Etiket arşivi: Yakup Kepenek

‘Toplumsal ruh sağlığı’

‘Toplumsal ruh sağlığı’

Cumhuriyet, 14.01.2019

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Geçen günlerde sıra dışı bir gelişme yaşandı. MHP, toplumsal ruh sağlığı yasa önerisini Meclis’e verdi.
Bireyciliğin, “Her koyun kendi bacağından asılır” deyişindeki gibi çok aşırı bir noktaya taşındığı günümüz Türkiyesi’nde, ruh sağlığı bağlamında da olsa toplumsallığın gündeme getirilmesi çok önemli ve olumludur. Bu nedenle de konu enine-boyuna tartışılmalıdır.

Gerekçesi sağlam!
Yasa önerisi, önemli bir yasal ve kurumsal boşluğu doldurarak, ruh sağlığı hizmeti alanlarla bu hizmeti verenlerin çıkarlarını dengeli bir biçimde korumayı amaçlıyor.
Konu ile ilgili tüm dernek ve meslek örgütlerinin katılımıyla hazırlanmış olması, önerinin bu amacı gerçekleştireceğini güvence altına alan en güçlü yönüdür.
Her kentte bir Ruh Sağlığı İzlem ve Denetim Kurulu oluşturulmasını öngören öneri, ruh sağlığı ile ilgili tedavi gören kişilerin ilaçlara ücretsiz olarak erişebileceğini; on sekiz yaşının altındaki herkesin ruh sağlığı hizmetlerinden ücretsiz olarak faydalanabileceğini; bir kişiye ruhsal sorunu nedeniyle güvenlik tedbiri uygulanması gerektiğinde, bunun bu konuda eğitim alan kolluk güçleri tarafından yerine getirileceğini ve kişiye uygulanacak tedavi süreciyle ilgili bilgilendirme yapılacağını ve bu konuda onay alınacağını öngörüyor.
Öneri, çoğu Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası örgütlerin güvenilir sayısal verileriyle gerekçelendiriliyor.

  • Ülkemizde her altı kişiden birinde tanı konacak düzeyde ruhsal hastalık bulunduğu

ve bunların ancak %14’ünün bir uzmana başvurabildiği; son on yılda, %27’si kadın olmak üzere yaklaşık 29 bin intihar olayı saptandığı; intihar edenlerin %34’ünün 15-29 yaş diliminden oluştuğu; yine son beş yılda anti-depresan ilaç kullanımının %56 arttığı, önerinin dayandığı ana noktalardır.
Kuşkusuz bu gerekçeler toplumsal ruh sağlığının ne kadar bozuk olduğunu kanıtlıyor. Ancak bu gerekçeler birer sonuçtur; peki, ya gerçek nedenler?

Neden bozuk?
Toplumsal ruh sağlığının bozukluğu kanımca şu üç ana nedene dayanıyor:

1. Özgürlük ve hukuk yoksunluğu,
2. Eşitsizlik ve
3. İşsizlik. 

Bu ülkede, yıllardır, özellikle 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişikliğinden sonra, tarafsız ve bağımsız yargı artık yok.

  • Yargı Başkan’a bağımlı olduğundan, başta düşünce ve örgütlenme olmak üzere hak ve özgürlükler de iyice işlemez ve kullanılamaz duruma düşüyor.
  • Özellikle de basın yayın, bilimsel çalışma ve sendikal hak ve özgürlüklerin yokluğu, toplumu tam anlamıyla bunaltıyor.

Dahası, böyle bir ortamda bu ülkede, gelişmiş demokrasi var; yargı bağımsız ve tarafsızdır yalanlarıyla, sabah akşam insanların akıllarıyla alay edilmesi, akılla açıklanamaz!

Hiç unutulmasın ve unutturulmasın                   :

  • Dokuz yaşında kızların evlenebileceğine dair fetva verilen bir ülkedir burası!

İnsan değil, mal gibi görülen dokuz yaşının gelini, yirmili yaşlarında artık büyükannedir; ama, yine de dayak yer! Bunu hangi akıl kaldırabilir?

Çocukluğu, önce taciz ve tecavüzlerle yüz yüze getiren, sonra da evliliğe dönüştüren böyle bir anlayışın geçerli olduğu bir toplumsal yapıda ruh mu kalır ki onun sağlığı olsun! 

Ve işsizlik

Bu ülkenin yönetimi, 15-24 yaş diliminde, çoğunluğu kadın ve önemli bir bölümü de üniversite mezunu olmak üzere, piyasada geçerli ücret karşılığı çalışmak isteyen her 5 kişiden 1’ine, sana iş yok diyor.

Bin kişinin alınacağı, üstelik geçici bir iş için 55 bin kişi başvuruyor!

Diğer taraftan bir yüksek yargı organı başkanının çocuğu örneğinde olduğu gibi, kimileri kolayca işe alınıyor ve sonrasında da bürokraside hızla yükseliyor.

Sahi, şu Kavakçı ailesinin bilmem kaçıncı kuşaktan bilmem kaçıncı kişisinin Başkan’ın başdanışmanı ya da danışmanı yapılması, toplumu, özellikle de işsiz gençleri çıldırtmak için değilse, nasıl açıklanabilir? 

Toplumsal ruh sağlığının gerçek nedenleriyle tartışılmasını AKP iktidarı kuşkusuz isteyemez. Yine de bu konu;
– çoğu düşünen insanını ya delirten
– ya öldüren
ya da yurt dışına kaçırtan

bu toplumun gündeminden hiç düşmemelidir.
==============================================
Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Yakup Kepenek, Köy Enstitülerinin son dönem “büyülü ortamı” nda yetişmiş bir İktisat / Ekonomi hocasıdır. ODTÜ Ekonomi Bölümünden emeklidir. “Türkiye Ekonomisi” adlı klasik yapıtı 30’a yakın baskı yapmıştır.
Kepenek hoca CHP’de milletvekilliği ve parti yönetiminde etkin görevler üstlenmiştir.
Cumhuriyet‘te haftalık yazılarını keyifle ve hep ama hep çok şey öğrenerek okuyoruz.

Prof. Örsan Öymen‘in FELSEFE yazıları ayrı bir keyif ve kazanç.

Prof. Ataol Behramoğlu‘nun her yazısı bir edebiyatta ustalık ürünü..

Cumhuriyet‘in öbür yazarları da birbirinden değerli..
Çok ama çooook nitelikli bir kadro bir arada..

Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet‘te yer alan (14.01.2019) “Kavakçı Meselesi Bildiğiniz Gibi Değil” başlıklı makalesinin okunmasını dileriz.. (Birazdan sitemize koyacağız..)

Türkiye’nin çok ama çooooook zor bir zaman diliminde, AKP’nin akıl dışı – güdümlü ve dinciliği utanmazca siyasete alet eden politikaları ile duvara dayandığı bir dönemde Cumhuriyet bir kale..

Sesine – sözüne kulak verilmeli..
En başta da AKP yönetimi ve AKP’liler..
Ülkeyi daha da gerip kutuplaştırmadan.. artık duvara dayandık.
Daha çok zorlama ülkemizi iç çatışma eşiğine sürüklüyor..
Tıp Fakültesinde “Toplumsal Ruh Sağlığı” derslerini lisans ve lisansüstü düzeyde veren bir akademisyen hekim olarak ağır bir profesyonel tablo görüyor ve sorunluluk duyumsuyoruz. Ülkemizi bu ağır tabloya sürükleyen AKP iktidarını açıkça sorumlu tutuyoruz.
Derin bir endişe ve kaygı içindeyiz.
Ülkemizin “Ruh Sağlığı Yasası” na gereksinimi vardır.
Ancak sorunların çözümünü köklerinde aramak koşuluyla.. sonuçları ile boğuşarak değil..
* Bilmem TEHLİKENİN AYRIRDINDA MISINIZ??
Sevgi ve saygı ile. 14 Ocak 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Demokrasinin can suyu ve bir soru

 
Kendi ağzından 
Yarın, 17. yıldönümüdür. 14 Ağustos 2001’de, Ankara’da AKP Kurucu Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihi bir basın açıklaması yapıyordu: 
Aziz Milletimiz… Bugün, önemli bir gün… “Lider oligarşisinin çöktüğü gün” … “parti içi demokrasi(nin) … egemen olduğu … AK Parti’nin doğum günü… 
(Partide) asla bir “lider diktatoryası” oluşmayacaktır… 
Parti yönetiminde … her görev için seçim … Milletvekilliği ve belediye başkanlığı gibi seçimle belirlenen görevler için aday tespitinde bütün üyelerin katılacağı önseçim ve teşkilat yoklaması… 
Konuşmada çok daha fazla demokrasi söylemi vardı; örneğin, Voltaire’e gönderme yapılarak düşünce ve ifade özgürlüğü kararlılıkla sahipleniliyor; AB tam üyeliğine özenle evet  deniliyor,
siyasetçilik makamını bir “kolay servet ve imtiyaz aracı olarak görme” hevesine son verileceği belirtiliyordu. 

Başta önseçim olmak üzere bu sözler tutulmadı. AKP ideolojisi gereği tek kişi egemenliğine doğru evrilirken CHP de iç yapısı demokratik olmadığından önseçim konusunda da AKP’yi zorlayıcı olmadı. Önseçim, AKP’de ve diğer partilerde tümüyle unutuldu. Partilerin üye ve örgütleri işlevsiz kılındı; demokrasinin can suyu kurutuldu. 
Eğer, 17 yıl önce özenle altı çizilen önseçim olgusu yerleştirilseydi; ülke siyaseti gerçek demokrasiden bu kadar uzaklaşmaz, Erdoğan da geçen hafta sorduğu dün neredeydik sorusunu soramaz; bugün dünya demokrasisinin en iyi örneğiyiz diyemezdi. 
Dahası, 180 derecelik bu tersine gidişe iç ve dış sermaye kesimleri hiç güven duymuyor; onların doları varsa bizim de halkımız, hakkımız ve Allah’ımız var dediniz mi, TL hızla eriyor; dolar da alıp başını gidiyor! 
 
Kılıçdaroğlu-İnce ikilisine bir soru 
Önseçim konusunda CHP de büyük ölçüde AKP’nin yolunu izledi. Bu nedenle, son kurultay tartışmaları sırasında İnce ve destekçilerinin parti içi demokrasiden söz etmeleri tam bir kara gülmecedir. İnce, hiçbir seçimde önseçimle aday olmadı. Bu arada çok önemli bir nokta daha var: CHP’nin ikilisi, Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve cumhurbaşkanı adayı İnce, son haftalardaki tutumlarıyla partiyi göz göre göre yok ediyor. Bu durumda onları suçlamak artık yetmez; daha derinliğine sorgulamak gerekiyor. 
Çünkü, Mustafa Kemal Atatürk’ün, iki eserimden biri (öbürü Türkiye Cumhuriyeti’dir) diyerek övündüğü CHP, önce, çağdaşlaşma çizgisinden uzaklaştırılarak sağcılaştırıldı. Şimdi de bu ikili, kimi yandaşlarını yanlarına alarak yaptıklarıyla CHP’yi tümüyle çalışamaz duruma getirmiş bulunuyor. 

  • Türkiye Cumhuriyeti, ideolojisi ya da ruhu ve fiziğiyle AKP iktidarı ve destekçileri tarafından sonlandırılıyor. 
  • Yeni rejimle Cumhuriyet, hızla bir siyasal İslam cumhuriyetine dönüştürülüyor. 

Bu gidişe kararlı bir tutumla karşı çıkmayan Kılıçdaroğlu-İnce ikilisine sormak gerekiyor: AKP’nin Cumhuriyete yaptıklarını siz yıllardır ekmeğini yediğiniz CHP’ye neden ve nasıl yapıyorsunuz?
***
İnsanın, üreterek özgürleşmesinin eğitim kurumları olan Köy Enstitülerinin güzide ürünü Mahmut Makal’ı yitirdik; anısı önünde saygıyla eğiliyor, sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Asıl sorunlar: Ekonomi ve CHP

Asıl sorunlar: Ekonomi ve CHP
Yeni rejim daha da yerleşir ve ikinci haftasını doldururken ekonominin nasıl yönetileceği bilinmezliğini koruyor. Bu belirsizlik, iç ve özellikle dış sermaye kesimlerinde ülke yönetimine karşı güvensizlik ve bundan kaynaklanan olumsuzluklar yaratıyor. Yüksek döviz kuru ve yüksek faiz varlığını koruyor ve bu durum dar gelirlileri daha da yoksullaştırıyor.
Tepedeki uyumsuzluk
Şaşırtıcı gelebilir ancak ekonominin tepe yönetiminde uyum yok. Başkan Erdoğan ile ekonomi yönetimini teslim ettiği Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak arasında görüş birliği olduğu söylenemez.

Tek kişi yönetimlerinde, en önemli koltuklardan biri de Maliye’dir. Erdoğan bu bakanlığı, hazineyi ekleyerek, yani devlet kasasının anahtarını çok daha yakınında bulunan birine, damadına emanet etti.
Bakan, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının tartışılmayacağını özenle öne sürüyor. Enflasyonun tek haneli olması gerektiğinin altını çiziyor; bir orta vadeli program-OVP hazırlığından söz ediyor. Vergi borçlarının yapılandırılmasıyla ilgili sürenin uzatılmayacağını vurguluyor.
Oysa Başkan Erdoğan yıllardır Merkez Bankası’nın bağımsızlığına karşıydı. Erdoğan, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda Hazine ve Maliye Bakanı’yla şimdilik ters düşmediyse de ekonomi biliminin bir geçeğini sürekli olarak tersyüz ediyor.

  • Erdoğan, geçen hafta hep yinelediği sözlerini yineledi : 
  • Yüksek faiz enflasyonun babasıdır; asıl nedenidir. 

Aynı günlerde küresel kapitalizmin yol göstericilerinden biri olan New York Times (11 Temmuz) bu sözlerle resmen alay ediyor ve bu akıl yürütmenin kemoterapi kansere neden olur denilmesinden pek de farklı olmadığının altını çiziyordu. 

Erdoğan ile damadı Bakan’ın görüşlerinin örtüşmemesi anlaşılan iç ve dış sermaye çevrelerini tedirgin ediyor. Özellikle küresel sermayenin yeni rejime pek de güvenmediği görülüyor. Yeni rejim ile birlikte, IMF ekonominin yıllık büyüme oranı öngörüsünü %4.4’ten %4.2’ye indirdi; uluslararası kredi değerlendirme kuruluşlarından Fitch Türkiye’nin notunu BB+’dan BB’ye düşürdü görünümünü de durağandan negatife çevirdi. Bir başkası da ekonominin durumunu incelemeye aldığını açıkladı. Acı gerçek o ki, küresel sermaye gideceği ülkeyi bunların değerlendirmelerine göre saptıyor.
Geçmişten gelen çok büyük bir güvensizlik nedeni daha var:

  • Kamu ihale düzeninin tümüyle düzensiz ve hukuk devleti kavramından tamamıyla uzak olmasıdır. 

Yeni rejimde; 

  • T. Varlık Fonu’ndan sonra TMSF kapsamındaki şirketlerin Saray’a bağlanması;
  • 703 saylı KHK ile Başkan’a şirket kurma yetkisinin verilmesi ve
  • üstelik büyük yatırımların olası zararlarının devlet bütçesinden karşılanacak olması,

    ihalelere ilişkin var olan güvensizliği çok daha derinleştiriyor.
    ****

CHP’de üç eğilim!

Gelişmeler o noktaya geldi ki, günümüzün Türkiye’sinde de herhangi bir olgunun açıklanması Erdoğan’a göre yapılıyor. Yeni rejime özgü inceleme yöntemi bu! 

Toplumun üzerine OHAL’i bile aratacak baskıcı düzenlemeler çökerken,
kurultay delegeleri üzerinden restleşmeler yaşayan CHP’de de Erdoğan’a göre, üç tarihsel eğilim gelişti.
Siyasal İslamcı rejimin yerleşmesini çok kolaylaştıran Kılıçdaroğlu, Erdoğan için: 

O bir diktatör, kutlamam; dedi ve ekledi; 

  • 16 Nisan halkoylaması da 24 Haziran seçimleri de gayri meşrudur. 

İnce’nin işi kolay; rejimi veri alıyor; daha önce Kılıçdaroğlu’na övgüler düzen sağcı yazarların alkışları arasında: 

-Adam kazandı, telefonla kutladım diyor.

Bu iki Erdoğan yaklaşımı kendisini kesmemiş olacak ki, Baykal’ın CHP’ye kazandırdığı (!) bir ara partiden istifa etmesine karşın Kılıçdaroğlu’nun da bir türlü vazgeçemediği milletvekili İlhan Kesici de Saray’a bizzat giderek Erdoğan’ı tebrik ediyor. 

Kısaca, ekonomi de CHP de sallanıyor! (Cumhuriyet, 23.7.2018)

SUÇLUYORUM!

SUÇLUYORUM!

Yakup Kepenek

 

Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce ikilisi, açıkça, CHP’yi yok etme suçu işliyorlar. Yalnızca son gelişmelerden giderek bu ikiliye bakalım.
Onları suçlama hakkımın olduğunu kendileri çok iyi bilir. 

 
Kılıçdaroğlu 
Eski yakın dostum Kılıçdaroğlu, CHP’yi yönetemedi; partinin bugünlerini hazırladı. 
Geçen çarşamba günü basına yaptığı bir açıklamada, üç konuda başarılı olduğunu vurguluyor; İYİ Parti’ye verdiği 15 milletvekili desteği; Millet İttifakı ve İnce’yi aday göstermesi. 
Yakından bakılırsa bunların hiçbiri başarı sayılmaz.
Önce, CHP’yi sağcılaştırma çabasının bir gereği olarak ısrarla biz ülkücüyüz diyeceksiniz; birçok yerde toplulukları bozkurt işareti ile selamlayacaksınız… Bu durumda MHP’den ayrılanların doğal olarak CHP’ye gelmesi gerekirdi; hiç de öyle olmadı; onlar ayrı parti kurdu; siz de onlara omuz verdiniz. Şimdi de uzaklaşarak size el sallıyorlar. 
İkincisi, seçimlerde sayenizde istediklerini alan İYİ Parti ve SP, Millet İttifakı’nın dağıldığını açıkladılar. Bu mu başarı? Millet İttifakı, HDP’yi dışladığı için, eksikliydi ve başarısızlığı kaçınılmazdı. Aslında siz 2016’da AKP’nin getirdiği milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili teklifi “Anayasaya aykırı ancak destekleyeceğiz” diyerek CHP’yi hukuk dışına düşürdünüz ve HDP’nin ezilmesine çanak tuttunuz. Ortaklarınız sizden kaçarken şimdi terörist suçlaması CHP’ye yöneltiliyor.
Üçüncüsü, İnce’yi aday yapmanızın ne kadar büyük başarı olduğunu geçen salı gecesinden bu yana bizzat yaşıyor ve dahası CHP’ye de yaşatıyorsunuz! 
 
İnce’ye gelince 
16 yıllık milletvekilliğiniz sırasında hangi büyük başarılara imza attığınız bir yana, siz Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi aşırı sağcılaştırma çabalarına hiç karşı çıkmadınız; bu nedenle başından beri onunla suç ortağısınız. 
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyanız sırasında, çok sığ kaldınız; rakibinizi, özgürlük, demokrasi ve barış düzlemine çekemediniz; baskılardan bunalmış olan kitlelere umut dağıttınız, şimdi de o umutları boşa çıkarıyorsunuz. 
Gerek 16 Nisan halkoylamasının, gerek 24 Haziran başkanlık seçimlerinin sonuçlarını sorgulamaktan ısrarla kaçındınız. Hele 24 Haziran gecesi CHP emekçileri ve görevlileri sandıkların başında beklerken sizin nerede olduğunuz tartışılır olmamalıydı. 
24 Haziran’dan sonra Mega Muharrem kesildiniz, uçuyorsunuz. Aldığınız %30’u aşan oyu, helalinden olarak niteliyor ve 1970’lerin Ecevit CHP’sinin aldığı oyla karşılaştırıyorsunuz. 12 Eylül’den sonra Halkçı Parti’nin %30; 1989 yerel seçimlerinde SHP’nin %29 dolayında oy aldıklarını tam bir nankörlükle görmezlikten geliyorsunuz. Ben vefalıyım, Kemal’e rakip olmam derken kurultayın toplanması için örgütü kullanarak onu arkadan vuruyorsunuz. 24 Haziran sonrası çok tutarsız konuşuyor ve konuştukça batıyorsunuz! Hürriyet’ten A. Arman ile yaptığınız bir söyleşide; herkes haddini bilecek … benim canımı sıkmasınlar diyerek bir gazeteyi ve onun bir yazarını hedef seçtiniz (1 Temmuz). Bu sözlerde düşünce özgürlüğünü benimsemiş bir beyinin kırıntısı var mı? 
Ve bir eski arkadaş uyarısı: Daha önce Kılıçdaroğlu’na Aslan Kemal; yürü; şu CHP’yi dönüştür diye alkış tutan sağcı yazar ve yorumcular, şimdilerde onunla -ve çok üzülerek söyleyeyim CHP ile- alay ediyor ve seni göklere çıkarıyorlar

İkinize de sorulmalı            :

  • Bugünlerde, özgürlükten, demokrasiden ve barıştan uzak bir rejim, karanlık kararnameleri ve kadrolarıyla ülkenin üzerine çökerken, siz ne yapıyorsunuz? 

    Tüm CHP’lileri, arkanızda saf tutmaya zorluyor; partimizi parçalıyor ve zayıflatıyorsunuz.
  • Bir kez daha AKP iktidarının ve kurulmakta olan rejimin ekmeğine yağ sürüyorsunuz
    Şunu iyi bilin ki, suçlarınızın cezasını tarih kesecek! (09.07.2018)

AKP’nin Gitme ‘vakti’!

Gitme ‘vakti’!

Yakup Kepenek

AKP’nin gitmesini gerektiren çok, ama çok önemli nedenler var; hukukun üst yönetimini tümüyle kendisine bağımlı kılması; düşünce ve ifade özgürlüğünü baskı altına alması; üniversiteleri YÖK eliyle öğütmesi; dış politikada yalnızlaştırdığı ülkeyi iç barış sürecinden de iyice uzaklaştırması. 
Bunlara iki büyük olumsuzluk daha eklenebilir; siyasal ve ekonomik istikrarsızlık.

Siyasal belirsizlik 
Anımsanacağı gibi, parlamenter düzenden tek kişi yönetimine geçilmesinin ana gerekçesi siyasal istikrar sağlanacağıydı. Tek başına ülkeyi Kasım 2002’den bu yana yöneten AKP, tam bir çelişkili tutumla, siyasette istikrar arıyordu! 
Ancak AKP’nin, şimdilerde yaptığı açıklamalarından anlaşılıyor ki, yeni rejim özünde istikrarsızdır; önceki dönemlere kıyasla çok daha büyük bunalımlara gebedir. Erdoğan, eğer kendisi CHS (AS: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen dünyada örneği olmayan ucubenin kısaltması) Başkanı seçilir, içinde yer aldığı Cumhur İttifakı Meclis’te 301 kişilik çoğunluğu sağlayamazsa, B ve C planlarının hazır olduğunu açıklamıştı. Geçen günlerde Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlarından Mehmet Uçum“Seçim çoğunluğunu biz alamazsak seçimler tekrarlanabilir” sözleriyle konuya açıklık getirdi, böyle bir durumda “sistemin tıkanacağını”, bunu önlemek için yeni seçimlere -elbette milletvekili seçimlerine- gidileceğini açıkladı (Cumhuriyet, 7 Haziran). Meğer Erdoğan’ın B ve C planları, istediği sonuç alınıncaya kadar milletvekili seçimlerinin yenilenmesi anlamına geliyor! 
Milletvekili seçiminde istediği çoğunluğu alamayacağı kamuoyu araştırmalarına göre neredeyse kesin olduğuna göre siyasal istikrarsızlıktan kaçınmanın yolu, Erdoğan’ın seçilmemesidir.

Ekonomik tıkanmışlık 
AKP’nin yanlış politikalarının sonucu olarak döviz gelirleri yetersiz kalıyor; büyüme sağlıksızdır ve emekçi kesim eziliyor. 

Ekonominin toplam döviz gelir-gider farkı ya da cari açık yıllık 57 milyar dolar. Dış borç anapara ve faiz ödemeleriyle birlikte 2018’de döviz gereksinimi 240 milyar dolardır. Hukuk sisteminin evrensel kurallara göre işlememesi; yandaş sermaye oluşturma yanlışı; rüşvet ve yolsuzluklar ekonomide güven ortamını yok ediyor; yabancı sermaye ve döviz girişi çok sınırlı kalıyor; yerli sermayenin ülkeden çıkışı hızlanıyor; TL dolar karşısında sürekli değer yitiriyor.  AKP, bu yılın ilk çeyreğinde ekonominin %7.4 oranında rekor düzeyde büyümesiyle övünüyor. Bu büyüme oranının asıl kaynakları hanehalklarının ağır biçimde borçlanarak tüketime yönelmeleri; faiz indirimi ve diğer desteklerle inşaat sektöründe sağlanan çok aşırı şişkinliktir ki sürdürülemez! 

AKP sermayenin partisidir.

DİSK’in 29 Mayıs tarihli “AKP Döneminde Emek” adlı kapsamlı raporunda açıklandığı gibi AKP iktidarında: 

  • Sendikal hak ihlalleri devam etti; gerçek sendikacılık zayıflarken yandaş sendikacılık büyüdü; 200 bine yakın işçinin grevi yasaklandı; iş hukuku esnetildi; güvencesiz çalışma yaygınlaştırıldı; taşeron uygulaması yaygınlaştı; sosyal güvenlik hakları tırpanlandı; emeklilik güçleştirildi ve emekli aylıkları düşürüldü; milli gelir artışı asgari ücrete yansımadı; gelir dağılımı bozuldu; kiralık işçilik yasalaştırıldı; iş davalarında zorunlu arabuluculuk sistemi getirildi; gelir dağılımı bozulmaya devam etti; işsizlik arttı; bütün kamu işletmeleri satıldı; en adaletsiz vergi olan dolaylı vergilerin oranı 2000 yılında %59’dan 2017’de %65’e çıkarıldı; vergiler çalışana ve tüketiciye yüklendi; iş cinayetleri tırmanmaya devam etti; OHAL uygulamasıyla çalışma hakkı ortadan kaldırıldı; 140 bine yakın çalışan ve kamu görevlisi hukuksuz biçimde işten atıldı. 

Daha ne olsun? AKP’nin iktidardan gitme vaktidir.
==============================================

Dostlar,

Mükemmel bir yazı.. Tek sözcük eklemeye yer ve gerek yok!
Teşekkür eder kutlarız Sn. Ekonomi uzmanı Prof. Yakup Kepenek hocamızı..

Sevgi ve saygı ile. 20 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

Seçimden önce!

Seçimden önce!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan geçen haftanın başlarında yaptığı İngiltere ziyareti sırasında, bir TV kanalında 15 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, eğer  kendisi Cumhurbaşkanı seçilir, ancak Meclis’te karışık bir tablonun çıkması durumunda AKP-MHP ittifakı Meclis’te çoğunluk sağlayamazsasistemin tıkanmasına izin vermeyeceğini, bunu sağlamak için ellerinde A, B,C planı olduğunu açıkladı. Ancak Erdoğan bu çok önemli açıklamasının içeriği konusunda, bugüne dek kamuoyuna bilgi verme gereği bile duymadı.

Neden?

Duyarsızlığın bu kadarı? 
Adı demokrasi olan tüm devlet yönetimlerinin vazgeçilmez ortak özelliği şudur: Seçimlerde adaylar eşit koşullarda yarışmalıdır. Bu, demokrasinin en temel ilkesidir. 
Oysa Türkiye’nin siyasal yapısını köklü bir biçimde değiştireceği konusunda görüş birliği olan 24 Haziran seçiminde, çok büyük ve yıkıcı bir eşitsizlik var: Bir uçta HDP adayı Selahattin Demirtaş tutukludur; diğer uçta, devlet-parti-basın yayın bütünlüğünün tüm gücünü arkasına almış olan AKP adayı Erdoğan var. 
Erdoğan, seçim sürecinde TRT dahil devletin tüm olanaklarını kullanıyor; yetmiyor, yandaş sermaye oluşturarak ele geçirdiği ve ülkenin basın-yayınının %90’ına varan vurucu gücünden tek başına ve sonuna kadar yararlanıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi demokratik seçimin temeli olan adayların eşitliği ilkesini hiçe sayıyor; hiçbir demokratik seçimde görülmeyecek bir tutumla diğer adaylarla birlikte kamuoyunun karşısına çıkmaktan ısrarla kaçınıyor. Bu ayrıcalıklı tutumuyla, örneğin Fox TV gibi tarafsız bir kanalın adayları tek tek de olsa kamuoyunun karşısında tartışmaya çağırdığı programa katılmayacağı anlaşılıyor. 
Erdoğan’ın kamuoyunu hiçe sayan ve seçmene büyük saygısızlık olan bu tutumu, aslında, demokrasi anlayışının ne kadar eksikli olduğunun çok somut bir göstergesidir.

Hemen açıklamalı! 
Başta CHP adayı İnce’nin estirdiği olumlu rüzgâr ve öbür muhalefet adaylarının özellikle bunalıma sürüklenmiş olan ekonomi konusundaki eleştirileri Saray’ı iyice sarsıyor! 
Tam da bu noktada, hele de demokrasi eksiği göz önünde tutulursa, Erdoğan’ın sözünü ettiği A, B ve C planlarının neler olduğunu açıklamasını istemek, başlı başına büyük bir anlam ve önem kazanıyor. 
Anımsanacağı gibi, Erdoğan, adını Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi – CHS koyduğu, dünyada bir benzeri bulunmayan siyasal yapıyı, topluma, siyasal krizleri önleyeceği ve ekonomiyi uçuracağı gerekçesiyle pazarlamıştı. Şimdi ise oluşturduğu yapının siyasal krizlere gebe olabileceğini ve o krizleri aşmanın da yalnız ve ancak kendisi ile olanaklı olduğunu öne sürerek bir kez daha vazgeçilmezliğinin altını çiziyor. 
Bu durumda muhalefetin ve demokratik kamuoyunun birincil görevi Erdoğan’ı, olası bir siyasal bunalımı çözeceğini öne sürdüğü A, B, C planlarını bir an öce açıklamaya zorlamak olmalıdır. 
Ülkeyi, ekonomisi, iç ve dış siyasetiyle büyük krizlere sürüklemiş olan ve kamuoyunu ve seçmeni hiç önemsemeyen Erdoğan’ın, yarının Türkiye’sinde de sorunlara çözüm üretemeyeceği çok açıktır. Krizlere sürükleyen mi kriz çözecektir sorusu özenle sorulmalı ve asıl bu nedenle onun krize çözüm planlarının içeriği tüm yönleriyle ve bir an önce açıklık kazanmalıdır. 
Diğer yönden Erdoğan’ın krize çözüm planlarını ayrıntılarıyla öğrenmek, Türkiye halkının ve sandığa gidecek seçmeninin en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır.
====================================
Dostlar,

Üstadımız Sayın Prof. Dr. Yakup Kepenek hocamızdan nefis bir irdeleme..
Tek sözcük eklemeye – çıkarmaya yer yok. Ama gene de birkaç söz etmek gerek :

  • Erdoğan, “millet ne derse eyvallah” diyemiyor. Varsa yoksa BEN!
  • Bu tablo normal bir ruh sağlığına işaret etmiyor..
  • Narsistik kişiliğin girdaplarında – kuyularında boğulmak ve koca bir ülkeyi de feda etmek anlamına geliyor..

Buradan bir kez daha not düşmüş olalım akıl ve vicdan sahibi her-ke-se!
Ve de iş işten geçmeden…

Erdoğan, eğer meşru – hukuksal – demokratik ise bu A, B, C planlarını açıklamak zorundadır.
Açıklayamazsa, açıklamazsa tersini düşünmek gerekecektir ki; bu hukuk devletinde SUÇTUR!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com


 

‘Manifesto’

‘Manifesto’

Yakup Kepenek

Dini, toplumun bilinçlenmesini engelleyen uyuşturucu sayanların yazdığı Manifesto, kapitalizmin emperyalizme geçiş aşamasını çok gerçekçi bir biçimde çözümlüyor ve çok iddialı ve kararlı bir yaklaşımla işçi sınıfının iktidar yolunu aydınlatıyordu. 
İlginçtir, Soğuk Savaş yıllarında ABD’nin büyük desteğiyle komünizm düşmanlığı yaparak beslenip büyüyen ve 2002’den bu yana bu ülkeyi yöneten Siyasal İslamcılar, son günlerde, bu topuma umut dağıtmak amacıyla manifesto sözcüğüne sarılıyor. 
 
AKP kaynaklı kafa karışıklığı! 
AKP’nin, kuruluşunda savunur göründüğü demokrasi ve özgürlük gibi değerlere yeniden bir dönüş yapacağı uzun bir süredir dillerdedir. Daha somut olarak dün yapılan İstanbul il kongresinde bir manifesto açıklanacağı günler öncesinden kamuoyuna yansımıştı. (Abdülkadir Selviİşte Erdoğan’ın açıklayacağı manifesto, Hürriyet, 1 Mayıs). 
AKP’nin fiziğini ve ruhunu çok iyi izlediği bilinen Selvi’nin Yeni sistemin ruhu ve söylemi olacak dediği manifestonun içeriğiyle ilgili yazdıkları şöyleydi: 
(İçinde) “Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok refah olacak. Türkiye’ye daha çok demokrasiyi, daha çok özgürlüğü, refahı ve huzuru AK Parti getirecek. AK Parti’den başka bunları sağlayacak bir güç yoktur. Muhalefetin Türkiye’ye daha çok demokrasi, daha çok özgürlük ve daha çok huzur, refah getirmek gibi bir projesi var mı? Muhalefetin bu haliyle bunları sağlaması mümkün mü?” 
Aslında bu sözlerin ipuçları çok önceden 28 Nisan’da yapılan İzmir mitinginde verilmiş, seçim propagandasının daha çok demokrasi ve tam bağımsız adalet alanlarında yoğunlaştırılacağı vurgulanmıştı. Bir taraftan da Genelkurmay Başkanı bir eski Cumhurbaşkanı’nı adaylıktan vazgeçmesi için görevlendirilmişti
 
Yerseniz! 
Muhalefetin demokrasi ve özgürlük konusundaki görüşlerini bir başka yazıya bırakarak manifestocu AKP’ye, demokrasi, özgürlük ve refah üçlüsüyle bakalım. 
Çağdaş parlamenter demokrasinin doğumunda, vergileri ve harcamalarıyla bütçe hakkının özel bir yeri ve önemi vardır. AKP’nin oluşturduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) denilen rejimde, bütçe hakkı Meclis’in elinden alınmış; yasama, yürütme ve yargı, devletin işleyişinin karşılıklı denetim ve dengesini sağlayan birer erk olmaktan çıkarılmış ve tek kişide toplanmıştır. Böyle bir yapıya demokrasi denemez. 
AKP, özgürlükçü olamayacağını yaptıklarıyla kanıtlamıştır. Özgürlüklerin temelinde düşün-ce ve ifade özgürlüğü vardır; basın yayının %90’ını yandaş basına dönüştüren; bilimsel araştırma özgürlüğü tanımayarak üniversiteyi yolunmuş kuşa çeviren ve günümüzde özgürlük alanlarının başında gelen iletişimi koyduğu yasaklarla sınırlayan bir anlayış mı daha çok özgürlük sözü veriyor?! 
Hangi refah? Emeği iyice sendikasızlaştıran; OHAL ile grevleri de engellediğini övünerek açıklayan; işsizliği dayanılmaz boyutlara taşıyan ve bütçeden seçim rüşvetleri dağıtan AKP ile bu topluma refah gelmez. 
Dahası, barışı, kaçak yapılara yasallık kazandırmak olarak anlayan AKP’nin gündeminde gerçek barışın yeri yoktur. Barışın olmadığı yerde özgürlükler de çok sınırlı kalır; hukuk buharlaşır; ekmek değil silahlanma öne çıkar; doğruluk, dürüstlük erdem gibi toplumsal yaşamın ahlaka dayalı bağları da kopar. 

  • AKP’nin demokrasi, özgürlük ve barıştan o kadar uzaktır ki, açıklamalarına giydirdiği sahte Manifesto kılıfı bile onu kurtaramaz. 

Cumhuriyet gazetesi olarak 94. yaşımız kutlu olsun.
=============================================

Sayın Yakup hocamız ve site okurlarımız hoşgörsün, bu yazı biraz gecikmiş oldu.. (AS)

Coşkun Özdemir : CUMHURİYET ve CUMHURİYETÇİLER

CUMHURİYET VE CUMHURİYETÇİLER 

portresi

Prof.Dr. Coşkun Özdemir

92 yıllık Cumhuriyet Gazetesine iktidar yargısı tarafından bir baskın bir saldırı gerçekleştirildi.
13 kişi göz altına alındı ve dün sabah 9 gazetecinin tutuklandığını öğrendik.
İlk günden başlayarak yüzlerce Cumhuriyet okuyucusu gazetenin avlusunu doldurdu ve bu hukuk dışı icraatı protesto ettiler.
Destekçiler eylemlerini 24 saat sürdürdüler ve gece nöbeti gerçekleştirdiler.

Bende en az 60 yıllık bir Cumhuriyet okuyucusu ve 35 yıl yazarlığını yaptığım gazetedeki kalabalığa katıldım.
Dün bir konuşma yaparak aydınlanmacıları birliğe çağırdım. Orada olmayanları sordum niçin bizimle değiller dedim. Bu sorgulama değil nedenleri araştırma çağrısı idi…

Gazetedeki değişimden rahatsız olabilirsiniz, eleştirecek çok şey bulabilirsiniz ve birçokları gibi artık okumayabilirsiniz.
Ama düşünün ki orada Türkiye’nin yüz akı yazar arkadaşlarımız var. Okumazsanız çok şey kaybedersiniz.
Orhan Bursalı, Erdal Atabek, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Zeynep Oral, Mine Kırıkkanat, Işıl Özgentürk, Erol Manisalı, Yakup Kepenek, Meriç Velidedeoğlu ve unuttuklarım sağlam ilkeli cumhuriyetçiler.
Hele yıllardır Bursalı’nın yönetimindeki Bilim Teknik‘i okumuyorsanız kaybınız çok büyük. Şimdi onu bağımsız çıkarıyor Orhan..

Gazetede ADD yoktu, 68’ler de öyle ÇYDD’den kimseyi göremedim. Üyesi olduğum TÜMOD yoktu ve TGB …
TGB’li gençlerle sık sık buluşuyorum ve yürüyüşlerine katılıyorum. Pırıl pırıl, Cumhuriyetçi, Aydınlanmacı Atatürkçü heyecanlı coşkulu çocuklar.
Cumhuriyet niçin onlara uzak durur, bunu anlamış değilim.

Evet, Gazeteyi eleştirmek çok doğal ama asıl çabamız Gazeteyi bizim Cumhuriyetimiz haline getirmek için çaba göstermektir.
Cumhuriyetçi ve Aydınlanmacı güçleri bir araya getirmek onları bir dayanışma içinde aydınlık bir Türkiye için savaşan yurtseverler niteliğine kavuşturmaktır.
Bugünkü ayrışma ve cumhuriyetçilerin en azından bir asgari müşterekte buluşamaması Cumhuriyeti çökertmek isteyen iktidarın yararına oluyor.
Bu aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

hoca.jpg========================================

Çooook teşekkürler değerli hocam Sayın Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR…
Sizi İstanbul Tıp Fakültesindeki öğrencilik yıllarımdan beri 40+ yıldır tanımanın onurunu yaşıyorum.. Evet hocam,

  • …aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AKP rejimi yerleşiyor!

AKP rejimi yerleşiyor!

Yakup Kepenek
Cumhuriyet, 14 Eylül 2015

7 Haziran seçimlerinden sonra ülkenin içine sürüklendiği ve giderek yoğunlaşan savaş ortamında bir yanda onca acı kayıp yaşanıyor, diğer yanda da AKP rejiminin yerleşmesi gerçekleşiyor. Ortam, AKP ideolojisi tarafından besleniyor ve o ideolojiyi besliyor.
Nasıl mı?

Namlunun ucunda

Toplum 1 Kasım seçimlerine alnına namlu dayatılmış olarak gidiyor. Böyle bir toplum yalnız ve ancak tek bir tepki verebilir; sağ kalmak!
Yalnızca sağ kalmak için çırpınan toplum, doğal olarak başka hiçbir şeyle ilgilenemez.
Cumhurbaşkanı’nın yetkileriymiş; anayasal düzenmiş; eğitimmiş; bilimmiş; adaletmiş; hukukmuş; hak ve özgürlüklermiş; kadın-erkek eşitliğiymiş; işlemeyen devlet kurumlarıymış; yandaş sermayeye verilen ihalelermiş; sağlanmayan devlet istihbaratıymış; dış politikanın sürüklendiği bataklıkmış; yolsuzluklarmış; ücretlermiş; işyeri güvenliğiymiş; çalışma koşullarıymış; talan edilen orman arazileri, kıyılar ve derelermiş; emeğin ve emekçinin haklarıymış; giderek insanların yaşamına doğrudan dokunan, döviziyle, faiziyle, enflasyonuyla ekonomideki bozulmaymış…

Her gün onlarca ölü ve yaralı verilen; basına, işyerlerine, parti binalarına ve şehirlerarası otobüslere saldırılar yoğunlaşırken, bütün bunların konuşulması tümüyle bir yana bırakılır.
Yaratılan bu ortamda bir şey daha hiç akla gelemez: Barış.

Daha da önemli olarak, ülkeyi giderek bir iç savaş ortamına taşıyan oluşumların sorgulanması da akla gelmez; yaşananların, görünen ve görünmeyen, iç ve dış sorumlularını ortaya çıkaracak yaklaşımlar sergilenemez.

Nitekim, yalnızca HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yaratılan ortamın asıl siyasal sorumluluğunun başta barışa giden yolu açamayan AKP yöneticilerinde olduğunu vurguluyor, insanlığın unutulmakta olduğu bir ortamda milletvekili Leyla Zana da, çok sarsıcı ve insancıl bir tutumla barış için açlık grevine gideceğini açıklıyor.

Kazanıyorsunuz

Bunları konuşmanın zamanı değil anlayışı; tek yumruk olmalıyız görüşü, toplumun her tarafını sarmış bulunuyor.
Böyle olunca da ülkeyi 13 yıldır yöneten AKP’nin yaptığı çok büyük yanlışlar sorgulanmıyor; tersine kemikleşiyor; kurduğu düzen ya da rejim savaş ortamından da yararlanarak iyice yerleşiyor.

Bu aşamada yinelemek gerekiyor: Cumhuriyetin, çağdaşlaşmayı amaçlayan temel değerlerini unutturmaya çalışan siyasetçiler, yazar, yorumcu ve bilim insanları; kamusal alanın dinselleşmesine kayıtsız kalan ve bunu topluma benimsetmeyi iş edinenler; AKP’nin gerçek niteliğini sorgulayamayanlar; eleştiriyoruz işte deyip, evvelsi günkü kongre öncesinde bile AKP güzellemesi yapan okumuşlar; savaştan çıkar sağlayan iç ve dış sermaye çevreleri; silah satıcıları; savaş rantçıları hepinizin gözü aydın!
Bayram edin! Omuz verdiğiniz AKP’nin rejimi şimdilik kazanıyor!

Ancak
Hiç umutlanmayın ve unutmayın, eninde (AS: önünde) sonunda, bu topraklarda da toplumun barış bilinci kazanacak;

özgürlük,
– eşitlik,
– kardeşlik ve
– dayanışma

toplumun her noktasında geçerli olacak; siz, savaştan beslenenler, siz yitireceksiniz!

================================

Dostlar,

Prof. Yakup Kepenek hocayı tanırsınız.
ODTÜ Ekonomi hocasıdır (emekli). CHP Ankara Milletvekilliği ve Parti yöneticiliği yapmıştır.
Köy Enstitülerinin son demlerinden bir parça dem almış bilge bir siyaserçi ve bilim insanıdır.

TÜRKİYE EKONOMİSİ başlıklı yapıtı alanında bir klasiktir ve bizim de başucu kitaplarımızdandır. 25. basımı Remzi Kitabevince yapılan (616 sayfa) dev bir yapıttır.

Bu sitede Yakup Kepenek hocanın yazılarına zaman zaman yer vermekteyiz. Keşke daha çoğunu yapabilsek.. O’ndan öğreneceğimiz daha çok şey var.

Yukarıya aldığımız yazısı çok öğretici ve uyarıcıdır : AKP Rejimi Yerleşiyor!

Ancak, son sözü yine Ona bırakalım :

“Hiç umutlanmayın ve unutmayın, eninde (AS: önünde) sonunda, bu topraklarda da toplumun barış bilinci kazanacak;

özgürlük,
– eşitlik,
– kardeşlik ve
– dayanışma

toplumun her noktasında geçerli olacak; siz, savaştan beslenenler, siz yitireceksiniz!”

Bu yazı bağlamında, Dr. Erdal Atabek’in TOPLUMSAL DEPRESYON başlıklı yazısının altına eklediğimiz yoruma bakılmasını dileriz.
(http://ahmetsaltik.net/2015/09/14/toplumsal-depresyon/)

Sevgi ve saygı ile.
14.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YASAKLARI TANIMIYORUZ!


YASAKLARI TANIMIYORUZ!

Ceyhun_Balci_portresi

Dr. Ceyhun BALCI 

Bugün İzmir’de YKKED (Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği) ve Konak Belediyesi işbirliğiyle düzenlenmiş bir sempozyum vardı. “90. Yılında Cumhuriyet’i Anlamak” temalı etkinlikte Cumhuriyet’le yaşıt (Hıfzı Topuz ve
Dr. Engin TONGUÇ
) ulu çınarların yanı sıra
Cumhuriyet’in ilk yarısında dünyaya gelmişler
(Ataol BEHRAMOĞLU, Niyazi ALTUNYA, Yakup KEPENEK) de vardı.

Yarım yüzyılı devirmiş bizler etkinlikteki yaşça en gençlerdik.

Anılan kuşakların hiçbiri, çok değil 15-20 yıl önce Cumhuriyet’in bu duruma düşeceğini ve hatta o Cumhuriyet’in Bayramının yasaklanacağını kestiremezlerdi.
Uzunca süredir ülkeden ayrı kalmış ve bu arada olan biteni de izlememiş birileri sorabilir!

“Cumhuriyet ne halde?”   

“Bayramı bile yasaklandı!” yanıtı daha fazla söze gerek bırakmayacaktır.

“Neden?” sorusuna “tertip ve hıyanet” yanıtı verilebileceği gibi çuvaldızı kendimize batırmaktan da kaçınmamalı!

Dünyanın neresine giderseniz gidin!
Devrimler kendilerini koruma düzeneklerini geliştirirler!
Bu yapılmadığında sonuç bizlerin yaşadığı gibi olur!
Örneğin Küba’da CDR (Devrim Savunma Komiteleri) kesintisiz iş başındadır. Topla, tüfekle savunma işin bir boyutuysa, söylemsel, düşünsel ve eylemsel savunma diğer ve önemli boyutudur. Devrimler hiç büyümeyen bebeklere de benzetilebilir. Sürekli ilgi ve destek bekler! “Sürekli devrim” söyleminin altında yatan dürtünün kaynağı da bu olmalıdır.

Devrim’i ve Cumhuriyet’i korumak örgütlenmek demektir!

Bu nedenle silkinip, kendimize gelme zamanıdır!

Kutlama yasağını çiğnemek iyi bir başlangıç olacaktır!

29 Ekim’de saat 16’da Gündoğdu’da buluşuyoruz!

Bir milyon kişiyle birlikte Andımız’ı içmek,
Cumhuriyet düşmanlarına verilecek en iyi yanıt olacaktır!

Ege Üniversitesi’ndeki ADT (Atatürkçü Düşünce Topluluğu) gönüllüsü öğrenciler de 29 Ekim kutlama hazırlıklarını yoğunlaştırmışlardı. 25 Ekim günü Ataol Behramoğlu-Haluk Çetin müzikli şiir dinletisi öncesinde 29 Ekim bildirilerini dağıtırken
saldırıya uğradılar!

Saldırganlar mı? Sol maskeli alçaklar güruhu! İçlerinde her türden maskeli vardı!
Etnik bölücüsü de, küresel solcusu da, kendini bilmez yolunu yitirmiş şaşkını da Cumhuriyet’e saldırı ortak paydasında buluşmuşlardı!

Uzunca süredir bu doğrultuda birleşen sözde solcu takımının
İzmir’deki ilk saldırganlığı olması bakımından önemlidir yaşananlar.
Yeryüzündeki her devrimi sahiplenmede üstlerine olmayan bu takım her nedense
kendi devrimini ve önderini tanımazlıkta parmak ısırtan bir tutum içindedir.
Fidel Kastro’nun “başkalarının devrimini bırakın da kendinizinkine sahip çıkın” öğüdü bile işe yaramamış görünüyor.

Son saldırganlığın şifrelerini çözecek olursak!

Sol maskeli bu güruh saldırganlığıyla :

  • Bilgisizliğini, buna bağlı olarak bilinçsizliğini bir kez daha ortaya koymuştur.
  • Aydınlanma değerleri korunmadan, aydınlanma değerlerinin egemen olduğu
    bir ortam oluşmadan başka sol değerlerin de bir anlam taşımayacağını öğrenemediklerini kim bilir kaçıncı kez yansıtmışlardır.
  • Bu akıl almaz saldırganlıkları cehaletten kaynaklanmıyorsa; hıyanetlerini ve namus yoksunluklarını ortaya koymuş olmaktadırlar!

İçinden geçmekte olduğumuz bu çetin dönemde sağcılık ya da solculuktan önce gereken özelliğin namuslu ve dürüst olmak olduğu da bir kez daha ortaya çıkmış olmaktadır!

Görkemli bir 29 Ekim bu namussuzların suratında patlayacak bir şamar olacaktır!

Ceyhun BALCI
26.10.2013