Etiket arşivi: sahte yargı süreçleri

İktidarın ve muhalefetin durumu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 06 Haziran 2022

 

AKP hükümetinin son bir yılda kurduğu baskılar ve uyguladığı zulümler, AKP iktidarının FETÖ olarak da anılan Fethullah Gülen’e bağlı çeteyle birlikte yürüttüğü “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı kumpas süreçlerini aratmıyor.

  • 14 komutanın ve askerin “28 Şubat” davasından dolayı hapis cezası almaları ve tutuklanmaları,
  • emekli amirallerin laiklik ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusundaki kamuoyu açıklamaları nedeniyle gözaltına alınmaları ve yargılanmaları,
  • bazı gazetecilerin ve yazarların gözaltına alınmaları veya tutuklu  yargılanmaları,
  • “Gezi” protestoları nedeniyle sekiz kişinin hapis cezasına mahkûm edilmeleri olaylarından sonra, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında, yıllar önce sosyal medyada ifade ettiği görüşleri nedeniyle hapis cezası verildi;
  • CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, kendisine hakaret eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yanıt verdiği için hapis cezası istemiyle dava açıldı;
  • MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hapse yollamakla tehdit etti!

Söz konusu sahte yargı süreçlerinin, baskıların ve tehditlerin tümü,
Anayasanın 2, 6, 7, 8, 9, 11, 14, 24, 25, 26, 28, 34 ve 138. maddelerinin
fiilen ortadan kaldırıldığının ve anayasal düzeni yıkmaya yönelik
bir girişimin gerçekleştirilmekte olduğunun kanıtlarıdır.

***
Mert ve cesur insanlar, karşıtlarıyla eşit koşullarda rekabet eder, yarışır ve mücadele ederler. Kurnaz ve korkak insanlar ise karşıtlarını baskı altında tutarak sonuca ulaşmaya çalışırlar. Türkiye’de yaşanan da budur.

Bu kurnazlık ve korkaklık, onurlu, namuslu ve şerefli bir mücadele yöntemi olmadığı gibi, tümüyle boş bir çabadır. İktidar baskısı, muhalefeti mücadelesinden vazgeçirmeyeceği gibi, muhalefette olan seçmenin, seçimlerde ve sandıkta vereceği kararı da etkilemeyecektir.

Seçmen, iktidar baskısı olduğu için korkup sandıktaki tercihini değiştirmez. Gizli oy, açık tasnif yönteminin geçerli olduğu bir seçim sisteminde böyle bir şey söz konusu değildir. Seçmenin kime oy verdiği kayıt altında olmadığı için, seçmenin kararı baskı ve korkutma yöntemiyle değiştirilemez.

  • AKP’nin uyguladığı bu akıl, adalet ve vicdan dışı baskılar, sandıkta onun lehinde değil, aleyhinde bir sonuç doğuracaktır.

Bu kurnazlık ve korkaklık, sonucu değiştirmeyecektir, bu baskılar, bir öfke krizinin dışavurumu, bir kin ve intikam duygusunun anlık tatmini olmaktan öteye geçmeyecektir. Ayrıca bu kurnazlığın ve korkaklığın sonucunda ortaya çıkan anayasa ve yasadışı uygulamaların hesabı, hukuk ve bağımsız bir yargı önünde sorulacaktır.

Çıkarcılık paradigması içinde bir değerlendirme yapılacak olsa bile, AKP’nin uyguladığı bu baskıların kendisine hiçbir yararı yoktur. AKP kendi bindiği dalı kesmektedir.
***
“Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta, “Gezi” protestolarının yıldönümünü değerlendirirken, bu eylemlere katılan kadınlara hakaret ederek sürtük ifadesini kullanmasına da halk sandıkta gereken yanıtı verecektir.

  • Erdoğan’ın bu seviyesiz sözleri dünya siyaset tarihine kara bir leke olarak geçti.

Erdoğan’ın özür dileyeceğine, bu sözlerini, “Bu Gezi olaylarında sergiledikleri tutuma yakışan teşhisi koyduk. Biz hep milletimizin diliyle konuştuk” diyerek savunması, bu kara lekeyi daha da genişletti.

Kadınların, kızların; annelerin ve babaların kızlarının; erkeklerin eşlerinin namuslarına, onurlarına ve şereflerine dil uzatmanın, milletin değerleriyle ve ahlakıyla bağdaşmadığını bilmeyecek kadar milletten kopmuş olan bir kişiden de ancak böyle bir yanıt beklenirdi.
***
Bütün bunlar olup biterken, ayrıca ruhban sınıfı makam odalarında ve sokaklarda şeriat çağrısı yaparken, muhalefetteki siyasi parti liderlerinin, tescilli Atatürk düşmanı ve laiklik karşıtı Necip Fazıl Kısakürek’in gölgesinden kurtulamamaları, “özgürlükçü laiklik” gibi uyduruk kavramların arkasına saklanmaları, laikliğin özü gereği özgürlükçü olduğunu kavrayamamaları ise ancak şuursuzlukla açıklanabilir!

Sartre’ı hatırlatan Erdoğan

Sartre’ı hatırlatan Erdoğan

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 25 Şubat 2019

20. yüzyıl Fransız filozofu Jean-Paul Sartre, varoluşun özü öncelediğini, insanın önceden ve dışarıdan belirlenmiş sabit bir özünün bulunmadığını, insanın eylem ve seçimleriyle kendisini oluşturduğunu söylemişti. Sartre, insanın eylem, seçim ve niyetleriyle her zaman bir potansiyel durumda olduğunu, insanın her zaman henüz olmadığı şey olduğunu, insanın bu anlamda özgürlüğe mahkûm olduğunu vurgulamıştı.
Sartre’a göre insan bu nedenle eylemlerinden ve seçimlerinden sorumlu bir varlıktır. İnsanın bunun bilincinde olmaması ve kendisiyle ilgili her şeyi dış nedenlere bağlaması, kendi ontolojik gerçekliğinden kaçması anlamına gelmektedir.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son yıllardaki davranışları, Sartre’ın sözünü ettiği kaçışın tipik bir örneği olarak görülebilir.

  • Erdoğan on yedi yıldır Türkiye’yi yönetmektedir, ancak Türkiye’de yaşanan olumsuzlukların hiçbirisinin sorumluluğunu üstlenmemektedir ve her şeyi dış nedenlere bağlamaktadır.

Erdoğan’ın ülkeyi yönettiği dönemde, Fethullah Gülen’e bağlı kumpas ve iftira çeteleri, “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı sahte yargı süreçleriyle yüzlerce masum askerin, yazarın, gazetecinin, siyasetçinin ve akademisyenin yıllarca hapiste yatmasına neden oldular. Erdoğan, o dönemde kendisini bu sürecin savcısı ilan etti. Ancak söz konusu çete kendisine de kumpas kurunca ve darbe girişiminde bulununca, Erdoğan “Beni de aldatmışlar” diyerek, kendi kendisini “akladı” ve sorumluluğu üzerinden attı.
Erdoğan, 2013 yılında gerçekleşen ve milyonlarca vatandaşın katıldığı “Gezi” eylemlerini kriminal bir olay haline getirip, onu da dış nedenlere bağladı. Son olarak hazırlanan “Gezi” iddianamesi de bu anlayışla ortaya sürüldü. Oysa, “Gezi” eylemleri kriminal bir olay değildi, Anayasanın 34. maddesi gereği, vatandaşın gösteri yapma ve toplanma hakkını kullandığı yasal bir protesto eylemiydi. Bu eylemlerde cam kırma, lastik yakma gibi hareketlerde bulunan göstericilerin oranı İçişleri Bakanlığı’nın kendi verilerine göre binde bir bile değildi. Hükümetin emrindeki polis ise uyguladığı terörle 10’u aşkın vatandaşın ölmesine, binlerce vatandaşın yaralanmasına neden olmuştu. “Gezi” eylemleri, dış güçler tarafından planlanmamıştı,

Erdoğan’ın ülkeyi teokratik despotik bir yolla yönetmesine karşı halkın bir tepkisi olarak ortaya çıkmıştı.

    • Erdoğan, terör örgütü PKK bağlantılı Suriye’deki PYD / YPG örgütlenmesini de tek başına dış nedenlere bağladı. Oysa Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın devrilmesi için rejim karşıtı silahlı güçlere destek veren ve Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesine ve bu ülkenin kuzeyinde bir otorite boşluğunun oluşmasına neden olanlardan birisi kendisiydi.

Erdoğan geçen yıl Türk Lirası’nın ABD Doları ve Euro karşısında keskin bir biçimde değer kaybetmesini de dış nedenlere bağladı. Oysa bu gelişme de, Erdoğan’ın demokrasi, laiklik, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, hukuk devleti, turizm, tarım, sanayi, üretim ekonomisi, ihracat alanlarına vurduğu darbelerin ve bunlara bağlı olarak yarattığı güvensizlik ortamının bir sonucuydu.

Erdoğan son olarak, % 20’yi aşan yıllık enflasyon oranının ve rekor düzeyde artan sebze ve meyve fiyatlarının sorumlusu olarak da “patlıcan terör örgütünü”, CHP milletvekili Özgür Özel’in deyişiyle, “PATÖ”yü gösterdi.

Bakalım vatandaş da 31 Mart yerel seçimlerinde kendi ontolojik gerçekliğinden kaçmaya devam edecek mi, yoksa bu saçmalıklara eylem ve seçimiyle dur diyecek mi?