Etiket arşivi: Abdullah Gül

Seks cihadının pezevengi!


Seks cihadının pezevengi!

portresi_kravatli

Sabahattin Önkibar

AKP’nin son başarısı (!) Türkiye’yi pezevenk imasına sokmasıdır!

Adı: Lotfi bin Ceddu.

Tunus İçişleri Bakanı.

Ülkesinin Ulusal Meclisinde kürsüye çıkan Ceddu
Türkiye’nin seks cihadında aracı olduğunu söyledi.

Tunuslu bakana göre seks cihadı için toplanan kadınlar Türkiye üzerinden Suriye’ye geçirilip El Kaide azgınlarına sunuluyor.

Yoksa bu bölge artık bizden sorulur cakası ile kastedilen bu gibi şeyler miydi?

Öyle ya, ciğer söken katil El Kaide çetelerinin eğitiminden silahı ve iaşesine kadar Türkiye başrolde!

Sarin gazı ve kimyasal bomba hadisesinde de hedefe konan yine Türkiye!

Yetmedi bir de seks cihadında aracılık ithamı!

Türkiye’nin böyle rezil bir ithamın merkezine oturtulması mıdır stratejik derinlik
Ahmet Davutoğlu?

Müslümanlığın yüzüne zift sıkmak!

“Kenya, Pakistan ve Suriye’de İslam adına işlenen cinayetler,
Müslümanlığın yüzüne zift sıkmaktır”

Bu ifadenin sahibi Fethullah Gülen’dir ve İslamı cinayetlerle kirletenleri hedef alıyor.

Doğrudur, Hazreti Muhammed’in İslamında bir kişiyi öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir.

Ama aynı Hazreti Muhammed’in Müslümanlığında güya İslam adına Ergenekon ve Balyoz olaylarında olduğu gibi masum insanlara komplolar kurup tertipler yapmak ve hayatlarını karartmak da yoktur ki; bu gibi şeyleri Türkiye’de
F Tipi Cemaat’e mensup müritlerin yaptığını artık bebeler bile söyler durumdadır.

Buradan hareketle Fethullah Gülen’in bu sözlerinde samimiyet ve inandırıcılık olamaz;
zira “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diyor Ziya Paşa !

*****

Bahçeli’den Akşener’e ‘İstanbul’a aday ol’ baskısının gerekçesi 

Meral Hanım ise ısrarla “Beni affedin” diyor ama MHP Müdürü
“Bu, parti ve dava görevi” deyip diretiyor.

Peki, Bahçeli’nin bu ısrarının ardında ne mi var?

Meral Akşener’i böyle bir adaylıkla harcamak ve MHP’de kendine alternatif olmasına engel olmak ki, Akşener’in İstanbul’a MHP adayı olması AKP’nin de çok arzuladığı bir şey; zira Tayyip Erdoğan’a göre Meral Akşener aday olursa MHP ile laik merkez sağ oylar CHP adayına gitmeyip Meral Akşener’e gidecek ve AKP seçimi zorlanmadan kazanacak.

Dahası Akşener’in Bahçeli’ye MHP’de alternatif olması da Erdoğan’ın işine gelmiyor; zira malum Bahçeli kolay lokma ve o var oldukça MHP kendini siyaseten tehdit edemeyecek!

Karar verildi, iki sandık bir arada!

Dinlediklerimin özeti şudur:

-Yerel seçimlerin hemen sonrasında Tayyip Erdoğan erken genel seçim kararı alacak.

-Cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçim aynı tarihte yapılacak ve iki sandık konacak.

-Bu şekilde Erdoğan hem Cumhurbaşkanlığına aday olacak, hem AKP’nin başına
kimin geçeceğine karar verecek hem de milletvekili listesini bizzat hazırlayacak.

-Tayyip Erdoğan bunun dışında bir formülü, yani genel seçimi zamanında yapmayı AKP’ye hâkim olma ve de partisinin iktidarını sürdürmesi bağlamında güvenli bulmuyor; zira kendisi devreden çıktığında muhalif egemen unsurların korkuyu aşacağını ve
AKP dışındaki seçeneklere omuz verebileceğini düşünüyor.

-Erdoğan’ı bu kararında düşündüren tek husus, üç dönemlilerle Abdullah Gül ve Cemaat’in ortaklaşa takınabileceği tutumlardır…

Seçim öncesi 10 bin palalı ve imam hatipli SS!

Kafalarına koydular; şimdi ambalaja, yani örtmeye gerekçe arıyorlar!

Bir ara üniversitelerin güvenliği için dediler, inandıramadılar.

Şimdi de stadyumların güvenliğini bahane ediyorlar.

Amaçları, polis yetkisinde 10 bin imam hatipli İslamcı militanla devletin içinde yandaş bir çete oluşturmak!

Hitler’in SS’lerinden farkı olmayacak bu çete, gerçekte üniformalı satırlılar olacak.

Birisi hükümetin aleyhinde slogan mı attı, bu çete sivil ya da resmi elbiseleri ile devreye sokulacak ve pala sallayacak!

Farklı bir tanımla, AKP’nin kontrgerillası yaratılmak isteniyor.

Öyle; çünkü polisi devreden çıkarıp böyle bir yapı niçin?

Polis kafi gelmiyor ise sayısını artır değil mi?

(AYDINLIK, 27.9.13)

TUNCELİ CUMHURİYETTİR DOKUNAMAZSINIZ!


TUNCELİ CUMHURİYETTİR DOKUNAMAZSINIZ!

Doğu_Perinçek_bir_inanmis_adam_portre

 

DOĞU PERİNÇEK

 

 

BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan Yeni Demokrasi Paketini 30 Eylül Pazartesi günü açıklayacak.

Paketin içindeki bomba: Tunceli’yi Dersim yapmak.

AKP’nin suç ortağı yine PKK.

Çam budaktan yarılır

Çam budaktan yarılır.

Planları, Cumhuriyeti Dersim’den vurmak!

Cumhuriyete karşı Dersim Harekâtı!

Hedef, Atatürk’ü yargılamak. Özellikle Tunceli halkı bunu iyi görmeli!

Cumhuriyet yıkıcılarına göre, Dersim Cumhuriyetin budağı oluyor.
Oradan yarabiliriz hesabındalar.

Alevi Kürdümüz ile Sünni Kürdümüzü Dersim seferinde birleştirebileceklerini umuyorlar. F tipi Cemevi girişimiyle hedef aldıkları Aleviyi Dersim’den avlayacak,
hinoğlu hinlik burada.

Bütün Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarını, Dersim harekâtıyla birleştirebilirler, plan bu!

Yine mayın temizleme rolü

CHP’yi AKP-PKK cephesine katıp ateşe sürmenin yolu da Dersim’den geçiyor.

Nitekim Tayyip Erdoğan’dan önce CHP fırladı sahneye.

Yine mayın temizleme rolü!

Mayın var!

Çünkü AKP tabanı dahil, millet Dersim Harekâtının karşısına dikilecek!

Planın fedai görevini CHP Genel Merkezi üstlendi.
Suçu paylaşarak AKP’yi rahatlatacak, görev bu!

İşareti Kemal Kılıçdaroğlu Milliyet’ten verdi (20 Eylül 2013). Parti talimatıyla aynı gün, çok yazık Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ve Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, yasa önerisini verdiler. Cumhuriyet yıkıcılığında AKP’nin önünü geçtiler. İntihar ederek oy toplamak CHP’nin bulduğu bir çözüm.

CHP Dersim partisi mi oluyor?

Kamer Genç, olayın farkında. Hemen ertesi günü, “İçime sinmedi, ancak Parti talimatı” diye durumunu açıkladı. Bu tavırla Kamer Genç, ancak Dersim Cumhurbaşkanlığı için aday olabilir.

CHP de Türkiye Partisi olmaktan vazgeçip Dersim Partisi olmaya özeniyor.
AKP-PKK ortaklığı tarafından içine itildikleri yol budur!

CHP kimin “enstrümanlığına” soyunuyor?

Atatürk’ü Dersim’den vurma projesi kimin?

– ABD’nin, AKP’nin, PKK’nın!

– Proje nerde hazırlandı?

– Atlantik ötesinde.

– Başrollerde kimler oynuyor?

– Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Hakan Fidan, Abdullah Öcalan.

– CHP bunların arasında ne arıyor?

En büyük kışkırtma

  • Tunceli’yi Dersim yapmaya kalkışmak,
    Cumhuriyet tarihimizin en büyük kışkırtmasıdır.

Tunceli halkı ve bütün Kürtlerimiz, Cumhuriyet Devrimine ve Atatürk’e karşı kışkırtılıyor.

Tunceli halkına Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ın projesinde görev veriyorlar,
olay budur.

– Bunu nasıl yapacaklar?

– Tunceli halkının yarasını kaşıyarak! Onu yarasından vurarak!
Onun acılarını Atatürk’e ve Cumhuriyete karşı yönlendirerek!

Tunceli halkını devrim düşmanı Haçlı gericiliğin piyonu yapmak istiyorlar,
planları budur.

Tunceli üzerinden Solun şaşkın örgütlerini Tayyip Erdoğan’ın oyuncağı yapacaklar,
bu da artısı oluyor.

Atatürk ve Seyyit Rıza barış için bir arada yaşayabilirler mi?

ABD emperyalizmi ve Tayyip Erdoğanlar,
Dersim seferine Seyyit Rıza heykeli dikerek başladılar. Aletleri PKK!

Apo, 2000 yılında Seyyit Rıza ve Şeyh Sait‘e “gerici”, “İngiliz işbirlikçisi” sıfatlarını
layık görüyordu. “Mustafa Kemal, onları bastırmakta haklıydı” diyordu. (Serxwebûn, sayı 222, Haziran 2000’den aktaran Doğu Perinçek, Türkiye Solu ve PKK, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2013, s. 47 vd.)

Dersim seferi başlayınca, PKK Seyyit Rıza yandaşı oldu.

Atatürk’ü Dersim’de yitiren CHP, Seyyit Rıza heykellerinin önünde pozlar verdi.

Umurlarında değildi, bu işin sonu nereye gider?
Atatürk ve Seyyit Rıza, barış ve sevgi içinde birbirlerine bakıp dururlar mı?

Ya Atatürk Ortaçağı temizler ya da Ortaçağ Atatürk’ü yıkar!
CHP, bunu göremeyecek kadar Atatürk’ten kopmuştur;
kurduğu Cumhuriyeti unutmuştur.

O kadar unutmuştur ki, CHP Genel Başkanı, Dersim’in acılarını kötüye kullanarak, Tayyip Erdoğan’ın kışkırtmasıyla özür dilemiştir.

Gelinen nokta: CHP, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Güllerin Dersim üzerinden Cumhuriyetle hesaplaşmasına ortak oluyor.

Türkiye’nin adını değiştirmeye kalkıyorsunuz!

Sakın şu dolduruşa gelmeyin:

– Efendim, her yeri tarihi adıyla anacağız!

– Dersim halkı böyle istiyor, demokrasi var!

Kandırılıyorsunuz!

Enstrümanlaşıyorsunuz!

Tunceli’nin adını değiştirmek, bütün Türkiye halkının geleceğiyle oynamaktır.

Ey, AKP, Ey PKK/BDP ve Ey CHP!

Siz Tunceli’nin adını değiştirmiyorsunuz, bütün Türkiye’nin adını değiştiriyorsunuz!

  • Cumhuriyeti yıkmak için tam teşebbüs halindesiniz!
  • Atatürk’ü sanık sandalyesine oturtacak planın içindesiniz!
  • Devrimle hesaplaşıyorsunuz!

Bazıları “oy toplarım” yanılgısıyla bunlara alet olabilir. O hesabınız yanlıştır.
Halkı kaybediyorsunuz, Ardahan’dan Edirne’ye oyları da kaybediyorsunuz.

Türkiye halkını kaybeden, Tunceli halkını da kaybeder.
Bu gidişle oradan da oy alamazsınız!

AKP-CHP-BDP tabanına ve milletvekillerine çağrı

Haçlının Dersim seferi bozguna uğrayacak!

AKP’nin tabanına sesleniyoruz.

CHP’nin tabanına sesleniyoruz.

BDP’nin tabanına sesleniyoruz.

AKP, CHP, BDP milletvekillerine sesleniyoruz:

Cumhuriyeti ve vatan bütünlüğünü hedef alan bu ihanet harekâtına karşı ayağa kalkın!

Suspus oturmayın, ayıptır, ayağa kalkın!

Milletle birleşin, millet bu sinsi planı bozguna uğratacak!

Hepimiz Tunceliliyiz

Dersim, Ortaçağdır.

Tunceli, Cumhuriyet çağıdır.

Dersim, şeyhliktir, ağalıktır, eşkiyalıktır.

Tunceli, özgürlüğe ve uygarlığa yürüyüştür.

Dersim, bölünmeye dönüştür!

Tunceli birlik ve dirliktir.

Dersim, kandır, gözyaşıdır.

Tunceli barıştır.

Bütün milletimizi, İşçi Partisi olarak Cumhuriyetin Tuncelisi için direnişe çağırıyoruz.

Meclis’e çağrı

  • Meclis’i bu hain plana dur demeye çağırıyoruz.

Meclis, bu hain plana evet derse, Meclis olmaktan çıkar.

Tunceli’nin adını değiştirme girişimi, kesinlikle referanduma götürülecektir!
Bu milletin buna gücü vardır!

Hodri meydan

Haydi referanduma!

AKP’ye, CHP’ye, BDP’ye hodri meydan diyoruz.

Eğer Tunceli’yi Dersim yapmaya kalkarsanız, halk referandumda sizlere
Tunceli şamarı indirecektir.

Halk, seçimlerde de sizi mahkûm edecektir.

Tunceli adını değiştirmeye kalkan Cumhuriyet yıkıcılığına HODRİ MEYDAN!

(http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/25516-tunceli-cumhuriyettir-dokunamazsiniz.html, son güncelleme: Çarşamba, 25 Eylül 2013 19:34)

AKP kurucusu Yalçınbayır : ‘Erdoğan, Yüce Divan’lık olacak’


Dostlar
,

Cumhuriyet‘in deneyimli yazarlarından ayın Leyla Tavşanoğlu, bu günkü Cumhuriyet‘te (8.9.13) oldukça önemli bir söyleşi gerçekleştirdi..

Sn. Ertuğrul Yalçınbayır, AKP’nin genel skreterliğini üstlenen,
Kabinede Başbakan Yardımcılığına dek yükselen bir ad..

Halen de bu partinin üyesi..

Dürütçe ve yüreklice, bir hukukçuya yakışır biçimde yalın gerçekleri dile getirmiş.
Tavşanoğlu ustalıkla sormuş, Yalçınbayır da açıklıkla yanıtlamış..

Örn. Suriye’de kimyasal silah kullanımı konusunda “kuşku” nun aşılamdığını belirttikten sonra, hukukçu kimliğinin gereğini yaparak, “Bundan Suriye yararlanır” diyor ve Ceza hukukunun evrensel bir ilkesini öne çıkarıyor.. (Kuşku sanığın lehinedir!)

Umut oldu bu söyleşi bizim için..
326 milletvekilinin tümünün RT Erdoğan’ın kulu – kölesi olduğu savlanabilir mi?

Elbet içlerinde çok iyi eğitimlilier, vcdan – namus sahibi yurtseverler, gerçek dürüst dindarlar vardır ve hatta pek çoktur.

Örn. Obama, Suriye politikası için Kongre üyelerini tek tek ararken, RTE’nin milletin seçilmiş vekillerine bile bu konuda konuşma yasağı koymasının parti disiplini vb. sudan gerekçelerle kabul edilemeyeceğini görmektedirler, göreceklerdir, içlerine simmez..

Sayın Yalçınbayır gibilerin öne çıkmasını, konuşmalarını, RTE’nin ülkemizi felaketlere sürükleyen politikalarını dizginlemelerini yaşamsal önemde buluyoruz.

Teşekkürler Sn. E. Yalçınbayır, dürüstlüğünüz ve yurtseverliğiniz için..

Siz de sağolun Sn. Leyla Tavşanoğu, çok değerli bir söyleşi oldu.

Tüm metni pdf olarak görmek için lütfen tıklayınız :

YUCE_DIVANLIK_OLACAKLAR_ERTUGRUL_YALCINBAYIR

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 9.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Leyla Tavşanoğlu söyleşisi                      :

‘Erdoğan, Yüce Divan’lık olacak’

AKP kurucularından eski Başbakan Yardımcısı Yalçınbayır’dan
hükümete ağır sözler:
Ertugrul_Yalcinbayir_AKP_kurucusu_8.9.13_Cumhuriyet
  • Acaba dünyada kuvvetler ayrılığını benimsemiş hangi parlamento, 
    mahkeme kararlarının bakanlar kurulu tarafından sonuçsuz ve etkisiz hale getirilmesine
    göz yummuştur?
    Bunlar Yüce Divan’lık suçtur.

 

Ertuğrul Yalçınbayır AKP’nin kurucularından. Partinin genel sekreterliğini ve başbakan yardımcılığıyapmış bir isim. İsminin üzerine Başbakan Erdoğan tarafından ilk çizik atılanlardan. Şimdi sade üye. Hükümetin icraatlarını çok sert bir dille eleştiriyor. Tayyip Erdoğan’ı halka şikâyet ediyor. Yüce Divan’lık suçlar işlendiğini söylüyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da halka doğruları söylemeye çağırıyor.

– Kurucuları arasında yer alıp programı ve tüzüğünün hazırlanmasında
emek verdiğiniz 2001’in AKP’siyle bugünkü AKP’yi kıyasladığınızda
nasıl bir resim görüyorsunuz?

E.Y.- Abdüllatif Şener başkanlığında bir ekiple yazdığımız Ak Parti programının referans noktası evrensel değerlerdi. İnsanoğlunun ortak aklıydı. Partinin tüzüğüyle ilgili Mehmet Ali Şahin başkanlığında bir ekip vardı. Ben zaman zaman oraya da girdim. Orada parti içi demokrasi hakem kurulu kurulması önerisini getirdim. Çünkü demokrasinin hem parti hem ülke içinde derinleştirilmesi ve genişletilmesi lazımdı. Bu kurul hem genel merkezde hem iller düzeyinde olsun nitelikli elemanların bulunduğu genel başkanlara karşı bağımsız ve tarafsız davranacak bir kurul olacaktı.

Biz başlangıçta bu kurulun başkan ve üyelerinin milletvekili adayı olamayacaklarını da tüzüğe yazdık. İlk kurul başkanı Burhan Kuzu’ydu. Kuzu bir gün bana aday olamamaktan yakındı. Ben de o sırada Ak Parti genel sekreteriyim. Bana aday olamamanın insan haklarına aykırı olduğunu söyledi. Ben de madem aday olmak istiyorsunuz, istifa edin, yedekler gelsin, dedim.

Burhan Kuzu hem kurul başkanı olarak kalmak hem de aday olmakta ısrar etti.
Daha sonra Tayyip Bey’i de ikna etmek suretiyle kurul üyelerinin aday olma engelleri kaldırıldı. Sade milletvekillerini kurula, milletvekillerini, bakanları, Tayyip Bey’i bile şikâyet etme hakkını veriyorduk.

– Siz kurula Tayyip Erdoğan’ı şikâyet etmiştiniz. Bunu anlatır mısınız?

E.Y.- O dönem kurul başkanı olan Nurdoğan Topaloğlu’na, “Size Tayyip Bey’i şikâyet edeceğim” dedim. Şaşırdı. Ben sözüme devam ettim: “Tayyip Bey parti programının
şu şu noktalarına muhalefet etmektedir. Bu nedenle onu şikâyet etme hakkımı kullanıyorum.”

Daha da ötesi var. Emin Şirin partiden istifa etmeye karar vermişti. Beni aradı. Şikâyetlerini anlattı. Söylediği hususları Parti İçi Demokrasi Kurulu’na iletmesini, bunların parti içinde düzeltilmesi hususunda demokratik haklarını kullanmasını öğütledim. Nitekim de öyle yaptı.

Emin Şirin daha sonra Ergenekon davasında yargılandı ve 7.5 yıl hapse mahkûm oldu. Emin Şirin demokratik hak arama mücadelesini parti içinde sürdürmüş birisi.

– AKP kurulurken hiçbir biçimde ayrımcılık yapılmayacağına
söz verilmemiş miydi?

E.Y.- Ak Parti’yi kurarken din, bölge, ırk, parti milliyetçiliği yapmamaya söz vermiştik. Yani, partizanlık yapmayacağız, demiştik. Partizanlık ve despotluk partimizin en yoğun mücadele alanları olacaktı. Ama olamadı.

İsyan hakkını kullanıyorlar

Gezi Parkı protestolarına katılanlar baskı altında olduklarını görmüşlerdir.

– Bu uygulamalar çağdaş bir zulümdür.

– İnsanlar BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki isyan etme hakkını kullanmışlardır.

– Yıllarca Tayyip Erdoğan hakkında ağzına geleni yazıp söyleyen Yiğit Bulut’un Başbakanlık başdanışmanlığına getirilmesini nasıl karşıladınız?

E.Y.- Biz etik değerlere önem veren bir parti olarak kurulduk. Bu etik değerler dikkate alınmak suretiyle görevlendirmeler yapılmalıdır. Ben Ak Parti’nin bir üyesi olarak
Parti İçi Demokrasi Hakem Kurulu’na bu etik değerlere uygun olmayan tasarruflarla ilgili şikâyet etme hakkına sahibim. Ben şimdi, Sayın Bulut’un Tayyip Bey’in başdanışmanı olmasının partinin ilkelerine aykırı olması nedeniyle şikâyet ediyorum. Partimizin
genel başkanının, başbakan demiyorum, tasarrufu etik değerlerle bağdaşmamaktadır.
Türkiye’de etik değerlerin hem kamuda hem özel sektörde önde gelmesi lazım.
Bütün partilerin el birliğiyle çıkan kanun hemen kişiye özel düzenlemeler için değiştirilebiliyor. Böyle bir yasama meclisi olmaz. Bunlar Türkiye’nin itibarını favkalade zedeleyen hususlar. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Kamuda liyakatın ön plana çıkarılması lazım. Bunlar yapılmıyorsa daha kat edeceğimiz çok mesafe var.

– Güneydoğu için yapılan demokratik açılımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

E.Y.- Demokratik açılım sadece bir yöreye yapılan özel düzenlemelerle olmaz.
Genel demokratik açılımlarla olur. Türkiye demokrasisi dünyada 88. sıradaysa bunun standardının yükseltilmesi hepimizin sorunudur. Yani Türkiye’nin sorunlarına el birliğiyle sahip çıkılması gerekir.

Onların (BDP) farklı düşünceleri olabilir. Ben Tayyip Bey ve Abdullah Gül’e 2005 ve 2015 yılları arası dönemin Türkiye ve dünyanın cebir ve şiddetten arınmış on yılı ilan edilmesini önermiştim. Sadece ilan etmek yetmiyor. Bu konuda çeşitli çalışmalar yapılmasını söylemiştim. Türkiye’nin zafiyeti sözler ve eylemler arasındaki uyumun sağlanamamasıdır.

– Hükümetin çevreye duyarlı olmadığını biliyoruz. Buna en güzel örneklerden birisi Gezi Parkı’nın yok edilmek istenmesiyle patlak veren ve insanların canlarına mal olan olaylar. Yöneticilerin rant uğruna çevreyi yok etme yerine çevreye olan duyarlılıkları nasıl sağlanır?

E.Y.- Türkiye bilgi edinme hakkını, çevreye saygıyı düzenleyen Aarhus Sözleşmesi’ni 2001’den beri imzalamamakta direniyor. Türkiye dışında Andorra ve Rusya bu anlaşmayı kabul etmiyor. Biz çevre mevre, çevrecinin daniskasıyım, yeşilin hastasıyım diyen başbakanlar gördük. Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığı gibi çevrecilik de yeşili sevmekten ibaret değildir. Acaba dünyada kuvvetler ayrılığını benimsemiş hangi parlamento, mahkeme kararlarının bakanlar kurulu tarafından sonuçsuz ve etkisiz hale getirilmesine göz yummuştur?

  • Bunlar Yüce Divan’lık suçtur.

TBMM’de çevre hakkı ihlali nedeniyle hiç bakan ya da bakanlar kurulu hakkında gensoru verildiğini gördünüz mü? Bu seviyeyi, mahkeme kararlarına saygısızlığı gösteriyor.
Bu, toplam demokrasi ayıbımızdır. Gezi Parkı protestolarına katılan insanlar baskı altında olduklarını görmüşlerdir. Bu baskı çevrecilikte katılımın olmaması, mahkeme kararlarına uyulmaması, denetimin sağlanmamasıdır. Bu uygulamalar bana göre çağdaş bir zulümdür.

  • Bu (Gezi direnişi), işkenceye karşı duran insanlar BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki isyan etme hakkını kullanmışlardır.

Halkın görüşlerini almadan karar verirseniz, bu demokrasi bakımından maluldür.
3. Boğaz köprüsü, 3. havaalanında halkın katılımı, bilgilendirilmesi tam olarak sağlanmalıdır. Bunları yapmamak apaçık insan hakkı ihlalidir.
İyi yönetime ulaşamazsanız kaliteyi yakalayamazsınız.

Davutoğlu gerçekleri itiraf etsin

– AKP, milyonlarca Müslümanın katledilmesine yol açan Irak işgaline hiç ses çıkarmadı. Mısır’da Müslüman Kardeşler’e yakınlığıyla bilinen Mursi’yi iktidara getiren darbeyi neredeyse kutsarken, Mursi’yi deviren darbeye karşı çıkıyor. Türkiye’yi bir maceraya sürüklediğini düşünmeden Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi için çırpınıyor. Acaba bunları neden yapıyor?

E.Y.- Mısır’la, Irak’la ve diğer komşularla “sıfır sorun” derken “sırf sorun” haline gelindi. Buradan Sayın Davutoğlu’na şunu söylemek istiyorum:

Sevgili Davutoğlu, 1 Mart (2003) tezkeresi öncesindeki gece Sayın Başbakan Gül’le görüşmeye girmeden önce elime sarılmıştınız. ‘Abi, ne olur görüşlerinde ısrarlı ol. Israrla Irak’a girilmemesini söyle’ diyen sizdiniz. Bu sadece Irak değildi. Sizin barışla ilgili düşüncelerinizdi. Ya da ben öyle algıladım. O zamanki samimiyetinizi niye şimdi devam ettirmiyorsunuz? Şu anda yapılmak istenenler anayasaya aykırıdır. Uzun yıllar onarılması güç zararlar verir. Sizin, Irak’ın ya da bundan sonra Suriye’nin inşasında kârınız olmaz. Sizin büyük bir zararınız var. Tarihe not düşürüyorsunuz.

  • Demokrasinin en önemli hususu halka bilgi vermektir.”

Erdoğan, Gül ve Davutoğlu vebal altında

– Siz Irak işgali öncesi de ABD’ye uyarıda bulunmamış mıydınız?

E.Y.- Hukuka uygun olmadan, halkları yanıltarak, yalan söyleyerek iş yapıyorsunuz, dedik. O kimyasal silahlar kim tarafından kullanıldı? Onu bilemeyiz ki. O şüpheden Suriye istifade edecektir.

Siz bir taraftan Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik toplantılarını, eğitim çalışmalarını burada yapacaksınız…
Siz gelip geçeceksiniz. Ne iktidarlar geldi, geçti. Ama bizim o halklarla ilişkilerimiz
hep oldu ve olacak. Bunları zedelemeye hakkınız yok. Burada hem Tayyip Bey’in,
hem Davutoğlu’nun hem Sayın Gül’ün büyük veballeri var. Bu vebalin altından kalkabilmek zordur. Kendilerini tatmin etmeye kalkmasınlar. Halkın seçilmiş temsilcileri onların değil bu milletin vekilleri. Onlar özgürleşmedikçe bu ülke de özgürleşmez.

  • Barack Obama tek tek kongre üyelerini arayıp görüşlerini alıyor.
    Bizimki ise nasıl bir yönetim anlayışıdır?

Geri demokrasi böyle olur

– AKP Hükümeti’nin işine gelmeyen herkes hemen kara listeye alınıyor.
En son da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun boy hedefi haline getirilmesini nasıl karşılıyorsunuz?

E.Y.- Sayın Gül’le 2004 ya da 2005’teki bir konuşmamızda; iyi ki Irak’a gitmemişiz, Sayın İhsanoğlu, seçimle işbaşına gelen ilk İİT genel sekreteridir. Büyük çoğunlukla seçilmiştir. Bizim için İslam ülkeleriyle diyaloğumuz bakımından bir şanstır, dedim. Birkaç defa Suriye’ye iyi ki müdahale edilmediğini söyledi. Yani, kendi çıkarımıza geldiği zaman öyle, gelmediği zaman böyle. Hiçbir demokratik ülke sürpriz bir kararla başka bir ülkeye saldırı ilan edemez; sürpriz bir kararla kendi topraklarının kullanılmasına
izin veremez. Sürpriz bir kararla kendi ordularını başka bir ülkeye gönderemez.
Bu demokrasinin evrensel standardıdır. Biz bunlara ulaşamadığımız için demokraside çok gerilerdeyiz.

PORTRE : ERTUĞRUL YALÇINBAYIR

Hasköy, Bulgaristan, 1946 doğumlu. Dört yaşında ailesiyle birlikte Türkiye’ye
göç etti. Ortaöğrenimini Bursa Erkek Lisesi’nde, yükseköğrenimini İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde yaptıktan sonra avukatlığa başladı. Bursaspor genç takımında
futbol oynadı. 1970’lerde bir süre CHP içinde yer aldı. 1980’li yıllarda Milli Görüş Hareketi’ne yakınlık duydu. 1995’te RP’den Bursa milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Kısa sürede parti yönetimini eleştirince RP’den koptu. 1999’da ANAP’tan
Bursa milletvekili olarak yeniden seçildi. ANAP yönetimiyle de sorunlar yaşayınca 2001’de partiden istifa etti. AKP’nin kurucu kadrosu içinde yer aldı. Bir dönem
AKP Genel Sekreterliği’ni yürüttü. Kasım 2002 seçimlerinde AKP’den
Bursa milletvekili seçildikten sonra Abdullah Gül başkanlığında kurulan
58. hükümette başbakan yardımcılığı görevini üstlendi. Ancak parti içi muhalefet yapması nedeniyle ismi Tayyip Erdoğan tarafından çizilerek 2007
genel seçimlerinde aday gösterilmedi.
(Cumhuriyet portal, 8 Eylül 2013)

Haziran ayaklanması AKP-PKK’yi böldü!

Haziran ayaklanması AKP-PKK’yi böldü!

MEHMET ALİ GÜLLER

25 gündür aralıksız süren Haziran ayaklanması Türkiye’yi bölme projesinin aktörlerini böldü: 1. AKP’yi böldü. 2. PKK’yi böldü. 3. Açılım’ı böldü ve AKP ile PKK’nin arasına girdi.

1. AKP’yi böldü

a. Cemaat, Gezi eylemlerinde adım adım Tayyip Erdoğan’ın izlediği “şiddet” politikasını eleştirdi. Erdoğan ise, Türkçe Olimpiyatları’na katılarak, Gülen’e “bu süreçte kavga etmeyelim” mesajı verdi.

b. TSK karşıtlığı nedeniyle AKP’ye destek veren liberal, piyasacı kesimler, “yetmez ama evetçiler” ve AB sürecinin destekçileri, son birkaç aydır işaretleri beliren ayrılıklarını, Haziran ayaklanması ile netleştirdiler. Hemen hepsi AKP’nin tramvayından indi.

c. Abdullah Gül, Haziran ayaklanmasını fırsat bilerek ön plana çıktı ve polis şiddetini eleştirdi. Gül, Erdoğan Kuzey Afrika’dayken devlet adına “mesaj alındı” dedi; Erdoğan’ın yanıtı ise özetle “alınacak mesaj yok” şeklindeydi. Gül, bu süreçte Rize, Artvin, Ardahan “seçim” gezisine çıkarak, her gün medya önünde olmaya çabaladı.

d. Erdoğan’a vekâlet eden Arınç’ın Gezi eylemleriyle ilgili kimi “olumlu” mesajları Erdoğan’ı kızdırdı. Erdoğan’ın kapalı kapılar ardında “altının oyulmaya çalışıldığından” şikâyet etmesi ve ardından yaptığı konuşmalarda “partisine nifak sokulmaya” çalışıldığından şikâyet etmesi ve hatta son olarak “içimizdeki hainler” vurgusu yapması durumu göstermesi bakımından önemliydi.

Gerçi yalanlandıysa da, bu süreçte Erdoğan’ın kendisine yönelik ağır sözleri nedeniyle Arınç’ın istifa ettiği fakat Gül’ün ısrarıyla vazgeçtiği de iddia edildi.

Bu süreçte Ertuğrul Günay’ın polis şiddetine tepkisi, Erdal Kalkan’ın “Yeter! Söz gençliğin” çıkışı, İbrahim Yiğit’in “iç savaş uyarısı” yapması partideki kırılmalara işaret ediyordu.

Şamil Tayyar ile Kutalmış Türkeş’in tuvalette kavga etmesi ise partinin içine düştüğü gerilimi yansıtıyordu.

e. AKP’yi destekleyen en önemli örgütlerden Mazlum-Der Haziran ayaklanmasına bakış nedeniyle bölündü. Eski milletvekili olan Dernek Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’ın bir kısım dernek yöneticisi ve üyesiyle birlikte imzaladığı Gezi Parkı bildirisi, Yönetim Kurulu’nu böldü.

2. PKK-BDP-DTK’yi böldü

a. Haziran ayaklanmasının ilk günlerinde dozer önüne yatan BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in girişimi şahsiydi. Nitekim bu köşede daha önce de belirttiğimiz gibi BDP’liler durumu “Sırrı’nın kendi eylemi” diye niteliyordu.

Zaten sonrasında BDP hiç yoktu ve hatta BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, “BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağız.” diyerek partisinin pozisyonunu özetliyordu. Öyle ki Bülent Arınç BDP’ye şöyle sesleniyordu:

  • “BDP’nin olayın ilk anından itibaren takındığı tavrı takdir ediyor ve
    kendilerine teşekkür ediyoruz.”

Ancak BDP’nin örgütsel tavrına rağmen, Taksim’e gelen ve eylemlere destek veren BDP’liler vardı.

b. İlerleyen günlerde BDP heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatını getirdi. Ardından BDP Taksim’e çıkmaya ve Apo posteri açmaya başladı. Erdoğan’ın “can simidi” gibi sarıldığı bu görüntüler üzerinden her gün “ulusalcılarla bölücüler yan yana” propagandası yapması, Öcalan’ın talimatının gerçek sahibine işaret ediyordu: Hakan Fidan!

Amaç, Apo posterleri açarak halkın Taksim’e sahip çıkmasının engellenmesiydi. Nitekim BDP İstanbul’da eylemlere katılıyor, İzmir’de katılmaya çabalıyor fakat Diyarbakır’da eylem yapmıyordu! Fakat Fidan’ın hedefinin tutmadığını önemle belirtelim!

c. Haziran ayaklanması Sırrı Süreyya Önder’i DTK ile de karşı karşıya getirdi. Önder Nuçe TV’de açık açık DTK’yi suçladı: “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri… DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı.”

DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Önder’in sözleri karşısında “Ben ve Aysel Tuğluk Gezi hakkında kişisel açıklamalarda bulunduk.” yanıtı verdi.

3. Açılım’ı böldü

a. Halk hareketi ile sallanan Erdoğan, rüzgâr karşısında durabilmek için söylem değiştirdi. Kendisinin “İmralı”, kurmaylarının da “barış elçisi” diye isimlendirdiği Öcalan, ansızın bölücü başı ve terörist başı oldu. BDP, Erdoğan’ın asıl niyetini bilse de, tabanda rahatsızlık yarattığı için Erdoğan’ın bu sözlerine tepki göstermek zorunda kaldı.

b. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş başta olmak üzere pek çok yetkili, bu süreçte hükümetin Açılım konusunda ev ödevlerini yapmadığını vurgulamaya başladı. Sürecin kesintiye uğradığı hem Ankara’da, hem de Diyarbakır’da fazlasıyla dile getirildi.

c. Daha ilginci şu iki haberdi: PKK, TSK’nin çekildiği bir askeri üsse yerleşmiş ve küçük çaplı bir çatışma yaşanmıştı. PKK, komutanları taşıyan bir helikoptere ateş açmıştı.

d. AKP ve PKK’nin akil adamları da bu süreçte bölündü. Polis şiddetine itiraz edenler olduğu gibi Açılımın tavsadığından şikâyet edenler de vardı. Örneğin, Baskın Oran ,“Erdoğan barış sürecini buruşturup attı” diyordu artık.

Erdoğan’ı Türk bayrağına sarılmaya mecbur eden sürecin farkında olan deneyimli isim Ahmet Türk ise bu tür açıklamalara itiraz etti ve “bu hükümetle barış olmaz” sözlerini şu aşamada gerçekçi bulmadığını söyledi.

Hatta Türk, daha da ileri giderek Erdoğan’ın yardımcısı gibi konuştu ve Gezi eylemlerinde demokrasi talebi olduğu gibi hükümeti yıpratmak isteyen ve çözüm sürecine karşı olan bir senaryonun da devrede olduğunu savundu.
(Son Güncelleme: Pazartesi, 24 Haziran 2013 20:10)

AB Anayasası’na İmza Atan Kimdi?


AB Anayasası’na İmza Atan Kimdi?

portresi

 

ARSLAN BULUT

 

 

Tayyip Erdoğan, “Avrupa Parlamentosu’nun bizimle ilgili kararını ben tanımıyorum.” dedi. Bravo doğrusu, Roma’da Türk düşmanı Papa’nın heykelinin altında,
Abdullah Gül ile birlikte Avrupa Anayasası’nı imzalayan kimdi?
Şimdi “Biz Avrupa Birliği’ne üye değiliz ki, bizim hakkımızda karar alsınlar..” diyorsunuz da

üye olmadığınız halde, neden Avrupa Anayasası’na imza attınız?

Neden Avrupa’nın hemen her dayatmasını yasa haline getirdiniz.

Neden, Türk Milleti’nin değer yargılarına ve İslam’a aykırı olarak
zinayı suç olmaktan çıkardınız?

Plebisit için dayatma mı var?

Tayyip Erdoğan, “plebisit” kavramını bilinçli olarak mı kullanıyor acaba?
Uluslararası hukukta, plebisit, tartışmalı bir coğrafyada yaşayan bir halk topluluğunun hangi devlete bağlanacağına dair yapılan oylamaya denilir!
Mesela Lozan’da Türkiye, Kerkük-Musul’un Türkiye’ye mi İngiliz mandası altındaki
Irak’a mı bağlanacağı konusunda plebisit yapılmasını önermişti.
Bu teklif Lord Curzon tarafından kabul edilmemişti. Curzon’a göre, bölge halkının
oy verme alışkanlığı yoktu. Bu konuda tecrübe sahibi olmadıklarından plebisitin amacını anlayamayacaklarını ileri sürdü. Şimdilerde ise BDP ve PKK sözcüleri Güneydoğu Anadolu bölgesi için de plebisit önermektedir..

Yoksa, Erdoğan’a birileri, açılım süreci içinde böyle bir oylamayı mı dayatıyor da Taksim’deki Gezi Parkı’nın ne olacağına ilişkin plebisit yapılacağını söyleyerek,
halkı bu kavramla düşünmeye alıştırıyor? Plebisit, referandum karşılığı olarak da kullanılıyor ama Taksim Gezi Parkı için tasarlanan, basit bir kamuoyu yoklamasıdır.Silahlı PKK gösterisine niçin müdahale etmediniz?Taksim civarındaki eylemler sırasında provokatörlerin göstericiler arasına karıştığını, bu sebeple kurunun yanında yaşın da yandığını söylüyorsunuz?

Aynı günlerde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, Muş-Diyarbakır illeri arasındaki
bir yaylaya PKK’lılar silahları ile birlikte gelerek şenliklere katıldı. Havaya ateş açtılar
ve sonra da ellerini kollarını sallaya sallaya oradan ayrıldılar.
Bunlara niçin müdahale etmediniz?
PKK ile vardığınız anlaşma gereği, hani yurt dışına çıkacaklardı!

Bursa’dan Esad Altay, “Kimse Taksim’e gelirken omzuna tüfeğini asmamış iken, buradaki PKK’lı teröristler silahları ile gelmiş ve ateş açmışlardır.
Demek ki ’PKK Türkiye’den çekiliyor’ lafları tam bir aldatmacadır.
Türk milletine yalan söylenmektedir” diyor.

6 milyon sanal seçmen meselesi

Berlin’den Mustafa Temel ise önümüzdeki seçimler için bir öneride bulunuyor:
“Almanya’da, seçmen listeleri yalnızca ve yalnızca kimlik cüzdanı üzerinden düzenleniyor. Türkiye’de ise seçimler adrese dayalı kayıt üzerinden yapılıyor…
Bu durumda bir seçmen, iki-üç mahallede oy kullanabiliyor.

Seçimlerde örgütlü bir seçmen turizmi oluşturuluyor.

Avrupa’da, sandık başında, aynı zamanda pasaport olarak da kullanılan nüfus hüviyet cüzdanları geçerlidir. Türkiye’de ise ehliyet bile kullanılabiliyor. Son seçimde
parmak boyası uygulamasını da kaldırarak mükerrer oy kullanılmasının önünü açtılar.

Eğer bir ülkede 6 milyon sanal seçmen yani 6 milyon mükerrer oy varsa,
oyların sayımında da hile yapılır.

AKP, bundan sonraki seçimlerde, yalnızca T.C. kimlik numarası üzerinden
seçime zorlansın.

Yoksa, kimin oy verdiği değil, kimin saydığı önemli olur.”

Son seçimlerde kimlik numarası tartışması yapıldı ama tam olarak uygulanamadı.
Kaldı ki 6 milyon sanal seçmen varsa, 6 milyon sanal kimlik numarası da vardır. Dolayısıyla, tedbirler bütün olarak düşünülmelidir.

Yeniçağ, 14.06.2013

Türker ERTÜRK : ABD NE PLANLIYOR?

Türker ERTÜRK 

portresi_sade

 

 

 

 
ABD NE PLANLIYOR?

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği kaynaklı raporları;

Erdoğan’ı güce doymayan bir İslamcı,
– bakanlarını eğitimsiz, yeteneksiz, bazılarını rüşvetçi olarak,
– muhalefeti ise gülünç olarak değerlendirmiş.

Ama ABD bunları bilerek bugüne dek AKP’yi destekledi çünkü Ortadoğu’da
ve Türkiye’de planladıklarını daha iyi yaptırabileceği bir taşeron henüz bulamamıştı.

  • Türkiye 11 gündür ayakta ve isyan halinde. 

Bu olayları sadece Taksim gezi parkı projesi ile ağaçların kesilmesi ve
çevreye zarar verilmesi girişimine indirgemek olayı anlamamak olur.

İsyanın nedeni;

Erdoğan’ın insanlarımızı ve kurumlarımızı küçümseyen
– her şeyi ben bilirim yaklaşımları,
diktatörlüğe giden politikaları,
– hukuku ve adaleti ayaklar altına alması,
– emperyalist işbirlikçiliği,
– milli değerlerimize, kurucu ideolojimize ve ulusal kahramanlarımıza düşmanlığıdır.

Bu olanlar uzun süreli bir birikimin sonucudur.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Türkiye’de yaşananlardan dolayı ABD’nin kaygılı olduğunu tarafların provokasyondan kaçınmalarını..” söylüyor.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, olaylar nedeniyle endişelerini bildiriyor.

ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone “ Türkiye güvenli değil “açıklaması yapıyor.

  • Erdoğan iktidara getirildiğinden bugüne kadar ABD’nin bir dediğini
    iki etmemiş ve hizmette kusur eylememiştir.

Fakat buna karşın ABD Erdoğan’a, ruhsal durumu, karakteri, İslamcı gizli ajandası, diktatoryal gidişi ve kestirilemez davranışları nedeniyle güven duymamaktadır.

ABD için kimse vazgeçilmez değildir.

ABD için önemli olan kendi politikalarına en iyi hizmet edecek olanı bulmak ve desteklemektir. Halkın gözünden düşen, yıpranan, kısmen zorluk çıkaran ve hizmette kusur edenler mutlaka deliğe süpürülür ve
hizmet ateşi ile yanıp tutuşan yeni bir yüzle değiştirilir.

Kırmızı çizgi aşılmıştır

Bu arada Suriye için çok önemli gelişmeler olmaktadır. Geçtiğimiz Salı günü,
Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius “Suriye’nin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde halkına karşı kimyasal silah kullandığını, İdlip’te helikopterden atılan örneklerin incelendiğini ve öldürücü sarin gazı olduğunu saptadıklarını” söylüyor.

Sonuçları değerlendiren Birleşmiş Milletler Kimyasal Silahlar İnceleme Kurulu Başkanı İsveçli Ake Selistrom “Artık kırmızı çizgi aşılmıştır.” diyor. ABD’nin aylar öncesinde en yetkili ağızlardan “Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığı belirlenirse
bu kırmızı çizgimizin aşılması olur.”
 dediği bilinmektedir.

ABD tatbikat için 3-4 Haziran’da Ürdün’e Patriot bataryaları ve F-16 savaş uçaklarını intikal ettirdi. Yine tatbikat kapsamında ABD Ürdün’ün Kızıldeniz’de bulunan Akabe limanına yaklaşık bin kişilik deniz piyade gücü ve Amman’a 200 kişilik askeri plancıyı ve komuta kontrol sistemleri operatörlerini getirtti. Tatbikatların bir işlevi de gerginlikten çatışmaya doğru, bu bahane ile savaş konuşuna geçmektir. Ayrıca ABD Donanması Doğu Akdeniz’de Suriye yaklaşma sularında sıklet merkezi oluşturmuş durumdadır.

Öbür yandan, Suriye güvenlik güçlerinin Lübnan sınırında bulunan ve stratejik öneme sahip Kuseyr’de duruma hakim olduğu ve ülke genelinde Batı’da muhalif olarak adlandırılan teröristleri gerilettiği ve duruma her geçen gün daha fazla hakim olduğu haberleri gelmektedir.

Eğer Türkiye’de Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilmesi için iktidara getirilen Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı halen devam eden bu halk hareketi ile yıkılırsa ABD planları açısından iyi olmaz. Her şeyden önce Suriye’de vekaleten yapılan savaş büyük ölçüde durur ve Türkiye’de sürdürülen projeler çöker.

  • Halen Türkiye’de devam eden halk hareketini Renkli Devrimler ve Arap Baharı gibi okyanus ötesinden yönlendirilen operasyonlara benzeterek Türk Baharı olarak adlandırmak yanlış ve maksatlıdır.

Bu hareket tümüyle Türkiye’nin yaşadıklarından, koşullarından ve iç dinamiklerinden ortaya çıkmış olup ve bir birikimin ürünüdür.

Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek

Bu halk hareketinin ABD’nin çıkarlarına zarar vermemesi için Erdoğan’ın deliğe süpürülerek yerine daha yumuşak görünümlü ama projeleri devam ettirecek bir yüze ihtiyaç vardır. Bu yüz şimdilik Abdullah Gül olarak gözükmektedir. Gül’ün açıklamaları, Cemaatin ipleri koparan tavırları, Cemaatçi polislerin gerginliği arttırmak ve işi çığırından çıkarmak için halka düşmanca müdahaleleri, Zaman Gazetesi Kahire temsilcisi Cumali Önal’ın Mısır’da muhalif El vatan Gazetesi’ne verdiği mülakatta Erdoğan’ı mutlak itaat isteyen “ Diktatör “ olarak tanımlaması ve “Taksim olayları diktatör Erdoğan’a karşı bir intifadadır.” söylemleri bu hedefe doğru yüründüğünü anlamlandırmaktadır. ABD başta olmak üzere Batı basınında yazılanlar ve yetkili yöneticiler tarafından söylenenler de bunu teyit etmektedir.

Bugünden sonra artık Türkiye eski Türkiye olmayacaktır.

Erdoğan’ın Başkanlığı bundan sonra söz konusu bile değildir.

Erdoğan ama öyle ama böyle gidecektir.

Deliğe süpürülmesini geciktirebilmek için yapabileceği son hamle,
Suriye’ye karşı bir cengaverliktir.

Savaşlar daima iç sorunları örtmek, baskılamak ve gölgelemek için önemli bir enstrümandır.

ABD’nin Türkiye’de devam eden halk hareketini kendi lehine yönlendirebilme,
işbirlikçi yeni bir yüz bularak eski tas eski hamam olacak girişimine
“Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek“
 adı verilebilir diye düşünüyorum,
bilmem siz ne dersiniz?

Saygılar sunarım.
7.6.13, İLK KURŞUN

ÇANKAYA’YI GÖREVE ÇAĞRI


Dostlar,

Cumhuriyetimizin Ağabeyi, 1921 doğumlu bilge insan
Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN’in aşağıdaki ders gibi yazısını paylaşmak istiyoruz.

Kendisine son derece değerli çabaları, engiiin mi engin deneyim ve birikimlerinin imbiğinden geçirerek yazdığı birbirinden değerli makaleleri için şükran borçluyuz..

Daha uzun yıllar sağlık ve onurla sürdürmesini dileriz 16. yılındaki
TÜRKİYE SORUNLARI dizisini.. Her 2 ayda bir düzenli yayın, karşılıksız adrese postalama ve de web sitesinde yayımlama.. Dostlara tam bir entellektüel ziyafet..

Aşk olsun Sayın Üstad Ali Nejat Ölçen.. aşk olsun size!

Abdullah Gül duyar mı ki?
Gereğini yapar mı ki?
En azından kendi geleceğinden korkarak, Divan-ı Harp’ten korkarak;
gözünü hırstan karartmış ve sağduyudan kopmuş, BOP eşbaşkanlığı oyuncağı olmuş siyasal iktidarı ve başını birazcık da olsa frenler mi ki??

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 4.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================

ÇANKAYA’YI  GÖREVE ÇAĞRI

portresi

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

Başbakan R.T. Erdoğan’ın BOP’un eşbaşkanı ol­du­ğunu açıklaması ve
bu­nunla yetinmeyip bize bir görev verildi de­mesi, Habur’da çadır mahkeme­sinin kurul­ması ve içeri­ğini kimse­nin açıklamadığı Kürt Açılımı tasarımı, Misak-ı Milli sınırla­rımızın ku­şattığı ülkemizde alt kimlik üst kimlik deyimlerinin tartışılması ve
Ana­yasa’dan “Türk” sözcüğünün çıkarılması önerilerinin ikti­dar ve hatta muhale­fet parti sözcülerinden işi­tilmesi, T.C.’ye karşı du­yulan hın­cın, iktidar parti­sinde
hoşgö­rüyle karşılanması, ulusumu­zun, devleti ve  coğrafyasıyla karma­şaya (kaosa)
sü­rüklen­mesine neden olurken; Çankaya çekingen, sessiz ve önlem­siz kalabilmektedir!

O nedenledir ki, ülkenin içine sürük­lendiği karmaşa­nın baş sorumluların­dan biri
R.T. Erdoğan ise öbürü de Cumhurbaşkanı seçilen Sn. Abdullah Gül’dür.
Bu so­rumluluğun en önemlilerini ta­rihe not düşmek ama­cıyla açıklamayı görev
biliyo­rum:

Abdullah Gül, Anayasa’nın kendisine verdiği göre­vin gereğini bugüne dek yerine getirme­miştir. Kendisi Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başko­mutanı’dır ve Türk Si­lahlı Kuv­vetleri’nin ülkemizi savunması gü­cünden yoksun bıra­kılma­sına karşın
sessiz kalabilmiştir.

Ne ya­zık ki, Çan­kaya’nın gözleri önünde TSK, bu gücünden ve yetene­ğinden
yok­sun bırakıldı. Dış güçlerin Misak-ı Milli sınırlarımızın kuşattığı coğraf­yamızı böl­meyi ve gelip yerleşmeyi amaç­layan  tasarımı­nın silahlı görevlisi PKK,
“gerilla savaşı” uygulamaya baş­ladı.

  • PKK bir terör örgütü değildir; 
    Anadolu’muza yerleş­meyi amaçlayan emperyalizmin milis gücü­dür

Bunu görmesi gereken ilk kişi Çankaya’daki Sn. Abdullah Gül ol­ma­lıydı. PKK’nın silah bırakacağını sanmak ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini küçük düşü­rerek  pazarlık
masa­sına otur­maya boyun eğ­mek ilkin Çankaya’da tepkiyle karşı­lanmalı, Sn. Abdullah Gül, Ba­kanlar Kurulunu toplayarak bunun hesa­bını sorma­lıydı.

  • Hatta Başbakan R.T. Er­doğan’ı görev­den almalı 

hatalardan ders almasını bilen bir başka hükü­metin kurulmasını sağla­malıydı. Çünkü o, Ana­yasa’nın 104. maddesine göre “Tür­kiye Cumhuriyeti Dev­leti’nin başı­dır ve devlete sahip çıkma­nın birincil sorumlu­sudur. Öylesi so­rumluluğun id­raki içinde olmak başta gelen gö­revi olma­lıydı.

 2.    Anayasa’nın 104. maddesinin “b” bendi Cum­hurbaşka­nına  “ya­bancı devletlere Türk Dev­leti’nin temsilcisini göndermek “yetkisini verme­sine karşın, Sn. Abdullah Gül, bu yetkisini de kul­lanmamıştır. Atlantic Council’de hazır­lanan bir raporda, “Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılması ve de  Abdullah Öcalan ve kadrosu için af çıkarıl­ması” koşullarına yer verildiği ve R.T. Erdoğan’ın başbakanlı­ğında ülke bütünlüğünü zedeleyecek bu tasarımı uygula­maya koy­ması, kamuoyuna bunu benimsetmeyi amaçlayan “Akiller” adın­daki grubu görevlendirmesine karşın  toplumda uyanan kitle­sel tepkiler Çankaya’da Sn. Abdullah Gül’ü ne­dense ilgilendirmemiştir. Oysa ABD’ye Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir temsilcisini göndere­rek onu, Atlantic Council’in 2009 yılında hazırla­nan ve ABD baş­kanı Obama’ya su­nulan o (menhus) raporun iki ülke ara­sındaki ilişkileri zedeleyeceğini söylemekle o temsilciyi gö­revlendir­meliydi. Tür­kiye Cumhuriyeti Dev­letine sahip çıkmanın temel ko­şulla­rından biri de budur. Bu koşul Çan­kaya’da ihmale uğ­ramış­tır. 

3.  Anayasa’nın 104. maddesinin “a” bendi Cum­hurbaşka­nına “seçim­lerin
yenilen­mesine karar verme” yetkisini ta­nımıştır. Ülkemizin ulus-dev­let-coğrafya bütün­lüğünü onarılamaz biçimde yok oluşa sürükle­yen karar ve uygula­maların
so­rum­luluğunu AKP iktidarından geri almak da Çankaya’nın görevleri arasındadır. Ulus-dev­let-coğrafya bütünlüğünü tehlikeye sürükleyecek karar ve uygulamalara yeni Ana­yasa ile hukuksal  palto giydiril­diği kuşkusu kamuoyunun zihnini kur­calamaya ve önlem alma bilincini uyarmaya başlamıştır. Bu girişimin bir süre sonra polis copu ve biber gazı ile önlenemeyecek boyut­lara tır­manması kaçı­nılmaz olabilir. Böyle bir durum, olası iç savaş koşul­larının da do­ğuşuna yol aça­bilir. Emperyal güçlerin böylesi bir planı olup ol­madığını Çankaya’nın bilmesi ve önlem al­ması başta gelen görevlerinden biridir. 

Bugün bu gö­revin de ihmale uğradığını görüyo­ruz.

İsrail devlet başkanı ile dostluk ilişkilerinin kısa sürede düşman­lığa dönüşümü­nün nedeni Baş­bakan R.T. Erdoğan’ın BOP eşbaşkanı olarak kendisine verilen görevin nedenine yönelik kuşkuların kamu vicdanından silinme­sini sağla­mak da Çankaya’nın görevi idi. O ne­den­ledir ki:

Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde üç bombanın patlaması, aslında Su­riye’deki iç savaşa müdahil olmayı öngören yan­lış politikaya karşı bir uyarıdır ve devamını beklemek
yanlış kestirim olmayabilir. Çan­kaya AKP iktida­rının ve onun genel baş­kanı olan Başbakan R.T. Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlı­ğından istifasını istemeli ve Suriye’deki iç savaş karşısında tarafsız kalarak, sığın­macıların en kısa sü­rede
sınır dışına itilmesini sağlamalıdır. Çünkü Çan­kaya, Tür­kiye Cumhuri­yeti Dev­leti’nin başıdır ve
Tür­kiye Cumhu­riyeti Devleti, ulusu ile birlikte kendi coğraf­ya­sında “beka” soru­nunu ya­şamaya başla­mıştır. Bu so­runa Devlet sahip çıka­mazsa
ulus sahip çıkacak­tır,

Tep­kilerin kitleselleşmesi bunu gösteri­yor. Sessiz ve umur­samaz kalan yetkilile­rin ilerde nasıl suçla­nacağını bugün hiç kimse bile­mez. Türkiye Cumhuriyeti Dev­leti ve Türk Milleti düzenli ve uyumlu çalışmaktan uzaklaştırılmıştır ve umarsız karmaşaya sürüklenmektedir. Anayasa’nın 104. maddesi uyarınca Çankaya bu gidişe “dur” demek ve gereğini yerine getirmekle görevlidir. O nedenle Çankaya’yı varoluşunun nedeni olan bu temel görevi yerine getirmeye çağırıyoruz. Bugün uyanan kitlesel tepkiler bu çağırıyı uyaran ulusal istencin (iradenin) ta kendisidir.

Saygılarımla. 4.6.13

RİFAT SERDAROĞLU : Kökleri bu!


RİFAT SERDAROĞLU

portresi3 

Kökleri bu!

Bugün Türkiye’yi yöneten siyasi kadronun büyük çoğunluğu Erbakan Hoca tarafından var edilmedi mi?

Başka bir ifadeyle Erbakan Hoca olmasaydı;
Abdullah Gül hala Suudi Arabistan’da bir “İslam Bankasında çalışıyor” olacaktı.
Oğlu ise 16 yaşında zengin bir işadamı olamayacaktı.

R.T. Erdoğan, sucukçuluğa ve kaçak gecekondusunda oturmaya devam edecekti.
Çocukları Gemi Filosu-Pırlanta Toptancısı-Gayrimenkul zenginleri olamayacaktı.
Bülent Arınç, Manisa Adliyesinde koridorları arşınlıyor olacaktı.

Yazıyı uzatmamak için öbürlerini yazmıyorum. Erbakan Hocanın kadrosundan
bugün görevde olanların çoğunun kim olduğunu anlamak için,
Savcılıkların yolsuzluk iddianameleri ve mahkeme tutanaklarına (zabıtlarına)
bakmak yetecektir.

Bunların ortak noktalarından birincisi;

Hepsinin Erbakan Hocanın eteğine tutunup, O’nun sayesinde bir yerlere gelmiş olmalarıdır. İlaç için, kendi gücüyle bir yere gelen yoktur.

İkinci ortaklık noktaları;

  • Bunların tümüne yakını,
    gariban Müslümanların sırtından zengin olmuşlardır. 
  • Türkiye’de hiçbir siyasal parti, bunların kurduğu partiler ölçüsünde
    yolsuzluğa bulaşmamıştır.

“Milli Görüş” dedikleri ve AKP’nin bugün de uyguladığı siyasal hareketin temelinde, dolandırılan gariban Müslümanların “Ah’lı” paraları ve Arap sermayesi vardır.

Üçüncü ortak noktaları;

Bunlar servetlerinin hesabını adam gibi veremezler ve vergi ödeyenler listesinde isimlerini bulmak olanaksızdır. Bademler servet artışlarını ya çocuklarının sünnetine,
ya düğününe (yani çocuklarının pipilerine) ya çıkınlara, ya yastık altında unutulan altınlara bağlarlar. Ne garip tesadüftür ki, bugün çok zengin olan bademlerin hepsinin babaları gariban adamlardı!

Ortak noktalarının dördüncüsü;

Bademlerin ruhunda “İhanet Mayası” boldur. Kendilerini var eden, kendilerine hayat veren Hocalarını en sıkışık zamanında arkasından hançerleyip, kendilerine ekmek veren adama ihanet ettiler.

  • Barzani ile Öcalan ile işbirliği yaptılar,
  • Türk Ordusu Genelkurmay Başkanını “Terör gütü Lideri” olmakla suçladılar.
  • Şeriatçıyım diyen adamı öptüler,
  • “Ne Mutlu Türküm Diyene” ilkesini ilkellik olarak tanımladılar.

– Kurban Derilerini toplayıp, yol bulmak bunlarda,

– Yimpaş-Kombassan gibi onlarca İşçi Şirketleri kurup, on binlerce garibanların paralarını yürütmek bunlarda,

– Bosna Yardım paralarını, Süleyman Mercimek-Beşir Darçınları yaratarak yürütmek bunlarda,

– Müslüman Kardeşler adlı terör örgütünün Genel Sekreterliği bunlarda,

Avrupa’da “Yüzyılın Yardım Yolsuzluğu” denilen Deniz Feneri e.V olayı bunlarda,

– Yolsuzluklara boğazına dek bulaşmış adamları devletin üst kademelerine getirmek bunlarda…

Şimdi de Almanya Köln Savcılığı, Milli Görüş Teşkilatı‘na 2005-2009 arasında
377 bin bağışçının kurban derisi paralarının amaç dışı kullanıldığı savıyla
dava açılmasını istedi. Yolsuzluğun boyutunun 37 Milyon Avro ile 100 Milyon Avro arasında olduğu iddia ediliyor!

Dikkat ediyor musunuz, tüm yolsuzluklar bademlerle beraber yürüyor bu yollarda!

“Yolsuzluk ve Badem”, aynı dağın yeli, ruh ikizi gibiler!

Sonuç ve Karar                             :

* Bunlar Müslüman mı?
* Bunlar İleri Demokrat mı?
* Bunlar adam mı?

– Hırsızdan, Müslüman olmaz.
– Hırsızdan Demokrat olmaz.
– Hırsızdan adam olmaz, adam…  (10.5.13)

RİFAT SERAROĞLU; ÜÇ ABDULLAH

RİFAT SERAROĞLU

portresi3

ÜÇ ABDULLAH

“Abdullah”, Allaha iman eden, onun yolundan yürüyen, “Allahın Kulu” anlamına gelen bir isimdir.

“Abdullah” adını alan her âdemoğlu, elbette ki isminin anlamını biliyor ve ona göre davranıyor olamaz. Ne Abdullah’lar tanıdım hepsi birer âlimdiler, ne Abdullah’lar gördüm hepsi birer zalimdiler! Ömrü boyunca başkasının gölgesi altında yaşayan ve yeri ve zamanı geldiğinde, kendisini taşıyan adama ihanet eden Abdullah’lar gördüm.
Adına layık olmayanı gördüm.
Tıpkı, her “Erdoğan” adını alanın “Er” olmadığı gibi.
Önemli olan kişinin taşıdığı adının değerini bilmesi ve ona göre yaşamasıdır.
Bu yüzden yeni doğan çocuklarımızın kulağına okunan ezanla ismini veririz ve
“ismiyle yaşasın” diye temenni ederiz.

Size üç Abdullah’tan bahsetmek istiyorum;

ABDULLAH Ürdün Kralı;

Ülkemize ziyarete gelen Kral Abdullah, Anıtkabire giderek Atatürk’ün manevi huzurunda saygı duruşunda bulundu. Ziyaret esnasında Abdullah’ın gözlerinden yaşlar döküldü.
Saygıdan, sevgiden, özlemden ve O’nu geç anlamış olmaktan kaynaklanan gözyaşları. Abdullah’ın, ülkesinde şimdi yapmaya çalıştığını, 90 yıl önce gerçekleştirmiş, fakat
“Kral” olmayı değil, Cumhuriyeti seçmiş, milletine kendi kendini yönetmeyi armağan etmiş, milletine güvenen dünya çapındaki bir devlet adamına duyulan saygının sonucu dökülen gözyaşları idi onlar.

Televizyonların ve yandaş basının görmezden geldikleri bu olay, yere-göğe sığdırılamayan milyon tane “Van Münit”(!) e bedeldir. Tabii ki anlayana.

ABDULLAH Türkiye Cumhurbaşkanı;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün koltuğunda oturmakta olan Abdullah Gül, 11. Cumhurbaşkanıdır.
Kendisinin Cumhuriyet-Lâiklik-Hukuk Devleti ve Atatürk hakkındaki değişmez görüşlerini, Suudi Arabistan’dan gelip Refah Partisi’ne girdiği günden beri bilmekteyiz.
Abdullah Gül de, aynen biraderi Tayyip Erdoğan gibi “Atatürk” kelimesini kullanmaz. Kaçacak noktası kalmaz ve çaresizse, yarım ağızla “Gazi Mustafa Kemal” der.
Sanki asker arkadaşından bahsediyor gibi!
Abdullah Gül, Dünyanın saygıyla andığı Büyük Önder Atatürk’ün Türk Milletine armağan ettiği, bir arada yaşamamızın çimentosu olan Ne Mutlu Türküm Diyene” deyişini “İlkellik” olarak görür. Aynen Kürtçüler gibi. Eline geçen her fırsatta, kendi gibi düşünen özel paşaları bulduğunda bu deyişi her yerden sildirir.

  • El’in Abdullah’ı Atatürk’ün huzurunda gözyaşı döker,
    bizim Abdullah kendi milletinin atasının deyişlerini sildirir!

ABDULLAH Bebek Katili-Uyuşturucu Baronu;

Gerçek adı Artin Agopyan’dır.

Bu sonradan olma Abdullah, ekmeğini yediği-suyunu içtiği-okulunda okuduğu vatanına ihanet etmiştir. Marksist-Leninist bir örgüt (PKK) kurarak on binlerce gencimizin ölümüne, on binlerce insanımızın sakat kalmasına, milyarlarca dolarlık ekonomik kaynağımızın kaybına sebep olmuş, uyuşturucu kaçakçısı ve yabancı istihbarat örgütlerinin maşası olmuş bir katildir. Kürt kızlarını “Yoğunlaştırma Evi” denilen yerlerde tecavüz ederek özgürleştirdiğini söyleyecek kadar sapık fikirlidir.

Abdullah Agopyan şu günlerde, Başbakan Erdoğan’ın adamlarıyla yanak yanağa, yaktığı-yıktığı-can aldığı ülkeye, barış(!) getirmek için çalışmaktadır.

Abdullah Agopyan neredeyse Türkiye’yi yönetmekte, Başbakan Erdoğan’a
“Başkanlık” vaat etmekte, bir eli yağda-diğer eli balda misali siyaset yapmaktadır.
Terör örgütü ile canları pahasına savaşan Komutanlar ise,
sahte dijital delillerle zindanda tutulmaktadırlar.

Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın “Hıdiv” olduğu zamanlar. Kahire sokaklarında dolaşan Bektaşi’nin önünden, çok güzel bir atın üstünde pırıl-pırıl kıyafetler giymiş altın kabzalı
kılıç taşıyan biri kasıntıyla geçer. Bektaşi hayranlıkla izler ve oranın esnafından birine sorar; Kim bu?

“Mehmet Ali Paşa’nın kullarından biri” der, adam.

Bektaşi kafasını göğe doğru kaldırır ve yüksek sesle; “Ey Büyük Allah’ım.
Bir Mehmet Ali Paşa’nın kuluna bak, bir de senin kulun olan bu garibanın haline bak
.”

Ey Büyük Türk Milleti;
Bir elalemin Abdullah’ına bak, bir de bizim Abdullah’lara bak!

Sağlık ve başarı dileklerimle
07 Mart 2013

RİFAT SERAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

Demokrasi ve Kemalizm/Democracy&Kemalism

Kemalizm_ve_Demokrasi_19.11.11