Etiket arşivi: Gezi eylemleri

19 Mayıs’ın 104. yılında alınacak devrimci tavır

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
19 Mayıs 2023, Cumhuriyet

2020’de bu köşede yazdığım bir yazıyı şu satırlarla bitirmiştim.

“Türkiye, 1920’lerde çok ağır bir savaştan çıkmış, emperyalistleri kovmuş, yoksul ama bağımsızlığını kazandığı için geleceğe aklın ve bilimin ışığında umutla bakan bir ülkeyken…

Bugün her açıdan dışa bağımlı hale gelmiş, emperyalistlerle işbirliği yapan, hâlâ yoksul ve siyasal İslamın zifiri karanlığında umudu solan bir ülkedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci ruhu bu ülkede yaşıyor diyebilmek için, onun mirasına sahip çıkmak için bu manzarayı tersine çevirmeliyiz.

Ve bu ‘Çöküş Dönemi’nde, bağımsız ve demokratik bir laik Cumhuriyet için sormalıyız:

BANDIRMA VAPURU NE ZAMAN KALKACAK?”

Bugün Mustafa Kemal Paşa’nın devrimi Anadolu’da örgütlemek üzere Bandırma vapuru ile Samsun’a çıkışının 104. yıldönümünde ise başlıktaki soruyu haykırarak soruyorum. Çünkü Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi ile karşı karşıyayız.

UÇURUMDAN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ

TBMM’de artık kadın haklarına temelde karşı olan, şeriatçı Hizbullah terör örgütünün uzantısı HÜDA PAR da temsil ediliyor!

Seçim aracında kadın adayın adına yer verip fotoğrafını sadece karanlık bir silüet olarak göstererek sansürleyen Yeniden Refah Partisi’nin TBMM’de artık beş milletvekili var.

  • 21 yıllık AKP döneminin yarattığı travmanın üstüne tarihin en sağcı ve gerici Meclis’i oluştu.

Muhalefetin yanlışlarını ve Millet İttifakı’nın baştan yanlış bir stratejisi olduğunu yıllardır yazıyorum. Çarşamba günkü yazımda da karşımızda AKP’nin kurduğu Karşıdevrim tarikatının olduğunu anlattım.

Ancak bu aşamada görmemiz gereken manzara şu: Uçurumdan önceki son çıkışa vardık!

28 Mayıs’ta önümüze tekrar bir sandık konulacak. Orada vereceğimiz oy, hem kendi hayatımızın hem de ülkenin gidişatını belirleyecek.

O nedenle, muhalefete dair eleştirilerimin hiçbirini unutmadan Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında yapılacak seçimde elbette Erdoğan’a karşı oy kullanacağım. 

‘KARŞIDEVRİM TARİKATI’NA HAYIR!

Çünkü ben anayasasında laik olduğu yazan bu ülkede artık siyasal İslamın püskürtülmesini istiyorum. Seçimden bir gün önce camiye gidip ezan okuyan, camide miting yapan, tarikatları ziyaret edip oy isteyen bir cumhurbaşkanının anayasaya aykırı olduğunu biliyorum.

“Şahsım devleti”nde yaratılan “reis” modeline ve partili cumhurbaşkanına karşıyım.

Abdülhamit gibi bir gericiyi, Necip Fazıl Kısakürek gibi bir Atatürk düşmanını kendisine rol model (modeli) olarak belirleyen bir cumhurbaşkanı istemiyorum.

10 yaşındaki çocuğun eline mikrofon verip ana muhalefet liderine “hain” dedirten, 15 yaşındaki evladı ölmüş bir anneyi mitingde yuhalatan bir cumhurbaşkanı istemiyorum.

Hakkını arayan çiftçiyi “Ananı da al git!” diye azarlayan, Gezi eylemlerine katılanlara sürtük, çürük diyen bir cumhurbaşkanı istemiyorum.

104 yıl önce 19 Mayıs günü ülke işgal altındayken devrimci direnişi örgütlemek için Bandırma Vapuru ile Samsun’a giden, canını ortaya koyarak Kurtuluş Savaşı’na liderlik eden, saltanatı ve hilafeti kaldırıp şeriat hukukuna son veren, TBMM’yi kurup Cumhuriyeti ilan eden, laikliği anayasaya sokan, ülkede bir kalkınma hamlesi başlatıp kadın haklarının öncülüğünü yapan bir lidere ve onun en yakınındaki silah arkadaşına “ayyaş” diyen bir cumhurbaşkanı istemiyorum!

Bu köşeye sığmayacak daha pek çok itirazım var. Son 21 yılda tanık olduğumuz yolsuzlukları, sömürüleri, adaletsizlikleri ve her alanda kurulan faşizan baskıyı da istemiyorum.

  • Bu nedenle oyumu Erdoğan’a hayır demek için kullanacağım.

Ondan sonra da halkı sermayenin, çetelerin, emperyalistlerin, tarikat ve cemaatlerin cenderesinden kurtarmak için, tüm devrimci ve ilerici güçlerin mücadelesine omuz vermeye devam edeceğim.

28 Mayıs’ta alınacak devrimci tavır,
sandığa gidip Erdoğan’a, karşıdevrime hayır demektir!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 30 Kasım 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SEVİYE

RTE, grup toplantısında, CHP lideri Kılıçdaroğlu için “Haysiyet fukarası, sefil, zavallı, gafil, namert, kifayetsiz, yüzsüz” gibi ifadeler kullandı.

Ne seviye ama!..

ORTAK

PYD lideri Ferhat Şahin, Türkiye’nin Pençe-Kılıç Harekatı’nda PKK/PYD’nin Suriye’deki çatı örgütü SDG’nin ABD ile ortak eğitimlerini gerçekleştirdiği karargahın da vurulduğunu söyledi.

Ortaklıkta en önemli aşama, ortağı seçme aşamasıdır…

TEHDİT

ABD, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik operasyonunun ABD askeri personelinin güvenliğini doğrudan tehdit ettiğini belirtti.

Vah vaah. Üzüldük…

EDER

Kılıçdaroğlu, RTE’ye kendine yaptığı hakaretlerden dolayı beş kuruşluk maddi tazminat davası açtı. Kılıçdaroğlu’nun avukatı miktarın; ilgilinin kişiliği, değerleri ve ederi dikkate alınarak belirlendiğini ifade etti.

Eder mi?..

BAHANE

RTE, “480 teröristi etkisiz hale getirdik, şehitlerimiz var. Terör örgütleri 2023 için harekete geçirildi”

Neyin bahanesine alt yapı?..

SİNSİ

RTE, 2023 seçiminde muhalefetin sinsi planlarının tutmayacağını söyledi.

Sinsi söylem…

SEÇİM

Devlet Bahçeli’nin kefil olduğu M. Türköne, FETÖ silahlı terör örgütüne yardım etmek suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.

RTE, Çakıcı, Soylu… Adamın hangi seçimi doğru?..

SALAK

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Jandarma Genel Komutanlığı, su altı arama kurtarma timlerinin ihtiyacı olan sekiz adet yüksek basınçlı hava kompresörü satın alınması için ihale açtı.
İddiaya göre ihale şartnamesinde ‘Yunanistan yapımı kompresör’ şartı konuldu.

Resmi yalanlama doğru değilse salaklık basınç yapmış…

SÜRTÜLME

RTE’nin Gezi eylemlerine katılanlar için kullandığı “Terörist, sürtük” sözleri üzerine dört kadın suç duyurusunda bulunmuştu. Bartın Cumhuriyet Savcılığı, soruşturmaya gerek olmadığına karar verdi.

Ya burnunun sürtülmesinden ya da sürülmesinden korkmuş olabilir…

EKONOMİST

Dış ticaret açığı, Ekim 2022’de geçen yılın aynı ayına göre %421,7 artarak 7 milyar 874 milyon dolara çıktı.

İyi ki başımızdaki ekonomist…

GÜVENLİK

Mersin’de Suriyelilerin mahallesinde bir Türk genci silahla öldürüldü.

Esenler’de Fas maçından sonra Faslılar sokak kutlaması yaptı.

Ortadoğulu ve Uzakdoğulular Beyoğlu’nda yeşil bayrak açıp laiklik karşıtı gösteri yaptı.

Bunların hepsi bir hafta içinde oldu.

İçişleri Bakanı, 2.5 yıl önce Anıtkabir’in bombalanmasını önlediklerini anlatıyor.

Güvendeyiz…

SLOGANLAR (ÖZLÜ SİYASAL TALEPLER) ve REKLAMCILIK…

portresiLütfü Kırayoğlu
ADD Gn. Bşk. Başdanışanı
Mühendis – Yazar

Tarihin tekerleğini, hep devrimci kitlelerin doğru eylemleri döndürüp ilerletti. Sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana bu kural hiç değişmedi. İster doğru bir önderlik altında başlasın, ister kendiliğinden gelişsin, büyük kalabalıklar taleplerini (istemlerini) doğru bir zeminde ve özlü olarak ifade edebildiklerinde, devrimci kitlelere dönüşebildiler. Elbette, örgütlü bir toplumda devrimci önderliğin rolü tartışılmaz.

İşte haklı taleplerin olgunlaşarak kısa ve özlü olarak ifade edilmesine dilimize dışarıdan girmiş olsa da “SLOGAN” (savsöz) diyoruz. İlk çağlardaki büyük ve haklı isyanların sloganlarının neler olduğu konusunda yazılı tarihten çok bilgi alamasak bile en azından birkaç yüzyıllık tarihimizin bize ilettiği sloganları biliyoruz. Kendi tarihimize baktığımızda Osmanlı despotizmine karşı ayaklanan Şeyh Bedrettin’in “YARİN YANAĞINDAN GAYRI HER ŞEYDE, HER YERDE, HEP BERABER” sözü günümüzde bile kitleleri heyecanlandırıyor. Yine Osmanlı döneminde göçer Türkmen topluluklarına uygulanan baskı ve yıldırma politikalarına karşı, “FERMAN PADİŞAHIN, DAĞLAR BİZİMDİR” sözü yakın yıllara dek Ege dağlarını, Torosları isyancıların sığınağı haline getirdi. Alevilere uygulanan baskıya karşı Pir Sultan Abdal’ın “YÜRÜ BRE HIZIR PAŞA, SENİN DE ÇARKIN KIRILIR / GÜVENDİĞİN PADİŞAHIN, O DA BİRGÜN DEVRİLİR” sözü günümüzde de geçerli.

İngiliz devrimci (General) Cromwell’in İngiliz parlamentosunu ahıra benzetirken söylediği “ALTIN SİZİN TANRINIZ OLMUŞ”, ya da “ATIM KADAR BİLE DİNDAR DEĞİLSİNİZ” sözleri. 1789 yılı Temmuz ayında ayaklanan Fransız devrimcilerinin “EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK, KARDEŞLİK” sözlerinin 1908 devrimini yapan İttihatçıları etkileyerek II. Abdülhamit sultasını devirmiş olması, dahası, yakın zamana dek Abdülhamit yandaşı bir siyasal akımı savunan kadın liderin yeni kurduğu partisinin toplantılarında “MUSAVAAAT, MEŞVEREEET, ADALEEET” diyerek haykırması ilginç değil mi?

Ekim devrimi” dediğimiz 1917 Rusya’sındaki “BÜTÜN İKTİDAR SOVYETLERE” sözü ile Şubat devriminin karmaşasına nokta konması, bir sloganın, saatler süren ateşli bir nutuktan daha sonuç alıcı olduğunun kanıtı değil mi?

Yakın tarihimizde CHP’nin hatalı politikalarına karşı, tanınmış solcularımızı bile etkileyerek, “DUR” anlamına gelen el işareti ile “YETER. SÖZ MİLLETİNDİR…” sloganını kullanan Demokrat Parti’nin peşine taktığı kitleleri nerelere sürüklediği, günümüzü bile etkileyen ders alınması gereken bir örnektir.

Yine yakın tarihimizde, 1968 devrimci gençlik hareketinin binlerce genci peşinden sürükleyen etkili taleplerine ne demeli. Bütün Dünya gençliğini etkileyen “GERÇEKÇİ OL. İMKANSIZI İSTE…” sözü kadar bize ait olan “ALTINCI FİLO. DEFOL…!”, ya da “YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ ve GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE” sözü bugün unutturulmaya çalışılan, ancak halen geçerli olan temel slogan değil midir?

Daha dün denecek bir tarihte Gezi eylemleri sırasında, bütün halkı direnişe çağıran “HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ” sözü kadar, bu direnişin siyasal rengini ve hedefini koyan “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ” sözü Anadolu’nun en baskıcı köşelerindeki üniversite öğrencileri kadar, “apolitik” olmakla suçlanan futbol seyircisinin de stadyumları inlettiği doğru bir hedef değil mi? Hele 12 Eylül 1980 sonrası Ordu içinde örgütlenen FETÖ’cü casus şebekesinin Kemalist subayları kumpas davaları ile zindanlara tıktığı, TSK içinde elde ettiği mevzilerle 15 Temmuz 2016 gecesi Amerikancı bir darbe tezgahladığı bir dönemde bundan daha anlamlı bir slogan olabilir mi?

YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM…

Kuşkusuz Türk tarihinin en anlamlı sözü “İSTİKLALİ TAM TÜRKİYE” şiarı (ilkesi) ile yola çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının haykırdığı “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” sloganıdır. İşgal altındaki bir ulusu 14 günde Kocatepe’den İzmir rıhtımına çıplak ayakla ve savaşarak koşturan bu slogandır. Ve bu slogan, günümüzde neredeyse her gün yoksul Mehmetleri al bayrağa sarılı tabutlar içinde yoksul köy evlerine geri getirip, gözü yaşlı analara “VATAN SAĞOLSUN” dedirtmektedir.

SLOGAN ÜRETME DÖNEKLERİN TEKELİNE GEÇTİ

Dünyayı değiştirme ideali ile yola çıkan 1968 gençliği gözünü kırpmadan, idam sehpasına yürüyen kahramanlar üretti. Bugün 70’li 80’li yaşlarına karşın büyük bölümü şimdilerde gençliklerinin heyecanı ile mücadeleye devam ediyorlar (savaşımı sürdürüyorlar). Ne var ki bu kuşak hatırı sayılır miktarda dönek de üretti. Bunların bir kesimi çok satışlı gazetelerin köşelerini tutarak “biz de bir vakitler devrimciydik” ya da “Ben Paris’te kaldırım taşlarını polise fırlatırken…” şeklinde yazılar yazarak binlerce Dolar aylıklarla beslendiler. Aynı takım, “Güneşi zapt etmek” için çıktıkları yolun sonunda TV ekranlarını da zaptetti. Ve bu dönek takımının bir kesimi de 1980 sonrası çok geçerli hale gelen reklamcılık sektörüne hakim (egemen) oldu. Ne de olsa 1968 döneminde çok sayıda slogan üretmişlerdi. Biradan, çikolataya, prezervatiften, çocuk mamasına dek her şeyi en iyi pazarlayan sloganları onlar üretiyorlardı. İçlerinde bu konuda üniversitelerde ders verenleri, kürsü sahibi olanları da çıktı.

Artık siyaset de metalaşmıştı. Siyaset-Ticaret-Tarikat, Uğur Mumcu’nun deyişi ile el ele yürüyordu. Sıra siyaseti ve sözde siyasetçileri pazarlamaya geldi. Artık kitleleri kandırmak için afişlerin hangi renk olması gerektiğine psikologların da katıldığı bir kurul ile karar veriyorlardı. Nonoşların giydiği “NO…NO…NO… WELL MAY BE… YES” yazılı gömlekleri en ünlü siyasiler çekinmeden giyebiliyordu. Ecevit’in külüstür seçim otobüsünün yerini devasa sahneler ve beynimizi delen ses sistemleri almıştı. Elbette Bülent Ecevit’e seçim kazandıran “HESAP SORACAĞIZ”, “TOPRAK İŞLEYENİN SU KULLANANIN”, “ANAYASADAN ÖNCE DOĞA YASA VAR” sloganları da tarihe gömülecekti. Artık siyasiler sahne sanatçısıydı ve ünlü şarkıcılar kentlerin meydanına kurulan sahnelere üvertür olarak sahneye çıkıyor, miting meydanına gelen vatandaşlara köfte ekmek ve para zarfları dağıtılıyordu. İçeriği olmayan sloganlar, gereksiz polemiklerle günümüze geldik.

Artık en devrimci sloganlar “HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK” (oysa bu sloganın önceleri açılım döneminde Abdullah Gül söylemişti) . “KURBAN OLURUM SANA” , “AZ KALDI. AZ KALDI” gibi içerikten yoksun, her renkten siyasi akımın bile rahatça söyleyebileceği sözler kalıyordu. “GELİYOR GELMEKTE OLAN” gibi hiçbir Türkçe kalıba sığmayan garip sözü ise hangi yabancı ülkede eğitim aldığını bilmediğimiz birileri üretmişti. Geriye en “devrimci” slogan olarak “HAK-HUKUK-ADALET” kalıyordu ki bunu da her siyasal akım söyleyebilirdi. Zira devrimci sloganlara gereksinim yoktu. Ya bir de böyle şeylere alışıp daha sonra lider sultasına da son veriverirlerse!

BİRAZ CESARET LÜTFEN…

Varolan siyasal iktidarı devirecek sloganlar aramaya ne gerek var! Nasıl olsa yaratılan ekonomik kriz (bunalım) ile siyasal iktidar günün birinde kendiliğinden devrilir, yerine de sizi oturtuverirler. Oysa kitleleri denetim altında tutamadığınızda sizlerin çok “militarist” bulduğunuz “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ” sloganını kendiliğinden atıyorlar. Hiç değilse “NO…NO…NO… WELL MAY BE… YES” sloganı yazılı gömlek giyen siyasetçi kadar ya da Amerikan bayraklı bluz giyen Bakan eşi kadar cesaretli olun ve “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ” yazılı ya da Türk bayraklı gömleklerinizi giyip bulunduğunuz localardan halkın arasına inin.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 8 Haziran 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SANRI

RTE, “Her kim ki bu kardeşinize saldırıyorsa bilin ki aslında Türkiye’ye saldırıyor demektir.

Megolamani…

AKIL

ATATÜRK Havaalanı’nın Millet Bahçesi’ne dönüştürülme töreninde konuşan RTE, “Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yeşil alan kazandıracak aklı başında tek bir kişi bulamazsınız.

Katılıyorum…

GERÇEK

Maliye Bakanı Nebati, ”Enflasyonla büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar  gelirliler hariç üreticiler ve ihracatçılar kazandı

Nebati CHP’li olsa da böyle derdi.

İşte AKP gerçeği…

SÜRTÜK

RTE Gezi eylemlerine katılanlar için, ”Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti” yalanını tekrarladı ve  “Bunlar çürük, bunlar sürtük” ifadelerini kullandı.

  1. Bu sözler ancak AKP’nin cumhurbaşkanına yakışır.
  2. Anlaşılan odur ki, Gezi’de içlerine salınan korku ömür boyu gitmeyecek,
  3. İftira ve kin bitmeyecek…

MİLLET

RTE vatandaşların bir bölümüne “sürtük” diye hakaret ettikten sonra özür dilemesi beklenirken bu ifadenin millet tarafından kullanıldığını söyledi.

İyi iş. Söyle milletin üzerine at…

DERS

RTE, “sürtük” sözünü savunurken, “Karakter fukaralarından alacak ahlak dersimiz yok” dedi.

Çoook var…

SIĞINMA

RTE, ekonomideki gidişin nedeni olarak Gezi eylemlerini gösterdi.

Haydaaaa!

  1. Gezi‘den 5 yıl sonra sistemi değiştirip bizi uçuracak olan kimdi?
  2. Gezi‘nin etkisi dokuz yıl sonra mı akla geldi?
  3. “Sürtük” te milletin arkasına, ekonomik başarısızlıkta Gezi’nin arkasına…

BMC

RTE ve Katar Emiri’nin 10 bin kişiye istihdam, senede 5 milyar dolar katma değer sağlayacak diye temelini attıkları Ethem Sancak’ın BMC fabrikası söküldü.

Bir yalan daha çöktü.

Bir ziyan daha çıktı…

REKOR

Mayıs ayında enflasyon (hem de TÜİK rakamlarına göre), 25 yılın rekorunu kırdı.

AKP yapar…

TÜİK

TÜİK’te tüketici fiyatları endeksini hesaplayan birimin başındaki isim olan Mustafa Teke, Mayıs ayı enflasyonu açıklanmadan birkaç gün önce istifa ederek görevinden ayrıldı.

TÜİK üzerinde en ufak bir baskı olmadığı belli!…

SAPMA

Bahçeli, ”Hayat ve siyasetin merkezinde, inandığı gibi yaşamayanlar, bir süre sonra yaşadıkları gibi inanmaya başlayacaklardır. Bu durum bir sapmadır, savrulmadır, ağır bir sakatlıktır.

Yaşayan bilir…

YATIRIM

AKP iktidarının yaklaşık 1.6 milyar liraya mal ettiği ve halen onlarca görevlinin (yaklaşık 200) bulunduğu Aydın/Çıldır, Balıkesir, Gökçeada ve Tokat havalimanların tek uçak inmedi.

Müteahhite (yükleniciye) yatırım…

YAŞ

DİB Erbaş, “Camiden çok, 4-6 yaş kuran kursu yapmak daha önemli” dedi.

Tabi. O yaşta kandırmak çok kolay…

BAKIŞ

RTE, göçmenler için “Biz İslami ve insani açıdan bakıyoruz” dedi.

Bir de kendi insanımız açısından bakılsa…

DANSÖZ

Bursa’da bir İmam Hatip Lisesi, gelir elde etmek için düzenlenen etkinlikte dansöz oynatıldı.

Din, iman, Kur’an hepsi yalan; nerde para oraya yaman…

ÇİÇEK

Giresun Piraziz Kaymakamı, CHP’li belediyenin çiçek dikmesini engelledi.

Korku dağları aşmış…

İNAT

RTE “Teknik anlamda bir enflasyon değil fiili bir hayat pahalılığı var” iddiasında bulundu.

Bu iktidar faizi arttırmayacaktır, tam aksine faizi düşürmeye devam edeceğiz!”

  1. TÜİK’in açıkladığı %73 nedir?
  2. Yaşam pahalılığının nedenleri arasında enflasyon yok mudur?
  3. Faizleri düşürünce ne kazandınız?
  4. Sonuç; ”İnadım inat, enflasyon da pahalılık da kat kat”…

Sartre’ı hatırlatan Erdoğan

Sartre’ı hatırlatan Erdoğan

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 25 Şubat 2019

20. yüzyıl Fransız filozofu Jean-Paul Sartre, varoluşun özü öncelediğini, insanın önceden ve dışarıdan belirlenmiş sabit bir özünün bulunmadığını, insanın eylem ve seçimleriyle kendisini oluşturduğunu söylemişti. Sartre, insanın eylem, seçim ve niyetleriyle her zaman bir potansiyel durumda olduğunu, insanın her zaman henüz olmadığı şey olduğunu, insanın bu anlamda özgürlüğe mahkûm olduğunu vurgulamıştı.
Sartre’a göre insan bu nedenle eylemlerinden ve seçimlerinden sorumlu bir varlıktır. İnsanın bunun bilincinde olmaması ve kendisiyle ilgili her şeyi dış nedenlere bağlaması, kendi ontolojik gerçekliğinden kaçması anlamına gelmektedir.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son yıllardaki davranışları, Sartre’ın sözünü ettiği kaçışın tipik bir örneği olarak görülebilir.

  • Erdoğan on yedi yıldır Türkiye’yi yönetmektedir, ancak Türkiye’de yaşanan olumsuzlukların hiçbirisinin sorumluluğunu üstlenmemektedir ve her şeyi dış nedenlere bağlamaktadır.

Erdoğan’ın ülkeyi yönettiği dönemde, Fethullah Gülen’e bağlı kumpas ve iftira çeteleri, “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı sahte yargı süreçleriyle yüzlerce masum askerin, yazarın, gazetecinin, siyasetçinin ve akademisyenin yıllarca hapiste yatmasına neden oldular. Erdoğan, o dönemde kendisini bu sürecin savcısı ilan etti. Ancak söz konusu çete kendisine de kumpas kurunca ve darbe girişiminde bulununca, Erdoğan “Beni de aldatmışlar” diyerek, kendi kendisini “akladı” ve sorumluluğu üzerinden attı.
Erdoğan, 2013 yılında gerçekleşen ve milyonlarca vatandaşın katıldığı “Gezi” eylemlerini kriminal bir olay haline getirip, onu da dış nedenlere bağladı. Son olarak hazırlanan “Gezi” iddianamesi de bu anlayışla ortaya sürüldü. Oysa, “Gezi” eylemleri kriminal bir olay değildi, Anayasanın 34. maddesi gereği, vatandaşın gösteri yapma ve toplanma hakkını kullandığı yasal bir protesto eylemiydi. Bu eylemlerde cam kırma, lastik yakma gibi hareketlerde bulunan göstericilerin oranı İçişleri Bakanlığı’nın kendi verilerine göre binde bir bile değildi. Hükümetin emrindeki polis ise uyguladığı terörle 10’u aşkın vatandaşın ölmesine, binlerce vatandaşın yaralanmasına neden olmuştu. “Gezi” eylemleri, dış güçler tarafından planlanmamıştı,

Erdoğan’ın ülkeyi teokratik despotik bir yolla yönetmesine karşı halkın bir tepkisi olarak ortaya çıkmıştı.

    • Erdoğan, terör örgütü PKK bağlantılı Suriye’deki PYD / YPG örgütlenmesini de tek başına dış nedenlere bağladı. Oysa Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın devrilmesi için rejim karşıtı silahlı güçlere destek veren ve Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesine ve bu ülkenin kuzeyinde bir otorite boşluğunun oluşmasına neden olanlardan birisi kendisiydi.

Erdoğan geçen yıl Türk Lirası’nın ABD Doları ve Euro karşısında keskin bir biçimde değer kaybetmesini de dış nedenlere bağladı. Oysa bu gelişme de, Erdoğan’ın demokrasi, laiklik, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, hukuk devleti, turizm, tarım, sanayi, üretim ekonomisi, ihracat alanlarına vurduğu darbelerin ve bunlara bağlı olarak yarattığı güvensizlik ortamının bir sonucuydu.

Erdoğan son olarak, % 20’yi aşan yıllık enflasyon oranının ve rekor düzeyde artan sebze ve meyve fiyatlarının sorumlusu olarak da “patlıcan terör örgütünü”, CHP milletvekili Özgür Özel’in deyişiyle, “PATÖ”yü gösterdi.

Bakalım vatandaş da 31 Mart yerel seçimlerinde kendi ontolojik gerçekliğinden kaçmaya devam edecek mi, yoksa bu saçmalıklara eylem ve seçimiyle dur diyecek mi?

Burası Riyad mı?! Burası Tahran mı?!

Burası Riyad mı?! Burası Tahran mı?!

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 17.12.18
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Denizli’de yaptığı konuşmada, “Gezi” olaylarını hedef alarak, “Bu yollara tenezzül ettiğiniz zaman bu ülkede bunun bedelini size çok ağır ödetiriz” diyerek halkı tehdit etmiştir!

Erdoğan, vatandaşların hakkını aramak için sokaklara çıkabileceklerini ifade eden bir gazeteciyi de hedef göstererek ve kendisine hakaret ederek,

  • “Edep fukarasının bir tanesi çıkmış, sokağa davet ediyor. Ahlaksıza bak. Zaten bunlara yargı gereken cevabı verecektir. Sen ne yapıyorsun, burası Paris mi? Gezi olaylarında zaten herkes dersini aldı” demiştir! 

Bunları söyleyen bir Cumhurbaşkanı! Daha doğrusu kendisini Padişah sanan bir Cumhurbaşkanı! Bir Cumhurbaşkanı vatandaşların anayasal haklarından habersiz birisi olabilir mi? Olamaz. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı” başlığı altındaki 34. maddesi aynen şunu yazar:

Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” 

Erdoğan, “bu yollara tenezzül ettiğiniz zaman” derken hangi yolu kastetmektedir?! Anayasanın gösterdiği yolu mu?! Bugüne kadar anayasadaki laiklik, demokrasi, hukuk devleti, güçler ayrılığı, düşünce, ifade, basın-yayın özgürlüğü konusundaki ilkeleri yok sayarak sivil darbe yapan Erdoğan, şimdi de gösteri ve toplanma hakkıyla ilgili maddeyi yok sayıyor! 

Gezi” eylemleriErdoğan’ın kurduğu baskı ve dikta rejimine karşı halkın sokaklarda ve meydanlarda düzenlediği bir protesto gösterisiydi. Halk bu eylemle anayasanın 34. maddesi tarafından tanınmış olan hakkını kullanmıştır. Bu eylemlerde lastik ve araç yakma, taş atma ve cam kırma eylemlerini gerçekleştiren vatandaşların oranı binde 1 bile değildir. Bu oran, İçişleri Bakanlığı’nın eylemlere katılan vatandaşların sayısına dair resmi açıklaması ve Emniyet’in şiddet eylemlerine dair tutanaklarıyla ortadadır. “Gezi” eylemlerine katılan milyonlarca vatandaşın neredeyse tamamı, anayasada belirtildiği gibi, silahsız ve saldırısız toplanma ve gösteri yapma hakkını kullanmıştır.

Bu eylemlerde devletin güvenlik güçleri ise, 10’u aşkın vatandaşın ölümüne ve yüzlerce vatandaşın sakat (AS: Engelli denmeli) kalmasına neden olmuş, devlet terörü uygulamıştır. 

Erdoğan gibi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de halkı tehdit etmiş, 12 Eylül öncesi şartları hatırlatarak,

  • Sarı yelek giyen çıplak yatmayı göze almalıdır demiştir!

12 Eylül öncesinde ABD emperyalizminin, CIA’nın ve Kontr-Gerilla’nın maşası olan MHP, aradan geçen yaklaşık 40 yıla rağmen akıllanmamıştır ve aynı işlevi sürdürmektedir!

  • MHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısını ortadan kaldırmaya, Türkiye’yi çağdaş uygarlık hedefinden kopartmaya çalışan AKP’nin koltuk değneği olarak, emperyalizme hizmet etmeye devam etmektedir! 

Gezi” eylemlerinde bu vatan için mücadele ederken yaşamını yitiren 

Mehmet Ayvalıtaş
Abdullah Cömert
Ethem Sarısülük
Ali İsmail Korkmaz
Ahmet Atakan.. 

gibi gençlerin adına, “Burası Paris’mi” diye soran Erdoğan’a ve O’nun yedek lastiği olan Bahçeli’ye şu soruyu sormak gerekir: 

  • Burası Riyad mı?! Burası Tahran mı?!

Sarı Yelekliler: Unutulanların öfkesi

Sarı Yelekliler: Unutulanların öfkesi

Sarı Yelekliler üç haftadır alım gücünün düşmesi ve başta akaryakıt olmak üzere çeşitli ürünlere yapılan zamlar karşısında sokaktalar. Gelir dağılımı adaleti en temel istemleri. Temsili demokraside temsil görevini üstlenenlerin zevk ve sefalarının son bulması (maaşlarının düşürülmesi, seyahat ve ulaşım harcamalarının denetlenmesi ve yalnızca zorunlu olanlarının karşılanması, eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilmesi, vs.) da bir o ölçüde istemleri arasında yerini alıyor. Temsilcileri aradan çıkarıp siyasete doğrudan müdahil olma istemleri bile var: Bireysel yasa teklifinde bulunmak istiyorlar. Köşelerinden çıkıp kendilerini unutmuş olan siyasilere seslerini yükselten kişiler bu protestocular. Kısacası “Biz de varız” diyenler.

Tıpkı Gezi eylemlerinde olduğu gibi, Sarı Yelekliler’in eylemleri vesilesiyle en çok dillendirilen konu, siyasetle olan mesafeleri ve örgütsüz olmaları. Protestocuların önemli bir bölümü eylemler öncesinde siyasetle ya çok zayıf ilişki içindeler ya da apolitikler. Hatta içlerinde hiç oy kullanmamış olanlar var. “Salt kendi çıkarları için hareket eden bu küçük siyasal toplulukla (siyasileri kastediyor) işi bitirmek gerek” diyorlar (Le Monde, 5 Aralık 2018). Zira, siyasilerin yalnızca kendi yerlerini korumak için mücadele ettiğini düşünüyorlar. Bu sözler bize sorunun önemli boyutlarından birinin “temsili demokrasiye duyulan güvensizlik ve siyasilere ilişkin bıkkınlık hali” olduğunu gösteriyor. Seçimlik demokrasiye yönelik bir “yetti artık” hali bu. Mevcut haliyle siyaseti yeterince anlamadığı, sıradan insan olarak hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşündüğü için siyasetten uzak durduğunu, ancak “siyasetin gündelik yaşamı üzerindeki etkisini anlamasıyla” bu eylemlere dahil olduğunu söylüyor birçoğu. Sokak siyaseti tam da bu noktada, daha az görünür, o zamana kadar sesi çıkmamış veya sesini duyuramamış olanlarda “yapabilirim, değiştirebilirim” düşüncesinin oluşması ve pekişmesi için olanak sunuyor. Oy sandığında tek başına iken, sokakta, sorunların ne kadar da ortak olduğunu görüp nicel gücünün farkına varıyor. Yapmak ve değiştirmek için araçlardan yoksun olmadığını görüyor. Sahip oldukları “dayanıklılık kayıtlarının”, yani insanların başlarına geleni anlamlandırmak, onunla mücadele etmek ve sorunların üstesinden gelmek için bireysel ve kolektif bir pratik dağarcığına sahip olduklarının farkına varma durumu bu.

  • İnsanların, aynı sorunlardan mağduriyet yaşarken ve kendi köşelerinde tek başına çaresizce ve sessizce durma halinden, köşelerini terk ettikleri, bir araya geldikleri ve kolektif pratik dağarcıklarını kullandıkları bir konuma geçme hali.

Sokakta öğreniyorlar. Siyasetin kendi gündelik yaşamlarının içinde ve hatta yaşamlarının bizzat kendisi olduğunu öğreniyorlar. Sokak siyaseti dayanışmayı ve yoldaşlığı öğretiyor, siyasallaştırıyor. “Blokaj eylemlerinde, barikatlarda, dinliyoruz, tartışıyoruz ve fikir alışverişi yapıyoruz” diyor bir Sarı Yelekli.

Maruz kalınan devlet şiddeti çoğu durumda bu dayanışmayı güçlendirir, safların sıklaşmasına neden olur. Ortak bir mesele, amaç etrafında seferber olan çok farklı görüşlerden insanlar birlikte hareket etmeyi öğrenir. Gruplar taleplerini dış dünyaya anlatmak için anlamları ve araçlar setini kullanmayı öğrenir, ki zaten sokak siyaseti bu açıdan oldukça zengin bir alet kutusuna sahip.

Sarı Yelekliler talep etmeyi ve seslerini duyurmanın yollarını öğrenirken, hükümet kanadından istemler karşısında gelen ilk yanıtlar cop, gaz bombası, şiddet ve hor görme oldu. “Seslerini duymamak olanaklı değil” açıklaması ve bir dizi geçici çözüm sonradan geldi. Salt bu tavrından dolayı Macron’u “demokrat” olarak niteleyecek değiliz elbet. Böyle olmadığını, hükümet sözcüsü Benjamin Griveaux’nun 5 Aralık tarihinde eylemlerin son bulması için açık çağrı yapmayanları da suçlu kabul etmesi ve “bu bir politik karşıtlık değildir, bu cumhuriyete bir saldırıdır” açıklamaları açıkça göstermiş oldu. Çünkü yalnızca protestocuları değil, protestoları açıkça eleştirmeyenleri de kriminalize etti (AS: suça bulaştırdı).

Macron hükümetinin zamları askıya alarak geri adım atması göstericilerde o kadar da heyecan uyandırmışa benzemiyor. En azından büyük bir kısmında. “Sanki maymunların önüne fıstık atıyorlar” diyerek tepki göstermeleri de bundan olsa gerek.

Hiçbir şeyi yarıda bırakmıyoruz” sözleri adeta başbakan Edouard Philippe’in sözlerine yanıt oluyor. Eylemcilerin büyük çoğunluğu Noel’e kadar eylemleri sürdürme eğiliminde. Yılın bu dönemi Paris’in en fazla turisti çektiği dönem. Zamanlama bu açıdan önemli. Hem seslerini daha çok duyurma hem de hükümeti köşeye sıkıştırma bakımından stratejik önemde bir zaman dilimi. Bununla birlikte, göstericilerden bir bölümü altı ay sonra yeniden sarı yelekleri giymeye hazır olduklarını belirterek hükümeti uyarıyor. Bu aynı zamanda şimdi sürdürmek isteyenlere de bir mesaj.

Önümüzdeki günler hareketin nasıl bir yol alacağını gösterecek.

Hareketin yayılıp başka coğrafyalarda da seferber edici bir kıvılcım olup olmayacağı da şimdilik net değil. Şimdilik ortalık sisli.

Bu denli yoğun sisin içinde açık olan şu ki, “unutulmuşlar” olarak tanımlanan Sarı Yelekliler toplumsal hoşnutsuzluklarını seslerini çıkararak giderme yolunu seçti. Üstelik de şiddetin muhatap alınmalarında önemli bir araç olduğunu, kendilerini görünür kıldığını düşünüyorlar.

İtirazı yalnızca alım güçlerinin düşmesine ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe değil, onlar aynı zamanda “bizim seçtiklerimiz bizi ne kadar temsil ediyor” diye soruyorlar.

Hem de çok yüksek sesle.

Bu açıdan bakılınca da Sarı Yeleklilerin mücadelesi aynı zamanda siyasal sistemlerin yeniden inşa edilmesi mücadelesi

TTB BASIN AÇIKLAMASI : Sağlığımız Tehlikede

Dostlar,

Bizim de Ankara Tabip Odası üyesi olarak katıldığımız önemli bir basın açıklamasını paylaşmak istiyoruz..

Sağlık Bakanlığı’nın yeni Torba Yasalarından biriyle daha yüz yüzeyiz..

Tam bir deli saçması.. Yinelemeye girmemek için içeriğe değinmeyelelim..

Basın açıklamasını dehşetle okuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
4.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

TTB_logosuSağlığımız Tehlikede!

TTB  BASIN AÇIKLAMASI, 30 Kasım 2013

Sağlık alanı sürekli değiştirilen düzenlemeler ve getirilen torba yasalarla alt üst ediliyor.

Her yeni düzenleme bir öncekiyle yarışırcasına hekimlik mesleğinin özüne zarar veriyor, yurttaşların ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti almasını olanaksız hale getiriyor.

Şimdi bir torbayı daha evirip çevirip önümüze koyup, hekimliği doğduğu topraklara gömmeye çalışıyorlar. İstanköy’lü Hipokrat’ı, Bergamalı Galenos’u bu topraklardan kazıma gayreti içindeler.

“Tam Gün” Özele Hoca Pazarlama Noktasına Gelmiştir

Yıllardır hekimleri, hekim örgütünü, sağlık çalışanlarını dikkate almadan yapılan
“tam gün” düzenlemelerinin gerçek amacı açıklıkla ortaya çıkmıştır. Niyet tam gün değildir. Hekimlerin tek bir işte çalışarak insanca yaşayacakları bir düzen kurmak değildir. Muayenehane dışında her şey serbesttir, yeter ki emek sömürüsü işlesin, katmerlensin. Yurttaşları “muayenehane çilesinden kurtaracağız” diyenler sağlığı büsbütün paralı hale getirmekte, üstelik hem üniversitelerde hem de özel hastanelerde hastaların ödediği paranın yarısına el koyup kar etmeyi istemektedirler.

Devlet bırakın sağlığı yurttaşlara hak olarak ücretsiz sunmayı, yurttaşların cepten ödemek zorunda bırakıldığı sağlık hizmetinden kar eden, hocaları özel sektöre pazarlayan bir tüccara dönüşmektedir. Artık yurttaşlarımız için hocalara muayene olup tedavi olabilmenin yolu ya üniversitelerde ya da özel hastanelerde cepten daha çok para ödemektir. Üstelik özele pazarlanacak hekimlere Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki hocalar da dahil edilmektedir.

İnsanlık Yararına Sağlık Hizmeti Suç Olabilir mi?

“Ruhsatsız sağlık hizmeti sunma” adı altında bir suç tanımlanıp mesleğini
hiçbir çıkar gözetmeden uygulamaya çalışan hekimler, 3 yıla kadar hapse atılmakla tehdit edilmektedir. Öylesine bir kindir ki, 20 bin güne kadar da adli para cezası tanımlanmakta, günlük yüz TL’den hesaplanırsa 2 milyon TL’yi bulan cezalar verilebileceği hesaplanmaktadır.

Hekim olmayan kişilerin hekim gibi sağlık hizmeti vermesi zaten suçtur, cezası kanunla düzenlenmiştir. Onun için bu ceza hiçbir özel hastane patronuna, uluslararası sermaye zincirine, baskıcı hastane yöneticilerine bağlı olmadan, mesleğini özgürce, yalnızca insanın yararını merkeze alarak, gezi eylemlerinde olduğu gibi halkın yararına
icra etmek isteyen, hastasının mahrem bilgilerini saklayan hekimleredir.

Böylesi bir ceza hekimliğin evrensel ilkelerine aykırıdır, bu nedenledir ki
uluslararası hekim ve insan hakları örgütlerinin tepkisini çekmektedir.

Dayak Yemeğe Devam Düzenlemesi

Türkiye resmi olarak, günde 30 sağlık çalışanının şiddete uğradığı bir ülkedir.
Şiddeti önlemeye katkısı olacak, caydırıcılığı olan bir yasa çıkarılması acil ihtiyaçtır.
Bu ihtiyaç, TBMM’de kurulan Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddeti Araştırma Komisyonu raporunda da tanımlanmıştır. Gelin görün ki, bu torba yasa içinde
mevcut duruma katkı sunmayan, sağlıkta şiddeti sağlık ortamının sorunu değil de
sağlık personelinin bireysel sorunu gibi gören; ağır yaralanma ve ölüm durumlarında zaten mümkün olan tutuklama tedbirinin uygulanacağını tekrar eden bir düzenleme
teklif edilerek adeta göz boyanmaktadır.

Sağlık Bakanı’nı samimiyete davet ediyor ve sesleniyoruz: Bu ülkenin dört bir yanında dayak yiyen sağlık çalışanları sizden şiddeti önleyecek gerçek bir düzenleme beklemektedirler. TTB olarak size bunu sağlayabilecek bir teklif sunduk,
acilen hayata geçirilmesini bekliyoruz.

Sülük Tedavisine Sertifika Tanımlayanlar
İşçi Sağlığından Sertifikayı Kaldırıyorlar

Geleneksel, alternatif, tamamlayıcı tıp adı altında yönetmelik hazırlayanlar,
sülük tedavisini, hacamat etmeyi sertifikaya bağlayanlar işçi sağlığı söz konusu olduğu zaman bunun ayrı bir disiplin olduğunu unutmakta, işyeri hekimliği sertifikasını
pek çok işçi sağlığı hizmetlerinden kaldırmaktadırlar.

İş kazalarında, meslek hastalıklarında sicili bozuk bir ülkenin işçi sağlığına böyle yaklaşması önümüzdeki dönem yaşayacağımız daha karanlık tabloların habercisidir.

Hacamata Muayenehane Serbest Bilimsel Tıbba Yasak!

Sağlık Bakanlığı, üç yıldır, sağlık tacirleri karşısında kendi diplomalarıyla bağımsız çalışmak isteyen hekimlere ruhsat vermemekte, binbir hukuksuz engel çıkarmaktadır. Yargı kararlarını uygulamamakta, mesleğini bilimsel olarak yapmaya çalışan hekimlere taşeron şirketlerde, özel hastanelerde emek sömürüsü altında çalışmayı dayatmaktadır. Şimdi de, hukuksuz olarak ruhsat vermediği hekimleri hapse atmakla tehdit etmektedir. Öte yandan Bakanlık başka düzenlemelerle hacamat gibi tedaviler için açılacak yerleri ruhsatlandırmaya çalışmaktadır. Mesleğini bilimsel tıbbın içinde bağımsız olarak uygulamak yasaktır, “alternatif” işler serbesttir.

  • Sülük yapıştırmak serbesttir, hacamat etmek serbesttir, cerrahın, çocuk hekiminin, dahiliye uzmanının mesleğini serbest icra etmesi yasaktır!

Bürokrasi Profesörlerine Özel Yasa

Kamuoyunun tepkisini çeken üniversiteye uğramadan “jet profesör” olma uygulaması yasallaşmaktadır. Profesör olmak için üniversitede fiilen çalışma zorunluluğu kaldırılmakta, Sağlık Bakanlığı’nda CEO olarak çalışırken, hastane yöneticiliği, başhekimlik yaparken profesör olunabilmesi yasallaştırılmaktadır.

  • Sağlık Bakanlığı Bürokrasi Üniversitesi kurulmuş bulunmaktadır. 

Bu Üniversitede akademisyen olmak için öğrenci, asistan yetiştirmeye gerek yoktur, siyasi yandaşlık yeterlidir! Zaten bu profesörler tüm Bakanlığı sarmış durumda olup, şimdi gereği yapılmaktadır.

Acil Servisler İçinden Çıkılmaz Hal Almıştır

Sağlık Bakanlığı acil servislerde ne yapacağını bilemez duruma gelmiştir.
Bir yandan alanın dışındaki uzman hekimlerle durumu idare etmeye çalışırken
şimdi de aile hekimlerini ayda en az iki kez acil nöbeti tutmaya zorlamaktadır.
Aile hekimliği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan uygulama bir de “aile hekimlerinin mesleklerini unutmamaları için gerekli” ilan edilmektedir!

“Çalıştığın Yerden Bir Yere Ayrılma” Yasası

Daha önce Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği ikamet mecburiyeti düzenlemesi
başka adla yeniden getirilmektedir. Ortaçağda kralların serflere, kölelere dayattığı düzenleme Sağlık Bakanlığı tarafından sağlık çalışanlarına dayatılmaktadır.

Zorunlu Hizmet Sadece Bu Ülkede Okuyup Yurttaşa Hizmet Edene Var!

Tıp fakültesini yurt dışında okuyan ya da bir biçimde yurt dışında çalışmış olanlara mecburi hizmet muafiyeti getirilmektedir. Adeta çok çalışıp tıp fakültesini Türkiye’de kazanarak okuyanlar, bir yere ayrılmayıp bu ülkenin insanlarına hizmet edenler cezalandırılmaktadır. Kimleri kayırmak için çıkarıldığını bilemediğimiz bu düzenlemenin iktidar partisinin baştan söz verdiği biçimde yapılmasını,
mecburi hizmetin tümden kaldırılmasını talep ediyoruz.
Çalışmak mecburi değil, gerekli özendirici düzenlemelerle gönüllü hale getirilmelidir!

Türkiye Sağlık Ortamının Derinleşen Yaralarına Bir Merhem Yok

Bu Torbada da tıp eğitimindeki bozulmadan asistanların sorunlarına,
kurum hekimlerinden emekli hekimlere kadar yaşanan ücret adaletsizliğine,
performans sisteminin yarattığı tahribattan taşeronlaşmaya kadar sağlık alanında derinleşmiş yaralara merhem olacak bir düzenleme bulunmamaktadır.

Türkiye’nin dört bir yanından gelen hekimler olarak Sağlık Bakanlığı’na sesleniyoruz:

Mesleğimize, işimize, iş güvencemize, halkın sağlık hakkına sahip çıkmaya
devam edeceğiz.

Hekimlik andı bu topraklarda yazıldı,
binlerce yıl sonra bu topraklara gömülmesine izin vermeyeceğiz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi 

AMERİKA TÜRKİYE’Yİ BÖLMEK Mİ İSTİYOR?


AMERİKA TÜRKİYE’Yİ BÖLMEK Mİ İSTİYOR?

 Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan 

1950’li yıllarda ilkokul öğretmenimiz sınıfta bir gün şöyle demişti:

Her Rus’un evinin duvarında “Parçala kolay yutarsın” yazılı bir levha asılıymış.”

Çocukluk işte! Bir Rus’un evinin duvarında asılı bu levha gözlerimin önünde canlanır, Rus’un her gün bu levhaya bakarak Türkiye’yi parçalama görevini hatırladığını düşünürdüm.

Bu, bir NATO ve Amerikan yalanı olmalıydı. Öğretmenimin söylediklerinin sorgulanmaya muhtaç olduğunu düşünemezdik. Fakat kimi yalanlar
vardır ki, büyüklerin çoğu da bu konuda söylenenlerle yetinir ve
ona inanırlar. Çünkü buna ihtiyaçları vardır. 
 

Bir süreden beri, Amerikan emperyalizminin Türkiye’yi bölmeye çalıştığı gibi bir düşünce yediden yetmişe herkesin dilinde, pek çok gazete sütununda yer alıyor. Bu düşünce o kadar çok tekrar edilmektedir ki artık bunun doğru olmadığını söylemek bile güçleşmiştir. Herhalde Türkiye’de en uzun süre dolaşımda kalan komplo teorisi budur. 

Bu yaygın kanıya göre ABD bizi başka herhangi bir yerimizden değil, Kürtlerin yaşadığı Güneydoğu bölgesinden bölecektir. Birçok insana bu düşüncenin mantıklı görünmesi, baş emperyalist ABD’den her kötülüğün beklenebileceğinden,  Batılıların bizi daha önce de Sevr Antlaşmasıyla bölmeye çalışmasından kaynaklanıyor olsa gerektir. 

Ezberci eğitime karşı çıktığımıza, sorgulamaktan, tartışmaktan yana olduğumuza göre, konu üzerinde irdeleyici bazı sorular sormakta yarar vardır:

– ABD bizi niçin bölecektir?
– Bunda ne gibi çıkarları vardır?

ABD’nin, Türkiye’yi alt üst edecek, başta hangi hükümet olursa olsun onun düşmanlığını da üstüne çekecek böyle bir politika gütmesi için
çok esaslı nedenleri olmalıdır. NATO’dan çıkarak Amerika’ya savaş açmak, Saddam’ın Irak’ı, Esat’ın Suriye’si, Kuzey Kore, Vietnam, Küba ve İran gibi Amerikan karşıtı bir politika gütmek gibi. 

Mütareke döneminden değiliz 

1918 yılında değiliz. İtilaf devletleri Osmanlı devletini bölme planları yapmışlardı ama Osmanlı devleti kendisini koruyamayacak bir hasta adam durumuna gelmişti. Bu da yetmiyormuş gibi Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletlerine savaş açmış ve bu savaşta yenilmişti.
O’na şimdi bu yenilgisinin cezasını vereceklerdi. Millet, bu palanları Kurtuluş Savaşı’yla bozdu ve Türkiye dünya devletleri arasında onurlu yerini aldı. Milletler Cemiyeti’ne, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Birleşmiş Milletlere girdi. Amerika’nın müttefiki, NATO’nun üyesi oldu. Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı gerek toprak bütünlüğünü ve gerekse kapitalist rejimini Batının güvencesi altına verdi. Bu koşullarda Amerika ve NATO, değil Türkiye’yi bölmek, onu Sovyetler Birliği karşısında ve şimdi de Ortadoğu’da güçlendirmekten başka nasıl bir politika güdebilirlerdi? Amerika Türkiye’ye silahları süs olarak veriyor değildi? NATO, Türk ordusunu iş olsun diye eğitmiyordu. Durum bu kadar açıkken onların Türkiye’yi bölmek, parçalamak, Türkiye topraklarından yeni devletler çıkarmak istediğini söylemek doğru olabilir mi?
 

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beri tercihini Amerika’dan yana yapmış, onun ilgisini çekmek için Kore’ye asker göndermiş,
Türkiye’yi Amerikan üsleriyle donatmıştır. Amerikan sermayesi Türkiye’ye serbestçe dolaşmaktadır. Gelen geçen bunca hükümete karşın,
Türkiye egemen sınıfları bu statüyü bir amentü gibi korumuşlardır.
Bütün Türkiye topraklarını denetimi altında bulunduran ABD,
bu ülkeyi niçin bölsün? Bunun için mantıklı bir neden var mıdır?

Tartıştığım kişilere bu soruyu sorduğum zaman doyurucu yanıtlar alamıyorum.  Kimilerinin ileri sürdüğüne göre, Türk Hükümeti Amerikancı olmakla birlikte devlette ve halkta buna karşı direniş vardır. Halk ileride iktidar olabilir ve ABD’ye kapıyı gösterebilir. Bu ihtimali düşünen ABD, şimdiden Türkiye’yi bölerek kendilerine bağımlı bir Kürdistan yaratmaya çalışmaktadır! 

İçerdeki sorunu dışarıya atmak

Sorun, Türkiye’de Kürt sorununu tarihsel bir iç sorun olarak görmeye yanaşmamaktan kaynaklanıyor. Eğer Kürtler Türk devletinden birtakım kimlik istemlerinde bulunuyorlarsa, bu mutlaka bir dış kışkırtmanın eseridir! Gerçekte bir Kürt sorunu yoktur ve olamaz!
İç sorunlarını bir dış gücün üzerine atmak tarihte de günümüzde de çok rastlanan bir tutumdur. Stalin, yok etmek istediği karşıtların birer ajan olduklarını ileri sürermiş. Soğuk Savaş döneminde ne zaman emekçiler hak arama mücadelesine kalkışsalar,
bu komünist Rusya’nın kışkırtması olarak görülürdü. Bu komplo teorisini AKP hükümeti devralmış ve Gezi eylemlerini birçok dış odağa bağlamıştır. Çünkü halkın kendisini protesto etmesi için bir neden yoktu! Bu hareket olsa olsa… 

İşin gerçeği şudur         :

Gerek ABD, gerek AB, Türkiye’yi hem askeri bir müttefik, hem de sermayeleri için bir açık pazar olarak tutma politikasını gütmektedirler. Bunun için Türkiye’nin bütünlüğü kendileri için de önemlidir, bunu dile de getirmektedirler. Kaç ABD yetkilisi Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu söylemedi? En son ABD eski Ulusal Güvenlik danışmanı Stephan Hadlley, Hürriyet’te Cansu Çamlıbel’e verdiği söyleşide
şöyle diyor: 

“Türkiye’de son 50 yılda en çok pirim yapan argümanlardan biri,
ABD’nin Ortadoğu’da büyük bir Kürdistan kurmaya çalıştığı iddiası oldu.
ABD bu konuda çok net. Türkiye, Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünden yana.
Çok uzun yıllardır Amerikan politikası bu olmuştur ve bu tavırda bir değişiklik görmüyorum.” (
25 Kasım 2013)

Ortaya sürülen bir Orta Doğu haritasını da ABD yetkilileri
kendi politikalarını yansıtmadığını belirterek kaç kez reddettiler.

Komplo teorisinin ne zararı var? 

Gazeteci bir arkadaşa, gazetesinin ve TV kanalının Amerika’nın Türkiye’yi bölmeye çalıştığı yolundaki yayınının aslı olmadığını söylediğimde
bana verdiği yanıt şu olmuştu: 

  • “Amerika’nın o kadar suçu var ki, bunu da kaldırır!”

Fakat hiçbir komplo teorisi sonuna kadar ayakta kalamaz. Gerçeğe dayanmayan
hiçbir politika başarılı olamaz. İşin en önemli sonucu, bu tip aslı olmayan teorilerle Atatürkçülük, ulusalcılık, solculuk gibi sıfatlar takınan Türk milliyetçiliğinin geleceğin Türkiye’sini yönetme şansını giderek elinden kaçırmasıdır. Bir doktor, hastalığa
doğru tanı koyamazsa onu nasıl tedavi eder? Neyse ki, bilim, gerçeklik ve sağduyu var. Bu komplo teorisi hakkında yazı yazacağımı söylediğim bir arkadaş dedi ki;

“Buna inanmayanlar da var. Geçenlerde Tevfik Çavdar’ı anmak için yapılan bir panelde üç konuşmacının üçü de bu konuya senin gibi baktıklarını söyledi.”

Biraz olsun rahatladım. (28.11.2013)

Hâkime 9.5 yıl hapis istemi


Dostlar
,

Gerçekten Sayın Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu‘nun başına geldiği gibi;
AKP’nin insanları aptal yerine koyan “ileri demokrasi” safsatasının
her gün onlarca aykırı örneğini görüyor ve yaşıyoruz.

İstanbul’da geçtiğimiz günlerde öldürülen Alevi gencin (Hasan Ferit Gedik)
“helallik alma” ile cenazenin kaldırılmasına Polisin 3 gün engel oluşunu,
bırakalım ileri demokrasiyi, temel insan hakları ile bağdaşır yanı var mı?

AKP_hukumeti_halkina_ihanet_ediyor_NewYork_Times

Sayın Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu‘nun başına gelmedik bırakılmadı..

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında yargıç – savcı olarak Ceza Hukuku alanında uzmanlaşmıştı. Siyasal Parti hukukunda özellikle..

AKP’nin yeni HSYK’sı Sn. Eminağaoğlu‘nu önce keyfi biçimde İstanbul’da bir ilk derece mahkemesine atadı bir tür rütbe indirimiyle. O da yetmedi, bu kez Çankırı Sulh Ceza Yargıçlığına..

Oysa Sn. Eminağaoğlunun bir de Sendika Genel Başkanlığı (önce YARSAV sonra Yargıçlar Sendikası) söz konusu idi ve ilgili mevzuat kendisinin temel insan haklarından olan bu örgütlenme hakkını kullanabilmesi için Ankara’da kamu görevini sürdürmesi gerekiyordu. AKP’nin 12 Eylül 2010 Anaysa değişiklikleri ile iyice belirleyici olduğu
“yeni HSYK” bu hukuk kurallarını da tanımadı ve Ankara dışında görevlendirdi.
Ayrıca, kurduğu sendikaların da başına gelmedik bırakılmadı.

Fakat Sn. Eminağaoğlu öyle kolay pes edecek bir insan değil.
Çok da sıkı donanımlı bir hukukçu.
Dolayısıyla demokratik savaşımını dirençle sürdürmekte.
Geçtiğimiz yıl Yargıtay’daki bir duruşmasına katılmıştık ve oybirliği ile aklanmıştı.

Davaların sonu gelmiyor..
Tam bir linç infazı..
Aykırı seslere AKP sisteminde asla yer yok.. En gaddar biçimde gereken kararlılıkla
ve ödünsüz bastırılmalı ki toplum sindirilerek korku ile terbiye edilsin; tam faşizm taktiği..

Yapılanları şiddetle kınıyoruz.

Basit bir toplantı – gösteri yürüyüşüne evrensel – anayasal – yasal DOĞAL hakkını kullanarak katılmanın 9.5 yıl hapisle cezalandırılması istemiyle dava açılmasının
hukuk devletinin hangi ilkesiyle yapılabildiğini ve dünyada gelmiş – geçmiş örneğini gösterebilecek meslek namuslu bir hukuk adamı var mıdır??

Sn. Eminağaoğlu‘na dayanışma ve destek duygu ve düşüncelerimizi sunuyoruz.

Haber, dünkü (3.10.13) Cumhuriyet‘te yer aldı..

Sevgi ve saygı ile.
04.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Hâkime 9.5 yıl hapis istemi

portresi
Çankırı yargıçlarından Ömer Faruk Eminağaoğlu,
15 Haziran’da (2013) Gezi eylemlerine destek amacıyla Kennedy Caddesi’nde çok sayıda CHP milletvekilinin de hazır bulunduğu gösteriye katıldı. Radikal gazetesinin haberine göre Eminağaoğlu hakkında bu eylem nedeniyle Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.

Savcılık, Eminağoğlu hakkında “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet Etmek” suçundan 9.5 yıla kadar hapis istemiyle cezalandırılması istendi. İlk duruşma
20 Kasım’da görülecek. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı, Facebook adresinde,
“Suriye sınırına toplanıp, herkes el ele tutuşarak bu sınır geçilmez,
yurtta barış dünyada barış mesajı verilmeli idi” diye yazan Eminağaoğlu için soruşturma da başlattı.

Ancak soruşturma sonucunda takipsizlik kararı verildi.

Eminağaoğlu, “Sözün bittiği noktadayız.” dedi.
(Cumhuriyet, 3.10.13)