Etiket arşivi: AYDINLIK

Canlı tanığı Dersim isyanını anlattı : “Dersim’de katliam olmadı.”

Canlı tanığı Dersim isyanını anlattı :

“Dersim’de katliam olmadı.”

http://www.aydinlikgazete.com/politika/canli-tanigi-dersim-isyanini-anlatti-h68566.html, AYDINLIK, 27.4.2015

Dersim'de_katliam_olmadi_AYDINLIK_27.4.2015

SALİHA Karakaş, 1919 doğumlu. 96 yaşında. Aslen Tunceli Çemişgezekli.
Babasının memuriyetinden dolayı Hozat ilçesinde doğmuş. Karakaş, 1938 Dersim harekatı sırasında 19 yaşında. Olayların yaşandığı sırada Çemişgezek’te… Yaşananların canlı tanığı… Harekat sürecini ondan dinledik. Hatırladıklarını, kayınvalidesi, annesi ve büyüklerinden dinlediklerini anlattı.

Seyit Rıza ve adamlarının köylere baskın yaparak köylülerin mallarına
el koyduğunu, insanları öldürdüğünü söyleyen Saliha Karakaş,

“Dersim’de katliam olmadı.”

diyor.

İşte Saliha Karakaş’ın anlattıkları            :

Çemişgezek’e baskın olacak dediler. 19 yaşındayım. Sadece Çemişgezek değil. Dersim, Hozat, Pertek, Erzincan’ın kazaları… Bütün gençler silahlandı, nöbet tutmaya başladı.
Biz kadınlar evlerde toplandık. Tespih çektik, dualar ettik. Her tarafta baskınlar oluyor,
insanlar ölüyor. Bu günlerce devam etti.

İSYANLARIN BAŞINDA SEYİT RIZA VAR

İsyanların başında Seyit Rıza ve adamları vardı. Erzincan, Çemişgezek, Kemah, Pülümür…
O taraflarda Koçuşağı diye bir aşiret vardı. İnsanlar onlardan çok çekti. Gelir senin köyünü basar, malını mülkünü alır, karşı çıkarsan da öldürürdü. Bizim memleketin ortasından
çay akardı. Orada değirmenler vardı. Gelirler buğdaylarına el koyarlar, değirmenciyi de
öldürüp giderlerdi.

Kayınvalidem, “Kızım bu isyanları çıkartan askerleri, insanları öldüren hep Seyit Rıza’dır” derdi. Seyit Rıza adamlarına emir veriyor. Köylere baskın yapıyorlar. İnsanların malını mülkünü alıp gidiyorlar. Mal mülk dediğim de davar, at, katır.

İSYANCILAR 200 ASKERİ FIRAT’TA BOĞDU

Bunlar aşiretti. Aşiret reisi de Seyit Rıza idi. İnsanları vahşice öldürüyorlardı. Halk, Seyit Rıza ve adamlarından çok korkardı. Fırat nehri eskiden sallarla geçilirdi. 200 asker Fırat’tan geçmek için geliyor. Salları işletenler de bu isyancılar. Askerler geceye kalıyor. Sala biniyorlar.
Salın sahipleri gece ışıkları kapatıyorlar. Kendileri tabi geçit yerlerini biliyorlar. Ama zavallı askerler nereden bilecek geçit yerlerini. 200 asker orada boğuluyor. Bu zalimlik değil mi?

Annemin amcası, davarları toplar kasaplara satarmış. Adı Mevlüt efendi. Bir gün geliyorlar
işte “Mevlüt efendi şuraya şu kadar davar getirdik. Sen ne kadar paran varsa al gel.” diyorlar. Adamcağız düşüyor bunların arkasına. Şehirden çıktıktan sonra bu zavallının başını
taşla eziyorlar. Parasını alıp gidiyorlar. Jandarma ölüsünü bulup getiriyor. Annemin dayısı.
Ailesi Çemişgezek’te, kendi Hozat’ta memur. İzinde memleketine gelirken isyancılar
yolunu kesiyor. Genç çocuk daha. Yalvarıyor yakarıyor her şeyimi alın ama beni öldürmeyin diye. Atını, her şeyini alıyorlar. “Bağışlıyoruz ama bir yerini keseceğiz, burnunu mu keselim kulaklarını mı?” diye soruyorlar. “Bari kulaklarımı kesin” diyor. Adamcağızın kulaklarını kesiyorlar.

2 JANDARMAYI BALTAYLA ÖLDÜRDÜLER

Biz Ovacık’tayız. Yüzbaşı ile evlerimiz yakın. Oranın postasını da jandarmalar getiriyor. Jandarma Elazığ’dan Hozat’a geliyor. 2 jandarma postayı almış gelirken yolda zavallılara
pusu kuruyorlar. Arkalarından baltayla vuruyorlar. Öldürüp silahlarını alıp gidiyorlar.
Ben o zaman 11 yaşındaydım. Adamların cesetlerini getirdiler. Gözümle gördüm.
Matem tutuldu, mevlüt okundu. Bu hadiseyi hiç unutmam.

İsyan çıktı. Devlet bu isyanı elbette bastıracaktı. Hem askerler öldü hem de isyancılar.
Bir iki sene korku içinde yaşadık. Çatışmalardan sonra sağ kalan isyancıları devlet başka illere gönderdi. Birkaç sene sonra Tunceli vilayeti kuruldu. Af çıktı ve bazıları geri geldi,
bazıları gittikleri yerde kaldı.

ALEVİLER ATATÜRK’Ü ÇOK SEVER

Atatürk’ü herkes, hele Aleviler çok severlerdi.
Hala severler. Ben orada yaşadım, hiçbir kötü laf duymadım.
Ben Cumhuriyet çocuğuyum. Cumhuriyetle büyüdüm. Cumhuriyetten sonra
bütün kazalarda okullar açıldı. Bütün kadınlar okula gitti. Okuma yazma öğrendiler.

‘Suriye’deki kimyasal saldırıyı Erdoğan yaptırdı’


‘Suriye’deki kimyasal saldırıyı Erdoğan yaptırdı’!

kimyasaltayyip

Yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği Suriye’deki Doğu Guta saldırısında Erdoğan’ın rolü olduğu ve MİT’in El Nusra’ya kimyasal silah malzemesi sağladığı iddia edildi

Suriye’de Ağustos ayındaki (AS : 2013) kimyasal saldırının, Tayyip Erdoğan’ın
bilgisi içinde ve MİT tarafından “El Nusra”ya kimyasal silah malzemesi sağlanarak yaptırıldığı ileri sürüldü.

İddiaya göre, ABD saldırıyı Esad’ın değil, cihatçı teröristlerin yaptığını öğrendikten sonra Suriye’ye operasyondan vazgeçti.

Aylar süren araştırmaya dayanıyor

Yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği, 21 Ağustos 2013’te Suriye’nin Doğu Guta bölgesinde meydana gelen kimyasal saldırının Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde cihatçılara yaptırıldığı ileri sürüldü. ABD’nin de hemen sonrasında Suriye’ye askeri müdahaleyi gündeme getirdiği Sarin gazı saldırısının aslında Türkiye’nin desteklediği El Nusra Cephesi’nce yapıldığı ifade edildi.
İddiaya göre, MİT ve Jandarma da kimyasal silahın malzemelerini gizli yollarla
El Nusra’ya ulaştırdı.

Pulitzer Ödüllü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, bu iddiayı, saygınlığıyla bilinen “London Review of Books”ta yer alan haber-analizinde paylaştı. Amerikan istihbarat ve savunma yetkilileriyle yapılan görüşmeler ve uzun süren bir araştırmanın sonucunda yazıldığı belirtilen analizde şu ifadeler yer aldı:

“Erdoğan, Suriye’deki savaşın Beşar Esad tarafından kazanılmasının kendisi için yıkım (felaket) olacağının farkındaydı. 2012 baharından başlayarak savaşta ibrenin Esad’a dönmesiyle birlikte ne yapıp edip Amerikalıları işin için sokma arayışına girdi.

Bu amaçla, MİT ve Jandarma işbirliğiyle, Esad rejimine karşı mücadele veren
El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi
’ne gizli yollardan kimyasal silah yapımında kullanılan malzeme sağlandı.”

Analizin ABD’nin askeri saldırıdan vazgeçmesiyle ilgili olan bölümü de söz konusu iddiayla şöyle ilişkilendirildi:

“Amerikan yönetimi kimyasal silah kullanılması ‘kırmızı çizgi’sinin ihlal edildiğini bildirerek Suriye’ye karşı askeri harekât için düğmeye basmıştı. Ancak tüm dünya Amerikan bombardımanı eli kulağında diye düşünürken ABD Başkanı Barack Obama, Kongre’ye başvurma kararı alıp harekâtı ertelemiş, Rusya’nın arabulucuğuyla Esad rejimi kimyasal silah stokunu eritme sözü verince de iptal etmişti. Söz konusu harekâttan vazgeçilmesinin nedeni, Sarin gazı saldırısının Suriye rejimi tarafından değil,
cihatçı muhalif gruplardan El Nusra Cephesi tarafından yapıldığının anlaşılmasıydı. Çok daha önemlisi, El Nusra Cephesi’ne malzeme sağlayan da eğitim veren de Türkiye’ydi.”
(http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/37500-suriyedeki-kimyasal-saldiriyi-erdogan-yaptirdi.html, 7.4.14, AYDINLIK)

Mustafa Mutlu: Hilmioğlu ve tüm hasta tutuklular tahliye edilmeli!


Dostlar
,

Değerli yazar Mustafa Mutlu‘nun nefis bir yazısını paylaşalım..
Birçok konuyu irdelemekte..
Yüreklilikle, insan sıcaklığıyla..

Okuyalım ve paylaşalım..

Son gazetesi Vatan’da neden kovulduğu bir kez daha net olarak anlaşılıyor.
Yeni gazetesi AYDINLIK’ta da köşesini hakkıyla dolduruyor..

Sevgi ve saygı ile.
15 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

=====================================

Mustafa Mutlu: Hilmioğlu ve tüm hasta tutuklular tahliye edilmeli!


Söylemesi acı ama… AKP iktidarı döneminde, “yasaklar”ın “yasa” olduğu bir ülke haline geldik.

Evet “yasaklar” yasa…

“Çarpıklıklar”“hukuk” oldu!

Daha da önemlisi, herkesi eşit görmesi gereken yargı; bizzat Anayasa Mahkemesi’nin son kararıyla “ayırımcılık” yaptığını dünyaya ilan etti!

***

Biliyorsunuz; Anayasa Mahkemesi, CHP İzmir Milletvekili ve Ergenekon Davası sanığı, kardeşim Mustafa Balbay’ın kişişel başvurusunu kabul etti. Onun “milletvekili” olmasını gerekçe göstererek, uzun süre tutuklu kalmasının yanlış olduğuna karar verdi ve Adalet Bakanlığı’nı 5 bin lira tazminat ödemeye mahkûm etti…

Gerekçe olarak da “bir milletvekilinin uzun tutukluluk nedeniyle yasama yetkisini kullanamamasının hukuka aykırı” olmasını gösterdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de bu kararı sadece “milletvekilleriyle” sınırlandırdı.

***

Hukuk bilgisi olmasa da “vicdanı” olan herkes şimdi aynı soruyu soruyor:

“İyi de milletvekili olmayanların ‘hukuku’ ne olacak?
Uzun süre tutuklu kalmamak milletvekilleri için ‘hak’ ise; neden diğer mağdurlar da bu haktan yararlandırılmıyor?

Yasalarda var olan bu konudaki hükümler, neden sadece milletvekillerine kullandırılıyor?

Örneğin, askerler neden ülkenin güvenliğini sağlamak…

Hukukçular, adalete hizmet etmek…

Gazeteciler, halkı bilgilendirmek ve haberdar etmek…

Doktorlar, iyileştirmek görevlerini yapmaktan alıkonuluyor?

***

Bir sanığın uzun süre tutuklu kalması, “adaletin işlediği adaletsizlik suçu”nun en büyüğü…

Ancak bu suç, hele hele hasta bir tutukluya karşı işleniyorsa;
o zaman yeni bir suçun daha oluşmasına neden oluyor.
Üstelik o yeni suç, aynı zamanda bir “insanlık suçu…”

Adı da “tedavi edilme hakkının kullandırılmaması” suçu!

Bugün cezaevindeki yüzlerce tutuklu, mahkemelerin kayıtsızlığı
ya da anlayışsızlığı sonucu bu haktan yoksun durumda…

  • Ergenekon sanıkları Kuddusi Okkır ve Kaşif Kozinoğlu başta olmak üzere onlarca tutuklu, mahkeme izin vermediği için tedavi olma hakkını kullanamadı ve öldü.

***

Uzun tutukluluk mağdurlarından biri de
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu

Rektörlüğü sırasındaki türban ve laik eğitim düzeni ile ilgili ödünsüz tutumu nedeniyle AKP’nin ve Cemaat’in hedefi oldu.

13 Nisan 2009′da saçma sapan suçlamalarla gözaltına alındı ve tutuklandı.

Tam 4 yıl 8 aydır Silivri Cezaevi’nde…

Önce siroza yakalandı; ardından gözünün bebeği oğlunu kaybetti… Sonrasında ise kanser oldu!

Ancak mahkeme akıl almaz bir tutumla tahliyesine izin vermedi ve tedavi edilme hakkını engelledi.

***

Hilmioğlu için eski gazetemde 70′ten çok yazı yazıp, sorumluluk sahibi olanların dikkatini çekmeye çalıştım. Ne yazık ki hiçbir sonuç alamadım.

Duydum ki Hilmioğlu geçenlerde yine fenalaşmış ve Murat Kölük Devlet Hastanesi’ne kaldırılmış… Ancak kısa süreli bir tedaviden sonra tekrar Silivri Cezaevi’ne gönderilmiş!

***

Kısacası, Hilmioğlu başta olmak üzere ağır hasta yüzlerce tutuklu “uzun süredir cezaevinde”oldukları halde,
Anayasa Mahkemesi’nin kararından yararlanamıyor.

Göz göre göre ölümü bekliyor!

Ve “yüce adalet”, Balbay’ı anasının ak sütü kadar helal olan özgürlüğüyle buluştururken bile; bunu, “milletvekilliği”yle ilişkilendirip diğer tutuklu sanıklara ve O’na büyük haksızlık ediyor.

***

Kral çıplak; sayın hâkimler!

Ayırımcılık yapıyorsunuz.

Hasta tutukluları bile tahliye etmeyerek cinayet işliyorsunuz.

FIRST LADY!

Geçen hafta Meclis çatısı altında “hastane zinciri sahibi olan bir first lady”den söz edildi.

Ben de Başbakan’a açık açık sordum:

“Bu first lady, eşiniz Emine Hanım mı?”

Eşi ve çocukları söz konusu olunca şahin kesilen Başbakan,
tam bir haftadır bu soruma yanıt vermedi…

Neden acaba?

GÜNÜN SORUSU

Türkiye’nin ABD Seattle Fahri Konsolosu Ufuk Gökçen, Gezi’ye destek verdiği gerekçesiyle Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın imzasıyla görevden alınmış… Sorum kendisine:

Size halk adına ABD Seattle Gönül Konsolosluğu’nu teklif ediyorum. Kabul eder misiniz?

*****

Kabak tadı veren terbiyesiz!

Dün Meclis Genel Kurulu’nda yine küfür edildi.

Hem de öyle böyle bir küfür değil… AKP’nin küfürbaz Tokat Milletvekili Zeyid Aslan, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’yle kavga etti ve üzerine yürüyerek, 

  • “Senin k.çını s…..m” dedi.

Hani Başbakan ve bakanları, kendilerini eleştiren herkesi
her fırsatta ahlaksızlıkla ve terbiyesizlikle suçluyor ya…

Alın size ahlaksızlığın da terbiyesizliğin de dik âlâsı!

Ben kendi adıma bu adamı izlerken utanıyorum.

O’nun gibi birine Atatürk’ün kurduğu bu Meclis’te yer olmamalı!

Yazık… Gerçekten çok yazık!

Günün İsyanı!

Haziran Direnişi’yle ilgili İstanbul’daki 41′inci iddianameyi hazırlayan savcılık, gençlerin canlarını kurtarmak için camiye sığınmalarını suç saymış ve “ibadethaneye ‘kirletme yolu’yla
zarar vermek”
 suçunu işlediklerini öne sürmüş…
İsyanım kendisine:

İbadethaneyi kirletmemek için dışarıda kalıp yaralansalardı;
o zaman da kanlarını dökerek caddeyi kirletmekle suçlayacak mıydınız? (AYDINLIK, 12.12.13)

APO’nun Dünü ve Bugünü..

Dostlar,

“Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer..” 

ünlü ve derin anlam yüklü bir söylemdir..

APO 1999’da 57. koalisyon hükümeti döneminde (Ecevit + Yılmaz + Bahçeli) Kenya’da derdest edilip Türkiye’ye -idam edilmeme koşulu ile-
teslim edildiğindeki (CIA işbirliği ile) dökülen hali aşağıda..
(Cavit Çağlar’ın özel uçağı ile getirtilmişti.. Çağlar o yıllarda Bursa’dan Bilkent’e kızını helikopter ile gönderirdi.. ama Türkiye’nin 14 yıl önce uygun
uzun uçuş yapabilecek kamusal sivil uçağı yoktu.. Günümüzde Başbakan ve CBK’nın toplamda sayısı bizim bildiğimize göre 8’i bulan Ankara’da okyanus ötesine uçabilecek uçakları var! Niye caba??)

Getiren birliğin komutanı şimdi yıllardır zindalarda tutulan ve emekli edilen Korg. Engin Alan idi.. Sorgulayan ise yine tertip davalarla yıllardır zindanlarda tutsak alınan E. Albay Atilla Uğur idi.

AYDINLIK gerçek bir gazetecilik yapıyor.
Çökmüş – çökertilmiş ve her şeyi ile teslim olmuş – alınmış bir terörist müsvettesinden AKP eliyle son 10 yılda nasıl bir itibarlı “siyasal müzakereci” (en azından!) türetildiğinin belgesidir yazılanlar..

16  Aralık 2014 günlü AYDINLIK tarihsel bir sayı – belge olacak..

Alıp okumalı, okutmalı ve RTE iktidarının neye hizmete koşulduğunu
bir kez daha ibretle ve tüm çıplaklığıyla görmeli..

Çok yazık..

Bir enkaz kişilikten 10 yıl içinde neredeyse yepyeni (brandnew!) bir
politik aktör yaratmak, olsa olsa Atlantik ötesi “büyük devlet aklı” nın görkemli bir siyasal mühendislik ürünü olmalı.

Siyasette “türev” işte böyle alınır..

Matematiğin soyut türevi, APO örneğinde görüldüğü gibi
siyaset satrancında ete kemiğe bürün(dürül)ür..

aydinlik14aralik

  • Türkiye’nin büyük bir hızla yeniden “devlet aklı “ile yönetime
    dönmesi gerek..

Bu yaşamsal gereklilik, 11+ yıldır “AKP’nin RTE’si – RTE’nin AKP’si” tarafından ne yazık ki yerine getirilemiyor.

Bu ciddi sorunsal (problematik) net olarak ortadadadır ve “sürdürülemez” dir.

Binlerce yıllık Devlet deneyimi olan bu kadim halk, bu türev sorunun da üstesinden gelmeyi, “AKP-RTE fetret devri” ni kapatmayı, engin birikimi ve sağduyusu ile mutlaka becerecektir.

Tarihin diyalektik ufkunda başka seçenek yok ve artık “kara görülüyor”..

Sevgi ve saygı ile.
14 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

Emekli Oramiral Nusret Güner AYDINLIK’A konuştu: Sessiz kalan düşmandır


Emekli Oramiral Nusret Güner AYDINLIK’A konuştu:

Sessiz kalan düşmandır!

10guner

Emekli Oramiral Nusret Güner:

  • ‘Benim Genelkurmay Başkanım nasıl ses çıkartmaz?
    Yani kendisinden önceki Genelkurmay Başkanları çok kötüydü,
    kendisi sütten çıkmış ak kaşık’

Askerlere yönelik davalara tepki olarak Donanma Komutanlığı görevinden
istifa eden
emekli Oramiral Nusret Güner, Yargıtay 9. Ceza Dairesi‘nin
Balyoz kararlarına ilişkin çok sert açıklamalarda bulundu.

Aydınlık‘a konuşan Güner, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel‘i olanlara sessiz kalmakla eleştirdi: “Bize bunu yapanlara kızmıyorum; düşman her şeyi yapar
ama benim adamın beni korumuyor, demek ki o da benim düşmanım.”

‘Türk Milleti uyan!’

Yargıtay’ın kararlarına hiç şaşırmadığını belirten emekli Oramiral Güner,

“Böyle bir düzenden başka bir karar beklenemezdi. Bu, adalet diye bir şeyin kalmadığını gösteriyor.” dedi. Cezaları onanan komutanların rütbelerinin sökülecek olmasına ilişkin üzüntülerini dile getiren Güner, Türk milletine şu çağrıda bulundu:

  • “Bütün yargıçlarımız, savcılarımız Türk milleti adına karar verdiklerini söylüyorlar. Ben buradan ‘Ey Türk Milleti, uyanın’ diyorum. Senin için canını feda etmeye yemin etmiş insanlara reva görülen bir durum değil bu. Ey Türk Milleti, senin adına karar verenler pırıl pırıl insanları mahvediyorlar, yasal olarak bir mekanizma kur ve bunları kontrol et.”

Yetkililere yazıklar olsun’

Güner, “Bizi bu duruma düşüren hainler, buna ses çıkartmayan yetkililer var.
Benim Başbakanım, meclisim, bakanlar kurulum var. Bu yetkilileri kınıyorum.
Yazıklar olsun diyorum onlara. Andımız konusunda da gördüğümüz gibi, muhalefet de iktidarla el ele vermiş ‘aman ikinci bir muhalefet oluşturmayalım’ derdinde. Bu yandaş muhalefet Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapmıştır. Yandaş medyada ‘patronlar öyle ama emekçiler ne yapsın’ diyerek bu durumu geçiştiremeyiz. Herkes tavır koyacak, emekçisi de tavır koyacak. Yoksa acısını bu millet çekecek.” diye konuştu.

‘Sütten çıkmış ak kaşık’

Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk gibi davalardan da farklı kararların çıkmayacağına inandığını söyleyen Nusret Güner, şöyle devam etti:

Deniz Kuvvetleri’nin belini kırdılar,
TSK’nın belini kırıyorlar,
maalesef buna sessiz kalanların başında benim Genelkurmay Başkanım geliyor.

  • Genelkurmay Başkanım nasıl ses çıkartmaz?

Yani kendisinden önceki Genelkurmay Başkanları çok kötüydü, kendisi sütten çıkmış
ak kaşık… Kesinlikle kınıyorum. Askerine sahip çıkmayanlar komutan olamazlar,
lider olamazlar. Emir verir ve kendi kendilerine uygularlar. İçim içimi yiyor.
Bize bunu yapanlara kızmıyorum; düşman her şeyi yapar ama senin adamın
beni korumuyor, demek ki o da benim düşmanım.”

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

Dostlar,

Arkadaşımız, meslektaşımız sevgili Prof. M. Beyazyürek, AYDINLIK ile özlü bir söyleşi yaptı. “Haziran direnişi” nin sosyal psikiyatrik kısa bir irdelemesi..

Çok umutlu..

Halkımızın, ısıtılan suda bir “kurbağa gibi haşlanmadığını”
tersine hınçlanarak bilinçlendiğini savlıyor.. Yeni sürgün bir genç kuşak da artısı.
Türkiye yaş ortancası 29 yaş, nüfusun yarısı 30 yaş altında! 12 Eylülcülerin “depoltizasyon” dönemi de kapandı. Bu politik-demografik gerçekliği
hiç göz ardı etemek gerek.

Halkın depresyondan çıktığını, iktidarın girdiğini savlamakta.

Türkiye Psikiyatri Derneği de geçtiğimiz günlerde çok net ve halkın yanında tutum alan bir bildiri yayımlsmıştı ve sitemizden sevinçle sunmuştuk :

Türkiye Psikiyatri Derneği’nden: “Hükümete Uyarı” Basın Açıklaması

Halkta kollektif bir ruh hali egemen..

İtalyan siyaset sosyologu V. Pareto’nun “Seçkinlerin Yükselişi ve Çöküşü” kuramına uyuyor yaşadıklarımız. Bu kuram 19. yy kökenli (1848-1923).
Z. Brezinski yeniledi ve Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri‘ni yazdı (1998).

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

portresi

 

Prof. Dr. Mansur Beyazyürek
Psikiyatri Uzmanı

 

 

Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, direnişin ruh halini yorumladı

‘Eylemler, yurttaşlara antidepresan gibi geldi

İnsanların ‘Her şey boş, bir şey yapamıyoruz’ duygusunu yenmelerini sağladı.
Artık ümitsizlik, sinmişlik yok. Türkiye’de hiçbir şey 31 Mayıs’tan önceki gibi olmayacak

Yurdun dört bir yanına yayılan Gezi Parkı eylemlerinin henüz ilk günleriydi…
İktidarın hakaretlerinin, biber gazlı, plastik mermili, coplu saldırıların yurttaşlarda travmaya yol açabileceğini düşünen bazı psikologlar, ücretsiz hizmet vereceklerini açıkladılar. Ancak buna gerek kalmayacağını ilerleyen günlerde kendileri de görecekti.

Meydanları dolduran yurttaşların üzerlerine atılan gaz bombalarını “Biber gazı oley!” şarkısıyla karşılamaları, TOMA’ların karşısına dikilip basınçlı suya aldırmadan gülümseyerek bayrak dalgalandırmaları, nasıl bir ruh haliydi? Toplumun bunalımda olduğunu mu gösteriyordu? Peki ya iktidarı giderek saldırganlaştıran neydi?

Sorularımızı, Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek yanıtladı.

‘Çaresiz olmadıklarını gördüler’

– Bütün Türkiye’ye yayılan kitlesel Gezi Parkı eylemleri, atılan gaz bombası, polis şiddeti yüzünden insanlar depresyona mı girdi?

Ben olaylara hekim gözüyle bakıyorum. Gezi Parkı eylemlerine katılanlar belki depresyondaydılar. Ama şu an eylemcilerin ruh hali depresyon olarak değerlendirilemez. Depresyon bir hareketsizlik halidir. Depresyondaki insanın kolunu kaldıracak gücü bile olmaz. Gezi eylemcileri günlerce uykusuz kaldılar, şiddete karşı koydular. Bu depresyon değil, tam tersi. Toplumun bir kesiminde hissedilen korku, tedirginlik, ümitsizlik duygusu yıkıldı. İnsanların “Her şey boş, bir şey yapamıyoruz” duygusunu yenmelerini sağladı. Bu hareket çaresiz olmadıklarını insanlara gösterdi. Sanki depresyondaki insanlara antidepresan gibi geldi.

‘Gençler CHP’ye de başkaldırır’

– Türkiye’de eylemlere en fazla genç kesim katıldı. Bunu neye bağlamak lazım?

20’li yaşlarda genç insanlar bunlar. Onları yetiştiren anababalar, 40-50 yaşlarında. O yüzden bu gençlik evlerinde daha demokrat, daha katılımcı yetişti. Evinde özgürlükçü algıyı alan bir genç, dışarıda kısıtlamalarla karşılaştığında büyük bir patlama yaşanıyor. Bugün üniversite sınavı da onlar için bir kısıtlamadır. Bu sistemle AKP’nin yerine CHP gelse, o da çözemez. Gençler CHP’ye de başkaldırırlar. Çünkü bir sistem sorunu var. Gençler büyük bir istekle eylemlere katıldılar. İstanbul Valisi, “Çocuklarınızın hayatından endişeleniyorum” dedi. Bir psikoloğa, sosyoloğa danışın. Ben 17 yaşında bir genç olsam, tehlikeyi severim. O eyleme daha çok gitmek isterim. Bunu söyledikten, sonra dikkat edin, aileler de çocuklarıyla beraber gitti.

‘Demokrasiye giden yol Atatürkçülükten geçiyor’

– Sizce eylemlerin mesajı nedir? İnsanlar ne istiyor?

Eylemciler Türkiye’de sandık olduğuna inanmıyorlar. Seçilen milletvekilleri de kendilerini halkın seçmediğini biliyorlar. Eylemcilerin mesajı şuydu:

  • Gerçek demokrasiyle yönetilmek ve özgür bireyler olarak yaşamak istiyoruz.

Oranın mesajı alınmadı. “Ben mesajı aldım,” diyor. Hayır almadınız. Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir. Bizim bugünkü seçim sisteminde bu mümkün mü? %10 seçim barajı, iktidarıyla muhalefetiyle, hepsinin işine geliyor. Bu mesaj, yalnızca İstanbul’dan değil, 77 ilden gitti. Bu yalnızca bir ağaç kavgası, Gezi Parkı kavgası değildi. Burada önemli olan, insanların ümitsizliği, sinmişliği artık yok.

– İnsanlar sırtlarında Türk bayrağı, barikatın önünde polis şiddetine direndi.
En çok atılan sloganlardan biri, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ oldu.
Eylemlerin mesajını yalnızca demokrasi ve özgürlüğe indirgemek doğru mu?

İnsanlar bir şeye “ait olmak” isterler. Türk bayrağı taşımaları, aidiyet duygusuyla alakalı. ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganında bir ulusalcı söylem var değil mi? Orada, ulusalcı olmayan insan bile bu sloganı atabilir. Çünkü demokrasi isteyen insanlar, ona gidecek yolun Mustafa Kemal’in kurduğu sistemden geçtiğini biliyorlar. Bu durumu salt bir ulusalcılığa indirgemek bence doğru değil.
(Son Güncelleme: Pazartesi, 24 Haziran 2013, 20:58)

Batı, 150 yıllık hedefine ulaşıyor mu?


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN 

portresi2

Batı, 150 yıllık hedefine ulaşıyor mu?

Ertuğrul Özkök, nicedir savunduğu görüşünü, 23 ve 24 Nisan tarihli yazılarında
biraz daha vurgulu olarak yeniden yazdı:

  • “İki baskın etnisiteden oluşan devletler yürümüyor. Ailelerde olduğu gibi toplumlarda da dostça ayrılık bazen iki tarafa da en büyük yararı sağlayan çözüm olabilir.”

Taha Akyol, 24 Nisan günlü köşe yazısında Ertuğrul Özkök’ü destekledi.

Hürriyet’in bir diğer yazarı Ege Cansen ise, 27 Nisan tarihli köşe yazısında, aynı görüşü, arkasındaki neden ile birlikte açık sözlülükle dile getirdi:

“Silivri’nin engelleri temizlediği yolda ilerleyen iktidarın izlediği Kürt siyasetinin amacı; ‘T.C. ulusal sınırları içinde bulunan Kürtlere bir tür bağımsızlık verip, barış içinde yan yana yaşamayı sağlamaktır’ şeklinde özetlenebilir. Bu amaç, 19. yüzyıldan beri devam eden, Batılı büyük devletlerin, Dünya ve özellikle Osmanlı Devleti için öngördükleri siyasi yapılanmaya uygundur.”

Ege Cansen, yazısını, “Bükemediğin bileği öp, bükebildiğini kır.” diyerek bitirmiş.

Kısacası “19. yüzyıldan beri karşı karşıya olduğumuz Batılı devletlerin bileğini bükemedik, o halde parçalanmayı kabul edelim.” diyor.

Gerek Ertuğrul Özkök’ün, gerekse Ege Cansen’in görüşleri, rastgele ifade edilmiş değildir.

Türkiye’nin Batı işbirlikçisi büyük burjuvazisi, Batı’nın Kürt sorunu ile ilgili dayatmalarına teslim olmuştur.

Şimdi kamuoyunu bu teslimiyete hazırlamak için çalışıyorlar.

Teslimiyetin nedenleri

Altmış sekiz yıllık Atlantik macerasının sonunda, Kürt sorununda gelinen yer, “ver kurtul” politikasıdır. (A. Saltık’ın notu : Türkiye 1952’de NATO üyesi oldu, 71. yıldayız!)

Büyük burjuvazinin bu noktaya gelmesini sağlayan başlıca iki etken vardır:

1. Son altı yıldır BOP Eşbaşkanlığı tarafından TSK ve İşçi Partisi başta olmak üzere Türkiye’ye karşı yürütülen operasyonda önemli bir mesafe alındı.

Amerika ve onunla yazgı birliği yapan AKP ve F Tipi gibi Ortaçağ güçleri,
bütün bölgeye yönelik planlarında ilerlemek için Türkiye’yi yeniden şekillendirirlerken
her türlü engelden kurtulmak istediler.

Onun için 2001 yılında hazırlanan Ergenekon şemasının içine büyük burjuvaziden de kimi isimleri serpiştirdiler.

Büyük sermayenin basın yayın dünyasındaki temsilcileri; vergi cezaları ve
başka alanlardaki işlerine taş koyularak vb. operasyonlarla hizaya getirildi.

  • On yıllık süreç sonunda büyük sermayenin kayda değer bir bölümünün el değiştirmesi sağlandı.

Kalanı, AKP’nin “akil adamları”na dâhil olacak şekilde ehlileştirildi.

2. Gümrük Birliği’ne dâhil edilerek ve özelleştirmelerle milli ekonomi tasfiye edildi. Çarkların dönmesi sıcak paraya bağlı hale getirildi. 70 milyar doları bulan enerji faturası ve bir o kadar olan cari açık, ekonominin patronlarının tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.

İşbirlikçi büyük burjuvazi, bu koşullarda önüne konan “Kuzey Irak petrolü ve doğalgazı havucu”nu kabul etmek dışında bir çıkış yolu görememektedir.

“Kuzey Irak pastasından pay almak” ise, ABD’nin bölge senaryosunda kayıtsız şartsız rol almaya bağlıdır.

Türkiye’ye doğru genişleyecek olan Barzanistan (kukla devlet),
bu senaryonun olmazsa olmazıdır.

Onun için TÜSİAD takımı, Atlantik ötesinde kotarılan “Kürt açılımı”nı hararetle destekliyor.

Büyük yanılgı, yanlış hesap

Ama fena halde yanılıyorlar.

Gözlerine Atlantik mamulü at gözlüğü takılmış, boyunlarına içinde Musul-Kerkük petrolü hayali bulunan Amerikan malı yem torbası asılmış, ne çevrelerinde olan bitenlerden haberleri var, ne de önlerini görüyorlar.

Görmedikleri ve duymadıkları gerçekler şunlardır:

1. Amerika artık bölgedeki gelişmelere yön verecek durumda değil. Irak ve Afganistan’da uğradığı bozgundan sonra İran karşısında çaresizdir. Suriye’de çıkmazdadır.

2. Emperyalist müdahaleye karşı Suriye, Irak, İran, Rusya ve Çin’den oluşan bir Dünya halkları cephesi oluşmuştur. Bu cephe her geçen gün, daha da güçlenmektedir.

3. Ergenekon tertibi ile kendilerini de teslim almış olan BOP Eşbaşkanlığı ve F Tipi Cemaat ortaklığı, işbirlikçi büyük burjuvazinin teslim olmasına bile razı değildir. Şimdi sıra “28 Şubat’ın sivil generallerinde” diyerek bütün varlıklarına el koymaya hazırlanıyor.

4. Çok geniş bir coğrafyada karışık yaşadıkları ve Kürtlerin çoğunluğu Batıda olduğu için Türklerin ve Kürtlerin önünde “dostça ayrılık” gibi bir seçenek yoktur.
Ayrıca Türk-Kürt çatışması, uygulanmakta olan emperyalist planın ayrılmaz bir parçasıdır.

5. Kürt halkı onların zannettiği gibi Türkiye’den kopmak gibi bir programın peşinden gitmeyecektir. Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu, Türkiye’nin birliğinden yana ve kendini tek bir milletin ayrılmaz parçası olarak görüyor.

6. Ankara’da milli bir iktidarın varlığı ise Kürtleri, ezici çoğunlukla eylemli olarak antiemperyalist saflarda birliğe çekecektir.

7. Milli Hükümet; İran, Irak ve Suriye ile birlik politikasına yönelerek, bölgemize yönelik emperyalist müdahaleyi alt edecek, Kürt sorununu da nihai çözüme ulaştıracaktır.
(AYDINLIK, 6.5.13)

Şahin MENGÜ : Açılımda Büyük Tuzak

Dostlar,

Sayın Av. Şahin Mengü, çok kıdemli (40+ yıl) bir hukukçudur. Bir önceki dönemde
CHP Manisa milletvekili idi. TED mezunudur ve çok iyi İngilizce bilir. Son derece cesur ve sözünü esirgemeyen bir aydındır. Milli Anayasa Forumu toplantılarına çok katkı vermiştir AYDINLIK‘taki yazıları ile de ülkemize karşı “aydın” sorumluluğunu yerine getirmeye çabalamaktadır.

Açılımda Büyük Tuzak” başlığıyla aşağıya aldığımız yazısı tarihsel önemdedir.

Özellikle AKP hükümetine olmak üzere, TBMM’ye son derece ciddi bir uyarı demetidir.

Açıkça bir uluslararası hukuk dersi gibidir. Sayın Mengü, bu yazı ve içeriği için,
kritik uyarıları yapmak için donanım olarak yetkindir hatta profesyoneldir.

Türkiye’nin bu yazıyı dikkatle, satır satır okuyarak altını çizmesi ve
adımlarını buna göre atması zorunludur.

Yazı, nelerin yapılMAması gerektiğini de doğallıkla içermektedir.

Bu sabah (22.3.13) kendilerini telefonla arayarak kutladık ve bir kez daha, bu yazı çoook açık olmakla birlikte, bir de, ülkemizin elini kolunu bağlamamak üzere, dönülmez çıkmaza sokmamak üzere NELERİN YAPILMAMASI GEREKTİĞİNİ de yazmalarını rica ettik.

Önümüzdeki günlerde, sağolsunlar, Sayın Mengü, bu yazıları ile bağlantılı olarak,
bir kez daha, sağır sultanlar da duysunlar ve YÜCE DİVANLIK SUÇ işlemesinler, güzelim-caaaanım Türkiye’mizi açmaza düşürmesinler diye, NELER YAPILMAMALI’yı yazacaklar..

Kendisine, bu çok değerli katkıları için tarih önünde şükran borçluyuz.

Aman, sağduyu… ULUSAL ÇIKARLARIMIZI en öne koyarak..

Sevgi ve saygı ile.
22.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Av. Şahin MENGÜ

sahin mengu

Açılımda Büyük Tuzak

İmralı tutanaklarından hatırlayacaksınız;

Abdullah Öcalan’ın “ne ev hapsi, ne af,  buradan hep beraber özgürce çıkacağız..” dediğini ve ayrıca da, PKK terör örgütünün Türkiye dışına çıkışı içinde,
“Meclis kararı” istediğini öğrenmiştik.

Uluslararası hukuk bilgisi isteyen bu söylem, Abdullah Öcalan’ın kendi fikri olamaz.
Bunun, O’nu yönlendirenlerin fikri olması gerekir.

İktidarın bugüne dek sergilediği hukuk dışı ve Yüce Divanlık suç oluşturan tutum ve davranışları, PKK’ya dolaylı tanıma sağlayarak onu zaten uluslararası hukukun süjesi haline getirmişti.

Yani, Devletin, kendisi ile müzakere ediyor olması; örgütün elindeki görevlilerini örgüt bayrakları altında, törenle, imzalanan protokolle teslim alması; örgüt militanlarının Habur skandalında olduğu gibi “üniformalarıyla” mahkeme karşısına çıkmalarına ve ülkeye girmelerine izin vermesi ile PKK; Türkiye Cumhuriyeti tarafından fiilen tanımıştır.

Tanıma: Bir uluslararası hukuk kişisinin (Türkiye Cumhuriyeti) kendi dışında oluşan,
belli bir olayı, bir durumu, bir belgeyi ya da bir iddiayı (PKK’nın söylem ve faaliyetleri) kendisi (Türkiye Cumhuriyeti) bakımından yasal kabul ettiğini ve hukuksal ilişkilerini
bu yolla kabul edilen veriler üzerine kuracağını bildiren bir hukuksal işlemdir.
Tanıma bir antlaşma ile yapılabileceği gibi tek-taraflı bir işlemle de (PKK terör örgütü ile görüşmeye başlamak, PKK’nın elinde bulundurduğu Türk vatandaşlarını tutanak ile
teslim almak, PKK’nın yurt dışına çıkışı için Meclis kararı çıkartmak ya da yasal düzenleme yapmak) yapılabilmektedir.

Terör örgütlerinin uluslararası alanda ulaşmak istedikleri temel amaçlardan birisi de  “savaşan taraf” statüsünü kazanarak, uluslararası insani hukukun süjesi haline gelmek olduğu bilinen bir gerçektir.

İşte gerek İktidarı yönlendirenler gerekse  Abdullah Öcalan’a akıl verenlerin
yapmak istedikleri, PKK’ya ve dolayısıyla onun şehir örgütlenmesi olan KCK’ya “ayaklanan / savaşan statüsü” kazandırmaya çalışarak onu uluslararası hukukun
bir süjesi haline getirmektir.

Abdullah Öcalan’ın istediği Meclis desteği bunu elde etmek için gereken ama aslında
şart da olmayan son adımdır. Abdullah Öcalan’ın istediği ve Adalet Bakanının da
“PKK’nın çekilmesi için yasal düzenlemelere ihtiyaç olabilir..” açıklaması ve buna yönelik yasal düzenlemelerin yapılması, PKK terör örgütünün fiilen tanınması yanında,
yasal bir düzenlemeyle “Ayaklanan / savaşan statüsü” Türkiye tarafından hukuken de  tanınması olacaktır.

PKK’nın bu statüye kavuşması ile artık onun elebaşısı, bebek katili Abdullah Öcalan
ve öbür PKK tutukluları “Savaş tutsağı” işlemi göreceklerdir. Savaş tutsaklarının, çatışmanın fiilen sona ermesi beklenmeden de kimi koşullarda serbest bırakılması olanaklıdır.

Dikkat edilirse PKK ve siyasal uzantısı BDP, kaçırılan kamu görevlileri ve öbür vatandaşlarımızdan ve Türkiye Cumhuriyeti cezaevlerinde bulunan yandaşlarından “tutsaklar” diye bahis etmektedirler. Dağdaki ve şehirdeki teröristlerden de “Gerilla” diye söz ederek kendilerine fiilen “ayaklanan / savaşan statüsü” vermeğe çalışmaktadır.

Bu statünün hukuksal kaynağı, 1949 yılında Cenevre’de imzalanan ve Türkiye’nin de
taraf olduğu 3 anlaşmanın ortak maddesi olan 3. maddesinden kaynaklanmaktadır.

Bu madde, sözleşmelere taraf devletlerden birisinin toprakları üzerinde yaşanan uluslararası nitelikte olmayan silahlı ihtilaflarda tarafların bağlı olacağı hükümleri düzenliyor.

Cenevre Sözleşmeleri‘nin ortak 3. maddesi hükümlerinin” dahili bir silahlı çatışmaya uygulanabilmesi için kimi koşulların varlığı gerekiyor. Nedir bu koşullar?

Hükümete karşı savaşan örgütlü bir silahlı güç var mı?
Var. PKK terör örgütü.

Bu gücün, eylemlerinin sorumluluğunu alacak bir otoritesi var mı?
Var. Başta terörist başı olmak üzere, emir komuta kademeleri var.

Belli bir bölgede mi hareket ediyor?
Genellikle öyle.

Sözleşme hükümlerini uygulama araç ve olanaklarına sahip mi?
Sahip denebilir! Elindeki rehineleri törenle ve protokol imzalayarak
Devlete teslim edebiliyor.

Yasal hükümet, karşısındaki silahlı güce karşı silahlı kuvvetlerini kullanıyor mu?
Evet!

Bu silahlı ihtilaf uzun süredir devam ediyor mu?
Evet. 30 yıldır.

Bu çatışmalar başka devletleri içine almamış ve genel olarak devletin sınırları içinde kalmış durumda mı?
Evet, yalnızca Türkiye toprakları içinde.

Başkaldıran taraf (PKK), Devlet niteliğini gösteren bir örgüte sahip olduğunu
iddia ediyor mu?
Ediyor, KCK bunun için var.

Bu sivil otorite (KCK), belli bir bölgedeki nüfus üzerinde fiili bir yetki kullanıyor mu?
KCK’nın bu konuda çok mesafe aldığı muhakkak

Devlet, karşısındaki gücü “savaşan” olarak tanımış mı ?
Şu an için fiili bir tanımanın var olduğu kesin. Zira Devlet, karşısındaki güç ile müzakere ediyor. Örgütün elindeki görevlilerini örgüt bayrakları altında, törenle, imzalanan protokolle teslim alıyor. Örgüt militanlarının Habur skandalında olduğu gibi “üniformalarıyla” mahkeme karşısına çıkmalarına ve ülkeye girmelerine izin veriyor.
Böylece, o üniformaları da tanıyor.

  • İktidarın belki bilerek, belki bilmeden sergilediği bu tür davranışları nedeni ile
    PKK fiilen uluslararası hukukun sujesi haline gelmiş durumdadır.
Ayrıca Adalet Bakanı da PKK terör örgütünün yurt dışına çıkışı ile ilgili yasal düzenleme yapılacağını söyledi. Bu yapıldığı anda “hukuksal tanıma” da gerçekleşmiş olacaktır.

Şimdi bunun uluslararası hukuktaki adının konulması aşaması kalmıştır.
O aşama da geçilince, konu artık Türkiye’nin “terörle mücadelesi” konusu olmaktan çıkacak, uluslararası toplumun konusu haline gelecektir.

Artık PKK ayaklanan veya savaşan taraf haline geldikten sonra, Abdullah Öcalan’a uygulanacak statü de buna uygun olacaktır. Örneğin “PKK terör örgütü bütün ögeleriyle Türkiye’yi terk edecek..” dediğiniz zaman, acaba Abdullah Öcalan da
bu unsurların en başındaki kişi olarak kabul edilecek ve O da mı hudut dışı edilecektir?
Edilirse, “İmralı Tutanaklarında” ortaya çıktığı gibi,

  • “Ne ev hapsi, ne af, buradan yürüyerek çıkacağız, hepimiz özgür olacağız..”
sözü bu statü değişikliğini mi yandaşlarına  müjdeliyordu?

Son İmralı heyetinin okuduğu Öcalan mektubunda Meclis’i göreve çağırması da
bu nedenle miydi?

Sızan haberlere göre, PKK militanları önce sınır dışına gönderilip Birleşmiş Milletler  denetimindeki bir kampa yerleştirilecekmiş. Böyle bir durumda Türkiye, olayın Birleşmiş Milletler’in ilgi alanına girdiğini kabul etmiş olacaktır. Katil başı da bunun için
TBMM kararında ısrar etmektedir

O zaman Başbakan “ne ev hapsi, ne de af çıkarttım” diye yemin etse başı ağrımayacaktır.

Abdullah Öcalan ve hempalarına “statü” yü Türkiye Cumhuriyeti Devleti vermeyecek, uluslararası hukuk verecek.

O zaman da bölücülerin “Öcalan’a af – Kürtlere statü” slagonun yaşama geçtiğini, Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan, söylediği biçimde yürüyerek çıktığını ve bölünmeye giden yolun açıldığını göreceğiz. (21 Mart 2013)

Av. Şahin Mengü
http://sahinmengu.blogspot.com/2013/03/acilimda-buyuk-tuzak.htmlhttp://sahinmengu.blogspot.com/2013/03/acilimda-buyuk-tuzak.html

AYDINLIK Gazetesi 9 Mart 2013 günlü sayısı ve yorumlarımız..

AYDINLIK Gazetesi 9 Mart 2013 günlü sayısı ve yorumlarımız..

Yine düşündürücü ve sarsıcı haberler..

Bir emekli korgeneralimizin, 1,5 yıldır tutulan Silivri Çadır nöbeti kapsamında
sabaha dek gece nöbetini üstlendiğini izliyoruz.

Dava arkadaşlarına vefanın karşılığı.. Yanındaki E. Kurmay Albay da öyle..

Kendilerini kutlarız.. Savaşımı yükseltmeleri ve farklı ama etkili, sonuç alacak yöntemler geliştirmeleri beklenir.. Askerlerimiz kurmay taktik ve strateji ustasıdırlar.
Balyoz, Ergenekon vb. davalarda ne yazık ki kurmay satrancını yitirdiler.
Ancak savaş, muharebeler toplamıdır. TSK’nın kendisini toparlamasını bekliyor, diliyor ve umudumuzu koruyoruz. Bu gün gene SESSİZ ÇIĞLIK Eyleminde idik saat ;
13:00 – 14:00 arasında, Ankara Sakarya Caddesinde.

Toplanan kitle sayıca, bize göre çok çok yetersiz. Ankara’da yaşayan emekli subaylar ve aileleri ne oranda katılıyorlar?? Biz belirtmeyelim, düşünülmesi gerek.

…….

Casusluk Davası‘nda “aramalarda bulunan” 3 torba da aynı biçimde, boyda posta ve içerikte.. Bulunan sabit diskler aynı.. Bu ne hikmettir? Bu kördüğümü “hukuk” mu çözecektir, yoksa Atlantik ötesi kaynaklı kumpas için hukuk alet mi edilmektedir?
“Gordion’un kördüğümü” nden de beter duruma gelindi.. Bu düğüm nasıl çözülecek?

Hukuka-adalete uygun çözülmezse, abse mutlaka bir yol bulup boşalacağına göre??

Venezulla Devlet Başkanı rahmetli Hugo Chavez‘e bir kez daha güle güle diyoruz..
Chavez için sitemizde birkaç yazımız var..

Vee… CHP-AÇILIM sorunu.. AYDINLIK bize göre biraz abartmış,
“CHP Açılım Masası’nda yer arıyor kendisine…” diye başlık atarak.

Gül – Kılıçdaroğlu görüşme tutanakları yayımlanmadan bu yorum,
haberi aşan ve dayanağı ortada olmayan bir durum..

Bize göre de CHP’nin sözde yeni Anayasa masasından kalkması ve yine sözde AÇILIM tuzağı karşısında net karşıt tutum alması ve halkımızı aydınlatması gerek.

“Türk milliyetçiliği de dahil” ayaklar altına aldığını söyleyen bir Başbakan o makamda
2 saat daha oturamamalıdır. CHP muhalefetini yükseltmeli ve halkla birlikte
meydanlara taşımalıdır..

Sevgi ve saygı ile.
9.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Nereye kadar Başbakan RT Erdoğan; nereye kadar ?

Dostlar,

AKP iktidara gelmeden, Başbakan RT Erdoğan, iktidar olduklarında
yalnız oyuncuların değil “senaryonun da değişeceğini” söylemişti..

  • Ülkemiz her bakımdan abluk altında..

AYDINLIK‘ın ana haberine bakar mısnız??
20 milyon doları aşkın kredi istemleri bile RT Erdoğan’ın vizesine bağlı..

Erdoğan ve AKP ya da AKP ve Erdoğan giderek çemberi daraltıyor..

Sormak gerekmez mi :

  • Nereye kadar Başbakan RT Erdoğan; nereye kadar ?

Bir de ünlü Latince soruyu ekleyerek pekiştirelim:

Qou vadis Mr. Erdogan; quo vadis??”

Sevgi ve saygı ile.
18.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net