiye Ne?

Son 10 yıl içinde tarım yapılmakta olan alanlarda 2.6 milyon ha’lık azalma olmuş. Bir başka deyişle toplam tarım topraklarının %10’dan fazlası ekilememiş. Üretici sayısı da  %23 azalmış ve üretim düşmüş.

Çare olarak tarımsal ithalat patlama yapmış durumda. Türkiye, son 14 yılda 18 milyar dolarlık tahıl, 17 milyar dolarlık pamuk lifi, 37 milyar dolarlık yağlı tohum ve türevleri ve  3.5 miyar doları geçen bakliyat ithal edilmiş. İthalat yapılan ülke sayısı 126‘ya ulaşmış.

Hayvan sayısında da hem miktar hem de nüfus başına önemli azalma olmuş. Türkiye kırmızı et ithalatında sürekli bağımlı ülke durumuna  gelmiş.

Bir başka olumsuzluk, tarım deseninin değiştirilmesinde gözlemleniyor. Kimi çiftçiler tarım desenini değiştirmek zorunda kalmışlar.

Dolaysıyla bizi doyuran ve giydiren tarım sektörü giderek en önemli ve en sorunlu sektör olmuş.

Bu bağlamda “Cumhurbaşkanı Adaylarına Çiftçi Soruları” yaşamsal  bir öneme sahip. Belki de bir beka sorunu.

Cumhurbaşkanı Adaylarına Çiftçi Soruları

  • Tarımsal desteklemeler, Tarım Yasası’nın temel ölçütleri düzeyinde gerçekleştirilecek mi? Tarım Yasası’nın bu hükmü neden uygulanmıyor?
  •  Çiftçilerin borçlanması, neden özel bankalara yönlendirildi? Ziraat Bankası ya da Tarım Kredi Kooperatifleri işlevlerini neden yitirdi?
  • Tarımsal girdilerden alınan KDV ile Özel Tüketim Vergisi ne zaman düşürülecek?
  • Tarımsal amaçlı kooperatifleri güçlendirici yasalar ne zaman çıkarılacak? Üreticiler neden sanayici ol(a)muyorlar?
  • Kooperatifler, ürünlerini aracısız olarak pazarlayamazlar mı? Bu konuda kooperatiflere gerekli olanaklar niçin sağlan(a)mıyor?
  •  Kırsal kesimde örgüt fazlalığı hatta örgüt kirliliği ne zaman sonlanacak? Kurulan örgütlerin işlevleri neden karıştırıldı?
  •  Tarım topraklarının yabancı ya da yabancı denetimli bankalar tarafından alınmasını engelleyici yasalara gereksinme duyuyor musunuz? Bu konuda bir sınırlama getirilecek mi?
  • Topraksız ve az topraklı köylüler için örgütlenme temelinde toprak reformu konusu gündeminizde var mı?
  • Türkiye lider durumda olduğu fındık, üzüm, kayısı gibi ürünlerde uluslararası borsaları neden kuramıyor?
  • Çiftçilere tohum ve damızlık üreten devlet tarım işletmeleri neden satılıyor? Bunların korunarak geliştirilmeleri olası değil mi?
  •  Tohumculuk Yasası, Şeker Yasası, Tütün Yasası gibi üretici ve tüketicilerin aleyhine olan yasaları değiştirmek istiyor musunuz?
  •  Mazot, gübre, yem gibi girdi fiyatları Batı ülkelerine göre neden kat kat fazla? Girdi fiyatları artarken çiftçi eline geçen ürün fiyatları neden düşüyor?
  • Özelleştirilen Tarımsal Kitler hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bu soruların kimilerini yanıtlayanlar var.
Ancak sorunun temel çözümü, salt girdi fiyatlarının düşürülmesinden geçmiyor.
Konuyu bütün olarak ele almak gerekiyor.

Çiftçiler aldıkları yanıtlara göre oylarını yönlendirsinler derim.
================================================

Değerli dostumuz, Ege Üniv. Ziraat Fak. öğretim üyesi (E) Sayın Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı‘ya önemli yazısı ve paylaşımı için teşekkür borçluyuz.

O’nun emekliliği salt biçimsel ve yasa gereği..
Aynı hız ve üretkenlikle ülkemize – bilime katkı vermeyi sürdürüyor..

O, bir Cumhuriyet Türkiye’si aydını..

Sevgi ve saygı ile.
17 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
profsaltik@gmail.com         www.ahmetsaltik.net

Prof. Ali Ercan : Türkiye’nin borçları uzaya ulaştı!

Türkiye’nin borçları uzaya ulaştı!

portresi, Gülümseyen

Prof. Dr. D. Ali ERCAN 

 

 

Değerli arkadaşlar,

(AS: Bizim irdelemememiz yazının altında..)

Dış borcumuz 400 milyar Dolar, üst üste 100 dolarlık banknotlar halinde 400 km
yükseklik oluşturuyor… Tam da Uluslararası Uzay İstasyonu’nun bulunduğu yükseklik !
Uzay teknolojilerinde  Türkiye’nin  adı sanı yok, ama bu da bir tür teselli sayılır, değil mi ? æ

Satır içi resim 1

***
Değerli arkadaşlar,

T.C. Merkez Bankası verilerine göre;

2008’de ulusal gelirin %39’u borç  iken, 2014’te Milli Gelirin %50’si borç olmuş.
2008’de gelir 281, borç +461 milyar dolar, GSYİH 742 milyar $
2014’te gelir 402, borç +396 GSYİH 798 milyar $

Doların değer yitimi yaklaşık %1,6/yıl’dan 6 yılda (1,016)6=1,10’dur.
Nüfus artışımız ise 6 yılda 77,696/71,517= 1,0864 katı oldu.

Buna göre 2014 yılı net gelirimiz (2008 rakamlarıyla) :

396/(1,10 x 1,0864) = 338 milyar $ dır.

Bir başka anlatım ile, GSYİH 6 yılda 461’den 338 milyar Dolara düşmüş demektir.
338 /461=0,733 eder, yani Yurt içi üretimimiz 6 yılda net % 27 azalmıştır. Bu yıllık net %5 gerilemek demektir…  İşte bu nedenle Dünyada Ekonomisi en perişan Ülkeler sıralamasında
8. sıradayız..

Borçlar dahil kişi başına gelirimiz ise 2008’de 10375 Dolar iken 2014 te net 10271/1,10= 9337 Dolara gerilemiştir; yani ortalama Refah yılda %2 geriliyor. Her yıl artan borç yükümüze karşın refah düzeyimiz düşüyor. Açıkçası, her yıl daha çok ithal ediyor, daha az üretiyor ve daha az ihraç ediyoruz. Ya da ticaret mantığı ile, dışarıdan mal ve hizmetleri olduğundan pahalıya satın alıp, yurt içi mal ve hizmeti olduğundan ucuza satıyoruz. Rakamlarla ifade edecek olursak, her yıl adam başı ~3 bin dolarlık ithalat ama buna karşın ~2 bin dolarlık ihracat yapıyor ve böylece adam başına yılda bin dolar kadar ek borçlanıyoruz. Borcu ödemek için faiziyle yeniden borçlanıyoruz ve bu sarmal böylesine büyüyor.

1.1.2016’da kişi başına ortalama 5 bin dolar borcumuz var!
Bu yetmiyor, üstüne üstlük 3 milyon göçmen alıyoruz Suriye’den…. 2016 sonunda kişi başına
6 bin Dolar borçlu olursak şaşırmayalım.. Bu işler, Avrupa’dan dilenilen 3-5 milyar Euro ile düzelecek işler değil. Aklı başında hesap bilen, yurtsever yöneticiler gerekli…

Bütün bu rakamlar ortada dururken, konuşulmazken RTE, “Başkanlık, Anayasa” falan filanla gündemi ayarlıyor ve 80 milyon insan 7 gün 24 saat O’nun ayarladığı bu gündemle, hava civa işlerle meşgul ediliyor. Vay ki vay…æ

***

Ülkelerin ekonomik durumları

Değerli arkadaşlar,

Bloomberg  Dünyanın en perişan ekonomiler  sıralamasını yayınladı. Tanınmış ekonomistler tarafından Enflasyon, İşsizlik, Üretim, Borç, Rekabet vb. kıstaslar göz önüne alınarak belirlenen bir ‘Perişanlık indeksi’ne göre Türkiye, 2015’te olduğu gibi, 2016’da yine 8. sırada .

En perişan Ekonomiler sıralamasında 1. Venezüela, 2. Arjantin, 3. Güney Afrika, 4. Yunanistan, 5. Ukrayna, 6. İspanya, 7. Sırbistan’ın arkasından gelen Türkiye’yi Brezilya, Kazakistan, Hırvatistan, Uruguay, Rusya… izliyor.

Dünyanın en sağlam ekonomileri olarak Tayland, Singapur, İsviçre, Japonya, G. Kore ve Çin gösteriliyor. Bir yıl öncesine göre İsviçre 3, Japonya 4, Kore 4 ve Çin 8 basamak ilerlemişler. Tsunami  felaketinden yaklaşık 1 trilyon Dolar zararla çıkan Japonya’nın
kendini kısa sürede toparlaması ve ekonomik gelişimini sürdürebilmesi hayranlık verici…
(http://www.bloomberg.com/news/articles/2016-02-04/the-world-s-most-miserable-economies)image

Her halde bu acı gerçekler gözlerden uzak tutulsun diye, Türkiye’nin gündemi aylardan beri Terör, Anayasa, Başkanlık ve tabii öte Dünya hamaseti üzerinde  kurgulanıyor. æ

=========================================

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamıza bu irdelemesi için teşekür ederiz.

Dün (15.4.16) TÜİK tarafından açıklanan resmi istatistiklere göre işsizlik son 11 ayın en yüksek değerine tırmanarak %11’i aştı.. Sayısal karşılığı ise yaklaşık 3,3 milyon işsiz insan..

Kapanan işyerleri, SGK‘ya prim = ek vergi ödeyen insan sayısında 380 bine varan azalma..
Tüm bu olumsuz veriler nereye dek halkın dikkatinden kaçırılabilir ya da yoksullaştırılarak – işsizleştirilerek perişan edilen kitleler kaçınılmaz biçimde bu travmalaraı yaşamıyor mu, yaşamayacak mı?? Hangi biri iktidarın örtük – açık kaynaklarıyla, ülke kaynakları peş keş çekilerek.. desteklenebilecek??

Dış politikadan iç barışa, ekonomiden sanat – kültür yaşamına (İstanbul Taksim’deki Atatürk Kültür merkezi 8 yıldır kasten onarılmıyor ve yıkıma terkedilmiş durumda.. Ankara Atatürk Kültür merkezi panayır yeri gibi kullanılmakta!?), eğitimden bilim ortamına, seküler – laik düzenden tekke – türbe – tarikat düzenine… yasa dışı dinci vakıflarda masum – yoksul çocukların dinci öğretmenlerce ırzına geçilmesine….  yaşamın hemen her alanında yıkıcı bir yozlaş(tırl)ma ve gerileme içindeyiz. RTE – AKP iktidarı sürdükçe Türkiye’nin ödediği bedel katlanılmaz ölçüde büyümekte.. Salt Türkiye için değil, RTE – AKP bölge barışı açısından da
bir güvenlik sorunu hatta açık tehdit durumuna gelmiştir..

İstanbul’daki İslam ülkeleri toplantısında dün 2 (iki!) milyon Dolarcık (!) bağışı bile toplayamayan, refüze edilen Bay RTE‘nin bir de Halifelik ham hayallerine ne demeli acaba??
Ya AB’nin Türkiye İlerleme Raporu 2015‘te yapılan zehir zemberek suçlamalar ve RTE’ye açık kınamaya ne demeli?? AB Parlamentosu RTE’yi açıkça kınadı!

AB’den sorumlu Bakan Volkan bey “Yok hükmünde, iade edeceğiz vu raporu..” buyurdu..
Kimi kandırıyor? Neyi iade ediyorsun?? Yine eğitimsiz tabana oynama..

Bir başka bakan Prof. Veysel bey, “NASA haltetmiş, biz ondan iyiyiz.. “anlamında tuhaf ve hatta saçma sapan konuşuyor..

Bir kadın bakan, tıp doktoru, Aileden sorumlu üstelik, Karaman’da 45 çocuğun birkaç yıldır süregelen dinci öğretmen arafından ırzına geçilmesine kıyamet koparmak yerine o iğrenç vakfa sahip çıkabiliyor.. Tayyip bey de… CHP genel başkanını linç ederek örtbas çabası!??

…….
Uzatmayalım… Bunca “alamet” belirince insanın aklına “kıyamet yakın herhalde..” diye
bir düşünce doğuyor.. Kıyamet?? Türkiye’de, yakın?? Ne demek acaba?? Nasıl acaba??

AKP-RTE ne olacak acaba?

Sevgi ve saygı ile.
16 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

 

HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH


Sevgili AÜTF Dönem 2 öğrencilerimiz
,
Site okuru dostlarımız. 

  • DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI

konulu AÜTF Dönem 2 dersi sunumu yansılarını paylaşmak isteriz.

Güncellenmiş dosyayı ilgi ve bilginize sunuyoruz.
Çok emekli ve kapsamlı bir dosyadır (119 yansı).

  • Gereksiz, dengesiz ve hızlı, akıl dışı ve sürdürülemez
    hızlı nüfus artışı ülkemiz ve dünya için en önemli sorunların başında gelmektedir.

Türkiye, 35-40 yıl sürecek bir DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ DÖNEMİNDEDİR.
Bu dönemde yapılması gereken, genç nüfusun niteliğinin iyileştirilmesidir.
Bu da sağlık ve eğitim yatırımları ile olur.

Nüfusun “hızlı” yaşlanması sorunu yoktur, akut gündem bu değildir.

İvedi olan 2 adım vardır :

1. Hızlı nüfus artışını teşvikten, “en az 3-5 çocuk doğurun” demekten
hemen vazgeçmek. Her ailenin 1 çocukla yetinmesini önermek..

2. Eldeki çooooook genç nüfusun niceliğini (sayısını) değil niteliğini (kalitesini) geliştirmek.. Yaşamsal sorun budur.. Genç nüfusu 21. yy’da acımasız küresel rekabete hazırlamak..
Yabancı diller ve İLETİŞİM öğretmek, geçerli meslekler edindirmek, özgüven kazandırmak,
istihdamı geliştirmek, yurttaşların sosyalleşmesini sağlamak (karma eğitim başta!)..

Ülkemizin öncelikleri bunlar, Demografi politikaları bakımından..
Bir ULUSAL DEMOGRAFİ KURULTAYI toplamak ve nüfus politikalarını güncellemek..

Ayrıca, kürtaj istemiyorsanız etkin ve yaygın aile planlaması hizmetlerini topluma
mutlaka vereceksiniz.. Özellikle de Doğu ve Güneydoğu’da!

Vurgulayalım ki; Anayasa’nın 41. maddesi açık ve net olarak devlete bu görevi yüklüyor.
Siyasal tercihiniz ne olursa olsun :

Anayasa_madde_41

 

 

 

 

 

 

 

 

Oldukça kapsamlı ve doyurucu bir dosya sunuyoruz.
Okunup okutulması, paylaşılması, politikacılara da ulaştırılması dileğiyle..
Umarız, hala Türkiye’de nüfus artışını bilim ve akıl dışı biçimde savunan tepe yöneticiler de, danışmanları da okusun ve yararlansınlar. Ülkemizi yıkımlara sürüklemesinler..

Lütfen tıklar mısınız erişkeyi (linki) ?

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yansılarda sayın Prof. Ercan’dan çok yararlandık, teşekkür borçluyuz.

Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health


Sevgili Öğrencilerimiz,

Değerli Site Okurlarımız,

Toplumsal Ruh Sağlığı (Community Mental Health) konulu dersimizin
power point yansılarını izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Bu dosyayı son günlerde yaşanan vahşi kadın cinayetleri nedeniyle arşivden öne çıkardık.
İlk fırsatta güncelleyeceğiz..

Başta Özgecan ASLAN olmak üzere şiddet kurbanı kadınlarımıza, çocuklarımıza ve insanlarımıza armağanımız olsun..

Toplumsal_ruh_sagligi

Sevgi ve saygı ile.
25 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net