Etiket arşivi: Polis şiddeti

SEÇİME 95 GÜN KALA AKP’nin HAZİN HALLERİ…


SEÇİME 95 GÜN KALA
AKP’nin HAZİN HALLERİ…


Dr. Ahmet Saltık

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Özgecan Aslan yabanılca (vahşetle) öldürüleli 3 hafta oldu… (12 Şubat 2015, Mersin)
Simgeleşen bu cinayeti izleyen başkaları da bu 3 haftada birbirini kovaladı.
Halk sokaklarda..

Oysa AKP iktidarının sorunun köklerine inecek bir girişimine tanık olamadık.
Hükümetin bu vb. kadına yönelik cinayetlerde siyasal sorumluluğunu anımsadığını da!

Örneğin bir TBMM Araştırma – İnceleme Komisyonu kurma girişimi olmadı,
Kadın – Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu Bakanlığın bir bilimsel kurultay topladığını
ya da üniversitelere kapsamlı bir araştırma “ısmarladığını”.. izlemedik..

Tersine, bu haftalarda, TBMM’de, halka daha çok polis şiddeti uygulayabilmek adına
hukuk devleti ilkeleri çiğnenerek sözde İÇ GÜVENLİK yasa tasarısı görüşmelerinde
AKP’li vekiller, CHP’li muhalefet temsilcilerini kameralar önünde apaçık dövdüler,
hatta kaburgalarını kırdılar..

Tepedeki giderek despotlaşan adam, “İsteseniz de istemeseniz de bu yasa çıkacak!” diyerek
şiddet iklimini şiddet hatta uygulamasını meşrulaştırdı, giderek ortamı daha da terörize etti.
Anayasal yansızlığını da bilmem kaçıncı kez yitirmiş oldu.. Oysa bu metin yasalaşınca
Anayasa gereği (md. 89, 175) kendisine yollanacak ve Resmi Gazetede yayımlaması istenecekti; görüşünü peşinen açıkladı!

İktidar, adı sözde “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” olan fakat gerçekte apaçık zorunlu
din dersi ve İslamın Sünni mezhebinin zorla öğretilmesi üzerinden apaçık asimilasyon içeren dersleri ve bunlar üzerinden kadını ikincilleştiren, değersizleştiren, nesneleştiren….
hurafe öğretimini hem de 5. sınıftan başlayarak, durdurmadı! Dahası, okul öncesi öğretimde de “Değerler eğitimi” maskesiyle bacak kadar çocukların beynini yıkamayı yine sözde dinsel içerikler üzerinden planlamakta! Bacak kadar çocuklara, dinci içerikli hurafe olmasa bile
soyut değer eğitimi verilmesi bilimsel olarak olanaksız ve giderek “ZİHİNSEL SOYKIRIM” iken!

AİHM’nin bu derslerin “derhal” kaldırılmasına ilişkin AKP iktidarının temyiz başvurusunu reddetmesine karşın yine de siyasal iktidar kılını kıpırdatmıyor!?
Bu ne gözükaralıktır?
AKP Türkiye’yi nereye sürüklemek istemektedir??
Pervasızca bir din – şeriat devletine mi sürükleniyoruz??

Oysa yargı kararlarının gecikmeden yerine getirilmesi hukuk devletinin en temel ilkelerindendir.
(Anayasa md. 138/son : “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına
uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez
ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”)

İç hukukta geçerli yukarıdaki genel ilkeye ek olarak, AİHS’ne taraf olan (onaylayan) Türkiye,
bu Sözleşme gereği, AİHM’nin yargı yetkisini de kabul etmiş ve kararlarına uymayı yükümlenmiştir. AİHM kararlarını uygulamamanın yaptırımı vardır ve bu husus Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yetkisindedir. Avrupa Konseyi’nden çıkarılmaya ve çağdaş dünyadan dışlanmaya dek gidebilir.. O zaman Türkiye’nin AB düşleri de buharlaşır, uçar..
AKP bu yıkımın (istendik sonucun!) adını “Değerli yalnızlık” mı koyacaktır o aşamada,
ağır bir sosyal şizofrenik davranışla??

AKP Türkiye’yi “Dar-ül harp alanı” mı ilan etmiştir örtük gündeminde?
Bütün veriler bu tehlikeli olguyu çağrıştırmaktadır. Muktedir, ölçüsüz bir ürkü (panik) içindedir.
Kaçak lüks sarayında ölüm / öldürülme korkusuna düşmüştür. Başkomutan olarak hüzünle
şehit 4 pilotun cenaze törenine katılması gerekirken, “neşe” içinde oğlunun vakfının açılış törenlerine ailece katılmıştır!?

Bu açıklanamaz şaşkınlık hayra alamet midir, fena encamın habercisi midir??

İlk kez bu yıl 3 Mart günü, Anayasa’nın 174. maddesinin korumasında olan 3 Devrim Yasası’nın kabulünün 91. Yılında bu yasalara karşıt söylem içeren, eylem isteyen toplantılar yapıldı. Salondaki ve okullardaki Atatürk poster, tablo ve yontularının kaldırılması istendi ve Halifeliğin geri getirilmesi yüksek perdeden dillendirildi.

Bir kadın AKP vekili (Balıkesir, Tülay Babuşçu) hiç utanıp sıkılmadan, 2. Cumhurbaşkanı
aziz İsmet İnönü’ye “kahpe” deme suçunu cüretle işleyebildi!

Bu karşıdevrimci net kalkışmalar AKP ikliminin somut ve tehlikeli türevleridir ve de
“kritik eşiği” zorlamaktadırlar.

AKP iktidarı, seçime kilitlenmiştir ama gerek gördüğü yasal düzenlemeler için TBMM Grubunu tam gaz koşturmaktan geri durmamaktadır. Bir yandan da ekonomideki yangın ve işsizlik, dışsatımın yavaşlaması, % 15’i aşan ağır devalüasyonun türev sonuçları.. ile sözde boğuşmaktadır. HDP’yi seçime dek ve seçimde kendince “idare etmeye” çabalamaktadır ama yapıp ettiği ürkünç (vahim) yanlışlar ayağına dolanmaktadır. Gizli ve yasadışı Oslo görüşmelerinde terör örgütüne vaadedilenlerin yerine getirilmesi istenmektedir.
Suriye’ye pervasızca terör ihraç eden iktidar, bu düşmanca ve hukuk dışı politikasının bedelini ödeyecektir.

Öte yandan HDP ile seçim tangosu, AKP açısından politik deyim ile “ölümcül (mortel, fatal!)” olabilecektir..
Siyasal olarak intihar eden HDP, seçime girerek bilerek ve isteyerek baraj altında kalacak ve AKP’ye paha biçilmez değerde 50-55 vekil armağan edecektir altın tepside.. Bundan ala stepne hatta can simidi olabilir mi böylesine bunalmış bir AKP için?? Pazarlık büyüktür ve bu immoral (ahlak dışı) bağlamdadır ne yazık ki..

Nafiledir.. AKP’nin eğik düzlemde kayışı durdurulamayacak ve 7 Haziran 2015 gece yarısına doğru,
Türkiye’nin hangi yepyeni seçeneklerle yoluna devam edeceği belli olacaktır.. CHP ve MHP oylarını aşağı yukarı korurken Vatan Partisi barajı aşar ve TBMM’de grup kurarsa, devr-i fetret AKP ayracı kapanacaktır.

Sevgi ve saygı ile, 05.03.2015
 

25 Eylül 2013; Ankara Sokakları.. Kritik Çağrışımlarımız ve Acil Önerilerimiz..


25 Eylül 2013; Ankara Sokakları.. Kritik Çağrışımlarımız ve Acil Önerilerimiz..

TÜİK‘in 3 gün önce açıkladığı ” GELİR ve YAŞAM KOŞULLARI ARAŞTIRMASI“(http://ahmetsaltik.net/2013/09/23/gelir-ve-yasam-kosullari-arastirmasi-2012/, 23.9.13) yeni Gini katsayısını .46 olarak verdi. Türkiye’de gerçekte (reel olarak) bu değerin .60’ların altında olmadığını sokakta, çarşı – pazarda.. hemen her yerde gözlemliyoruz.

  • TÜİK bilimsel (!) masalları (yalanları!?) sürdürüyor..

Yaşamın gerçeğini saklamaya çalışıyorlar..
Ama halk bu koşulların içinde çırpınmakta..
Boşuna (Nafile) çaba..
Bu Marie Antoinette‘cilik asla karşılıksız kalmaz diyalektik olarak. İyi bilinir; 1789’da Paris’te halk “AÇLIKTAN” ayaklanıp Elyseé Sarayına yürüyünce Kraliçe nedimesine sorar:

– Kuzum bunlar ne istiyor??
– Açlarmış efendim..-
– Pasta yesinleeer..

**********
Ve karı – koca Marie ve XIV. Louis Antoinette giyotinle idam edilirler,
Şanlı 1789 Fransız Halk ve Aydınlanma Devrimi gerçekleşir;
Bastille (bizim Silivrimiz!) zindanına tıkılan binlerce yurtsever tutsak halk tarafından salıverilir.

Önceki gün (25.9.13) Beşevler’den Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi binasına yürüdük. O koca caddede yürümek zordu, öylesine kalabalıktı kaldırımlar.
Hepsi de gencecik üniversite öğrencileri..
Binlerce..
Bu insanlar birkaç yıl içinde mezun olacak; iş – aş – konut isteyecek.
Dünyayı görüyor bilişim – telekomünikasyon olanaklarıyla.
Nasıl doyuracak ya da bastıracaksınız bu genç milyonların beklentilerini?
Sadaka kolileri ile mi??
Biat kültürü ile mi??
Polis şiddetiyle mi?
1453 kartalları adlı bindirme yeşil renkli  SS kıtalarıyla mı?
Neyle neyle??
Hadi canım sen de..

Bu basınç, mut-la-ka önümüzdeki yıllarda Türkiye’de köklü dönüşümlerin yolunu açacaktır.
GEZİ isyanını iyi değerlendirmek gerekir.

*****

Devamla Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi binasına geldik.
Koridorlar daha önce görmediğimiz ölçüde kalabalık..
YÖK, masa başı direktifleriyle öğrenci istifliyor yüksek öğrenim kurumlarına..
İçtenlikle aktarıyoruz, koridorlarda hasta ve öğrenci trafiğinden yürümek olanaklı değil..
Radyoloji bölümünün kapısında;

“ÖĞRENCİLERİN GİRMESİ YASAKTIR” uyarısı asılı idi..

Dehşete kapıldık..

Film çekimi ve banyosu için, sıradan yurttaş gibi 1,5 saate yakın süre bekledik.
İnsanların perişan hallerini gözledik bu arada..
Öğlen arasına girmeden, zorlukla filmi dişhekimimize gösterebildik..

Kapalı mekanlarda omuz omuza..
Sokakta, dolmuş-otobüste de öyle..
Caddede araçlar tampon tampona..
Ve Başbakan R.T. Erdoğan 3-5 çocuk yapın.. demekte!?!
Akıllara durgunluk veren bir çılgınlık..
Ateşle oynamak.. Ülkenin geleceğini perişan etmek..

***************

ILO 2010 Raporu son derece uyarıcı içerikler taşıyor.. Okuyan var mı ??

  • IMF ve ILO’ya göre Dünyada 210 milyon işsiz var! Durgunluğun özellikle gelişmiş ekonomilere zarar verdiği ve bu ülkelerde işsiz sayısı toparlanma sürecine girmedi. Raporlara göre küresel kriz nedeniyle 2007’den bu yana işsiz ordusuna 30 milyon kişi daha katıldı. Dünyada işgücü yılda %1.6 oranında büyüyor ve bu işgücüne katılımı istihdam edebilmek (iş bulmak) için 45 milyon yeni iş yaratılması gerekiyor. (www.imf.org/external/np/sec/pr/2010/pr10324.htm, 2.9.10)

    Türkiye’de ise her yıl 1,25 milyon «net» nüfus artışına iş bulmak gerekli..
    Nüfus artış hızı % 1,68’lerde ama TÜİK 1.35 dolayında veriyor ??!

Rapor devamla kritik noktalara – sorunlara dikkat çekiyor :

  • Raporda “Gençler kendilerini sistemin kurbanı olarak görüyorlar ve bu durumun sorumlusu olarak gördükleri her şeye öfke besliyorlar. Küreselleşme, kapitalist sistem, politikacılar, anababalar (ebeveynler).. gençlerin öfke duydukları kesimlerin başında… «Tüm bunların sonucunda gençler kendilerine yanlış bir gelecek vaat eden dinci veya köktenci hareketlere duyarlı duruma geliyorlar..» saptaması yapılıyor.

AB Merkez Bankası Başkanı da tarihsel hatalarını itiraf etmedi mi?

Bankaları kurtardık ama gençliği yitirdik..

************

Türkiye’nin sorunları günübirlik kısa erimli, miyop ve yüzeysel önlemlerle yönetilemeyecek- ötelenemeyecek ölçüde ağırlaşmıştır.

Bu tablonun sürdürümü olanaksızdır.

24 Ocak 1980 Kararlarının 33 yıl sonra ülkeyi getirdiği tıkanma- yıkım – dağılma ortamı gözler önündedir.

KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm

– ekonomik yıkım,
– sömürgeleşme ve
– tam bağımsızlığın yitirilmesi ile
– ülke ve ulus bütünlüğünün dağılması riskini

burnumuza dayamıştır.

Gerek makro gerek mikro ekonomik ölçütlerin “kırmızı alarm verdiği” nin AKP iktidarının sorumlu bakanları mutlaka ayırdındadır.

Zaman zaman kamuoyuna bu yönde açıklamalarını biliyoruz
(Bizzat Başbakan, A. Babacan, Z. Çağlayan, Merkez Bankası Başkanı E. Başçı..)

Sonbahar ile birlikte kışa doğru ağır bir ekonomik bunalımın rap rapları
kulakları tırmalamaktadır.

İktidar ise gündem değiştirme ve yeni yersiz, son derece hatalı cepheler açmakta
ve senaryolar sergilemekte.. Toplumun her kesimini karşısına almakta..

Oysa ülke olağanüstü koşullarda ve OLAĞANÜSTÜ YÖNETİM ile
düze çıkma olanağı olabilir.. Üstelik acele edilirse..

İzmir İktisat Kongresi gibi (17 Şubat 1923’te 1151 temsilci ile yıkılmış – yakılmış İzmir’de toplanıp, hanlarda kalınarak 15 gün süren ve Lozan görüşmelerinin kesilmesine de
yanıt olan, görüşmeleri yeniden başlatmayı başaran bir meydan okuma olarak!)
kapsamlı bir ULUSAL İKTİSAT KURULTAYI gereksinimi vardır..

Burada ulusal ekonomi politikaları belirlenmeli ve uygulanmalıdır.

Anayasal Kurum (md. 166) Ekonomik ve Sosyal Konsey,
ne yazık ki, AKP’nin tutumuyla kadük – işlevsiz bırakılmıştır.

Çok kaygılıyız çooook..

Tarih, ders almadığımız için yineliyor..

  • Ekonomik çöküntü AKP’yi götürecek.. 
  • Ya Türkiye, ya Ulus hangi ağır faturaları ödeyecek??

Sevgi ve saygı ile.
27.9.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

Dostlar,

Arkadaşımız, meslektaşımız sevgili Prof. M. Beyazyürek, AYDINLIK ile özlü bir söyleşi yaptı. “Haziran direnişi” nin sosyal psikiyatrik kısa bir irdelemesi..

Çok umutlu..

Halkımızın, ısıtılan suda bir “kurbağa gibi haşlanmadığını”
tersine hınçlanarak bilinçlendiğini savlıyor.. Yeni sürgün bir genç kuşak da artısı.
Türkiye yaş ortancası 29 yaş, nüfusun yarısı 30 yaş altında! 12 Eylülcülerin “depoltizasyon” dönemi de kapandı. Bu politik-demografik gerçekliği
hiç göz ardı etemek gerek.

Halkın depresyondan çıktığını, iktidarın girdiğini savlamakta.

Türkiye Psikiyatri Derneği de geçtiğimiz günlerde çok net ve halkın yanında tutum alan bir bildiri yayımlsmıştı ve sitemizden sevinçle sunmuştuk :

Türkiye Psikiyatri Derneği’nden: “Hükümete Uyarı” Basın Açıklaması

Halkta kollektif bir ruh hali egemen..

İtalyan siyaset sosyologu V. Pareto’nun “Seçkinlerin Yükselişi ve Çöküşü” kuramına uyuyor yaşadıklarımız. Bu kuram 19. yy kökenli (1848-1923).
Z. Brezinski yeniledi ve Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri‘ni yazdı (1998).

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

portresi

 

Prof. Dr. Mansur Beyazyürek
Psikiyatri Uzmanı

 

 

Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, direnişin ruh halini yorumladı

‘Eylemler, yurttaşlara antidepresan gibi geldi

İnsanların ‘Her şey boş, bir şey yapamıyoruz’ duygusunu yenmelerini sağladı.
Artık ümitsizlik, sinmişlik yok. Türkiye’de hiçbir şey 31 Mayıs’tan önceki gibi olmayacak

Yurdun dört bir yanına yayılan Gezi Parkı eylemlerinin henüz ilk günleriydi…
İktidarın hakaretlerinin, biber gazlı, plastik mermili, coplu saldırıların yurttaşlarda travmaya yol açabileceğini düşünen bazı psikologlar, ücretsiz hizmet vereceklerini açıkladılar. Ancak buna gerek kalmayacağını ilerleyen günlerde kendileri de görecekti.

Meydanları dolduran yurttaşların üzerlerine atılan gaz bombalarını “Biber gazı oley!” şarkısıyla karşılamaları, TOMA’ların karşısına dikilip basınçlı suya aldırmadan gülümseyerek bayrak dalgalandırmaları, nasıl bir ruh haliydi? Toplumun bunalımda olduğunu mu gösteriyordu? Peki ya iktidarı giderek saldırganlaştıran neydi?

Sorularımızı, Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek yanıtladı.

‘Çaresiz olmadıklarını gördüler’

– Bütün Türkiye’ye yayılan kitlesel Gezi Parkı eylemleri, atılan gaz bombası, polis şiddeti yüzünden insanlar depresyona mı girdi?

Ben olaylara hekim gözüyle bakıyorum. Gezi Parkı eylemlerine katılanlar belki depresyondaydılar. Ama şu an eylemcilerin ruh hali depresyon olarak değerlendirilemez. Depresyon bir hareketsizlik halidir. Depresyondaki insanın kolunu kaldıracak gücü bile olmaz. Gezi eylemcileri günlerce uykusuz kaldılar, şiddete karşı koydular. Bu depresyon değil, tam tersi. Toplumun bir kesiminde hissedilen korku, tedirginlik, ümitsizlik duygusu yıkıldı. İnsanların “Her şey boş, bir şey yapamıyoruz” duygusunu yenmelerini sağladı. Bu hareket çaresiz olmadıklarını insanlara gösterdi. Sanki depresyondaki insanlara antidepresan gibi geldi.

‘Gençler CHP’ye de başkaldırır’

– Türkiye’de eylemlere en fazla genç kesim katıldı. Bunu neye bağlamak lazım?

20’li yaşlarda genç insanlar bunlar. Onları yetiştiren anababalar, 40-50 yaşlarında. O yüzden bu gençlik evlerinde daha demokrat, daha katılımcı yetişti. Evinde özgürlükçü algıyı alan bir genç, dışarıda kısıtlamalarla karşılaştığında büyük bir patlama yaşanıyor. Bugün üniversite sınavı da onlar için bir kısıtlamadır. Bu sistemle AKP’nin yerine CHP gelse, o da çözemez. Gençler CHP’ye de başkaldırırlar. Çünkü bir sistem sorunu var. Gençler büyük bir istekle eylemlere katıldılar. İstanbul Valisi, “Çocuklarınızın hayatından endişeleniyorum” dedi. Bir psikoloğa, sosyoloğa danışın. Ben 17 yaşında bir genç olsam, tehlikeyi severim. O eyleme daha çok gitmek isterim. Bunu söyledikten, sonra dikkat edin, aileler de çocuklarıyla beraber gitti.

‘Demokrasiye giden yol Atatürkçülükten geçiyor’

– Sizce eylemlerin mesajı nedir? İnsanlar ne istiyor?

Eylemciler Türkiye’de sandık olduğuna inanmıyorlar. Seçilen milletvekilleri de kendilerini halkın seçmediğini biliyorlar. Eylemcilerin mesajı şuydu:

  • Gerçek demokrasiyle yönetilmek ve özgür bireyler olarak yaşamak istiyoruz.

Oranın mesajı alınmadı. “Ben mesajı aldım,” diyor. Hayır almadınız. Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir. Bizim bugünkü seçim sisteminde bu mümkün mü? %10 seçim barajı, iktidarıyla muhalefetiyle, hepsinin işine geliyor. Bu mesaj, yalnızca İstanbul’dan değil, 77 ilden gitti. Bu yalnızca bir ağaç kavgası, Gezi Parkı kavgası değildi. Burada önemli olan, insanların ümitsizliği, sinmişliği artık yok.

– İnsanlar sırtlarında Türk bayrağı, barikatın önünde polis şiddetine direndi.
En çok atılan sloganlardan biri, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ oldu.
Eylemlerin mesajını yalnızca demokrasi ve özgürlüğe indirgemek doğru mu?

İnsanlar bir şeye “ait olmak” isterler. Türk bayrağı taşımaları, aidiyet duygusuyla alakalı. ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganında bir ulusalcı söylem var değil mi? Orada, ulusalcı olmayan insan bile bu sloganı atabilir. Çünkü demokrasi isteyen insanlar, ona gidecek yolun Mustafa Kemal’in kurduğu sistemden geçtiğini biliyorlar. Bu durumu salt bir ulusalcılığa indirgemek bence doğru değil.
(Son Güncelleme: Pazartesi, 24 Haziran 2013, 20:58)

Haziran ayaklanması AKP-PKK’yi böldü!

Haziran ayaklanması AKP-PKK’yi böldü!

MEHMET ALİ GÜLLER

25 gündür aralıksız süren Haziran ayaklanması Türkiye’yi bölme projesinin aktörlerini böldü: 1. AKP’yi böldü. 2. PKK’yi böldü. 3. Açılım’ı böldü ve AKP ile PKK’nin arasına girdi.

1. AKP’yi böldü

a. Cemaat, Gezi eylemlerinde adım adım Tayyip Erdoğan’ın izlediği “şiddet” politikasını eleştirdi. Erdoğan ise, Türkçe Olimpiyatları’na katılarak, Gülen’e “bu süreçte kavga etmeyelim” mesajı verdi.

b. TSK karşıtlığı nedeniyle AKP’ye destek veren liberal, piyasacı kesimler, “yetmez ama evetçiler” ve AB sürecinin destekçileri, son birkaç aydır işaretleri beliren ayrılıklarını, Haziran ayaklanması ile netleştirdiler. Hemen hepsi AKP’nin tramvayından indi.

c. Abdullah Gül, Haziran ayaklanmasını fırsat bilerek ön plana çıktı ve polis şiddetini eleştirdi. Gül, Erdoğan Kuzey Afrika’dayken devlet adına “mesaj alındı” dedi; Erdoğan’ın yanıtı ise özetle “alınacak mesaj yok” şeklindeydi. Gül, bu süreçte Rize, Artvin, Ardahan “seçim” gezisine çıkarak, her gün medya önünde olmaya çabaladı.

d. Erdoğan’a vekâlet eden Arınç’ın Gezi eylemleriyle ilgili kimi “olumlu” mesajları Erdoğan’ı kızdırdı. Erdoğan’ın kapalı kapılar ardında “altının oyulmaya çalışıldığından” şikâyet etmesi ve ardından yaptığı konuşmalarda “partisine nifak sokulmaya” çalışıldığından şikâyet etmesi ve hatta son olarak “içimizdeki hainler” vurgusu yapması durumu göstermesi bakımından önemliydi.

Gerçi yalanlandıysa da, bu süreçte Erdoğan’ın kendisine yönelik ağır sözleri nedeniyle Arınç’ın istifa ettiği fakat Gül’ün ısrarıyla vazgeçtiği de iddia edildi.

Bu süreçte Ertuğrul Günay’ın polis şiddetine tepkisi, Erdal Kalkan’ın “Yeter! Söz gençliğin” çıkışı, İbrahim Yiğit’in “iç savaş uyarısı” yapması partideki kırılmalara işaret ediyordu.

Şamil Tayyar ile Kutalmış Türkeş’in tuvalette kavga etmesi ise partinin içine düştüğü gerilimi yansıtıyordu.

e. AKP’yi destekleyen en önemli örgütlerden Mazlum-Der Haziran ayaklanmasına bakış nedeniyle bölündü. Eski milletvekili olan Dernek Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’ın bir kısım dernek yöneticisi ve üyesiyle birlikte imzaladığı Gezi Parkı bildirisi, Yönetim Kurulu’nu böldü.

2. PKK-BDP-DTK’yi böldü

a. Haziran ayaklanmasının ilk günlerinde dozer önüne yatan BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in girişimi şahsiydi. Nitekim bu köşede daha önce de belirttiğimiz gibi BDP’liler durumu “Sırrı’nın kendi eylemi” diye niteliyordu.

Zaten sonrasında BDP hiç yoktu ve hatta BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, “BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağız.” diyerek partisinin pozisyonunu özetliyordu. Öyle ki Bülent Arınç BDP’ye şöyle sesleniyordu:

  • “BDP’nin olayın ilk anından itibaren takındığı tavrı takdir ediyor ve
    kendilerine teşekkür ediyoruz.”

Ancak BDP’nin örgütsel tavrına rağmen, Taksim’e gelen ve eylemlere destek veren BDP’liler vardı.

b. İlerleyen günlerde BDP heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatını getirdi. Ardından BDP Taksim’e çıkmaya ve Apo posteri açmaya başladı. Erdoğan’ın “can simidi” gibi sarıldığı bu görüntüler üzerinden her gün “ulusalcılarla bölücüler yan yana” propagandası yapması, Öcalan’ın talimatının gerçek sahibine işaret ediyordu: Hakan Fidan!

Amaç, Apo posterleri açarak halkın Taksim’e sahip çıkmasının engellenmesiydi. Nitekim BDP İstanbul’da eylemlere katılıyor, İzmir’de katılmaya çabalıyor fakat Diyarbakır’da eylem yapmıyordu! Fakat Fidan’ın hedefinin tutmadığını önemle belirtelim!

c. Haziran ayaklanması Sırrı Süreyya Önder’i DTK ile de karşı karşıya getirdi. Önder Nuçe TV’de açık açık DTK’yi suçladı: “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri… DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı.”

DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Önder’in sözleri karşısında “Ben ve Aysel Tuğluk Gezi hakkında kişisel açıklamalarda bulunduk.” yanıtı verdi.

3. Açılım’ı böldü

a. Halk hareketi ile sallanan Erdoğan, rüzgâr karşısında durabilmek için söylem değiştirdi. Kendisinin “İmralı”, kurmaylarının da “barış elçisi” diye isimlendirdiği Öcalan, ansızın bölücü başı ve terörist başı oldu. BDP, Erdoğan’ın asıl niyetini bilse de, tabanda rahatsızlık yarattığı için Erdoğan’ın bu sözlerine tepki göstermek zorunda kaldı.

b. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş başta olmak üzere pek çok yetkili, bu süreçte hükümetin Açılım konusunda ev ödevlerini yapmadığını vurgulamaya başladı. Sürecin kesintiye uğradığı hem Ankara’da, hem de Diyarbakır’da fazlasıyla dile getirildi.

c. Daha ilginci şu iki haberdi: PKK, TSK’nin çekildiği bir askeri üsse yerleşmiş ve küçük çaplı bir çatışma yaşanmıştı. PKK, komutanları taşıyan bir helikoptere ateş açmıştı.

d. AKP ve PKK’nin akil adamları da bu süreçte bölündü. Polis şiddetine itiraz edenler olduğu gibi Açılımın tavsadığından şikâyet edenler de vardı. Örneğin, Baskın Oran ,“Erdoğan barış sürecini buruşturup attı” diyordu artık.

Erdoğan’ı Türk bayrağına sarılmaya mecbur eden sürecin farkında olan deneyimli isim Ahmet Türk ise bu tür açıklamalara itiraz etti ve “bu hükümetle barış olmaz” sözlerini şu aşamada gerçekçi bulmadığını söyledi.

Hatta Türk, daha da ileri giderek Erdoğan’ın yardımcısı gibi konuştu ve Gezi eylemlerinde demokrasi talebi olduğu gibi hükümeti yıpratmak isteyen ve çözüm sürecine karşı olan bir senaryonun da devrede olduğunu savundu.
(Son Güncelleme: Pazartesi, 24 Haziran 2013 20:10)